Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 22°C
Açık
İstanbul
22°C
Açık
Sal 25°C
Çar 20°C
Per 17°C
Cum 17°C

Alış Veriş – Açıklamalı Minhac Tercümesi

Alış Veriş – Açıklamalı Minhac Tercümesi

Alış Veriş – Açıklamalı Minhac Tercümesi (Şafii İlmihali) – İmam Nevevi

A. ALIŞ -VERİŞİN ŞARTLARI

Satışın bir şartı icab (teklif)’tır. Satıcının: “Bu malı şu fiyata sana sattım veya şu malı sana mülk ettim.” demesi gibi. Diğer şartı ise kabuldür. Müşterinin: “Satın aldım veya mülk edindim veya ka­bul ettim.” demesi gibi.

Akid esnasında alıcının kabul sözünün satıcının icab sözünden önce olması caizdir. Meselâ alıcı satıcıya: “Şu malı bana sat.” der ve satıcı da: “Sattım.” derse, en zahir kavle göre akid tamamdır. En sa­hih kavle göre satış akdi kinayeli kelimelerle de olur. Satıcının müşteriye: “Şu malı senin için kıldım.” demesi gibi.

İcab ve kabul kelimeleri arasına uzun bir fasılanın girmemesi ve icab ile kabul lafzının birbirine uygun olması şarttır. Buna göre, satıcı müşteriye: “Şu malı kırık bin lira ile sana sattım.” der, müşte­ri de: “Sağlam bin lira ile kabul ettim.” derse, akid sahih olmaz.

Dilsiz olanın alışveriş ile ilgili işareti sözü gibi olup, satıcı ve müşterinin reşid olmaları şarttır.

Ben diyorum ki; alışverişte haksız yere bir zorlama olma­malıdır. Kafir kimseye Kur’an-ı Kerim’i ve en zahir kavle göre müslüman köleyi satmak caiz değildir. Ancak azad etmesi maksadı ile köleyi kafire satmak en sahih kavle göre caizdir. Müslümanlarla sa­vaş halinde olan kafire silâh satmak da caiz değildir. Allah daha iyi bilir.

Üzerine akid yapılan malın şartları şunlardır:

1- Üzerine akid yapılan mal bizzat temiz olmalıdır. Şu halde; köpek, içki ve temizlenmesi mümkün olmayan necis sirke ve süt gi­bi şeyleri satmak caiz değildir. Keza en sahih kavle göre, temizlen­mesi mümkün olmayan necis yağın hükmü de böyledir.

2- Satılan mal, kendisinden yararlanılabilen bir mal olmalıdır. Faydası olmayan haşerelerin, tüm yırtıcı hayvanların, bir iki buğday tanesi gibi şeyler ile haram olan çalgı aletlerinin satışı caiz değildir. Zayıf kavle göre çalgı aletinin parçası bir mal sayılırsa satışı sahih­tir. En sahih kavle göre nehirdeki suyu ve sahradaki toprağı satmak caizdir.

3- Satılan malın müşteriye teslim edilmesi mümkün olmalıdır. Kayıp olan bir malı, kaçmış köleyi veya gasp edilmiş bir malı satmak caiz değildir. Müşteri malı ele geçirmeye muktedir ise, en sahih kav­le göre satış akdi caiz olur.

Kap ve kılıç gibi şeylerin belli bir kısmını satmak caiz değildir. En sahih kavle göre, bir parçasını kesmekle kendisinde noksanlık meydana gelmeyen elbiseyi satmak caizdir. Rehin verenin izni olma­dan rehineyi satmak ve en zahir kavle göre, boynuna mal taallûk eden cani köleyi satmak caiz değildir. Zimmetinde mal bulunan köle­yi satmanın zararı yoktur. Keza en zahir kavle göre, zimmetinde kısas cezası bulunan köleyi satmanın da zararı yoktur.

4- Satılık mal, satıcının mülkü olmalıdır. Fuzuli akid (mal sahi­binin izni olmadan veya velayet hakkı olmadan yapılan akid) geçer­sizdir. İmam’m ilk kavline göre fuzuli satış dondurulur; sahibi rıza gösterirse geçerli olur, rıza göstermezse akid geçerli olmaz. Bir kim­se hayatta olduğunu zannederek mirasçısı olduğu kişinin malını sa­tar da sonra öldüğü ortaya çıkarsa, en zahir kavle göre satış sahihtir.

5- Satılık malın miktarı ve nitelikleri satıcı ve alıcı tarafından bilinmelidir. Buna göre kıymetleri eşit olsa da iki elbiseden biri satılırsa akid batıldır.

Bir yığın buğdaydan belli sayıda birkaç sa’ (avuç) satmak sa­hihtir. Keza en sahih kavle göre, sa’m sayısı bilinmezse de akid sa­hihtir. Mal sahibi müşteriye: “Şu malı bu ev dolusu kadar buğdaya veya şu çakıl taşlarının sayısı kadar altına, filanın atını sattığı ücre­te, bin dirhem ve dinara sana satım.” derse, böyle bir satış akdi sa­hih değildir. Bir kimse, malını herhangi bir para karşılığında satar da akid mahallinde genelde kullanılan bir para varsa, o para belirle­nir. Akid mahallinde iki çeşit para olur da biri genelde kullamlmi-yorsa, hangi para karşılğında sattığını belli etmesi şarttır.

Her bir sa’ (avuç) bir dirheme olmak üzere, sa’ sayısını belli et­meden bir yığın buğdayı satmak sahihtir. Bir sa’ bir dirheme olmak üzere bir yığın buğday yüz dirheme satılır ve buğday yığını yüz sa’ çıkarsa böyle bir satış sahihtir. Yığın yüz sa’ çıkmazsa, en sahih kav­le göre akid caiz değildir.

Malın bedelinin hazırda olması, miktarının bilinmesi için ye­terlidir. En zahir kavle göre, hazırda olmayan eşyanın satışı sahih değildir. Ezhere karşı olan ikinci kavle göre satışı sahihtir. Fakat müşterinin malı görmesi halinde kendisi için muhayyerlik hakkı vardır.

Akdin gerçekleşeceği zamana kadar bozulmayan malın akid-den önce görülmesi, akdin sahih olması için yeterlidir. Akdin gerçek­leşeceği ana kadar bozulan malı önceden görmek yeterli değildir. Malın gerisine delalet etmesi şartıyla satılık malın bir bölümünü görmek yeterlidir. Bir yığın buğdayın dış kısmını veya numunesini görmek gibi.

Malın gerisine delalet etmeyen nar ve yumurta gibi yaratılış itibariyle malın iç kısmını koruyan dış kabuğunu görmek, ceviz ve bademin yaratılış itibariyle olan iç kabuğunu görmek yeterlidir.

Her mal, kendisine mahsus özeliklere göre dikkate alınır. (Me­selâ satılık mal ev ise; tavanı, çatısı, duvarı, hamamı, kanalizasyonu ve yolu; bahçe ise ağaçları ve su arkı gibi özellikleri dikkate alınır.) En sahih kavle göre satılık malı selem akdi için geçerli olan sıfatlar­la belirtmek, görme şartı için yeterli olmaz.

Kör olanın selem akdi yapması caizdir. Zayıf kavle göre ise tem­yiz çağına varmadan kör olmuşsa selem akdi yapması caiz değildir.

  1. Riba Ve Ahkamı

Aynı cins yiyecek maddelerinin birbiri karşılığında satılması üç şartla caiz olur.

1- Hulul, yani her iki mal peşin olmalıdır.

2- Temasül, yani bedeller misli misline eşit miktarda olmalıdır.

3- Tekabud, yani taraflar akid meclisinden ayrılmadan teslim ve tesellüm el be el olmalıdır.

Buğdayın arpa karşılığında satılması gibi malın cinsi ayrı ise, birinin diğerinden fazla olması caizdir. Bununla birlikte hulul ve te-kabudun bulunması şarttır.

Taam; gıda, meyve veya tedavi maksadıyla insan için yiyecek olan maddelerdir. Riba ancak bu maddelerde söz konusudur. Cinsi değişik maddelerin unu, sirkesi ve yağı ayrı cinsler sayılır. En zahir kavle göre, et ve sütün hükmü de böyledir.

Eşitlikte kile ile olan şeylerde kile, tartı ile olan şeylerde tartı dikkate alınır. Bir şeyin ölçüsünün kile veya tartı olduğunu tespit et­mek için genellikle Resûlüllah (a.s.)’m devrindeki Hicaz halkının adeti dikkate alınır. Ölçüsü bilinmeyen eşyada kile, tartı, muhayyer­lik veya malın elde edildiği bir usul varsa o usûl ölçü olarak alınır di­yen zayıf kaviller de vardır.

Altını altın veya gümüşü gümüş karşılığında satmanın hükmü yiyecek maddelerinin hükmü gibidir. Ribevi olan mallar kendi cins­leri ile tahmini olarak satılırsa, akid sahih olmaz. Bedelleri eşit ol­duğu anlaşılsa da hüküm böyledir.

Meyve ve hububatta denklik, kuruma vaktinde tahakkuk eder. Bazen denklik, olgunlaşma vaktinin ilk döneminde dikkate alınır. Buna göre yaş hurma, yaş ve kuru hurma karşılığında; taze üzüm, yaş ve kuru üzüm karşılığında satılamaz.

Kurutulmayan üzüm, salatalık gibi meyve ve sebzeleri kendi cinsleri karşılığında satmak caiz değildir. Bir kavle göre meyvenin yaş olması eşitliğin tahakkuku için yeterlidir.

Un, kavut ve ekmek gibi maddelerde mümaselat yeterli olmaz. Belki hububattaki denklik habbelerde olur. Yağı çıkan susam gibi habbelerde denklik , habbelerde veya yağda tahakkuk eder. Üzümün kuru olanında ve sirkesinde eşitlik tahakkuk eder. Keza en sahihkavle göre, üzümün şırasında da denklik tahakkuk eder.

Sütte denklik; katıksız süt, katıksız yağ ve katkısız kaymakta tahakkuk eder. Sütten elde edilen peynir ve çökelek gibi diğer nevi-lerde ise denklik tahakkuk etmez.

Ateşte pişirilen veya kızartılan veya haşlanan maddelerde denklik tahakkuk etmez. Örneğin ısıtılarak ateşte tasfiye edilen balı mumdan ve yağı sütten ayırmak gibi maddelerde ateşin eşitliğe za­rarı olmaz.

Taraflar arasında ribevi akid cereyan eder ve mal ile paranın cinsleri ayrı ayrı ise, bir avuç hurma ve bir dirhemi, bir avuç hurma ve bir dirhem karşılığında veya bir avuç hurma ve bir dirhemi, iki avuç hurma veya iki dirhem karşılığında satmak gibi veya sağlam ve kırık para ile veya bunlardan biriyle akid yapmak gibi nevileri ayrı ayrı ise akid batıldır.

Bir hayvanın etini, aynı cins canlı hayvan karşılğmda satmak; keza en zahir kavle göre, eti helal olsun veya olmasın ayrı cins canlı hayvan karşılığında satmak haramdır.

  1. Caiz Olmayan Satışlar

Caiz olmayan satışlar şunlardır.

a.Asb’ül-Fahl Satışı: Resûlüllah (s.a) böyle bir satışı yasak­lamıştır. Bu, erkek hayvanı dişi hayvan üzerine çektirmektir. Buna, döl suyu veya erkek hayvanı dişi hayvan üzerine çektirme ücreti de denilmiştir. Erkek hayvanın döl suyunun ücreti haramdır. Keza en sahih kavle göre, erkek hayvanı dişi hayvana çektirme karşılığında ücret almak da haramdır.

b. Hablü’l-Hable Satışı: Bu, doğacak olan yavrunun doğura­cağı yavrudur. Doğacak olan yavrunun doğuracağı yavruyu satmak veya parasını doğacak olan yavrunun, yavru doğuracağı zamanda ödemek üzere bir şeyi satmak geçersizdir. Kişinin şu evimi, doğacak olan yavrunun yavru doğuracağı zamana kadar borca sana sattım demesi gibi.

c. Melakih Satışı: Gebe hayvanın karnındaki cenini satmaktır, d.- Mezamin Satışı: Döl hayvanının sulbundakini satmak.

e. Mülamese Satışı: Katlanmış bir kumaşa dokunmak veya ka­ranlıkta el değdirmekle yetinip, görmesi halinde de seçme hakkının olmaması şartı ile yapılan veya satıcının müşteriye: “Dokunduğun anda sana sattım.” demek sureti ile yapılan satıştır.

f. Münabeze Satışı: Alıcı ve satıcının “atmayı” satış olarak ka­bul etmeleridir. Bu taraflardan birinin diğerine: “On liraya olmak üzere elbisemi sana atıyorum” demesi, diğerinin de elbiseyi alması sureti ile yapılan satıştır.

g. Hasat Satışı: Atılacak çakıl taşının üzerine düştüğü kumaşı satmaktır. Bu, taraflardan birinin diğerine: “Bu taşın isabet ettiği kumaşı sana sattım.” diyerek veya atışı bir satış olarak kabul etme­leri veya: “Taşı atıncaya kadar muhayyerlik hakkın olmak üzere bu malı sana sattım.” diyerek malı satmasıdır.

h. Bir Satışta İki Satış: Satıcının: “Peşin bin lira, bir sene ve­resiye olarak iki bin lira olmak üzere sana sattım veya evini bana şu fiyata satman şartıyla şu köleyi sana bin liraya sattım.” demesi su­retiyle aynı anda bir satışta iki satış yapmasıdır.

ı. Şartlı Satış: Bir borç veya bir satış karşılığında yapılan akid-dir. Bir kimse, satıcı tarafından hasadı yapılmak şartı ile bir ziraatı veya satıcı tarafından dikilmek şartı ile bir elbiseyi satın alırsa, en sahih kavle göre bu caiz değildir.

Satışta bazı şartların zikredilmesi istisna edilmiştir: Muhay­yerlik şartıyla satış yapmayı, malın kusurdan beri olmasını, meyve­lerin satıcı tarafından toplanmasını, zimmete olan ücreti almak üze­re vade tayin etmeyi, rehine bırakmayı, kefil ve şahit tutmayı şart koşmak gibi. En sahih kavle göre şahit tayin etmek şart değildir. Şa­yet müşteri rehine bırakmaz veya kefil tayin etmezse, satıcı için mu­hayyerlik hakkı vardır.

Bir kimse azad edilmesi şartı ile bir köleyi satarsa, meşhur kavle göre hem şart hem de satış geçerlidir. En sahih kavle göre satıcı, köleyi azad etmesini müşteriden isteyebilir. Şayet azad etmek şartı ile birlikte velayet hakkının kendisinde kalmasını veya azadlığı kendi ölümüne bağlamasını veya onunla kitabet akdi yapmayı veya bir ay sonra azad edilmeyi şart koşarsa, akid sahih olmaz. Satıcı malı kabz etmek, ayıplı olması halinde malı geri vermek gibi akdi ik­tiza eden bir şeyi şart koşarsa veya bir garaz olmadan sadece belli

bir yemeği yemesini şart koşarsa bu caizdir.Satıcının akdin gerektirdiği bir niteliği, örneğin; kölenin katip olmasını veya hayvanın gebe veya sütlü olmasını şart koşması caiz­dir. İleri sürülen şartlar mevcut değilse, müşteri için muhayyerlik hakkı vardır. Bir kavle göre hayvan ile ilgili akid, şartlı akid oldu­ğundan geçersizdir. Şayet satıcı müşteriye: “Hayvanı ve hamlini ve­ya memesindeki sütünü sana sattım.” derse, en sahih kavle göre akid geçersizdir. Sadece hayvanın karnındaki cenini satmak veya hayvanı karnındaki cenini dışında satmak veya karnındaki çocuğu hür olan cariyeyi satmak caiz değildir. Hamile olan mutlak şekilde satılırsa, cenin de onunla birlikte satışa girer.

  1. Batıl Olmayan Satışlar

Yasaklanan akidlerden sayılan, ancak akde bitişik bir sebepten dolayı batıl olmayan akidler şunlardır:

a. Şehirlinin Çölden Gelenin Malını Satması: Bu, halkın ihti­yaç duyduğu malı köy veya çölden getirerek şehirde piyasa fiyatına satmak isteyen yabancı kişiye şehirlinin: “Malını yanıma bırak, onu yavaş yavaş yüksek fiyatla satayım.” demesidir.

b. Kervanı Şehir Dışında Karşılamak: Şehre mal getiren ker­vanı karşılayarak daha kervan şehre girmeden ve piyasa fiyatını öğrenmeden kişinin malları ucuza almasıdır. Kandırıldığı ortaya çıkarsa, satıcı akdi feshedebilir.

c. Başkasının Pazarlığı Üzerine Pazarlık Yapmak: Her iki taraf fiyatta anlaştıkları zaman bu pazarlık üzerine ikinci bir pazarlık yapmak haramdır. Bu başkasının aynı malı satmak için, müşteriye ilk akdi feshetmesini emretmesidir.

d. Başkasının Satışı Üzerine Satış Yapmak: Kişinin malı satın almak için muhayyerlik müddeti içerisinde satıcıya akdi bozmasını emretmesidir.

e. Necş Satışı: Satışa arz edilen malı satın almak için değil de başkasını kandırmak maksadı ile fiyatı arttırmaktır. En sahih kavle göre bu durumda müşteri için muhayyerlik hakkı yoktur.

f. İçki Yapan Kimseye Taze Hurma veya Üzüm Satmak.

g. Cariyeyi Çocuğundan Ayırarak Satmak: Henüz yedi yaşmagirmemiş çocuğundan ayırarak cariyeyi satmak haramdır. Bir kavle göre çocuk buluğ çağına girmeden cariyeyi satmak haramdır. Satış veya hîbe şekli ile cariyeyi çocuğundan ayırarak yapılan akid en za­hir kavle göre geçersizdir.

h. Arabun Satışı: Bu satış sahih değildir. Bu, müşterinin malı alıp parasının bir kısmını kapora olarak satıcıya vererek malı beğe­nirse, fiyata dahil etmesi, beğenmezse kaporamn satıcıya hîbe ola­rak kalmasıdır.

  1. Bir Satışta İki Satış Akdi Yapmak

Bir kimse, bir satışta sirke ve içkiyi veya kölesi ile birlikte hür olanı veya kölesi ile birlikte başkasının kölesini veya ortağının izni olmadan ortaklık malını satarsa, en zahir kavle göre satış akdi ma­lik olduğu şeyde geçerli sayılır. Müşteri satın aldığı malın durumun­dan habersizse, muhayyerlik hakkı vardır. Akdi kabul ederse, satıcı kendisine ait olan malın ücretini alır. Bir kavle göre, müşteri malın tümünü alır ve satıcı için muhayyerlik hakkı olmaz.

Bir kimse kendisine ait iki köleyi satar da müşteri henüz tes­lim almadan biri telef olursa, mezhep alimlerince kabul edilen riva­yete göre, geri kalan köle için akid geçerlidir. Fakat müşterinin mu­hayyerlik hakkı vardır. Şayet müşteri akdi kabul ederse, kesin ola­rak mevcut kölenin bedelini öder.

Bir akidde icare ve satış veya icare ve selem akdi gibi hükümle­ri değişik iki akid bir arada olursa, en zahir kavle göre akid sahihtir ve her malın bedeli değerine göre tevzi edilir. Satış ve nikah akdi bir arada olursa, nikah akdi sahih olur. (Satıcının müşteriye: Kâzımı sa­na tezvic ettim ve kölemi sana sattım demesi gibi.)

Bir akidde satış ve sıdak akdi olursa farklı iki kavilden birine göre akid sahihtir.

Akidde fiyat taaddüt ederse, akid de taaddüt eder. Satıcının: “Şu malı şu fiyata, şu malı da şu fiyata satıyorum.” demesi gibi. Satıcı taaddüt ederse, akid de taaddüt eder. Keza en zahir kavle göre müşteri taaddüt ederse akid de taaddüt eder. Satıcı ve müşteri bir kişiyi veya ikisinden biri, iki kişiyi vekil tayin ederlerse, en sahih kavle göre vekile itibar edilir.

  1. Muhayyerlik Hakkı

Muhayyerlik hakkı üç çeşittir:

a- Meclis Muhayyerliği: Bu çeşit muhayyerlik, parayı para karşılığında veya yiyecek maddelerini yiyecek maddeleri karşılığın­da satmak, selem akdi, tevliye, ortaklık ve bir bedel üzerine yapılan sulh gibi satış akdinin nevilerinde geçerlidir.

Bir kimse azad etmesi gereken asıl veya füruundan bir köleyi satın alırsa, muhayyerlik müddeti içerisinde mülkiyet hakkı satıcıya aittir veya mülkiyet durdurulur dememiz halinde, muhayyerlik hakkı hem satıcı için hem de alıcı için vardır. Mülkiyet hakkı müşte­riye aittir dediğimiz takdirde, muhayyerlik hakkı müşteri için değil de satıcı için olur. İbra, nikah ve bedelsiz hîbe akidlerinde muhay­yerlik hakkı olmaz. Keza bir bedel ile verilen hîbe, şüf a, icare, müsâkât ve sıdak gibi akidlerde de en sahih kavle göre muhayyerlik , hakkı olmaz.

Meclis muhayyerliği iki şeyle düşer:

1- Tarafların satış akdini geçerli kılmaları: Taraflardan biri muhayyerlik şartından vazgeçerse, onun muhayyerlik hakkı düşer diğeri için devam eder.

2- Tarafların akid meclisinde bir birlerinden ayrılmaları: Şayet mecliste kalmaları uzun sürer veya beraber ikamet ederler veya odaya beraber yürürlerse, muhayyerlik hakları devam eder. Taraf­ların birbirlerinden ayrılmaları, insanların örfe göre ayrılma say­dıkları şeyle olur. Şayet taraflardan biri akid meclisinde ölür veya delirirse, en sahih kavle göre bu hak mirasçılarına veya velilerine geçer. Taraflar birbirlerinden ayrıldıkları veya ayrılmadan önce ak­di feshettikleri konusunda anlaşmazlığa düşerlerse, inkar eden ye­min eder ve sözü doğrulanır.

b- Şart Muhayyerliği: Satış akdi nevilerinde taraflardan ikisi veya birisi için şart muhayyerliği vardır. Ancak riba ve selem akid­lerinde malın mecliste teslim alınması şart koşulursa, şart muhay­yerliği caiz olmaz.

Şart muhayyerliği şu şartlarla caiz olur:

1- Zaman belli olmalıdır.

2- Belli edilen zaman üç günden fazla olmamalıdır.

3- Zaman art arda ve akidden itibaren hesaplanmalıdır. Zayıf kav­le göre ise zaman, akid meclisinden ayrıldıktan itibaren hesaplanır.

En zahir kavle göre şart muhayyerliği süresince satıcı muhay­yerlik hakkına sahip ise, malın mülkiyeti onundur. Muhayyerlik hakkı müşterinin ise mülkiyeti de onundur. Taraflardan ikisi de mu­hayyerlik hakkına sahip ise mal, akdin neticesi belli oluncaya kadar durdurulur. Akid kesinleşirse mülkiyet hakkı akidden itibaren müşteriye ait olur. Akid feshedilirse, mülkiyet hakkı satıcının olur. Akdin feshi veya kabulü, buna delalet eden lafızlarla olur. Ki­şinin fesih için: “Satışı feshettim, satışı kaldırdım veya malı geri çe­virdim.” demesi gibi. Akdin kabulü için ise müşteri: “Akdi kabul et­tim veya akdi geçerli kıldım.” gibi bir lafzı söylemelidir.

Muhayyerlik müddeti içerisinde satıcının sattığı cariyesi ile cin­sel ilişkide bulunması veya sattığı köleyi hürriyetine kavuşturması akdin feshine delalet eder. Keza bu müddet içerisinde malı satmak, icareye vermek veya cariyeyi evlendirmek de en sahih kavle göre ak­din feshine delalet eder. Yukarıda belirtilen tasarrufun müşteri ta­rafından yapılması, en sahih kavle göre satışın kabulüne işaret eder. Malı satışa arz etmek veya onda vekil tayin etmek satıcı için akdin feshine delalet etmez. Müşteri için de akdi kabul etme sebebi olmaz, c- Ayıp muhayyerliği: Satın alınan kölenin testislerinin buruk olması, zinakar, hırsız veya efendisinden kaçan cinsten olması, ya­tağını ıslatması, nefesinin veya dişlerinin kokması, hayvanın ise ser­keş veya ısırgan olması gibi eski bir ayıbın ortaya çıkması halinde müşteri için ayıp muhayyerliği vardır.

Maldaki ayıp, malın kendisini veya değerini eksilten ve asıl maksadı giderecek şekilde olan noksanlıktır. Ayrıca bu ayıp, satılan malın mislinde genellikle bulunmamalıdır. Ayıbın akde bitişik ol­ması veya teslimden önce olması hüküm açısından aynıdır. Teslim­den sonra meydana gelirse müşteri için muhayyerlik hakkı olmaz. Ancak ayıp kölenin elinin kesilmesi gibi eski bir cinayete dayalı ise, en sahih kavle göre müşteri malı geri verebilir. Kölenin eski hastalık sebebiyle ölmesi en sahih kavle göre, bu hükmün hilâfinadır. Eski dininden dönmesi sebebiyle öldürülürse, en sahih kavle göre satıcı ücreti tazmin eder.

Kişi bir hayvanı satar ve ayıplardan beri olduğunu şart koşarsa, en zahir kavle göre, bildiği değil, satıcının bilmediği tüm gizli ayıplardan beri olduğu kabul edilir. Bu şartlarla birlikte teslimden önce yeni bir ayıp zuhur ederse, müşteri malı geri verebilir. Satıcıy meydana gelecek ayıplardan beri olması şartı ile malı satarsa, en sahih kavle göre akid sahih olmaz. Mal müşterinin yanında telef olduktan veya köleyi azad ettikten sonra ayıbı anlaşılırsa, müşteri değer farkını ister.

Erş, fiyatın bir parçasıdır. Fiyata göre oranı, mal sağlam iken , ayıb sebebiyle kıymetinden noksanlaşan orandır. En sahih kavle ;, göre malın değeri, malın satış günü ile teslim alındığı gün arasında­ki değerinin en azma itibar edilir. Mal değil de malın bedeli telef ol­duktan sonra müşteri malın ayıplı olduğunu öğrenirse, onu geri ve­rir ve paranın aynısını veya değerini satıcıdan alır. Müşterinin mülkünden çıkıp bir başkasının mülküne girdikten sonra malın ayı­plı olduğunu Öğrenirse, en sahih kavle göre ilk müşteri değer eksik­liği farkını alamaz. Eğer ikinci müşteri malı iade ederse, ilk müşte-, ri malı ilk sahibine geri verebilir. Zayıf kavle göre ise, ikinci müşte­ri ayıp sebebi olmaksızın malı geri verirse, ilk müşterinin malı ilk sahibine geri verme hakkı olmaz .Ayıplı malı iade etmek acele üzere olur. Müşteri malı örfe göre acele üzere geri vermelidir. Şayet vakti giren namazı kılmakta iken veya yemek yemekte iken malın ayıbını Öğrenirse, bunlardan ayrılıncaya kadar bekleyebilir. Ayıbı akşam öğrenmişse iadeyi sabaha kadar erteleyebilir.

