Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Az Bulutlu
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Sal 18°C
Çar 19°C
Per 20°C
Cum 22°C

Nikah – Açıklamalı Minhac Tercümesi

Nikah – Açıklamalı Minhac Tercümesi

Nikah – Açıklamalı Minhac Tercümesi (Şafii İlmihali) – İmam Nevevi

A. NİKAHIN KEYFİYETİ

Evlenmeye istekli olup mehir ve nafakayı bulan kişinin evlen­mesi, nafaka ve mehri bulamayanın ise evlenmemesi müstehabtır. Evlenemeyen kimse, oruç tutarak nefsi arzularına mani olmalıdır.

Evlenmeye ihtiyaç duymayan ve mehir bulamayan kimsenin evlenmesi mekruhtur. Mehri bulanın evlenmesi mekruh olmayıp vaktini ibadete ayırması daha iyidir. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, kişi kendini ibadete adamamışsa evlenmesi daha iyidir. Şayet kişi gerekli mehri bulur da kendisinde yaşlılık, devamlı hasta olmak veya cinsel iktidarsızlık gibi bir engel varsa evlenmesi mekruhtur. Allah daha iyi bilir.

Eş olarak seçilen kadının dindar, bekar, soyunun temiz olması ve yakın akrabadan olmaması müstehabtır.

Kişinin evlenmek istediği kadına evlenme teklifi yapmadan önce izin vermezse bile ona bakması sünnettir. İhtiyaç duyması ha­linde tekrar tekrar bakabilir. Kadının sadece yüzüne ve ellerinin iç ve dış kısmına bakabilir.

Baliğ olan kişinin hür, büyük ve yabancı kadının avret yerleri­ne bakması haramdır. Keza fitne korkusu olduğu zaman hür kadının yüzüne ve ellerine bakması da haramdır. Keza en sahih kav­le göre, fitne olmasa da yabancı kadının yüzüne ve ellerine bakması haramdır.

Erkeğin mahremi olan kadının diz ile göbek arasındaki bede­nine bakması haramdır. Diz ile göbek arası hariç diğer yerlerine bakması ise helaldir. Zayıf kavle göre ise mahremi olan kadının sa­dece iş esnasında bedenin görünen (yüz, kafa, boyun, dirseklere ka­dar kollar ve topuklara kadar ayaklar) kısmına bakması caizdir. En sahih kavle göre, şehvet duymaksızın cariyenin göbek ve diz kapağı arası hariç bedenin diğer kısımlarına, iştiha çekmeyen küçük kız ço­cuğun cinsel organı hariç vücudunun diğer yerlerine bakmak caiz­dir.

Kölenin hanımefendisine ve memsuh (penisi olmayan) erkeğin yabancı kadına bakmasının hükmü, erkeğin mahremine bak­masının hükmü gibidir. Buluğ çağına yaklaşmış kişinin hükmü ise, baliğ olanın hükmü gibidir. Göbek ile diz kapağı arası hariç, erkeğin erkeğe bakması helaldir. Henüz bıyığı çıkmamış çocuğa şehvetle bakmak haramdır. Ben diyorum ki es’ah görüşe ve imam’m kesin be­yanına göre, henüz bıyığı çıkmamış çocuğa şehvet duymaksızın bak­mak da haramdır. Muhakkik alimlerce kabul edilen en sahih kavle göre, cariyeye bakmanın hükmü, hür kadına bakmanın hükmü gibi­dir. Allah daha iyi bilir. Kadının kadına bakmasının hükmü ise, er­keğin erkeğe bakmasının hükmü gibidir.

Zımmi kadının nıüslüman kadına bakması haramdır. Fitne korkusu yoksa göbek ve diz kapağı arası hariç, kadının yabancı bir erkeğe bakması caizdir. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, erkeğin kadına bakması haram olduğu gibi kadının da erkeğe bakması ha­ramdır. Allah daha iyi bilir.

Kadının; mahremi olan erkeğe bakmasının hükmü, erkeğin mahremi olan kadına bakmasının hükmü gibidir. Bakmak haram olunca, dokunmak da haram olur. Çünkü bakmaya nispetle, şehveti uyandırmada dokunmak daha etkilidir. Ancak neşter veya kupa vur­mak veya tedavi için yabancı kadına bakmak veya dokunmak mu­bahtır. Ben diyorum ki; satış, şahitlik, farz olan ilmi öğretmek ve benzeri muameleler için ihtiyaç miktarınca erkeğin yabancı kadına bakması mubahtır. Allah daha iyi bilir.

Kişinin kendi karısının bedeninin her tarafına bakması kera­hetle birlikte mubahtır.

  1. Evlilikte Teklif

Nikahlı olmayan ve iddet süresi içinde olmayan kadına evlen­me teklifi yapmak caizdir. İddet süresi içerisinde olan kadına açıkça evlenme teklifi yapılamaz. Ric’i talâk ile iddet bekleyen kadına ise ima veya açıktan evlenme teklifi yapılamaz. Kocasının vefatından dolayı iddet bekleyen, keza en zahir kavle göre bain talâk ile boşanıp iddet bekleyen kadına evlenme teklifi yapmak caizdir.

Bir kimsenin evlenme teklifi yapıp de söz kestiği kadına, ken­disinin izni olmadıkça başkasının evlenme teklifi yapması haramdır. Ancak evlenme teklifinde bulunan kişiye kabul veya red cevabı ve-rilmemişse en zahir kavle göre, bir başkasının aynı kadına evlenme teklifi yapması haram değildir.

Bir kimse evlenmek istediği kişi hakkında başkası ile istişare­de bulunursa, istişare edilen kişinin kendisinden sorulan kişi hakkında bildiği ayıpları doğru söylemesi vacibtir. Evlenme teklifin­de bulunan kişinin, tekliften önce ve nikah akdinden sonra hutbe ile söze başlaması, yani söze Hamdele ve Salvele ile başlaması, tavsiye ve dua ile sözünü bitirmesi müstehabtır. Şayet kızın velisi söze baş­lar, damat da:

“Allah’a hamd, Resulüne salât ve selâm olsun. Onun nikahını kabul ettim.” derse, en sahih kavle göre, nikah akdi geçerli olur. Söze hutbe ile başlamak müstehabtır. Ben diyorum ki en sahih kav­le göre, söze hutbe ile başlamak müstehab değildir. Allah daha iyi bi­lir. Şayet icap ile kabul arasına uzun bir fasıla girerse nikah akdi ge­çersiz olur.

  1. Nikahın Rükünleri

Nikahın beş rüknü vardır: Lafız, zevce, iki şahit, zevç ve veli.

Nikah akdi, ancak icap ve kabul lafzı ile sahih olur. İcap lafzı velinin koca olacak kişiye: “zevveçtüke ibneti/kızımı sana zevce ola­rak verdim” veya “enkehtuke binti/kızımı sana nikahladım” deme-sidir. Kabul lafzı ise; zevcin: “tezevveçtuha/onunla evlendim” veya “nekehtuha/onu nikahladım” veya “kabiltu nikaheha/onun nikahım kabul ettim” veya “kabiltu tezviceha/onunla evlenmeyi kabul ettim” demesidir. Damat lafzı veliden önce de söylerse caizdir.

Nikah akdi ancak “tezvic” veya “inkah” lafzı ile caiz olur. En sahih kavle göre Arapça olmayan lafızla kıyılan nikah sahihtir. Ki­nayeli lafızlarla yapılan nikah akdi kesinlikle sahih değildir. Velinin: “Kızımı sana helal ettim.” demesi gibi. Şayet veli: “Kızımı sana zev­ce olarak verdim.” der, koca da: “Kabul ettim.” deyip susarsa, mez­hep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid tamamlanmış olmaz. Şayet koca: “Kızını benimle evlendir.” der veli de: “Seninle evlendir­dim.” derse, veya veli: “Kızımla evlen.” der koca da: “Evlendim.” derse, nikah sahih olur.

Nikahı bir şarta bağlamak sahih değildir. Veliye bir çocuğunun dünyaya geldiği müjde verilir, o da: “Eğer kız ise seninle evlendiri­rim.” veya “Kızım boşanır ve iddeti biterse seninle evlendiririm.” derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid geçersiz­dir. Nikah akdini süreli yapmak veya meçhul bir vakte bağlamak sa­hih değildir.

Şiğar nikahı da caiz değildir. Şiğar nikahı, velinin bir baş­kasına: “Her birinin cinsel organı diğerinin mehri olmak şeklinde kızını benimle evlendirmen üzerine kızımı seninle evlendirdim.” de­mesi ve diğerinin de: “Kabul ettim.” diye cevap vermesidir. Her bi­rinin cinsel organının diğerinin mehri olmasından söz etmeden: “Kızını benimle evlendirmen üzerine kızımı seninle evlendirdim.” derse, en sahih kavle göre akid sahih olur. Şayet: “Her birinin cinsel organı ile birlikte bir mal belli ederek diğerinin mehri olması şeklin­de, kızını benimle evlendirmen üzerine kızımı seninle evlendirdim.” derse, en sahih kavle göre akid geçersizdir.

Nikah akdinin sahih olmasının bir şartı da iki şahidin bulun­masıdır. Şahitlerin hür, erkek ve adil olmaları, sağır ve kör olmama­ları şarttır.

Kör olanın şahitliği ile akdin sahih olup olmadığı hususunda bir vecih vardır. En sahih kavle göre karı-kocanın iki oğlunun veya ikisinin düşmanının şahitliği ile yapılabilir. En sahih kavle göre, adaleti gizli olan iki kişi ile yapılan nikah akdi nikah sahihtir. İslam’ı ve hürriyeti zahir olmayan şahitlerin şahitlikleri ile nikah akdi sahih olmaz. Akid esnasında şahidin fasık olduğu anlaşılırsa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid geçersizdir.

Şahidin fasık olduğu, bir delil veya karı ve kocanın sözbirliği ile bilinir. İki şahidin: “Biz fasık idik.” demelerinin akde bir etkisi ol­maz. Koca, şahidin fasık olduğunu itiraf eder de kadın inkar ederse nikah feshedilir. Şayet tedahül olmamışsa koca mehrin yarısını ve­rir. Tedahül olmuşsa kocanın mehrin tümünü vermesi lazımdır. Ni­kahta kadının rızası dikkate alınırsa, rızasının alındığına dair şahit bulundurmak müstehab olup şart değildir.

  1. Nikah Akdini Yapmaya Yetkili Olan Kişi

Kadın, velisinden izin almış olsa bile kendi kendini evlendire-mez. Vekil sıfatı ile başkasını da evlendiremez ve vekalet veya vela­yet yolu ile bir kimse için nikahı kabul edemez. Bir kimse veli olma­dan bir kadın ile evlenir ve tedahül olursa, onun mehri misil verme­si gerekir. Fakat bu sebeple had cezası gerekmez. Çünkü kadının kendi kendini evlendirmeye yetkili olup olmadığı ihtilaflıdır.

Mücbir veli, kendi velayeti altındaki kadını evlendirdiğini ik­rar ederse sözü kabul edilir, veli mücbir değilse sözü kabul edilmez. Baliğe ve akıllı kadın, velisi tarafından evlendirildiğini ikrar ederse, İmamın son kavline göre iddiası kabul edilir.

Küçük veya büyük bakire kızın babası izin ve rızasını almadan onu evlendirebilir. Kız büyük ise, babasının ondan nikah izni iste­mesi müstehabtır. Baba dul olan kızının iznini almadan onu evlen­diremez. Buluğ çağma ermedikçe, velinin küçük yaştaki dul kızı ev­lendirmesi sahih değildir. Babası yok ise velayet konusunda dedenin hükmü, babanın hükmü gibidir.

Kızın bakireliği ister sahih bir nikah neticesinde zail olsun, is­ter zina gibi haram bir nedenle giderilmiş olsun dul sayılır. Cinsi münasebet olmaksızın düşmek gibi bir fiil nedeni ile bekaretini yiti­ren kız, en sahih kavle göre dul sayılmaz.

Kardeş ve amca gibi nesepten gelen yakın veli, küçük kızı (ba­kire veya dul olanı) evlendiremez. Dul olan kadın, açıkça izin verme­dikçe velisi onu evlendiremez. En sahih kavle göre, bakire olan kızın nikah için izin verdiğini bildirmek üzere susması yeterlidir. Cariye­yi azad eden kişnini ve devlet başkanının evlendirme hususundaki hükmü, kardeşin hükmü gibidir.

Velayette öncelik sırası babanındır. Sonra dede gelir. Daha son­ra dedenin babası, öz kardeş veya baba bir kardeş, ne kadar aşağıya doğru inse de kardeşin çocukları, amca ve mirasta olduğu gibi diğer asabeler gelir. En zahir kavle göre öz kardeş, baba bir kardeşten önce gelir. Kadının evlatlığı olan çocuk, onu evlendiremez. Evlatlık olan çocuk, kadının amcasının oğlu veya amcasının oğlunun oğlu ve­ya onu azad eden veya hakim ise onu evlendirebilir.

Kadının nesepten gelen velisi yoksa onu azad eden erkek, da­ha sonra mirasta olduğu gibi erkeğe asabe olanlar evlendirir. Kadım evlendirme hakkına sahip olan veli, o kadının azad ettiği cariyeyi de evlendirme hakkına sahiptir. Ancak azad eden kadının hayatta ol­ması şarttır. En sahih kavle göre azad eden kadının izni nikah için geçerli değildir.

Cariyeyi azad eden kadın Ölünce, velisi cariyeyi evlendirebilir. Cariyeyi, azad eden veya onun asabeleri yoksa sultan evlendirir. Ke­za akrabaları veya onu azad eden akdi engellerse, nikah akdini sul­tan yapar. Velinin nikahı engellemesi şudur: Baliğe ve akıllı olan kadın, kendi dengi olan birini tayin ederek onunla evlenmeyi talep eder de babası onu bir başkası ile evlendirmek isterse, en sahih kav­le göre baba bu hakka sahiptir. Zira baba evladının hakkını daha iyi gözetir.

  1. Nikahta Veli Olmaya Mani Olan Haller

Köle, çocuk, deli, yaşlılık veya bunaklık sebebiyle görüş ve düşüncesi ihlal olmuş kişi nikah akdi için veli olamaz. Keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, sefîhlikle kısıtlılık altında bulunan kişi de veli olamaz. Yakın akraba bu sıfatlardan bir kısmını taşırsa velayet hakkı uzak akrabalara geçer.Veli baygınlık geçirir ve baygınlığı genellikle uzun devam etmez veya birkaç gün devam ederse ayılncaya kadar nikah bekletilir. Zayıf kavle göre ise velayet hakkı uzak akrabalara geçer. En sahih kavle göre velinin kör olması velayet hakkım düşürmez. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, fasık olan kişi veli olamaz. Kafir olan erkek, kafir kadına veli olabilir.

Taraflardan biri veya zevce ihramlı olursa nikah akdi sahih ol­maz. En sahih kavle göre velayet hakkı uzak akrabaya geçmez. Ve­linin ihramda olması halinde nikah akdini uzak veli değil sultan ya­par. Ben diyorum ki; veli veya koca ihramda olur da ihramda olma­yan vekil akdi yaparsa sahih olmaz. Allah daha iyi bilir.

Kadının velisi iki merhale (namazı kısaltma mesafesi) kadar uzakta olursa, nikah akdini sultan yapar. Velinin bulunduğu yer iki merhaleden daha az ise, en sahih kavle göre onun izni olmadan ni­kah kıyılamaz.

Mücbir veli, velayet altındaki kadının izni olmaksızın baş­kasına vekalet verebilir. En zahir kavle göre, velinin vekil tayin ede­bilmesi için kadına eş olacak erkeği belirtmesi şart değildir. Kadına eş olacak erkeği belirtmeksizin vekil tayin ederse, vekil ihtiyatlı dav­ranır ve kadını dengi olmayan bir erkekle evlendiremez.

Mücbir olmayan veliye gelince; şayet kadın ona: “Vekil tayin et.” derse vekil tayin edebilir, vekil tayin etmekten men ederse vekil edemez. Kadın : “Beni evlendir.” derse, en sahih kavle göre velinin vekil tayin etme hakkı doğar. Veli, nikah izni almadan vekil tayin ederse, en sahih kavle göre böyle bir vekalet sahih olmaz.

Velinin vekili nikah akdi yaparken kocaya: “Falanın kızı filânı seninle evlendirdim.” der veya kadının velisi nikah akdi yapar, mec­liste de kocanın vekili bulunursa ona: “Kızımı falanla elendirdim.” derse, kocanın vekili de: “Bu kadınm nikahını müvekkilim için ka­bul ettim.” demelidir.

Mücbir velinin baliğe olan deli kızı ve evlenme ihtiyacı zahir olan deliyi evlendirmesi lazımdır. Fakat küçük olan kızı ve erkek ço­cuğu evlendirmesi lazım değildir.

Mücbir veya mücbir olmayan veli bir tane olur da kadın evlen­meyi talep ederse, velinin buna rıza göstermesi gerekir. Veli bir kişi olmayıp kardeş gibi birkaç kişi olur da bir kısmına evlenmek istediğini bildirirse, en sahih kavle göre kadının talebine rıza göstermele­ri gerekir. Aynı mertebede birkaç veli bir arada olurlarsa, diğer veli­lerin rızasını almak sureti ile en fakih ve en yaşlı olan velinin kadını evlendirmesi müstehabtır. Kimin kadını evlendireceği konusunda anlaşmazlarsa, aralarında kura çekilir ve kurası çıkan kadını evlen­dirir. Kadın, evlenme konusunda bütün velilerine izin vermişse ve kurası çıkmayan veli evlendirmeyi yapmışsa, en sahih kavle göre akid sahihtir. Velilerden biri onu Zeyd’e, diğeri ise Amr’a nikah-lamışsa ve önce yapılan biliniyorsa, o nikah sahihtir. Şayet her iki akid bir anda yapılmışsa veya hangi akdin daha önce yapıldığı veya beraber olduğu bilinmiyorsa her iki akid de geçersizdir. Keza iki akidden birinin önce yapıldığı bilinir, fakat hangisinin önce yapıldığı bilinmiyorsa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre her iki akid de geçersizdir. Eğer ilk yapılan akid bilinir de sonra diğeri ile karıştırılırsa, ilk akid belli oluncaya kadar beklemek vacibtir.

İki erkek aynı kadınla nikah akdini yaptıklarını ve her biri kendi akdinin önce yapıldığını iddia ederse, İmamın son kavline göre, her ikisinin davası dinlenir ve kadının ikrar ettiği nikah akdi sahih kabul edilir. Kadın nikah akdini inkar ederse kendisine yemin ettirilir. İkisinden birinin akdini ikrar ederse, ikrar ettiği kişinin ni­kahı geçerli olur. Diğerinin davası dinlenir ve kadına yemin verdiri­lir. Bu hüküm, iki kavle göre yorumlanır. Şöyle ki bir kimse: “Bu akid Zeyd’e aittir, bilakis Amr’a aittir.” derse, Amr’a mehir vermek­le borçlu sayılır mı sayılmaz mı? Borçlu sayılır dememiz halinde du­rum bellidir. Diğeri ise yemin eder ve kadından mehri misil alır.

Bir akitte dede her iki tarafa veli olursa, meselâ bir oğlunun kızını diğer oğlunun oğluna nikahlarsa, en sahih kavle göre akid sa­hihtir.

Velilik sıfatı ile amca çocuğu, amcasının kızı ile nikahını kıya­maz. Belki aynı derecede olan amcasının çocuğu nikahlarını kıyar. Aynı derecede olan amcanın çocuğu yoksa, nikahı hakim kıyar. Kadı velisi olmayan bir kadınla evlenmek isterse, mertebece kendisinden yüksek olan velilerden biri veya kendisinin naibi nikahı kıyar. Veli olan dedenin dışında taraflardan her birine bir kimsenin velilik et­mesi caiz olmadığı gibi, taraflardan birine veya her birine vekil tut­ması da en sahih kavle göre caiz değildir.

  1. Küfuv (Evlenmede Tarafların Denk Olması)

Veli kadının rızasını almak suretiyle onu dengi olmayan bir er­kekle evlendirirse veya aynı derecede olan velilerin bir kısmı kadının rızasını almak ve diğer velilerin de rızasını almak suretiyle kadını evlendirirlerse akid sahihtir.

Kadının yakın akrabaları (velileri) rızasını alarak onu evlendi­rirlerse, uzak velilerinin buna itiraz etme hakları yoktur. Aynı dere­cede olan akrabalardan biri, kadının rızasını alarak diğer velilerin rızasını almadan onu evlendirirse, nikah akdi sahih olmaz. Bir kav­le göre ise nikah akdi sahihtir. Ancak rızaları alınmamış velilerin ni­kahı feshetme hakları vardır.

Baba; küçük, bakire veya baliğe kızının rızasını almaksızın dengi olmayan erkekle evlendirirse, en zahir kavle göre nikah akdi geçersizdir. Diğer bir kavle göre ise akid sahihtir. Baliğe kız için ace­le üzere muhayyerlik hakkı vardır. Küçük kızın ise, baliğe olduktan sonra muhayyerlik hakkı vardır. Velisi olmayan kadın, sultandan kendisini dengi olmayan bir erkekle evlendirmesini talep eder ve sultan da onu dengi olmayan bir erkekle evlendirirse, en sahih kav­le göre akid sahih değildir.

Evlenmede denkliği gösteren hususlar şunlardır:

1- Muhayyerlik hakkım geçerli kılan ayıplardan salim bulun­mak. (Bu ayıpların açıklanması ilerde gelecektir.)

2- Hürriyet: Köle olan bir erkek hür olan bir kadına denk ola­maz. Azad edilmiş köle de aslında hür olan kadına denk olamaz.

3- Nesep: Babası acem olan (arap olmayan) erkek, babası arap olan kadına denk değildir. Kureyşî olmayan erkek, kureyşî olan kadına denk değildir. Haşimî ve Muttalip oğullarından olmayan kimse bunlara denk olamaz. En sahih kavle göre; arap olanlar için nesebe itibar edildiği gibi, acem olanlar için de nesebe itibar edilir.

4- İffetli (dindar ve şerefli) olmak: Fasık olan kimse, afife olan kadına denk değildir.

5- Sanat: Örfe göre sanatı düşük kabul edilen kimse, sanatı yüksek olanın kızma; süpürgecilik, kupa vurmak, bekçi, çoban ve hamam kayyımı gibi sanatı düşük olan kimse, terzi olanın kızma denk değildir. Terzi olan, tüccar ve manifaturacının kızma denk değildir. Tüccar ve manifaturacı olan, alim ve hakimin kızma denk de­ğildir. En sahih kavle göre denklikte zenginlik dikkate alınmaz.

Yukarıda belirtilen özelliklerin bazıları, bazılarına karşılık ola­maz (düşük sayılan özellik, üstün olan Özelliğin yerini alamaz).

Baba, küçük yaştaki oğlunu bir cariye ile evlendiremez. Keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, ayıplı olan bir kadın­la da evlendiremez. En sahih kavle göre, babanın küçük yaştaki ço­cuğunu nesep ve sanat gibi diğer özelliklerde kendisine denk olma­yan bir kadınla evlendirmesi sahihtir. Çocuk buluğ çağına erince muhayyerlik hakkı vardır.

  1. Kısıtlılık Altında Olanın Nikahı

Deli küçük çocuk keza deli büyük çocuk evlendirilemez. Ancak deli büyük çocuğun evlenme ihtiyacı varsa sadece bir kadınla evlen­diril ebilir.

Veli, küçük ve akıllı olan çocuğu birden fazla kadınla evlendi-rebildiği gibi açık bir maslahat olması halinde baba veya dede deli kız çocuğunu evlendirebüir. Burada kızın evlenmeye ihtiyaç duy­ması şart değildir. Ayrıca kızın küçük veya büyük, dul veya bakire olması durumunda hüküm aynıdır. Babası veya dedesi olmayan kız, küçük yaşta evlendirilemez. Buluğ çağma erince; en sahih kavle göre evlenmeye ihtiyaç duyarsa sultan onu evlendirir. En sahih kav­le göre, küçük çocuk maslahat nedeni ile evlendirilemez.

Sefîhlikle kısıtlılık altında bulunan kimse, kendi nikah akdini yapamaz. Belki velisinin izni ile nikah akdini yapar veya velisi onun adına nikah akdini kabul eder. Şayet evlenmesi için velisi ona izin verir ve belli bir kadın tayin ederse, başka bir kadınla evlenemez. Velisinin tayin ettiği kadınla mehri misil veya mehri misilden daha az bir mehirle evlenebilir. Eğer fazla raehir öderse, meşhur kavle göre, tesmiye edilen mehri misil ile akdi sahihtir. Şayet velisi kendi­sine bin lira mehir ödeyerek evlen der ve bir kadın belli etmezse, bin liradan az bir mehirle ve mehri misil ile nikah akdi yapabilir.

Veli herhangi bir şeyi belirtmeksizin izin verirse en sahih kav­le göre, yapacağı nikah akdi sahih olur ve mehri misil ile uygun bir kadınla evlenir. Veli nikah akdini onun adına kabul ederse, onun

kendisinden izin alması en sahih kavle göre şarttır. Bu durumda ak­di mehri misille veya ondan daha az bir mehirle kabul eder. Fazla bir mehirle akdi kabul ederse, akid mehri misile göre sahih olur. Bir kavle göre ise akid geçersizdir.

Sefih olan izin almaksızın evlenirse, nikah akdi geçersizdir. Gerdeğe girmişse, kendisine herhangi bir şey lazım gelmez. Zayıf kavle göre ise mehri misil vermesi gerekir. Bir başka zayıf kavle göre ise az bir mal vermesi lazımdır.

Fels (para) sebebi ile kısıtlılık altında bulunan kimsenin evlen­mesi sahihtir. Nikahın masrafları eli altında bulunan paradan değil de kazancından ödenir.

Efendisinin izni olmadan evlenen kölenin nikahı geçersiz olup izinle yapılan akid ise sahihtir. Efendi mutlak şekilde izin verebildi­ği gibi evleneceği kadını, kabilesini veya beldesini de tayin ederek izin verebilir. Köle kendisine izin verildiği hususlardan vazgeçip baş­ka şey yapamaz. En zahir kavle göre efendi, kölesini evlenmeye ve­ya bekar kalmaya icbar edemez.

Sahibi hangi sıfatla (küçük,bakire veya dul) olursa olsun cari­yesini nikaha icbar edebilir. Cariye evlenmeyi talep ederse, efendisi onu evlendirmeye mecbur değildir. Bir kavle göre efendisinin onun­la evlenmesi haram ise, onu evlendirmesi lazımdır. Efendisi onu ev-lendirirse, en sahih kavle göre velisi olması hasebiyle değil, mülkü olması hasebiyle evlendirir.

Müslüman olan kimse, kafir olan cariyesini, fasık veya mukâteb olan kölesini evlendirebüir. Veli, çocuğun veya delinin köle­sini evlendiremez. En sahih kavle göre çocuğun cariyesini evlendire­büir.

  1. Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar

Akrabalık, hısımlık veya süt emme gibi bir sebeple kendileriy­le evlenmenin haram olduğu kadınlar şunlardır:

Anneler: Kişiyi doğuran veya kişiyi doğuranı doğuran kadına anne denir. Kişinin anneleri kendisine haramdır.

Kızlar: Kişinin sulbünden doğan veya sulbünden doğanın do­ğurduğu kızlar kişinin kızı sayılır. Ben diyorum ki; zina eden erkeğin, zinasından doğan kızla evlenmesi helaldir. Fakat kadının zina­dan doğan erkek çocuğu ile evlenmesi haramdır. Allah daha iyi bilir.

Kız kardeşler, erkek ve kız kardeşlerin kızları, her ne kadar aşağıya doğru inse de hala ve teyzeler: Babanın kız kardeşi olan kadın haladır. Annenin kız kardeşi olan kadın ise teyzedir.

Yukarıda belirtilen nesep dolayısıyla haram olan yedi kısım kadın, süt emişme nedeni ile de haram olurlar. Kişiyi emziren veya onu doğuranı emziren kadın veya babasını emziren veya süt emzire­ni doğuran kadın veya süt sahibinin (süt emziren kadının kocasının) süt annesi, kişinin süt annesi sayılmaktadır. Geriye kalanlar süt emişme yolu ile haram olan kadınlara kıyas edilir.

Kişinin kardeşine veya torununa süt emziren kadın o kişiye haram sayılmaz. Süt emziren kadının annesi ve kızı, süt emzirdiği çocuğun babasına mahrem değildir. Kişinin nesep veya süt emme ci­heti ile olan kardeşinin başka erkekten olan kız kardeşi ile evlenme­si caizdir. Kişinin üvey annesinin başka kocasından olan kızı ile ev­lenmesi gibi. Bunun akside böyledir.

Hısımlık sebebi ile haram olan kadınlar ise şunlardır: Nesep veya emme yolu ile olan oğlun karısı veya babanın karısı (üvey an­ne) kişiye haramdır. Zevcenin nesep veya süt emme yolu ile olan an­nesi kocasına haramdır. Keza kişiye, sahih veya fâsid bir nikahla cinsel ilişkide bulunduğu kadının kızı haramdır.

Temlik ettiği kadın ile cinsel ilişkide bulunan kişiye, o kadının annesi ve kızı haramdır. Kadının kendisi de o erkeğin babasına ve erkek çocuklarına haramdır. Keza kişinin şüphe sonucu cinsel ilişki­de bulunduğu kadın, o kişinin babasına ve erkek çocuklarına haram olur. Zayıf kavle göre bir kadın, kocası olduğunu zannederek şüphe sonucu bir erkek ile cinsel ilişkide bulunursa hükmü aynıdır.

Bir kimse bir kadınla zina yaparsa, bu kadın onun babasına ve çocuklarına haram olmaz. En zahir kavle göre şehvet ile dokun­manın hükmü, cinsel ilişkinin hükmü gibi değildir. Mahremiyet bu­nunla sabit olmaz.

Bir kimsenin mahremi büyük bir köyün kadınları araşma karışırsa, o köyün kadınları ile evlenebilir. Fakat bir yerde mahsur kalmış kadınların arasına karışırsa, kişi bu kadınların hiç biri ile ev-lenemez.

Nikahı ebedi haram kılan bir durum meydana gelirse, nikahı tamamen ortadan kaldırır. Kişinin şüphe sonucu babasının eşi ile cinsel ilişkide bulunması gibi. Böyle bir durum ile kadının nikahı feshe uğrar.

Nesep veya emme yolu ile akraba olan bir kadını kız kardeşi, halası veya teyzesi ile bir nikah altında bulundurmak haramdır. Bir kimse, bu kadınları bir nikah altında bulundurursa, akid geçersiz­dir. Şayet bunları sırayla bir akid altına alırsa sadece ikinci akid batıl olur.

Bir nikah altında bulundurulmaları haram olan kadınları mülk edinerek cinsel ilişkide bulunmak haramdır. Ancak onları tem­lik etmek haram değildir. Kişi, temlik ettiği bu kadınlardan biri ile cinsel ilişkide bulunursa, bu kadın hayız ve ihramla değil satış, ni­kah veya kitabet akdi yolu ile kendisine haram olmadıkça diğer kadınlar kendisine helal olmaz. Keza en sahih kavle göre rehine bırakmak suretiyle mahremiyet oluşmaz.

Bir kimse, bir nikah altında bulundurulmaları haram olan kadınlardan birini temlik eder, sonra temlik ettiği kadının kız kar­deşini nikahı altına alır veya bunun tersini yaparsa nikahladığı kadın kendisi için helal olur, diğeri ise haram sayılır.

Köle olan kimse ancak iki kadını bir arada bulundurabilir. Hür olan erkeğin dört kadını bir arada bulundurması caizdir. Şu halde bir kimse beş kadını bir arada bulundurursa hepsinin nikahı batıl olur. Şayet bu kadınları sırayla nikah ederse beşinci kadının nikahı geçersiz olur. Boşadığı karısının kız kardeşi ile evlenebildiği gibi be­şinci kadın henüz bain talâkın iddetinde iken onunla da evlenebilir. Fakat beşinci kadın ric’i talâkın iddetinde ise onunla evlenemez.

Hür kimsenin üç talâkla ve kölenin iki talâkla boşadığı karısı ile tekrar evlenmesi ancak .şu şartlarla caiz olur:

1- ikinci bir koca kadını nikahlayıp, penisinin başı veya başı kadar miktarını kadının vaginasma geçirmelidir. Bu durumda peni­sin sertleşmiş vaziyette olması şarttır.

2- Nikah akdi sahih olmalıdır.

3- ikinci koca cinsel temasta bulunmaya muktedir olmalıdır. Mezhepçe kabul edilen rivayete göre ikinci koca çocuk olmamalıdır.

İkinci kocanın cinsel temasta bulunduktan sonra onu boşa­ması veya evlendikten sonra kadını bain talâkla boşaması veya ara­larında nikah akdi olmaması şartı ile evlenirse akid geçersizdir. Bo­şamak şartı ile akid yapılırsa, bu konuda bir görüş vardır. Yani ni­kah akdi batıl değil, ileri sürülen şart fasittir.

  1. Köleliğin Nikaha Engel Olması

Bir kimse cariyesinin tamamını veya bir kısmını mülkiyetine geçirirse artık onu nikahlayamaz. Şayet karısını tamamen veya bir kısmını mülkiyetine geçirirse, nikahı batıl olur. Bir kadın da ta­mamını veya bir kısmını mülkiyetine geçirdiği köleyi nikahlayamaz.