Satıcı aynı beldede ise, müşteri malı bizzat veya vekilinin vası­tasıyla satıcıya veya vekiline teslim eder. Malı satıcıya teslim etmez de durumu hakime bildirirse bu daha iyi olur. Satıcı kayıp ise duru­mu hakime bildirir. En sahih kavle göre müşteri malı satıcıya veya hakime teslim edinceye kadar akdi feshettiğine dair mümkünse şa­hit tutar. Şahit tutmaktan aciz kalırsa, en sahih kavle göre: “Akdi feshettim.” şeklinde telaffuzda bulunması lazım değildir.

Müşteri malı iade etmek isterse, onu kullanmaması şarttır. Şa­yet köleyi çalıştırır veya hayvanın üzerindeki eğer ve semeri indirir­se, malı geri verme hakkı düşer. Ancak zorla sevk edilen veya çekip götürülmesi zor olan serkeş hayvana binmekte müşteri mazur sayılır. Müşteri kendi kusurundan dolayı iade etme hakkını kaybe­derse, değer farkını alamaz.

Mal müşterinin elinde iken bir kusur meydana gelir ve sonra maldaki eski ayıbı öğrenirse, onu zorla iade etme hakkı düşer. Bu durumda satıcı malı geri almak isterse, müşteri yeni ayıbın farkını ödemeksizin onu iade eder veya müşteri eski ayıbın farkını al­maksızın malı kabul eder. Şayet satıcı malı kabul etmezse, müşteri yeni ayıbın değer farkı ile birlikte malı iade eder veya müşteri eski ayıbın değer farkını satıcıdan alır ve malı geri iade etmez. Satıcı ve müşteri bu iki durumun birinde anlaşırlarsa mesele yoktur. Anlaş­mazlarsa, en sahih kavle göre malı almak isteyene icabet edilir.

Satıcının malı geri alması veya müşteriye bırakması veya de­ğer farkını ödemesi şıklarından birini seçmesi için müşterinin yeni ayıbı satıcıya hemen bildirmesi vacibtir. Şayet müşteri Özrü ol­maksızın durumu bildirmeyi geciktirir de malı iade etmezse, değer farkını isteyemez.

Yumurtayı kırmak, hindistan cevizini delmek, kurtlu olan ka­vunu kesmek gibi malın bozuk olup olmadığı yeni bir ayıbın oluş­masıyla anlaşılıyorsa, en zahir kavle göre ayıplı çıkması halinde mal, sahibine iade edilir ve değer farkı ödenmez. Eski ayıp, yeni ayıbın en az miktarı ile bilinirse hükmü sair yeni ayıpların hükmü gibidir.

  1. Bir Satışta Ayıplı İki Malı Satın Almak

Bir kimse bir satışta ayıplı iki köleyi satın alırsa, ikisini de ia­de edebilir. En zahir kavle göre biri ayıplı çıkarsa, sadece ayıplı olanı değil her ikisini de iade eder. Bir kimse iki kişiye ait ayıplı bir köle­yi satın alırsa, birinin hissesini iade eder. Bir köleyi iki kişi satın alır ve kölenin ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, en zahir kavle göre bir müşterinin hissesi iade edilir.

Satıcı ve müşteri maldaki ayıbın eski olduğu konusunda anlaş­mazlarsa, vereceği cevaba göre satıcı yemini ile birlikte doğrulanır. Ayıplı olan mal iade edilirken hayvanlarda besili olma gibi meydana gelen ziyadelikler malın aslına tabi olur. Yavru ve ücret gibi maldan ayrı meydana gelen ziyadelikler, malı geri vermeye mani değildir. Müşteri malı teslim aldıktan sonra iade ederse, bu fazlalıklar kendi­sinin olur. Keza en sahih kavle göre mal teslim alınmadan geri veri­lirse, ayrı olan ziyadelikler müşterinin olur.

Bir kimse gebe olan hayvanım satar da hayvan müşterinin yanında iken doğurur ve ayıbı nedeniyle iade edilirse, en zahir kav­le göre, yavrusu ile birlikte iade edilir. Müşteri satın aldığı hayvanı istihdam ederse veya dul olan cariye ile cinsel ilişkide bulunursa bunlar malı iade etmeye mani teşkil etmez. Müşteri, teslim aldıktan sonra cariyenin bekaretini giderirse, bu malda yeni bir noksanlık olarak kabul edilir. Bu fiil teslimden önce olursa, mala karşı işlenen bir cinayet olarak kabul edilir,

  1. Musarrat Hayvanın Satışı

Musarrat (satıcının, hayvanın sütü fazla sanılsın diye satıştan bir müddet önce sağmaması) satışı haramdır. Musarrat hayvanı alan kişi için muhayyerlik hakkı acele üzere vardır. Zayıf kavle göre mu­hayyerlik hakkı üç güne kadar devam eder.

Müşteri hayvanı iade ederken sütü telef etmişse, sahibine telef ettiği süt yerine bir sa’ hurma vermesi gerekir. Zayıf kavle göre, bir sa’ gıda maddesi kafidir. En sahih kavle göre süt çok da olsa sa’m sayısı değişmez. Tesriye muhayyerliği, sadece naam diye tabir edilen hayvanlara mahsus değildir. Belki eti yenen tüm hayvanlarda, cari­ye ve dişi merkep hakkında da geçerlidir. Ancak bunlar hakkında tesriye muhayyerliği sabit olursa, telef edilen sütün yerine bir şey vermek gerekmez. Cariye hakkında ise bir vecih vardır. Yani tüketi­len süt yerine bir sa’ hurma verilir.

Satış esnasında kanalın suyunu tutmak, değirmenin suyunu salıvermek, cariyenin yüzünü kırmızıya, saçını da siyaha boyamak veya perma etmek gibi durumlar muhayyerlik hakkını sabit kılar. Kölenin katib olduğunu göstermek için elbisesini boyamak, en sahih kavle göre muhayyerlik hakkını sabit kılmaz.

  1. Malın Teslimden Önceki ve Sonraki Hükmü

Mal, müşteri tarafından teslim alınmadıkça satıcının zimme­tindedir. Telef olması halinde akid fesholur ve satıcı malın bedelini alamaz. Şayet müşteri, satıcıyı zimmetten beri kılarsa en zahir kav­le göre, satıcı zimmetten kurtulmuş olmaz ve hükümde bir değişik­lik olmaz.

Müşteri malı telef eder ve satılık mal olduğunu bilirse, bu onun için malı teslim alma sayılır. Satılık mal olduğunu bilmezse, bunda iki görüş vardır: Bunun hükmü, kişinin misafir olarak gasp edilmiş malını yemesinin hükmü gibidir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, satıcının malı telef etmesi, malın semavi bir afetle telef olması gibidir. En zahir kavle göre bir başkası malı telef ederse akid fesholmaz. Müşteri dilerse akdi kabul eder ve telef ede­ni borçlandırır, dilerse akdi fesheder. Bu durumda satıcı, yabancıyı (malı telef edeni) borçlandırır.

Mal teslimden önce semavi bir afetle ayıplı hale gelir ve müşte­ri akdi kabul ederse fiyatın tümünü öder. Mal müşteri tarafından ayıplı hale gelirse, artık onun için muhayyerlik hakkı olmaz. Bir başkası malı ayıplı kılarsa, müşteri için muhayyerlik hakkı vardır. Ancak akdi kabul ederse malı ayıplı kılan kişiden noksanlık farkını tazmin eder. Satıcı malı ayıplı hale getirirse mezhep alimlerince ka­bul edilen rivayete göre müşteri için muhayyerlik hakkı sabit olur. Fakat onu borçlandırma hakkı olmaz.

Müşterinin malı henüz teslim almadan satması caiz değildir. En sahih kavle göre, henüz teslim alınmamış malı ilk sahibine geri satmanın hükmü, başkasına satmanın hükmü gibidir. İcare, rehin ve hîbe akidlerinde de hüküm, satış akdinin hükmü gibidir. Müşte­rinin köleyi teslim almadan azad etmesi ise bu hükmün aksinedir.

Tayin edilmiş olan bedel, satılan mal gibi olup, satıcı onu tes­lim almadan satamaz. Satıcı başkasının elinde emanet, ortaklık, mudarebe ve rehine olmaktan kurtulan malı satabilir. Ancak miras malı ve velinin elinde bulunan mal, sahibi reşid olduktan sonra satılabilir. Keza kişi iğreti malını ve müşterinin elindeki malını da satabilir.

Üzerine selem akdi yapılan malı teslim almadan satmak veya bedelini almak sahih değildir, imam’m son kavline göre, selem akdi için şart koşulan paranın yerine bir başka parayı almak caizdir. Şa­yet bedel, dirhem yerine dinar almak gibi ribevi bir mal ise, bedeli aynı mecliste almak şarttır. En sahih kavle göre, bedeli akid mecli­sinde tayin etmek şart değildir. Keza dirhem yerine elbise vermek gibi her iki bedelin illeti aynı değilse aynı mecliste almak da şart de­ğildir. Borcu başka bir mala değiştirip aynı mecliste almak ve telef olmuş malın değerini aynı mecliste almak caizdir. Bedeli aynı mec­liste teslim almanın şartı; daha önce geçen ribevi ve ribevi olmayan malın teslim ve tesellümün şartları gibidir.

Bir kimsenin borcunu üzerinde borcu bulunan kimseden baş­ka bir kişiye satması, ezher kavle göre geçersizdir. Meselâ, bir kim­senin Amr’da bulunan yüz liralık alacağına karşılık Zeyd’in kölesini satın alması gibi. Şayet Zeyd ile Amr’m bir kişiden alacakları olsa ve Zeyd borcunu Amr’a borcu karşılığında satarsa, bu akid ittifakla ge­çersizdir.

Gayri menkul gibi bir malın teslimi satıcının eşyalarım çıkar­ması, müşteri için akarı tahliye etmesi ve müşteriye onda tasarruf yapma imkanını vermesi ile olur. Alıcı ve satıcı satılık malın bulun­duğu yerde değillerse, en sahih kavle göre, teslimat için satılık malın bulunduğu yere gitmelerine imkan veren bir zamanın geçmesi dik­kate alınır.

Menkul olan bir malın teslimatı ise, malı bulunduğu yerden bir başka yere nakletmekle olur. Şayet akid satıcıya ait olmayan bir yerde cereyan etmişse, teslimatın gerçekleşmesi için malı bulundu­ğu yerden bir başka yere nakletmek yeterlidir. Akid satıcının evinde cereyan etmişse, malı bulunduğu yerden başka bir yere nakletmek teslimat içim yeterli olmaz. Ancak satıcının iznini almak şartı ile mal bulunduğu yerde ariye olarak kalabilir.

  1. Müşterinin Malı Teslim Alması

Malın bedeli tecilli ise veya teslim edilmişse, müşteri malı tes­lim alabilir. Aksi halde müşteri satıcıdan izin almadan malı alamaz.

Bir mal, meselâ; elbise metre ile, arsa uzunluk birimi ile, buğ­day kile veya tartı ile ölçülerek satılırsa, malı teslim almak için nak­letmekle birlikte metre veya uzunluk birimi veya kile ile ölçerek tes­lim almak şarttır. Bunun misali şudur: Satıcı müşteriye: “Şu buğday yığınını her bir sa’ı bir dirheme olmak üzere sana sattım.” veya: “Şu on sa’ buğday yığınını beş dirheme sana sattım.” demesi gibi. Be­kir’in on ölçek buğdayı Zeyd’de ve Amr’m da on ölçek buğdayı Be­kir’de olsa, Bekir önce on ölçek hakkını Zeyd’den teslim alır. Sonra Amr’a on ölçek teslim eder. Şayet Bekir Amr’a: “Zeyd’de bulunan alacağımı kendi alacağının verine al.” der, Amr gider de Zeyd’den on ölçek buğdayı teslim alırsa, bu şekilde olan teslim alma fasittir.

  1. Satıcının Malı Teslim Etmesi

Satıcı: “Malın karşılığını almadan malı teslim etmem.” der, müşteri de: “Malı teslim almadan karşılığını ödemem.” derse, malı teslim etmesi için satıcı icbar edilir. Bir kavle göre müşteri icbar edi­lir. Başka bir kavle göre ise, icbar yoktur. Biri malı teslim ederse di­ğeri icbar edilir. Bir kavle göre, hem alıcı hem de satıcı icbar edilir. Ben diyorum ki fiyat belli ise, ilk iki görüş düşer ve en zahir kavle göre hem alıcı hem de satıcı icbar edilir. Allah daha iyi bilir.

Satıcı malı teslim eder ve karşılığı hazır ise, ödemesi için müşteri icbar edilir. Malın karşılığı hazır olmaz ve müşteri malî sıkıntıda ise, iflas sebebiyle satıcı akdi feshedebilir. Müşteri malî sıkıntıda olmaz da malı bir başka beldede veya yakın bir mesafede olursa, parayı teslim edinceye kadar malı hacr edilir. Mal, kasır me­safesi kadar bir uzaklıkta ise, getirilinceye kadar bekleyip sabretme­si için satıcıya teklif yapılmaz. En sahih kavle göre, satıcı akdi fes­hedebilir. Şayet bekleyip sabrederse, belirtildiği şekilde müşterinin malı hacr edilir.

Satıcı parasını alıncaya kadar malını alıkoyabilir. Şayet pa­ranın yok olacağından korkarsa malını alıkoyması ihtilafsız caizdir. Parayı kaçırma korkusu olmayıp hangisinin (mal veya paranın) önce verilmesi konusunda anlaşmazlık varsa, bunun hükmü yukarıda ge­çen görüşlere göre dikkate alınır.

  1. Tevliye Ortaklık Murabaha ve Muhatat

Tevliye (malı alış fiyatına satmak): Bir kimse bir eşyayı satın aldıktan sonra ilk fiyatını bilen birisine: “Seni bu akde veli kıldım.” der ve o da kabul ederse, aynı fiyatı ödemesi lazım gelir. Tevliye, şartları ve kendisine terettüp eden hükümler açısından bir satış ak-didir. Ancak tevliye akdinde fiyatı zikretmeye gerek yoktur. Şayet muvelli (tevliye akdi yapan) için fiyattan indirim yapılırsa, bu indi­rim muvella (tevliye akdini kabul eden) için de yapılır.

İşrak (ortak etme): Ortak olunan miktar belli ise, malın bir kısmına ortak olmak tevliyede olduğu gibi tümüne ortak olmak gi­bidir. Şayet ortaklık mutlak şekilde yapılırsa caiz olup müşteri malın yarısına ortak olmuş olur. Zayıf kavle göre ise mutlak ortaklık caiz değildir.

Murabaha (Bir malı alış fiyatına kâr ekleyerek satmak): Mura­baha akdi sahihtir. Bu, satıcının yüz dirheme aldığı malı, alış fiyatını bilen bir başkasına: “Bu malı her onda bir dirhem kârla satın aldığım fiyata veya onda biri kârla sana sattım.” demesidir.

Muhatat (Bir malı alış fiyatından düşük bir fiyatla satmak): Bu, satıcının müşteriye: “Bu malı satın aldığım fiyattan onda bir ve­ya on birde bir indirimle sana sattım.” demesidir. Bu takdirde her on bir dirhemden bir dirhem indirim yapılır. Zayıf kavle göre her on dirhemden bir dirhem indirim yapılır.

Satıcı müşteriye: “Bu malı aldığım fiyatla sana sattım.” derse, Ödemede sadece alış fiyatı söz konusu olur. Şayet satıcı: “Şunu mal oluş fiyatına sattım.” derse, bu fiyata ölçenin ücreti ve tellal, bekçi, kasarcı, yamacı, boyacı ve boya ücreti ile kâr artışı amaçlayan sair giderlerin ücreti eklenir. Şayet satıcı, kasarcılığı bizzat kendisi ya­par veya kendisi ölçer veya kendisi malı taşırsa veyahut bir başkası bunları Allah rızası için yaparsa, bunların ücreti fiyata eklenmez.

Bu akidlerin (tevliye, ortaklık, murabaha ve muhatatm) sahih olması için alıcı ve satıcının, fiyatı veya mal oluş fiyatını bilmesi lazımdır. Şayet biri fiyattan habersiz ise, sahih görüşe göre satış ge­çersizdir. Satıcı malın fiyatını veresiye mi yoksa eşya karşılığında mı alıp almadığını ve mal kendisinde iken peyda olan ayıbın beyanını müşteriye doğru söylemelidir.

Satıcı malı yüz dirheme aldığını söyler de sonra doksana aldığı anlaşılırsa, en zahir kavle göre fazla olanını indirir ve kârdan indi­rim yapar. Fakat müşteri için muhayyerlik hakkı olmaz. Şayet satıcı malı yüz liraya aldığını söyler ve kârla sattıktan sonra satıcı malın fiyatının yüz on olduğunu zanneder, müşteri de bu konuda onu tas­dik ederse; en sahih kavle göre bu akid sahih olmaz. Ben diyorum ki; en sahih kavle göre akid sahihtir. Allah daha iyi bilir. Şayet müşteri fiyat konusunda satıcıyı yalanlar ve bu yanlışlığın olabileceğinin muhtemel bir yönünü açıklamazsa, sözü ve şahitleri kabul edilmez. En sahih kavle göre müşteri asıl fiyatı bilmediğine dair satıcıya ye-

min eder. Şayet satıcı hata işlediğini açıklar ve bu hata ihtimal da­hilinde ise, yemin eder ve en sahih kavle göre şahitleri dinlenir.

  1. Arazi Satışı

Bir kimse başkasına: “Şu araziyi veya şu sahayı veya içinde bi­na ve ağaç bulunan şu tarlayı sana sattım.” derse, mezhep alimle-rince kabul edilen rivayete göre içindekiler de satışa girer. Ancak re­hine olarak verilen tarlanın içindekiler akdin kapsamına girmez. Tarlada kökü iki sene kalabilen yonca ve hindiba (acı marul) gibi baklagillerin hükmü ağaçların hükmü gibidir.

Yılda bir defa mahsulat veren buğday, arpa ve sair ziraat tar­layla birlikte satışa girmez. Mezhep alimlerince kabul edilen rivaye­te göre ekilmiş tarlanın satışı caizdir. Müşterinin ziraattan haberi yoksa, muhayyerlik hakkı doğar. Tarlanın müşterinin eline geçmesi ziraata mani değildir. En sahih kavle göre satıcı tarlayı tahliye eder­se, müşterinin zamin olması da ziraata mani değildir.

Tarlaya atılan tohumun hükmü, ekinin hükmü gibidir. En sa­hih kavle göre, ekinin tarlada kaldığı sürede müşteriye bir ücret ta­hakkuk etmez. İçerisinde tohum veya ekin bulunan bir tarla satılır da tohum veya ekinin tek başına satılması caiz değilse, satış hepsin­de geçersiz olur. Zayıf kavle göre ise tarla konusunda iki kavil vardır.

Satılan tarladaki tabii taşlar satışa girer, gömülü taşlar ise satışa girmezler. Eğer müşteri tarlada gömülü taşların bulunduğu­nu bilirse muhayyerlik hakkı olmaz. Satıcının bu taşları nakletmesi lazımdır. Keza müşteri tarlada gömülü taşların olduğunu bilmez ve taşlar nakledilirken tarlaya bir zarar gelmezse, yine müşteri için muhayyerlik hakkı olmaz. Ancak taşlar nakledilirken tarlaya bir za­rar gelirse, müşteri için muhayyerlik hakkı vardır. Şayet müşteri ak­di kabul ederse, satıcı taşları nakleder ve yerlerini tasfiye eder. Na­kil süresince müşteriye ücret-i misil ödenmesinin vacib olduğu ko­nusunda birkaç vecih vardır. En sahih veçhe göre nakil, tarlanın tes­liminden sonra ise ücret-i misil vacip olup teslimden önce ise vacib olmaz.

Bostan satışına tarlanın içerisindeki ağaçlar ve ihata duvarı gi­rer. Keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, varsa içindeki bina da satışa girer. Köy satışına binalar ve köyü ihata eden sur ve saha girer. En sahih kavle göre köye ait ekinler satışa girmez.

Ev satışına ise yerleşim sahası, evin tüm odaları hatta hamamı girer. Su kovası, makara ve divan gibi menkul olan şeyler satışa gir­mezler. Eve nispet edilen kapı, kapı halkası, lavabo, raf ve bağlı mer­diven satışa girer. Keza en sahih kavle göre değirmenin her iki taşı ve en sahih kavle göre kapıya bağlı kilidin anahtarı da satışa girer.

Hayvan satışına nalı, keza en sahih kavle göre kölenin satışına da elbisesi dahildir. Ben diyorum ki; en sahih kavle göre köleye ait elbiseler satışa girmez. Allah daha iyi bilir.

  1. Ağaçların Satışı

Satılan ağacın kökü, damarları ve yaprakları satışa girer. Bir veçhe göre dut ağacının yaprakları satışa girmez. Ağacın kuru dal­ları değil de yaş dalları satışa girer. Kesmek, sökmek veya bulundu­ğu yerde bırakmak şartı ile ağacı satmak caizdir.

Yaş ağaç mutlak şekilde satılırsa bulunduğu yerde kalır. Ağacın bulunduğu yer, en sahih kavle göre satışa girmez. Fakat ağaç sökülmedikçe müşteri o yerden faydalanabilir. Ağaç kuru ise, müşte­rinin onu söküp götürmesi lazımdır.

Satılan hurma ağacının üzerindeki meyve satıcı veya müşteri için şart koşulursa, koşulan şarta göre hareket edilir. Aksi halde ağacın çiçekleri döllenmemişse meyveler müşteriye, döllenmişse satıcıya ait olur. İncir ve asma ağacı gibi beyaz tomurcukları olma­yan ağaçların meyvesi gözle görünürse satıcıya, görünmezse müşte­riye ait olur.

Kayısı ve elma ağacı gibi beyaz tomurcuklu ağaçların tomur­cukları dökülür de meyveler gözle görünmezse müşteriye ait olur. Keza meyveler belirir de beyaz tomurcukları dökülmezse en sahih kavle göre meyveler müşterinin olur. Ancak beyaz tomurcuklar döküldükten sonra meyveler görünürse satıcının olur.

Bir kimse meyvelerinin bir kısmı belirmiş, bir kısmı da olgun­laşmış bostanın birkaç hurma ağacını satarsa, meyveler satıcıya ait olur. Olgunlaşmamış meyveler ayrı ise, en sahih kavle göre, onlar müşterinin olur. Şayet meyvelerin her biri (olgunlaşmış olanlar ile olgunlaşmamış olanlar) ayrı ayrı bostanlarda ise, en sahih kavle göre her biri ayrı bir bostan gibi sayılır. Meyveler satıcı için olur da toplanmaları şart koşulmuş ise, satıcının meyveleri toplaması lazımdır. Eğer koparılmaları şart koşulmamış ise, satıcı meyveleri toplama zamanına kadar ağaçta bırakabilir.

Ağaç ve meyvelerin sulanmaya ihtiyaçları varsa, hem satıcı hem de müşteri sulamayı yapabilir. Biri diğerini sulama işinden men edemez. Şayet sulama sebebi ile hem ağaç hem de meyve zarar görürse, müşteri ve satıcının rızası alınmadan sulama yapılamaz.

Ağaç veya meyveler sulamadan dolayı zarar görür ve bu sebep­le müşteri ile satıcı anlaşmazlığa düşerlerse, akid feshedilir. Ancak zarar gören taraf müsamaha gösterirse akid feshedilmez. Zayıf kav­le göre sulamayı yapmak isteyen taraf, diğerinin zararına aldırma­dan yapabilir. Meyve, ağacın rutubetini emerse, satıcının meyveleri toplaması veya zararı def etmek için ağaçları sulaması lazımdır.

  1. Meyve ve Zirai Ürünlerin Satışı

Meyveler olgunlaştıktan sonra mutlak şekilde veya toplamak veya ağaç üzerinde bırakmak şartı ile satmak caizdir. Meyveler ol­gunlaşmadan ağaçla birlikte değil de tek satılırsa, toplamak ve isti­fade edilir durumda olmaları şartı ile satmak caizdir. Bu şart armut için geçerli değildir. Zayıf kavle göre ağaçlar müşteriye ait ise, bu iki şart (koparmak ve istifade etmek şartı) koşulmadan müşteriye sat­mak caizdir.

Ben diyorum ki; ağaçlar müşterinin malı olur da meyvelerin koparılması şart koşulursa bu şarta uymak vacib değildir. Allah da­ha iyi bilir. Meyveler ağaçla birlikte satılırsa akid mutlak şekilde ca­izdir. Ama satıcı meyvelerin koparılmasını şart koşarsa akid caiz ol­maz.

Tarladaki yeşil ziraatı satmak haramdır. Ancak hemen biçmek şartı ile satılırsa caizdir. Ziraatı tarla ile birlikte satmak veya tane­leri sertleştikten sonra şartsız satmak caizdir. Ziraat ile meyveler ol­gunlaştıktan sonra satılırsa, istifade edilir halde olmalanı şarttır. İncir, üzüm ve arpa gibi.

Buğday ve mercimek gibi tanesi başakta görünmeyen zirai ürünleri başaksız satmak caiz olmaz, imam’m son kavline göre, zi­raat başakta olsa bile tanesi görünmeden satmak sahih değildir. Ye­mek sırasında kabuğunun soyulması gereken kabuklu meyveleri satmanın bir sakıncası yoktur.

Ceviz, badem ve bakla gibi iki kabuğu olanlar, iç kabukları ile satılırlar. Üst kabukları ile satmak caiz değildir. Bir kavle göre, iki kabuğu olanları taze halde iken üst kabukları ile satmak caizdir.

Renksiz olan meyvelerde olgunlaşma yumuşaklık ve tatlılığının zahir olması ile anlaşılır. Renkli olan meyvelerde ise; kızarma, sararma ve morarmaya yüz tutması ile anlaşılır. Az da ol­sa meyvelerin bir kısmının olgunlaşmaya başlamış olması, satış ak­dinin sahih olması için yeterlidir. Bir kısmı olgunlaşmaya başlamış bir veya birkaç bostanın meyvesi satılınca bunun hükmü, te’bir (döllenme) bahsinde geçen hükümler gibidir.

Bir kimse olgunlaşmaya başlamış meyve ve zirai ürünleri sa­tarsa ürünün tahliyesinden önce ve sonra tarlayı sulaması lazımdır. Mahsulat tarladan tahliye edildikten sonra müşteri tarladan tasar­ruf yapma hakkına sahip olur. Mahsulat tarladan tahliye edildikten sonra soğuk veya sıcak gibi semavi bir afete maruz kalırsa, imam’m son kavline göre müşterinin zimmetinde olduğu kabul edilir. Satıcı, sulama işini terk eder ve bir noksanlık meydana gelirse, müşterinin muhayyerlik hakkı olur.