Hür olan bir kimse, başkasına ait bir cariye ile şu şartlarla ev­lenebilir:

1- Nikahı altında istimta’a (cinsel ilişki ile faydalanmaya) müsait, hür bir kadın olmamalıdır. Zayıf kavle göre hür kadın cinsel ilişki ile faydalanmaya müsait değilse de cariye ile evlenemez.

2- İstimta’a uygun hür bir kadınla evlenmeye maddi imkanı ol­mamalıdır. Zayıf kavle göre istimta’a uygun olmayan kadınla evlen­meye maddi imkanı olmamalıdır. Başka beldedeki hür kadınla ev­lenme imkanı varsa cariye ile evlenmesi şu iki şartla helal olur: O kadına ulaşmada kendisine açık bir musibet isabet etmeli veya o müddet esnasında zinaya girme korkusu olmalıdır.

Bir kimse, vadeli mehir ile evlenmeye razı hür bir kadını bulur veya mehri misilden daha az bir mehirle hür kadınla evlenmeye im­kan bulursa, en sahih kavle göre birinci durumda (vadeli mehir du­rumunda) cariye ile evlenmesi caizdir. İkinci durumda ise, cariye ile evlenmesi caiz değildir. Zinaya girme korkusu olsa bile hüküm böyledir. Kendisi ile oynaşacağı bir cariyeye sahip olma imkanı var­sa, en sahih kavle göre zinaya girme korkusu olmaz.

3-Kendisi ile evleneceği cariye müslüman olmalıdır. Hür olsun veya köle olsun kitap ehli olan bir kimsenin kitap ehli olan cariye ile evlenmesi en sahih kavle göre caizdir. Meşhur kavle göre ise müslü­man köle, kitap ehli olan cariye ile evlenemez. Kitap ehli cariyenin bir kısmı hür ise bunun hükmü cariyenin hükmü gibidir. (Yan yu­karıda geçen üç şartla nikahı caiz olur.)

Hür olan bir kimse cariyenin nikah şartlarına göre bir cariye ile evlenir de sonra imkan sahibi olur veya hür olan bir kadınla ev­lenirse cariyenin nikahı fesholmaz. Kendisi için cariye ile evlenmesi haram olan kimse bir akidde hür bir kadın ve bir cariye ile evlenir­se, cariyenin nikahı geçersizdir. En zahir kavle göre hür olan kadının nikahı geçersiz olmaz.

  1. Din Ayrılığı Olan Kadınlarla Evlenmek

Kitap ehli olmayan vesene (puta tapan) ve mecusi (ateşe ta­pan) gibi kadınlarla evlenmek haramdır. Kitap ehli olan kadınla ev­lenmek ise helaldir. Lakin harbiye ile evlenmek nikahı mekruhtur. Keza en sahih kavle göre zımmiye kadınla evlenmek de mekruhtur.

Yahudi veya Hıristiyan olan ehli kitap sayılır. Zebur ve onun dışındaki kitaplara bağlı olanların nikahı sahih değildir. Şayet kitap ehli olan kadın İsrail’i (Hz. Yakub’un neslinden) değilse, en zahir kavle göre kavminin üzerinde bulunduğu dîne, nesh ve tahrif edil­meden önce girdikleri biliniyorsa nikahı helaldir. Zayıf kavie göre ise kavminin üzerinde bulunduğu dîne nesh edilmeden önce girdiğinin bilinmesi yeterlidir.

Nikah akdi yapılmış kitap ehli kadının nafaka, kaseme ve talâk konusundaki hükmü, müslüman kadının hükmü gibidir. Hayız ve ni-fastan yıkanması, keza en zahir kavle göre cünüplükten yıkanması ve domuz etini yemeyi terk etmesi için icbar edilir. Ehli kitap veya müs­lüman kadının necasete bulaşmış azasını yıkaması da icbar edilir. Ki­tap ehli kadın ile puta tapan erkeğin birleşmesinden doğan kızla ev­lenmek haramdır. En zahir kavle göre bunun aksi de böyledir.

Yahudiliğin samiri kolundan olan bir kadın yahudiliğin temel esaslarım kendisini küfre götürecek şekilde inkarda bulunur ve yıldız-perest kadın hıristiyanhğm temel esaslarını inkarda bulunur­sa kendileriyle evlenmek haramdır. Ama dinlerine göre inkarcı sayılmazlarsa kendileriyle evlenmek sahihtir.

Hıristiyan bir erkek dinini değiştirip Yahudiliğe geçtiğini veya Yahudi bir erkek, dinini değiştirip Hıristiyanlığa geçtiğini iddia ederse, en zahir kavle göre iddiaları mehir için geçerli sayılmaz. Hıristiyan kadın dinini değiştirerek Yahudi olursa veya Yahudi kadın dinini değiştirerek Hıristiyan olursa nikahı müslüman için ca­iz olmaz.

Müslüman kişinin ehli kitap nikahlı karısı dinini değiştirirse bu­nun hükmü, Müslüman bir kadının mürted olmasının hükmü gibidir.

Bir kimse dinini değiştirirse, sadece İslam’a girmesi için teklif edilir. Bir kavle göre ise ilk dinine dönmesi için teklif edilir. Ehli ki­tap bir kimse veseneliğe geçerse bu kararı kabul edilmez. Böyle bir kimsenin kabul edeceği din konusunda daha önce geçen farklı iki görüş geçerlidir. Veseni kişi, Yahudi veya Hıristiyanlığa geçerse bu kararı geçerli sayılmaz. İslam’a girmesi teklif edilir. İslam’ı kabul et­mezse mürtedin tabi olduğu hükme tabi tutulur. Mürted kadının ni­kahı hiç kimseye helal olmaz.

Cinsel ilişkide bulunmadan önce her iki taraf (karı-koca) veya ikisinden biri mürted olursa araları ayırt edilir. Cinsel ilişkiden son­ra mürted olurlarsa ayrılmaları durdurulur. Şayet iddet esnasında İslam’a dönerlerse nikahları eski hal üzere devam eder. İslam’a dönmezlerse, irtidat anından itibaren birbirinden ayrılırlar. Nikah­larının durdurulması durumunda cinsel temasta bulunmaları ha­ramdır. Şayet cinsel temasta bulunurlarsa kendilerine had tatbik edilmez.

  1. Müşrikin Nikahı

Ehli kitap olan veya olmayan bir kimse, müslüman olur ve ni­kahı altında ehli kitap bir kadın varsa, eski nikahı devam eder. Ni­kahı altında putperest veya mecusi bir kadın olur ve cinsel ilişki vu­ku bulmadan önce müslüman olmuşsa birbirinden ayrılırlar. Erkek cinsel temasta bulunduktan sonra ve kadın da iddet esnasında müs­lüman olursa nikahları devam eder. Kadın iddet esnasında İslam’a dönmezse, erkeğin İslam’a girdiği andan itibaren ayrılırlar. Kadm islam’a girer de kocası küfürde kalmakta ısrar ederse, hükmü yu­karıda geçen hükmün aksi olur. Kadm cinsi temastan önce müslü­man olursa ayrılırlar. Cinsi ilişkiden sonra ve kadının iddeti es­nasında erkek İslam’a girerse, nikahları eski hal üzere devam eder. İddet esnasında İslam’a dönmezse, kadının İslam’ı kabul ettiği an­dan itibaren ayrılırlar.

Karı ve koca beraber müslüman olurlarsa, eski nikahları devam eder. Beraberlik, her iki tarafın İslam’ı kabul ettiklerini göste­ren lafızların son kelimelerini birlikte söylemeleriyle meydana gelir. Nikahlarının eski hal üzere devam ettiğini kabul etmemiz halinde, nikah akdi esnasında onu ifsat edici unsur tarafların İslam’a girme­leriyle ortadan kalkmışsa, nikaha bir zararı olmaz ve nikah devam eder. O anda kadın ona helalmış gibi kabul edilir.

Nikahı ifsat kılan unsur, -mecusi olan erkeğin mahremi olan bacısı, teyzesi gibi kadınlardan biriyle evlenmiş olması gibi- taraf­ların İslam’a girmeleriyle ortadan kalkmıyorsa eski nikahları geçer­li olmaz, birbirinden ayrılırlar. Tarafların İslam’a girmeleri sebebi ile ifsat edici unsurun ortadan kalkması durumunda velisiz ve şart­sız olarak nikaha karar verilir.

İddet süresi içinde yapılan nikah akdi, taraflar İslam’a girdik­lerinde iddet süresi bitmişse geçerlidir. Taraflar belli bir vakit için nikah akdi yapmış ve kendi inançlarına göre bu akid devamlılık ifa­de ediyorsa, nikah geçerli sayılır. Keza akidden sonra şüphe sonucu olan iddet, eşlerin müslüman oldukları zamana yakın olmuşsa, mez­hep alimlerince kabul edilen rivayete göre nikah akdine zarar ver­mez. Bunun misali şudur: İslam’ı kabul eden kişi, gayri müslim karısı ile şüpheyle cinsel ilişkide bulunduktan sonra kadm o iddet içerisinde müslüman olursa bu iddetin nikaha zararı olmaz, nikah­ları devam eder. Mahremi ile evli olan bir kimse İslam’a girdikten sonra nikahı devam etmez, aralan ayırt edilir.

Bir kimse müslüman olur da ihrama girecek olur ve henüz ih­ramda iken karısı iddet içerisinde İslam’ı kabul ederse, mezhep alim­lerince kabul edilen rivayete göre, nikahları eski hal üzere devanı eder. Kişi nikahı altında hür bir kadın ve bir cariye bulundurur son­ra da her üçü müslüman olursa, mezhep alimlerince kabul edilen ri­vayete göre, hür olan kadının nikahı devam eder, cariyenin nikahı ise geçersiz olur. En sahih kavle göre, İslamî şartları taşıması halinde küffarm nikahı sahihtir. Zayıf kavle göre ise nikahı geçersizdir.

Zayıf kavle göre bir kimse İslam’a girer ve nikah akdinin sahih olduğu açıklanırsa, nikahı geçerli sayılır. Akdin sahih olduğu açıklanmazsa fâsid kabul edilir. Kafir olan kişi, karısını üç talâkla boşar sonra ikisi de müslüman olursa kadın başkasıyla evlenip on­dan boşanmadıkça ilk kocasına helal olamaz.

Mehri nikah esnasında kararlaştırılmış kadın, belirlenen sahih mehri alabilir. Fakat içki gibi fâsid bir mehir kararlaştırılmış ise, İslam’a girmeden önce mehri alıp almadığına bakılır; şayet İslam’a girmeden önce mehiri almışsa, İslam’a girdikten sonra bir şey talep edemez. Eğer almamışsa mehri misil alabilir. İslam’a girmeden önce mehrin bir kısmını almışsa geri kalanını mehri misle göre alır. Ko­canın terk edilmesi, kadının İslam’a girmesi nedeni ile olmuşsa, kadın bir şey alamaz. Kocanın İslam’a girmesi ile kadın onu terk et­miş ve nikahı sahih ise, tesmiye olunan mehrin yarısını hak eder. Nikah sahih değilse, mehri misilin yarısını hak eder.

Zımmi ve müslüman mahkememize dava açarlar da iddiaları bizce sahih görülen bir iddia ise onlar için karar verilir. İddiaları biz­ce sahih olmayan bir iddia ise dava iptal edilir. Örneğin; nikahlarını iddia ederler de bize göre nikahları sahihi ise geçerli olduğuna, sa­hih değilse batıl olduğuna karar verilir.

  1. Kafir Müslüman Olduktan Sonra Nikahında Bulunan Kadınlar

Kafir olan kimse, İslam’a girdiğinde nikahı altında dörtten faz­la kadın olur ve kendisi ile birlikte müslüman olurlarsa veya iddet esnasında İslam’a girerlerse veya kadınlar ehli kitap iseler, bunların arasında dört kadım seçmesi lazımdır. Geri kalan kadınlara ise yol verir. Cinsel ilişkiden önce veya iddet esnasında sadece dört kadının kendisi ile birlikte müslüman olması halinde evlilikleri devam eder.

İslam’a girerken nikahı altında ehli kitaptan bir kadın ile kızı varsa veya her ikisi onunla birlikte İslam’a girmişlerse ve ikisi ile de gerdeğe girmişse, kendisine ebedi olarak haram olurlar. Hiçbirisi ile gerdeğe girmemişse, kadının kızı ile evlenebilir. Bir kavle göre erkek muhayyerdir. Kadının kızı ile cinsel ilişkide bulunmuşsa sadece an­nesi kendisine haram olur. Eğer sadece kızın annesi ile gerdeğe gir­mişse, her ikisi de kendisine ebedi olarak haram olur. Bir kavle göre ise nikah kızın anası üzerine kalır.

Bir erkek İslam’a girer de nikahı altında bulunan cariye onun­la birlikte müslüman olur veya iddet süresi içerisinde müslüman olursa, evlilikleri bu nikah üzere devam eder. Fakat o anda cariye ile evlenmesinin kendisi için helal olması şarttır. Cinsi temas olmadan nikah

önce cariye kendisine muhalefet ederse yani, müslüman olmazsa derhal ayrılırlar. Şayet nikahı altında birkaç cariye olur da kendisi ile birlikte veya iddet içerisinde İslam’a girerlerse bir tanesini seçe­bilir. Ancak taraflar İslam’a girdiklerinde erkeğin cariye ile evlen­mesinin helal olması şarttır. Cariye ile evlenmesi kendisi için helal değilse, hepsine yol verir.

Kafir olan kişi İslam’a girdiğinde nikahı altında hür bir kadın ve birkaç cariye varsa ve kendisi ile birlikte veya iddet içerisinde müslüman olurlarsa, hür olan kadının nikahı devam eder cariyele­rin nikahı ise fesholur. Hür olan kadın küfürde kalmayı ısrar eder ve iddeti biterse, cariyelerden bir tanesini seçebilir. Hür olan kadın müslüman olduğunda cariyeler azad edilmiş ve iddet içerisinde İslam’a girmişlerse, bunların hükmü de hür olan kadının hükmü gi­bi olup dört tanesini seçebilir.

Muhayyerlik (kişinin nikahı altındaki kadınları seçme hakkı) şu lafızlardan biri ile olur: “Seni seçtim, senin nikahını ikrar ettim, seni tuttum veya seni sabit kıldım.” gibi. Talak lafzı muhayyerliğe delalet eden lafızdır. En sahih kavle göre talâk lafzı, zihar ve ilâ ak­di için muhayyerliğe delalet etmez. Muhayyerliği veya nikahın fes­hini bir şarta bağlamak sahili değildir.

Şayet nikahı altında beş kadın varsa, fazla olana yol verir. Yol vereceği kadını belli etmelidir. Seçme hakkını kullanıncaya kadar da kadınların nafakaları kendisine aittir. Erkek seçme hakkım kullan­mazsa hapsedilir. Seçme hakkını kullanmadan ölürse hamile olanın iddeti doğumla sona erer. Kadın aylar hesabı ile iddet bekleyenler­den ise ve kocası kendisi ile cinsel temasta bulunmamışsa, iddeti dört ay on gündür. Kadın kur’ (temizlik süresi) hesabı ile iddet bek­leyenlerden ise, kur’ ve dört ay on gün sayısından en çok olanına göre iddet bekler.

Erkeğin ölümü halinde mirastaki hakları için bir antlaşma yapılıncaya kadar kadınların hisseleri bekletilir.

  1. İslam’a Giren Kadının Nafakası

Karı ve koca beraber İslam’a girerlerse, koca karısının nafa­kasını vermeye devam eder. Koca müslüman olur da karsı iddeti bi­tinceye kadar küfürde kalmakta ısrar ederse, nafakayı isteme hakkı

olmaz. Kadın iddet süresi içerisinde İslam’a girerse, İmamın son kavline göre, küfürde geçirdiği süre için nafakayı hak etmiş olmaz. Kadın önce İslam’a girer de kocası iddet süresi içerisinde müs-lüman olur veya küfürde kalmaya ısrar ederse, en sahih kavle göre, iddet süresince kadının nafakasını vermesi gerekir. Kadın mürted olursa, her ne kadar iddet süresi içerisinde İslam’a dönse de irtidat süresince geçirdiği zaman için nafakayı hak edemez. Erkek mürted olursa, iddet süresince kadına nafaka vermesi gerekir.

  1. Evlenmede Muhayyerliği Sabit Kılan Ayıplar

Eşlerin birinde cünun (delilik), cüzzam (deri hastalığı), beres (alaca hastalığı), retk (vaginada et parçası bulunması), karn (vagi-nada meydana gelen ve koç boynuzu gibi olan nesne), anin (erkeğin cinsel iktidarsızlığı) ve mecbub (penisin tümü veya vaginanın içine ulaşacak sünnet miktarmca bir kısmı kalmayacak şekilde kesik ol­ması) gibi ayıplardan biri bulunursa diğeri için muhayyerlik (nikahı feshetme) hakkı olur.

Zayıf kavle göre aynı cins hastalık her iki eşte bulunursa ni­kahı fes etme hakları olmaz. Eşlerin birinde belirgin bir şekilde er-sellik olursa, en zahir kavle göre diğeri nikahı feshetme muhayyer­liğine sahip olmaz.

Kocada yeni bir ayıp peyda olursa, kadın nikahı feshetme hakkına sahip olur. Ancak cinsel ilişkiden sonra anin ayıbı peyda olursa, kadın muhayyerlik hakkına sahip olmaz. Kadında yeni bir ayıp meydana gelirse, imam’m son görüşün göre koca muhayyerlik hakkına sahip olur.

Yeni peyda olan ayıp sebebi ile veli için muhayyerlik hakkı ol­maz. Keza akid esnasında olan mecbub ve anin ayıbı sebebi ile de ve­li için muhayyerlik hakkı olmaz. Fakat akid esnasında kocada deli­lik kusuru varsa, veli için muhayyerlik hakkı vardır. Keza en sahih kavle göre, akid esnasında kocada cüzzam ve alaca hastalığı olursa, veli için muhayyerlik hakkı vardır. Muhayyerlik hakkı acele üzere kullanılır.

Nikah akdi cinsel ilişkiden önce feshedilirse mehir hakkı düşer. Akid cinsel ilişkiden sonra feshedilirse bu durumda; nikah akde bitişik bir ayıp veya cinsel ilişki ile akid arasında meydana gelen bir ayıp sebebi ile feshedilirse ve cinsel ilişkide bulunan kişinin bu ayıplardan haberi yoksa en sahih kavle göre mehri misil vacib olur.

Nikahın feshine sebep olan ayıp cinsel ilişkiden sonra meyda­na gelirse, tesmiye olunan mehir verilir.

Cinsel ilişkiden sonra irtidat sebebi ile nikah feshedilirse, kadın için tesmiye olunan mehir vardır, imam’m son kavline göre koca, kadın veya velisi tarafından kandırılmış ise, akid feshedildik­ten sonra kendisini kandıran kimseden mehir isteyemez.

Aninlik sebebi ile nikahın feshedilmesi için durumun hakime arz edilmesi şarttır. Keza en sahih kavle göre, nikah sair ayıplar se­bebi ile de feshedilirse durumu hakime arz etmek şarttır. Anin ayıbı kocanın itiraf etmesi ile veya itirafını bildiren şahitler ile sabit olur. Keza en sahih kavle göre, erkeğin bu ayıbı reddetme hususunda ye­min etmekten çekindikten sonra kadının yemin etmesi ile de sabit olur.

Erkekte anin ayıbı bulunduğu kesinleşince, kadının müracaatı üzerine hakim, iktidarsızlığın sabit olduğu tarihten başlamak üzere kocaya bir yıllık mühlet verir. Bu mühletin dolmasından sonra kadın durumu hakime arz eder. Koca bu süre zarfında karısı ile cin­sel ilişkide bulunduğunu iddi ederse, kendisine yemin ettirilir. Ye­minden kaçınırsa, kocasının kendisi ile cinsel ilişkide bulun­madığına dair kadına yemin ettirilir. Kadın yemin eder veya ko­casının kendisi ile cinsel ilişkide bulunmadığını ikrar ederse, kadın nikahını feshetme hakkına sahip olur. Zayıf kavle göre ise, akdin fes­hedilmesi hakimin iznine veya feshetmesine bağlıdır.

Erkeğe tanınan bir yıllık süre içerisinde kadın kendisini ko­casından men ederse veya hastalanır veya hapsedilirse, bu günler bir yıllık süreden sayılmaz. Bir yıllık sürenin sonunda kadın ko­casının anin olduğuna razı olursa, akdi feshetme talebinde bulunma hakkı düşer. Keza en sahih kavle göre, kadın biraz daha mühlet ta­lep ederse muhayyerlik hakkı düşer.

Nikah akdi esnasında kadının müslüman olması şart koşulur veya taraflardan birinin nesep sahibi veya hür olduğu ileri sürülürse veya bunların dışında başka şartlar koşulur da taraflar söylenen ni-

telikleri taşımazlarsa, en zahir kavle göre nikah akdi sahihtir. Taraf­ların nitelikleri belirtilen niteliklerden üstün olursa, muhayyerlik hakkı doğmaz. Erkeğin taşıdığı nitelikler belirtilen niteliklerden düşük ise, kadın için muhayyerlik hakkı vardır. Keza en sahih kav­le göre erkek de aynı hakka sahiptir.

Erkek evleneceği kadının nıüslüman veya hür olduğunu zan­neder de kadının kitap ehli veya kendisi ile evlenmesi helal olan bir cariye olduğu ortaya çıkarsa, en zahir kavle göre erkek için muhay­yerlik hakkı olmaz.

Kadın, dengi sandığı erkekle evlendirmesi için velisine izin ve­rir de sonra o erkeğin fasık veya nesebinin veya sanatının düşük ol­duğu ortaya çıkarsa, kadın için nikahı feshetme hakkı olmaz. Ben diyorum ki; erkekte nikahın feshine sebep olan bir ayıp bulunur ve­ya erkeğin köle olduğu anlaşılırsa, kadm için muhayyerlik hakkı vardır. Allah daha iyi bilir.

Tarafların belirtilen şartları taşımamaları veya aldanma sebe­bi ile nikah akdi feshedilirse, geri alınacak mehrin hükmü ve alda­tan kimseye müracaat etmenin hükmü, daha önce geçen ayıp sebe­bi ile olan feshin hükmü gibidir. Akdin feshine tesir edecek aldan­manın akde bitişik olması lazımdır.

Koca, cariyenin hür olduğu konusunda aldanır da akdin sahih olduğu kabul edilirse, henüz durum açıklanmadan önce cariyenin çocukları hür sayılırlar. Aldanan koca çocukların bedelini cariyenin efendisine vermelidir. Koca verdiği bedeli kendisini kandıran kişi­den alır. Cariyenin hür olduğunu söylüyorsa, yapılan aldatmanın efendisi tarafından yapıldığı düşünülemez. Aldatma cariye veya ve­kili tarafından yapılmış olur. Cariye erkeği aldatmış ise, canlı olarak doğan çocukların bedeli cariyenin zimmetine geçer. Çocuk herhangi bir cinayet olmaksızın ölü olarak dünyaya gelirse, bunun için bir di­yet gerekmez.

Kölenin veya bir kısmı köle olanın nikahı altında bulunan ca­riye azad edilirse, cariye nikahını feshedip etmemekte muhayyerdir. En zahir kavle göre muhayyerlik hakkı acele üzeredir. Cariye azad edildiğinden habersiz olduğunu söylerse, yemini ile sözü kabul edi­lir. Ancak bu iddiasına, sözgelimi efendisinin uzak bir beldede bu­lunması gibi kabul edilmesi mümkün olan bir gerekçe göstermesi

lazımdır. Keza en zahir kavle göre, azadlık sebebi ile kendisi için muhayyerlik hakkı olduğunu bilmediğini söylerse, yemini ile sözü kabul edilir. Bu durumda cariye nikahını feshederse ve fesih cinsel ilişkiden önce olursa, mehir isteme hakkı olmaz. Hem akdin feshi hem de hürriyete kavuşması cinsel temastan sonra olmuşsa, kendi­si için mehri müsemma vardır. Hürriyete kavuşması cinsel ilişkiden önce olmuşsa, mehri misili hak eder. Zayıf kavle göre ise mehri müsemmayı hak eder.

Cariyenin bir kısmı azad edilir veya kendisi ile kitabet akdi yapılır veya nikahı altında cariye bulunan köle azad edilirse, kölenin muhayyerlik hakkı olmaz.

  1. İ’faf (Çocuğun Babasını Evlendirmesi)

iffetlerini korumak için babasına ve dedesine kişinin mehir vermesi, meşhur kavle göre vacibtir.

İ’faf; kişinin babasına hür olan bir kadının mehrini vermesi veya ona şöyle demesidir: “Evlen, sana mehir veririm.” veya ba­basının iznini almak sureti ile onu evlendirip mehri vermesi veya bir cariyeyi onun mülkiyetine geçirmesi veya cariyenin bedelini ba­basına vermesidir. Kişi babasının ve onunla evlenen kadının nafa­kasını da vermelidir.

Baba cariye dışında bir kadınla evlenmeyi veya güzel ve neseb sahibi bir kadınla evlenmeyi tercih edemez. Mehir konusunda baba ve oğul anlaşırlarsa, kadını tayin etme hakkı babanındır.

Nikahlanan kadın ölür veya irtidat sebebi ile nikahı fesholur veya bir ayıp nedeni ile nikah feshedilirse, çocuğun yeni bir mehir vermesi vacibtir. Keza en sahih kavle göre boşama bir özür sebebi ile vaki olursa, çocuğun yeni bir mehir vermesi gerekir.

Çocuğun mehir vermesinin vacib olması için, baba mehri bula­mayacak durumda ve evlenmeye muhtaç olmalıdır. Babanın evlen­meye muhtaç olduğu açıkça bilmiyorsa, yemin etmeksizin sözü ka­bul edilir.

Kişinin, çocuğuna ait cariye ile cinsel temasta bulunması ha­ramdır. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, baba çocuğu­nun cariyesi ile cinsel ilişkide bulunursa, kendisine had cezası değil

mehir vacib olur. Şayet cariyeyi hamile bırakırsa, doğacak olan ço­cuk ona bağlı olarak hür olur. Cariye ilk sahibi için ümmü veled olursa, cinsel temasta bulunan kişi (baba) için ümmü veled olmaz. Cariye ilk sahibi için ümmü veled olmazsa, en zahir kavle göre cin­sel ilişkide bulunan kişi (baba) için ümmü veled sayılır. Bu takdirde kişinin çocuğuna cariyenin bedeli ile birlikte mehir vermesi lazımdır. En sahih kavle göre doğacak olan çocuğun bedelini verme­si gerekmez. Kişinin kendi çocuğunun cariyesiyle evlenmesi ha­ramdır.

Bir kimse nikahında bir cariye bulundurur ve çocuğu satış yo­lu ile o cariyeyi mülkiyetine geçirir de babasının cariye ile evlenme­si haram ise, en sahih kavle göre babasının cariye ile olan nikahı fes-holmaz. Kişinin kitabet akdi yaptığı azadlı kölesinin cariyesi ile ev­lenmesi haramdır. Mukâteb köle efendisinin nikahı altındaki cariye­yi mülkiyetine geçirirse, en sahih kavle göre nikah akdi fesholur.

  1. Köle ve Cariyenin Evlenmesi

Bir kimse kölesine evlenmesi için izin verir ve o da evlenirse, İmamın son kavline göre efendisi mehir ve nafakayı tazmin etmez. Kadının mehir ve nafakası nikah akdinden sonra kölenin normal ve­ya nadir kazancından verilir. Köle efendisinden izin alarak onun adına ticaret yaparsa, mehir ve nafakası ticaretin kârından verilir. Keza en sahih kavle göre ana sermayeden verilir. Şayet kölenin ka­zancı yoksa veya ticaret yapmaya izinli değilse zimmetine geçer. Bir kavle göre ise efendisinin vermesi gerekir.

Efendinin köleyi beraberinde yolculuğa götürmesi halinde, köle kendi hanımı ile cinsel yönden faydalanamaz. Köleyi beraberin­de götürmezse, istimta’ için onu akşam serbest bırakması lazımdır.

Efendi nafaka ve mehri ödemeyi tekeffül etmişse, gündüz vak­tinde köleyi çalıştırır. Tekeffül etmemişse, mehir ve nafakayı kazan­ması için bir müddet serbest bırakır. Efendi nafaka ve mehri te­keffül etmeden köleyi çalıştırirsa, ücreti misil ile tam olan mehir ve az miktarda nafaka verir. Zayıf kavle göre ise mehir ve nafakayı ver­mesi lazımdır.

Köle fâsid bir nikah akdi yapar da cinsel temasta bulunursa, mehri misili zimmetine geçirir. Bir kavle göre ise bedenine bağlı kalır (köle satılır ve mehri misil bu bedelden ödenir).

Bir kimse cariyesini bir başkası ile evlendirirse, gündüz vak­tinden onu kendi işinde çalıştırır. Akşam vaktinde ise kocasına tes­lim eder. En sahih kavle göre bu süre için olan nafakası kocasına lazım gelmez.

Efendi kendi evinde cariyesi için bir oda ayırır ve kocasına: “Sen de onunla birlikte kal.” derse, en sahih kavle göre kocanın bu teklife icabet etmesi gerekmez. Efendi cariyesini beraberinde yolcu­luğa götürdüğünde kocası isterse ona refakat edebilir.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, efendi cinsel ilişkiden önce cariyesini öldürür veya cariye intihar ederse, mehir alamaz. Cinsel temastan sonra hür kadın intihar eder veya bir baş­kası cariyeyi öldürür veya cariye ölürse mehri sakıt olmadığı gibi; cinsel ilişkiden Önce hür kadın veya cariye helak olursa yine mehir hakkı sakıt olmaz. Efendi evli olan cariyesini satarsa, mehri müsem-ma satıcının olur. Cariye cinsel temastan önce boşanırsa, mehri müsemnıamn yarısı satıcının olur. Efendi cariyesini kölesi ile evlen­dirirse, ne mehir ne de yarısı vacib olur.

B. SIDAK (MEHİR)

(Sıdak; nikah, cinsel ilişki veya erkeğin kadının cinsel or­ganından yararlanma fırsatını kaçırması nedeni ile verilmesi vacib olan maldır.)

Akid esnasında sidakm belirlenmesi sünnettir. Sidak zikredil­meden yapılan nikah -kerahetle birlikte- caizdir. Satışı caiz olan şe­yin sıdak olması da caizdir.

Koca sıdakı eli altında bulundurur ve henüz teslim etmeden sıdak telef olursa, akid zamini (bedeli zimmete geçirmek) olur. Bir kavle göre ise yed-ı zamin (mislini veya kıymetini zimmete geçir­mek) olur. Koca sidakm mislini tazmin etmişse, kadın sıdakı alma­dan onu satamaz.

Sıdak kocanın yanında iken telef olursa, onun mehri misil ver­mesi vacibtir. Kadın sıdakı telef ederse, almış sayılır. Kocadan başka biri sıdakı telef ederse mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kadın sıdakı fesh veya kabul etmekte serbesttir. Sıdakı feshe­derse, kocadan mehri misil alır. Fesh etmezse telef edeni borçlu kılar. Koca telef ederse hükmü, semavi bir afetle telef olan malın hükmü gibidir. Zayıf kavle göre ise hükmü, kocadan başka birinin telef etmesinin hükmü gibidir.

Bir kimse iki köleyi sıdak olarak verir de henüz teslim alma­dan bir tanesi semavi bir afetle telef olursa, mezhep alimlerince ka­bul edilen rivayete göre, mevcut olanda değil de telef olanda sıdak akdi fesholur. Bu durumda kadın için muhayyerlik hakkı vardır. Sıdakı feshederse, mehri misil alır. Feshetmezse geri kalanla birlik­te telef olanın oranını mehri misile göre alır. Henüz almadan sıdak ayıplı çıkarsa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kadın sıdak akdini feshedip etmemekte serbesttir. Feshederse mehri misil alır, feshetmezse bir şey alamaz. Kocanın elinde iken yok olan men­faati koca tazmin etmez. Kadın mehri almayı ister de koca vermez ve sıdak telef olursa, koca akid zamini (sıdakın bedelini tazmin et­miş) olur. Keza sıdak binmek gibi yerine getirilen bir menfaat ise, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre koca tazmin etmiş ol­maz.

Kadın, muayyen veya peşin olan mehrini almak için kendisini kocasından alıkoyma hakkına sahiptir. Ama vadeli olan sıdak için kendini alıkoyamaz. Şayet ona teslim olmadan süresi girerse, en sa­hih kavle göre kendini alıkoyamaz.

Kadın kocasına: “Sıdakı teslim etmezsen sana teslim olmam.” der, koca da: “Teslim olmazsan sıdakı vermem.” derse, bir kavle göre mehrin tümünü vermesi için koca icbar edilir. Diğer bir kavle göre ise icbar edilmez. Taraflardan hangisi teslim olursa, diğeri ic­bar edilir. En zahir kavle göre her iki taraf icbar edilir ve mehrin adil bir kişiye emanet bırakılması ve kadının kocasına teslim olması em­redilir. Kadın kocasına teslim olunca adil kişi mehri kadına verir.

Kadın acele edip kocasına teslim olursa, mehri talep eder. Ko­cası kendisi ile cinsel ilişkide bulunmazsa mehri almadıkça teslim olmaktan imtina edebilir. Kendisi ile cinsel ilişkide bulunursa imti­na etmez. Kocası acele edip mehri verirse, kadın ona teslim ol­malıdır. Kadın özrü olmaksızın imtina ederse, mehri vermesi için

koca icbar edilir dediğimiz takdirde, koca mehri geri isteyebilir.

Kadın temizlik ve benzeri işler için mühlet isterse, hakim ken­di görüşüne göre ona mühlet tanır. Fakat bu mühlet üç günden faz­la olamaz. Ancak hayız veya nifastan temizlenmesi için kendisine mühlet verilmez.

Kadının küçük veya hasta olması gibi cinsel temasa mani bir hali varsa, bu hali geçinceye kadar kocasına teslim edilmez.

Mehir, -kadının hayızda olması gibi haram da olsa- cinsel te­masla ve taraflardan birinin ölmesi ile kesinîeşir. imam’m son kav­line göre, mehir halvet ile kesinleşmez.

  1. Fasit Sıdakla Yapılan Nikah

Bir kimse içkiyi şurup sayarak veya hür olanı cariye sayarak veya gasp malı kendi malı sayarak mehir verip nikah akdi yaparsa, kadına mehri misil vermesi vacibtir. Bir kavle göre ise, zikredilen malın kıymetini vermesi vacibtir.

Bir kimse kendi malını ve gasp edilmiş malı mehir vererek ni­kah akdi yaparsa, mehir gasp edilmiş malda geçersiz sayılır. En za­hir kavle göre mülkü olan malda sahihtir. Ancak kadın isterse akdi fesheder, isterse kabul eder. Akdi feshederse, kendisi için mehri mi­sil vardır. Bir kavle göre ikisinin (gasp ve mülk olan malın) kıymeti­ni alır. Akdi kabul ederse, erkeğin mülkiyetindeki mal ile birlikte gasp malın payını değerine göre mehri misilden alır. Bir kavle göre ise, sadece erkeğin mülkiyetindeki mala kani olur.

Bir kimse birisine: “Şu köle karşılığında kızımı seninle evlen­dirdim ve onun elbisesini sana sattım.” derse, nikah akdi sahihtir. Keza en sahih kavle göre mehir ve satış akdi de sahihtir. Şayet koca cinsel temastan önce karısını boşarsa, kölenin değerini elbise olarak ve mehri misilin kıymetine bölerek mehir verir.

Bir kimse kadının babasında olan bin lirası üzerine veya ken­disine verilecek bin lira üzerine nikah akdi yaparsa, sıdak fasittir. Kadına mehri misil vermesi vacibtir.

Nikah akdinde muhayyerlik şart koşulursa, nikah akdi batıl olur. Mehirde muhayyerlik şartı aranırsa, en zahir kavle göre nikah akdi sahih olup mehir akdi geçersizdir.

Nikah akdinde ileri sürülen diğer sair şartlar (nafaka şartı gi­bi) ya akdin gerektirdiği ya da akde taallûk etmeyen şartlardır. Her iki durumda da ileri sürülen şartlar geçersiz olup nikah akdi ile me-hir akdi sahihtir. İleri sürülen şart, ikinci evliliği yapmamak, kadınının nafakasını vermemek gibi nikah akdine muhalif ise ve ak­din asıl maksadını bozucu değilse, akid sahih olup ileri sürülen şart ve mehir fasittir. İleri sürülen şartlar kadınla cinsel temasta bulun­mamak veya onu boşamak gibi asıl maksadı bozucu ise akid geçer­sizdir.

Bir kimse bir mehirle birkaç kadım nikahlarsa, en zahir kavle göre mehir fasittir. Her kadın için mehri misil vardır.

Veli, küçük erkek çocuğu mehri misilden fazla bir mehirle ev­lendirir veya reşide olmayan küçük kızı veya izni olmaksızın bakire reşide kızı mehri misilsiz evlendirirse, mehri müsemmanm tümü fa­sit olur. En zahir kavle göre mehri misle göre nikah akdi sahihtir.

Taraflar kendi aralarında anlaşarak mehir miktarını gizlice tespit ederek tespit ettikleri miktardan fazlasını açıklayacak olur­larsa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid esnasında zikredilen mehrin verilmesi vacibtir.

Bir kadın velisine: “Beni bin lira mehirle evlendir.” der, veli de onu bin liradan daha az bir mehirle evlendirirse, nikah akdi geçer­sizdir. Şayet bir şey belirtmeksizin: “Beni evlendir.” der, veli de onu mehri misilden az bir mehirle evlendirirse, akid yine geçersizdir. Ben diyorum ki en zahir kavle göre, her iki durumda da akid mehri misile göre sahihtir. Allah daha iyi bilir.

  1. Mehri Tevfiz Etmek

(Mehri Başkasına Havale Etmek)

Reşide kadın velisine: “Beni mehirsiz evlendir.” der, velisi de mehirsiz veya bir şey söylemeden onu evlendirirse, böyle bir tefviz sahihtir. Keza cariye sahibi birisine: “Cariyemi mehirsiz seninle ev­lendirdim.” derse, bu da sahih bir tefvizdir. Reşide olmayan bir kadının mehrini tevfiz etmesi caiz değildir.

Sahih tefviz akdi ile en zahir kavle göre, kadına bir mal ver­mek vacib olmaz. Ama, cinsel ilişki ile mehri misili hak eder. En sahih kavle göre mehri misil, akdin yapıldığı tarihten itibaren geçerli sayılır.

Kadın cinsel temastan önce kocasından mehri tayin etmesini talep edebilir. Kadın, mehir takdir edilinceye kadar keza en sahih kavle göre, tayin edilen mehri almak için kocasına teslim olmayabi­lir.

Kadının erkeğin takdir ettiği mehri kabul etmesi şarttır. En zahir kavle göre, tarafların mehri misilin miktarını bilmeleri şart değildir. En sahih kavle göre erkek müeccel olan bir şeyi mehir ola­rak takdir edebildiği gibi mehri misilden fazlasını da takdir edebilir. Zayıf kavle göre, erkeğin vereceği fazlalığın mehri misil cinsinden olması caiz değildir.

Erkek mehri takdir etmekten imtina eder veya taraflar takdir edilen mehrin miktarında anlaşmazlığa düşerlerse, hakim beldenin geçerli olan parasından peşin ödenmek üzere mehri takdir eder. Ben diyorum ki; mehri misili hakim takdir eder ve kocanın mehri misil­den haberdar olması şarttır. Allah daha iyi bilir.

Yabancı bir kimsenin mehri kendi malından takdir etmesi, en sahih kavle göre sahih değildir. Takdir edilen sahih mehrin hükmü, müsemma mehrin hükmü gibidir. Yani cinsel ilişkiden önce erkek kadını boşarsa, kadm mehrin yarısını hak eder. Mehir takdir edilme­den ve cinsel ilişki olmadan önce boşarsa, kadın mehrin yarısını hak etmez. Mehir takdir edilmeden ve cinsel temas olmadan taraflardan biri ölürse, en zahir kavle göre mehri misil vacib olmaz. Ben diyorum ki en zahir kavle göre, mehri misil vacib olur. Allah daha iyi bilir

  1. Mehri Misil

Mehri misil, kadının kendi emsallerine göre hak ettiği mehirdir. Emsali tespit etmenin en güzel yolu, akrabası olan kadınların mehri-ne göre yapılan tespittir. En yakın kadın akrabalar şunlardır: Öz kız kardeş, sonra baba bir kız kardeş gelir. Daha sonra öz erkek kardeşin kız çocukları gelir. Budan sonra aynı şekilde öz halalar gelir.

Asabe yolu ile yakın akrabalar yoksa veya evli değillerse veya mehirleri bilinmiyorsa, mehri misil nine ve teyze gibi zev’il-erhâm olan kadınların mehrine göre tespit edilir. Mehri misil tespit edilirken yaş, akıl, zenginlik, bekaret, dul olmak, ilim ve şeref sahibi ol­mak gibi maksadı değiştiren nitelikler dikkate alınır. Kadın kendine has üstün veya düşük bir nitelik taşıyorsa, mehri misil ona uygun şekilde çok veya az olabilir.

Bir kadın müsamaha gösterip mehri misili az almışsa, bunu ölçü almak vacib değildir. Ancak mehirde müsamaha gösterip az al­mak akrabalar arasında adet olmuşsa dikkate alınır.

Bir kimse fâsid nikah akdi sonucu karısı ile cinsel ilişkide bu­lunursa, cinsel ilişkinin vaki olduğu gün kendisine mehri misil ver­mesi vacib olur. Fasit nikahtan maksat, şarap veya domuz gibi dinen mal sayılmayan fâsid bir mehirle yapılan nikahtır. Fasit nikah ile cinsel ilişki tekerrür ederse, mehri misil en fazla olduğu vakte göre alınır. Ben diyorum ki, cinsel ilişki aynı şüphe ile tekerrür ederse, bir mehir gerekir. Kişinin cinsel ilişkide bulunduğu kadının cariyesi olduğunu zannetmesi gibi.

Şüphenin cinsi değiştikçe mehrin sayısı da katlanır. Bir kimse gasp edilmiş kadın ile veya bir kadınla zorla zina yapması tekerrür ederse, mehir de tekerrür eder. Kişinin kendi oğlunun cariyesi ile veya ortak olduğu cariye ile veya efendinin mukâteb cariyesi ile iliş­kide bulunması tekerrür ederse, bir mehir gerekir. Zayıf kavle göre, her ilişki için bir mehir gerekir. Başka bir zayıf kavle göre ise, bir­leşme aynı mecliste olursa bir mehir, ayrı ayrı meclislerde olursa her sefer için bir mehir gerekir. Allah daha iyi bilir.

  1. Mehrin Tamamının veya Yarısının Sakıt Olması

Cinsel ilişkiden önce kadın ayrılmayı ister veya ayrılmaya se­bebiyet verirse, hükmü bir ayıp sebebi ile feshedilen nikahın hükmü gibi olup mehir hakkı düşer. Kadın ayrılmayı istemez veya ayrılma­ya sebebiyet vermez de boşama erkeğin İslam’a girmesi, erkeğin mürted olması, lian, kadının kayın annesinin sütünü emmiş olması veya erkeğin kayın validesinin sütünü emmiş olması gibi sebepler­den biri ile ayrılma olursa, erkek mehrin yarısını alır. Mehrin ikiye bölünmesinin manası, kocanın kendisine ait mehrin yarısından vaz­geçmek için muhayyerlik hakkının olmasıdır, denilmiştir. En sahih kavle göre, boşama lafzı ile mehrin yarısı kocaya döner. Boşamadan sonra mehirde bir fazlalık olursa bu kocanı hakkıdır.

Kişi, karısını boşar ve mehir telef olursa, kadın misli olan şey­lerde bedelin yansım, değer takdiri olan şeylerde ise değerin yarısını alır. Mehir kadının eli altında iken ayıplı hale gelir ve koca mehri ka­bul ederse, yapılacak bir şey yoktur. Kabul etmezse ayıpsız değerin yarısını alır. Henüz kadın teslim almadan ayıplı duruma düşerse, koca ayıplı durumdaki mehrin yarısını hak eder ve onun için mu­hayyerlik hakkı olmaz. Mehir bir cinayet sebebi ile ayıplı duruma düşer ve kadın değer farkını alırsa en sahih kavle göre, koca değer farkının yarısını hak eder.

Mehirde kendisine bitişik olmayan bir fazlalık olmuşsa, bu zi-yadelik kadının hakkıdır. Mehire bitişik olan ziyadelik konusunda kadının muhayyerlik hakki vardır. Kadın cimrilik edip ziyade olanın bir kısmını kocasına vermezse, koca ziyade olan kısmı dışında sade­ce mehrin kıymetinin yarısını hak eder. Kadın müsamaha gösterip mehrin ziyade olan kısmının bir miktarını kocasına verilmesini is­terse, kocanın bunu kabul etmesi lazımdır. Mehir ziyadeleşir veya noksanlaşırsa, meselâ kölenin yaşlanması, hurma ağacının uzaması veya kölenin beres hastalığını taşımakla birlikte bir sanat öğrenme­si gibi durumlarda taraflar malın yarısını almakta anlaşırlarsa, yapılacak bir şey yoktur. Yarıda anlaş-mazlarsa, malın ziyadesiz ve noksansız olan kıymetinin yarısını hak ederler.

Tarlanın ekimi noksanlık, ekim için sürülmesi ise ziyadeliktir. Cariyenin hamileliği ve hayvanın gebeliği hem ziyadelik hem de noksanlıktır. Zayıf kavle göre ise, hayvanın gebeliği ziyadelik olup noksanlık değildir. Hurma ağacının tomurcuğu açılmamışsa bu biti­şik olan ziyadeliktir.

Erkek, karısını boşadığmda mehir olarak verdiği ağacın mey­vesi belirmemişse, kadının onları koparması vacib değildir. Kadın meyveleri koparırsa yarısını hak etmiş olur.

Şayet koca, hurma ağacının yarısını kabul eder ve meyvelerin koparma zamanına kadar ağaçta kalmasını isterse, en sahih kavle göre kadın bunu kabul etmesi için icbar edilir. Bu takdirde ağaç her ikisinin eli altında olur. Kadın bu duruma razı olursa, koca bunu red edebildiği gibi ağacın değerini de isteyebilir. Taraflara muhayyerlik hakkı doğarsa, muhayyer olan tercihini yapmadan payı olan yarıyı mülkiyetine geçirmiş olmaz. Koca mehir olan şeyin değerini kabul

ederse, bu değer sıdak günü ile teslim alındığı günün itibari değerin­den en az olanı dikkate alınır.

Koca Kur’an Öğretmeyi sıdak olarak tayin eder ve daha sıdakı vermeden karısını boşarsa, en sahih kavle göre Kuran’ı öğretmede mazur sayılır. Şayet cinsel ilişkiden sonra boşamışsa mehri misil, cin­sel ilişkiden önce boşamışsa mehri misilin yarısını vermesi gerekir.

Koca karısını boşadığmda mehir kadının mülkiyetinden çıkmış ise, kadın mehrin bedelinin yarısını hak eder. Eğer mehir kadının mülkiyetinden çıkmış ve bir daha mülkiyetine girmişse, en sahih kavle göre kocanın hakkı o mala taallûk eder.

Kadın mehrini kocasına hîbe ettikten sonra boşanırsa, en za­hir kavle göre koca için mehrin bedelinin yarısı vardır. En zahir kav­le göre kadın mehrin yarısını kocasına hîbe etmişse, koca geri ka­lanın yarısı ile tümünün dörtte birini hak eder. Bir kavle göre ise ge­ri kalanın yarısını alır. Bir başka kavle göre ise, tümünün yarısının bedelini veya geri kalanın yarısı ile tümünün bedelinin dörtte birini almakta muhayyerdir.

Kadın mehrini kocasına borç olarak vermiş ve onu bu berçtan muaf tutmuşsa, mezhep alinılerince kabul edilen rivayete göre koca hiçbir şeyi geri isteyemez, imam’ın son kavline göre, velinin sıdak-tan vazgeçme hakkı olmaz.

  1. Mut’a

Mut’a, boşanan kadına verilen maldır. Cinsel ilişkiden önce bo­şanan kadın mehrin yarısını hak etmemişse, kocasının kendisine bir miktar mal vermesi vacibtir. Keza en zahir kavle göre, cinsel ilişkide bulunup boşadığı karısına da bir miktar mal vermesi vacibtir. Erke­ğin sebeb olduğu boşanma ile boşanan kadının hükmü de böyledir.

Mut’anın miktarının otuz dirhemden az olmaması müstehabtır. Taraflar mut’anın miktarı konusunda anlaşmazlığa düşerlerse, ha­kim kendi görüşüne göre eşlerin durumunu dikkate alarak mut’anın miktarını takdir eder. Zayıf kavle göre mut’anın miktarı kocanın du­rumu nispetinde takdir edilir. Bir başka zayıf kavle göre ise, kadının durumu dikkate alınarak takdir edilir. Başka bir zayıf kavle göre ise, mal kabul edilen en az bir miktar mut’a olarak verilir.

  1. Mehir Konusunda Tarafların İhtilâfa Düşmesi

Taraflar mehrin miktarında veya sıfatında ihtilâf ederlerse, her ikisi de yemin eder. Eşler yok ise mirasçıları yemin eder veya önce bir tarafın mirasçısı sonra da diğer tarafın mirasçısı yemin eder. Yeminden sonra belirlenmiş olan mehir feshedilir. Bu takdirde mehri misilin verilmesi vacib olur.

Kadın mehrin kendisi için belirtilmiş olduğunu iddia eder de koca bu iddiayı redederse, en sahih kavle göre yemin ederler. Kadın nikah akdinin yapıldığını ve mehri misilin belirtildiğini iddia eder de koca akdi kabul edip mehri inkar eder veya susarsa, en sahih kavle göre durumu açıklaması için erkek icbar edilir.

Koca mehir için bir miktar belirtir, kadın ise daha fazlasını id­dia ederse ikisi de yemin eder. Koca miktarı inkar etmekte ısrar ederse, kadın yemin eder ve onun iddiasına göre hüküm verilir. Mehrin miktarında koca ile yaşı küçük kadının veya delinin velisi ihtilâf ederlerse, en sahih kavle göre her ikisi de yemin eder.

Kadın: “Şu günde bin lira mehirle benimle evlendi.” ve ” Şu günde de benimle bin liraya evlendi.” derse ve her iki akid kocanın veya şahitlerin ikrarı ile sabit olursa, kocanın iki bin lira mehir ver­mesi lazımdır. Koca, her iki akidde veya birinde cinsel ilişkide bulun­madığını söylerse, yemini ile birlikte sözü tasdik edilir ve mehrin yarısı düşer. Şayet koca ikinci akid birinci akdin lafzının yenilenme­si olduğunu ve ayrı bir akid olmadığını söylerse, bu iddiası kabul edilmez.

  1. Velime (Düğün Yemeği)

Düğün yemeği vermek sünnettir. Bir kavle veya bir veçhe göre vacibtir. Düğün yemeğine icabet etmek ise farz-ı ayndır. Zayıf kavle göre farz-ı kifâyedir. Bir başka zayıf kavle göre ise sünnettir. Düğün yemeğine icabet etmenin vacib veya sünnet olmasının şartları şun­lardır:

1- Davet sahibi sadece zenginleri yemeğe davet etmemelidir.

2- Davet velimenin birinci gününde yapılmalıdır. Yemek üç gün verilirse, ikinci güne icabet etmek vacib değildir. Üçüncü günün ye­meğine icabet etmek ise mekruhtur.

3- Davet sahibi davet ettiği kimseyi ondan korktuğu için veya makamından yararlanmak amacı ile davet etmemelidir.

4- Davet yerinde davet edilene eziyet verecek kimse veya ken­dileri ile bir arada bulunmak kendisi için layık olmayan kimse olma­malıdır.

Davet yerinde dinen haram olan şeyler bulunmamalıdır. Ken­disinin bulunması halinde haram şeyler işlenmeyecek ise, davet ye­rine gidip hazır bulunmalıdır.

Davet yerinde bulunması haram sayılan şeylerden bazıları şunlardır: İpekten yapılmış minderin veya odanın tavanında, du­varında, süs için olan yastıkta, perde veya giyilen elbisede hayvan resminin bulunması. Yerde, sergide ve yaslanılan yastıkta boğazdan kesik resim ve ağaç resimlerinin bulunması ise caizdir.

Hayvan resimlerini -görünürde onsuz yaşayamayacağı organ­ları tam olmasa bile- yapmak caiz değildir.

Oruçlu olmak davete icabet etme yükümlülüğünü kaldırmaz. Kişinin tuttuğu oruç nafile olup yemeği yememesi halinde davet edenin ağrına giderse, orucunu açıp yemeği yemesi daha faziletlidir.

Sofra kurulduktan sonra davetliler yemek sahibinden izin al­madan yemeğe başlayabilirler. Yemekten tasarrufta bulunmak yal­nız yemek sureti ile olabilir. Ancak kişi yemekten alacağı, miktara, davet sahibinin rıza göstereceğini bilirse alabilir.

Düğün veya diğer yemeklerde şeker ve başka şeyleri saçıp dağıtmak helal olup en sahih kavle göre mekruh değildir. Saçılan şe­kerleri almak caiz olup evla olan şekerleri havada almamaktır.

C. KASM VE NÜŞUZ (GECELEME HAKKI VE KADININ KOCASINA ASİ OLMASI)

Kasm, birden fazla zevceler için uygulanır. Koca bir kısım zev­celerinin yanmdu gecelerse, geriye kalan diğer zevcelerinin yanında da gecelemesi lazımdır. Koca zevcelerinden hiç birinin yanında gece­lemez veya tek olan karısının yanında gecelemekten vazgeçerse günahkar olmaz. Ancak gecelemesi müstehabtır.

Hasta ve ratka olan (vaginasmda et parçası olan) veya hayız veya nifas halinde olan kadın kasemeyi hak eder. Fakat nâşize (ko­casına asi) olan kadın kasemeyi hak etmez.

Kocanın kendisine ait odası yoksa, zevcelerinin evlerini sıray­la dolaşır. Kendine ait odası varsa, zevcelerinin odalarına sırayla git­mesi daha faziletlidir. Koca sırayla her kadını odasına çağırabilir. En sahih kavle göre kocanın hanımlarından bazılarının odasına gitme­si, bazılarını da odasına çağırması haramdır. Ancak yanında gecele­yeceği hanımının evi kendisine yakın ise veya hanımına bir zarar gelmesinden korkması gibi açık bir neden varsa, onun yanında gece­lemesi haram olmaz.

Kocanın bir hanımının evinde ikamet edip diğerlerini oraya çağırması, rızaları olmaksızın iki kumayı bir evde bulundurması ha­ramdır.

Kasmın süresini tayin etmeye gelince, kocanın kasmı geceye göre sıraya koyma ve sıra gecesinden bir önceki günü veya bir son-.. raki günü bu geceye tabi kılma yetkisi vardır.

Koca gündüzleyin çalışan biriyse, geceleyin kasm yapması asıl gündüz ise teb’dir. Koca bekçiler gibi gece çalışan gündüz istirahat eden biri ise, durum bunun aksinedir (gündüz kasm yapması asıl, ■ gece ise teb’dir).

Gündüzleri çalışmakta olup geceleyin kasm yapan kocanın sıra sahibi olmayan bir karısının yanma gitmesi haramdır. Ancak korkunç hastalık gibi bir zaruret varsa haram olmaz. Zaruret sebebi ile gittiği kadının yanında Örfe göre fazla bir süre kalırsa, bu kadar bir süre sıra sahibi olan kadının yanında da kalması gerekir. Uzun bir süre kalmazsa, diğer kadının yanında kalması gerekmez.

Kasmı gece asıl olan koca, bir eşyayı ve benzerlerini koymak üzere sıra sahibi olmayan hanımının evine gündüzleyin girebilir. En sahih kavle göre ise bir ihtiyaç sebebi ile sıra sahibi olmayanın evi­ne girerse, bu kadar bir süreyi sıra sahibi olanın yanında geçirmesi gerekmez ve cinsel temas dışında şehevi bakımdan ondan faydalana­bilir. Herhangi bir neden olmaksızın sıra sahibi olmayanın evine gi­rerse, bir o kadar süreyi de sıra sahibi olanın yanında geçirmelidir. Ama gündüzleri hanımlarının yanında eşit sürede kalması vacib de­ğildir.

Kasın nöbetinin en azı bir gecedir. Kasnım bir gece olması da­ha faziletlidir. Kasmın üç gece olması caizdir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre kasnım üç geceden fazla olması caiz değil­dir. En sahih kavle göre ilk sıra kura ile tespit edilir. Zayıf kavle göre ise, sırayı belirlemede kocanın muhayyerlik hakkı vardır. Kocanın hanımlarından birinin sırasını diğerlerinden fazla tutması ha­ramdır. Ancak hür olan kadının hakkı cariye olanın iki katıdır.

Kişi bakire bir kadınla evlenirse, hesabına sayılmaksızm zifaf vaktinden itibaren ona yedi gün tahsis edebilir. Dul bir kadınla ev­lenirse, onun yanında geceleme hakkı üç gündür. Zifafta kocasımn yanında gecelemek üzere hesabına sayılmaksızm üç günü veya he­sabına sayılmak üzere yedi günü seçmesi için dul kadının muhayyer bırakılması sünnettir.

Kadınlardan biri kocasından izin almaksızın yalnız başına yol­culuğa çıkarsa, nâşize sayılır (kasm hakkını kaybeder). Kocasının bir işi için izin alarak sefere çıkarsa, geçen günler sayısınca ko­casının yanında geceler. Kendi işi için yolculuğa çıkarsa (hac ibade­tini eda etmek gibi), imam’m son kavline göre geçen günleri hak edemez.

Bir beldeden başka beldeye naklen taşman çıkan kimsenin bir kısım hanımlarını beraberinde götürmesi, diğerlerini çıktığı beldede bırakması haramdır. Sair uzun yolculuklarda keza kısa yolculuklarda da en sahih kavle göre, kura ile hanımlarından bazılarını yanma al­ması caizdir. Seferde geçirdiği süreyi kurası çıkmamış hanımlarının yanında geçiremez. Ancak seferde maksadına ulaşıp mukim duruma geçerse, ikamet halinde geçirdiği süreyi diğer hanımlarının yanında geçirir. En sahih kavle göre dönüş günleri süreye dahil değildir.

Kadınlardan biri gece nöbetini kumasına hîbe ederse, kocanın buna rıza göstermesi gerekmez. Koca rıza gösterir de kadın gecele­me hakkım belli bir kumasına hîbe ederse, kocanın onun yanında iki gece geçirmesi lazımdır. Zayıf görüşe göre bu iki gecenin art arda ol­ması gerekir. Kadın hakkını kumalarının tümüne hibe ederse, koca onların yanında eşit sürede durur. Kadın hakkını kocasına hibe ederse, koca bu süreyi istediği hanımının yanında geçirebilir. Başka bir zayıf kavle göre ise, bu süreyi zevcelerinin yanında eşit şekilde geçirir.

Karı ve Kocanın Anlaşmazlığı

Kadında itaatsizlik alametleri belirirse, koca yatağını terk et­meden önce ona nasihatte bulunur. Şayet itaatsizlik tahakkuk eder fakat tekerrür etmezse, koca nasihat eder ve yatağını terk eder. En zahir kavle göre onu dövmez. Ben diyorum ki en zahir kavle göre onu dövmesi caizdir. Allah daha iyi bilir. Şayet itaatsizliği devam ederse onu hafifçe döver.

Koca onu kasm ve nafaka gibi bir haktan men ederse, kadının hakkını hakim ifa eder. Koca ahlakını bozup bir sebep olmaksızın hanımına eziyet ederse hakim onu bundan men eder. Bu dav­ranışları tekerrür ederse, hakim onu ta’zir eder. Taraflardan biri di­ğerinin haddi aştığını söylerse, hakim onlardan haberdar olan güve­nilir biri vasıtası ile durumlarını araştırır ve haksızlık edeni haksı­zlık etmekten alıkoyar.

Karı-koca arasında anlaşmazlık kesilmez de ziyadeleşirse, ha­kim kadın ve erkeğin akrabalarından birer hakem tayin eder. En za­hir kavle göre her iki hakem onların vekili sayılırlar. Bir kavle göre onlar, hakim tarafından tayin edilen iki velidir. Birinci kavle göre, vekil olmaları halinde tarafların rızası şarttır. Bu takdirde erkek bir talâk vermek ve hul’ bedelini almak üzere hakemini vekil tayin eder. Kadın da hul’ bedelini vermek ve talâkı kabul etmek üzere hakemi­ni vekil tayin eder.

D. HUL’ (MAL KARŞILIĞINDA BOŞANMA)

Hul’, karı ve kocanın bir bedel karşılığında talâk lafzı veya hul’ lafzı ile birbirlerinden ayrılmalarıdır. Hul’ akdinin şartları şun­lardır:

1- Koca boşama ehliyetine sahip olmalıdır. Köle veya sefîhlikle kısıtlılık altında bulunan kişi hul’ akdi yaparsa sahihtir. Akdin be­deli kölenin efendisine ve sefihin de velisine verilmesi vacibtir.

2- Akdi kabul eden kişi malda mutlak tasarrufta bulunmaya ehil olmalıdır. Cariye efendisinin izni olmaksızın borç karşılığında veya efendisine ait bir mal karşılığında hul’ akdi yaparsa, boşanmış sayılır. Cariye efendisinin malı karşılığında hul’ akdi yapmış ise, ko­ca için cariyenin zimmetinde olmak üzere kendisinden mehri misil alabilir. Bir kavle göre cariyenin verdiği malın değerini alabilir. Borç meselesinde ise, hul’un bedeli müsemraa olan şeydir. Başka bir kav­le göre ise bu bedel mehri misildir.

Efendi cariyesine hul’ akdi için izin verir ve ona belli bir malı tayin eder veya cariyenin zimmetinde olmak üzere bir borç takdir eder de akid yapılırsa, kocanın hakkı mal akdinde mala, borç akdin­de ise cariyenin kazancına taallûk eder. Efendisi bir şart koş-maksızm ona izin verirse, bedel mehri misil olarak kazancına ta­allûk eder.

Bir kimse sefih bir kadınla hul’ akdi yapar veya “Bin lira karşılığında seni boşadım.” der ve o da kabul ederse, ric’i talâkla bo­şanmış olur. Kadın boşamayı kabul etmezse, boşanmış sayılmaz. Ölüm derecesinde hasta olan kadın hul’ akdi yaparsa akit sahihtir. Ölmesi halinde tayin edilen bedel terekesinin üçte birinden öden­mez. Ancak terekesi mehri misil miktarını aşarsa, koca tayin edilen bedeli terekeden alır.

En zahir kavle göre ric’i talâk iddetinde bulunan kadın hul’ ak­di yapabilir. Fakat bain talâkla boşanmış kadın hul’ akdi yapamaz.

Hul’ bedelinin az veya çok olması, borç veya mal olması veya bir menfaat için olması caizdir. Şayet hul’ akdi bilinmeyen bir şey veya içki karşılığında yapılırsa, kadın mehri misil miktarı bedelle boşanmış olur. Bir kavle göre içki karşılığında boşanmış olur.

Taraflardan her biri hul’ akdi için vekil tayin edebilir.

Erkek vekiline: “Yüz lira bedelle hul’ akdi yap.” derse, vekil akdi bundan daha az bir bedelle yapamaz. Herhangi bir şart koş-maksızm: “Akid yap.” derse, bedel mehri misilden daha az bir bedel olmamalıdır. Her iki durumda akdi mehri misilden az bir bedelle ya­parsa, kadın boşanmış olmaz. Bir kavle göre ise, mehri misil kadar bedelle boşanmış olur.

Kadın vekiline: “Bin lira bedel karşılığında hul’ akdi yap.” der, vekil de kabul ederse akid geçerli sayılır. Vekil belirtilen bedelden daha fazla bedelle hul’ akdi yapar ve “Vekalete binaen kadının malından iki bin lira karşılığında akdi yaptım.” derse, kadın bain talâk ile boşanmış olur ve onun mehri misil olarak bedel vermesi lazımdır. Bir kavle göre vekilin ve kadının vekiline bildirdiği iki mal­dan miktarı fazla olanı mehri misil olarak verilir.

Şayet vekil akdi kendine izafe ederek başlı başına yaparsa, ya­bancı birinin yaptığı akid gibi akdin bedelini kendi malından öder. Vekil bir şart koşmaksızm akdi yaparsa, en zahir kavle göre tesmiye olunan bedel kadının fazla olanı ise vekilin malından ödenir.

Erkek hul’ akdi için zımmiyi, köleyi veya sefîhlikle kısıtlı olanı kendi adına vekil tayin edebilir. Ancak akdin bedelini almak üzere kısıtlı olanı vekil tayin etmesi caiz değildir. En sahih kavle göre er­keğin karısı ile hul’ akdini yapmak veya karısını boşamak üzere er­keğin bir kadını vekil tayin etmesi sahihtir. Her iki taraf bir erkeği vekil tayin ederse, ancak bir tarafa vekalet edebilir. Zayıf kavle göre ise her iki tarafa da vekalet edebilir.

  1. Hul' Lafzı

Hul’ lafzı ile yapılan boşama talakı ifade eder. Bir kavle göre hul’ lafzı nikahı feshetmek anlamında olup talâk sayısını azaltmaz. Birincisine göre, yani hul’ lafzı talâk ise, fesih lafzı kinayedir. Müfa-dat (fidyelendirme) kelimesi en sahih kavle göre hul’ lafzı gibidir.

Hul’ lafzı sarih lafızdır. Başka bir kavle göre ise kinayeli lafızdır. Hul’ lafzı sarih lafız ise ve bir mal zikredilmeden hul’ lafzı ile akid yapılırsa, en sahih kavle göre kadının mehri misil miktarı kadar bir bedeli erkeğe vermesi lazımdır.

Hul’ akdine niyet ederek talâkın kinayeli lafızları ile veya ace­mi lafızlarla hul’ akdi yapmak sahihtir. Meselâ bir kimse karışma: “Şu kadar mal karşılığında seni sana sattım.” der, karısı da: “Satın aldıra.” derse, bu kinayeli lafızla hul’ akdi olur.

Erkek, “muavede/bedel” lafzını kullanarak karısına: “Seni şu kadar mal karşılığında boşadım.” veya “Şu kadar mal karşılığında seninle hul’ yaptım.” derse, buna göre: Hul’ lafzı talâk manasınadır dediğimiz takdirde bu, talik nevi ile karışık bir bedelleşme akdi olur. Kadın akdi kabul etmeden kocası bu işten cayabilir. Kadın akdi ka­bul etmek isterse, araya bir fasıla girmeden kabul lafzı gibi bir lafı­zla akdi kabul etmesi şarttır.