Bir kimse olgunlaşmadan önce meyveleri satar ve meyvelerin derhal koparılmaları şart koşulduğu halde daha koparılmadan bir afetle helak olursa, müşterinin zimmetinde olduğunun kabul edil­mesi evladır.

İncir’ ve salatalık gibi genellikle mevcut mahsulat henüz top­lanmadan, yeni mahsulat çıkıp mevcut mahsulata yetişen meyveler­de satış akdi sahih olmaz. Ancak meyvenin müşteri tarafından top­lanması şart koşulursa akid sahih olur.

Yeni çıkan mahsulatın mevcut mahsulata karışması nadir olan meyvelerde, en zahir kavle göre satış akdi fesholmaz. Fakat müşte­rinin muhayyerlik hakkı vardır. Satıcı, müşteri akdi feshetmeden önce yeni yetişen mahsulat konusunda kendisine müsamaha göste­rirse, en sahih kavle göre muhayyerlik hakkı düşer.

Başaktaki buğdayı kabuğundan tasfiye edilmiş buğday karşılığında satmak caiz değildir. Buna muhakele denir. Ağaç üze­rindeki taze hurmayı, kuru hurma karşılığında satmak da caiz de­ğildir. Buna müzabene denir. Fakat ariye satışına ruhsat verilmiştir. Ariye, ağaçtaki taze hurmayı, tarladaki kuru hurma karşılığında ve­ya asmadaki üzümü, kuru üzüm karşılığında satmaktır. Üzüm veya hurma beş yükten az olmalıdır. Ancak iki satışta beş yükten fazla satış yapmak caizdir.

Ariye satışının caiz olması için müşterinin kuru hurmaları satıcıya kile ile teslim etmesi, satıcının da malı teslim etmek için müşteri ile hurma ağacını baş başa bırakması şarttır. En zahir kav­le göre ariye satışı, şeftali ve badem gibi sair meyvelerde caiz olmaz. Ariye satışı, sadece fakirlere mahsus bir akid değildir.

  1. Satıcı ve Müşterinin Anlaşmazlığı

Müşteri ve satıcı akdin sahih olduğu konusunda anlaşırlar da sonra paranın miktarı, sıfatı (sağlam/kırık gibi), ödeme zamanı, süresi (bir-iki ay gibi), malın miktarı gibi akdin keyfiyeti konusun­da anlaşmazlar ve şahitleri de yoksa, her iki taraf yemin eder. Her biri yemin ederken arkadaşının iddiasını reddetmek ve kendi iddi­asını ispat etmek üzere yemin eder. Önce satıcı yemin etmeye baş­lar. Bir kavle göre ise önce müşteri yemin eder. Bir başka kavle göre ise her ikisi aynı seviyede olup hakim istediği kişiye önce yemin et­tirebilir. Zayıf kavle göre ise, yemin etmede öncelik sırası kura ile tespit edilir. En sahih kavle göre, her birinin ret ve ispatı kapsaya­cak şekilde bir defa yemin etmesi yeterlidir.

Yemin edilirken önce red sonra ispat lafzı söylenir. Satıcı ye­min ederken: ‘Allah’a yemin ederim ki bu fiyata değil, şu fiyata sat­tım.” der. Taraflar yemin ederlerse, en sahih kavle göre akid feshol-maz. Akde rıza gösterirlerse, akid ona göre karara bağlanır. Rıza göstermezlerse, ikisi veya biri veyahut hakim akdi fesheder. Zayıf kavle göre, akdi ancak hakim feshedebilir. Akid feshedildikten son­ra müşteri malı satıcıya iade eder. Şayet mal vakfedilmiş, köle azad edilmiş, satılmış, kendisiyle kitabet akdi yapılmış veya ölmüşse, en zahir kavle göre müşteri, malın telef olduğu günün değerini iade eder. Mal kusurlu hale gelmiş ise, değer farkı ile birlikte iade eder.

Müşteri ve satıcının mirasçıları anlaşmazlığa düşerlerse, bunun hükmü yukarıda açıklanan hüküm gibidir.

Şayet satıcı müşteriye: “Bu eşyayı sana şu fiyata sattım.” der, müşteri de: “Hayır onu bana hîbe ettin.” derse, bu sebeple yemin et­mezler. Bilakis her biri diğerinin iddiasını reddetmek üzere yemin eder. Yeminden sonra malın hîbe edildiği tespit edilirse, davacı hibe­yi artışı ile birlikte iade eder.

Taraflardan biri akdin sahih, diğeri akdin fâsid olduğunu iddia ederse, en sahih kavle göre akdin sahih olduğunu iddia edene yemin ettirilir ve sözü doğrulanır. Bir kimse satın aldığı köleyi geri iade eder ve onun yerine ayıplı bir köleyi getirir de satıcı: “Sattığım köle bu köle değildir.” derse, satıcının sözü doğrulanır. En sahih kavle göre, selem akdinde de durum bunun benzeri olup malı teslim ede­nin sözü doğrulanır.

  1. Kölenin Ticaret Yapması

Ticaret yapmak üzere yetkili kılınmamış kölenin efendisinden yetki almadan alış veriş yapması en sahih kavle göre caiz değildir. İzin almamışsa mal ister kölenin elinde, isterse efendisinin elinde bulunsun, satıcı malını geri isteyebilir. Mal kölenin elinde telef olur­sa, zimmetine geçmiş olur. Efendinin elinde telef olursa, satıcı efen­diyi borçlandırır. Köle azad olursa, mal sahibi malını köleden isteye­bilir. Kölenin borç muamelesinde bulunmasının hükmü, satış akdi yapmasının hükmü gibidir.

Ticaret yapmak üzere yetkili kılman köle, verilen yetkiye göre hareket eder. Şayet belli bir nevide ticaret yapmak üzere yetkili kılmmışsa sadece o nevide ticaret yapabilir. Ticaret için aldığı yetki ile nikah akdi yapamaz ve izin almadan ücretle çalışamaz. Köle tica­ret için satın aldığı köleye ticaret yapmak üzere izin veremez, tasad-dukta bulunamaz ve onun efendisi ile ticaret akdi yapamaz. Yetkili kılman köle efendisinden kaçıp giderse, yetki hakkı ortadan kalkmış olmaz. Kölenin yaptığı tasarrufa karşı efendisinin sükut etmesi köle için izin sayılmaz. Borç akidlerinde kölenin sözü geçerlidir.

Bir kimse, kölenin köle olduğunu bilir de ticarette yetkili kılındığını efendisinden veya bir delille veya kölenin yetkili olduğu insanlar arasında yaygın olan yollardan biri ile bilmedikçe onunla mu­amele yapamaz. Kölenin yetkili olduğunun yaygın şekilde bilinmesi konsunda bir vecih vardır. Yani kölenin yetkili olduğunun yaygın şe­kilde bilinmesi yeterli değildir. Kölenin: “Ben ticaret konusunda yet­kiliyim.” demesi de onun yetkili olduğuna yeterli delil olmaz.

Ticaret için kenisine yetki verimiş köle, bir mal satıp bedelini alır da bu bedel telef olur ve sattığı malın bir başkasının malı oldu­ğu anlaşılırsa, müşteri ödediği bedeli köleden ister. Efendisinden de isteyebilir. Zayıf kavle göre ise bedeli efendiden isteyemez. Bir baş­ka zayıf kavle göre kölenin elinde para varsa, bedel efendisinden is­tenmez.

Yetkili köle bir şey satın alırsa, satıcı için bedeli efendisinden istemesinde az önce geçen ihtilâflar geçerlidir. Ticaret borcu kölenin boynuna taallûk etmediği gibi efendisinin zimmetine de geçmez. An­cak ticaret malından ödenir. Keza en sahih kavle göre borç, kölenin av ve benzeri çalışmalarla elde ettiği kazancından ödenir. En zahir kavle göre efendi bir malı kölenin mülkiyetine geçirirse, kölesi mülkiyetine geçirmiş sayılmaz.

B. SELEM (PEŞİN PARA İLE VERESİYE MAL ALMAK)

Selem akdi, zimmette vasıflanan bir şeyi selem lafzı ile sat­maktır. Satış akdinde geçen şartlar, selem akdi için de geçerlidir. Bu şartlara ek olarak selem akdinin diğer şartları şunlardır:

1-Ana para (re’s’ül-mal) akid meclisinde teslim edilmelidir. Akid esnasında para mutlak şekilde zikredilir de sonra belirlenecek akid meclisinde teslim edilirse, akid caizdir. Müşteri (müslim), satıcıya (müslemun ileyhe) parayı havale eder ve akid meclisinde teslim alsa bile akid caiz olmaz. Ancak satıcı, parayı mecliste alır ve henüz meclisten ayrılmadan müşteriye iade ederse caizdir. Ana pa­ranın kirada kalması gibi belli bir menfaat şeklinde olması caizdir. Ana parayı teslim almak, onu mecliste ele geçirmek sureti ile olur.

Selem akdi feshedilir ve ana para mevcut ise aynısı iade edilir.

Zayıf kavle göre ise ana para, akid esnasında değil de akid meclisin­de belirlenmişse, satıcı malın bedelini iade eder. En zahir kavle göre ana paranın görülmesi, miktarının bilinmesi için yeterlidir.

2- Üzerine selem akdi yapılan mal (müslemu flh) borç ol­malıdır: Bir kimse başkasına: “Şu elbiseyi şu köle karşılığında sana selem olarak verdim.” derse, selem akdi gerçekleşmiş olmaz. En za­hir kavle göre, burada lafızlar muhalif olduğundan satış akdi de ol­maz. Bir kimse başkasına: “Şu nitelikteki elbiseyi şu kadar dirhem karşılığında senden satın aldım.” der, o da: “Sana sattım.” derse; satış akdi olur. Zayıf kavle göre ise selem akdi olur.

3- Malın teslim edileceği yer: Malın teslim edileceği yer teslime elverişli değilse veya teslime elverişli olur da bir masraf gerektiri­yorsa, mezheb alimlerince kabul edilen rivayete göre teslim mahal­linin belirtilmesi şarttır. Malın nakli bir masraf gerektirmiyorsa, teslim mahallinin belirtilmesi gerekmez.

Üzerine selem akdi yapılan malın peşin veya vadeli olması sa­hihtir. Şayet akid mutlak şekilde yapılırsa peşin gerçekleşmiş olur. Zayıf kavle göre. mutlak şekilde yapılan akid geçerli değildir.

Selem akdi vadeli ise, teslim süresi bilinmelidir. Vadenin hicri, fars veya rum aylarına göre tespit edilmesi caizdir. Süre mutlak şe­kilde zikredilirse, hilâl aylarına göre yorumlanır. Süre ayın yarısın­dan itibaren başlamışsa, geriye kalan günler hilâl ayına göre hesap­lanarak ilk günlerle birlikte otuz güne tamamlanır. En sahih kavle göre, vadenin bayram gününe, Cemaziyelevvel veya Cemaziyelahir ayına göre yapılması caizdir. Bu takdirde sürenin sonu için ilk gelen bayram veya ay dikkate alınır.

  1. Selem Akdinin Diğer Şartları

1- Üzerine selem akdi yapılan mal teslim vaktinde teslim edi­lebilir olmalıdır. Mal bir başka beldede olur da satış için nakli adet haline gelmişse, üzerine selem akdi yapmak sahihtir. Aksi halde sa­hih olmaz. Yaygın olan bir mal üzerine selem akdi yapılır da teslim vaktinde piyasadan çekilirse, en zahir kavle göre akid fesholmaz. Müşteri akdi feshetmekte veya mal ortaya çıkıncaya kadar sabredip beklemekte muhayyerdir. Müşteri daha teslim vakti gelmeden malın teslim zamanında piyasadan çekileceğim öğrenirse, en sahih kavle göre mal piyasadan çekilmeden önce muhayyerlik hakkı olmaz.

2- Üzerine selem akdi yapılan malın tartı, sayı veya metre ile miktarı belli olmalıdır. Ölçeklenen malı tartı ile, tartılan malı da ölçek ile ölçerek üzerinde selem akdi yapmak sahihtir. Ancak ölçüsü şu kadar olmak üzere yüz sa’ buğday üzerine selem akdi yapmak sa­hih değildir.

Kavun, patlıcan, salatalık, ayva ve nar gibi meyve ve sebzeler üzerine tartı ile selem akdi yapmak şarttır. Ceviz ve badem gibi ne­vileri az farklı olan yemişlerde tartı ile selem akdi yapmak sahihtir. Keza bu yemişlerde kile ile selem akdi yapmak da en sahih kavle göre caizdir. Kerpiçlerde ise hem sayı hem de tartı dikkate alınır.

Bir kile tayin edilerek ona göre selem akdi yapılır da bu kile örfe göre bilinen bir kile değilse akid fesholur. Şayet örfe göre bilinen bir kile ise ve miktarı belli ise, en sahih kavle göre akid fesholmaz.

Küçük bir beldenin belli miktardaki meyveleri üzerine selem akdi yapmak sahih değildir. Büyük bir beldenin belli miktardaki mey­veleri üzerine selem akdi yapmak ise en sahih kavle göre caizdir. Çünkü büyük beldenin meyveleri genellikle piyasadan çekilmezler.

3- Üzerine selem akdi yapılan malın zahiren değişiklik göster­mesi sebebi ile maksadı etkileyen nitelikleri bilinmelidir. Malın nite­likleri, az bulunduğunu göstermeyecek şekilde akid esnasında zikre­dilmelidir. Şu halde; kavrulmuş undan yapılmış helva, macun, misk, amber ve öd ağacından yapılmış koku, astarlanmış mest ve madde­si karışık panzehir gibi başka maddelerle karışık ve sıfatları için bel­li bir kaide olmayan nesnelerin üzerine selem akdi yapmak sahih de­ğildir.

En sahih kavle göre pamuk ve ipekten veya yün ve ibrişimden yapılmış kumaş, peynir, süzme yoğurt, mumlu bal, hurma veya ku­ru üzüm sirkesi gibi maddeleri karışık, fakat sıfatları için belli bir kaide bulunan şeyler üzerine selem akdi yapmak sahihtir. En sahih görüşe ve alimlerin çoğunluğuna göre ekmek üzerine selem akdi yapmak caiz değildir.

Nadir beldelerde ender bulunan av eti ve selem akdi için sıfat­ları nadir bulunan bir mal üzerine selem akdi yapmak caiz değildir.

Örneğin; bulunması mümkün olmayan ve üstün vasıfla nitelenen büyük mücevherler, yakutlar, kız kardeşi veya çocuğu olan cariye üzerine akid yapmak caiz değildir.

  1. Hayvanlar Üzerine Selem Akdi Yapmak

Hayvanlar üzerine selem akdi yapmak caizdir.

Kölelerde yapılan selem akdinde kölenin milliyetini ve rengini belirtmek şarttır. Rum ve beyaz renkli köle gibi. Beyaz rengi de es­mer veya sarışın şeklinde nitelendirmek lazımdır. Ayrıca cinsiyeti, yaşı ve boyunun uzunluğu belirtilmelidir. Bu sıfatların tümü takri­bi olarak açıklanmalıdır. Kölenin kara gözlü ve tavlı olması gibi ni­teliklerini belirtmek en sahih kavle göre şart değildir.

Deve, at, katır ve merkep gibi hayvanların cinsiyet, yaş, renk ve nevini belirtmek şarttır. Kuşların tür, cüssenin küçüklüğü ve büyük­lüğü gibi niteliklerini; etin ise sığır, koyun, keçi veya koç eti olduğu­nu veya hayvanın buruk olup olmadığını, süt veya yem ile beslendi­ğini veya bu sıfatların aksine olarak etin but, kol veya kaburga kısmı gibi hayvanın neresinden alındığım belirtmek şarttır. Etin kemiği adet olduğu şekil üzere kabul edilir. Kumaşın; cins, uzunluk, geniş­lik, kalınlık ve incelik; dokumanın ise sıklık, gevşeklik, yumuşaklık ve sertlik gibi niteliklerini belirtmek şarttır. Kumaş mutlak şekilde belirtilirse, ham kumaş dikkate alınır. Maksur kumaşta ve hırka gi­bi dokumadan önce ipi boyanmış kumaşta selem akdi yapmak caiz­dir. Kıyasa göre kumaş dokunduktan sonra boyanmışsa, yine selem akdi sahihtir. Ben diyorum ki; en sahih kavle göre kumaş dokunduk­tan sonra boyanmışsa selem akdi sahih değildir. Alimlerin çoğunlu­ğunun kesin görüşü böyledir. Allah daha iyi bilir.

Hurmanın rengini, türünü, beldesini, küçük veya büyük tane­li olduğunu, eski veya yeni olduğunu açıklamak lazımdır. Buğday gi­bi hububatın hükmü de hurmanın hükmü gibidir.

Üzerine selem akdi yapılan balın dağ, şehir, yaz veya sonbahar balı; renginin ise beyaz veya sarı olduğunun belirtilmesi şarttır. Balın eski veya yeni olduğunu belirtmek şart değildir.

Ateşte pişirilmiş veya kızartılmış nesne üzerine selem akdi yapmak sahih değildir. Güneşten etkilenmiş olmanın zararı yoktur.

En zahir kavle göre, hayvanların kellesi üzerine selem akdi yapılmaz.

Elle yapılan kazan, testi, leğen, ibrik, mumluk, tencere, deri gi­bi parçaları değişik olan nesneler üzerine selem akdi yapmak sahih değildir. Dörtgen olan tencere ve kalıpta yapılan şeyler üzerine akid yapmak caizdir. Üzerine selem akdi yapılan malın iyi veya kötü ol­duğunu açıklamak en sahih kavle göre şart değildir. Mal mutlak şe­kilde zikredilirse iyi olanı dikkate alınır.

Selem akdinin bir şartı da üzerine selem akdi yapılan malın sıfatının, taraflarca bilinmesidir. Keza en sahih kavle göre satıcı ve müşterinin dışında, malın sıfatının başkalarınca da bilinmesi lazımdır.

  1. Selem Malı Yerine Başka Bir Malı Vermek Malın Teslim Zamanı ve Yeri

Üzerine selem akdi yapılan malın yerine, cins ve çeşidi ayrı bir malı vermek sahih değildir. Zayıf kavle göre çeşidi aynı olan malı, üzerine akid yapılan malın yerine vermek caizdir, ancak müşterinin bunu kabul etmesi zorunlu değildir. Şart koşulan maldan daha kötüsünü vermek caiz olup müşterinin bunu kabul etme zorunlulu­ğu yoktur. Daha iyisini vermek ise caiz olup müşterinin kabul etme­si en sahih kavle göre vacibtir.

Satıcı malı şart koşulan vakitten önce hazır bulundurur da müşteri kabul edilir bir mazeret ile onu teslim almaktan çekilirse, kabul etmeye zorlanamaz. Örneğin, teslim edilen mal bakıma muh­taç bir hayvan ise veya dönem baskın dönemi ise, müşteri malı al­mak mecburiyetinde değildir. Müşterinin malı kabul etmemesi için makul bir mazereti yoksa ve bu durumda satıcı için de rehineyi kur­tarmak gibi kabul edilir bir mazereti varsa, müşteri malı teslim al­mak mecburiyetindedir. Keza en zahir kavle göre, satıcı acele ediyor­sa bu durumda da beratı zimmet için müşteri malı teslim almaya ic­bar edilir.

Malın ödeme zamanı girdikten sonra müşteri teslim yerinden uzak bir yerde satıcıyı görürse ve malı oraya götürmek masraflı ise, satıcının malı orada teslim etmesi gerekli değildir. Sahih olan kavle göre müşteri burada mal teslim edilmediği için onun bedel ve kıyme­tini isteyemez.

Müşteri teslim mahalli için teklif edilen yerin dışında malın nakli bir masraf gerektiriyorsa veya zayi olma korkusu varsa, malı teslim almaya icbar edilemez. Bu iki sebep yoksa en sahih kavle göre, müşteri malı almak için icbar edilir.

C. İKRAZ (BORÇ)

Borç vermek menduptur. Borç akdinin lafzı: “Şu malı sana borç olarak veya selef yolu ile verdim veya mislini veya karşılığını ödemen şartiyle sana mülk ettim.” şeklindedir. En sahih kavle göre müşterinin borcu kabul etmesi, borç veren kişinin de teberru ehli­yetine sahip olması şarttır.

Üzerine selem akdi yapılması sahih olan şeyleri borç olarak vermek caizdir. Ancak en zahir kavle göre, kendisine nikahı helal olan kişiye cariyeyi borç olarak vermek caiz değildir. Üzerine selem akdi yapılması caiz olmayan malı borç olarak vermek en sahih kav­le göre caiz değildir.

Borç verilen mal benzeri bulunan bir mal ise, iade edilirken benzeri iade edilir. Değer biçilen bir mal ise, yerine aynı özellikte olan bir mal iade edilir. Zayıf kavle göre ise kendisine değer biçilen mallarda değer ödenir. Alacaklı, borçluyu borç akdinin yapıldığı ma­halden başka bir mahalde bulur da borcun karşılığı olan malın nak­li için bir masraf gerektiriyorsa, akdin yapıldığı beldeye göre malın kıymetini isteyebilir.

Borç akdi yapılırken kaliteli mal karşılığında kalitesiz olanı verme veya ziyadesiyle bir ödeme şart koşulursa akid caiz olmaz. Fa­kat borçlu borcunu öderken bir şart olmaksızın fazlası ile ödeme yapması güzel bir davranıştır.

Borç alan (mükteriz), şayet sağlam para karşılığında kırık pa­ra vermeyi veya başka bir şeyi vermeyi şart koşarsa, bu şart geçer­sizdir. Fakat en sahih kavle göre akid fâsid olmaz. Borç veren kimse ödeme için bir zaman şart koşar da bunda kendisinin bir amacı yoksa; bunun hükmü, yukarıda geçen kaliteli mal karşılığında kalitesiz mal vermenin hükmü gibidir.

Zamanı şart koşmakta borç verenin bir amacı varsa; meselâ ta­yin edilen zamanda mallar talan ediliyorsa, en sahih kavle göre bu­nun hükmü, kalitesiz mal karşılığında kaliteli mal vermenin hükmü gibidir.

Borç veren kişi, borç karşılığında rehin veya kefil bulundur­mayı şart koşabilir. Borç alan kişi, malı almakla mülkiyetine geçir­miş olur. Bir kavle göre ise borç alan kişi, malı sarf etmekle mülki­yetine geçirmiş olur. En sahih kavle göre borç verilen mal, olduğu gi­bi borç alanın mülkiyetinde kaldığı müddetçe, borç veren kişi aynı malı geri alabilir. Allah daha iyi bilir.

D. REHİN

Rehin akdi, satış akdinde olduğu gibi icap ve kabul lafzı ile sa­hih olur. Akid esnasında malı önce vermek gibi akdin gerektirdiği veya şahit bulundurma gibi akdin maslahatı için olan veya herhan­gi bir amacı olmayan bir şartı koşmak akdi bozmaz.

Akitte koşulan şart, rehin alan için zararlı ise akid batıl olur. Rehin alan kimsenin rehineden istifade etmesi gibi kendisine ya­rarlı, fakat rehin bırakana zarar veren bir şeyi şart koşarsa bu şart geçersizdir. Keza en zahir kavle göre akid de geçersizdir.

Rehineden elde edilen fazlalığın rehin bırakılması şart koşu-lursa, en zahir kavle göre şart geçersizdir. Şart geçersiz olunca akid de geçersiz olur. Rahin ve rehine alan mutlak tasarrufta bulunmaya ehil olmalıdır. Buna göre veli, çocuk ve delinin malını rehine vere­mez ve onlar adına rehine alamaz. Ancak bir zaruret veya belli bir fayda varsa, onlar adına rehin akdinde bulunabilir.

Rehinede bulunması gereken şartlar şunlardır:

En sahih kavle göre, rehinenin ayın (mal) olması şarttır. Borç gibi ayın olmayan menfaatleri rehin bırakmak sahih olmaz. Ortak malı (muşaa), çocuğu dışında yalnız cariyeyi veya annesi dışında yal­nız çocuğu rehine bırakmak sahihtir. Cariye çocuğu ile birlikte satılırsa, ücret her birinin değerine göre taksim edilir. En sahih kav­le göre cariyeye tek başına değer biçilir. Sonra çocuğu ile birlikte de­ğer takdiri yapılır. Her iki değer arasındaki fark, çocuğun değeridir.

Cani ve mürtedin rehin bırakılmasının hükmü, bunları sat­manın hükmü gibidir. Kendisi ile tedbir akdi yapılmış köleyi veya azat edilmesinin bağlandığı sıfatın borcun ödeme vaktinin girmesin­den önce gerçekleşmesi mümkün olan köleyi rehine bırakmak, mez­hep alimlerince kabul edilen rivayete göre geçersizdir.

Rehine bırakılan mal kısa zamanda bozulan bir mal ise, bu tak­dirde: Yaş hurma gibi kurutma imkanı varsa kurutulur. Kurutma im­kanı olmayan malı ise, peşin veya henüz bozulmadan vadesi giren borç için rehine bırakmak veya satıp parasını rehin bırakmayı şart koşmak caizdir. Bu durumda : Rehinenin bozulma korkusu varsa, satılır ve parası rehine olarak bırakılır. Şayet rehin eden böyle bir re­hinenin satılmamasmı şart koşarsa, rehin akdi sahih olmaz. Rahin rehineyi mutlak şekilde vermişse, en zahir kavle göre akid fâsid olur. Rehine alan kimse henüz borç vakti girmeden rehinenin bozulup bo­zulmayacağını bilmezse, en zahir kavle göre akid sahihtir.

Rehine bırakılan buğdayın çürümesi gibi, çabuk bozulmayan bir mal rehine bırakılır da onu bozan bir arıza meydana gelirse, bu­nunla akid derhal fâsid olmaz.

Rehine bırakmak üzere bir malı âriye (ödünç) almak caizdir. Bu şekildeki rehine bir kavle göre ariye olur. En zahir kavle göre bu durumda borcun tazmini âriye alman mala taallûk eder. Bu sebeple, bir malı ariye alırken borcun cinsini (altın, gümüş gibi), miktarını ve sıfatını (peşin veya tecilli olduğunu) iğreti veren şahsa açıklaması şarttır. Keza en sahih kavle göre, rehineyi alan kişinin zikredilmesi de şarttır. Bu şekilde rehin edilen mal rehineyi alanın eli altında iken telef olursa, en zahir kavle göre rehine veren de alan da tazmi­nat ödemekle yükümlü olmaz.

Ödünç mal rehine olarak teslim edildikten sonra ödünç veren kişi artık iğreti akdinden cayamaz. Borcun Ödeme zamanı girer ve­ya peşin olursa ödünç verene rehinenin satışı için müracaat edilir. Borcu ödemese rehine satılır. Sonra ödünç veren, rehinenin satıldığı parayı almak için rehineyi verene müracaat eder.