Hul’ akdinde icap ve kabul lafzı arasında uyum olmalıdır. Örne­ğin koca karısına: “Bin lira karşılığında seninle hul’ yaptım.” der karısı da: “İki bin lira karşılığında kabul ettim.” der veya bunun ak­si olursa veya koca: “Seni üç talâkla bin lira karşılığında boşadım.” der kadın: “Bin liranın üçte biri ile bir talâk kabul ettim.” derse, lafı­zlar arasında muhalefet olduğu için akid gerçekleşmiş olmaz.

Koca karısına: “Bin lira karşılığında üç talâkla seni boşadım.” der, karısı da: “Bir talâkı bin lira karşılığında kabul ettim.” derse, en sahih kavle göre üç talâk vaki olur ve kadının kocasına bin lira be­del vermesi vacib olur. Koca: “metâ/ne zamanki” veya “ne zamanki bana ödersen” gibi şarta bağlı bir lafızla talâka başlarsa, bu şarta bağlı boşamadır. Bu akidden kocanın cayma hakkı yoktur. Kabul lafzının olması ve malın aynı mecliste ödenmesi şart değildir.

Şayet koca “in/eğer” ve “iza/…zaman, vakit” edatlarını kulla­narak “Bana ödediğin zaman.” derse, bu da talik sayılır. Fakat bede­lin acilen verilmesi şarttır. Çünkü bu edatlar olumlu cümlede kul­lanıldıklarında acillik ifade ederler. Şayet kadın bu edatları kullanıp boşamayı isteyerek söze başlar ve koca ona icabet ederse, bu ciâle nevi ile karışık bir bedelleşme akdi olur. Koca akdi kabul etmeden kadın cayabilir. Kocanın buna acilen icabet etmesi şarttır.

Kadın kocasına “Beni üç bin lira karşılığında üç talâk ile bo­şa.” der, koca da bin liranın üçte biri ile bir talâkla boşarsa, üçte bir karşılığında bir talâk vaki olur. Bir kimse karısı ile hul’ akdi yapar veya bir mal karşılığında boşarsa, geri dönme hakkı olmaz. Şayet koca karısına dönmeyi şart koşarsa, bu ric’i talâk olur ve bir bedel söz konusu değildir. Bir kavle göre ise kadın mehri misil karşılığın­da bain talâkla boşanır.

Kadın kocasına: “Beni şu kadar mal karşılığında boşa.” der ve ondan sonra mürted olur da kocası kabul ederse, bu durumda bakılır: Kadının dinden çıkması cinsel ilişkiden önce veya sonra ise ve iddeti bitinceye kadar mürtedlikte devam ederse, mürtedlik ne­deni ile bain talâkla boşanır ve koca karısından bedel alma hakkına sahip olmaz. Henüz iddeti bitmeden İslam’a girerse, belirtilen bedel karşılığında boşanmış olur.

İcap ve kabul lafzı arasında kısa bir konuşma geçerse, akdin sıhhatine zarar vermez.

  1. Hur Bedeli İçin Gerekli Olan Lafızlar

Bir kimse karısına: “Sen boşsun, şu kadar vermen gerekir” ve­ya “Sende şu kadar malım var.” der, kadın da daha önce kocasından bir mal talep etmemişse, ric’i talâkla boşanır. Kadın malı ister kabul etsin ister etmesin hüküm aynıolup kocasından bir mal alamaz. Ko­ca: “Seni şu kadar mal karşılığında boşadım.” sözü ile “Seni bo-şadığımı kast etmiştim.” der, kadın da onu doğrularsa, en sahih kav­le göre bu sözün hükmü: “Seni şu kadar mal karşılığında boşadım.” sözünün hükmü gibidir. Ancak kadın daha önce zikrettiği mal karşılığında boşamayı talep ederse, zikredilen mal karşılığında bo­şanır.

Bir kimse karısına “Bana şu kadar mal vermen karşılığında boşsun.” derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre bu: “Seni şu kadar mal karşılığında boşadım.” cümlesi gibidir. Şayet kadın kabul ederse, boşanır ve kocasına bedel vermekle yükümlü olur.

Kişi karısına “Benim için zimmetine bin lira geçirirsen boş­sun.” derse, kadın acele üzere zamin olup boşanır ve kocasına bin li­ra vermekle yükümlü olur. Koca “Meta” edatını kullanarak “Zamin olduğun vakit boşsun.” derse, kadın malı zimmetine geçirdiği za­man boşanır. Bu durumda derhal kabul etmek şart değildir. Kadın bin liradan az bir miktara zamin olursa boşanmış olmaz. Bin lira ye­rine iki bin lira tazmin ederse boşanır.

Erkek karısına: “Benim için zimmetine bin lira geçirirsen ken­dini boşa.” der kadın da : “Kendimi boşadım ve zimmetime geçir­dim.” derse, boşanmış olur veya bu sözün aksini söylerse yani önce, “Zimmetime geçirdim.” sonra da “Kendimi boşadım.” derse, bin li­ra karşılığında boşanmış olur. Bu iki cümleden birisini söylerse bo­şanmış olmaz.

Erkek talâkı bir malın verilmesine bağlar da kadın bu malı ona bırakırsa, boşanmış sayılır ve en sahih kavle göre mal erkeğin mülkiyetine geçmiş olur.

Erkek karışma: “Eğer malı bana teslim edersen boşsun.” der­se, zayıf kavle göre bunun hükmü ita (vermek) kelimesinin hükmü gibidir. En sahih kavle göre ise, bu kelimenin hükmü talikin sair keİlmelerinin hükmü gibidir. Bu kelime ile mal erkeğin mülkiyetine girmiş olmaz.

Akid meclisinde malın erkeğe teslim edilmesi şart değildir. Ben diyorum ki, teslim alma kelimesi ile talâk ric’i olarak vaki olur. Malı teslim almak için kadının elinden zorla da oisa erkeğin malı alması şarttır. Allah daha iyi bilir.

Bir kimse talâkı bir köle almak şartına bağlar ve köleyi selem akdinde geçen niteliklerle nitelerse de, kadın aynı şartları taşıma­yan bir köle verirse, boşanmış olmaz veya aynı şartları taşıdığı hal­de ayıplı bulunursa koca köleyi geri verir ve bunun yerine mehri mi­sil alır. Bir kavle göre ise sağlam kölenin kıymetini alır. Koca bir köleyi vermek karşılığında boşamayı şart koşarsa, karısı herhangi bir köle karşılığında boşanır. En sahih kavle göre gasp edilmiş köle karşılığında talâk vaki olmaz ve koca mehri misil alabilir.

Erkek bir talâka sahip olur da kadın: “Bin lira karşılığında be­ni üç talâkla boşa.” der, erkek de onu bir talâkla boşarsa, bin lirayı hak etmiş olur. Zayıf kavle göre ise bin liranın üçte birini hak etmiş olur. Başka bir kavle göre ise kadın durumdan haberdar ise bin lira verir, haberdar değilse üçte birini öder.

Kadın bin lira karşılığında boşanmayı talep eder de kocası onu yüz lira karşılığında boşarsa, talâk yüz lira karşılığında vaki olur. Zayıf kavle göre ise talâk vaki olmaz. Kadın: “Yarın beni bir lira karşılığında boşa.” der, erkek de onu yarın veya bir gün öncesinden boşarsa, mehri misil karşılığında bain talâkla boşamış olur. Zayıf kavle göre ise talâk belirtilen mal karşılığında vaki olur.

Bir kimse karısına: “Eve girersen bin lira karşılığında boş­sun.” der ve kadın kabul edip eve girerse, en sahih kavle göre belir­lenen mal karşılığında boşanmış olur. Bir vecih veya kavle göre ise mehri misil karşılığında boşanır.

Kadın ikrah etse de başka birisinin onun adına hul’ akdi yap­ması sahihtir. Bu akid lafız ve hüküm açısından kadın tarafından yapılan hul’ akdinin hükmü gibidir. Kadının vekilinin kadın adına hul’ akdi yapma yetkisi vardır. Bir başkası bedeli kendi malından Ödemek şartı ile kocası ile hul’ akdi yapmak üzere kadını vekil tayin edebilir. Bu durumda kadın isterse, kendi adına veya vekilinin adına akdi yapar. Bir kimse yalan söyleyerek hul’ akdi yapmak üzere kadının kendisini vekil tayin ettiğini beyan ederek hul’ akdi yapar­sa, kadın boşanmış olmaz.

Kadının babası onun adına hul’ akdi yapma açısından yabancı kişi gibidir. Bedeli kendi malından ödeyerek akdi yapabilir. Baba ya­lan beyanda bulunarak kızının vekili veya velisi olduğu sıfatı ile kızının malı karşılığında hul’ akdi yaparsa kızı boşanmış olmaz. Ba­ba kendi kendine kızının malı ile hul’ akdi yaparsa, bunun hükmü gasp edilmiş mal ile hul yapmanın hükmü gibidir.

  1. Hul’ Akdinde Tarafların Anlaşmazlığı

Kadın kocasının kendisi ile hul’ akdi yaptığını iddia eder de ko­cası inkar ederse, koca yemini ile birlikte tasdik edilir. Erkek karısı­na : “Seni şu kadar mal karşılığında boşadım.” der, kadın da :”Beni karşılıksız olarak boşadm.” derse, kadın boşanır ve bir bedel ver­mekle yükümlü olmaz.

Taraflar bedelin cinsi veya miktarı konusunda ihtilâfa düşer ve şahitleri yoksa, ikisi de yemin eder ve onlara mehri misil vacib olur.

Karı ve koca paranın bir nevini kast ederek hul’ akdi yaparlar­sa, kast edilen paranın verilmesi lazım gelir. Bir kavle göre ise meh­ri misil lazım gelir. Şayet koca: “Bedel için dinarı kast etmiştik.” der, kadın ise: “Dirhem veya fülûs kast etmiştik.” derse, yukarıda geçen ilk kavle göre (bedelin cins veya miktarında ihtilâfa düşmek görünüşe göre) ikisi de yemin eder. ikinci kavle göre ise, (bedel kast edilmemiş meselede olduğu gibi) yemin etmeksizin kadının kocasına mehri misil vermesi vacib olur.

E. TALAK (BOŞANMA)

Boşamanın geçerli olması için kocanın mükellef olması şarttır. Ancak sarhoş olan kişi karısını boşarsa talâkı vaki olur. Niyet ol­maksızın sarih lafız ve talâka niyet etmekle birlikte kinayeli lafızla yapılan boşama vaki olur.

Talakın sarih lafızları “Talak”, keza “Firak” ve meşhur kavle göre “Serah/serbest bırakma” kökenli lafızladır. “Talaktuki, Entita-likun, Mutallakatun ya Taliku” gibi. En sahih kavle göre “entitala-kun” ve “ettelaku” lafızları sarih lafızlar değildir.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, talâk lafzının Arapça dışında başka bir lehçe ile söylenmesi sarih lafız olur. “Etlak-tuki/seni serbest bıraktım” ve “Entimutlakatun” lafızları kinayeli lafızlardır. En sahih kavle göre, talâk için kullanılan yaygın lafızlar da sarih lafızlardır. Örneğin “helal” veya “Allah’ın helal kıldığı üze­rime haram olsun” lafızları gibi. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, bu gibi lafızlar kinayeli lafızlardır. Allah daha iyi bilir.

Talakın kinayeli lafızları şunlardır: “Sen haliyesin/bo-sanmışsın, sen beriyesin, sen bettesin, sen betlesin/benimle olan bağın kesilmiş, bainsin, iddetini bekle, rahmini temizle, ailene katıl, ipin boynunun üzerindedir, senin üzerinde yetkim yok, i’zebi/uzak-laş, uğrubi/uzaklaş, deini/beni kendi halime bırak, vaddini/bana ve­da et” gibi lafızlardır.

İ’tak (azad etmek) lafzının kinayesi de sarihi de talâk için ki­nayeli lafızdır. Talakın sarih ve kinayeli lafızları ise i’tak akdi için kinayeli lafızlardır. Talak lafzı zihar için kinayeli lafız olmaz. Zi-harın sarih lafzı da talâk için kinayeli lafız olmaz.

Bir kimse karısına: “Sen üzerime haramsın.” veya “Seni ken­dime haram kıldım.” der ve bu lafızlarla talâk veya ziharı kasteder­se, kastettiği şey gerçekleşir. Her ikisine de niyet ederek söylerse muhayyerlik hakkı vardır. Hangisini seçerse o gerçekleşir. Zayıf kav­le göre talâk gerçekleşir. Bir başka kavle göre ise zihar gerçekleşir.

Bir kimse karısının gözlerini kendine haram ederse, karısı kendisine haram sayılmış olmaz. Ancak yemin kefareti vermesi ge­rekir. Keza en zahir kavle göre bir şeye niyet etmemişse, kendisine haram olmaz. Fakat kefaret vermesi lazımdır. İkinci bir kavle göre ise, söylenen söz bir mana ifade etmemektedir.

Bir kimse cariyesine: “Sen üzerime haramsın.” derse ve bu­nunla azad olmayı kabul ederse, cariye azad olur veya cariyesi için “Gözlerin bana haram olsun.” der veya bununla azad etmeyi kast etmezse, bunun hükmü karısı için sarf ettiği sözün hükmü gibidir (yemin kefareti vermesi gerekir). Bir kimse “Bu elbise veya bu yemek veya bu köle üzerime haram olsun.” derse, bu bir mana ifade etmemektedir.

Kinayeli lafızlarda niyetin lafzın tümüne bitişik söylenmesi şarttır. Zayıf kavle göre ise, niyetin lafzın başında söylenmesi yeter­lidir.

Konuşabilen kişinin talâkı işaretle söylemesi talâkı ifade et­mez. Zayıf kavle göre ise işareti kinaye sayılır. Akid ve talâkta dilsiz olanın işareti geçerlidir. Dilsiz olanın işaretinin talâk olduğu herkes tarafından biliniyorsa, sarih talâk sayılır. Sadece fetânet sahibi olan­lar işaretinin talâk olduğunu anhyorlarsa, kinayeli talâk sayılır.

Konuşabilen kişi talâkı yazı ile bildirir ve bununla boşamayı kast etmezse, boş söz sayılır. Talakı kastederse en zahir kavle göre boşama vaki olur.

Bir kimse karısına mektup göndererek: “Mektubum sana ulaştığı vakit sen boşsun.” diye yazarsa mektup ona ulaştığı zaman boşanmış olur.

Bir kimse karısına mektup gönderir de: “Mektubumu okudu­ğun zaman boşsun.” diye yazarsa kadın okuyabiliyorsa, okuduğu za­man boş olur. Başkası ona okursa, en sahih kavle göre boş olmaz. Kadın okur yazar değil de başkası ona okursa boş olur.

  1. Tefviz (Boşama Yetkisinin Kadına Verilmesi)

Koca, karısına talâkı tefviz edebilir, imam’ın son kavline göre tefviz kadının talâka malik olmasıdır. Buna göre talakın gerçekleş­mesi için kadın kendini derhal boşamalıdır.

Koca karısına: “Bin lira karşılığında kendini boşa.” der, o da kendini boşarsa bain talâkla boşanmış olur ve kocasına bin lira ver­mesi gerekir. Zayıf kavle göre ise kadın için tefviz, vekil tayin etmek sayılır. Tevkilde boşamayı derhal yapmak en sahih kavle göre şart değildir. Tefvizde kadının akdi kabul etmesinin şart koşulması hu­susunda vekilin vekalet akdini kabul edip etmemesinde olan ihtilâf vardır. İmamın her iki kavline göre kadın kendini boşamadan kocası tefvizden dönebilir.

Koca, karısına: “Ramazan ayı geldiğinde kendini boşa.” derse, “Tefviz temliktir.” görüşüne göre bu söz bir mana ifade etmez.

Bir kimse karısına: “Kendim boşa.” der, kadın da: “Kendimi boşadım.” derse ve her ikisi boşamaya niyet etmişlerse, boşama va­ki olur. Boşamaya niyet etmemişlerse talâk vaki olmaz.

Koca karısına sarih bir lafızla “Kendini boşa.” der, kadın da :”Bain talâkla kendimi boşadım.” der ve boşamaya niyet ederse ve­ya koca kinayeli bir lafızla “Bain talâkla kendini boşa.” der ve boşa­maya niyet ederse, kadın sarih lafızla “Kendimi boşadım.” derse, talâk vaki olur. Koca üç talâkı kastederek karısına “Kendini boşa.” der, kadın da üç talâkı kastederek: “Kendimi boşadım.” derse, üç talâkla boşanmış olur. Kadın üç talâka niyet etmemişse, en sahih kavle göre bir talâk vaki olur. Koca karısına: “Üç talâkla boşan.” der, kadın bir talâkla kendini boşarsa veya kocası bir talâkla boşamayı talep ettiği halde kadın kendini üç talâkla boşarsa, her iki durumda da bir talâk vaki olur.

  1. Boşama Kastı ile Söylenen Sözler

Bir kimse uykudayken: “Karımı boşadım.” derse, bu söz geçer­li değildir. Zira talâkın vaki olması için kişinin mükellef olması şart­tır. Buna göre, kişi boşamayı kast etmeksizin dili sürçerek talâkı te­laffuz ederse, karısını boşamış olmaz. Dili sürçerek talâkı telaffuz eden kişi bu meselede doğrulanmaz. Ancak bir karine olursa doğrulanır.

Karısının ismi “Taliken” olan kimse, ona seslenmeyi kast ede­rek: “Ey Talika” derse, karısını boşamış olmaz. Keza herhangi bir şeyi kastetmeksizin karısına: “Talik” diye seslenirse, en sahih kavle göre talâk vaki olmaz.

Bir kimse, “Tarika” veya “Taliba” adlı karışma seslenirken: “Tarika” diyeceğine, “Ya Talika/ey boşanmış kadın” der de, “Bunun­la karıma seslenmeyi kastettim ama, harfi yanlış telaffuz ettim.” derse, kendisi doğrulanır.

Koca karısına şaka ile veya eğlenmek kastı ile seslenerek: “Se­ni boşadım.” der veya karısı karanlıkta olduğu için onu yabancı bir kadın sanarak: “Seni boşadım.” der veya kadının velisi veya vekili nikahı kıyar ve koca nikahının kıyıldığını bilmeden karısın : “Seni boşadım.” diye seslenirse talâk vaki olur.

Arapça bilmeyen bir kimse anlamını bilmeden talâk lafzını Arapça telaffuz eder de manasını bilmezse, talâk vaki olmaz. Zayıf kavle göre ise manasını kastederek telaffuz ederse, talâk vaki olur.

Zorlanan kimsenin talâkı ise vaki olmaz. Ancak zorlanmakla birlikte kendi isteğiyle karısını boşadığı bir karine İle bilinirse talâkı vaki olur. Kişinin karısını boşadığı karine ile bilinmesine misal şu­dur: Bir kimse, karısını üç talâkla boşaması için tehdit edilir de ken­disi bir talâkla boşarsa veya talâkı sarih lafızla söylemesi veya bir şe­ye bağlaması tehdit edilir de kendisi kinayeli bir lafızla boşar veya bunları uygular veya kendisine: “Karımı boşadım.” de diye tehdit edilir de karısını boşar veya bu sözlerin aksini söylerse, karısını ka­rine ile boşadığı anlaşılır.

İkrahla talâkın vaki olması için şu şartların bulunması gere­kir:

1- Zorlayan kişi, velayet veya tağallüb ile tehdit ettiği şeyi yap­maya muktedir olmalıdır.

2- Zorlanan kişi kaçmaktan veya başka bir şekilde tehdidi def etmekten aciz olmalıdır.

3- Zorlanan kişi emredileni yapmadığı takdirde zorlayan kişi­nin tehdidini gerçekleştireceğini zannetmelidir.

İkrah (zorlama) şiddetle dövmek, hapsetmek ve malı telef et­mek gibi korkutmalarla da meydana gelir. Bir kavle göre ise, ikrahın geçerli olması için kişinin ölümle tehdit edilmesi şarttır. Bir başka kavle göre ise, tehdidin geçerli olması için kişinin ölümle veya her­hangi bir yerini kesmekle veya helak olmaya sebep olacak bir dar­beyle tehdit edilmesi şarttır.

Zorlanan kişinin tevriye yapması, yani kendi karısını kast et­meyerek bir başkasını kastetmesi şart değildir. Zayıf kavle göre ise bir mazeret olmaksızın tevriyeyi terk ederse talâkı vaki olur.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, insanı günah­kar eden şarap veya ilâç gibi bir nesneyi kullanıp aklını kaybeden kimse, karısını boşarsa talâkı vaki olur. Lehinde veya aleyhinde olan sözlü ve fiili tasarrufları da geçerli sayılır. Bir kavle göre ise tasar­rufları geçerli sayılmaz. Bir başka kavle göre ise aleyhinde olan ta­sarrufları geçerli olur.

Bir kimse talâkı karısının bir parçasına izafe ederek: “Dörtte birin, bir kısmın, bir cüzün, ciğerin, kılların veya tırnakların boş­tur.” derse, karısından boşanmış olur. Keza mezhep alimlerince ka­bul edilen rivayete göre: “Kanın boştur.” derse talâk vaki olur. An­cak ona bitişik olmayan tükürüğü ve teri gibi fazlalıklara izafe eder­se talâkı vaki olmaz. Keza en sahih kavle göre menisi ve sütü de kap­sam dışı bırakılmıştır.

Koca, sağ eli kesik olan karısına “Sağ elin boştur.” derse, mez­hep alimlerince kabul edilen rivayete göre talâkı vaki olmaz.

Bir kimse talâkı kendine izafe eder ve karısını boşamaya niyet ederek: “Ben senden boşum.” derse, karısı boşanır. Talaka niyet et­mezse karısı boşanmaz. Keza en sahih kavle göre talâkı karısına iza­fe etmezse vaki olmaz. Koca, karısına “Ben senden boşum.” der ve talâka niyet ederse karısı boşanır. Kocanın boşamayı karısına izafe etmeye niyet etmesinde iki vecih vardır: Bir veçhe göre, talâka niyet etmesi şarttır. Diğer veçhe göre ise şart değildir.

Koca karısına: “Rahmimi senden istibra ettim.” derse, bu ma­nasız bir sözdür. Zayıf kavle göre ise bu lafızla talâka niyet ederse karısı boşanır.

  1. Boşamada Yetki Sahibi

Bir kimse yabancı bir kadına: “Seni boşadım.” der veya “Onu nikahlarsam boştur.” gibi talâkı nikaha bağlar veya talâkı nikahtan başka bir şeye bağlarsa bu sözler geçerli olmaz.

En sahih kavle göre köle üç talâkı bir şeye bağlarsa, sahihtir. Meselâ karısına: “Eğer azad olursam.” veya “Eve girersen üç talâk­la boşsun.” derse, azad olduğu zaman veya azad olduktan sonra karısı eve girerse, üç talâkla boş olur.

Koca, ric’i talâkla boşadığı karısını henüz iddeti bitmeden bo-şayabilir. Fakat kendisi ile hul’ akdi yaptığı karısını boşamayamaz.

Bir kimse talâkı bir işin olması şartına bağlarsa, örneğin karısına: “Eve gi-rersen boşsun.” der de onu boşadıktan sonra kadın eve girerse ve bir daha onunla evlenirse -eve girdiği için- boşanmış sayılmaz. Keza en zahir kavle göre kadın eve ister girmiş olsun ister olmasın, ikinci nikahtan sonra eve girerse talâkı vaki olmaz.

Üçüncü kavle göre ise, üç talâkla boşanmamış ise ve tekrar onunla evlenir ve kadın eve girerse üç talâkla boşanmış olur.

Bir kimse karısını bir veya iki talâkla boşar ve henüz iddeti bit­meden onu geri alır veya tecdidi nikah yaparsa -bu işlem kadın baş­kasıyla evlenip boşandıktan sonra da olsa- geride kalan talâka sahip olur. Şayet kadın üç talâkla boşanır da bir başaksıyla evlenip bo­şandıktan sonra bir daha ilk kocası ile evlenirse, tekrar üç talâk sa­hibi olur.

Köle iki, hür erkek ise üç talâka sahiptir. Ölüm hastalığında verilen talâk geçerlidir.

Karı-koca ric’i talâk müddetinde birbirlerine mirasçı olurlar. Bain talâk süresinde ise birbirlerine mirasçı olamazlar, imam’in ilk kavline göre kadın bain talâk müddetinde kocasına mirasçı olur.

  1. Talak Sayısı Niyete Bağlıdır

Bir kimse karısına: “Seni boşadım.” veya “Sen boşsun.” derse, niyet ettiği sayı kadar talâkı vaki olur. Keza kinayeli lafızla da kas­tedilen sayı kadar talâk vaki olur.

Koca karısına bir defa:”Sen boşsun.” der ve bununla bir talâ­ka niyet ederse bir talâkı vaki olur. Ben diyorum ki koca karısına: “Sen bir tanesin.” der ve bununla bir talâka niyet ederse, niyet etti­ği sayıda talâk vaki olur. Zayıf kavle göre ise bir talâk vaki olur. Al­lah daha iyi bilir.

Bir kimse karışma:”Sen üç talâkla boşsun.” demeyi kasteder de henüz boşama lafzını tamamlamadan ölürse, talâk vaki olmaz. Fakat “üç” lafzını söylemeden talâk lafzını söyledikten sonra ölürse, üç talâk vaki olur. Zayıf kavle göre ise bir talâk vaki olur. Başka bir zayıf kavle göre ise her hangi bir şey gerekmez.

Bir kimse karısına üç defa: “Sen boşsun.”, “Sen boşsun.”, “Sen boşsun.” der ve bu lafızların arasına bir fasıla girerse üç talâk lazım gelir. Lafızların arasına bir fasıla girmez ve tekit maksadı ile söyler­se, bir talâk vaki olur. Kastı her defasında lafzı yeni baştan söylemek ise, üç talâk vaki olur. Keza herhangi bir şeyi kastetmeden lafzı üç defa tekrarlarsa, en zahir kavle göre üç talâk vaki olur. Şayet ikinci defa ile tekidi, üçüncü defa ile yeni baştan söylemeyi kasteder veya bunun aksi olursa, iki talâk vaki olur. Üçüncü defa ile birinci defayı tekit etmeyi kastederse, en sahih kavle göre üç talâk vaki olur.

Bir kimse karısına: “Sen boşsun.” ve “Sen boşsun.” ve “Sen boşsun.” der de ikincisi ile üçüncüyü tekit etmeyi kastederse, bu ca­iz olup iki talâkı vaki olur. Birinci defa ile ikinciyi tekit etmeyi kas­tederse, bu caiz değildir. Yukarıda belirtilen tüm hususlar, kocanın kendisi ile gerdeğe girdiği karısı için geçerlidir. Kendisi ile gerdeğe girmediği karısı için söylerse, her halükarda (talâkı ister iki defa, is­ter üç defa söylesin) bir talâk vaki olur.

Koca cinsel ilişkide bulunmadığı karısına :”Eve girersen boş­sun ve sen boşsun.” atıf harfi olan “vav” ile iki defa söyler de kadın eve girerse, en sahih kavle göre iki talâk vaki olur.

Kişi cinsel ilişkide bulunduğu karsına: “Sen bir talâkla birlik­te bir talâkla veya onunla birlikte bir talâkla boşsun.” derse, iki talâk vaki olur. En sahih kavle göre cinsi ilişkide bulunmadığı karısının hükmü de böyledir.

Bir kimse kendisi ile gerdeğe girdiği karısına: “Bir talâktan ev­vel bir talâkla veya bir talâktan sonra bir talâkla boşsun.” derse, iki talâkı vaki olur. Gerdeğe girmemişse bir talâkı vaki olur. Şayet “Bir talâktan sonra bir talâkla veya bir talâktan evvel bir talâkla boş­sun.” derse, keza en sahih kavle göre iki talâk vaki olur.

Koca karısına “talkaten fi talkatin/Bir talâkla birlikte bir talâkla boş ol.” der ve “fi” harfi ile “beraberlik” manasına niyet ederse, iki talâk vaki olur. Zarf veya hesab (rakam terimini) kaste­derse veya bir manayı kastetmeksizin söylerse, bir talâk vaki olur. Şayet: “nisfe talkatin fi nisfı talkatin” (bir talâkın yarısı ile birlikte bir talâkın yarısı ile boş ol) derse, burada “fi” harfini hangi manaya alırsa alsın bir talâkı vaki olur. Şayet “talkaten fi talkateyni/bir talâkla birlikte iki talâkla” der “fi” harfini beraberlik manasına alır­sa üç talâk, zarf manasına alırsa bir talâk vaki olur. Matematiksel terim manasına alırsa ve hesap ilmini biliyorsa, iki talâk lazım gelir. Hesap ilmini bilmez de terim manasına alırsa, bir talâk vaki olur. Zayıf kavle göre ise iki talâk vaki olur. Herhangi bir şeyi kastetmek­sizin söylerse bir talâk vaki olur. Bir kavle göre ise hesap ilmini bi­lir de -bir manayı kastetmeksizin- söylerse iki talâk vaki olur.

Bir kimse talâk sayısını kesirlere ayırırsa, meselâ karısına: “Sen bir talâkın bir parçası ile boşsun.” derse, icmaa göre bir talâkı vaki olur. Fakat: “Sen bir talâkın iki yarısı ile boşsun.” derse, bir talâk vaki olur. Ancak bununla her bir talâkın yarısını kastederse, iki talâk vaki olur. En sahih kavle göre ise “iki talâkın yarısı” sözü ile bir talâk lazım gelir. Şayet: “Sen talâkın üçte biri ile boşsun.” derse bir talâk, “Bir talâkın yarısı ile veya bir talâkın üçte biri ile boşsun” derse, iki talâk vaki olur. Eğer: “Bir talâkın yarısı ve talâkın üçte biri ile boşsun.” derse, bir talâk lazım gelir.

Dört karısı olan kimse karılarına: “Üzerinize veya aranıza bir, iki, üç veya dört talâkı ika ettim.” derse, her birine bir talâk lazım gelir. Eğer her bir talâkı üzerlerine tevzi etmeyi kasteder ve iki talâkla boşarsa, her birinin iki talâkı, üç veya dört talâkla boşarsa, her birinin üç talâkı vaki olur. Şayet, “Aralarından bazılarım boşa­mayı kast ettim” derse, en sahih kavle göre bu sözü zahir olarak ge­çerli değildir. Bir karısını boşar da bir diğerine de: “Seni ona ortak ettim.” veya “Sen de onun gibisin.” der ve bununla boşamayı kaste­derse, ikincisi de boşanır. Boşamayı kastetmezse talâk vaki olmaz. Keza bir başkası karısına böyle söylerse hüküm aynıdır.

  1. Boşamada İstisna Yapmak

Talakta istisna yapmak sahihtir. Ancak istisna ile müstes­nanın lafızlarının örfe göre bitişik olmaları şarttır. Bir soluk alınca­ya kadar veya bir hatırlama kadar durmak zarar vermez. Ben diyo­rum ki en sahih kavle göre, kişinin henüz yeminini bitirmeden önce istisnaya niyet etmesi şarttır. Allah daha iyi bilir.

Diğer bir şartı ise; istisna lafzının müstesna lafzının tümünü kapsamaması şarttır. Meselâ bir kimse karısına “Sen üç talâkla boş­sun ancak iki ve bir talâk müstesna.” derse bir talâk vaki olur. Zayıf kavle göre ise bu lafızla üç talâk vaki olur veya “İki talâkla ve bir talâkla boşsun ancak bir talâk müstesna.” derse üç talâk vaki olur. Başka bir zayıf kavle göre ise iki talâk vaki olur.

İstisna menfi bir sözden yapılırsa müspet kabul edilir. Müspet bir sözden yapılırsa menfi kabul edilir. Meselâ bir kimse karısına “Sen üç talâkla boşsun ancak iki talâk müstesna, ancak bir talâk müstesna” derse, birincisinde bir, ikincisinde ise iki talâk vaki olur veya “Seni üç talâkla boşadım ancak üç talâk müstesna, ancak iki talâk müstesna.” derse, iki talâk vaki olur. Zayıf kavle göre üç talâk vaki olur. Bir başka zayıf kavle göre ise bir talâk vaki olur veya “Se­ni beş talâkla boşadım ancak üç talâk müstesna.” derse, iki talâk va­ki olur. Zayıf kavle göre bir talâk vaki olur. “Seni üç talâkla boşadım ancak bir talâkın yarısı müstesna.” derse, en sahih kavle göre üç talâk vaki olur.

Talakı Allah’ın meşietine bağlamak ise bir kimsenin karısına: “İnşallah (Allah dilerse) sen boşsun.” veya “Allah dilemezse sen boş­sun.” demesidir. Bu sözler ile talâk kastedilirse talâk vaki olmaz. Ke­za akidleri meşiet şartına bağlamak caiz değildir. Köle azad etmek, yemin etmek, nezir ve diğer tüm tasarrufâtı meşiet şartına bağla­mak da caiz değildir.

Bir kimse karısına seslenerek: “Ey talika (ey boşanmış kadın) inşallah.” derse, en sahih kavle göre talâkı vaki olur veya “Sen boş­sun ancak Yüce Allah dilerse.” derse, en sahih kavle göre talâkı va­ki olmaz.