  1. Rehin Sebebi Olan Şey

Rehin akdine sebep olan şeyin sabit ve bağlayıcı borç olması şarttır. Zorla alınmış veya ödünç mal için rehine bırakılması en sa­hih kavle göre caiz değildir. Borç karşılığında rehine bırakmak da caiz değildir.

Bir kişi bir kimseye: “Şu dirhemleri sana borç olarak verdim ve karşılığında köleni rehine aldım.” der de diğeri cevaben: “Borç aldım ve rehin ettim.” veya “Şunu şu fiyata sana sattım ve karşılığında elbiseyi rehin aldım.” der, diğeri de: “Satın aldım ve re­hin ettim.” derse, en sahih kavle göre akid sahihtir.

Kitabet akdi taksitlerini veya henüz bitmemiş işin ücreti karşılığında rehine bırakmak sahih değildir. Zayıf kavle göre, işe baş­ladıktan sonra alınacak ücret karşılığında rehine bırakmak caizdir.

Satılan malın parası karşılığında muhayyerlik süresinde rehi­ne bırakmak; bir borç karşılığında ikinci bir rehine bırakmak caiz­dir, imam’m son kavline göre rahinin rehineyi, borç sahibinden aldığı ikinci bir borç için de rehine yapması caiz değildir.

Rehin akdinin gerçekleşmesi için rehineyi, akid yapmaya sala­hiyetli olan kimseden teslim almak şarttır. Rehin akdinde vekalet caizdir. Lakin rehine alan, rahini veya onun kölesini vekil tayin ede­mez. Fakat ticaret yapması için köle yetkili kılınmışa, onun vekil ta­yin etmesinin caiz olduğu hakkında bir vecih vardır. Rahinin kitabet akdi yaptığı köleyi vekil tayin etmesi ise caizdir.

Bir kimse, emanetçinin elindeki emaneti veya gasibin elindeki malı rehin bırakırsa, onu teslim almaya imkan veren bir zaman geç­medikçe rehine teslim alınmış sayılmaz. En zahir kavle göre, kabz etmek için rahinin izin vermesi şarttır. Gâsıbm gasp ettiği malı re­hine alması onu gâsıp olmaktan kurtarmaz. En sahih kavle göre gasp edilen mal, emanet olarak gasp edene bırakılır da telef olursa, gâsıp olmaktan kurtulur.

Mürtehin rehineyi teslim almadan rahin rehine üzerindeki mülkiyetini kaldıran bir tasarrufta bulunursa, rehin akdinden dön­müş olur. Rehineyi bir başkasına hîbe etmesi veya rehine olarak bırakması ve bunlar tarafından kabz edilmesi veya rehine olan köle ile kitabet akdi yapması gibi. Keza en zahir kavle göre köle ile tedbir akdi yapmışsa akidden dönmüş olur. Rahinin rehine olan cariye­sini hamile bırakması akitten caydığını gösterir. Ancak cariye ile cinsel ilişkide bulunur ve cariyeyi evlendirirse akitten caymış sayıl­maz. Rehine kabz edilmeden taraflardan biri ölür veya delirirse ve­ya şıra içkiye dönüşürse veya köle kaçıp giderse, en sahih kavle göre rehin akdi bozulmaz.

Rehin veren rehineyi teslim ettikten sonra, rehineyi alan kişi­den izin almadan onu mülkünden izale edecek bir tasarrufta bulu­namaz. Fakat rehine olan köleyi hürriyetine kavuşturmak hakkında birkaç görüş vardır. Bu görüşlerin ezher olanına göre rahin zengin ise köleyi hürriyetine kavuşturması geçerlidir. Bu takdirde azad et­tiği günkü değerini rehin olarak bırakır. Rehin olan köleyi azat et­mek geçerli değildir dediğimiz takdirde, en sahih kavle göre rehin olayının kalkmasından sonra köle azat olmaz. Rahin, rehine kölenin hürriyetini bir sıfata bağlarsa (Zeyd gelirse hürsün demesi gibi) ve bu sıfat gerçekleştiğinde köle halen rehine ise hürriyetine kavuş­masının hükmü, yukarıda hürriyetle ilgili açıklanan hüküm gibidir. Belirtilen sıfat gerçekleştiğinde rehine olmaktan kurtulmuşsa, en sahih kavle göre hürriyetine kavuşmuş sayılır.

Rahinin mürtehinden izin almadan rehineyi bir başkasına re­hin vermesi sahih olmaz. Borç peşin olur veya ödeme vakti önce gi­rerse rahin, rehine olan cariyeyi evlendiremez ve icareye veremez.

Rahin rehine olan cariye ile cinsel ilişkide bulunamaz. Şayet cinsel ilişkide bulunursa doğan çocuk hür ve nesebi sahih olur. Bu durumda cariyenin ümmü veled olup olmaması konusundaki görüşler, azad olma ile ilgili görüşler gibidir. Ancak ümmü veledin geçerli olduğunu söylediğimiz taktirde; rehine azat olursa, en sahih kavle göre ümmü veled olarak azat olur. Cariye doğum esnasında hayatını kaybederse, en sahih kavle göre, rahin cariyenin değerini rehine olarak bırakır.

Rahin mürtehinden izin almadan, rehineyi noksanlaştırmaya­cak şekilde ondan istifade edebilir. Rehine verdiği evde oturmak ve­ya hayvana binmek gibi. Fakat rehine olan arazide bina yapmak ve­ya ağaç dikmek gibi tasarruflarda bulunamaz. Bu tasarrufları yap­tığı taktirde, borcun ödeme vakti gelmeden bina yıkılmaz veya ağaç sökülmez. Fakat borcun ödeme vakti girdikten sonra arazinin satış bedeli borcu kap atamıyorsa ve bunları kaldırmakla satış bedeli yükseliyorsa, yaptığı binayı veya diktiği ağaçlan ortadan kaldırmak­la yükümlüdür.

Rahin, rehineyi kendi yanma getirmeden ondan faydalanma imkanına sahipse, onu yanma alamaz. (Örneğin, sanatkar olan köle mürtehinin elinde iken de sanatını icra edebilir.) Rahin rehineyi ge­ri almadan ondan istifade etme imkanı yoksa, onu yanma alabilir. Ancak yanma almadan mürtehin rehinenin tekrar kendisine geri verileceğine güvenmezse, rehineyi teslim ederken şahit tutabilir. Rehineyi alan, rehineden istifade etme izni verirse yasak olan tüm hususlarda rehin veren rehineden istifade edebilir. Ancak, rahin ta­sarrufta bulunmadan mürtehin verdiği izni geri alabilir. Geri aldığı halde rahin bundan haberdar olmaz ve rehine üzerinde bir tasarruf­ta bulunursa; bunun hükmü, vekilin vekaletten azledildiğinden ha­berdar olmadan tasarrufta bulunmasının hükmü gibidir. En sahih kavle göre, bu durumlarda yapılan tasarruflar geçersizdir.

Rehineyi alan borcu ödeme vadesinden önce ödemek şartı ile rehineyi satması için rahine izin verirse, satış sahih olmaz. Keza en zahir kavle göre, rehinenin tutarını rehine bırakmak şartı ile rahin rehineyi satmaya izin verirse böyle bir satış da sahih olmaz.

  1. Rehin Akdinin Geçerli Olması

Rehin akdi gerçekleştiğinde, rehineyi alan borcunu elde edin­ceye kadar rehine onda kalır. Ancak daha önce izah edildiği üzere re­hine veren, rehineden faydalanmak için onu alabilir. Akid esnasında taraflar rehineyi adil bir kimsenin yanma bırakmayı şart koşarlar­sa, bu caizdir. İki veya bir kişinin rehineyi muhafaza etmesi konu­sunda söz birliği ederlerse, anlaştıkları şarta bağlı kalırlar. Şayet mutlak şekilde belirtirlerse en sahih kavle göre, taraflardan biri re­hineyi yanma alamaz.

Tarafların rehineyi teslim ettikleri adil kişi ölür veya fasık olursa, üzerinde anlaştıkları herhangi bir kişiye teslim ederler. Şa­yet anlaşmazlar da münakaşa ederlerse, hakim rehineyi adil birisi­ne bırakır ve ihtiyaç duyulması halinde rehineyi satabilir.

Rehine satılırsa bedeli mürtehine verilir. Rahin veya onun vekili, mürtehinin izni ile rehineyi satabilir. Mürtehin satış için izin vermezse, hakim kendisine: “Ya izin ver ya borcundan vazgeç.” der. Şayet mürtehin rehineyi satmak ister de rahin izin vermeye razı ol­mazsa, hakim ona ya borcu ödetir ya da rehineyi sattırır. Rahin ve­ya mürtehin izin vermemekte ısrar ederse, hakim rehineyi satar. Şa­yet mürtehin rahmin izni ile rehineyi satarsa ve en sahih kavle göre, satış akdi rahinin huzurunda gerçekleşirse, akid sahih olur. Aksi halde sahih olmaz.

Rehineyi adil bir kişinin satmasını şart koşarlarsa, satış akdi caizdir. En sahih kavle göre adil kişinin rehineyi satmak için rahin-den izin alması şart değildir. Adil kişi rehineyi satarsa, mürtehin borcunu alıncaya kadar para rahinin zimmetinde olarak onun elin­de kalır. Para adil kişinin yanında iken telef olur ve rehine baş­kasının malı olduğu anlaşılırsa, müşteri parasını almak için dilerse adil kişiye, dilerse rahine müracaat eder. Bu konuda kararı verecek olan rahindir.

Adil kişi rehineyi satarken bulunduğu beldenin misli parası ile ve peşin olarak satmalıdır. Şayet muhayyerlik süresi içerisinde bir başkası fazla fiyat vermek isterse, ilk akdi bozar ve ikinci müşteriye satar.

Rehineye yapılan masraflar rahin tarafından ödenir. Masrafı vermekten kaçımrsa mürtehine ait hakkın muhafazası için en sahih kavle göre masrafları ödemeye icbar edilir. Rahin kan aldırmak ve kupa vurdurmak gibi rehinenin maslahatı için yapılacak işlerden alıkonulamaz. Rehine, mürtehinin elinde bir emanettir. Telef olması halinde borcundan bir eksilme olmaz.

Fasit akidlerin hükmü, tazminat açısından sahih akidlerin hükmü gibidir. Şayet rehineyi alan, rahine: “Borcun ödeme zamanı gelir de ödemezsen, rehineyi bana satarsın.” diye bir şart koşarsa, rehin akdi fâsid olur. Rehine, borcun ödeme zamanından önce mürtehinin yanında bir emanettir. Rehinenin telef olması duru­munda mürtehine yemin ettirilir ve sözü kabul edilir. Alimlerin ço­ğunluğuna göre rehineyi, rehin edene iade etme konusunda mürte­hinin sözü kabul edilmez.

Mürtehin hata olmaksızın rehine olan cariye ile cinsel ilişkide bulunursa, zina etmiş sayılır. Cariye ile cinsel ilişkide bulunmasının haram olduğunu bilmediğini söylemesi kabul edilmez. Ancak İslam’a yeni girmiş veya ulemadan uzak bir bölgede yetişmiş ise, had cezasını kaldırmak için sözü geçerli sayılır. Rahinin izni ile cin­sel ilişkide bulunursa, bunun haram olduğunu bilmediğini söyleme­si, en sahih kavle göre davanın kabulü için geçerli olur ve kendisine had cezası tatbik edilmez. Şayet zor altında cinsel ilişkide bulunmuş ise, mehir vermesi vacibtir. Bu münasebetle doğacak olan çocuk hür olur ve değerini rahine verir.

Rehine telef olur ve bedeli alınırsa, bu bedel onun yanında re­hine olarak kalır. Rahin bedeli dava edebilir. Dava etmezse, en sahih kavle göre mürtehin de dava edemez. Rehine köle kısası gerektiren bir suç işler de rahin köleyi öldüreni öldürürse, rehine ortadan kalk­mış olur. Rehine olan köle öldürülür de rahinin katili affetmesi veya hata ile olan bir cinayet sebebiyle bir mal gerektirirse, rahinin mürtehinden izin almadan katili affetmesi sahih değildir. Mürtehi-nin (rehineyi alanın) katili suçtan beri kılması da sahih değildir.

Rehin akdi rehine malın kendisine bitişik olmayan meyve ve cariyenin çocuğu gibi artışlara sirayet etmez.

Hamile bir cariye rehine edilir de borç ödeme zamanı geldiğin­de henüz hamile ise, hamli ile birlikte satılır. Doğum yapmış ise, en zahir kavle göre çocuğu ile birlikte satılır. Akid esnasında değil de satış esnasında hamile ise, en zahir kavle göre çocuğu rehine olmaz.

  1. Rehinenin Cinayet İşlemesi

Rehine cinayet işlerse; hakkını elde etme konusunda öncelik sırası kendisine karşı cinayet işlenen kişinindir. Rehineye kısas ce­zası gerektirirse veya kendisine karşı cinayet işlenen kişinin alacağı için satılırsa, rehin akdi geçersiz olur.

Köle olan rehine efendisine kai’şı işlediği suç kısası gerektiri­yorsa, rehin akdi geçersiz olur. Şayet efendisi bir mal karşılığında onu affederse, sahih kavle göre bu akid geçerli olmaz ve köle rehine olarak kalır.

Bir kimsenin iki kölesinden her biri bir başkasında rehine olur da biri diğerini öldürürse, her iki rehin akdi hükümsüz kalır. Şayet köle hataen öldürme gibi mala taallûk eden bir cinayet işlerse, rehinesi Öldürülmüş mürtehinin hakkı mala taalluk eder. Gerektiğinde köle satılır ve bedeli rehine olarak bırakılır. Zayıf kavle göre ise, kölenin bizzat kendisi rehine olur.

İki köle bir borç karşılığında rehine olur da biri diğerini öldürürse, rehine eksilmiş olur. İkisi, iki borç (biri vadeli diğeri pe­şin iki borç) karşılığında rehine olur da biri diğerini öldürür ve mürtehin için belli bir menfaat söz konusu ise, katil köle rehine bırakılır. Rehine semavi bir afetle telef olursa rehin akdi geçersiz olur.

Mürtehin akdi fesheder veya borcundan vazgeçerse, rehine re-hinelikten kurtulmuş sayılır. Borcun tümü ödenmezse rehine rehi-nelikten kurtulmaz.

Kölenin bir kısmı bir borç için, geri kalan kısmı da başka bir borç için rehine edilir de biri borcundan vazgeçerse, sadece onun hissesi rehine olmaktan kurtulmuş olur. İki kişi bir köleyi rehine alır da biri borcundan vazgeçerse, onun hissesi rehine olmaktan kurtulmuş olur.

  1. Rehin Akdinde Tarafların İhtilâfı Taraflar (rahin-mürtehin) rehine veya rehinenin miktarında ihtilâfa düşerler de rehine teberru (bağış) ise, yemini ile birlikte ra­hin tasdik edilir. Rehineyi satmayı şart koştukları hususta ihtilâfa <, düşerlerse her ikisi de yemin eder ve akid fesholur. i Mürtehin, iki kişinin kölelerini yüz liraya karşılık rehine

i bıraktıklarını iddia eder de bunlardan biri mürtehini doğrularsa, kölesinin elli liraya karşılık rehine olduğu kabul edilir; diğeri ise, ye­min eder ve sözü kabul edilir. Mürtehini doğrulayan kişi diğeri aley­hine şahitlik ederse şahitliği geçerlidir.

Rehineyi teslim almakta ihtilâf ederler de rehine, rahinin veya mürtehinin elinde bulunuyorsa ve rahin: “Rehineyi gasp ettim.” derse yemini ile birlikte sözü doğrulanır. Keza rahin, rehineyi icare gibi başka bir gaye ile teslim ettiğini iddia ederse, en sahih kavle göre yemini ile birlikte sözü doğrulanır.

Mürtehin rehineyi teslim aldığını ikrar eder de: “Gerçek ka­rarımı vermemiştim.” derse, rahin ona yemin verdirir. Zayıf kavle göre mürtehin kararını hatırlamak üzere örneğin: “Biz akdi gerçek­leştirmeden önce yazılan senedi gördüm.” gibi bir yorumda bulu­nursa, rahin ona yemin verdirir.

Taraflardan biri rehinenin cinayet işlediğini iddia eder de diğe­ri bunu inkar ederse, inkar eden yemini ile birlikte doğrulanır. Ra­hin, rehinenin tesliminden önce cinayet işlediğini söyler de mürte­hin bunu inkar ederse, en zahir kavle göre mürtehin yemin eder ve sözü kabul edilir. Mürtehin yemin ederce, en sahih kavle göre rahin, üzerine cinayet işlenen kişiye karşı borçlu olur. Fakat rahin, rehine­nin kıymeti ile cinayet ersinden en az olanına göre borçlu olur. Mürtehin yemin etmekten çekinirse, yemin etme hakkı direk olarak kendisine karşı cinayet işlenen kişiye geçer, rahine geçmez.

Kendisine karşı cinayet işlenen kişi yemin ederse, rehine cina­yet sebebi ile satılır ve bedeli kendisine verilir. Mürtehin rehinenin satılması için izin verir de rehine satıldıktan sonra verdiği izinden cayar ve: “Henüz rehine satılmadan izinden caymıştım.” der, rahin ise: “Rehine satıldıktan sonra caydı.” derse, en sahih kavle göre mürtehinin sözü doğrulanır.

Bir kimsenin iki bin lira borcu olur da bin liraya karşılık rehi­ne bırakır ve bin lirayı ödedikten sonra: “Rehineyi ödediğim bin li­ra için bırakmıştım” derse, yemini ile birlikte doğrulanır. Şayet hiç­bir şeye niyet etmeden bin lirayı öderse, dilediği rehine yerine sayar. Zayıf kavle göre ise, rehineyi eşit şekilde her ikisine bölüştürür.

  1. Borcun Terekeden Ödenmesi

Bir kimse vefat eder de geriye borç bırakırsa, borç terekesine ve rehineye taallûk eder. Bir kavle göre bunun hükmü, ersin (değer farkının) caniye taallûk etmesinin hükmü gibidir. En zahir kavle göre, borç miktarı ister tereke miktarı kadar olsun, ister ondan faz­la olsun terekeye taallûk eder.

Bir borç ortada yokken mirasçı terekeden tasarrufta bulunduk­tan sonra, satılmış olan malın bir özür sebebi ile iade edilmesi gibi bir borç ortaya çıkarsa, en sahih kavle göre bu durum mirasçının ta­sarrufunu feshetmez. Fakat mirasçı borcu ödemezse, tasarrufu fesh olur. Mirasçının terekeyi elinde bulundurup borcu kendi malından

ödemesi ihtilafsız caizdir. En sahih kavle göre borcun terekeye ta­allûk etmesi, onun mirasçı olmasına mani değildir. Borç, terekenin artışlarına taallûk etmez. Kazanç yoluyla elde edilen veya netaç (hayvanın doğurması) ile olan artışlar gibi. Allah daha iyi bilir.

E. İFLAS

Bir kimsenin peşin ödemesi gereken borcu mevcut malından fazla ise alacaklıların isteği üzerine kendisi mali tasarruftan men edilir. Fakat vadeli borç için kişi mali tasarruftan men edilemez. Pe­şin borç için müflis üzerine kısıtlılık konulunca, en zahir kavle göre vadeli borçların vadesi girmiş olmaz.

Kişinin borcu malına eşit ise ve kendisi kazanç elde ediyorsa, nafakası kazancından ödenir ve kendisi kısıtlılık altına alınmaz. Ka­zanç elde etmiyorsa ve nafakası malından Ödeniyorsa da keza en sa­hih kavle göre yine kısıtlılık altına alınmaz.

Alacaklıların talebi olmadan borçlu kısıtlılık altına alınmaz. Alacaklıların bir kısmı hacr (kısıtlılık) konulmasını ister ve borcu da malından fazla ise, kısıtlılık altına alınır. Ödenecek borcu malından fazla değilse, kısıtlılık altına alınmaz. En sahih kavle göre, müflisin talebi üzerine kendisine hacr konulur. Kişi kısıtlılık altına alındığın­da alacaklıların hakkı malına taallûk eder. Hakim hacr kararı verdi­ğinde halkın müflis ile muamele yapmaktan sakınması için şahit bu­lundurur.

Kısıtlılık altına alman kişi satış, hîbe ve köle azad etme gibi akidlerde bulunursa, bir kavle göre tasarrufu durdurulur. Yaptığı bu tasarruflar borcundan fazla ise geçerli sayılır. Borcundan fazla değil­se tasarrufu geçersiz kalır. En zahir kavle göre, kısıtlılık altına alı­nan kişinin yaptığı akidler hükümsüzdür. Şayet malını borcu karşılığında alacaklılarına satarsa, en sahih kavle göre akid hüküm­süzdür. Kısıtlı kimse zimmetine bağlı olarak, örneğin selem akdi su­reti ile satışta bulunur veya zimmetinde olmak üzere bir malı satın alırsa, en sahih kavle göre akid sahih olup aldığı mal veya para zim­metinde borç olarak kalır.

Kısıtlılık altına alman kişinin evlenmesi, boşanması, karısı ile huT yapması, kısası tatbik etmesi veya kısası affedip diyet alması sa­hihtir.

Kısıtlılık altına alınmadan önce üzerinde bulunan bir malı ve­ya bir borcu ikrar ederse, en zahir kavle göre alacaklılar hakkında­ki ikrarı kabul edilir. Fakat kısıtlılık altına alındıktan sonra üzerin­de bir akdin veya süresiz bir akdin bulunduğunu söylerse, hakkındaki bu ikrarı kabul edilmez.

Kısıtlılık altına alındıktan sonra bedeli mal olan bir cinayet iş­lediğini ikrar ederse, en sahih kavle göre bu ikrarı kabul edilir. Kısıtlılık altına alınmadan satm aldığı ayıplı malı geri vermesinde fayda varsa, geri verebilir. En sahih kavle göre kişi kısıtlılık altına alındıktan sonra; avlanmak, vasiyet veya satış akdi veya sahih oldu­ğunu kabul etmemiz halinde satış yolu ile meydana gelen malına kısıtlılık sirayet eder.

Satıcının kısıtlı kimse ile yaptığı akdi feshetme hakkı yoktur. Müşterinin kısıtlı olduğunu bilirse hakkı bizzat mala taalluk eder. Kısıtlı olduğunu bilmese de hüküm böyledir. Satıcının hakkı mala taalluk etmesi mümkün değilse parayı diğer alacaklılardan önce al­ma hakkı olmaz.

  1. Kısıtlılık Altına Alınan Mal

Kişi kısıtlılık altına alındıktan sonra, hakimin acele üzere kısıtlının malını satarak alacaklılara taksim etmesi sünnettir. Önce bozulacak malları, sonra sırası ile menkul ve akarları satar. Malları müflisin ve alacaklıların huzurunda, her malı kendi piyasasında ra­yiç bedelle ve bulunduğu beldenin parası ile peşin satmalıdır.

Borç nakid cinsinden değilse ve alacaklı hak ettiği malın aynısını istiyorsa, hakim aynı malı kendisine satın alır. Şayet ala­caklı para almaya rıza gösterirse, mal yerine para vermek caizdir. Fakat selem akdinde mal yerine para vermek caiz olmaz. Hakim, karşılığını almadan malı müşteriye teslim etmez. Aldığı bedeli ala­caklılar arasında taksim eder. Fakat az olur da taksim edemezse, tümü toplamncaya kadar bedeli bekletir. Hakim, alacaklılara kendi­lerinden başka alacaklının olmadığına dair şahit getirmeleri için teklifte bulunamaz. Para taksim edilirken bir başka alacaklı çıkar­sa, alacağı oranda eldeki paraya ortak olur. Zayıf kavle göre ilk tak­simat iptal edilir ve yeni bir taksimat yapılır.

Müflis, kısıtlılık altına alınmadan sattığı malın sahibi ortaya çıkar da malın bedeli telef olmuşsa bu, sonradan belli olan borç hükmündedir. Hakimin sattığı mal, bir başkasına ait olduğu ortaya çıkarsa, öncelikle bu mal sahibinin parası ödenir. Bir kavle göre ise; bu para alacaklıların hissesi oranında kendilerinden geri alınır.

Hakim, alacaklılara paylarını taksim edinceye kadar müflise nafakası vacib olanların nafakasını aynı paradan karşılar. Müflis çalışmakla kazanç elde edi-yorsa, nafakaları alacaklıların hissesin­den karşılanmaz. En sahih kavle göre, borçları için müflisin meske­ni ve hizmetlisi satılır. Hatta müflis müzmin hastalık veya bulundu­ğu makam itibarı ile hizmetçiye ihtiyaç duysa da bunlar satılır. Ken­disine uygun bir takım elbise bırakılır. Bir takım elbise; gömlek, şal­var, sarık ve ayakkabıdan oluşur. Kış mevsiminde bu elbiselere bir palto ilâve edilir. Kendisine nafakası vacib olanlara taksim gününün nafakası bırakılır.

Kısıtlılık altındaki kişinin malları alacaklılar arasında taksim edildikten sonra geriye kalan borcu kapatmak için çalışması veya ken­dini kiralatması gerekmez. En sahih kavle göre, kendisine ait ümmü veledi ve kendisine vakfedilmiş araziyi icareye vermesi vacibtir.

Borçlu fakir olduğunu veya malını borçlular arasında taksim ettiğini eder ve başka malı olmadığını iddia eder de alacaklılar bu id­diasını reddederlerse, bu durumda mevcut borç, satış akdi veya ödünç verme gibi mali bir muamele için olan bir borç ise, müflisin fakir olduğuna veya başka malı olmadığına dair delil göstermesi ge­rekir. Borç mali bir muamele borcu değilse veya kendisine ait bir malın olduğu kimse tarafından bilinmiyorsa, en sahih kavle göre müflis yemin eder ve sözü doğrulanır. Fakir olduğunu iddia eden müflisin delili, durumu kesinleşinceye kadar beklemeden hemen ka­bul edilir.

Şahitler müflisin gizli durumlarım bilmelidir. Şahitlik eder­ken: “O fakirdir.” diye söylemelidirler. Fakat: “Hiçbir şeye malik de­ğildir.” gibi kesin reddetmeleri gerekmez. Fakir olduğu böylece tes­pit edildikten sonra müflisin, artık hapsedilmesi veya gözaltına alınması caiz olmaz. Belki zengin oluncaya kadar kendisine süre verilir. Garip olup fakir olduğuna dair delil getirmekten aciz kalanın durumunu araştırmak üzere kadı bir vekil tayin eder. Vekil onun fa­kir olduğuna gâlib zanla kanaat getirirse, hapisten kurtulması için şahitlik eder.

  1. Müflis İle Yapılan Akidden Dönmek

Bir kimse bir mal satar ve henüz bedelini almadan müşteri if­las sebebi ile kısıtlılık altına alınırsa, satıcı akdi feshedip malını ge­ri alabilir. En sahih kavle göre satıcının muhayyerlik hakkı acele üzeredir.

Fesh işlemi cariye ile cinsel ilişkide bulunmak, köleyi azad et­mek veya malı satmakla meydana gelmez. Satıcı, satış akdinde oldu­ğu gibi karşılıklı bedel ödenen sair akidlerde de malını geri alabilir. Satıcının satış akdinden vazgeçmesinin şartları şunlardır:

1- Bedel peşin olmalıdır.