  1. Boşamada Şüpheye Düşmek

Şüphe ile talâk vaki olmaz. Talakın sayısında şüphe edilirse, en az sayı dikkate alınır. Burada ihtiyat değil en kötü ihtimal dikka­te alınır.

Bir kimse karısına “Şu kuş karga ise sen boşsun.” der, bir baş­kası da “Şu kuş karga değilse karım boş olsun.” der ve o kuşun ne olduğu bilinmezse hiçbirinin talâkı vaki olmaz.

Bir kimse iki karısına yukarıda geçen: “Şu kuş karga olsun ve­ya olmasın boşsun” diye hitap ederse onlardan biri boşanır. Bu ara­da kocanın o kuşun ne olduğunu araştırması gerekir. İki karısından birini belli ederek boşar da sonra hangisini tayin ettiğini unutursa, boşadığını hatırlayıncaya kadar mesele durdurulur. Her iki karısı onu bu konuda tasdik ederlerse, boşadığını açıklaması kendisinden istenmez.

Bir kimse karısına ve yabancı bir kadına hitap ederek “İkiniz­den biri boş olsun.” der ve “Ben bu sözümle yabancı olan kadını kastetmiştim.” derse, en sahih kavle göre sözü kabul edilir. Ama “Karım Zeynep boş olsun.” der de ben yabancı kadını kastetmiştim derse, en sahih kavle göre sözü kabul edilmez.

Bir kimse her iki karısına: “İkinizden biri boş olsun.” derse, ta­yin ederek kastettiği kadın boş olur. Tayin ettiği kadım kastetmez­se, onlardan biri boş olur. Kocanın birinci durumda boşadığı kadını açıklaması, ikinci durumda ise boşadığı kadını tayin etmesi lazımdır. Açıklama veya tayin yapılıncaya kadar her iki kadın kocalarından uzak dururlar. Koca açıklamayı veya kadını tayin etmesi acele üze­re yapması lazımdır. Kadınların durumu belli oluncaya kadar da he­men nafakalarını vermesi gerekir.

Kocanın boşamada tayin ettiği veya tayin etmediği kadının talâkı lafızla vaki olur. Zayıf kavle göre ise tayin etmediği kadının talâkı, tayin ettiği zaman vaki olur. Cinsi münasebetle açıklama ve tayin meydana gelmez. Zayıf kavle göre ise cinsi ilişki ile tayin mey­dana gelir.

Bir kimse karılarından birini işaret ederek: “Şu boştur.” derse, bu beyandır yani, işaret ettiği kadın boş olur. “Şunu ve şunu.” veya “Şunu, belki şunu irade ettim.” derse, boşandıklarına hüküm veri­lir. Koca, boşadığı kadını beyan veya tayin etmeden her iki karısı ve­ya bir karısı ölürse, mirasın beyanı için hangi karısını boşadığını söylemesi kendisinden istenir. Koca ölürse, en zahir kavle göre han­gi kadını boşadığı konusunda kocanın mirasçılarının beyanı kabul edilir. Ama boşanacak kadını tayin edemezler.

Bir kimse “Şu kuş karga ise karım boş olsun, karga değilse kölem hür olsun.” der ve kuşun ne olduğu belli değilse, kuşun duru­mu belli oluncaya kadar karışma yanaşamaz ve kölesini çalıştıra­maz. Kişi henüz beyanda bulunmadan ölürse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre mirasçıların beyanı kabul edilemez. Belki kadın ile köle arasında kura çekilir. Kura köleye çıkarsa hürriyetine kavuşur, kadına çıkarsa boşanmış sayılmaz. En sahih kavle göre ku­ra kadına çıkarsa, kölenin köleliği devam etmez şüphe üzere kalır.

  1. Sünni ve Bid’i Talak

Talak sünnî ve bid’i olmak üzere iki kısma ayrılır. Bid’i talâk ile kadını boşamak haramdır. Bid’i talâk da iki kısma ayrılır:

1- Kişinin kendisi ile gerdeğe girdiği karısını hayız halinde iken boşamasıdır. Zayıf kavle göre kadın kocasına teklif ederek onu boşamasını isterse, böyle bir talâk haranı omaz.

Koca, karısının hayız müddeti bitmeden kendisiyle huT akdi yapabilir. En sahih kavle göre yabancı birisinin kadınla huT akdi yapması caiz değildir,

Koca karışma: “Hayız halinin sonu ile birlikte boşsun.” derse, en sahih kavle göre bu sünnî talâk olur. Kendisi ile gerdeğe girmedi­ği karısına: “Temizlik halinin sonu ile birlikte boşsun.” derse, mez­hep alimleıince kabul edilen rivayete göre bu bid’i talâk sayılır.

2- Kişinin kendisi ile gerdeğe girdiği ve hamile bıraktığı fakat, hamli belli olmayan karısını temizlik döneminde boşamasıdır.

Bir kimse karısı hayız döneminde iken onunla cinsel ilişkide bulunur ve kadın temizlik dönemine girdiğinde onu boşarsa, en sa­hih kavle göre böyle bir boşama bid’i boşamadır.

Kocanın temizlik döneminde ilişkide bulunduğu karısı ile huT akdi yapması caizdir. Hamli belli olmuş karısını boşaması ise bid’i talâktır. Karısını bid’i talâkla boşamış kocanın, karısına ric’at etme­si sünnettir. Temizlik döneminden sonra isterse karısını boşayabilir.

Koca hayız dönemindeki karısına: “Sen bid’i talâkla boşsun.” derse, talâk hemen vaki olur. Şayet “Sünni talâkla boşsun.” derse, temizlik dönemine girince boşanmış olur. Temizlik halindeki karısı­na: “Sen sünnî talâkla boşsun.” derse ve bu temizlik anında onunla cinsi münasebette bulunmamışsa, talâkı derhal vaki olur. Cinsel iliş­kide bulunmuş ise, hayızdan kurtulup temizlik dönemine girince talâkı vaki olur. Şayet temizlik döneminde cinsel ilişkide bulunduğu karısına: “Bid’i talâkla boşsun.” derse, talâkı derhal vaki olur. Cin­sel ilişkide bulunmamışsa, hayız döneminde bid’i talâkla boşanır.

Bir kimse karısına: “Sen iyi bir talâkla boşsun.”, “En iyi talâk­la boşsun.” veya “En güzel talâkla boşsun.” derse, onu sünnî talâk­la boşamış olur. “Kötü bir talâkla boşsun.” veya “En kötü bir talâk­la boşsun.” veya “Fahiş bir talâkla boşsun.” derse, bid’i talâkla bo­şamış olur. Karısına “Sünni, bid’i talâkla boşsun.” veya “Güzel, ka-bih talâkla boşsun.” derse, talâkı derhal vaki olur. Kocanın üç talâkı bir defada söylemesi haram değildir.

Bir kimse karısına :”Sen üç talâkla veya üç sünnî talâkla boş­sun.” der ve talâkları kurlara ayırarak her bir kur’ da bir talâkın vaki olmasına niyet ettiğini söylerse, bu sözü geçerli olmaz. Ancak üç talâkın bir defada söylenmesinin haram olduğuna inanan kişinin sözü geçerlidir. En sahih kavle göre sözü, diyanet açısından geçerli olur. Yani zahire göre karısı boşanmaz. Yine bir kimse karısına: “Sen boşsun.” der, fakat bununla “Eve girersen boşsun.” der veya “Zeyd boşamanı dilerse boşsun” demeyi kastettim derse, sözü dini açıdan geçerli olur.

Bir kimse: “Karılarım veya her bir karım boş olsun.” der ve “Ben bazılarının boş olmasını istemiştim.” derse, en sahih kavle göre sözü, zahiren geçerli olmaz. Ancak bir karine olursa, sözü ge­çerli sayılır. Bundaki karine şöyle olur: Koca karısı ile münakaşa ederken karısı ona: “Sen evlenmişsin.” der, koca da “Tüm karılarım boş olsun.” der ve “Benimle münakaşa etmeyen karılarım boş olsun demeyi kastetmiştim.” derse, bu onun sözünün geçerli olmasına bir işarettir.

  1. Talakı Zaman Şartına Bağlamak Bir kimse karısına: “Sen şu ayda, ayın evvelinde, veya ayın ilk bölümünde boşsun.” derse, talâkı o ayın ilk bölümünde vaki olur ve­ya “Şu ayın gündüzünde veya ilk gününde boşsun.” derse, o ayın ilk gününün fecrinde talâkı vaki olur. Şayet: “Şu ayın sonunda boşsun.” derse, o ayın son bölümünde talâk vaki olur. Bir kavle göre, son yarının ilk bölümünde boşanmış olur. Geceleyin karısına: “Bir gün geçtiğinde sen boşsun.” derse, ertesi gün güneş batınca karısı boş olur. Ama gündüzleyin karısına: “Bir gün geçtiğinde boşsun.” derse, ertesi gün aynı vakitte talâkı vaki olur. Fakat gündüzleyin: “Bugün boşsun.” derse, o günün güneşin batmasıyla talâkı vaki olur. Gece söylemişse, bunun bir anlamı yoktur. Ay ve sene yukarıda zikredilen hükümlere kıyas edilir.

Bir kimse, talâkı geçmiş zamana izafe ederek karısına “Sen dün boştun.” der ve bu sözle şu anda boşamasına niyet ederse, talâkı derhal vaki olur. Zayıf kavle göre ise, bu anlamsız bir sözdür. Veya dün boşadığmı kasteder de kadın o anda iddet döneminde ise, erkek yemini ile birlikte doğrulanır. Koca, “Bu nikahın dışında başka nikahımda bulunanı boşadım.” derse, bu durumda bakılır: Şayet daha önce nikah sahibi olduğu ve talâkı bulunduğu biliniyorsa, yeminiyle tasdik edilir. Nikah sahibi olduğu bilinmiyorsa doğrulanmaz.

Şarta bağlı boşamaya delalet eden edatlar ise şunlardır: “Men/kim”, kocanın: “Hanımlarımdan kim eve girerse boştur.” de­mesi gibi. “İn/eğer”, “İza/zaman”, “Meta/ne zaman”, “Meta ma/ne zaman”, “Külle ma/her ne zaman” ve “Eyyu/hangi”. Kocanın karısı­na: “Hangi vakitte eve girersen boşsun.” demesi gibi.

Talak, “Eve girersen boşsun.” gibi müspet bir şeye bağlanırsa, şart edatı talâkın hemen vaki olacağını gerektirmez. Ancak huT ak­dinde aciliyeti gerektirir. Şartı kadının meşietine (dilemesine) bağla­mak da böyledir. Eğer dilersen boşsun gibi. Şart edatları, şart cümle­sinin başında kullanılırlar. Tekrar edilmeleri gerekmez. Ancak “Külle ma/her ne zaman” edatı umum için olduğundan talâk onun­la bir şarta bağlanırsa, zaruri olarak tekrar edilmesi gerekir. Meselâ; bir kimse karısına “Seni boşadığım vakit boşsun.” der, sonra onu bo-şar veya talâkı herhangi bir sıfata bağlar da sıfat mevcut ise iki talâk vaki olur. Bir talâk talik sebebiyle diğeri ise boşama sebebi ile vaki

olur.

Bir kimse karısına: “Her ne zaman seni boşarsam boşsun.” derse, cinsel ilişkide bulunduğu karısını boşadığı vakit üç talâkı va­ki olur. Bir talâk tenciz, iki talâk da küllemaya talik sebebi ile vaki olur. Karısı ile cinsel ilişkide bulunmamış ise bir talâkı vaki olur.

Bir kaç kölesi olup nikahı altında dört hanımı olan kimse: “Bu hanımlarımdan bir tanesini boşarsam bir kölem, ikisini boşasam iki kölem, üçünü boşarsam üç kölem, dördünü boşarsam dört kölem hür olsun.” derse, dört kölesi hür olur. Her dört hanımını beraber veya sırayla boşarsa, on kölesi hür olur. (Bir köle ilk talâkla, ikinci talâkla iki köle üçüncü talâkla üç köle ve dördüncü talâkla dört köle olmak üzere toplam on köle azad olur.)

On beş kölenin hürriyetini “küllema” lafzına talik ederek, “Her ne zaman dört karımı boşarsam on beş kölem hür olsun.” der ve boşamayı vaki ederse, on beş kölesi hür olur. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, bir kimse talâkı “İn” şart edatı ile olum­suz bir fiile bağlarsa, meselâ karsına: “Eğer eve girmezsen boşsun.” der ve eve girmekten ümit kesilirse, talâk vaki olur. “İn” edatı dışında bir edatla fiile talik eder ve bu fiili işlemeyi mümkün kılan bir za­man geçmesine rağmen işlemezse talâk vaki olur.

Koca “İn” şart edatım “Elifin fethası ile “en” şeklinde telaffuz ederek ‘Eğer eve girersen veya girmezsen boşsun.” derse, talâkı he­men vaki olur. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, bu durum Nahiv ilmini bilmeyenler için talâk sayılır. Allah daha iyi bilir.

  1. Talakı Hamle veya Hayza Bağlamak

Bir kimse talâkı karısının hamline talik eder ve karısının ha­mile olduğu belli ise talâkı vaki olur. Hamile olduğu belli değilse ta­lik yaptığı andan itibaren altı aydan az bir zaman içerisinde doğum yaparsa, talâkının vaki olduğu anlaşılır. Talikten itibaren dört yıl­dan fazla bir zaman geçer veyahut altı ay ile geçen dört yıl arasında talikten sonra karısı ile cinsel ilişkide bulunmuş ve bu ilişki ile kadının hamile olması mümkün ise talâk vaki olmaz. Cinsel ilişkide bulunmamış veya ilişkide bulunmuş da kadının hamile olduğu mümkün değilse en sahih kavle göre talâkı vaki olur.

Bir kimse karısına: “Erkek çocuğa hamile isen bir, kız çocuğa hamile isen iki talâkla boşun.” der ve kadın her ikisini birden doğu­rursa üç talâkı vaki olur. Karısına: “Hamlin erkek çocuk ise bir, kız çocuk ise iki talâkla boşsun.” der, kadın ikisini de doğurursa talâk vaki olmaz.

Koca karısına :”Doğum yaparsan boşsun.” der ve kadın art ar­da iki çocuk doğurursa, birinci çocukla boşanmış olur, ikinci çocuk ile de iddeti ttonamlanır. “Ne zaman doğum yaparsan boşsun.” der ve kadın üç çocuk doğurursa, ilk iki çocukla iki talâkı vaki olur. Üçüncü çocukla iddeti tamamlanır. En sahih kavle göre ise, bunun­la üçüncü talâk vaki olmaz ve iddetini kur’a göre tamamlar.

Dört hanımı olan kimse: “Sizden biriniz ne zaman doğum ya­parsa kuması boş olsun.” der de her dördü beraber doğum yaparsa, dördü de üç talâkla boşanmış olur. Sırayla doğum yaparlarsa, dördüncü kadın üç talâkla boşanmış olur. İddeti bitmemişse birinci kadın üç talâkla boşanmış olmaz. İkinci kadın bir talâkla, üçüncü kadın iki talâkla boşanır. İkinci ve üçüncü kadının iddetleri doğum yapmalarıyla bitmiş olur. Zayıf kavle göre ise birinci kadın boşanmış

olur. Geriye kalan kadınlar ise birer talâkla boşanmış olurlar. Şayet iki kuma beraber doğum yapar da diğer ikisi sonra beraber doğum yaparlarsa, ilk iki kuma üçer talâkla boşanırlar. Zayıf kavle göre ise birer talâkla boşanmış olurlar. Son iki kuma ise ikişer talâkla bo­şanmış olurlar.

Koca talâkı karısının hayız haline talik ederse, kadın yemini ile birlikte tasdik edilir. Talakı doğuma talik ederse, en sahih kavle göre bu durumda kadın doğrulanmaz. Zira buna delil gösterme im­kanı vardır. Başka kadının hayız hali konusunda kadın tasdik edil­mez. Bir kumanın talâkını, diğer kumanın hayız haline talik eder de hayız haline talik yapılan kuma: “Hayız oldum.” derse, sözü tasdik edilmez.

Koca her iki karışma: “Hayız haliniz başlarsa ikiniz de boşsu­nuz.” der, onlar da hayız hallerinin başladığını iddia ederler de koca onları tekzip ederse, koca yemini ile birlikte tasdik edilir ve talâkları vaki olmaz. Koca birisine: “Sen hayız olmadın.” diye tekzip eder ve o da yemin ederek hayız haline girdiğini söylerse, sadece onun talâkı vaki olur.

Koca :”In, İza veya Meta” edatlarından birini kullanarak karısına “Seni üç talâkla boşamadan önce ne zaman seni boşarsam boşsun. ” der de sonra onu boşarsa ,sadece müneccez olan talâk va­ki olur. Zayıf kavle göre ise, üç talâk vaki olur. Başka bir zayıf kavle göre ise hiçbir şey gerekmez.

Koca karısına: “Seninle zihar akdi veya ilâ akdi yaparsam ve­ya mulaane (lian) yaparsam veya sendeki bir ayıp sebebi ile nikah fesholursa, sen ondan önce üç talâkla boşsun.” der ve sonra talik et­tiği şey meydana gelirse, böyle bir talikin sahih olup olmadığı konu­sunda ihtilâf vardır. “Eğer seninle mubah cinsi ilişkide bulunursam, bundan önce üç talâkla boşsun.” der, sonra ilişkide bulunursa, kesin olarak talâkı vaki olmaz. Talakı kadının dilemesine bağlayarak, “Ne zaman istersen boşsun.” gibi, ona hitap lafzı ile hitap ederse, kadının boşamayı acele üzere vaki etmesi şarttır. Şayet gaip sığası ile: “Karım dilerse boştur.” gibi talâkı karısının veya başka birisinin dilemesine bağlarsa, en sahih kavle göre boşamayı acele üzere vaki etmesi şart değildir. Talakı dilemesine bağlayan kişi istemeyerek içinden “Boşamayı diledim.” derse, talâk vaki olur. Zayıf kavle göre

ise batini (diyanet) olarak vaki olmaz. Erkek veya kız çocuğun dile­mesine bağlanan talâk vaki olmaz. Zayıf görüş göre mümeyyiz iseler talâk vaki olur. Koca talâkı dilemesine bağladığı kişinin dilemesin­den önce sözünden geri dönemez.

Koca karışma: “Zeyd bir talâkı dilerse sen üç talkla boşsun.” der de Zeyd bir talâkı dilerse talâk vaki olmaz. Bir kavle göre ise bir talâk vaki olur.

Koca : “Eve girersem karım boş olsun.” gibi talâkı kendi fiili­ne bağlar da unutarak veya zorla bu fiili işlerse, en zahir kavle göre talâkı vaki olmaz.

Koca talâkı rıza göstermeyen birinin fiiline talik eder ve kişi bu talikden haberdar ise keza talâk vaki olmaz. Razı olan birinin fi­iline talâkı talik ederse talâk kesin olarak vaki olur.

  1. Parmak işareti İle Boşamak

Bir kimse iki veya üç parmağıyla işaret ederek karısına :”Sen boşsun.” derse, işaret ettiği sayı kadar değil niyet ettiği sayı kadar talakı vaki olur. Eğer parmağı ile işaret ederek: “Sen şöyle boşsun.” der de iki parmak göstermişse iki, üç parmak göstermişse üç talâk vaki olur. Şayet işaret ile yumduğum parmakları kastetmiştim.” derse, yemini ile tasdik edilir.

Köle olan kimse karısına :”Efendim öldüğü zaman boşsun.” derse, efendisi ölünce iki talâkı vaki olur.

Efendi kölesine :”Ben öldüğüm zaman hürsün.” derse, öldüğü vakit kölesi hür olur. En sahih kavle göre kişi iki talakla boşadığı karısı bain talâkla boşanmış olmaz, henüz iddeti bitmeden kocası ona dönebilir. İddeti bittikten sonra fakat başka bir erkekle evlen­meden koca tecdidi nikah yapabilir.

Bir kimse,iki karısından birine hitap eder de hitap etmediği karısı ona cevap verirse, o da cevap verenin hitap ettiği karısı oldu­ğu zanederek “Sen boşsun.” derse, en sahih kavle göre hitap ettiği karısı değil de cevap veren karısı boş olur.

Koca talâkı bir narı ve yarısını yemeye talik eder de karısı bir nar yerse, iki talâkı vaki olur.

Talak ile yemin etmek, teşvik etmeyi veya men etmeyi veya bir

haberi tespit etmeyi bir şeye bağlamakla olur. Bir kimse karısına :”Ben talâka yemin edersem sen boşsun.” der de sonra; “Evden çıkmazsan, evden çıkarsan veya bu iş dediğin gibi çıkmazsa sen boş­sun.” derse, şart yerine gelince yemine bağladığı talâk vaki olur. Di­ğer talâklar da nitelendirdiği iş meydana gelince vaki olurlar.

Bir kimse karısına: “Güneş doğunca veya hacılar gelince boş­sun.” derse, böyle bir yeminle talâk vaki olmaz. Çünkü bunda ne men etmek ne de bir işi işlemeye teşvik vardır.

Bir kimse birisine: “Hanımını boşadm mı?” diye ondan haber almak ister de o da: “Evet.” derse, bu onun karısını boşadığmı ikrar etmesidir. Şayet “Bu sözümle geçmiş olan talâkı kastettim sözüm­den geri döndüm.” derse, yemini ile tasdik edilir. Şayet ona: “Hanımını boşadın mı?” der, o da “Evet boşadım.” derse, bu boşa­mayı ikrar etmektir. Şayet “Bu sözümle geçmiş olan talâkı kast et­tim ve karıma döndüm.” derse, yemini ile tasdik edilir, kendisine “Karım boşadın mı?” diye sorulur da o da şu anda boşadığmı bildir­mek üzere “Evet” derse, bu sarih talâk olur. Zayıf kavle göre ise bu kinayeli lafızdır.

  1. Talakı Başka Şeylere Bağlamak

Bir kimse talâkı yemeğe talik ederek karısına: “Bir ekmek ve­ya bir nar yersen boşsun.” der, yediği ekmekten geriye bir parça ve­ya nardan da bir tane kalırsa talâk vaki olmaz.

Karı veya koca beraber hurma yerken yedikleri hurmaların çe­kirdeklerini karıştırırlar da koca, karısına: “Yediğin hurmaların çe­kirdekleri ayırmazsan boşsun.” der, kadın da her bir çekirdeği ayırırsa, talâk vaki olmaz. Ancak koca karısının kendi çekirdekleri­ni belli etmesini kastederse talâk vaki olur. Kadın hurmayı ağzına alır da kocası ona: “Yutarsan boşsun.” sonra “Atarsan boşsun.” da­ha sonra “Eline alırsan boşsun.” derse, kadm kocası henüz sözünü bitirmeden hurmanın bir kısmını yer ve bir kısmım da atarsa talâk vaki olmaz. Koca karısını hırsızlıkla itham ederek: “Eğer doğru söylemezsen boşsun.” der, kadm da: “Hırsızlık yaptım, hırsızlık yap­madım.” derse, talâk vaki olmaz.

Koca karısına: “Kesmeden bu narda kaç habbe olduğunu bana bildirmezsen boşsun.” derse, bu yeminden kurtuluş yolu şudur:

Kadm bir sayı tutar. Nar tanesinin bu sayıdan eksik olmayacağı bi­linmelidir. Sonra bu rakama bir bir ekleme yaparak tanelerin ondan fazla olması mümkün olamayacağı bilinen bir rakama ulaşıncaya kadar sayar. Böylece bu yeminden kurtulmuş olur. Son iki meselede kişinin kastı nar tanesini bilmek olmalıdır. Kastı kaç habbe olduğu­nu bilmek olursa karısı boşanır.

Bir kimse her üç karısına: “Hanginiz bana bir gün ve gecede kaç rekât farz namaz olduğunu bildirmezse boştur.” der de birisi on yedi rekât olduğunu, diğeri cuma günü için on beş rekât olduğunu, öbürü de seferi namaz için on bir rekât olduğunu söylerse, talâk va­ki olmaz.

Koca karısına bir vakte kadar veya bir zamana kadar veyahut bir vakitten sonra boşsun derse, bir lahzanın geçmesiyle boşanmış olur.

Bir kimse talâkı Zeyd’i görmeye, Zeyd’e dokunmaya ve ona zi­na suçu isnat etmeye talik ederse, Zeyd sağ veya ölü olsun talik mey­dana gelir. Fakat Zeyd’e vurmaya talik eder de Zeyd Ölü ise, yu­karıdaki hükmün aksine olur yani, boşama meydana gelmez.

Bir kimsenin karısı ona “Ey sefih, ey cimri.” gibi hoşlanmadığı bir şekilde hitap eder o da: “Şayet öyle isem sen boşsun.” diyerek hoşlanmadığı bu sıfatlar sebebi ile karısını cezalandırmayı kasteder­se, talâk vaki olur. Her ne kadar koca sefih değilse de hüküm böyle­dir. Şayet koca “Sefih isem.” sözüyle taliki kasteder ve sıfat mevcut ise talâk vaki olur. Keza en sahih kavle göre koca bir şeyi kastetmez­se de talâk vaki olur.

Sefîhlik mutlak tasarrufun zıddıdır. Hasis ise dinini dünyası karşılığında satan kimsedir denilmiştir. Cimrilik (bahil) sebebi ile kendisine layık olmayan işleri yapan kimseye de hasis denilebilir.

  1. Ric’i Talak

Fıkıh ıstılahında ric’at, bain talâkla boşanmamış kadını, özel bir şekilde eski nikahına iade etmektir.

Ric’i talâkla boşadığı karısına geri dönmek isteyen kişi, evlen­me ehliyetine bizzat sahip olmalıdır. Karısını ric’i talâkla boşadıktan sonra deliren kişi adına en sahih kavle göre velisi ric’at eder. Zira ilkbaşta da- onun adına nikah akdini yapma hakkı vardır.

Ric’at, “Sana döndüm, sana müracaat ettim veya seni geri aldım.” gibi lafızlarla meydana gelir. En sahih kavle göre, “Geri döndürmek ve tutmak.” lafızları da ric’at için sarih lafızlardır. “Tec­viz/seninle evlendim” ve “nikah/seni nikahladım” kinayeli lafı­zlardır. Koca, “Geri döndürmek ve nikah” lafızlarını kullanırken: “Onu kendime geri döndürdüm veya nikahıma aldım.” şeklinde söylemelidir.

imam’in son kavline göre ric’at için kocanın şahit tutması, şart değildir. Ric’atı kinayeli lafızlarla yapmak sahihtir.

Ric’atı “Şu ayda sana döneceğim.” gibi bir şeye talik ederek yapmak sahih olmaz. Ric’at, cinsi ilişki gibi bir fiille meydana gel­mez.

Ric’at edilen kadının kocası, kendisi ile cinsel ilişkide bulun­muş ve mali bir bedel olmaksızın boşanmış olmalıdır. Koca geri ka­lan talâkları iddet süresi içerisinde tamamlamamış olmalıdır. Kadın helallığa elverişli olmalı mürtede olmamalıdır.

Kadın aylara göre iddetini tamamladığını iddia eder de kocası bu iddiayı inkar ederse, yeminiyle birlikte kocanın sözü kabul edilir. Kadın, mümkün olan bir zamanda doğum yaparak iddetini tamam­ladığını iddia ederse, hayız görüyor olması ve hayız halinden kesil­memiş olması şartı ile en sahih kavle göre yemini ile birlikte sözü doğrulanır.

Kendisi ile iddetin tamamlandığı hamilelik hali üç kısımdır:

1- Kadının tam bünyeli bir çocuk doğurduğunu iddia etmesi. Doğuma imkan veren süre, evlilik akdinden itibaren kadının ko­casıyla cinsel temasta bulunduktan sonra altı ay ve iki lahza (cinsel temas anı ile doğum anı) gibi bir zamandır.

2- Kadının, organları şekillenmiş bir çocuk düşürmesi, iddetin bununla tamamlanması için düşüğün üzerinden cinsel ilişkiden iti­baren yüz yirmi gün ve iki lahzanın geçmiş olması şarttır.

3- Kadının bir mudğa (et parçası) düşürmesi. İddetin bununla tamamlanması için cinsel temas imkanı vaktinden itibaren seksen gün ve iki lahzanın geçmesi şarttır.

Hayız halinden temizlenme ile iddetin bitmesine gelince;

kadın hür ise ve temizlik döneminde boşanmışsa, üç temizlik hali­nin görülmesinin mümkün olduğu en az süre otuz iki gün ve iki andır. Hayız döneminde boşanmışsa, iddeti kırk yedi gün ve bir lah­zadır. Kadın, cariye ise ve temizlik döneminin sonunda boşanmışsa, iddeti on altı gün ve iki lahzadır. Hayız döneminde boşanmışsa, id­det süresi otuz bir gün ve bir lahzadır. Adetine muhalefet etmemesi şartı ile kadın iddetinin tamamlandığını iddia ederse, tasdik edilir. Keza adetine muhalefet etse de en sahih kavle göre doğrulanır.

Koca ric’i talâkla boşadığı karısı ile cinsel ilişkide bulunursa, hayız hali cinsel ilişkiden itibaren yeniden başlar. Bu durumda talâ­ka bağlı iddetinden kalan süre içerisinde karısına ric’at edebilir. Bu sürede kocanın karısından cinsel yönden faydalanması haramdır. Cinsel ilişkide bulunursa, kendisine had tatbik edilmez ve ta’zir ce­zası verilmez. Ancak bu işlerin haram olduğuna inanıyorsa ve karışma ric’at etmezse, mehr-i misil vermesi vacibtir. Keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, ric’at etse de mehr-i misil vermesi vacibtir.

Kocanın ric’i talâkla boşadığı karısı ile ilâ ve zihar akdi yap­ması, onu boşaması ve onunla lian akdi yapması sahihtir. Ric’at müddeti esnasında karı ve koca birbirlerine mirasçı olurlar.

Kadının iddeti bittiği halde koca, iddet esnasında kendisine ric’at ettiğini iddia eder de karısı bu iddiayı inkar ederse, (iddet’es­nasında kendisine ric’at etmediğini söylerse) bu durumda bakılır: Cuma günü gibi iddetin bitiş vaktinde söz birliği edip ric’at vaktin­de anlaşmazlarsa, meselâ; koca perşembe günü ric’at ettim der, karısı da cumartesi günü ric’at ettin derse, yeminiyle birlikte kadının sözü tasdik edilir.

Cuma günü gibi ric’at vaktinde söz birliği edip iddetin bitiş vaktinde anlaşmazlarsa, meselâ kadın iddetin tamamlandığını söyler de kocası cumartesi günü tamamlandığını söylerse, koca ye­mini ile tasdik edilir.

Hangisinin (ric’at veya iddetin ) daha önce olduğu hususunda anlaşmazlığa düşer ve söz birliği etmezlerse, en sahih kavle göre hangisi Önce dava açmışsa onun davası tercih edilir. Önce kadın ha­kime çıkarak iddetin tamamlanmasından sonra kocasının kendisine ric’at ettiğim iddia ederse, yemin etmek şartı ile sözü kabul edilir.

Koca henüz iddet bitmeden ric’at ettiğini iddia eder de, kadın iddet bittikten sonra kocasının ric’atta bulunduğunu söylerse, erkeğin id­diası kabul edilir. Ben diyorum ki; ikisi beraber iddia ederse kadının sözü kabul edilir. Allah daha iyi bilir.

Karı ve koca, iddetin bitmediği hususunda ittifak edip ric’atı iddia ederlerse ve kadın ric’atı inkar ederse, yeminiyle birlikte ko­canın sözü kabul edilir. Kadın kocasının ric’atta bulunduğunu inkar edip yemin ederse sözü kabul edilir. Sonra kocasının ric’atta bulun­duğunu itiraf ederse itirafı kabul edilir.

Bir kimse karısını üçten az talâkla boşadığını ve onunla cinsel ilişkide bulunduğunu iddia edip ric’at etme hakkına sahip olduğunu söyler de karısı kocasının kendisi ile cinsel ilişkide bulunduğunu in­kar ederse, yemin etmek sureti ile kadmm sözü kabul edilir. Bu du­rumda koca karısına mehir vermeyi ikrar eder ve kadın mehri almışsa, kocası ondan bir şey isteyemez. Fakat, kadın mehri al­mamışsa, sadece mehrin yarısını hak eder.

F. İLA

İlâ, boşama ehliyetine sahip kocanın mutlak şekilde veya dört aydan fazla bir süreyle karısı ile cinsel ilişkide bulunmamaya yemin etmesidir. İmamın son kavline göre ilâ, Allah adına veya O’nun sıfatlarına yemin etmenin dışında başka şeylere talik etmekle de meydana gelir. Meselâ; bir kimse ilâyı talâk veya köle azad etme şartına bağlar veya karısına: “Seninle cinsel ilişkide bulunursam Al­lah için namaz kılmak, oruç tutmak, haca gitmek veya köle azad et­mek üzerime farz olsun” derse ilâ yapmış olur. Bir kimse yabancı bir kadınla cinsel ilişkide bulunmamaya yemin ederse ilâ yapmış olmaz. Sadece yemin etmiş olur. Şayet sonradan bu kadınla evlenirse, ilâ yapmış olmaz. Ancak o kadınla cinsel ilişkide bulunursa yemin kefareti vermesi gerekir.

Bir kimse vaginasmda cinsel temasa mani et veya kemik bulu­nan karısı ile cinsel ilişkide bulunmayacağına yemin ederse veya ilâyı yapanın penisi kesik ise, mezhep alimlerince kabul edilen riva­yete göre böyle bir ilâ sahih olmaz.