2- İflas sebebi ile bedeli elde etmek mazurlu olmalıdır. Müşte­ri zengin olduğu halde bedeli ödemekten imtina eder veya kaçarsa, en sahih kavle göre satıcı akdi feshedemez. Şayet diğer alacaklılar satıcıya: “Akdi feshetme, sana bedeli öderiz.” derlerse, satıcının fes­hetme hakkı olur.

3- Mal, müşterinin mülkiyetinde baki olmalıdır. Mal, hîbe etme gibi herhangi bir sebeple müşterinin mülkünden çıkar veya köle ile kitabet akdi yaparsa, satıcının geri dönme hakkı olmaz.

Müşterinin cariyeyi evlendirmesi, satıcının akidden dönmesi­ne mani değildir. Mal semavi bir afet ile ayıplı hale gelirse, satıcı malını eksik olarak alır veya diğer alacaklıların hakkına ortak olur. Mal bir başkası veya satıcı tarafından ayıplı hale getirilirse, satıcı malını geri alır ve noksanlık farkı nispetinde alacaklıların parasına ortak olur. Müşterinin mala karşı cinayet işlemesinin hükmü, en sa­hih kavle göre semavi afetin hükmü gibidir.

Satılan iki köleden biri telef olduktan sonra müşteri iflas eder­se, satıcı mevcut malı alır ve telef olanın hissesi kadar müşterinin malına ortak olur. Şayet bedelin bir kısmım almış ise imam’ın son kavline göre malını geri alır. Her iki kölenin bedeli’ eşit olur ve bedelin yarısını almış ise mevcut olanı da kalan borç karşılığında alır. Bir kavle göre, mevcut olan malın yarısını kalan bedelin yarısı karşılığında alır ve geriye kalan borcu için de müşterinin malına or­tak olur.

Malda semiz olma veya sanat öğrenme gibi bitişik bir artış ol­muşsa, satıcı bu artışla birlikte malını geri alır. Cariyenin çocuk do­ğurması ve meyve gibi ayrı olan artışlar müşteriye ait olur, satıcı ise asıl malı alır.

Cariyenin çocuğu küçük olur da satıcı çocuğun bedelini müşte­riye öderse, çocuğu annesiyle birlikte alır. Aksi halde cariye çocukla birlikte satılır ve satıcı yalnız cariyenin bedelini alır. Zayıf kavle göre satıcı çocuğun bedelini bağışlamazsa malını geri alamaz. Bilakis borcu nispetinde diğer alacaklılara ortak olur.

Satılan mal bir hayvan olur ve satış esnasında değil de geri al­ma esnasında gebe ise veya satış esnasında gebe olur da geri alma esnasında gebe değilse, en sahih kavle göre malı geri alma hükmü yavruyu kapsar. Meyvenin kendi tomurcuğunda gizli kalması ve ol­gunlaşma ile zuhur etmesi, ceninin gizli olması ve doğumla annesin­den ayrılmasından daha açıktır. Bu itibarla, malı geri almanın hükmü, meyveyi kapsaması, cenini kapsamasından daha evladır.

Müşteri satın aldığı tarlaya ağaç dikmiş veya bina yapmışsa ve alacaklılar ile müflis tarlayı tahliye etme hususunda ittifak ederler­se, anlaştıkları şarta bağlı kalırlar ve satıcı tarlasını geri alır. Tarlayı tahliye etmekten kaçınırlarsa, tahliye işi için icbar edilmezler. Belki satıcı tarlasını geri alır, ağaç ve binayı da bedel karşılığında mülki­yetine geçirir. Satıcı tarlayı tahliye ederse sadece meydana gelebile­cek noksanlık farkım tazmin eder. En zahir kavle göre, satıcı tarlayı geri alıp tarladaki ağaç ve binayı müflise bırakma hakkına sahip de­ğildir.

Müşteri satın aldığı buğdayı benzeri veya daha düşük kaliteli buğday ile karıştırmışsa, satıcı verdiği malın miktarı kadar karışık olan buğdaydan geri alır. Daha kaliteli buğdayla karıştırmışsa, en zahir kavle göre karışık olanı almayabilir.

Müflis, buğdayı un yapar veya elbiseyi boyar da değeri yüksel-mezse, satıcı malını geri alır. Müflisin ise alacağı bir şey olmaz. Şayet buğday un olmakla ve elbise boyanmakla değerleri yükselmişse, en zahir kavle göre satılır ve müflis bedelden artış farkını alır. Müşteri elbiseyi boyadıktan sonra değerinde boyanın değeri kadar bir artış olmuşsa, satıcı elbiseyi geri alır, müflis ise boyaya ortak olur. Artış boyanın değeri kadar değilse, aradaki noksanlık farkı müflise etki eder. Artış boyanın değerinden fazla ise, en sahih kavle göre müflis artışın tümünü alır.

Müşteri hem boyayı hem de elbiseyi bir kişiden satın alır ve el­biseyi boyadıktan sonra kısıtlılık altına alınırsa, satıcı boya ve elbi­seyi geri alır. Şayet ikisinin (boya ve kumaşın) değeri asıl kumaşın değeri kadar olmazsa, noksan kısım boyaya ait olur. Müşteri elbise­yi ve boyayı farklı kişilerden satın alır da boyalı kumaşın değeri asıl kumaşın değeri kadar olmazsa, boya sahibi bir hak iddia edemez. Artış boyanın değeri kadar olmuşsa, elbise ve boya sahibi malı geri istemekte ortaktır. Artış her ikisinin değerinden fazla olmuşsa, en sahih kavle göre müflis her iki artışa ortak olur.

E HACR (KISITLILIK)

Alacaklının hakkını korumak için müflis, rehineyi kabul eden için rahin, mirasçı için hasta, efendisi için köle ve müslüman için mürted kısıtlılık altına alınır. Kısıtlılığın birkaç bölümü vardır. Bu bölümdeki amacımız delinin, küçüğün ve savurganın kısıtlılığını açıklamaktır.

Bir şahıs delirirse, nikah gibi dinî velayet hakkı elinden alınır ve sözlerine itibar edilmez. Deliren ayılmca hakimin kararı olmadan kısıtlılığı kalkar. Çocuk da reşid olup buluğ çağma erince kısıtlılık hali kalkar.

  1. Buluğa Erme Çağı

Buluğ çağına ermek; erkek çocuğun on beş yaşını tamamla­ması veya ihtilâm olması ile olur. İhtilâm olmayı mümkün kılan za­man ise çocuğun dokuz yaşını tamamlamasıdır. Kasıktaki sert kıl­ların çıkması, kafirin çocuğu için buluğ alametidir. En sahih kavle göre kasıktaki sert kıllar, müslüman kişinin çocuğu için buluğ ala­meti sayılmaz.

Kız çocuğunun buluğ çağına ermesi yukarıda geçen iki alame­te ek olarak adet görmesi ve hamile kalmasıdır.

Reşidlik ise, din ve mâlî idare bakımından salahiyetin ortaya çıkmasıdır. Dînî bakımdan salahiyet; adaleti ortadan kaldıran ha­ramların işlenmemesidir. Mâlî bakımdan salahiyet ise, malı savur-mamaktır. Bu da muamelede malı fahiş bir aldanma ihtimali ile za­yi etmek, denize atmak veya harama harcamakla olur. En sahih kav­le göre kişinin malını sadaka ve hayır işlerine sarf etmesi veya ken­di seviyesine uygun olmayan yiyecek ve elbiselere harcaması savur­ganlık değildir.

Çocuğun reşidliği deneme ve farklı mesleklerle bilinir. Tüccarın çocuğu alım-satım ve pazarlıktan anlamasıyla, ziraatçının çocuğu ziraata uygun işler ve tarlayı işleten çiftçilere masraf .yap­ması ile, sanatkarın çocuğu ise sanatına uygun bir işle denenir. Kadının reşidliği ise ip bükmek, pamuğu ıslah etmek, yemeği kedi gibi hayvanlardan korumak gibi sınamalarla bilinir. Denemenin iki veya daha fazla sayıda yapılması şarttır.

Deneme, çocuk buluğa girmeden yapılır. Zayıf kavle göre dene­me, çocuk buluğa erdikten sonra yapılır. Birinci kavle göre yani, buluğdan önce denenen kişinin yaptığı akidler en sahih kavle göre sahih olmayıp, pazarlık konusunda denenir. Çocuk adına velisi akid-de bulunur.

Bir çocuk reşid olmadan buluğa ererse, kısıtlılığı devam eder. Fakat reşid olup buluğa ererse, buluğla kısıtlılığı kalkar ve malı ken­disine teslim edilir. Zayıf kavle göre kısıtlılığın hakim tarafından kaldırılması şarttır. Malını tekrar savurursa hakim tarafından kısıtlılık altına alınır. Zayıf kavle göre kısıtlılık iade edilmeksizin döner. Reşid olarak buluğa eren fasık sayılırsa, en sahih kavle göre kısıtlılık altına alınmaz.

Sefıhlikle kısıtlılık altına girenin velisi, hakimdir. Zayıf kavle göre çocuk küçük iken velisi olan kimse, çocuk büyüdüğünde de ve­lisi o kimse olur. Deliliğe maruz kalan kişinin velisi ise, küçük­lüğünde kendisine velilik eden kimsedir. Zayıf kavle göre ise velisi hakimdir. Sefihlik sebebi ile kısıtlılık altına alman kişinin velisinin izni olmadan ahş-veriş akdinde bulunması, köle azad etmesi, malını hîbe etmesi ve nikah akdinde bulunması sahih değildir.

Sefih kişi bir malı satın alır veya borç olarak teslim alır da te­lef olur veya telef ederse, bunları ne derhal ne de kısıtlılıktan sonra zimmetine geçirmiş olmaz. Mal sahibinin onun sefih olduğunu bilip bilmemesi sonucu değiştirmez.

Sefih kişi, velisinin izni ile nikah akdinde bulunursa akid sa­hihtir. En sahih kavle göre mali tasarrufta bulunması sahih değildir.

Sefih kişi kısıtlılık altına alınmadan veya kısıtlılık altına alındıktan sonra borç aldığını ikrar ederse, kabul edilmez. Keza bir malı telef ettiğini itiraf ederse, en zahir kavle göre kabul edilmez. Ancak had, kısas, talâk, bul, zihar ve lian hakkındaki itirafı ve ne­sebi reddetmesi sahihtir.

Sefihin ibadet konusundaki hükmü, reşid kişinin hükmü gibi­dir. Ancak sefih, zekâtını bizzat ayırıp verme yetkisine sahip değil­dir. Sefih, farz hacı eda etmek üzere ihrama girerse; yolda kendisine harcamak üzere velisi güvenilir birisine yetecek miktarda mal verir. Eğer nafile hac için ihrama girerse ve yol masrafı ikamet halindeki nafakasından fazla ise velisi onu alıkoyabilir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre muhsir kişi hükmünde olup, tıraş olur ve ihramdan çıkar. Ben diyorum ki; ihsar kanı için bedelin geçerli oldu­ğunu kabul etmemiz halinde oruç tutarak ihramdan çıkar. Çünkü o malî tasarruftan alıkonulmuştur. Ancak yolda fazla masrafı kadar kazanç elde ediyorsa, velisinin onu yoldan alıkoyması caiz olmaz. Al­lah daha iyi bilir.

2..Veli

Çocuğun velisi babasıdır. Sonra her ne kadar yukarıya doğru çıksa da baba cihetinden dedesidir. Daha sonra bunlardan en son ölenin tavsiye ettiği kişi ve hakim gelir. En sahih kavle göre anne ve­li olamaz.

Veli, velayetindeki çocuğun malını maslahata binaen harcar. Çocuğa ev yaparsa, çamur ve tuğla kullanır, fakat kerpiç ve kireç kullanmaz. Akarını nafaka ve giyim gibi bir ihtiyaç için veya açık bir fayda olmaksızın satamaz. Ancak malı bir amaca binaen ticaret eş­yası karşılığında veya bir maslahat için vadeli olarak satabilir. Malı vade ile satarsa şahit bulundurur ve müşteriden rehine alır. Veli, maslahata binaen şüf a hakkı ile onun için mal alıveya almaktan vazgeçer. Malının zekâtım öder ve nafakası için örfe göre harcama

yapar.

Çocuk buluğa erdikten sonra babası ve dedesinin maslahat ol­maksızın satış akdinde bulunduklarım iddia ederse, her ikisi yemin eder ve sözleri kabul edilir. Çocuk, vasi veya eminin (hakimin tayin ettiği kimse) maslahat olmaksızın satış akdinde bulunduklarını id­dia ederse, yemin eder ve sözü kabul edilir.

G. SULH

Sulh, iki kişi arasındaki anlaşmazlığı kaldıran akiddir. İki kısma ayrılır.

A- Davacı ile davalı arasında yapılan sulh. Bu da iki kısımdır:

1- İkrar üzere yapılan sulh: Üzerinde sulh yapılan hak, dava edilmeyen bir ayın ise, bu sulh lafzı ile satış akdi yapmaktır. Böyle bir sulhta satış akdinin hükümleri gerçekleşir. Örneğin, Şüf a hakkı, ayıplı olanı iade etmek, teslimden önce malda tasarruf yapmamak, her iki mal ribevi ise aynı mecliste teslim almak gibi.

Üzerine sulh yapılan hak, evde kiraya oturmak gibi bir menfa­at ise bu, sulh lafzı ile icare akdi yapmaktır. Böyle bir sulhta icare-nin hükümleri geçerli olur.

Sulh dava edilen malın bir kısmı üzerine yapılırsa, geri kalan kısım malı elinde bulundurana hîbe edilmiş sayılır. Burada hibenin hükümleri geçerli olur. Böyle bir sulhu satış kelimesi ile yapmak sa­hih olmaz. En sahih kavle göre sulh kelimesi ile hîbe akdi yapmak

caizdir.

Bir kişi aralarında anlaşmazlık olmaksızın bir kimseye: “Evin için şu kadar mal karşılığında benimle sulh yap.” derse, en sahih kavle göre böyle bir sulh akdi geçersizdir. Ama borca karşı verilecek bir mal üzerine sulh akdi yapılırsa, bu sahihtir. Borç ve mal altın karşılığında gümüş almak gibi ribevi ise, bedeli aynı mecliste almak şarttır. Borç veya karşılığı ribevi olmayıp borcun bedeli bir mal ise, en sahih kavle göre bedeli aynı mecliste almak şart değildir. Malın bedeli borç ise, borcun miktarını aynı mecliste belli etmek şarttır. Bedeli aynı mecliste almak hususunda iki vecih vardır. Davacı bor­cun bir kısmı üzerine sulh yaparsa geri kalan kısımdan borçluyu ib­ra etmiş olur.

Sulh akdi ibra, hatit (indirim), ıskat (düşürme) ve benzeri lafızlarla yapılırsa sahihtir. En sahih kavle göre sulh lafzı ile sulh akdi yapmak caizdir.

Ödeme zamanı gelmiş borcun aynısını vade ile ödemek üzere sulh yapmak veya bunun aksini, yani vadesi gelmemiş borcu peşin vermek üzere sulh yapmak geçersizdir. Kişi, kendi isteği ile vadeli olan borcunu peşin vermek isterse bu caizdir.

Davacı peşin olan on lira borcundan beş lirasını peşin almak ve geri kalan beş liradan vazgeçmek üzere sulh yaparsa, beş lirayı pe­şin alır. Bunun aksi ise hükümsüzdür. Yani davacı, vadeli olan on li­ra borcunun beş lirasından vazgeçip beş lirasını peşin almak üzere sulh yaparsa caiz olmaz.

2-Inkar üzere yapılan sulh: İddia edilen malın inkarı üzerine yapılan sulh geçersizdir. Keza malın bir kısmının inkarı üzerine yapılan sulh da en sahih kavle göre geçersizdir. Meselâ; davalı da­vayı inkar ettikten sonra davacıya: “İddia ettiğin ev üzerine benim­le sulh yap.” diye ikrarda bulunursa; malı inkardan sonra yapılan bu ikrar, en sahih kavle göre ikrar sayılmaz.

B- Davacı ile yabancı arasında yapılan sulh: Yabancı (davacı ve davalı dışındaki üçüncü bir şahıs) davacıya gelerek: “Sulh yapmak üzere davalı beni vekil tayin etti. Senin onda bulunan borçlarını iti­raf etti.” der ve davacı ile sulh yaparsa bu akid sahihtir.

Yabancı kendi adına sulh yaparak davacıya: “Davalı beni vekil tayin etti. Senin hakkını itiraf ediyor.” derse böyle bir sulh yabancı adına sahih olur. Sanki malı satın almış gibidir.

Davalı davayı inkar eder ve yabancı inkarının geçersiz olduğu­nu söylerse bu, gasp edilmiş malı satın almak hükmündedir. Bu tak­dirde sulh, mal sahibi malı alacak güçte olup olmayacağına göre tespit edilir. Mal sahibi malı alabilecek güçte ise sulh sahih olur, aksi halde sahih değildir. Yabancı, davalının inkarının geçersiz olduğunu söylemezse, (ister kendi adına isterse davalı adına yapılmış olsun) batıl olup geçersizdir.

H. MÜŞTEREK KULLANILAN YERLERDE İZDİHAM YARATMAK

Herkese açık olan yol, gelip geçenlere zarar verecek şekilde kullanılamaz, ona saçak uzatılamaz ve kemer yapılamaz.

Saçakların ve kemer yapılan yolun, uzun boylu insanın başına koyduğu yükle birlikte geçebileceği yükseklikte olması şarttır. Yol süvarilerin ve kafilelerin geçtiği bir yol ise, devenin üzerindeki hev-deç ve ona bağlı gölgeliğin direkleri ile birlikte altından geçebileceği yükseklikte olmalıdır. Saçakları yola uzatmak üzerine antlaşma yap­mak, yola seki yapmak veya ağaç dikmek haramdır. Zayıf kavle göre gelip geçenlere zarar vermiyecek şekilde yola ağaç dikmek caizdir.

Ortak olanların dışında başkasının çıkmaz sokağa saçak direk­lerini uzatması haramdır. Keza ortak olanların bir kısmının, diğer ortaklardan izin almadan sokağa saçak direklerini uzatmaları en sa­hih kavle göre haramdır.

Çıkmaz sokağa ortak olan, evinin kapısı yola açılan kimsedir. Evinin duvarı yola bitişik olup kapısı yola açılmayan kimse çıkmaz yola ortak olamaz.

Sokağa ortak olanların hepsi sokağın tümünde mi, yoksa her biri evinin kapısından sokağın başına kadar olan kısımda mı hak sa­hibi olur? Bu konudaki farklı iki görüşten ikincisi en sahih olanıdır. Ortak olmayan kimse, yol için kapısını çıkmaz sokağa açamaz. En sahih kavle göre ortakların rızasını alarak kapısını yola açabilir.

Bir kimse kapısı yola açıldığı halde sokağın baş tarafına uzak ikinci bir kapı açarsa, ortakları onu bundan men edebilirler. Şayet yeni açacağı kapı yolun başına yakın olur da eski kapısını kapatmaz­sa hüküm aynıdır. Fakat eski kapısını kapatırsa, onu yeni bir kapı açmaktan men edemezler.

Bir kimsenin iki evi olur da kapıları iki çıkmaz sokağa veya bi­ri çıkmaz sokağa diğeri de ana caddeye açılıyorsa ve her iki ev arasında bir kapı açmak isterse, en sahih kavle göre bundan men edilemez. Yola ortak olanların, çıkmaz sokağa kapı açmaktan men edilen kimse ile bir mal üzerine sulh yapmaları sahihtir. Bir kimse­nin açık veya çıkmaz sokağa duvarından pencere açması caizdir.

İki kişinin evleri arasında bulunan duvar birisine mahsus olur. Bazen her ikisi onda ortak olur. İmam’ın son kavline göre bir kişiye ait duvara sahibinin izni olmadan başkası merteklerini koyamaz ve bu konuda duvar sahibi icbar edilemez. Şayet direklerin konulması için ücret almadan rıza gösterirse, bu âriye sayılır. Onun sahibi di­rekler henüz konulmadan bu sözünden cayabilir. Keza en sahih kav­le göre, direkler konulduktan sonra da sözünden cayabilir. Duvar sa­hibinin bu sözünden cayabilmesi, direk sahibine şu iki husustan bi­rini tercih etme yetkisini verir:

1- Bir ücret karşılığında direkleri yerinde bırakmak.

2- Direkleri kaldırmak ve meydana gelecek noksanlık farkını ödemekle borçlu olması.

Zayıf kavle göre, duvar sahibinin sözünden cayması, sadece ücreti talep etme imkanı verir. Duvar sahibi direklerin konulmasına razı olur ve bir ücret karşılığında üzerinde bina yapılmasına müsa­ade eder veya üzerine bina yapılmak üzere duvarın üst kısmım ica-reye verirse, bu icare akdi olur. Şayet ” Üzerine bina yapılmak üze­re evi veya duvarın intifa hakkını sattım.” derse, en sahih kavle göre, akdin hem satış hem de icare akdi olmasına ihtimal vardır. Böyle bir akidden sonra duvarların üzerine bina yapılırsa, duvar sa­hibi binayı derhal bozamaz. Duvar kendiliğinden bozulursa; duvar sahibi duvarını, müşteri de binasını yapar. Duvarların üzerine bina yapmak için verilen izin bir ücret karşılığı olsun veya olmasın hüküm aşısından aynıdır.

Üzerine bina yapılacak yerin uzunluğunun ve genişliğinin; du­varın kalınlığının keyfiyetinin (içinin dolu veya boş olması) ve üze­rine yapılacak tavanın keyfiyetinin (kubbeli veya direkli olması) açıklanması şarttır.

Bir kimse arazisinde bina yapılmasına izin verirse, binanın yapılacağı yerin miktarım açıklaması yeterlidir.

İmam’ın son kavline göre, ortakların izni olmadan biri müşte­rek duvara merteğini koyamaz, duvara kazık çakamaz ve pencere açamaz. Fakat duvara yaslanabilir ve zarar vermeksizin bir eşyayı dayayabilir. Yabancı birine ait duvara yaslanmasının veya bir eşyayı dayamasının hükmü de aynıdır, imam’ın son kavline göre, duvarı imar etmek için bir ortak diğerlerini icbar edemez.

Ortaklardan biri kendi aletleri ile yıkılmış duvarı tamir etmek isterse, diğerleri ona mani olamaz. Tamir ettiği duvar mülkiyetine geçmiş olur, istediği eşyayı üstüne koyabilir ve dilediğinde duvarı bozabilir. Şayet ortakları kendisine “Duvarı bozma, payımıza düşen masrafı öderiz.” derlerse, tekliflerine icabet etmesi gerekmez.

Ortaklardan biri müşterek yıkıntının molozları ile yıkılan du­varı yapmak isterse, diğerleri onu men edebilirler. Yardımlaşmak su­retiyle duvarı yıkıntı molozlarından yaparlarsa, önceden olduğu gi­bi ortak olurlar. Ortaklar, arkadaşlarından birine duvarı yaptırmak üzere fazla hisse vermeyi şart koşarlarsa bu caizdir. Bu fazla hisse, diğerlerinin hissesinden iş yapanın çalışmasına karşılık verilen ücrettir.

Suyu tarlasından geçirerek götürmek ve arsasından kar atmak için bir kimsenin mülk sahibi ile bir mal üzerine sulh akdi yapması caizdir.

İki kişi mülkleri arasında bulunan duvar konusunda anlaş­mazlığa düşerlerse bakılır: Şayet duvar birisinin binasına bitişik olur ve duvarın bina ile beraber yapıldığı biliniyorsa, duvar onun olur. Şayet duvar müstakil ise, her ikisi onda ortak olur. Bunlardan birisi duvarın kendisine ait olduğuna dair delil getirirse, kendisine ait olduğuna karar verilir. Şahit göstermezlerse her ikisi de yemin eder. Şayet yemin eder veya yemin etmekten çekinirlerse ikisi de du­vara ortak olur. Birisi yemin ederse, malın ona ait olduğuna karar verilir. Şayet birisinin mertekleri duvarın üzerinde olursa, bu du­varın kendisine ait olmasına tercih sebebi olamaz.

İki mülk arasındaki duvar gibi olan alt ve üst kat arasında bu­lunan tavanın üst kattan sonra ihdas edildiği mümkün ise, her ikisi bunda ortak olur. Üst kattan sonra yapıldığı mümkün değilse tavan alt kata sahip olanındır.

I. HAVALE

Havale akdi için muhil (havale eden) ve muhtalm (havale edi­lenin) rıza göstermesi şarttır. En sahih kavle göre kendisine havale edilenin rıza göstermesi şart değildir. Borcu olmayanın havale ak­dinde bulunması ise sahih değildir. Zayıf kavle göre akde rıza göste­rirse akid sahihtir.

Havale akdinin sahih olması için borcun Ödenmesi zorunlu (zimmete) olmalı veya para ve hububat gibi zorunluluk niteliğini taşıyan bir borç veya misli olan, keza en sahih kavle göre değeri tak­dir edilen bir mal olmalıdır. Muhayyerlik süresi içerisinde bulunan parayı satıcıya havale etmesi ve en sahih kavle göre, satıcının bir başkasını müşteriye havale etmesi caizdir.

En sahih kavle göre, mükateb kölenin kitabet akdinin taksit­leri için efendisini üçüncü bir şahsa havale etmesi sahihtir. Fakat taksitleri almak için efendi başkasını köleye havale edemez.

Havale edilen borcun sıfat ve miktarının havale eden ve hava­le edilen tarafından bilinmesi şarttır. Bir kavle göre, sıfatı bilinmese de diyet için olan develeri havale etmek veya üzerlerine havale akdi yapmak sahihtir.

Havale edenin zimmetindeki borç ile kendisine havale edilen kişinin vereceği borcun cins ve miktar bakımından eşit olması şart­tır. Keza en sahih kavle göre, her iki borç vadeli ve vadesiz olma, sağ­lamlık ve kırıklık açısından da eşit olmalıdır. Havale akdi kesinleşir­se havale eden, havale edilenin borcundan, kendisine havale edilen de havale edenin borcundan kurtulur. Yalnız havale edilenin borcu, kendisine havale edilenin zimmetine geçer.

Havale akdi yapıldıktan sonra, kendisine havale edilen kişi (muhalün aleyh) iflas, inkar, yemin etmek gibi bir mazeret sebebi ile borcu Ödeyemezse; havale edilen kişi, havale eden kişiye geri döne­mez. Havale akdi esnasında, kendisine havale edilen müflis olur ve havale eden bundan haberdar değilse bile geri dönemez. Zayıf kavle göre, akid esnasında kendisine havale edilenin zengin olması şart koşulmuşsa geri dönebilir.

Şayet müşteri parayı satıcıya havale eder de malı bir ayıp sebebi ile geri iade ederse, en zahir kavle göre akid geçersiz olur. Satıcı pa­rayı müşteriye havale eder de mal ayıp sebebi ile geri iade edilirse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid geçersiz olmaz.

Bir kimse kölesini satar ve ücretini havale eder de sonra satıcı, müşteri ve havale edilen kişi kölenin hürriyetine kavuşması husu­sunda söz birliği ederlerse veya hürriyetine kavuştuğu bir delil ile sabit olursa, havale akdi hükümsüz kalır. Havale edilen kişi, kölenin hürriyetine kavuştuğu hususunda satıcı ile müşteriyi tekzip eder ve bu konuda bir delil de yoksa; satıcı ve müşteri kölenin hürriyetine kavuştuğu hususunda bilgisi olmadığına dair havale edilene yemin ettirirler ve havale edilen kişi malı müşteriden alır.

Şayet havale eden, havale edilene: “Borcumu alman için seni vekil tayin ettim.” der de, havale edilen kişi de: “Beni başkasına ha­vale ettin.” derse veya havale eden kişi: “Sözümle seni vekil kılmayı kastettim.” der de havale edilen: “Hayır sen havale etmeyi kastet­tin.” derse, havale eden yemin eder ve sözü tasdik edilir. İkincisinde (seni vekil kılmayı kastettim şıkkında) bir vecih vardır. Havale eden kişi: “Sana havale etmiştim.” der de havale edilen kişi: “Beni vekil tayin etmiştin.” derse, havale edilen kişi yemin eder ve sözü dikka­te alınır.

J. DAMAN (TEKEFFÜL) AKDİ

Tekeffül, başkasının zimmetinde sabit olan bir hakka veya borçlu olan şahsı getirip hak sahibine teslim etmeye veya hak sahi­bine verilecek aynı teslim etmeye kefil olmaktır. Kefil olmanın şart­ları şunlardır:

1- Reşid olmak: Sefihlik nedeni ile kısıtlılık altında bulunana kişinin kefil olmasının hükmü, kısıtlının yaptığı satış akdinin hükmü gibidir. En sahih kavle göre, kölenin efendisinin izni ol­maksızın kefil olması geçersizdir. Efendisinin izni ile kefil olması ise sahihtir.

Şayet köle bir borca kefil olur da borcun kendi kazancından ve­ya başkası tarafından ödenmesini tayin etmişse, borç tayin edilen maldan Ödenir. Aksi halde (borcun ödenmesi için mal tayin edilme-mişse) en sahih kavle göre, köleye ticaret yapmak için izin verilmiş­se, eli altında bulundurduğu maldan ve kendisine izin verildikten sonra elde edeceği kazancından ödenir. Kendisine izin verümemişse kazancından ödenir.

En sahih kavle göre, kefilin hak sahibini Şahsen tanıması şart­tır. Hak sahibinin kefili kabullenmesi ve rıza göstermesi ise şart de­ğildir. Borçlunun kefalete razı olması kesin olarak şart değildir. En sahih kavle göre, kefilin borçluyu tanıması da şart değildir.

2- Borç: Akid esnasında sabit olmalıdır. Gelecekte ortaya çıka­cak borca kefil olmak imam’ın ilk kavline göre sahihtir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, malın karşılığı alındıktan sonra yapılan dereke kefaleti sahihtir. Dereke kefaleti, satılan malın bir başkasının olduğunun anlaşılması veya malının ayıplı çıkması veya tartı aletinin hatalı olmasının sebebi ile malın noksan olduğu­nun anlaşılmasıyla, parayı ödemeye kefil olmaktır. Borç, ödenmesi gerekli bir borç olmalıdır. Kitabet akdinin taksitlerine kefil olmak caiz değildir. En sahih kavle göre satılan malın muhayyerlik süresi içerisinde bulunan malm bedeline kefil olmak sahihtir.

Ci’aleye kefil olmanın hükmü, ci’aleye rehine bırakmanın hükmü gibidir, imam’ın son kavline göre borcun miktarı, cinsi ve sıfatı belli olmalıdır. Yine imam’ın son kavline göre meçhul borcu (miktarı, cinsi, sıfatı belli olmayanı) ibra etmek geçersizdir. Ancak diyet develerini ibra etmek caizdir. Niteliklerini açıklamadan diyet develerine kefil olmak en sahih kavle göre sahihtir.

Bir kimse başkasına: “Senin, Zeyd üzerindeki bir dirhemden on dirheme kadar olan borcuna zamin oldum.” derse, en sahih kav­le göre bu kefalet sahihtir ve on dirheme kefil olmuş sayılır. Ben di­yorum ki; en sahih kavle göre dokuz dirheme zamin olur. Allah da­ha iyi bilir.

  1. Nefse Kefil Olmak

Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, beden kefaleti (borcun ödeme zamanı geldiğinde borçlu olanı hazır bulundurmaya kefil olmak) sahihtir. Üzerinde borç bulunan şahsa kefil olan kişinin

borç miktarını bilmesi şart değildir. Ancak kefalete konu olan malm, kefaleti sahih olan mallardan olması şarttır. Mezhep alimlerince ka­bul edilen rivayete göre, kısas ve zina iftirası gibi insan hakkına ta­allûk eden cezalarda şahsa kefil olmak sahihtir. Allah hakkına ta­allûk eden cezalarda ise (zina ve içki gibi) şahsa kefil olmak sahih değildir.

Çocuğu, deliyi, tutukluyu, hazırda olmayanı ve suretine baka­rak şahitlik etmek için defnedilmemiş cenazeyi hak sahibinin yanı­na getirmeye kefil olmak sahihtir.

Kefil teslim yeri tayin etmişse, teslimin tayin edilen yerde yapılması lazımdır. Teslim yeri tayin edilmemişse, borcun bulundu­ğu mahal teslim yeridir. Kefil, teslim mahallinde teslimatı yapınca kefaletten kurtulmuş olur. Bu takdirde; teslim mahallinde hak sahi­binin hakkını almasına mani olacak zorba gibi bir engel bulunma­malı, kendisine kefil olunan kişi teslim mahallinde hazır olmalı ve hak sahibine: “Kefilim adına teslim oluyorum.” demelidir. Bu sözü • söylemeden sadece teslim mahallinde hazır bulunmakla teslim ol­muş sayılmaz.

Şayet borçlu ortada yoksa ve kefil onun yerini bilmiyorsa hu­zura getirmesi lazım değildir. Fakat nerede olduğunu biliyorsa getir­mesi lazımdır. Ancak kefile onu getirecek kadar mühlet verilmelidir. Verilen mühlet içerisinde borçluyu getiremezse veya borcu ödeye-mezse hapsedilir. Zayıf kavle göre borçlu namazı kısaltmayı caiz kılan mesafe kadar gidip kaybolmuşsa onu getirmek lazım değildir. En sahih kavle göre, borçlu ölmüş ve defnedilmişse kefilden mal is­tenmez. Kefalet akdinde borçluyu teslim etme imkanı yoksa kefil borçlu olur şeklinde bir şart konulursa akid geçersizdir. En sahih kavle göre mekfulun (borçlunun) rızası olmadan kefalet akdi sahih olmaz.

  1. Kefalet Lafzı

Kefalet ve daman akdinde üstlenmeyi hissettirecek bir kelime­nin olması şarttır. Örneğin: “Falanın üzerinde bulunan borcuna za­min oldum, üstlendim, boynuma geçirdim, falanın bedenini tekeffül ettim, falanın yanındaki malını ödeyeceğimi tekeffül ettim, zamin olanı hazır bulundurmaya kefil oldum, tekeffül ettim veya üstlen­dim.” gibi bir lafızla yapılmalıdır.

Şayet kefil: “Malı öderim veya falan şahsı getiririm.” derse, bu vaat etmeyi ifade eder. En sahih kavle göre kefil olmayı veya zamin olmayı bir şarta veya zamana bağlamak caiz değildir.

Şayet kefalet gerçekleşir de borçluyu bir ay sonra getirmeyi şart koşarlarsa, bu caizdir. Peşin olan borcun belli bir müddet son­ra, vadeli olan borcun da peşin ödenmesine kefil olmak sahihtir. En sahih kavle göre kefilin borcu acele üzere ödemesi gerekmez. Hak sahibi zaminden veya asıl borçludan hakkını isteyebilir. En sahih kavle göre, asıl borçlunun zimmetini borçtan ibra etmek şartı ile ke­fil olmak sahih olmaz.

Şayet hak sahibi asıl borçluyu borçtan ibra ederse, kefil de ke­faletten kurtulmuş olur. Fakat bunun aksi olmaz. Kefil veya asıl borçludan biri vefat eder ve borç da vadeli ise, hayatta olanın değil de ölenin borcu derhal ödenmelidir.

Hak sahibi hakkını kefilden isterse, kefil asıl borçlunun borcu­nu ödeyerek ondan kurtulmasını talep eder. Bu durumda kefilin asıl borçlunun izni ile kefil olması şarttır. En sahih kavle göre, hak sahi­bi borcunu istemedikçe kefil de asıl borçludan borcunu ödemesini is­teyemez.

Kefil, asıl borçlunun izni ile kefil olmuş ve borcu ödemişse, kendisine müracaat edebilir. Kendisinden zamin olma ve borcunu ödeme konusunda izin almamış ise, asıl borçluya müracaat etme hakkı olmaz. Şayet sadece kefalet için izin almışsa, en sahih kavle göre asıl borçluya müracaat eder. Aksi halde asıl borçludan izin al­madan kefil olmuşsa ve onun izni ile borcunu ödemişse, en sahih kavle göre bir hak talebinde bulunamaz.

Kefil sağlam para yerine kırık para öder veya yüz liralık borç yerine beş yüz lira değerinde bir elbise üzerine sulh yaparsa, en sa­hih kavle göre ancak borçlandığı şeyi asıl borçludan isteyebilir.

Bir kimse zamin olmadan ve izin almadan başkasının borcunu öderse, kendisinden bir hak talebinde bulunamaz. Fakat kendisine müracaat etme şartı ile izin almışsa, ödediği malı taleb edebilir. Ke­za mutlak şekilde (bir şart koşmaksızm) izin almışsa, en sahih kavle göre ödediği malı talep edebilir. En sahih kavle göre kefil borcun cinsi dışında başka bir şey üzerine sulh akdi yaparsa, bu onun hakkını istemesine mani değildir.

Zamin ve borcu ödeyen kişiler asıl borçlunun izni ile borcu Ödediklerine dair iki erkek veya bir erkekle iki kadını şahit gösterir-lerse, haklarını almak için müracaatta bulunabilirler. Keza zamin ile birlikte bir erkek şahit yemin ederse, en sahih kavle göre hakkını talep edebilir. Zamin borcu ödediğine dair şahit gösteremezse, bir hak taleb edemez. Şayet asıl borçlunun gıyabında borcu ödediğini iddia eder ve asıl borçlu onu yalanlarsa, keza onu doğrularsa en sa­hih kavle göre zamin hak talebinde bulunamaz. Keza hak sahibi za-minin borcu ödediğini tasdik eder veya zamin asıl borçlunun huzu­runda borcu eda eder ve hak sahibi onu yalanlarsa, mezhep alimle-rince kabul edilen rivayete göre zamin hak talebinde bulunabilir.

K. ŞİRKET (ORTAKLIK)

   Şirketin (ortaklığın) birkaç çeşidi vardır: '     

1- Ebdan ortaklığı: Taşıyıcılar gibi sair meslek sahiplerinin be­denen çalışarak, sanatları aynı veya farklı olmakla birlikte kazanç­larım eşit veya farklı olarak aralarında paylaşmak üzere ortaklık kurmalarıdır

2- Muvafaza ortaklığı: Kazançlarını birbirine katmaksızın ara­larında paylaşmak ve meydana gelecek zarara katılmak üzere kuru­lan ortaklık akdidir.

3- Vucuh ortaklığı: İtibar sahibi kişilerden her birinin vadeli olarak mal satın alıp bu malı sattıklarında paradan elde edecekleri fazlalığı aralarında paylaşmak üzere kurdukları ortaklıktır.

İleride açıklanacak şartları taşımadıklarından ortaklığın bu üç çeşidi geçersizdir.

4- İnan ortaklığı: Birkaç kişinin ticaret yapmak üzere kendile­rine ait bir mala ortak olmalarıdır. Bu ortaklık sahih olup şartlan şunlardır:

a- Lafız: İnan ortaklığında alım satım gibi tasarrufta bulunacak kişiye izin verildiğine delalet eden bir kelimenin bulunması şarttır. Ortakların her birinin diğerine tasarruf izni verdiğini belir­ten ifadenin sadece: “Ortak olduk.” şeklinde olması en sahih kavle göre yeterli değildir.

b- Ortaklar: Ortaklardan her biri vekil olmaya veya vekalet vermeye ehil olmalıdır.

c- Sermaye: Sermaye, değer takdiri yapılan (elbise gibi) bir mal değil, misli bulunan (para gibi) bir mal olmalıdır. Zayıf bir kavle göre, sadece damgalanmış paralar sermaye olabilir. Ayrıca her iki sermaye, ayırt edilemeyecek şekilde birbirine katılması şarttır. Türleri veya -sağlam ve kırık paralar gibi- sıfatları ayrı olan serma­yeyi birbirine katmak yeterli olmaz. Sermayeyi biribirine katmak; akit esnasında ortakların mallarını çıkarıp birbirine katmaları ile gerçekleşir.

Ortaklar veraset, alım satım veya bunlardan başka bir yolla bir mala sahip olurlar da her biri bunda ticaret yapmak için diğeri­ne tasarruf izni verirse bununla şirket akdi gerçekleşmiş olur.

Şirkette ticaret malını caiz sermaye haline getirmenin yolu ise şudur: Ortaklardan her biri, malik olduğu eşyanın bir kısmını diğe­rinin sahip olduğu eşyanın bir kısmı karşılığında satar ve her biri, tasarrufta bulunması için diğerine izin verir.

Ortakların sermayelerinin eşit olması ve en sahih kavle göre akid esnasında her iki malın miktarının bilinmesi şart değildir.

Ortaklardan her biri diğerine zarar vermeksizin tasarrufta bu­lunma izni vermelidir. Ortaklar malı vadeli veya beldede tedavülde bulunmayan bir parayla veya aşırı zararla satamaz, şirketin malı ile sefere çıkamaz ve ticarette kullanmak üzere başkasına izinsiz teber­ru edemezler.

Ortaklardan her biri dilediği zaman akdi feshedebilir. Her iki ortak, akdi birlikte feshederlerse tasarruftan azledilmiş olurlar. Or­taklardan biri diğerine: “Seni azlettim veya hissemde tasarruf hakkın yoktur.” derse, azleden azledilmiş olmaz. Ortaklardan biri­nin ölmesi, delirmesi veya sürekli bayılması durumunda şirket fes­he uğrar. Ortaklar eşit miktarda veya farklı miktarda çalışsalar bi­le, sermayeleri nisbetinde kar ve zarara ortak olurlar.

Ortaklar sermayelerinin nisbeti dışında kâr ve zararda eşit ol­mayı şart koşarlarsa akid fesholur. Akid fesholunca ortaklardan her biri kendi malından çalıştığı kadar ücret almak için arkadaşına müracaatta bulunur. Ortaklardan her birinin şirket adına yapacağı tasarruf geçerli olup kâr her iki malın nisbeti oranında ortaklar arasında paylaştırılır.

Ortak, şirket malı üzerinde güvenilir bir emanetçi gibidir. Bu itibarla ortağın hissesini ödeme, zarar miktarı ve malın telef oluşu gibi konularda ileri sürdüğü iddia doğrulanır. Malın yangın gibi görünen bir sebeple telef olduğunu iddia eder ve yangının vuku bul­duğuna ve bu yangın sebebi ile malın telef olduğuna delil getirirse, iddiası doğrulanır.

Malı elinde bulunduran kişi malın kendisine ait olduğunu di­ğeri de malın müşterek olduğunu iddia ederse veya iddia bunun ter­sine olursa, yani malı elinde bulunduran mal müşterektir der, diğe­ri ise malın kendisine ait olduğunu iddia ederse; mal kimin elinde ise onun iddiası doğrulanır.

Malı elinde bulunduran sermayeyi paylaştıklarını, elindeki malın kendisine ait olduğunu, diğeri de malın müşterek olduğunu söylerse inkar edenin iddiası yemini ile birlikte doğrulanır.

Ortaklardan biri satm aldığı malı şirket adına veya kendisi için satın aldığını iddia eder de diğeri bu iddiayı inkar ederse, müşteri­nin iddiası yemini ile birlikte doğrulanır.

L. VEKALET

Kişinin vekil tayin ettiği işleri, mülkiyet veya velayeti sebebiy­le bizzat kendisinin yapması sahih olması şarttır. Buna göre çocu­ğun, delinin, kadının ve ihramlınm nikah akdi için vekil tayin etme­si sahih değildir. Çocuğun mal, nikah ve vasiyet gibi hakları husu­sunda velisini vekil tayin etmesi sahihtir. Gözleri görmeyen kişi, alım satım akdi konusunda bu hükümden müstesna olup vekil tayin etmesi sahihtir.

Kişinin vekalet yoluyla yapacağı işin bizzat kendisi için sahih olması şarttır. Bu bakımdan çocuğun ve delinin vekil olması sahih değildir. Keza kadın ve ihramlmm nikah akdi için vekil olması sahih değildir. En sahih kavle göre, eve girmeye izin vermek ve hediyeyi sahibine ulaştırmada güvenilir çocuğun sözüne itimat edilir. En sa­hih kavle göre köle, nikahı kabul etme hususunda vekillik yapabilir. Ama nikahı teklif etmede vekil olamaz.

Vekalet konusu olan şeyin müvekkilin mülkünde olması şart­tır. Şu halde kişinin ileride mülkiyetine alacağı köleyi satmak üzere vekil tayin etmesi ve evlenecek bir kadını boşamak için başkasına vekalet vermesi en sahih kavle göre geçersizdir.

Vekalet konusu olan iş vekalete elverişli olmalıdır. Bu itibarla, ibadetleri ifa etmek için başkasını vekil tayin etmek sahih değildir. Ancak hac ibadetini eda etmek, zekâtı hak sahiplerine dağıtmak ve kurbanı kesmek için vekil tayin etmek caizdir. Şahitlik, ilâ, lian gibi yeminlerde vekil tayin etmek caiz olmaz. En sahih kavle göre zihar akdi için vekil tayin etmek sahih değildir.

Alışveriş yapmak, hîbe, selem, rahin, nikah, talâk gibi sair akidler ile akdi bozmak, borçları teslim almak ve teslim etmek, mah­kemede dava açmak ve davaya cevap vermek gibi hususlarda vekil tayin etmek sahihtir. Keza Ölü araziyi ihya etmek, av avlamak ve odun toplamak gibi herkese mubah olan şeyleri mülk edinmek için vekil tayin etmek, en zahir kavle göre sahihtir. En sahih kavle göre, ikrar akdinde vekil tayin etmek sahih değildir. Kısas, had ve kazif gi­bi insan haklarına taallûk eden cezaların îfası için vekil tayin etmek sahihtir. Zayıf kavle göre, müvekkil hazır da olsa vekilin ifadesine göre cezaları ifa etmek caizdir.

Vekalet konusu olan işin bazı yönleri bilinmelidir. Fakat her yönünün bilinmesi şart değildir. Bir kimse başkasına: “Az veya çok işlerde veya bütün işlerimde seni vekil tayin ettim veya her şeyi sa­na havale ettim.” derse, vekalet belirsiz olduğundan sahih değildir. Şayet: “Mallarımı satmak veya kölelerimi azad etmek için seni vekil tayin ettim.” derse, böyle bir vekalet sahihtir. Kişi kendisine bir köle satın almak için birisini vekil tayin ederse, kölenin türünü, bir ev satın almak isterse, mahalle ve sokağını belirtmesi vacibtir. En sa­hih kavle göre paranın miktarını belirtmesi vacib değildir.

Müvekkilin vekalet vermeye razı olduğunu hissettiren bir lafzı söylemesi şarttır. Müvekküm vekiline: “Şu hususta seni vekil tayin ettim, onu sana havale ettim veya o hususta sen veküimsin.” deme­si gibi. Şayet müvekkil sadece: “Sat, azad et” derse bununla da izin gerçekleşmiş olur. Vekilin lafzen: “Kabul ettim.” demesi ise şart de­ğildir. Zayıf kavle göre kabulün lafızla olması şarttır. Bir başka zayıf kavle göre ise: “Seni vekil tayin ettim.” gibi akid lafızlarına karşılık kabulün lafızla olması şarttır. Ancak: “Sat, azad et.” gibi emir lafı­zlarına karşılık kabulün lafızla olması şart değildir. En sahih kavle göre, vekaleti bir şarta bağlamak sahih olmaz.

Vekaleti şarta bağlamanın caiz olmasını kabul etmemiz halin­de müvekkilin tasarruf için bir şart ileri sürmesi caizdir. Müvekkil vekiline: “Seni vekil tayin ettim ve seni azlettiğim zaman vekilim-sin.” derse, en sahih kavle göre: “Seni vekil tayin ettim.” lafzı ile ve­kalet derhal geçerli olur. Şarta bağlanan vekaletten azledildikten sonra vekilin vekaletinin kendiliğinden iade olunup olunmadığı, ko­nusunda iki vecih vardır. Bu iki vecih görevden almayı şarta bağla­ma hakkında da geçerlidir.

  1. Mutlak ve Mukayyed Satışta Vekilin Uyacağı Hususlar

Müvekkil mutlak satış akdi için vekil tayin ederse, vekil malı akdin yapıldığı beldenin parasından başka bir para ile veya vadeli veya aşırı bir aldanma ile satamaz. Aşırı aldanmadan maksat, genel­likle olması ihtimal dahilinde olmayan fazla bir aldanmadır. Vekil bu üç şekilden birine göre malı satar ve müşteriye teslim ederse malı tazmin eder.

Müvekkil malı vade ile satmak üzere vekil tayin eder ve vade­yi belirtirse, vekilin bu şarta uyması lazımdır. Vadeyi belirtmeksizin tayin ederse, en sahih kavle göre böyle bir vekalet sahihtir. Misli olan mallarda vade, halk arasındaki örfe göre takdir edilir.

Vekil, malı kendi adına satın alamaz ve küçük çocuğuna sata­maz. En sahih kavle göre babasına veya baliğ olan çocuğuna satabi­lir. Satış akdi yapan vekil bedeli teslim alır ve malı teslim eder. Be­deli almadan malı teslim edemez. Bu şekilde davranmazsa malı taz­min eder.

Bir malı satın almak için tayin edilen vekil, ayıplı malı satın alamaz. Malı zimmetine bağlı olarak satın alır da malın ayıbını bil­mezse ve bedele denk ise, mal müvekkile ait olur. Ancak malın ayı­plı olduğunu bilirse, en sahih kavle göre mal müvekkilin olmaz. Aypılı mal bedele denk olmayıp, vekil ayıbı biliyorsa mal kendisinin olur. Şayet ayıplı olduğunu bilmiyorsa ve paraya denk değilse, en sa­hih kavle göre müvekkilin olur. Ayıplı olduğunu bilmeden malı satın almış ve müvekkil adına olmuşsa, bu takdirde hem vekil hem de müvekkil malı geri verebilir.

Vekil tayin edildiği işi yapabilecek durumda ise, müvekkilden izin almadan tayin edildiği iş için vekil tayin edemez. İşi güzel bir şe­kilde yapabilecek durumda değilse veya ona layık değilse müvekkil­den izin almadan vekil tayin etmesi sahihtir. Şayet iş çok olur ve ve­kil tümünü yapmaktan aciz kalırsa, mezhep alimlerince kabul edi­len rivayete göre yapması mümkün olanın dışında kalan kısım için vekil tayin eder.

Müvekkil vekiline izin verip: “Kendine bir vekil tayin et.” der­se ve o da bir vekil tayin ederse, bu ikinci vekil birinci vekilin vekili olur. En sahih kavle göre ikinci vekil, birinci vekilin azledilmesi ve­ya ölmesi gibi bir sebeple azlolması ile azlolur.

Müvekkil vekiline: “Benim için bir vekil tayin et.” derse, bu ikinci vekil müvekkilin vekili olur. Keza hiçbir şart belirtmeksizin: “Bir vekil tayin et.” derse, en sahih kavle göre müvekkil adına tayin edilmiş olur. Ben diyorum ki; bu iki durumda bir vekil, diğer vekili azledemez veya birinin azlolması ile diğeri azlolamaz.

Vekilin bir başkasını vekil tayin etmesini kabul etmemiz halin­de, güvenilir birisini tayin etmesi şarttır. Müvekkil güvenilir birinin tayin etmezse, vekil başkasını tayin eder. Vekil, güvenilir birisini ta­yin eder de sonradan fasık olduğu anlaşılırsa, en sahih kavle göre onu azledemez. Allah daha iyi bilir.

  1. Vadeli Mukayyed Satışta Vekilin Uyacağı Hususlar

Müvekkil vekiline: “Malımı falan şahsa veya şu günde veya şu pazarda sat.” diye bir kayıt koyarsa vekilin müvekkilin emrine uy­ması lazımdır. Pazarı tayin etme konusunda bir vecih vardır: Belirtilen pazarla ilgili özel bir maksat yoksa, vekil malı başka bir pazar­da satabilir.

Müvekkil: “Malımı yüz liraya sat.” derse, vekil bu bedelden da­ha aşağı bir bedelle satamaz. Müvekkil vekiline: “Şu dinarla şu ev­safta bir koyun satın al.” der, vekil aynı evsafta iki koyun alır da bir koyun bir dinar değerinde değilse, müvekkil adına sahih bir akid ol­maz. Her bir koyun mevcut dinara eşit ise, en zahir kavle göre akid sahihtir. Mülkiyet hakkı müvekkilindir.

Müvekkil, malının belli bir kısmı ile bir şeyi satın almayı em­reder de vekil zimmetine bağlı olarak satın alırsa, alman mal müvekkilin olmaz. Keza müvekkil malı vadeli almasını emreder de vekil peşin satın alırsa, en sahih kavle göre müvekkil için geçerli sayılmaz. Vekil müvekkilin emrine muhalefet ederek malını satar veya aynı malla satın alırsa, böyle bir tasarruf geçersizdir.

Vekil müvekkilin ismini zikretmeden zimmetine bağlı bir malı satın alırsa, bu malı kendi şahsına satın almış sayılır. Müvekkilinin ismini zikreder de satıcı: “Bu malı sana sattım.” derse, vekil ise: “Falan için satın aldım.” diye cevap verirse, keza en sahih kavle göre mal vekil için olur. Eğer satıcı: “Müvekkilin Zeyd’e sattım.” der, ve­kil de: “Onun için aldım.” derse, mezhep alimlerince kabul edilen ri­vayete göre akid geçersizdir.

Vekil, müvekkilin malı üzerinde güvenilir bir emanetçi hükmündedir. Her ne kadar ücret karşılığı tayin edilmiş ise de hüküm böyledir. Şayet vekil mala karşı kusur gösterirse, malı taz­min eder. Ancak en sahih kavle göre, bununla azledilmiş sayılmaz. Akdin hükümleri müvekkile değil vekile taallûk eder.