Bir kimse karısına: “Vallahi dört ay boyunca seninle cinsel iliş­kide bulunmayacağım.” der, dört ay geçtikten sonra tekrar: “Vallahi dört ay boyunca seninle cinsel ilişkide bulunmayacağım.” der ve böylece birkaç defa tekrar ederse, en sahih kavle göre ilâ yapmış ol­maz. Şayet karısına: “Vallahi beş ay boyunca seninle ilişkide bulun­mayacağım.” der, beş ay geçtikten sonra da: “Vallahi bir sene boyun­ca seninle ilişkide bulunmayacağım.” derse, bu durumda iki ilâ yap­mış olur ve her birinin hükmü ayrı ayrıdır.

Kişi karısı ile cinsel ilişkide bulunmayacağını dört aydan fazla bir zamanla kayıtlarsa, meselâ: “Hz. İsa (a.s.) gökten ininceye kadar seninle cinsel ilişkide bulunmayacağım.” derse ilâ yapmış olur. Cin­sel ilişkiyi kayıtladığı olayın dört ay geçmeden meydana geleceğini tahmin ederse ilâ yapmış olmaz. Keza kayıtladığı olayın dört aydan önce veya dört aydan sonra meydana geleceğinden şüphe ederse, en sahih kavle göre yine ilâ yapmış olmaz.

İlâ lafzı sarih ve kinayeli olmak üzere iki kısma ayrılır. Sarih olan lafızlar şunlardır: “Vallahi penisimi senin vaginana tamamen geçirmeyeceğini, vallahi seninle cinsel ilişkide bulunmayacağım, val­lahi seninle ilişkide bulunmiyacağım veya vallahi bekaretini gider-meyeceğim.” demek gibi. İmamın son kavline göre: Dokunmak, mu-badaa, mübaşere, gelmek, örtmek veya yanaşmak gibi lafızlar kina­yeli lafızlardır.

Bir kimse karışma: “Seninle cinsel temasta bulunursam kölem hür olsun.” der de herhangi bir sebeple köle üzerindeki mülkiyeti kalkarsa ilâ düşer.

Bir kimse karısına: “Seninle cinsel temasta bulunursam zi-harıma karşılık kölem hür olsun.” der ve daha önce zihar yapmışsa, ilâ yapmış olur. (Yani kölesi hür olur ve zihar kefareti ödemesi gere­kir.) Şayet zihar akdi yapmamış ise, batim olarak zihar ve ilâ yap­mamış olur. İlâ ve zihar akdi yaptığına zahiri olarak hükmedilir.

Bir kimse karısına: “Seninle cinsel ilişkide bulunursam yapa­cağım zihar akdine karşılık kölem hür olsun.” derse, zihar akdi yap­madıkça ilâ yapmış olmaz veya karısına: “Seninle cinsel ilişkide bu­lunursam kuman boş olsun.” derse, ilâ yapmış olur. İlâ müddetinde cinsel ilişkide bulunursa, kuması boşanır ve ilâ düşer.

En zahir kavle göre dört karısı olan bir kimse kendilerine: “Vallahi sizlerle cinsel ilişkide bulunmayacağım.” derse, derhal ilâ yapmış olmaz. Yalnız üç tanesi ile ilişkide bulunursa, dördüncüsü ile ilâ yapmış olur. Şayet cinsel ilişkiden önce onlardan biri ölürse ilâ ortadan kalkar.

Koca: “Vallahi sizden hiçbirinizle cinsel ilişkide bulunmaya­cağım.” derse, her birisi ile derhal ilâ yapmış olur.

Koca karısına: “Vallahi bir sene boyunca bir defadan başka se­ninle cinsel ilişkide bulunmayacağım.” derse, en zahir kavle göre derhal ilâ yapmış olmaz. Şayet karısı ile cinsel ilişkide bulunur ve senenin bitmesine dört aydan fazla zaman kalmışsa ilâ yapmış olur.

İlâ Yapan Kocaya Mühlet Tanımak

İlâ yapan kocaya hakime başvurmaksızın yemin ettiği andan itibaren dört ay süre tanınır. Ric’i talâkla boşadığı karısından ilâ ya­parsa ilâ müddeti ric’at ettiği andan itibaren başlar.

Koca karısından ila yapar da gerdeğe girdikten sonra iddet müddetinde ikisinden biri irtidat ederse, ilâ süresi durur. İrtidat eden iddet zarfında İslam’a dönerse, ilâ müddeti işlemeye başlar.

Kocada cinsel ilişkiye mani olan ve nikahı bozmayan bir hal olursa, bu ilâ müddetinin işlemesine mani olmaz. Örneğin; kocanın oruçlu olması, ihramda bulunması, hasta olması ve delirmesi gibi maniler ilâ müddetini kesmez. Kadında cinsel ilişkiye mani bir hal bulunursa müddeti keser. Kadının küçük veya hasta olması gibi. Cinsel ilişkiye mani olan şey, ilâ müddeti esnasında olursa ilâ müddetini keser. Bu mani ortadan kalkınca süre yeniden başlar. Zayıf kavle göre ise süreler bir birine eklenir.

Kadında bulunan cinsel engel hayız ve nafile oruç gibi dini en­gel ise, sürenin durmasına engel değildir. Zira ilâ müddetinde mut­laka hayızlı durumla karşılaşılır. En sahih kavle göre farz olan oruç süreyi keser.

Koca ilâ müddeti içerisinde karısıyla cinsel ilişkide bulunursa, ilâ süresi kesilir ve yemin kefareti vermesi lazımdır. İlâ süresi içerin­de cinsel ilişkide bulunmazsa, bu takdirde kadın kendisi ile ilişkide bulunması veya kendisini boşaması için talepte bulunur. Kadın bu talep hakkını terk ederse sonradan kullanabilir.

nikah

Kocanın ilâdan dönmesi penisini vaginaya geçirmesiyle olur. Bu durumda kocanın yemin kefareti vermesi vacib olur.

Kadında cinsel ilişkiye mani hayız veya hastalık gibi bir engel bulunursa, kadının cinsel temas ya da boşamayı isteme hakkı düşer. Eğer kocada engel varsa bu ya tabii ya da dini olur. Engel hastalık gibi tabi bir engel ise, ilâdan dönüşü cinsel temasta bulunma sözünü vermesi ile olur. Kişinin karısına: “Yapabilirsem seninle cinsel te­masta bulunurum.” şeklinde söz vermesi gibi. Kocadaki engel dini ise, meselâ hac ihramında ise mezhep alimlerince kabul edilen riva­yete göre kadın boşamayı isteme hakkına sahip olur. Kadın cinsel ilişki konusunda kocasına asi olursa boşamayı talep etme hakkı düşer.

Şayet koca, cima yapmaktan sakınır veya karısını boşamaktan çekinirse, en zahir kavle göre hakim, bir talâkını vaki eder ve ona üç gün mühlet tanımaz. Kadın, kendisi ile cinsel ilişkide bulunması için talepte bulunur da kocası onunla cinsel ilişkide bulunursa, ko­canın yemin kefareti vermesi lazımdır.

G. ZIHAR

Mükellef (akil, baliğ) olan her kocanın buruk veya zımmi de ol­sa zihar akdinde bulunması sahihtir. Sarhoş olan kocanın zihar yap­masının hükmü, karısını boşamasının hükmü gibidir.

Zihar lafzı, sarih ve kinayeli olmak üzere iki çeşittir.

Sarih olan lafız kocanın karısına: “Sen üzerime, bana, berabe­rimde veya yanımda annemin sırtı gibisin.” demesidir. Keza “Sen bana annemin sırtı gibisin.” lafzı da en sahih kavle göre sarih lafızdır.

Kocanın karısına: “Senin cismin, bedenin veya nefsin annemin bedeni gibidir.” demesi, veya “Annemin cismi veya annemin tümü gibisin.” demesi sarih lafızdır.

En zahir kavle göre kocanın karısına: “Sen bana annemin eli, karnı veya göğsü gibisin.” demesi zihardır. Keza: “Bana annemin gözü gibisin.” sözüyle zihara niyet ederse zihar olur, saygı kastı ile

söylerse zihar olmaz. Keza mutlak şekilde bir şeyi kastetmeksizin söylerse, en sahih kavle göre zihar yapmış olmaz.

Koca karısına: “Başın, sırtın veya elin bana, annemin sırtı gi­bidir.” derse, en zahir kavle göre zihar yapmış olur. Kocanın karısını kendi ninesine benzetmesi de zihardır. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, erkeğin karısını herhangi bir mahremine ben­zetmesi de zihardır. Ancak bu mahremiyetin sonradan olmaması şarttır. Baldızın mahremiyeti gibi. Süt annesine ve oğlunun karısı­na benzetmesi ise zihar olmaz.

Koca karısını, yabancı bir kadına veya boşadığı karısına veya baldızına veya babasına veya liân akdi yaptığı kadına benzetirse bu anlamsız bir benzetme olur.

Ziharm bir şarta bağlanması sahihtir. Bir kimse karısına: “Di­ğer eşimden zihar yaparsam sen bana annemin sırtı gibisin.” der, sonra da diğer eşinden zihar yaparsa her iki eşiyle zihar yapmış olur.

Bir kimse karısına: “Falan kadından zihar edersem sen bana annemin sırtı gibisin.” der ve falan kadın kendisine yabancı olup ona zihar ile hitap ederse zihar yapmış olmaz. Ancak karısından zi­har. yapmaya niyet ederse zihar yapmış olur. Şayet bu yabancı kadınla sonra evlenir ve ondan zihar yaparsa birinci karısından zi­har yapmış olur.

Bir kimse karısına: “Falan yabancı kadından zihar yaparsam sen bana annemin sırtı gibisin.” derse, bunun hükmü yukarıda ge­çen meselenin hükmü gibidir. Yabancı kadından nikah yaparsa, ni­kahtan önce zihar yapmış olmaz. Ancak karısından zihar yapmaya niyet ederse veya onu nikahı altına alırsa, zihar yapmış olur. Zayıf kavle göre ise zihar yapmış olmaz. Her ne kadar onunla evlenir ve ondan zihar yapsa da hüküm böyledir. Karışma: “Yabancı olduğu halde ondan zihar yaparsam sen bana annemin sırtı gibisin.” derse zihar yapmış olmaz.

Bir kimse karısına: “Sen anemin sırtı gibi boşsun.” der ve bu­nunla boşamaya niyet etmezse veya boşamaya niyet ederse veya zi-hara niyet ederse veya hem boşamaya hem de zihara niyet ederse, veya “Sen boşsun.” sözü ile zihara niyet ederse, veya “Annemin sırtı gibisin.” sözü ile talâka niyet ederse, her beş durumda da talâk olur zihar olmaz. “Sen boşsun.” sözü ile talâka niyet ederse talâk olur.

“Sen annemin sırtı gibisin.” sözü ile zihar yapmış olur. Ancak kalan talâklar ric’i ise, hem zihar hem de talâk meydana gelmiş olur.

  1. Ziharın Keyfiyeti

Zihar yapan kimse zihardan dönmek isterse zihar kefareti ver­mesi lazımdır.

Zihardan dönüş, kişinin karısını zihardan sonra ayrılmaya im­kan verecek kadar bir süre nikahında tutmakla olur. Bu şekilde dav­ranan koca zihardan dönmüş olur ve kefaret vermesi lazımdır.

Zihara bitişik örneğin; ikisinden birisinin ölmesi, nikah akdi­nin feshi, bain talâk, kendisinden dönüş yapılmamış ric’i talâk veya zihardan sonra kocanın delirmesi gibi bir sebeple ayrılma olursa, ko­ca artık zihardan dönemez. Keza en sahih kavle göre karısını mülki­yetine geçirir veya onunla lian akdi yapsa da ona dönemez. Ancak bu durumda en sahih kavle göre zihardan önce kazif suçunun ol­ması şarttır.

Koca ric’i olan karısına müracaat eder veya zihar esnasında mürted olur da sonra İslam’a girerse, mezhep alimlerince kabul edi­len rivayete göre, ric’atla zihardan dönmüş sayılır. İslam’a girmekle zihardan dönmüş sayılmaz. Belki İslam’a girdikten sonra karısını boşayacak zaman geçer ve karısını boşamazsa, zihardan dönmüş sayılır. Koca karısına döndükten sonra bir sebeple ayrılma olursa, kefaret kalkmış olmaz.

Koca zihar kefareti vermeden karısı ile cinsel ilişkide bulun­ması haramdır. Keza en zahir kavle göre, şehvetle ona dokunması ve onu öpmesi gibi davranışlarda bulunması da haramdır. Ben diyorum ki, en zahir kavle göre ona dokunması veya öpmesi caizdir. Allah da­ha iyi bilir.

Kişinin belli bir vakit ile zihar yaptığı karısından yine belli bir vakit ile zihar yapması sahihtir. Örneğin, Ramazan ayı boyunca sen bana annemin sırtı gibisin demesi gibi. Bir kavle göre ise, vakitli olan zihar müebbet zihar olur. Diğer bir kavle göre ise vakitli yapılan zihar boş sözden ibarettir. Birinci meselede (vakitli ziharm caiz olması) zihardan dönüş, en sahih kavle göre kocanın karısını ni­kahı altında tutması ile olmaz. Bilakis belirtilen zaman içerisinde karısı ile cinsel ilişkide bulunmakla ona dönüş yapmış olur. Koca pe­nisinin başını karısının vaginasma geçirmesi ile kendisine kefaret vacib olur.

Bir kimse dört karısına: “Sizler bana annemin sırtı gibisiniz.” derse, her dördü ile zihar yapmış olur. Şayet onları boşamaz da ni­kahında tutarsa, dört kefaret vermesi lazımdır, imam’m ilk kavline göre, bir kefaret vermesi lazımdır. Şayet art arda dört kelime ile on­lardan zihar yaparsa, ilk üç karısından yaptığı zihardan dönmüş sayılır. Eğer bir karısı için art arda ziharı tekrar eder ve bununla te-kid etmeye niyet ederse bir zihar olur. Her bir tekrar ile yeni bir zi hara niyet ederse, en zahir kavle göre birkaç zihar yapmış sayılır. İkinci tekrarla birinci ziharmdan dönmüş sayılır.

  1. Zihar Kefareti

Kefaret verilecek şeye niyet etmek şarttır. (Örneğin, köle azad etmek, oruç tutmak veya yemek yedirmek gibi.) Fakat kendisi için kefaret verilecek şeyi belli etmek şart değildir. (Zihar kefareti gibi.)

Zihar kefareti üçtür:

1- Köle Azad Etmek: Kefaret için olan köle, mümin olmalıdır. Çalışmaya veya kazanmaya mani bir ayıbı bulunmamalıdır. Küçük, kel ve yürüme imkanı olan topal kölenin kefaret için verilmesi caiz-dir. Şaşı, sağır, koku alamayan, kesik burunlu ve ayak parmakları ol­mayan köle kefaret olabilir.

Çalışamayan, ayakları, el parmaklarından serçe parmağı ve yüzük parmağı veya diğer parmaklarının iki boğumu olmayan köle, kefaret için uygun değildir. Ben diyorum ki, baş parmağının bir bo­ğumu olmayan köle kefaret için yeterli değildir. Allah daha iyi bilir.

Çalışamayacak derecede yaşlı olan, genellikle deliren veya iyi­leşmesi umulmayacak derecede hasta olan köle kefaret için yeterli olmaz. Şayet iyileşirse en sahih kavle göre kefaret olması caizdir.

Kefaret niyeti ile yakın derecede akraba olan köleyi satın alıp azad etmek, ümmü veled ve kendisi ile sahih kitabet akdi yapılmış köleyi azad etmek yeterli olmaz. Kendisi ile tedbir akdi yapılmış ve­ya azadlığı bir sıfata bağlanmış köle kefaret olabilir.

Zihar yapan kişi azadlığı bir şarta bağlanan köleyi kefaret vermeyi isterse caiz olmaz. Örneğin kölesine ilk başta: “Eve girersen hürsün.” ikinci defa: “Eve girersen kefaretime karşılık hürsün.” de­mesi gibi. Bu durumda köle eve girerse, hür olur fakat kefaret ola­maz.

Zihar yapan kimsenin kefarete karşılık azadlığı bir sıfata bağ­laması caizdir. Örneğin kişinin kölesine: “Eve girersen kefaretime karşılık hürsün;” demesi gibi.

Bir kimsenin iki kölesinden her birisinin yarısını iki kefareti­ne karşılık azad etmesi caizdir.

Fakir bir kimse yarıları hür olan iki kölesinden her birisinin yarısını bir kefarete karşılık azad ederse, en sahih kavle göre caiz­dir. Bir kimse kölesini bir mal karşılığında kefaretine karşılık azad ederse, bu kefaret için yeterli olmaz. Köleyi bir mal karşılığında azad etmenin hükmü, kadını bir mal karşılığında boşamanın hükmü gibidir.

Bir kimse ümmü veledin sahibine: “Ümmü veledini bin liraya karşılık azad et.” der, efendi de: “Azad ettim.” derse, cariye azad olur ve sahibine de bin lira vermesi lazımdır. Keza bir kimse birisine: “Köleni şu kadar mal karşılığında azad et.” der, o da azad ederse en sahih kavle göre akid geçerlidir.

Bir kimse birisine: “Benim adıma köleni şu kadar mal karşılığında azad et.” der ve o da azad ederse, talep eden adına hür olur ve belirtilen malı vermesi lazım gelir. En sahih kavle göre talep­te bulunan kişi, “i’tak/azad” lafzının peşinden köleye malik olur ve sonra onu azad eder.

Bir kimse bir köleye veya onun değeri kadar bir paraya malik olur da bu kendisinin ve aile efradının nafakasına kafi gelecek mik­tarda olup elbisesinden, evinden ve ihtiyaç duyduğu diğer şeylerden fazla ise, kefaret olarak köleyi azad eder. Kârı kendisine yetecek miktardan fazla değilse akarını, ticaretinin ana sermayesini, evini ve ülfet ettiği kıymetli iki kölesini satması kefaret vermek üzere köle satın alması en sahih kavle göre vacib değildir. Kefaret için bir köleyi fahiş bir fiyatla satın alması da gerekmez. Belki normal bir fi­yatla bir köleyi buluncaya kadar bekler. Zahir olan görüşlere göre ki­şinin fakirliği, kefareti eda etme vaktinde dikkate alınır.

2- Oruç Tutmak: Bir köleyi azad etmeye gücü yetmeyen kişi kefaret niyeti ile ve hilâl hesabı ile ard arda iki ay oruç tutar. En sa­hih kavle göre ard arda oruç tutmaya niyet etmek şart değildir.

Bir kimse mesela ayın ortasında kefaret orucuna başlarsa, hilâl hesabına göre ondan sonra gelen ayı tam olarak hesapla­malıdır. Eksik kalan ilk ayı üçüncü aydan otuz güne tamamlar. Kişi, ard arda tuttuğu orucu özrü olmaksızın bir gün açarsa, keza imam’m son kavline göre hastalık sebebi ile açarsa, orucun ard ar­da olma vasfı bozulur.

Kadın, hayız hali sebebi ile orucuna ara verirse, orucun art ar­da olma vasfı bozulmaz, tuttuğu günler hesaplanır. Aynı şekilde mezhepçe kabul edilen rivayete göre, gün boyu delirmekle de orucun art arda olma vasfı’bozulmaz.

3- Altmış Miskine Yemek Yedirmek: Bir kimse yaşlılık veya hastalık sebebi ile oruç tutamıyor ve çoğunlukta olan ulemaya göre hastalığın iyileşmesi umulmuyorsa veya oruç sebebi ile kendisine şiddetli bir meşakkat dokunacaksa veya hastalığın ziyadeleşmesin­den korkarsa, altmış miskin veya fakire yemek yedirmek sureti ile kefaret verir. Kefaret kafire, haşimi ve muttalip oğullarına verilmez. Yemek fitre için verilmesi uygun olan gıda maddelerinden altmış müd (avuç) olarak verilir.

H. LİAN BAHSİ

Kazif (zina isnadı) bahsi, lian (lanetleşme) bahsinden önce zik­redilmiştir. Kazf için sarih lafız, zina lafzıdır. Meselâ, bir kimse bir erkeğe veya bir kadına: “Sen zina ettin.” derse veya kadın erkeğe: “Ey zina eden.” veya erkek kadına: “Ey zaniye.” derse, bunlar kaz-fa delalet eden sarih lafızlardır.

Bir kimse bir erkeğe: “Sen penisini haram yoldan vaginaya ve­ya anüse geçirdin.” derse, her iki lafız da kazif için sarih lafız olur.

Erkeğe: “Sen dağa tırmandın.” demek ve aynı şekilde kadına sadece: “Sen tırmandın.” demek, en sahih kavle göre kinayeli lafızdır. Kadına: “Sen dağa tırmandın.” demek ise, en sahih kavle göre sarih lafızdır.

“Ya facir”, “Ya fasık”, “Ey habis kadın”, kadına: “Sen halveti seversin.” demek, kureyşi olan kadına “Nebti” demek ve erkeğin kendi karısına: “Seni kız olarak görmedim.” demesi gibi sözler kina­yeli sözlerdir.

Bir kimse, kinayeli lafızlarda niyetim kazf değildi derse, yemi­ni ile birlikte sözü kabul edilir.

Bir kimse başkasına: “Ya helalin oğlu.” der, o da “Ben zinakar değilim.” derse, böyle sözler ta’rizi olan sözler olup her ner kadar kazfa niyet etse de kazf sayılmaz.

Bir erkeğin bir kadına :”Seninle zina ettim.” demesi, zinayı ik­rar ve kaziftir.

Koca, karışma: “Ey zaniye.” der, o da “Seninle zina ettim.” ve­ya “Sen benden daha zinakarsm.” derse, koca kazf etmiş olur, kadının sözleri ise kinayeli sözlerdir.

Kadın, kocasına: “Ben zina ettim, sen benden daha zina­karsm.” derse, bu hem zinayı ikrar hem de kaziftir.

Kişinin: “Vaginan veya penisin zina etti.” demesi kaziftir. Mez­hep alimlerince kabul edilen rivayete göre; “Elin ve gözün zina et­ti.” veya çocuğuna: “Benden değilsin veya oğlum değilsin.”, demesi, kinayeli sözdür. Bir kimse başkasının çocuğuna: “Sen falanın oğlu değilsin.” derse, bu sarih lafızdır. Ancak çocuğun onun oğlu olmadığı lianla tespit edilmişse sarih lafız olmaz.

Muhsan olan erkeğe kazif isnadında bulunan kimseye had tat­bik edilir. Muhsan değilse, kazif isnad eden ta’zir edilir. Muhsan; mükellef, hür, müslüman ve haddi gerektirici cinsel ilişkiden beri

olan kimsedir.

Kişinin mülkiyetine aldığı mahremi ile cinsel ilişkide bulun­ması halinde, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre afıflik sıfatı düşer. Şüphe iddetinde olan zevcesi ile veya oğlunun cariyesi ile veya velisinin izni olmadan nikahı altında bulundurduğu karısı ile cinsel ilişkide bulunan kişinin en sahih kavle göre afıflik sıfatı düşmez. Kendisine zina suçu isnat edilen kişi zina yaparsa, suç is­nadında bulunanın haddi düşer. Ama dinden çıkarsa, kazif haddi düşmez.

Bir kimse zina eder de sonra tevbe edip durumunu düzeltirse, muhsan olmaz. Kendisine suç isnad edilenin mirasçıları kazif haddi­ni uygulayabildikleri gibi affetmek sureti ile de haddi düşürebilirler. En sahih kavle göre, kazif haddinde tüm mirasçılar hak sahibidirler. Mirasçılardan bir kısmı haddi affederlerse, af taraftan olmayanlar haddin tümünü uygulayabilirler.

  1. Kişinin Kendi Karısına Zina İsnat Etmesi

Karısının zina ettiğini bilen veya onları halvet halinde görmek gibi bir belirtiden ötürü mesela, Zeyd ile zina ettiğinin yaygın oldu­ğu kuvvetle zanneden kocanın, karısına zina isnat etme hakkı vardır.

Kadın bir çocuk doğurur da kocası bu çocuğun kendisine ait ol­madığını bilirse, çocuğu reddetmesi lazımdır. Çocuğun kendisine ait olmadığı, karısı ile cinsel ilişkide bulunmamış olması veya cinsel iliş­kiden itibaren karısının altı aydan önce doğum yapması veya dört yıldan sonra doğum yapması ile bilinir.

Şayet kadın, altı ay ile dört yıl arasında doğum yapar ve rahmi hayız halinden temizlenmemişse, kocanın çocuğu reddetmesi ha­ramdır. Kadın, rahmini hayız halinden ibra etmesinden itibaren altı ay geçtikten sonra doğum yaparsa, en sahih kavle göre kocanın ço­cuğu reddetmesi helaldir.

Koca karısı ile cinsel ilişkide bulunur da azil yaparsa, onun ço­cuğu reddetmesi en sahih kavle göre haramdır. Koca karısının zina ettiğini bilir de çocuğun kendisinden veya zinadan olma ihtimali varsa, çocuğu reddetmesi haramdır. Keza en sahih kavle göre kadı­na zina isnat etmesi veya onunla lian yapması da haramdır.

  1. Lianm Keyfiyeti

Lian, kadın hazır ise kocanın dört defa: “Allah’ı şahit tutarım ki, buna zina isnat etme hususunda doğru söylüyorum.” demesidir. Kadın hazır değilse, onu diğerlerinden ayırt edecek kadar nesebini yukarıya doğru sayarak ismini zikreder. (Ahmet kızı Zeynep gibi). Beşinci defada ise: “Karıma isnat ettiğim zina hususunda yalancı isem, Allah’ın laneti üzerime olsun.” der. Eğer aralarında çocuk varsa, bu sözlerinde çocuğu reddettiğini zikreder. Çocuk hazır değilse: “Doğurduğu çocuk.”, hazır ise: “Bu çocuk zina çocuğudur, benden değildir.” der.

Bundan sonra kadın da: “Allah’a şehadet ederim ki, o (ko­casının adım belirterek) bana isnat ettiği zina suçunda yalancıdır.” der ve beşinci defada: “Zina isnadında doğru isen Allah’ın gazabı üzerime olsun.” der. Şayet şehadet lafzını bir yemin veya benzeri bir kelime ile gazap kelimesini lanet kelimesi ile veya lanet kelimesini gazap kelimesi ile değiştirirse veya henüz şehadet kelimesini ta­mamlamadan gazap veya lanet lafzını söylerse, en sahih kavle göre böyle bir lian sahih olmaz.

Lianm hakim emri ile olması şarttır. Lianı ne şekilde yapacak­larını hakim önceden kendilerine bildirir ve kadın lianı erkekten sonra yapar.

Dilsizin lian yapması, anlaşılır bir işaret veya meramını izah eder bir yazı ile olur. Lianm Arapça lisanı dışında bir lisanla yapıl­ması sahihtir. Bir veçhe göre Arapça bilen kişinin Arapça’dan başka bir dille lianda bulunması sahih değildir.

Lian, şerefli bir zamanda ve mekanda yapılmalıdır. Şerefli za­man, cuma günü ikindi namazından sonraki zamandır. Şerefli me­kan ise beldenin en şerefli mekanı olan yerdir ki bu yer Mekke’de Rükün ve Makam arasıdır. Medine’de Resûlüllah (s.a.v.)’m minberi­nin yanıdır. Mescid-i Aksa’da ise sahranın yanıdır. Diğer beldelerde ise, hutbe okunan caminin minberinin yanıdır. Hayızlı kadın, lianı caminin kapısında yapar. Zımmi olan lianı havra ve kilisede yapar. Keza en sahih kavle göre, mecusi olan lianı ateşhanede yapar. Put-hanede lian yapılmaz. Zira puthane hürmete layık değildir. Oraya girmek ise isyankarlıktır.

Lian en az dört kişinin bulunabileceği bir cemaat huzurunda yapılmalıdır. Mezhepçe kabul edilen rivayete göre, lianm belirtilen şerefli yer ve zamanda yapılması sünnet olup farz değildir.

Hakimin Handan önce karı ve kocaya nasihatte bulunması sünnettir. Karı ve koca lianı beşinci defa yapmaya başlarken hakim daha mübalağalı bir şekilde nasihatte bulunur. Lianm ayakta yapıl­ması sünnettir.

Lianm sahih olması için erkeğin talâkının sahih olması şarttır.

Koca cinsel ilişkiden sonra İslam’dan çıkar, kazif isnadında bu­lunur ve lian yaptığı iddet süresinde İslam’a girerse veya irtidat döneminde lian yapar, sonra iddet süresinde İslam’a girerse yaptığı lian sahihtir. Şayet iddet süresi bitinceye kadar mürtedlikte ısrar ederse, yaptığı lian bain talâk olur. Bu durumda liana bağlı olarak kadın kocasından ayrılmış olur ve ona ebedi olarak haram olur. bun­dan sonra koca her ne kadar kendini yalanlar ve zina haddi sakıt da olsa, karısına dönemez. Yine liana bağlı olarak kadına zina haddi va-cib olur ve koca lianla çocuğun kendisine ait olduğunu söylemişse de çocuğun nesebi annesinin nesebine dahil olur.

Çocuk lian yapan kişinin nesebinden olması mümkün ise, onu reddetmesi lazımdır. Çocuğun nesebinden olmadığını gösteren bir delil varsa; meselâ kadın nikah akdinden itibaren altı ay içerisinde doğum yapmışsa veya kadını nikahladığı mecliste boşamışsa veya kendisi doğuda, kadın batıda olduğu halde onu nikahlamışsa, çocu­ğu kocaya nispet etmek mümkün değildir.

Kocanın ölmüş olan çocuğun kendisinden olmadığını reddet­mesi hakkıdır, imam’ın yeni görüşüne göre çocuğu reddetmek acele üzere olur. Özrü varsa kabul edilir.

Koca ana rahmindeki çocuğu doğumdan önce veya doğum yap­ma zamanım bekleyerek reddetme hakkına sahiptir.

Koca çocuğu reddetmeyi geciktirir de hazırda olmaması şartı ile “Doğumunu bilmiyordum.” derse, yemini ile birlikte sözü kabul edilir. Keza hazır olduğu sürede doğumu öğrenmemesi mümkün olan bir süre geçerse de sözü kabul edilir ama, çocuğu reddetme hakkını kaybetmiş olmaz.

Lian yapan kocaya: “Evladın hayırlı olsun.” veya “Allah ev­ladını salihlerden eylesin.” denilse, o da: “Amin” veya “Evet” derse, çocuğu reddetme hakkına sahip olmaz. Şayet cevap olarak, “Allah cezanı hayır versin veya Allah sana mübarek küsm.” derse, çocuğu reddetme hakkını kaybetmiş olmaz.

Koca, karısının zina ettiğine dair şahit gösterirse lian yapabi­lir. Kadın da zina haddini kaldırmak için lian yapma hakkına sahip­tir.

  1. Liandan Gaye Çocuğun Nesebini Reddetmektir

Her ne kadar kadın, kocasını kazif haddinden muaf tutar ve aralarındaki nikah akdi kalkmış olsa da çocuğun nesebini red etmek ve üzerindeki kazif haddini kaldırmak için koca lian yapabilir. Ara­larındaki nikah akdi kalkmış olsa ve aralarında çocuk olmasa da hüküm böyledir. Koca taziri kaldırmak için de lian yapma hakkına sahiptir. Ancak koca, cinsel ilişki çağına gelmemiş küçük kıza yalan­dan kazifte bulunanı tedip için yapılan ta’ziri kaldırmak üzere lian yapma hakkına sahip değildir.

Kadın, kocasını had edilmekten muaf tutar veya kocası onun zina ettiğine dair şahit gösterir veya karısı onu zina konusunda tas­dik eder de aralarında rededilecek çocuk yoksa veya kadın talep et­me hususunda susar veya kocasına kazifte bulunduktan sonra deli-rirse, en sahih kavle göre bu durumlarda lian yapılmaz.

Koca, karısını bain talâkla boşar veya karısı öldükten sonra ona mutlak bir zina suçu isnat ederse veya karısının zina ettiğini ni­kah akdinden sonraki bir zamana izafe eder ve aralarında reddede­ceği bir çocuk varsa, lian yapabilir. Fakat zinayı nikahtan önceki bir zamana izafe eder ve reddedeceği bir çocuk yoksa lian yapamaz. Ke­za esah görüşe göre, çocuk olsa da lianda bulunamaz. Lakin kazif ve Hanı yeniden dava edebilir. Koca ikiz olan çocuklardan birini rede-derse caiz değildir.

I. İDDET

İddet, rahminin döl suyundan temizlenmesi için kadının bek­lediği zamana denir.

Nikah iddeti ikiye ayrılır:

1- Ayrılma iddeti: Koca hayatta iken nikahın feshi veya boşa­ma sebebi ile karısından ayrılmasına bağlı olan iddettir. Bu iddet, cinsel ilişkiden sonra veya erkeğin menisini karısının rahmine akıt­tıktan sonra meydana gelen ayrılma ile vacib olan iddettir. Kadın rahminin dölden beri olduğuna kani olsa bile, imam’ın son kavline göre ikisinin beraber halvette kalması iddeti vacib kılmaz.

Kur’ sahibi hür kadının iddeti üç kur’dur. Kur’, temizlik ma­nasınadır.