Malın görülmesi ve akdin geçerli sayılması akid meclisinden ayrılmaya göre dikkate alınır. Müvekkil değil de vekil bedelin mec­liste teslim edilmesini şart koşmuşsa vekilin sözü geçerlidir.

Vekil bir malı satın alır da malın bedelini müvekkilden almış ise, satıcı bedeli vekilden ister. Müvekkil bedeli vekile ödememişse ve bedel belli bir mal ise, satıcı vekilden talep edemez. Bedel vadeli olup zimmette zikredilmiş ise, satıcı vekilden talep eder.

Müvekkil vekilin vekaletini inkar eder veya onu tanımadığını söylerse, satıcı hakkını vekilden talep eder.Vekilin vekaletini itiraf

ederse, müvekkilden isteyebildiği gibi en sahih kavle göre vekilden de talep edebilir.

Vekil zamin, müvekkil ise asıl hükmündedir. Vekil malı satıp bedeli alır ve bedel henüz eli altında iken telef olur da satılan malın bir başkasına ait olduğu anlaşılırsa, vekil de vekaletim itiraf ederse en sahih kavle göre, müşteri vekile müracaat eder. Sonra vekil müvekkile başvurur. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, müşteri ilk başta müvekkile başvurur. Doğusunu Allah bilir.

  1. Vekalet Akdi Caiz Olan Bir Akiddir

Vekalet akdi, hem vekil için hem de müvekkil için caiz olan bir akiddir. Müvekkil, vekil hazır iken onu azlederse veya “Vekaletini kaldırdım veya iptal ettim veya seni vekaletten çıkardım.” derse ve­kil azledilmiş sayılır. Vekil hazır değilken azledilse hemen azledilmiş olur. Bir kavle göre, vekil azledildiğini Öğrenmedikçe azledilmiş ol­maz. Şayet vekil: “Kendimi azlettim veya vekaleti geri verdim.” der­se azledilmiş sayılır.

Vekil veya müvekkil ölüm veya delilik gibi keza en sahih kavle göre, devamlı baygınlık gibi bir sebeple tasarruf ehliyetini kaybeder­se, azledilmiş sayılır. Müvekkilin tasarruf hakkının mülkiyetinden çıkması ile de vekil azledilmiş olur. Vekil, vekaletini unutarak veya zalimin zulmünden korkması gibi gizli bir maksatla vekaletini inkar ederse, azledilmiş olmaz. Fakat bir maksat olmaksızın vekaletini in­kar ederse azledilmiş olur.

Vekil ve müvekkil vekaletin aslında veya sıfatında anlaş­mazlığa düşerlerse; örneğin vekil: “Malı borca satmak için veya yir­mi liraya satmak için beni vekil tayin etti.” der, müvekkil de; “Peşin satmak üzere veya on liraya satm almak üzere vekil tayin ettim.” derse, müvekkil yemini ile birlikte tasdik edilir.

Vekil, müvekkilin kendisine emrettiğini zannederek bir cariye­yi yirmi liraya satm alırsa, müvekkil de, “On liraya satm alması için izin vermiştim.” diyerek ve yemin ederse, bu durumda bakılır: Vekil müvekkilin malının aynısı ile satm almış ve akid esnasında müvek­kilin ismini zikretmişse veya malı falan kişi adına onun malı ile satm aldığını akidden sonra söylerse ve satıcı onu bu sözünde tasdik ederse her iki durumda da akid batıl sayılır. Şayet satıcı onu tekzip eder ve vekil tayin edildiğinden habersiz olduğuna yemin ederse, satın alma akdi vekil adına gerçekleşmiş olur. Keza malı borca satın almış ve müvekkilin ismini zikretmemiş veya zikretmişse ve satıcı onu müvekkilin ismini zikrettiğini tekzip ederse, en sahih kavle göre akid vekil adına gerçekleşmiş olur.

Satıcı, müvekkilin adını zikrettiği konusunda vekili tasdik ederse, akid batıl sayılır. Akdin vekil adına gerçekleştiğine karar ve­rirsek müvekkilin: “Şayet yirmi liraya satın almak üzere sana em-retmişsem onu sana yirmi liraya satıyorum.” şeklinde vekile teklif­te bulunması için hakimin müvekkile ricada bulunması müste-habtır. Akdin kendisine helal olması için vekilin de: “Satın alıyo­rum.” demesi lazımdır. Şayet vekil, “izinli kılındığım konuda tasar­rufta bulundum.” der ve müvekkil de bu iddiayı inkar ederse, müvekkil yemini ile birlikte tasdik edilir. Bir kavle göre, vekil tasdik edilir.

Malın telef olması konusunda yemini ile birlikte vekilin sözü kabul edilir. Keza malın müvekkile iade edildiği hususunda da veki­lin sözü kabul edilir. Zayıf kavle göre ise, ücret karşılığı tayin edilen vekilin malı iade ettiği hususundaki sözü kabul edilmez. Şayet vekil, müvekkilin elçisine malı teslim ettiğini iddia eder de elçi bunu inkar ederse, elçinin sözü tasdik edilir. En sahih kavle göre müvekkilin, vekilin sözünü tasdik etmesi gerekmez. Eğer vekil: “Parayı aldım ve telef oldu.” der, müvekkil de bu iddiayı inkar eder ve ihtilâf malı tes­lim etmeden önce olmuşsa müvekkilin sözü kabul edilir. Aksi halde (ihtilâf, mal teslim edildikten sonra olmuş ise) mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, vekilin sözü geçerli sayılır.

Borcun edası için tayin edilen vekil borcu ödediğini söyler de hak sahibi bu iddiayı inkar ederse, yemini ile birlikte hak sahibinin sözü kabul edilir. En zahir kavle göre, delili olmadıkça vekilin sözü, müvekkilin aleyhine tasdik edilemez.

Yetimin işlerine bakan kişi, yetim buluğa erdikten sonra malı kendisine teslim ettiğini iddia ederse, en sahih kavle göre delil göstermesi gerekir. Vekil (kendisine emanet bırakılan kişi) mal sahi­bi malını talep ettiğinde en sahih kavle göre: “Şahit getirmedikçe malım veremem.” diyemez. Malı gasp eden kişi ile malı geri vermede sözü geçerli olmayan kişi, mal sahibi şahit göstermedikçe malı kendisine vermeyebilir.

Bir kimse borçluya gelerek: “Alacaklı sende bulunan borç malını veya malını almam için beni vekil tayin etti.” der ve alacaklı onu bu sözünde tasdik ederse, malı ona teslim edebilir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, vekil tayin edildiğine dair şa­hit göstermedikçe borçlunun malı ona teslim etmesi gerekmez.

Bir kimse borçluya, “Hak sahibi beni sana havale etti.” der, borç­lu onu bu sözünde tasdik ederse en sahih kavle göre, malı ona teslim etmesi gerekir. Ben diyorum ki şayet: “Ben hak sahibinin varisiyim.” der ve borçlu onu tasdik ederse, mezhep alimlerince kabul edilen riva­yete göre, malı ona teslim etmesi vacibtir. Allah daha iyi bilir.

M. İKRAR (İTİRAF)

(Şer’i ıstılahta ikrar, kişinin başkasına ait olup kendisi üzerin­de bulunan bir hakkı haber vermesidir. İkrarın rüknü dörttür: İkrar eden, lehine ikrar edilen, lafız ve ikrar edilen şey.)

Mutlak tasarruf ehliyetine sahip olan kimsenin ikrarda bulun­ması sahihtir. Çocuk ve delinin ikrarı ise geçersizdir. Çocuk, dokuz yaşında iken ihtilâmla buluğa erdiğini iddia ederse, kendisine yemin verdirmeden iddiası tasdik edilir. Ancak yıl itibarıyla buluğa erdiği­ni iddia ederse, delil göstermesi istenir.

Sefih ve müflisin ikrarı ile ilgili hükümler yukarıda hacr ve if­las bölümünde açıklandı.

Kölenin ikrarı, cezayı gerektiren durumlarda kabul edilir. Köle, cezayı gerektirmeyen bir cinayet sebebi ile borçlu olduğunu itiraf eder de efendisi bu konuda onu yalanlarsa, borç kölenin zim­metine geçer, bedenine taallûk etmez.

Köle, bir akid sebebi ile borçlu olduğunu ikrar eder ve ticaret için kendisine izin verilmemişse, bu ikrarı efendisi hakkında geçerli olmaz. Ticarette izinli kılmmışsa, ikrarı efendisi için geçerli olur. İkrar edilen borçlar, kölenin kazancından ve elinde bulunan maldan ödenir.

Kişinin ölümcül hastalığında yabancı bir kimse hakkında yap­tığı ikrar, keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre mi­rasçıları hakkındaki ikrarı sahihtir. Sıhhatli iken bir kimseye borcu olduğunu ikrar eden kişi, hastalığında başka bir kişiye daha borçlu olduğuna ikrar ederse bu, birinci kişinin borcunun ödenmesi için öncelik sebebi olamaz.

Bir kimse sıhhatli iken veya hasta iken bir kişiye borçlu oldu­ğunu ikrar eder de öldükten sonra mirasçıları bir başkasına borçlu olduğunu söylerse, en sahih kavle göre bu birinci kişinin borcunun ödenmesinde öncelik sebebi olamaz. Zorlanan kişinin ikrarı sahih değildir.

Kendisi adına ikrar yapılan kişinin, ikrar edilen mala sahip ol­ma ehliyeti bulunmalıdır. Örneğin bir kimse: “Şu hayvanın bende şu kadar borcu var.” derse bu sahih olmaz. Ancak hayvanı kiralamak gibi bir sebeple sahibine karşı borçlu olduğunu söylerse sahihtir.

Bir kimse, Hind’in karnındaki ceninin veraset veya vasiyet yo­lu ile, “Bende şu kadar borcu var.” diye ikrar ederse bunu ödemesi gerekir. Eğer borç kişinin mümkün olmayan bir yönüne isnat edile­rek söylenirse bu ikrar boş sözden ibaret olur. (Kişinin, “Hind’in karnındaki cenin, bana borç verdi veya bana şu malı sattı.” demesi gibi. Burada ikrarın yalan olduğu kesindir). En zahir kavle göre mutlak şekilde yapılan ikrar sahihtir.

Kendisi adına ikrar yapılan kişi, ikrar edeni yalanlarsa en sa­hih kavle göre, mal ikrar edenin elinde kalır. İkrar eden kişi tekzip edildiğinde ikrarından döner ve: “Ben ikrarımda hata ettim.” derse, en sahih kavle göre sözü kabul edilir.

  1. İkrar Lafzı

Lafız ikrarın bir rüknüdür. Bir kimse: “Zeyd’in bende şu kadar malı vardır.” derse, bu ikrar olur. Kişi borcu için: “Üzerimde veya zimmetimde.” veya her hangi bir mal için: “Beraberimde veya yanımda.” derse, bu da ikrar olur. Ancak bir kişi bir başkasına: “Be­nim sende bin liram vardır.” der o da cevap olarak: “Ölç, al, onu al, üstünü mühürle veya kesene koy.” derse, ikrar olmaz. Şayet ona: “Bela, evet, doğru söyledin, beni ondan kurtardın, onu ödedin veya ben onu ikrar ediyorum.” derse ikrar olur. Sadece: “Ben ikrar ediyo­rum veya ben onu ikrar ediyorum.” derse ikrar olmaz. Şayet: “Şu kadar borcum sende değil midir?” der o da: “Bola veya evet” derse, bu ikrar olur. “Evet” lafzı hakkında bir vecih vardır: Bu lafızla ikrar olmaz.

Şayet alacaklı borçlusuna: “Sendeki bin liramı öde.” der, borç­lu da: “Olur, yarın öderim; bana bir gün veya oturuncaya kadar, ke­seyi açıncaya kadar veya anahtarı buluncaya kadar mühlet ver.” derse, en sahih kavle göre bu bir ikrardır.

  1. İkrar Edilen Mal

1- İkrar edilen mal, ikrar edenin mülkü olmamalıdır. Eğer ki­şi: “Zeyd’de olan evim veya elbisem veya borcum Amr’mdır.” derse, bu geçersiz bir sözdür. Şayet kişi şu mal, falan kişinindir ve onu ik­rar edinceye kadar mülkümdür derse; ilk sözü ikrar, ikinci sözü ise boş sözden ibarettir.

2- İkrar edilen malı, ikrar edilene teslim etmek için ikrar ede­nin elinde bulunmalıdır. Şayet kişi, elinde olmayan bir malı ikrar eder de sonra eline geçerse, ikrarın gereği yerine getirilir. Bir kimse bir başkasında bulunan kölenin hür olduğunu ikrar eder de sonra onu satın alırsa 6 kölenin hür olduğuna hüküm verilir. Sonraki ik­rarında: “Onun aslı hürdür.” derse, satın alması köle için fîdye yeri­ne geçer.

Köleyi elinde bulunduran kişi, onu azad ettiğini söylerse, mez­hepçe kabul edilen rivayete göre, müşteri açısından satış akdi fidye, satıcı açısından ise satış muamelesi olur. Bu takdirde sadece satıcı için meclis muhayyerliği ve şart muhayyerliği sabit olur.

Kişi üzerinde bulunan meçhul bir hakkı ikrar ederse, bu sahih­tir. Meselâ, “Onun bende bir şeyi vardır.” dediği zaman, o az da olsa mal olabilecek her hangi bir şey ise, yapacağı açıklama kabul edilir, ikrar edilen hak mal olacak durumda olmayıp mal olabilecek cins­ten, mesela; bir buğday habbesi veya talim edilmiş köpek veya tezek gibi faydalanılması helal olan necis bir şey ise, en sahih kavle göre açıklaması kabul edilir. Fakat ikrar edilen hak domuz veya istifade edilmeyen veya köpek gibi mal edinilmesi caiz olmayan bir şey ise,açıklaması kabul edilmez. Kişi açıklamasında hastayı ziyaret etmek veya selâmı almak gibi bir hakkı kastederse, ikrarı kabul edilmez.

Bir kimse üzerinde herhangi bir malın veya değerli bir malın veya büyük bir malın veyahut çok malın olduğunu söylerse, ikrar edeceği şeyin en az miktarı kabul edilir. Keza ikrar edeceği şey ümmü veled olursa, en sahih kavle göre bu konudaki açıklaması ka­bul edilir. İtiraf edeceği şey köpek ve meytenin derisi gibi necis bir şey ise, ikrarı kabul edilmez.

Bir kimse: “Üzerimde böyle bir hakkı vardır.” derse, bunun hükmü yukarıda geçtiği gibi: “Üzerimde bir şey vardır.” demesinin hükmü gibidir. “Üzerimde bir şey, bir şey veya böyle böyle bir malı vardır.” derse, tekrar yapmamış gibidir. Şayet: “Üzerimde bir şeyi ve bir şeyi veya şöyle ve şöyle bir hakkı vardır.” derse, iki şey vermesi vacib olur. Eğer dirhem kelimesini nasp ile yani “dirhemen” veya ref ile “dirhemün” veya cer ile “dirhemin” şeklinde telaffuz ederek: “Üzerimde bir dirhemi vardır.” diye itiraf ederse, bir dirhem ödeme­si lazımdır. Şayet dirhem kelimesini “dirhemen” şeklinde nasp ile söyleyerek: “Üzerimde şöyle şöyle dihemi vardır.” derse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, iki dirhem vermesi vacibtir. Ref veya cer haliyle söylerse bir dirhem vermesi gerekir. Eğer ref, nasp ve cer de­nilen her üç halde “vav” harfini zikretmeden itirafta bulunursa bir dirhem ödemesi lazım gelir. Eğer: “Üzerimde bin ve bir dirhemi vardır.” derse, dirhem dışında elf (bin) hakkındaki açıklaması kabul edilir. Şayet üzerimde yirmi beş dirhemi vardır derse, en sahih kav­le göre tümü dirhem olarak kabul edilir.

Bir kimse: “İkrar ettiğim dirhemlerin ölçüsü eksiktir.” derse, bu durumda beldenin dirhemleri tam olur ve “eksik” lafzını ikrarı ile birlikte söylemişse açıklaması kabul edilir. İkrarından ayırarak söylerse açıklaması kabul edilmez. Beldenin dirhemlerinin ölçüsü eksik olur da “eksik” lafzını ikrarı ile birlikte söylerse, açıklaması yine kabul edilir. Keza İmam’m kesin beyanına göre ikrarından ayrı söylemişse de açıklaması kabul edilir.

Dirhemlerin bozuk olduğunu beyan ederse, bunun hükmü az önce geçen noksan dirhemlerin hükmü gibidir. Şayet: “Onun üze­rimde birden ona kadar dirhemi vardır.” derse, en sahih kavle göre dokuz dirhem vermesi lazım gelir. Şayet, “f ” harfini beraberlik anlamında kullanarak, “Üzerimde on ile beraber bir dirhemi vardır.” derse on bir dirhem, hesap yapmayı kastederse on dirhem vermesi lazımdır. Ancak “beraberlik veya hesabı” kastetmezse bir dirhem ödemesi gerekir.

  1. İkrarın Bazı Nevileri

Bir kimse: “Kındaki kılıcı veya sandıktaki elbisesi yanım-dadır.” derse, km ve sandığı vermesi gerekmez, “içinde kılıç olan kını veya elbise olan sandığı yanımdadir.” şeklinde ikrar ederse, yal­nız km ve sandığı vermesi gerekir. “Başında sarık olan kölesi yammdadır.” derse, en sahih kavle göre sarığı vermesi gerekmez. Şayet: “Yanımda eğeri ile birlikte hayvanı veya nakışlı elbisesi vardır.” derse, bunların tümünü, (hayvanı eğeri ile ve elbiseyi nakısı ile birlikte) vermesi lazımdır.

Bir kimse: “Babamın mirasında bin lira borç vardır.” derse, bu babasının borcu bulunduğunun ikrarıdır. Eğer: “Babamdan aldığım mirasta bin lira borç vardır.” derse bu, bin lirayı hîbe etmek üzere verilen sözün ikrarıdır. Şayet: “Onun bende bir dirhemi, bir dirhe­mi vardır.” derse, bunu tekit için söylediğini kabul etmemiz halinde bir dirhem vermesi lazımdır. Ama, “Onun bende bir dirhemi ve bir dirhemi vardır.” derse, iki dirhem vermesi gerekir. Eğer, “Bende bir dirhemi ve bir dirhemi ve bir dirhemi vardır.” derse, ilk iki ikrar için iki dirhem vermesi lazımdır. Üçüncü ikrara gelince, bununla ikinci­sini tekit etmeyi kastederse bir şey vermesi gerekmez. Eğer bunun­la söze başlamaya niyet ederse, üçüncü bir dirhem vermesi gerekir. Keza üçüncü lafızla birinci lafzı tekit etmeye niyet ederse veya hiç­bir şeyi kastetmeden söylerse, en sahih kavle göre, üçüncü bir dir­hem vermesi lazım gelir.

Bir kimse müphem bir hakkı ikrar ederse, meselâ: “Onun bir şeyi veya bir elbisesi bendedir.” derse, kendisinden bu hakkın ne ol­duğunu açıklaması istenir. Açıklama yapmamakta ısrar ederse en sahih kavle göre açıklama yapıncaya kadar hapsedilir. Şayet müphem olanı açıklar da kendisi lehine ikrar yapılan kişi onu tek­zip ederse, hakkını açıklamalı ve iddia etmelidir. Reddetmekte ikrar yapanın sözü geçerlidir. Bir kimse: “Onun bende bin lirası var.” der, ikinci günde yine: “Onun bende bin lirası var.” derse sadece bin lira vermesi lazım gelir.

İkrar edilen hakkın miktarı ayrı ayrı olursa, az miktar çok miktara dahil edilir. Şayet üzerindeki hakkı kırık ve sağlam lira gi­bi ayrı ayrı iki sıfatla nitelendirir veya satış ve borç gibi ayrı ayrı iki cihete dayandırır veya: “On lirayı cumartesi günü aldım ve pazar günü de on lira aldım.” derse, her üç halde de zikrettiği iki hakkı ödemesi lazımdır. Yani biri diğerine dahil olmaz. Şayet: “Onun ben­de içki veya köpek ücretinden bin lirası vardır veya bin lirasını öde­dim.” derse en zahir kavle göre bin lira vermesi gerekir.

İkrarı yapan kişi: “Henüz teslim almadığım kölenin pa­rasından onun bende bin lirası vardır. Köleyi bana teslim ettiği za­man bin lirasını teslim ederim.” derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, itirafı kabul edilir ve bu para o malın bedeli

olur.

Bir kimse: “Allah dilerse onun bende bin lirası vardır,” derse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, bir şey vermesi gerekmez. Şa­yet: “Onun bende kendisine lazım olmayan bin lirası vardır.” derse, bin lira vermesi lazımdır. Şayet kişi: “Onun bende bin lirası vardır.” diyerek bin lirayı getirir ve: “Bu bin liradan kastım onun bendeki emanetidir.” der, lehine ikrar yapılan kişi de: “Benim onda başka bin liram vardır.” derse, en zahir kavle göre ikrarı yapan kişinin sözü yemini ile birlikte kabul edilir. Eğer: “Onun bin lirası zimmetimde-dir veya bende bin lira borcu vardır.” derse, mezhep alimlerince ka­bul edilen rivayete göre, lehine karar verilen kişinin sözü kabul edi­lir. Ben diyorum ki; belirtilen hakkı vedia (emanet) kabul etmemiz halinde, en sahih kavle göre bu bir emanettir.

İkrarı yapan kişi, ikrardan sonra: “Bu emanet telef oldu veya emaneti geri verdim.” diye iddia ederse, iddiası ve reddetme konu­sundaki iddiası kabul edilir. Şayet: “Bin lirası yammdadır veya ben­dedir.” derse, bin liranın emanet olduğu, geri verdiği ve ikrardan sonra telef olduğu konusundaki iddiası kesin olarak doğrulanır. Al­lah daha iyi bilir.

İkrarı yapan kişi, satış akdi veya hîbe akdi yaptığını ve malı teslim aldığını ikrar eder de sonra bu akidlerin fâsid olduğunu ve akidlerin sahih olduğunu zannettiğini söylerse, akidlerin fâsid oldu­ğu hakkındaki iddiası kabul edilmez. Ancak lehine ikrar yapılan kisiye yemin ettirebilir. Yemin etmekten çekinirse, ikrarı yapan kişi yemin eder ve akidlerden ibra etmiş olur.

İkrarı yapan kişi, “Bu ev Zeyd’indir, hatta Amr’mdır veya bu evi Zeyd’den gasp ettim hatta Amr’dan gasp ettim.” derse ev Zeyd’e teslim edilir. En zahir kavle göre evin Amr’a ait olduğunu ikrar ederse, evin değerini Amr’a vermek üzere borçlu olur.

  1. İkrarda İstisna Yapmak

İkrar edilenin tümünü kapsaması ve istisna ile müstesnanın ard arda söylenmesi şartıyla ikrarda istisna yapmak caizdir. Bir kimse: “Zeyd’in bende on lirası vardır, ancak dokuz lirası, ancak se­kiz lirası müstesna.” derse dokuz lira vermesi lazımdır.

Müstesnayı, cinsinden olmayan bir şeyden istisna etmek de sa­hihtir. “Onun bende bin lirası vardır, ancak elbise müstesna.” de­mek gibi. Elbisenin de kıymetini bin liradan az bir değerle beyan et­mesi lazımdır.

Belli olan bir şeyden istisna yapmak caizdir. “Bu ev onundur ancak şu oda müstesna veya şu dirhemler onundur ancak şunlar müstesna.” demek gibi.

Belli olan eşyada kaide dışı bir vecih vardır: Belli eşyada istis­na yapmak caiz değildir. Ben diyorum ki kişi: “Şu köleler Zeyd’indir ancak bir tanesi müstesnadır.” derse, bu ikrarı kabul edilir ve istis­na ettiği köleyi açıklaması istenir. Henüz açıklama yapmadan köle­ler ölür de bir tanesi sağ kalır ve o da sağ kalanı istisna ettiğini zan­nederse, en sahih kavle göre yemini ile sözü tasdik edilir. Allah da­ha iyi bilir.

  1. Nesebi İkrar Etmek

Bir kimse; “Şu benim oğlumdur.” diye birini kendine nispet ederek nesebi ikrar ederse, böyle bir ikrar şu şartlarla caiz olur:

1- İkrar edilen, ikrar edeni hissen ve şer’an tekzip etmemelidir. Onu tekzip etmesi demek, başkasının soyundan olduğunun bilinme­si demektir.

2- İkrar edilen kişi tasdik etmeye ehil ise, itiraf edeni tasdik et­melidir. Şayet ikrar edilen kişi buluğ çağında olur da onu tekzip ederse, ikrarı yapanın delili olmadıkça neseb tespit edilmiş olmaz. İkrar edilen küçük ise, ikrarı yapanın soyundan olduğu sabit olur. Şayet buluğ çağma gelir de ikrarı yapanı tekzip ederse, en sahih kavle göre nesebi geçersiz sayılmaz.

Bir kimsenin, küçük yaşta ölmüş çocuğun kendi soyundan ol­duğunu ikrar etmesi sahihtir. En sahih kavle göre, büyük yaşta ölmüş olanın da hükmü böyledir. İkrarı yapan kendine nispet ettiği ölü kişiye mirasçı olur.

İki kişi baliğ bir kişinin kendi soyundan olduğunu ikrar eder­se, çocuğun kendisini tasdik ettiği kişinin soyundan olduğu sabit olur. İki kişinin neseplerine ilhak ettikleri küçük çocuk ile ilgili hükümler, Allah’ın izni ile ileride “lakid” bölümünde açıklanacaktır.

Bir kimse, cariyesinin çocuğu için, “Bu benim oğlumdur.” der­se, onun soyundan olduğu sabit olur, ama en zahir kavle göre; “ümmü velet” sabit olmaz. Keza, “Bu kadın çocuğumu mülkümde doğurdu.” derse bununla ümmü veled sabit olmaz. Eğer, “Bu kadın mülkümde hamile oldu.” derse, bununla istilât sabit olur. Şayet kişi cariyesi ile yattığını ikrar ederse, çocuğun kendisine ait olduğunu ikrar etmesine gerek kalmadan yatak sebebi ile çocuk ona nispet edilir. Cariyesi evli ise, çocuk kocasına aittir. Bu durumda efendisi­nin, “Bu çocuk benim çocuğumdur.” demesi geçersizdir.

Nesebi başkasına ilhak etmenin hükmüne gelince kişinin: “Bu kardeşimdir veya amcamdır.” derse, az önce geçen şartlara göre il­hak edilenin nesebi sabit olur. Kendisinin nesebine ilhak edilen kişi şu şartları taşımalıdır:

1- Nesebe dahil edilen ölmüş olmalıdır.

2- Nesebe dahil edilen kişinin ilhak edileni reddetmemesi en sahih kavle göre şart değildir.