Koca, karısını temizlik halinde iken boşarsa, üçüncü temizlik dönemine girince iddeti biter. Hayız halinde iken boşarsa, dördüncü temizlik dönemine girince iddeti biter. Bir kavle göre ise her iki hal­de de hayız haline girdikten sonra bir gün ve gecenin geçmesi şarttır.

Hayız görmeyen kadının temizlik süresi iddet süresinden sayılır mı sayılmaz mı, bu konuda farklı iki görüş vardır: Kur’, ya te­mizlikten hayız haline geçiştir veya iki kan (iki hayız veya hayız ile nifas kanı) arasını ayıran temizliktir. İkinci kavil en zahir kavildir. Bu kavil boşamadan sonraki temizlik süresi iddetten sayılmaz şek­lindedir,

İstihaze kadının iddeti, kur’lara dönen adetine göredir. Yani id­deti adet veya temyiz ile sabit olan kur’ iledir. Belli bir adeti olma­yan (mutahayyire) kadının iddeti ise, boşandığı andan itibaren üç aydır. Zayıf kavle göre ise hayız görmekten ümitsiz kaldıktan sonra üç aydır.

Ümraü veledin (çocuk annesi), mukâtebenin ve cariyenin idde­ti iki kur’ ile tamamlanır. Bunlardan biri ric’i talâkla boşanır ve id­det esnasında azad edilirse, en zahir kavle göre iddetini hür olan kadının iddeti gibi tamamlar. Üç talâkla boşanır ve iddet esnasında azad edilirse, en zahir kavle göre cariyenin iddeti gibi iddet bekler.

Hayız görmemiş hür olan küçük yaştaki kadın ile hayız halin­den tamamen kesilmiş kadının iddeti, hilâl ayı ile üç aydır.

Bir kadm ayın ortasında boşanırsa, hilâl ayı ile iki ay daha bek­ler ve ayın geri kalan kısmını üçüncü aydan tamamlar. İddet es­nasında hayız görürse, iddetini kur’a göre tamamlar ve geçen temiz­lik süresi iddetten sayılmaz.

Cariyenin iddet süresi bir buçuk aydır. Bir kavle göre iki, baş­ka bir kavle göre ise üç aydır.

Hür veya cariye olan bir kadının emzirme veya bir hastalık se­bebi ile hayız kanı kesilirse, hayız görünceye kadar sabreder veya te­melli hayız halinden kesilme çağma gelmişse aylara göre iddet bek­ler. Kanı bir sebep olmaksızın kesilmişse keza imam’ın son kavline göre aylara göre iddet bekler, imam’ın ilk kavline göre ise dokuz ay bekler. Bir kavle göre ise dört yıl bekledikten sonra iddetini aylara göre tamamlar.

Hayızdan kesilmiş kadının hayız hali tekrar başlar ve önceki iddeti aylara göre ise, imam’ın son kavline göre kur’ ile iddetini ta­mamlaması vacibtir. İddet süresinden sonra hayız görürse, bu hu­susta birkaç kavil vardır. En zahir kavle göre, eğer evlenmiş ise ken­disine bir şey lazım gelmez, evlenmemişse iddetini üç temizlik döne­mine göre tamamlar.

Kadının tamamen hayız halinden kesilmesinin son sınırı, anne ve baba tarafı olan akrabalarının hayızdan kesilme zamanına göre dikkate alınır. Bir kavle göre ise her kadının hayız halinden kesilme sınırı kendi hayız haline göre dikkate alınır. Ben diyorum ki, bu son görüş ezher olan görüştür. Allah daha iyi bilir.

2-Doğum iddeti: Hamile olan kadının iddeti doğumla son bu­lur. Bunun da iki şartı vardır:

a- Lian yolu ile muhtemelen de olsa cenin, iddette hakkı olan erkeğin nesebinden olmalıdır. Lian ile nesebi inkar edilen çocuk gi­bi.

b-Rahimdeki çocuğun tamamiyle dışarı çıkarak, hatta kadın iki çocuğa hamile ise, ikinci çocuk rahimden tamamen ayrılıp doğ-m alıdır.

İkizlerin arasına altı aydan az bir süre girer ve bu çocuklar ikiz sayılırsa, iddet ikinci çocuğun doğumu ile sona erer. Çocuk ölü ola­rak dışarıya çıksa bile iddet onunla sona erer. Ancak çocuk kan par­çası şeklinde doğarsa, onunla iddet sona ermez.

İnsan gibi şekil alması gizli olup ancak ebelerce cenin olduğu bildirilen et parçası şeklindeki doğumla iddet sona erer. İnsan gibi şekillenmemiş ve ebelerin: “Şekli insan şekli gibidir” dedikleri et parçası halinde olan doğumla da iddet sona erer. Mezhep alimlerin-ce kabul edilen rivayet budur.

Kadın kur’ hesabı ile veya aylar hesabı ile iddet bekleyenler-dense ve kocasından hamile kaldığı belli ise, doğum yapmakla idde­ti sona erer. Kadm hamlinde şüpheye düşerse, şüphesi zail oluncaya kadar evlenemez. Şayet iddet ve nikahtan sonra hamile olduğuna şüphe ederse, nikahı devam eder. Ancak nikah akdinden itibaren enaz altı ay geçmeden doğum yaparsa, nikahının batıl olduğuna hüküm verilir ve çocuk ilk kocaya ait olur. İddetten sonra fakat ni­kah akdinden önce hamile olduğuna şüphe ederse, şüphesi kalkınca­ya kadar sabretmelidir. Şayet sabretmez de evlenirse, mezhep alim-lerince kabul edilen rivayete göre nikahı hemen geçersiz olmaz. Ni­kahın geçersiz olmasını gerektiren bir delil varsa geçersiz olduğuna hükmedilir.

Bir kimse, karısını bain talâkla boşar da dört yıl geçtikten son­ra başkası ile evlenmeden doğum yaparsa, çocuk kendisine nispet edilir. Dört yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra doğum yaparsa çocuk ilk kocaya nispet edilmez.

Koca karısını ric’i talâkla boşarsa, dört yıllık süre boşama gününden itibaren hesaplanır. Bir kavle göre ise iddetin sona erdiği tarihten itibaren hesaplanır.

Bir kimse iddeti sona eren bir kadınla evlenir de henüz altı ay geçmeden kadın doğum yaparsa, sanki o kadınla evlenmemiş gibidir. Çocuk ilk kocaya ait olur. Altı ay geçtikten sonra doğum yaparsa ço­cuk ikinci kocaya ait olur.

Bir kimse iddeti devam etmekte olan bir kadınla evlenirse ni­kah fasittir. Kadın doğum yapar da ilk kocaya nispet etme imkanı olursa, ona nispet edilir ve iddeti doğum yapmakla sona erer. Şüphe­li cinsel ilişkiden dolayı ikinci koca için de ikinci kez iddet bekleme­ye başlar veya çocuğun ikinci kocaya nispet edilmesi mümkün ise, ikinci kocaya nispet edilir. İkisinden birisine nispet etme imkanı varsa, çocuk benzerliklerden anlayana (kaife) gösterilir. Kaif çocuğu onlardan birisine nispet ederse, sadece ona nispet etme imkanı var­mış gibi çocuk ona nispet edilir.

  1. İki iddetin İç İçe Girmesi

Kadm bir erkeğin aynı cinsten iki iddeti ile yükümlü olabilir. Meselâ, adamın biri karısını boşar da kadın kur’ veya ay hesabına göre iddet beklemekte iken kendisine helal olur zannı ile onunla cin­sel temasta bulunursa veya ric’i talâkla boşadığı karsının kendisine haram olmadığını zannederek onunla cinsel ilişkide bulunursa, kadına iki iddet vacib olur. Birisi talâk iddeti diğeri de cinsel temas iddetidir. Talak iddetinin geri kalanı cinsel temas iddetine girer.

Şayet iddetlerden biri doğum diğeri kur’ iddeti ise, en sahih kavle göre bu iddetler de içi içe girerler. Kadm doğum yapmakla her iki iddet tamamlanmış olur ve iddet henüz bitmeden koca karısına dönebilir. Bir kavle göre ise hamilelik ikinci cinsel ilişki sebebi ile ol­muşsa doğumdan önce ona dönemez.

Kadın iki erkeğin iddeti ile yükümlü olabilir. Şöyle ki; bir kadm kocasının iddetini ve şüphe iddetini beklemekteyken bir şahıs şüphe sonucu yada fâsid bir nikah akdine dayanarak kendisi ile cin­sel ilişkide bulunursa veya kadm şüpheli cinsel ilişki iddeti es­nasında boşanırsa bu iddetler içi içe giremez.

Kadın hamile ise önce doğum müddetini bekler. Hamile değil­se ve boşama şüpheli ilişkiden Önce ise, önce talâk iddetini tamam­lar sonra diğerini (şüpheli ilişki iddetini yeniden) beklemeye başlar. Talak ric’i talâk ise kocası ona dönebilir. Ancak ona dönmesiyle id­deti bitmiş olur ve şüpheli ilişki iddeti başlar. Kadm bu ikinci iddeti bitirinceye kadar kocası (cinsel ilişki açısından) ondan faydalana­maz. Şüpheli cinsel ilişki boşamadan önce olmuşsa önce talâk idde­tini bekler. Zayıf kavle göre ise önce cinsel ilişki iddeti bekler.

  1. Boşanmış Kadınla İddet Esnasında Muaşeret

Boşanmış kadm hayız hesabı veya kur’ hesabı ile iddet bekli­yorsa, cinsel ilişki olmaksızın kocasının kendisi ile muaşerette bu­lunması halinde iddetin son bulmasını engelleyip engellemediği hu­susunda birkaç vecih vardır. En sahih veçhe göre, kadm bain talâk­la boşanmış ise muaşeret ile iddet son bulur. Bain talâk ile boşanmamış ise iddeti son bulmaz.

Kadın kur’ veya aylara göre iddetini bekledikten sonra kocası artık ona dönemez. Çünkü iddet için gerekli olan zaman dolmuştur. Ben diyorum ki, iddeti bitinceye kadar kadına bağlı kalır ve iddeti döneminde boşanabilir. Yabancı bir şahıs cinsel ilişki dışında kendi­si ile muaşerette bulunursa, iddeti biter ve iddet işlemeye devam emez. Allah daha iyi bilir.

Bir kimse caiz olduğunu zannederek iddet dönemindeki kadın­la evlenir ve onunla cinsel ilişkide bulunursa, cinsel ilişkide bulunduğu andan itibaren iddeti kesilmiş olur. Bir görüşe veya bir veçhe göre iddeti nikah akdinden itibaren kesilmiş olur.

Koca ric’i talâkla boşadığı karışma ric’at eder de karısı hamile değilse, sonra onu tekrar boşarsa, iddeti yeniden başlar, imam’m ilk kavline göre ric’attan sonra cinsel ilişkide bulunmanıışsa, iddeti ye­niden başlamaz ama geçen süreye bina edilir. Kadın hamileyse do­ğum ile iddeti tamamlanmış olur. Şayet kadın doğum yaptıktan son­ra onu boşarsa iddeti yeni baştan başlar. Zayıf kavle göre ise doğum­dan sonra karısı ile cinsel ilişkide bulunmanıışsa kadının iddeti ol­maz.

Bir kimse cinsel ilişkide bulunduğu karısı ile huT akdi yapar da sonra nikahlar ve cinsel ilişkide bulunduktan sonra boşarsa, id­deti yeni baştan başlar ve geçen iddetten geri kalan günler bu idde-te girer.

  1. Kocası Ölen veya Kaybolan Kadının iddeti

Kocası ölen hamile olmayan hür kadının iddeti dört ay on gündür. Kocası kendisiyle cinsel ilişkide bulunmuş olsun veya ol­masın iddeti böyledir. Cariyenin iddeti ise bu iddetin yarısıdır. Ko­cası ölür de kadın ric’i iddet döneminde ise, bu iddet vefat iddetine dönüşür. Fakat bain talâk ile boşanmış ise vefat iddetini beklemez. Kocası ölürken hamile ise doğum yapmakla iddeti sona erer. Ancak daha önce (iddetin doğumla tamamlanması bahsinde) geçen şartları taşımalıdır.

Koca çocuk da olsa ölünce geride bıraktığı kadın -hamile olsa bile- ay hesabına göre iddet bekler. Keza penisi ve testisleri kopuk olan koca da ölürse, karısı aylara göre iddet bekler. Zira mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, çocuk ona nispet edilmemek­tedir. Testisleri olup penisi tamamen kopuk olan kocaya çocuk nis­pet edilir. Keza testisleri kopuk olup penisi bulunan kocanın karısı da mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, doğum ile iddeti­ni tamamlar.

Koca iki karısından birini boşar da hangisini boşadığını henüz açıklama yapmadan veya tayin etmeden ölür ve ölümden önce onlar­la cinsel ilişkide bulunmanıışsa, her ikisi de vefat iddeti beklerler.

Keza onlarla cinsel ilişkide bulunmuş ve ay veya kur hesabına göre iddet bekliyorlarsa ve talâk ric’i ise, vefat iddeti beklerler. Talak ba­in ise her biri vefat iddeti ve üç kur’ süresinden en fazla olanını bek­lerler.

Vefat iddeti, kocanın öldüğü andan itibaren başlar. Kurlarla olan iddet ise, boşama anından itibaren başlar.

Koca kayıp ise veya kendisinden haber almanııyorsa, karısı ölüm haberini kesin olarak öğrenmedikçe veya boşandığını kesin olarak bilmedikçe evlenemez. imam’m ilk kavline göre, kadın dört yıl bekler ve vefat iddetini bekledikten sonra evlenebilir.

Hakim imam’m ilk kavline göre hüküm verirse, esah görüşe ve imam’m son kavline göre hükmü bozmak mümkündür. Kadın, dört yıl bekleyip iddeti tamamladıktan sonra evlenir de kocasının Öldüğü açıklanırsa, imam’m son görüşüne ve en sahih kavle göre nikah ak­di sahihtir.

Vefat iddeti bekleyen kadının hidad (yas) tutması vacibtir. Ric’i talâkla boşanmış kadının yas tutması gerekmez. Bain talâkla bo­şanmış kadının yas tutması müstehabtır. Bir kavle göre ise vacibtir.

Hidad (yas), kaim olsa bile süs için olan renkli elbise giymeyi terk etmektir. Zayıf kavle göre ise yas halindeki kadının, boyanmış ve bükülmüş ipten elbise giymesi caizdir. Boyasız, pamuktan, yün­den veya ketenden, keza en sahih kavle göre ibrişimden elbise giy­mesi ve süslenme kastı olmaksızın boyalı elbise giymesi mubahtır.

Matem halindeki kadının altın veya gümüş takıları takması, keza en sahih kavle göre lü’lü takması haramdır. Vücuduna ve elbi­sesine güzel koku sürmesi, yemeğine ve sürmesine güzel koku kat­ması, gözüne siyah sürme çekmesi haramdır. Ancak tedavi gibi bir mazeret nedeni ile sürme çekmesi caizdir. Yüzü beyazlatacak veya esmerleştirecek ilâcı, kına vb. boyaları kullanması da haramdır.

Yatağını süslemesi, evini sermesi, banyo yapması, tırnaklarını kesmesi ve vücudundaki kirleri temizlemesi caizdir. Ben diyorum ki, saçlarını taraması ve haram bir sebep olmaksızın hamama gitmesi caizdir. Şayet matemi terk ederse, asi olur ve iddeti sona erer. Bek­lemesi gereken evden ayrılması gibi. Şayet iddeti tamamlanır ve kendisine kocasının ölüm haberi ulaşırsa, iddeti bitmiş sayılır.

Kocası dışında bir akrabası ölürse, kadın üç gün yas tutabilir. Üç günden fazla yas tutması ise haramdır. Allah daha iyi bilir.

  1. Kadının İddet Beklediği Ev

Bain talâkla boşanmış olsa bile erkeğin boşama iddetinde olan karısına bir mesken temin etmesi vacibtir. Ancak karısı nâşize (asi) ise, ona ev temin etmesi vacib değildir. En zahir kavle göre vefat id-deti bekleyen karısına da ev temin etmesi vacibtir. Nikahın feshi ha­linde de kocanın karısına ev temin etmesi, mezhep alimlerince ka­bul edilen rivayete göre vacibtir.

Kadın ayrılığın vuku bulduğu esnada oturmakta olduğu evde iddetini bekler. Kocası veya başkası onu o evden çıkaramaz. Kadının da o evden çıkma hakkı yoktur. Ben diyorum ki, kadın vefat iddeti bekliyorsa, keza bain talâkla boşanmış ise yiyecek alışverişi ve bük­tüğü ipi vb. şeyleri satmak için gündüzün dışarıya çıkabilir. Keza ip bükmek, sohbet etmek vb. şeyler için akşam komşusuna gidebilir. Ancak evine dönmesi ve evde gecelemesi şarttır. Evinin yıkılmasın­dan, malının göçük altında kalmasından veya kendisine bir zarar gelmesinden korkarsa veya komşularından eziyet görüyorsa veya komşuları kendisinden şiddetle rahatsız oluyorlarsa oradan başka bir eve taşınabilir. Allah daha iyi bilir.

Kadın kocasından izin alarak bir eve taşınır ve daha oraya ulaşmadan yolda iken iddet beklemesi kendisine vacib olursa, imam’m kesin beyanına göre, iddeti yeni taşındığı evde bekler. Ko­casından izin almadan bir eve gider de iddet beklemesi kendisine va­cib olursa, ilk eve dönüp orada iddet beklemesi gerekir. Keza ko­casının izni ile bir eve gider de evden ayrılmadan önce iddet bekle­mesi kendisine vacib olursa ilk evde iddet bekler. Kadın, kocasının izni ile başka beldeye sefere çıkar da iddet beklemesi kendisine va­cib olursa, bunun hükmü ev ile ilgili hüküm gibidir.

Şayet kadın izin alıp hac ibadetini eda etmek veya ticaret için sefere çıkar da daha yolda iken kendisine iddet vacib olursa, yoluna devam edebilir veya geri dönebilir. Geri dönmez yoluna devam eder­se, işlerini görecek kadar bekledikten sonra geri kalan iddetini evde beklemek üzere dönmesi vacibtir.

Kadın ülfet edemeyeceği bir eve çıkar da kocası onu boşar ve “Çıkmak için sana izin vermedim.” derse, yemini ile birlikte sözü kabul edilir. Şayet kadın: “Beni oraya sen naklettin.” der de kocası: “İhtiyacını gidermen için sana izin verdim.” derse, mezhep alimle­rince kabul edilen rivayete göre erkeğin sözü kabul edilir.

Bedevi kadının kıl çadırından olan evinin hükmü, normal evle­rin hükmü gibidir.

Kadının içinde iddet beklediği ev kocasının olur da kendisine uygun ise, orada ikamet etmesi tayin edilir. O evi satmak da caiz de­ğildir. Ancak kadın ay hesabına göre iddet bekliyorsa, evi satmanın hükmü icare verilen evi satmanın hükmü gibidir. Zayıf kavle göre ise, satışı geçersizdir.

Kadın emanet bir evde iken iddet beklemesi kendisine vacib olur da ev sahibi evi geri almayı ister veya ücret karşılığında kal­masına rıza göstermezse, kadın bir başka eve nakledilir. Keza süre­si tamamlanmış icare evin hükmü de böyledir. Kadının içinde iddet beklediği ev kendisine ait ise, orada bekler. Fakat kocasından ücret isteyebilir.

Kadının nikah akdi yapıldığı ev güzel bir ev ise, onu kendisine layık bir eve nakletmesi kocaya düşen bir haktır. Ona layık olmayan bir eve naklederse, kadını o eve girmekten imtina edebilir.

Koca karısının iddet beklediği evde duramaz ve eve müdahale edemez. Evde kadının mümeyyiz erkek bir mahremi veya kocanın kadın bir mahremi veya başka bir karısı veya cariyesi veya yabancı bir kadın kalırsa, kocanın o evde kalması mekruh olmakla birlikte caizdir. Kadın kocası ile evin ayrı odalarını kullanır da mutfak ve tu­valet gibi müştemilâtı ortak ise, kadının bir mahreminin evde bu­lunması şarttır. Evin müştemilâtı ortak değilse, mahreminin bulun­ması şart değildir. Bu durumda aralarındaki kapının kapalı olması ve odaların yolunun ayrı olması şarttır. Alt ve üst katların hükmü, bu evin hükmü gibidir.

  1. Istibra

İbra, satın alman cariyenin rahminin döl suyundan temizlen­diği anlaşılmcaya kadar bir müddet beklemesidir.

Cariyeyi ibra etmek iki sebep ile vacib olur:

1- Satış, veraset, hîbe, ganimet, ayıp, yeminleşmek veya ikale sebebiyle cariyeyi mülkiyete geçirmek.

Cariye bakire olsun veya olmasın ibra edilmelidir.

Cariyeyi satan kişi, satış akdinden önce onu ibra etmelidir. Ço­cuk, kadın veya bunların dışından birisinden satın alman cariye de ibra edilir.

Mukâteb olup akdin gereğini yerine getirmekten aciz bırakılan cariyenin keza en sahih kavle göre mürtede olup İslam’a dönen ca­riyenin ibrası vacibtir. Cariye orucunu veya itikafmı bitirir veya ih­ramdan çıkarsa, ibrası vacib değildir. Bir veçhe göre ihramda olan cariyenin ibrası vacibtir.

Bir kimse cariye olan karısını satın alırsa, ibra etmesi müste-habtır. Zayıf kavle göre ise vacibtir.

Bir şahıs dul olan veya iddet süresinde bulunan cariyeyi mülki­yetine geçirirse, derhal ibra etmesi vacib değildir. Her iki sebep ( dul olmaması ve iddet süresinde bulunmaması) ortadan kalkarsa en za­hir kavle göre ibrası vacibtir.

2- Kendisi ile cinsel ilişkide bulunulmuş veya ümmü veled olan cariyenin azadlık veya efendisinin vefatı sebebi ile yatakla ilişkisi kesilmiş olması.

Ümmü veled olan cariyenin ibra müddeti geçer de sonra efen­disi onu azad eder veya efendisi ölürse, en sahih kavle göre ibrası va­cib olur. Ben diyorum ki; bir kimse cinsel ilişkide bulunduğu cariye­sini ibra edip azad ederse veya onunla derhal evlenmişse, ibra etme­si vacib değildir. Zira bu nikahlı olana benzememektedir. AZlah daha iyi bilir.

Bir kimsenin cinsel ilişkide bulunduğu ve çocuk sahibi olan ca­riyesini ibra etmeden evlendirmesi haramdır. Ta ki iki dol suyu bir­birine karışmasın.

Efendi müstevlede olan cariyesini azad ederse, en sahih kavle göre ibra yapmadan onunla evlenebilir. Şayet onu azad eder veya efendi ölse de bu durumda cariye evli veya iddet süresinde ise ibrası gerekmez.

İbra süresi, hayız halinde olan cariye için imam’m son kavline göre tam bir temizlik müddetidir. Temizlik dönemi ay hesabına göre olan cariye için bir aydır. Bir kavle göre ise üç aydır.

Ganimet olarak alman hamile cariyenin veya efendisinin ya­tağı ile ilişkisi kesilen cariyenin ibrası doğum yapması ile olur. Satış yolu ile temlik edilen hamile cariyenin ibrası, daha önce geçtiği gibi derhal değil de doğumdan sonra olur. Ben diyorum ki en sahih kav­le göre, zinadan hamile olanın ibrası doğum yapması ile gerçekleşir. Allah daha iyi bilir.

ibra zamanı temlikten sonra fakat teslimden önce tamam­lanmış ise hesaba alınır. Ancak bu temlik miras yolu ile veya en sa­hih kavle göre satış yolu ile olmalıdır. Mülkiyete geçirme hîbe yolu ile olmuşsa, geçen zaman itibara alınmaz.

Bir kimse, mecusi bir kadını satın alır da kadın hayız gördük­ten sonra İslam’a dönerse bu ibra yeterli olmaz yeniden ibra yapıl­ması lazımdır. İbra döneminde olan cariyeden cinsel ilişki yolu ile faydalanmak haramdır. Ancak ganimet yolu ile gelen cariyeden cin­sel ilişki dışında faydalanmak caizdir. Zayıf kavle göre faydalanmak caiz değildir.

Cariye ibra döneminde iken: “Hayız halindeyim.” derse, sözü kabul edilir. Şayet efendisi kendisi ile cinsel ilişkide bulunmak ister de cariye bundan sakınır ve efendisi: “Bana ibranın tamamlandığını söyledin.” derse, sözü tasdik edilir.

Cariye ancak cinsel ilişki ile efendisinin yatağına ait olur.

Cariyenin efendisinin cinsel ilişkisi ile doğum yaptığı mümkün ise çocuk efendisine nispet edilir. Efendisi kendisi ile ilişkide bulun­duğunu ikrar eder de çocuğun kendisine ait olmadığını söylerse ve cinsel ilişkiden sonra ibra yaptığını iddia ederse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre çocuk ona ait olmaz. Cariye ibrayı inkar ederse, çocuğun efendisine ait olmadığına dair efendiye yemin verdi­rilir. Zayıf kavle göre ise, efendisinin ibra yaptığını söylemesi vacibtir.

Cariye, efendisinden doğum yaptığını iddia eder de efendisi cinsel ilişkide bulunduğunu inkar ederse ve çocuk orada ise, en sa­hih kavle göre efendiye yemin verdirilmez. Efendi: “Onunla cinsel ilişkide bulundum ve azil yaptım.” derse, en sahih kavle göre çocuk ona nispet edilir.

J. RADA’ (SÜT EMME)

Süt emme, dokuz yaşma varmış hayatta olan kadının sütünü erimekle sabit olur.

Bir kadının sütü sağılır ve öldükten sonra bir çocuğun bo­ğazına dökülürse, en sahih kavle göre mahremiyet sabit olur.

Bir kadının sütünden peynir yapılır veya sütün özü alınır da bir çocuğa yedirilir veya kadının sütü sıvı bir madde ile karışık olup süt çoğunlukta ise mahremiyet sabit olur. Sıvı maddesi çoğunlukta olup çocuk tümünü, zayıf kavle göre ise bir kısmını içerse en zahir kavle göre mahremiyet sabit olur.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, çocuğun bo­ğazına sütü dökmekle, keza burnundan akıtmakla mahremiyet sa­bit olur. Ezher kavle göre şırınga ile çocuğa süt zerk edilirse mahre­miyet meydana gelmiş olmaz.

Süt ile mahremiyetin sabit olmasının bir şartı da emen çocuk­tur. Çocuk sağ, iki yaşını geçmemiş ve sütü beş defa emmiş olmalıdır. Bir defalık emmenin ölçüsü örfe göre takdir edilir. Meselâ, çocuk süt emmekten çekilir de tekrar memeyi ağzına alırsa bu iki emiş sayılır. Çocuk oynamak için memeyi ağzından çıkarır ve hemen ağzına alır­sa veya bir memeden öbürüne geçmek için ağzından çıkarırsa bu bir emiş sayılır.

Süt bir defada sağılır ve beş defa çocuğun boğazına akıtılırsa veya beş defa sağılır da bir defa da çocuğun boğazına akıtılırsa bir emiş sayılır. Zayıf kavle göre her iki durumda da beş emiş sayılır.

Bir kadın bir çocuğu beş veya daha az sayıda veya iki yaşında mı yoksa iki yaşından sonra mı emzirdiği hususunda şüpheye düşer­se, mahremiyet sabit olmaz. İkinci mesele (çocuğu iki yaşında mı yoksa iki yaşından sonra mı emzirdiği) hakkında bir görüş veya bir vecih vardır. Yani mahremiyet sabit olur.

Emziren kadın çocuğun süt annesi, sütün sahibi olan erkek de süt babası olur. Meydana gelen mahremiyet, süt emen çocuğun ço­cukları için de sabit olur.

Bir kimsenin beş tane müstevlede cariyesi veya dört karısı ile bir ümmü veledi olur da bir çocuk her birinden bir defa süt emerse,en sahih kavle göre o kişi çocuğun süt babası olur. Kendileri ile cin­sel ilişkide bulunduğu için bu kadınlar çocuğun mahremi olurlar. Şayet bu beş müstevlede cariyenin yerine, çocuk o şahsın beş kızı ve­ya beş kız kardeşinin sütünü emmiş olursa, çocukla o kişi arasında en sahih kavle göre mahremiyet oluşmaz.

Emziren kadının nesepten olan babası veya süt babası, emzir­diği çocuğun süt dedesi olur. Nesepten annesi ve süt annesi de çocu­ğun ninesi olur. Nesepten olan çocukları ve süt çocukları emzirdiği çocuğun erkek veya kız kardeşi olurlar. Emziren kadının kız kardeş­leri onun teyzesi ve erkek kardeşleri de onun dayısı olur. Süt ba­basının babası, çocuğun süt dedesi olur. Süt babasının kardeşleri onun amcası olur. Geriye kalan diğer akrabalar ise buna kıyas edilir.

Kendisine çocuk nispet edilen erkeğin kendisi sebebi ile nikah veya şüpheli cinsel ilişki sonucu memeye süt inmiş olmalıdır (kendisi sebebi ile kadının memesine süt inen kimse süt sahibidir). Ancak zi­na nedeni ile kadının memesine inen sütle süt babalığı sabit olmaz.

Bir kimse lian yolu ile çocuğun kendisine ait olmadığını söyler­se, sütün de kendisine ait olduğunu reddetmiş olur.

Bir kimse nikahlı bir kadınla şüphe sonucu cinsel ilişkide bu­lunur veya iki kişi şüphe sonucu onunla cinsel ilişkide bulunur da kadın bir çocuk doğurursa, benzerliklerden anlayan (kaif) veya bir başkası çocuğu hangisine nispet ederse süt de ona ait olur.

Kendisine süt nispet edilen koca ölür veya karısını boşarsa, nispet edilen süt kesilmiş olmaz. Araya her ne kadar uzun bir müd­det girse ve süt kesilip bir daha iade olunsa da hüküm aynıdır.

Bir kimse ölür veya karısını boşar da kadın bir başkası ile ev­lenir ve bir çocuk doğurursa, doğumdan sonraki süt ikinci kocaya aittir. Doğumdan önceki süt ise birinci kocaya aittir. Ancak bu son şık için ikinci kocaya ait hamlin sütünün belli olduğunu gösteren vaktin girmemiş olması şarttır. Keza vakit girmiş olsa da yine süt bi­rinci kocaya aittir. Bir kavle göre ise ikinci kocaya aittir. Bir başka kavle göre ise süt her iki kocaya ait olur.

  1. Süt Emmenin Nikahtan Sonra Ortaya Çıkması

Bir kimsenin nikahında iki yaşından küçük bir kız olur da erkeğin annesi veya kız kardeşi veya diğer bir karısı onu emzirirse, ni­kahı fesholur ve kız mehrin yarısını hak eder. Kocanın da emziren­den mehri misilin yarısını alma hakkı olur. Bir kavle göre ise emzir­me için izin vermemişse, mehrin tümünü alma hakkı olur. Küçük olan nikahlı kız, uykuda olan bir kadının sütünü emerse, kadının zararı ödeme hakkı yoktur. Emen de mehir iddiasında bulunamaz.

Bir kimsenin nikahında biri büyük diğeri küçük olmak üzer iki karısı varsa ve büyük karının annesi küçük kadını emzirirse, küçük kadının nikahı fesholur. Keza en zahir kavle göre, büyük kadının da nikahı fesholur. Koca ikisinden dilediğini yeniden nikahlar. Küçük kadına ait mehrin hükmü ile emziren kadının zararı ödeme hükmü yukarıda açıklandığı gibidir. Keza cinsel ilişkide bulunmamış ise, büyük kadının mehri ile ilgili hüküm de böyledir. Şayet kocası ken­disi ile cinsel ilişkide bulunmuşsa, en zahir kavle göre mehri misili emzirenden alabilir. Kocanın büyük karısından olan kızı küçük karısını emzirirse, büyük karısı ebedi olarak kendisine haram olur. Keza büyük karısı ile gerdeğe girmiş ise küçük karısı da kendisine ebedi olarak haram olur.

Bir kimsenin nikahında küçük bir kadın olur da onu ric’i talâkla boşar ve büyük karısı onu emzirirs onun süt annesi olur. Her ikisi de ebedi olarak kocalarına haram olur.

Bir kimse karısını boşar da küçük yaştaki birisi onu nikahlar­sa ve boşanmış olan kadın birinci kocanın sütü ile bu küçük kocasını emzirirse, ilk kocasına haram olur ve küçük kocasına da ebedi ola­rak haram olur.

Ümmü veledin sahibi, küçük kölesi ile evlenir ve onu efendisi­nin sütü ile emzirirse, cariye her ikisine de haram olur.

Efendisinin kendisi ile gerdeğe girdiği cariyesi nikahı altında bulunan küçük karısını efendisine veya başkasına ait süt ile emzi­rirse, hem cariye hem de küçük kadın efendiye haram olur.

Bir kimsenin biri küçük diğeri büyük iki karısı olur ve büyük karısı küçük karısını emzirirse nikahları fesholur. Büyük karısı ken­disine ebedi olarak haram olur. Keza küçük kadının emdiği süt ko­casına ait ise o da kendisine ebedi olarak haram olur. Süt kocasına ait değilse karısının kızı olur.

Bir kimsenin nikahında biri büyük üçü küçük dört karısı bu­lunsa ve büyük olanı küçük kadınları emzirirse, kocasına ebedi ola­rak haram olur. Keza küçük karıları da kendisine haram olurlar. An­cak büyük karısı onları kocasının veya başkasının sütü ile emzirmiş ve kocasiyle gerdeğe girmiş olmalıdır. Aksi halde kocalarına haram olmazlar. Şayet sütü boğazlarına beş defa dökmek sureti ile her üçünü beraber emzirirse (kız kardeş olmaları nedeni ilej nikahları fesholur. Ancak kocalarına ebedi olarak haram olmazlar. Şayet sıra ile emzirmiş ise mutlak şekilde kocalarına ebedi haram olmazlar. Bi­rincisinin ve üçüncüsünün nikahı fesholur. Üçüncüsünü emzirmek­le ikincisinin nikahı fesholur. Bir kavle göre ise ikincisinin nikahı fesholmaz.

Bir kimsenin nikahında iki küçük karısı olur da yabancı bir kadın onları sırayla emzirirse, her ikisinin mi yoksa ikincisinin mi, nikahı fesholur bu konuda farklı iki görüş vardır: Bir kavle göre ikincisinin, en zahir kavle göre her ikisinin nikahı fesholur.

  1. Süt Emmenin Sübutu

Bir kimse: “Hint süt kızımdır veya süt kız kardeşimdir.” derse veya bir kadın: “Falan erkek süt kardeşimdir.” derse, birbirleri ile evlenmeleri haram olur.

Karı ve kocanın aralarında emişmenin oluştuğunu haber ve­rirlerse, birbirinden ayrılırlar. Gerdeğe girmişlerse, müsemma me­hir düşer ve kadının mehri misil alması vacibtir.

Koca: “Benimle karım arasında süt emme mevcuttur.” diye id­dia eder de kadın bunu inkar ederse, nikahları feshedilir. Kadın ko­cası ile gerdeğe girmişse, kendisi için mehri müsemma vardır. Ger­değe girmemişlerse kendisi için mehrin yarısı vardır.

Kadın kocası ile arasında emişine olduğunu iddia eder de, ko­cası bu iddiayı inkar eder ve kadın rızası ile evlenmişse, kocanın sözü yemini ile birlikte doğrulanır. Kadın rızası ile evlenmemişse, en sahih kavle göre kadının sözü doğrulanır ve gerdeğe girmişlerse kadın için mehri misil vardır. Şayet gerdeğe girmemişlerse kadın bir şey hak edemez.

Süt emmeyi inkar eden kişiye bu konuyu bilmediğine dair kendisine yemin verdirilir. İddia edene de konudan haberdar olduğuna dair yemin verdirilir.

Rada’, iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının veya dört kadının şahitlik etmesiyle sabit olur. Fakat rada’ı ikrar etmek, iki erkeğin şahitlik etmesiylei sabit olur.

Emziren kadının emzirme ücreti talep etmemesi ve emzirdiği­ni belirtmemesi şartı ile şehadeti kabul edilir. Keza “Ben onu emzir-dim.” diyerek çocuğu emzirdiğini belirtse de en sahih kavle göre hüküm aynıdır. En sahih kavle göre süt emmeye şahitlik etmek mahremiyet için kafi değildir. Belki şahit emme vaktini, emme sayısını ve sütün emen çocuğun midesine ulaştığını söylemelidir. Sütün mideye ulaşması ise sütün sağıldığını, çocuğun boğazına döküldüğünü ve çocuğun sütü yuttuğunu görmek veya sütün mide­ye ulaştığını gösteren bir delilin bulunması ile olur. Örneğin; kadının süt sahibi olduğunu bildikten sonra çocuğun memeyi ağzı­na alarak emmesi ve yemek borusunun sütü yutmak ve sıkmak se­bebi ile hareket etmesi gibi.

K. NAFAKA

  1. Evlilik Nafakası

Koca birinci derecede zengin ise karısına her gün iki müd, yok­sul ise bir müd ve mali durumu ikinci derecede ise bir buçuk müd yi­yecek vermesi farzdır.

Tartı olarak bir müd, yüz yetmiş üç tam ve bir dirhemin üçte biri (173+1/3) ağırlığmdadır. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, bir müd yüz yetmiş bir tam ve yedide üç (171+7/3 ) dirhem kadardır. Allah daha iyi bilir.

Zekât miskini fakir sayılır. Miskinden üstün olana iki müd na­faka vermesi teklif edilirse orta halli miskin derecesine iner. İki müd nafaka vermekle miskin derecesine inmezse musir (varlıklı) sayılır.

Nafakanın belde halkının genelde kullandığı gıda maddesin­den verilmesi vacibtir. Ben diyorum ki, belde halkının kullandığı na­faka çeşitli ise, kocanın kendi durumuna uygun olan nafakayı vermesi vacibtir. Birinci derecede zenginlik, fakirlik ve ikinci derecede zenginlik her gün fecrin doğuşuna göre nazarı itibara alınır. Allah daha iyi bilir.

Koca, tahılı tane olarak vermelidir. Keza en sahih kavle göre buğdayı değirmene götürmesi ve unu ekmek yapması kocanın göre­vidir. Taraflardan biri tahılın yerine bedelini talep eder de diğeri is­temezse icbar yapılmaz. Şayet kadın kendisine verilmesi vacib olan nafakanın bedelini isterse, en sahih kavle göre caizdir. Ancak mez­hep alimlerince kabul edilen rivayete göre, tahıl yerine ekmek veya un isterse caiz olmaz.

Kadın, örfe göre kocası ile birlikte yemeğini yerse, en sahih kavle göre nafaka hakkını kaybeder. Ben diyorum ki, kadın reşide değilse ve kocası ile birlikte yemek yemesi için velisi ona izin ver­mezse, nafaka hakkını kaybetmez. Allah daha iyi bilir.

Kocanın karısına nafaka ile birlikte yağ, tereyağı, peynir ve hurma gibi beldenin alışıla gelen katığından vermesi vacibtir. Bu katık mevsimlere göre değişebilir. Hakim, katığı kendi görüşüne göre takdir eder. Hakimin takdiri, kocanın zenginlik ve fakirlik du­rumuna göre değişir. Kocanın zenginlik ve yoksulluğu oranında bel­denin örfüne göre karısına et vermesi vacibtir.

Kadın, ekmeği katıksız yerse de kocası kendisine katık verme­si gerekir.

Kocanın her mevsimde karısına yetecek kadar gömlek, şalvar, başörtüsü ve ayakkabı gibi giysileri vermesi vacibtir. Kış mevsimin­de onu soğuktan koruyacak manto gibi bir elbise ilâve eder. Giysi maddesi pamuk olmalıdır. Beldenin örfüne göre kocanın emsali kim­seler kadınlarına ketenden veya ipekten elbise giydiriyorlarsa, en sahih kavle göre bu maddelerden alması vacibtir.

Halı, keçe ve hasır gibi gerekli sergileri, keza en sahih kavle göre uyku için gerekli olan yatak, kış mevsiminde yastık ve yorgan alması da vacibtir.

Tarak ve başa sürülen yağ gibi temizlik malzemelerini, banyo için lazım olan kapları, koltuk altı vb. yerlerin nahoş kokularını gi­derici ilâçları alması gerekir. Kocanın sürme, kına, süs aletleri ile te­davi için ilâç alması, doktor ve kupa vurdurma ücretini ödemesi vacib değildir. Kadın hasta olarak geçirdiği günler için nafaka ve katık isteyebilir.

En sahih kavle göre, yöre halkının adetine göre hamam ücre­tini, gusül ve nifastan yıkanması için gereken suyun ücretini ödeme­si vacibtir. En sahih kavle göre ise, hayız ve ihtilâmdan yıkanması için gerekli olan suyun ücretini koca ödemek mecburiyetinde değil­dir.

Kocanın yeme, içme ve yemek pişirme aletlerini alması gerekir. Örneğin; yemek pişirmek için çömlek; yemek servisi için çanak; su için testi ve küp alması vacibtir. Kadına uygun bir ev temin etmeli­dir. Evin kocanın mülkü olması şart değildir.

Kadının kendi kendine hizmet etmesi uygun değilse, kocasının kendisine bir hizmetçi tutması vacibtir. Bu hizmetçinin kocaya ait hür bir kadın, bir cariye, ücretli bir kadın olması veya kadınla bir­likte olup ücreti ödenen hür bir kadının veya bir cariyenin olması şarttır. Koca ister zengin, ister fakir, ister köle olsun hizmetçi tut­masının hükmü böyledir.

Koca, karısına ücretle bir kadını veya cariyeyi hizmetçi tutar­sa, ücretten başka bir şey vermesi gerekmez. Koca kendi mülkiye­tinde olan cariye ile hizmetini gördürürse, mülkü olması sebebi ile ona sadece infakta bulunur.

Kadının arkadaşı onun hizmetini görürse, koca karısına verdi­ği nafakanın aynısını ona da vermelidir. Nafaka, fakir koca için bir müddür. Keza orta halli olan için de en sahih kavle göre bir müddür. Zengin koca için ise, bir tam ve üçte bir müd (1.1/3) kadardır.

Giysiye gelince, kocanın hizmetçiye uygun olan elbiseleri ver­mesi gerekir. Keza en sahih kavle göre hizmetçiye, karısına verdiği katığın aynısını verir. Temizlik malzemelerini vermek mecburiye­tinde değildir. Şayet hizmetçi fazla kirlenir ve bitler kendisini ra­hatsız ederse, bitleri izale edecek şeyleri vermesi vacibtir. Şayet kadın örf ve adete göre kendi işlerini kendisi gören kadınlardan ise ve hastalık veya bir sakatlık sebebi ile hizmetçiye ihtiyaç duyarsa, kocasının ona hizmetçi tutması vacibtir. Cariye olan karısına hiz­metçi tutmakla yükümlü değildir. Kadın hüsün sahibi ise bir veçhe göre hizmetçi tutması vacibtir.

Kocanın meskeni karısına temlik etmesi vacib değildir. Fakat yiyecek gibi harcanıp giden şeyleri karısının mülkiyetine geçirmeli­dir. Kadın, mülkiyetine geçirdiği şeylerde dilediği gibi tasarrufta bu­lunur. Ancak kendisine zarar gelecek şekilde cimrilik yaparsa kocası onu bu tasarruftan men eder. Giysi, yemek kapları ve tarak gibi fay­dası devam eden şeyleri de kadının mülkiyetine geçirir. Zayıf kavle göre bu eşyalar da mesken gibi kendilerinden faydalanılan eşya­lardır.

Koca, yazlık ve kışlık giysileri mevsimin ilk günlerinde verir. Giysiler kocanın bir hatası olmaksızın aynı mevsimde telef olur ve bu eşyalar kadının mülküdür dememiz halinde, koca telef olan giy­silerin yerine başkasını almakla yükümlü olmaz. Kadın aynı mev­simde vefat ederse, koca verdiği elbiseleri geri isteyemez.

Koca giysileri ait olduğu mevsimde vermezse zimmetinde borç olarak kalır.

  1. Nafakanın Vacib Olmasının Şartları

imam’m son kavline göre, kadın kocasına teslim olursa nafa­kası vacib olur. Sadece nikah akdi ile nafakası vacib olmaz.

Kadın, kocasına hazırlandığını söyler de kocası bunu inkar ederek anlaşmazlığa düşerlerse, koca yemini ile birlikte doğrulanır. Kadın bir müddet kendini kocasına teslim etmezse, geçen zamanın nafakasını vermekle yükümlü olmaz. Kadın teslim olursa, koca bu haberi aldığı andan itibaren kendisine kadının nafakası vacib olur. Koca kayıp ise, haberi kendisine ulaştırması için hakim kocanın bu­lunduğu beldenin hakimine yazı yazar. Koca kendisi gelir nafakayı teslim eder veya nafakanın teslimi için bir vekil tayin eder. Koca bu şekilde hareket etmez ve haberi kendisine ulaşma zamanı geçerse, artık hakim nafakayı takdir eder.

Deli ve murahikin (on iki yaşma gelmiş çocuğun) durumuna gelince, velileri onları kocalarına teslim etmesine itibar edilir.

Kadının asiliği, bir mazeret olmaksızın kocasının kendisine do­kunmaya mani olmak şeklinde olsa bile nafaka hakkını kaybeder. Ancak kadın cinsel ilişkiye dayanamaz veya hasta olup ilişki kendi­sine zarar verirse, bu mazeretler nedeni ile nafaka hakkını kaybedemez. Kadın kocasından izin almadan evden çıkarsa nâşize sayılır. Fakat göçük altında kalmaktan korkarak evden ayrılırsa nâşize ol­maz. Kadın kocasının izni ile kendisi ile birlikte sefere çıkar veya ko­casının işi için tek başına sefere çıkarsa nafaka hakkını kaybetmez. Ama kendi işi için sefere çıkarsa, en zahir kavle göre nafaka hakkını kaybeder.

Kadın nâşize (kocaya itaatsizlik) olup evden çıkıp gider ve ko­cası da gaip ise ve kocasına itaat edip geri dönerse, en sahih kavle göre nafakası vacib olmaz. Bu durumda nafakanın vacib olmasının yolu şudur: Daha önce açıklandığı gibi hakim, kocanın bulunduğu beldenin hakimine durumu yazarak bildirir.

Kadın kocası gaip iken ziyaret vb. bir sebeple evden ayrılırsa, nafaka hakkını kaybedemez.

En zahir kavle göre küçük yaştaki kadının nafakası kocasına vacib olmaz. Büyük yaştaki kadının nafakası küçük yaştaki ko­casına vacib olur.

Kadın kocasından izin almaksızın hac veya umre için ihrama girer de ihramdan çıkmazsa nâşize sayılır, ihramdan çıkabilirse evinden ayrılmadıkça nâşize sayılmaz. Kendi işi için veya izin alarak sefere çıkarsa, evinden ayrılmadıkça nafakayı hak eder.

Koca, karısını nafile oruç tutmaktan men ettiği halde oruç tu­tarsa, en zahir kavle göre kadın nâşîze sayılır. En sahih kavle göre, geniş süreli kaza orucunun hükmü, nafile orucun hükmü gibi olup onu kaza orucunu tutmaktan men edebilir. Farz olan namazları ilk vakitte kılmak için acele ederse, kocası ona mani olamaz. Revâtib sünnetlerin hükmü de böyledir.

Ric’i talâkla boşanmış kadının nafakası vacibtir. Ancak temiz­lik masrafı kocasına vacib değildir.

Koca ric’i talâkla boşadığı karısının hamile olduğunu zannede­rek ona nafaka verir de sonra hamile olmadığı anlaşılırsa, iddeti bit­tikten sonra sarf ettiği nafakayı geri alabilir.

Hamile değilken, hul’ yolu ile bain talâkla veya üç talâkla bo­şanan kadının nafakası ve giysisi kocasının üzerine vacib değildir. Ancak boşanan kadın hamile ise, hamlinden dolayı hem nafakası hem de giysisi kocası üzerine vacib olur. Bir kavle göre ise nafaka cenin sebebi ile vacib olur. Birinci görüşe göre (hamilelik sebebi ile na­fakanın vacib olması) şüphe sonucu veya fâsid nikaha dayanılarak kendisi ile yapılan cinsel temastan dolayı hamile olan kadının nafa­kası vacib olmaz. Ben diyorum ki; vefat iddetini bekleyen kadın için nafaka yoktur. Her ne kadar hamile de olsa hüküm böyledir. Allah daha iyi bilir.

İddet nafakası, nikah altında bulunan kadın için olan nafaka kadar takdir edilmiştir. Bir kavle göre vacib olan iddet nafakası, ki­fayet edecek miktardır. Kadının hamileliği belli olmadan kocanın ona nafaka vermesi vacib değildir. Hamileliği belli olunca nafakanın her gün verilmesi vacibtir. Bir kavle göre kadının doğum yaptığı es­nada bir defada verilmesi vacibtir.

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kocanın verme­diği günlerin nafakası zamanın geçmesi ile sakıt olmaz.

3- Kocanın Karısına Nafaka Vermekten Aciz Kalması

Koca karısına nafaka vermekten aciz kalır ve kadın buna kat­lanıp sabrederse, kadın için kesinleşen nafaka kocanın zimmetinde borç kalır. Ama sabretmezse, en zahir kavle göre evliliği feshedebi­lir. En sahih kavle göre zengin olan koca nafakayı vermezse, hazır veya kayıp olsun nikah feshedilmez. Şayet koca hazırda olup malı kendisinden uzakta ise ve malın bulunduğu uzaklık namazı kısalt­mayı gerektiren sefer mesafesi kadar ise, kadın nikahı feshedebilir. Ama sefer mesafesinden az ise, nikahı feshetme hakkına sahip ola­maz. Nafakayı getirmesi için kocasına emredilir.

Bir kimse, kadının kocası yerine onun nafakasını karşılarsa, bunu kabul etmek mecburiyetinde değildir. Koca çalışıp mal kazan­maya muktedir ise bunun hükmü, malı olan kocanın hükmü gibi olup kadın nikahı feshedemez.

Koca, yoksul olup nafakayı vermekten aciz kalırsa, kadın ni­kahı feshetme hakkına sahip olur. Giysiyi vermekten aciz olan ko­canın hükmü, nafakayı vermekten aciz kalan kocanın hükmü gibi­dir. Keza en sahih kavle göre katık ve meskeni vermekten aciz kalan kocanın hükmü de böyledir. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, katığı vermemek nikahı feshetmeye manidir. Allah daha iyi bilir.

422Koca mehri vermekten aciz kalırsa, bu konuda farklı birkaç görüş vardır: En zahir kavle göre kadın gerdeğe girmeden önce nikahı feshetme hakkına sahiptir. Gerdeğe girdikten sonra feshede-mez.

Kocanın yoksulluğu hakim tarafından tespit edilmedikçe kadın nikahı feshedemez. Hakim nikahı fesheder veya nikahı fes­hetmesi için kadına izin verir. Kocanın yoksulluğu sebebi ile nikahın feshi tespit edildikten sonra bir kavle göre nikah feshedilir. En zahir kavle göre, kocaya üç gün mühlet verilir ve dördüncü günün sa­bahında kadın nikahı feshedebilir. Şayet koca, sadece dördüncü günün nafakasını teslim ederse, aradan geçen zaman sebebi ile kadın nikahı feshedemez.

Kadın iki günü nafakasız geçirir ve koca üçüncü ve dördüncü günün nafakasını da vermekten aciz kalırsa, kadın dördüncü günü ilk iki güne ilâve eder ve beşinci günün sabahında nikahı feshetme hakkına sahip olur. Zayıf kavle göre yeniden üç günü beklemeye baş­lar. Kocaya tanınan mühlet süresince nafakasını temin etmek için kadının evinden dışarıya çıkabilir. Fakat geceleyin evine dönmesi şarttır.

Kadın kocasının yoksulluğuna razı olur veya kocasının yoksul olduğunu bildiği halde nikahı akdederse sonradan nikahı feshedebi­lir. Fakat kocasının mehri vermekten aciz olduğunu bilir ve buna razı olursa sonradan nikahı feshedemez. Küçük ve deli kadının ko­cası mehir ve nafakayı vermekten aciz kalırsa velinin nikahı feshet­me hakkı olmaz.

Kocası nafaka vermekten aciz kalan cariye nikahı feshedebilir. Cariye, kocasının yoksulluğuna razı olursa, en sahih kavle göre efendinin nikahı feshetme hakkı olmaz. Ancak cariyeye nafaka ver­memek ve ona “Nikahını feshet veya aç kal.” diyerek nikahı feshet­meye icbar edebilir.

  1. Akraba Nafakası

Her ne kadar yukarıya doğru çıksa da ana ve babanın nafakası çocuklarına ve -her ne kadar aşağıya doğru inse de- çocukların nafa­kası anne ve babasına vacibtir. Ana-baba ve çocuklarının dinleri ayrıda olsa hüküm böyledir. Akraba nafakasının vacib olmasının şartları şunlardır:

Nafakayı veren kendi şahsının ve aile efradının bir günlük na­fakasından fazla bir malı olacak şekilde zengin olmalıdır. Borç için satılan akar vs. şeyler akrabaların nafakasını temin etmek için de satılır. En sahih kavle göre çalışıp kazanan kimsenin nafakayı ka­zancından vermesi lazımdır. Kifayet miktarı nafakaya malik olanın veya nafakasını çalışıp kazanan kimsenin nafakası akrabasının üze­rine vacib değildir.

Fakir ve kazanmayan akraba sakat, küçük veya deli ise nafa­kası vacib olur. Ancak çalışmaya muktedir olup çalışmayan akra­banın nafakası hususunda farklı birkaç görüş vardır: En iyi olan na­fakanın vacib olmasıdır. Üçüncü kavle göre ise asıl olan akraba (ana-baba) nafakasının vacib olmasıdır. Çocukların nafakası ise vacib ol­maz. Ben diyorum ki, üçüncü görüş ezher görüştür. Allah daha iyi bilir.

Akraba nafakası, kifayet miktarı kadar vacib olur. Nafakanın zamanı geçip donarsa bu nafaka kişinin zimmetinde borç olmaz. An­cak hakim nafakayı tayin eder veya kişi kayıpta olur da borç kal­masına izin verir veya koca nafakayı vermekten imtina ederse kişi­nin zimmetinde borç olur.

Anne doğumun ilk anında gelen süt ile çocuğunu emzirmekle mükelleftir. Bu ilk sütten sonra çocuğu annesinden veya yabancı bir kadından başka emziren kimse yoksa, çocuğu annesi veya yabancı kadının emzirmesi vacibtir. Çocuğu emziren bir kadın varsa, çocu­ğunu emzirmesi için annesi mecbur edilemez.

Kadın kocasının nikahı altında olup çocuğunu emzirmek ister­se, en sahih kavle göre kocası onu çocuğu emzirmekten men edebi­lir. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, kocasının onu emzirmekten men etme hakkı yoktur. Alimlerin çoğu bu görüşün sahih olduğunu söylemişlerdir. Allah daha iyi bilir.

Anne çocuğunu emzirmek üzere kocası ile anlaşır ve ücreti mi­sil isterse, kocasının bu ücreti kabul etmesi lazımdır. Kadın ücreti misilden fazla ücret isterse koca kabul etmeyebilir. Keza yabancı bir kadın sütünü çocuğa teberru eder veya ücreti misilden az bir ücrete razı olursa, en zahir kavle göre koca karısının teklifini kabul etmeyebilir.

Bir kimsenin aynı derecede iki çocuğu olursa, nafaka ikisine de vacib olur. Her iki çocuk aynı derecede değillerse, en sahih kavle göre yakın derecede olan nafakayı verir. Akrabalıkta eşit iseler, en sahih kavle göre mirasçı olma durumlarına göre nafakayı vermekle yükümlü olurlar. İkinci kavle göre ise önce mirasçı olana sonra ak­raba olana vacibtir.

Nafaka vermekle yükümlü iki mirasçı nafakayı eşit oranda mı? Yoksa miras paylarına göre bölüşerek mi verecekler? Bu meselede iki farklı vecih vardır: Mutemet veçhe göre nafakayı miras payları itibarı ile bölüşerek verirler.

Anne ve babası olan küçük çocuğun nafakası babasına aittir. Zayıf kavle göre çocuk baliğ ise her ikisi ona nafaka vermekle yükümlü olur.

Çocuğun dedeleri veya nineleri varsa ve bir başkası vasıtası ile çocuğa akraba oluyorlarsa, en yakın akrabası nafaka vermekle yükümlüdür. Biri başkası vasıtası ile çocuğa akraba olmuyorsa, yakın akrabası nafaka vermekle yükümlü olur. Bir kavle göre çocu­ğa mirasçı olan nafaka vermekle yükümlüdür. Bir başka zayıf kavle göre ise çocuğun malı üzerinde velayet hakkı olan kişi nafaka ver­mekle yükümlüdür.

Bir kimsenin aslı ve fer’i mevcut ise en sahih kavle göre nafa­kası fer’ine ait olur. Her ne kadar uzak akraba ise de hüküm böyle­dir. Bir kimsenin kendisine muhtaç iki akrabası varsa, önce karısı sonra yakın akrabaları öne alınır. Zayıf kavle göre kendisine mirasçı olan öne alınır. Bir başka zayıf kavle göre ise kendisinin usulü olan velisi öne alınır.

  1. Hidane (Çocuğun Besletilip Büyütülmesi)

Hidane, kendini idare edemeyen küçük çocuğu kendisine zarar veren şeylerden korumak ve terbiye etmektir.

Kadınlar hidane hakkına daha layıktır. Çünkü onlar erkeklere nazaran terbiye hususunda daha güçlü ve dirayetlidir. Hidane hakkı, kadınlardan öncelikle anneye verilir. Sonra kadınlardan her ne kadar yukarıya doğru çıksa da anneanneler gelir. Bunlardan da öncelik hakkı yakın akrabalarındır, imam’m son kavline göre bun­lardan sonra öncelik hakkı baba annenindir. Sonra kadınlardan her ne kadar yukarıya doğru çıksa da baba annenin annesi gelir. Sonra aynı şekilde babanın babaannesi gelir. Sonra aynı şekilde dedenin baba annesi gelir, imam’m ilk kavline göre çocuğun kız kardeşleri ve teyzeleri, onlardan (babaanne, dede ve anneden) önce gelir. Kız kar­deşler teyzelerden önceliklidir. Teyzeler de erkek ve kız kardeşin kızlarından önceliklidir.

Erkek ve kız kardeşin kızları haladan önceliklidir. Öz kız kar­deş, baba veya anne bir kız kardeşten önce gelir. En sahih kavle göre baba bir kız kardeş, anne bir kız kardeşten önce gelir. Baba bir tey­ze ve hala, anne bir teyze ve haladan önce gelir.

Miras hakkı olmayan ninelerin hidane hakkı olmaz. Ancak teyze kızı gibi mahrem olmayan kadınların hidane hakları vardır.

Mirasçı olan tüm mahrem (baba, dede gibi) erkeklerin miras­taki sıraya göre hidane hakları vardır. Keza en sahih kavle göre am­ca çocuğu gibi mahrem olmayan mirasçı erkeklerin de hidane hak­ları vardır.

Mahrem olmayan amca oğluna, şehvet çağma gelmiş kız çocu­ğu teslim edilemez. Ancak amca oğlunun yardım edeceği kızı gibi güvenilir bir kadına teslim edilebilir.

Hidane hakkına sahip akrabalarda miras ve mahremiyet sıfatı, ikisi birlikte yoksa veya mahremiyet sıfatı olur da mirasçı olma sıfatı yoksa, en sahih kavle göre bunlar hidane hakkına sahip olmazlar.

Küçük çocuğun bakımına sahip erkek ve kadın akrabalar bir arada bulunurlarsa, öncelik hakkına annesi sahiptir. Sonra sırası ile anneanne… gelir. Sonra baba gelir. Zayıf kavle göre ise anne bir ha­la ve kız kardeş babadan önce gelir. Usul olan akrabalar hevaşi olan akrabalardan önce gelirler. Usul akrabalar yoksa, en sahih kavle göre önce yakın akrabalar gelir. Yakın akrabalar da yoksa, kadın ak­rabalar erkek akrabalara tercih edilir. Akrabalardan erkek veya kadın aynı derecede iseler aralarında kura çekilir.

Köle, deli, fasık ve kafir akrabanın müslüman çocuğa karşı hi­dane hakkı yoktur. Çocuğun babasının nikahı altında bulunmayan

kadının da hidane hakkı olmaz. Meğer ki çocuğun yanma almasına kocası razı olursa. Ancak annesi, amcasının oğlu ve babadan olan kardeşinin oğlu gibi bir akrabası ile evli ise, en sahih kavle göre kadının hidane hakkı devam eder. Şayet çocuğu yanına alan kadın süt sahibi ise en sahih kavle göre çocuğu emzirmesi de şarttır. Nakıs olan kadın kemale ererse (kafir olan kadının İslam’a dönmesi gibi) veya nikahlı olan boşanirsa hidane hakkı devam eder.

Bir çocuğun annesi mevcut değilse veya ona bakmaktan sakınırsa, en sahih kavle göre hidane hakkı anneanneye geçer. Bu hükümlerin tümü mümeyyiz olamayan çocuk ile ilgili hükümlerdir. Mümeyyiz olan çocuğa gelince bu, anne ile babası arasındaki nikah akdi kalkan ve dilediğinin yanında kalmayı tercih eden çocuk­tur. Anne veya babasından biri deli, kafir, köle veya fasik ise veya annesi yabancı biriyle evli ise hidane hakkı diğerine geçer. Şayet an­nesi ve dedesi mevcut ise, dilediğinin yanında kalabilir. Keza en sa­hih kavle göre annesi, kardeşi veya amcası ile bir arada bulunursa veya babası, kız kardeşi veya teyzesi ile bir arada bulunursa, çocuk dilediğinin yanında kalabilir. Bunlardan birini tercih eder de sonra başka birinin yanında kalmayı isterse istediği kişiye teslim edilir.

Erkek çocuk babasının yanında kalmayı tercih eder de annesi­ni ziyaret etmek isterse, babası buna mani olamaz. Kız çocuk anne­sini ziyaret etmek isterse, babası buna mani olabilir. Kadın ziyaret amacı ile erkek veya kız çocuğunu görmek isterse kocası buna mani olamaz. Ziyaret bir kaç günde bir defa olur. Çocuklar (erkek veya kız) hastalanırsa, annelerinin onlara bakıcılık yapması daha iyidir. Ancak babalarının, kendi evinde onlara bakmaya razı olması şarttır. Baba buna rıza göstermezse, anneleri kendi evinde onlara bakar.

Erkek çocuk annesinin yanında kalmayı tercih ederse, gece an­nesinin yanında kalır. Gündüz ise babasının yanma gider ki, terbi­yesini versin veya okula göndersin veya öğrenmesi için bir sanat er­babına göndersin. Kız çocuk annesinin yanında kalmayı tercih eder­se, gece gündüz annesinin yanında kalır. Bu durumda babası onu örf ve adete göre ziyaret eder. Çocuk her ikisinin yanında kalmayı ter­cih ederse, aralarında kura çekilir. Hiç birini tercih etmezse, annesi­nin yanında kalması daha iyidir. Zayıf kavle göre ise aralarında ku­ra çekilir.

Anne veya babadan biri bir ihtiyaçtan dolayı sefere çıkarsa, mümeyyiz olan veya olmayan çocuk, sefere çıkan dönünceye kadar diğerinin yanında kalır veya onlardan biri nakil (başka beldeye taşınmak) sebebiyle sefere çıkarsa, çocuk için yolun veya nakil yapılan beldenin emniyetli olması şartı ile babasının yanında kal­ması evladır. Zayıf kavle göre sefer mesafesi namazı kısaltma mesa­fesi kadar olmalıdır. Sefere çıkma meselesinde asabe olan mahrem­lerin hükmü, baba ile ilgili hükümler gibidir. Keza erkek olan çocuk için amca oğlu hakkındaki hüküm de aynıdır. Kız çocuğu ise am­casının oğlu ile sefere çıkamaz. Ancak amcasının oğlu ile birlikte kızı olursa kızına teslim edilir.

  1. Kölenin Nafakası

İster kör ve kötürüm olsun, ister müdebber ve müstevlede ol­sun, efendinin malik olduğu köleye belde kölelerinin çoğunlukla azıklandıkları gıdadan kifayet miktarı nafaka ve giysi vermesi vacib-tir. Katık ve giysinin de belde kölelerinin çoğunlukta kullandığı katık ve giysilerden olması vacibtir. Giysinin avret yerlerini örtecek kadar olması yeterli değildir.

Efendinin kölesinin hoşlandığı yemeği, katığı ve giysiyi verme­si sünnettir. Donup geçen zamanın nafakası vacib olmaz.

Efendi nafakayı vermekten sakınır veya geciktirirse, hakim ona ait malı satarak nafakayı temin eder. Malı yoksa, kendisine köleyi satmasını veya azad etmesini emreder.

Cariyenin kendi çocuğunu emzirmesi için efendisi onu mecbur eder. Keza sütü fazla ise, başkasının çocuğunu emzirmesine, çocuk iki yaşma girince zarar görmezse, onu sütten kesmesine veya iki yıl­dan sonra da çocuğu emzirmesine mecbur eder.

Hür olan kadın, iki yıl boyunca çocuğunu emzirme hakkına sa­hiptir. Çocuk iki yılım doldurmadan annesinin veya babasının onu sütten kesme hakkları yoktur. Fakat çocuğa her hangi bir zarar do­kunmazsa onu sütten kesebilirler. Çocuk iki yaşını doldurduktan sonra onu sütten kesebilir ve iki yıldan fazla onu emzirebilirler.

Efendi kölesine ancak yapabileceği işi teklif edebilir. İkicinin de rızası olması şartı ile efendinin kölesinden muharece istemesi caizdir. Muharece, kölenin efendisine günlük veya haftalık kazancının beli miktarından verdiği haraçtır.

Kişinin sahip olduğu hayvanına yem vermesi ve su içirmesi va-cibtir. Şayet hayvanına yem vermekten çekinirse, eti yenen hayvanı satması veya yemini vermesi veya onu kesmesi için icbar edilir. Eti yenmeyen hayvanı isesatması veya yemini vermesi için icbar edilir. Yavrusunun zarar görmesi halinde sütünü sağamaz.

Kanal ve ev gibi canlı olmayan şeylerin onarımı sahipleri ta­rafından yapılması vacip değildir.

Hayat Rehberi

Nikah

Açıklamalı Minhac Tercümesi (Şafii İlmihali) – İmam Nevevi | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.