3- İkrarı yapan kendisinin nesebine ilhak edilen kişinin malının tümüne mirasçı olmalıdır. En sahih kavle göre nesebe ilhak edilen ikrarı yapanın hissesine mirasçı veya ortak olamaz.

Akil ve baliğ olan mirasçı, beraberinde başka mirasçılar olursa, yalnız başına ikrarda bulunamaz. Mirasçılardan biri nesebi ikrar eder de diğeri ikrarda bulunmaz ve ölürse ve bu durumda ikrar edenden başka mirasçı da yoksa, ikrar ettiği kişinin nesebi sabit olur.Malın tümüne mirasçı olan çocuk bilinmeyen kardeşlerinin ol­duğunu ikrar eder, kardeşleri ise onun nesebini inkar ederlerse; bu inkarın bir faydası olmaz ve kardeşlerinin de nesebi sabit olur. Za­hir olan mirasçı nesebe dahil edileni mirastan men ederse, mesela; ölünün kardeşi: “Şu çocuk ölen kardeşimin oğludur.” derse, çocuğun nesebi tespit edilmiş olur fakat çocuk mirasçı olamaz.

N. ÂRIYE (İĞRETİ)

Muirin (ödünç verenin) teberru yapma ehliyetine ve ödünç malın menfaatine sahib olması şarttır. Kiracı, kiraladığı malı ariye (ödünç) olarak başkasına verebilir. En sahih kavle göre ödünç alan kişi malı Ödünç veremez. Müstair (ödünç alan), bir vekil vasıtasıyla maldan istifade edebilir. Meselâ ödünç aldığı hayvana kendi ağır­lığında olan eşini veya hizmetçisini bindirebilir.

Mustaar (ödünç mal), aslı baki kalarak kendisinden yarar­lanılan bir mal olmalıdır. Cariyeyi, bir kadına veya mahremi olan bir erkeğe hizmet için ödünç vermek caizdir. Müslüman köleyi kafire ödünç vermek ise mekruhtur.

En sahih kavle göre ariye akdinin muir tarafından: “Şunu sa­na iare olarak verdim.” veya müstair tarafından: “Şunu bana iare olarak ver.” gibi bir lafızla söylenmesi şarttır. İkisinden birinin telaf­fuz ettiği lafza diğerinin uygun bir davranışla karşılık vermesi lafız için yeterli sayılır.

Bir kimse başkasına: “Ona yem vermen veya atını bana ödünç vermen şartı ile atımı sana ödünç veriyorum.” derse, bu fâsid bir icare akdi olup ücret-i misli gerektirir.

Ariye iade edilirken bir masraf gerektiriyorsa, bu masrafın müstair tarafından ödenmesi lazımdır. Ödünç mal kullanmak sebe­biyle değil de başka bir sebeple -kusur göstermeksizin olsa bile- te­lef olursa, müstair onu tazmin eder. En sahih kavle göre ödünç mal izin verilen işlerde kullanılması nedeniyle telef olur veya bir kısmı eksilirse, müstair zamin olmaz. Üçüncü bir kavle göre ise, ödünç malın tümü telef olursa müstair zamin olur.

Bir kimse kiracıdan kiraladığı malı iğreti olarak ister de eli altında iken telef olursa, en sahih kavle göre zamin olmaz.

Bir kimsenin hayvanı işine gönderdiği vekilinin elinde veya terbiye etmek üzere verdiği kişinin elinde telef olursa, o kişi zamin olmaz. Müstair, verilen izne göre ödünç maldan istifade edebilir. Me­selâ; bir kimse buğday veya benzeri bir tahıl ekmek için tarlayı ari­ye alır ve muir başka bir şey ekmesini yasaklamamışsa, ekebilir. An­cak arpa ekmek için ariye almışsa, bundan üstün olan buğdayı eke­mez. Fakat mutlak bir tahılı ekmek için ariye almışsa en sahih kav­le göre akid sahih olup dilediği tahılı ekebilir.

Bir kimse, bina yapmak veya fidan dikmek üzere bir tarlayı ödünç alırsa sadece ziraat yapabilir. Bunun aksini yapamaz. En sa­hih kavle göre müstair, bina için Ödünç aldığı tarlaya fidan dikemez. Keza fidan dikmek için aldığı tarlaya da bina yapamaz. En sahih kavle göre, bir tarlayı mutlak şekilde ödünç akdi ile almak caiz de­ğildir. Bilakis tarladan faydalanma şeklini belli etmek şarttır.

İğreti Akdi Caiz Olan Bir Akiddir

Ödünç akdi vekalet akdi gibi caiz olan bir akiddir. Taraflar di­ledikleri zaman emanet malı geri verebilirler. Ancak bir kimsenin mezarlık için ödünç verdiği tarlasını, oraya gömülen cenaze çürüme-dikçe geri istemesi caiz değildir.

Üzerine bina yapmak veya ağaç dikmek için tarlasını ödünç ve­ren kişi belli bir zaman tayin etmemişse ve müstair binayı yaptıktan veya fidan diktikten sonra tarlasını geri isterse, muir de ağaç veya binanın meccanen söküp çıkarılmasını şart koşmuşsa, müstairin bu şarta uyması lazımdır. Tarladaki bina ve ağaçların sökülmesini şart koşmamışsa, müstair isterse, ağaç veya binayı söküp çıkarır. Söküm veya yıkım nedeni ile tarlada meydana gelen çukurları tesviye etme­si en sahih kavle göre gerekmez. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, müstairin tarlada meydana gelen çukurları tesviye etmesi ge­rekir. Allah daha iyi bilir.

Müstair arzusu ile söküm veya yıkım işini yapmazsa, mecca­nen yapmaya zorlanamaz. Bu durumda tarla sahibi şu hususlardan birini yapmakta muhayyerdir: Bir ücret karşılığında fidanları tarla­da bırakır veya fidanları söküp noksanlık farkını öder. Zayıf kavle göre ise, fidanların değerini ödeyerek mülkiyetine geçirir.

Muir yukarıda zikredilen hususlardan birini tercih etmezse, meccanen fidanları sökemez. Müstair tarla için bir ücret ödesin ke­za ödemesin en sahih kavle göre hüküm böyledir. Zayıf kavle göre ise, hakim tarlayı ve tarlada bulunanı satar ve bedeli hisseler nisbe-tinde taksim eder. En sahih kavle göre, taraflar muhayyer oldukları şıklardan birini tercih edinceye kadar hakim onları serbest bırakır.

Muir, ihtilâf giderilinceye kadar tarlaya girebilir ve ondan fay­dalanabilir. Müstair ise muirden izin almadan bakıp gezmek için tarlaya giremez. En sahih kavle göre sulama ve bakım işleri için tar­laya girebilir.

Taraflardan her biri kendilerine ait malı diğerine veya üçüncü bir şahsa satabilir. Zayıf kavle göre ise, müstair kendisine ait olan malı üçüncü bir şahsa satamaz.

Süreli olan iğretinin hükmü, mutlak iğretinin hükmü gibidir. Bir kavle göre süresi dolup muir tarlasını isteyince, noksanlık farkını ödemeden söküm işlerini yapabilir.

Bir kimse tarlasını ziraat için ödünç verir de henüz ziraat ol­gunlaşmadan geri isterse, en sahih kavle göre, ürün hasat zamanına kadar tarlada kalır. Bu durumda tarla sahibi istediği andan itibaren hasat vaktine kadar geçen süre için tarlanın ücretini alabilir.

Tarla belli bir süre için ödünç verilmişse, tarlayı alan kişi sözgelimi tohumu geç atmak gibi bir kusur işler de bu sebeple ürün belirtilen sürede biçilecek hale gelmezse, muir değer farkım Ödeme­den ürünü söküp çıkarabilir.

Sel suyu tohumu başkasının tarlasına taşır da tohum orada ye-şerirse, mahsul tohumun sahibine ait olur. En sahih kavle göre, mahsûlü toplaması için tohum sahibi icbar edilir.

Bir kimse bir hayvana biner ve sahibine: “Onu bana ödünç ola­rak verdin.” der, mal sahibi ise: “Hayır sana ücretle verdim.” derse veya tarla sahibi ile ekin sahibi aynı şekilde anlaşmazlığa düşerlerse; mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre mal sahibinin sözüne itibar edilir. Keza kişi, mal sahibine; “Sen onu bana iğreti verdin.” der, mal sahibi de: “Hayır onu gasbettin.” derse ve bu durumda mal telef olursa, ikisi tazminat konusunda anlaşırlar. En sahih kavle göre ise, ödünç mal telef olduğu günün değerine göre tazmin edilir. En fazla değerine veya teslim alındığı günün değerine göre tazmin edilmez se

Mal sahibi gasp edilen malının daha fazla olduğunu iddia eder-, iddia ettiği ziyadelik için kendisine yemin ettirilir.

O. GASP

Gasp, haksız yere başkasının malını ele geçirmektir. Meselâ, bir kimse bir başkasının atma biner veya sergisine oturursa, her ne kadar bunları yerlerinden ayırmasa da gasp etmiş sayılır. Bir kimse bir başkasının evine girer ve onu evinden çıkarır veya eve girmese bile zor kullanarak onu evden çıkarır ve ona karşı zor kullanırsa evi gasp etmiş sayılır. Sonuncu meselede zayıf bir vecih vardır, yani gasp etmiş sayılmaz.

Bir kimse bir evin bir odasında oturur sahibini sadece oturdu­ğu odadan men ederse, yalnız o odayı gasp etmiş olur.

Bir kimse istilâ etmek maksadı ile bir eve girer de sahibi evde yoksa, evi gasp etmiş sayılır. Şayet ev sahibi evde olur ve onu evden çıkarmazsa evin yarısını gasp etmiş olur. Ancak gâsıp ev sahibinden güçlü değilse, bir şey gasbetmiş sayılmaz.

Zorla alman mal mevcut ise, gâsibin derhal sahibine iade etme­si lazımdır. İade etmeyip eli altında iken telef olursa malı tazmin eder. Sahibinin elindeki malı itlaf eden kişi de onu tazmin eder.

Bir kimse yerdeki torbanın ağzını açarak içindekilerin dökülmesine sebebiyet verir veya torbayı açıp da düşürür ve içinde­ki dökülürse, malı ödemek zorundadır. Fakat torbanın ağzını açtık­tan sonra rüzgar sebebiyle yere düşerse zamin olmaz.

Bir kimse kafesi açıp içerisindeki kuş uçarsa zamin olur. Sade­ce kafesin kapısını açar da kuş derhal uçarsa en zahir kavle göre yi­ne zamin olur. Şayet bir süre geçtikten sonra uçarsa zamin olmaz.

Gasp edilmiş malı, bir başkası gâsıpten alırsa eli zamin eli olur. Malın gasp edilmiş olduğunu bilmez de sonra öğrenirse bunun hükmü gâsıbm, gâsıp kişiden aldığı malın hükmü gibidir. Yani eli altında iken telef olursa zimmetinde kalır. Keza malın gasp malı oldu­ğunu bilmezse, ariye bahsinde olduğu gibi eli aslında zamin el olur. Eli vedia alanın eli gibi eman eli ise, karar gâsıbm aleyhine olur.

Bir kimse bir malı gasp eden kişiden yalnız başına alır da telef ederse, karar mutlak şekilde aleyhine olur. Yani malı tazmin eder.

Malı tazmin eden kişi başkasına takdim etmek sureti ile onu telefe teşvik ederse, telef eden kişi zamin olur. Bunun misali şudur: Kişi zorla aldığı malı ziyafet yolu ile başkasına yedirirse zamin olduğu gi­bi, keza en zahir kavle göre yiyen kişi de zamin olur. Buna göre, gâsıp kişi, gasp ettiği malı asıl sahibine takdim ederek yedirirse gasp eden borçtan kurtulmuş sayılır.

  1. Gâsıbın Zimmetine Geçirdiği Mal

Bir kimse gasp ettiği köleyi telef eder veya semavi bir afetle adi (zamin) el altında iken telef olursa, o kölenin değerini tazmin eder. Kölenin hür kişide değer farkı takdir edilmeyen bir organını telef ederse, kıymetinden noksan olan farkı öder. Keza değer takdiri yapılan bir organı telef olur veya kendisi telef ederse, keza İmam’m ilk kavline göre noksanlık farkını öder. imam’m son kavline göre ise, kölenin telef edilen organının kıymeti takdir edilir. Bu kıymet hür kişinin organı için takdir edilen diyet gibidir. Kölenin elinin kesilme­si halinde kıymetinin yarısı ödenir.

Telef edilen veya bir cinayet sonucu telef olan sair hayvanların kıymetleri takdir edilir.

Hayvanlar dışında kalan mallar ise, ya benzeri bulunan veya kıymetlerine göre değerlendirilen mallardır. En sahih kavle göre benzeri bulunan mallar ölçülen tartılan ve üzerinde selem akdi yapılması caiz olanlara münhasır olan mallardır. Meselâ su, toprak, bakır, ham metal, misk, kafur, pamuk üzüm ve un gibi mallar ben­zeri bulunan mallardır. Esans ve hamur benzeri olmayan mallardır..

Misli bulunan mal telef edilir veya bir afet sonucu telef olursa, benzeri ödenir. Benzerini vermek mahzurlu ise kıymeti ödenir. .En sahih kavle göre gasp edildiği günden itibaren mislini vermenin mahzurlu olduğu güne kadar en yüksek değeri dikkate alınır. Eğer benzeri bulunan mal bir başka beldeye nakledilmişse; mal sahibi is­terse geri getirilmesini teklif eder, isterse değerinin peşin ödenmesi­ni talep eder. Mal geri getirildiğinde sahibine iade edilir. Şayet mal nakledildiği beldede telef olursa, mal sahibi benzerini iki beldeden birine göre (malm telef olduğu veya nakledildiği beldeye göre) talep edebilir. Benzeri mevcut değilse, en yüksek değeri takdir eden belde­ye göre gâsibi borçlandırır.

Mal sahibi gasp edeni malm telef edildiği belde dışındaki bir beldede görürse, en sahih kavle göre mal da para gibi nakli bir mas­raf gerektirmiyorsa, malın benzerini talep edebilir. Nakil için bir masraf gerektiriyorsa benzerini talep etmeyebilir. Fakat malm telef edildiği beldenin raicine göre malm kıymeti ile gasibi borçlandırır.

Kıymetlerine göre değerlendirilen mallara gelince, gasp edildi­ği günden telef edildiği güne kadar olan kıymetin en yükseği tazmin edilir. Mal, zorla alınmadan telef olursa, telef olduğu günün kıyme­ti tazmin edilir. Zorla alınmamış köleye karşı cinayet işlenir ve bu­nun sirayetiyle telef olursa yine kıymetin en yükseği tazmin edilir.

Müslüman kişiye ait içki telef edilirse tazmin edilmez. Zımmi-ye ait içki ise dökülerek telef edilemez. Ancak alenen içer veya satışım yaparsa döktürülür. Şayet alenen kullanmazsa geri kalanı iade edilir. Keza müslümandan gasp edilen muhterem malm geri ka­lanı da sahibine iade edilir.

Put ve çalgı aletleri telef edilirse bunlar için bir şey ödemek ge­rekmez. En sahih kavle göre bu aletler aşırı tarzda kırılmamalıdır. Ancak, eski hallerine dönecek biçimde parçalarını ayırmak gerekir. Sahibinin zorluk çıkarması nedeniyle adaba uygun olarak kötülüğe mani olamayan kişi, kötülüğü en kolay şekliyle ortadan kaldır­malıdır.

Gasp eden kişi ev ve köle gibi bir malm menfaatini zamin el ile giderir veya gidermesine sebep olursa menfaati tazmin eder. Evde oturması, köleyi hizmetinde çalıştırması gibi. Bid’i menfaati giderir-se tazmin etmez. Cariye ile cinsel ilişkide bulunması gibi. Menfaatin gidermesine sebep olan zamin olur. Keza hür kişinin bedeninin men­faatini gideren en sahih kavle göre zamin olur.

Gasp edilen mal kullanılmaksızın eksilirse, noksanlık farkı ile birlikte bedelinin ödenmesi vacibtir. Keza kullanmak sureti ile men­faati noksanlaşırsa, noksanlık farkı ile birlikte bedelinin ödenmesi en sahih kavle göre vacibtir. Elbiseyi giyerek eskitmek gibi.

  1. Zorla Alanın ve Mal Sahibinin İhtilâfı

Gâsıp, gasp ettiği malm telef olduğunu iddia eder, mal sahibi ise telef olmadığım söylerse, en sahih kavle göre gâsıp yemini ile birlikte doğrulanır. Gâsıp yemin ederse, en sahih kavle göre mal sahibi onu borçlandırır.

Malın değeri konusunda veya gasp edilmiş kölenin üzerindeki elbise veya tabii bir ayıp konusunda ihtilâfa düşerlerse, gâsıp yemi­ni ile doğrulanır. Yeni peyda olmuş ayıp konusunda ise en sahih kav­le göre mal sahibi yemini ile birlikte doğrulanır.

Gâsıp malın aynısını iade ederken değeri düşmüşse, bir şey ver­mesi gerekemez. Bir kimse değeri on dirhem olan bir elbiseyi gasp eder fiyatın düşmesi nedeni ile değeri bir dirheme, sonra elbiseyi gi­yerek eskittiği için yarım dirheme inerse, elbiseyi iade ederken beş dirhem vermesi lazımdır. Bu, telef olan kısmın (gasp edildiği günden itibaren telef edildiği güne kadar) en yüksek değeridir. Ben diyorum ki; bir kimse değeri on dirhem olan iki mesti gasp eder de bir tanesi telef olur ve geri kalanın değeri iki dirhem olup iade ederse veya bir tanesi gasp yolu ile veya sahibinin elinde telef olursa, en sahih kavle göre sekiz dirhem ödemesi lazımdır. Allah daha iyi bilir.

Malda peyda olan bir noksanlık malın telef olmasına sirayet ederse, buğdayı öğütüp un haline getirmek gibi, bunun hükmü telef edilen malın hükmü gibidir. Bir kavle göre malı noksanlık farkı ile iade eder.

Zorla alman köle cinayet işler de zimmetine bir mal taallûk ederse, gâsıp kölenin değeri ile telef edilen malın değerinden az olanı ile köleyi kurtarır. Cani köle gâsıbm eli altında iken telef olur­sa, kölenin sahibi gasıbı en yüksek değerle borçlandırır. Gasp edilen köle, birine karşı cinayet işlerse mağdur kişi, isterse gasibi borç­landırır, isterse hakkını sahibinin alacağı mala bağlar. Sonra köle sa­hibi hakkını gâsıp kişiden alır. Gâsıp cani köleyi sahibine iade eder de sahibi onu satar ve mağdur da hakkını bu ücretten alırsa, köle sa­hibi bu parayı gâsıp kişiden alır.

Bir kimse bir araziyi gasp edip toprağını başka bir tarafa nak­lederse, toprağı veya benzerini iade etmesi veya tarlayı eski haline dönüştürmesi için tarla sahibi gâsıp kişiyi icbar eder. Toprağı iade etmede bir gaye varsa, tarla sahibinin talebi olmasa da toprağı alan kişinin toprağı yerine iade etmesi gerekir. İade etmede bir gaye yok­sa en sahih kavle göre izin almadan iade edemez.

Kuyu kazmanın ve tekrar doldurmanın hükmü, tarlanın hükmüne kıyas edilir. Kişi gasp ettiği toprağı iade ederken tarlada bir noksanlık olmazsa, değer farkını ödemez. Lakin gasp ettiği günden itibaren iade ettiği güne kadar geçen zaman için ücret-i misil öder. Eğer bir noksanlık olmuşsa ücretle birlikte noksanlaşan kısmın be­delini verir.

Bir kimse yağ gibi bir şeyi gasp eder, kaynatır ve bu sebeple kıymetinde değil de kendisinde bir eksilme olursa, malı ve en sahih kavle göre eksilen kısmın mislini; değerinde bir noksanlık olmuşsa sadece değer farkını ödemesi lazımdır. Şayet hem kıymetinde hem de kendisinde bir noksanlık olmuşsa, eksilen kısmı tazmin eder. Gasp edilen malın değerinde fazla noksanlık olmuşsa gâsıp malın geri kalanı ile beraber değer farkını da iade eder. En sahih kavle göre maldaki artış, kendinden önceki noksanlığı karşılayamaz. Bu­nun misali şudur: Gasp edilen cariye zayıflar, değeri eksilir ve sonra kilo alırsa; bu kilo önceki noksanlık farkını karşılayamaz. Cariyeyi geri iade ederken noksanlık farkını da ödemesi lazımdır.

Gasp edilen kişi gâsıbm elinde iken bildiği sanatını unutur da sonradan tekrar hatırlarsa, bu hatırlama evvelki unutmanın yerine geçer. Öğrendiği yeni sanat ise, alimlerin ittifakı ile unuttuğu sa­natın yerine sayılamaz.

Bir kimse şırayı gasp eder de şıra rakıya dönüşür ve sonra da sirke olursa, en sahih kavle göre sirkeyi sahibine teslim eder. Sirke­nin değeri düşük olursa, değer farkı ödemesi gerekir. Şayet rakıyı gasp eder ve sirkeye dönüşürse veya meytenin derisini tabaklarsa, en sahih kavle göre sirkeyi de deriyi de sahibine teslim eder.

  1. Gâsıp Malda Meydana Gelen Artış

Gasp edilen maldaki artış kasaranın yaptığı gibi sadece bir iz şeklinde ise, bu sebeple gâsıbm bir şey ödemesi gerekmez. Mal sahi­bi -mümkün ise- malının eski haliyle iadesini veya değeri eksilmişse değer farkını isteyebilir. Maldaki artış tarlada bina yapmak veya fi­dan dikmek gibi bir ayın ise, binayı yıkması ve fidanları sökmesi için teklif edebilir.

Gâsıp, gasp ettiği elbiseyi aynı boya ile boyar ve boyayı gider­me imkanı varsa, en sahih kavle göre gidermesi için icbar edilir. Bo­yayı gidermek mümkün değilse ve elbisenin değeri boya sebebi ileartmamışsa, bunda gâsıp için bir şey yoktur. Değeri düşmüşse, de­ğer farkını ödemesi lazımdır. Şayet değeri yükselmişse her ikisi de kâra ortak olur.

Gâsıp, malı bir başka mala karıştırmışsa ve onu ayırmak mümkün ise -zor olsa bile- ayırması lazımdır. Ayırması mahzurlu ise, mezhepçe kabul edilen rivayete göre bunun hükmü malı telef edenin hükmü gibidir. Mal sahibi bu konuda gasibi borçlandırabüir, Gâsib, aynı malı iade etmelidir.

Bir kimse bir direk gasp eder de üzerine bina yaparsa, direğin çıkarılması lazımdır. Şayet geminin yapımında kullanılmışsa sökülür. Ancak bir canın veya masum olan iki kişinin malının telef olması korkusu varsa sökülemez.

Bir kimse gasp ettiği cariye ile cinsel ilişkide bulunur ve bunun haram olduğunu bilirse kendisine had cezası verilir. Haram olduğu­nu bilmezse ceza verilmez. Fakat her iki durumda da gâsıbıh mehir ödemesi lazımdır. Ancak cariye rıza göstermişse, en sahih kavle göre mehir vermesi vacib değildir. Cariye bu fiilin haram olduğunu bilir­se kendisine had cezası verilir.

Müşterinin gâsıp kişiden satm aldığı cariye ile cinsel ilişkide bulunmasının hükmü, cariye ile cinsel ilişkide bulunması sebebi ile gasibe tatbik edilen had ve vermesi gereken mehrin hükmü gibidir. Mal sahibi müşteriyi mehir vermekle borçlandırırsa, en zahir kavle göre müşteri verdiği mehri gasp eden kişiden alamaz.

Müşteri veya gâsıp cariye ile cinsel ilişkide bulunmanın haram olduğunu bilerek cariyeyi hamile bırakırsa, doğan çocuk nesebi bel­li olmayan köle olur. Haram olduğunu bilmiyorsa, çocuk nesebi bel­li ve hür olur. Ancak müşteri, çocuğun doğduğu gün bir kölenin de­ğeri ne ise o değeri cariyenin efendisine vermelidir. Müşteri verdiği değeri gâsıptan alır.

Mal müşterinin eli altında iken telef olur ve mal sahibi onu borçlandırırsa, müşteri bunu gasp eden kişiden alamaz. Keza en za­hir kavle göre mal müşterinin yanında iken ayıplı hale gelirse, değer farkını gâsıpten alamaz. En zahir kavle göre müşteri maldan bir men­faat elde eder ve menfaatin bedelini öderse bunu gâsıptan alamaz.

Müşteri bir kazanç elde etmeksizin elinde bulundurduğu malın kazancı telef olursa, en sahih kavle göre ödediği bedeli gâsıtan alır. Yine en sahih kavle göre mal sahibi tarlasında inşa edilmiş binayı bozar veya dikilen fidanları söker ve müşteri değer farkım öderse bu farkı gâsıptan alır.

Mal sahibinin müşteriyi borçlandırdığı şeyi gâsıbm da ödeme­si gerekiyorsa, müşteri bunu gâsıptan alır. Şayet mal müşterinin elinde iken telef olur da mal sahibi onu gâsıptan alırsa, gâsıp müşte­riden alamaz. Mal sahibi gâsıbm ödemesi gerekmediği şeyi gâsıptan alırsa, gâsıb verdiği malı müşteriden alır. Ben diyorum ki; gâsıbm elindeki mal başkasının eline geçerse bunun hükmü, müşterinin hükmü gibidir. Allah daha iyi bilir.

P. ŞÜF’A (ÖNCELİK HAKKI)

Şüf a muamelesi, menkul mallarda olmaz. Ancak arsa ve içeri­sinde bulunan bina, ağaç ve bunlara bağlı olan şeylerde olur. Keza en sahih kavle göre, henüz belirlenmemiş meyvelerde de şüf a hakkı vardır. Müşterek olmayan tavan üzerinde yapılan odalarda, keza en sahih kavle göre müşterek olan tavanda yapılan odalarda ve bölüştürüldüğünde asıl amacı ortadan kalkan küçük hamam ve tek gözlü değirmen gibi şeylerde en sahih kavle göre şüf a hakkı olmaz.

Şüf a hakkı sadece malda ortak olan kişi için vardır. Bir ev satılır da yoldan geçiş hakkına ortak olanın şüf a hakkı olmaz. En sahih kavle göre müşteri için eve giden bir başka yol veya sokağa kapı açma imkanı varsa, geçişte şüf a hakkı vardır. Böyle bir imkan yoksa şüf a hakkı olmaz.

Eski şüf adarın mülkiyetinden sonra yeni ortağın mehir, hul’, can diyeti, mukâteb kölenin taksitleri, kira ve selem akdinin ana pa­rası gibi bir bedelle lazımî akid (taraflardan birinin izni olmadan di­ğerinin akdi feshetme hakkı olmayan akid) ile mülk edindiği malda eski şüf adarın şüf a hakkı vardır.

Şayet satış akdinde her iki taraf veya satıcı için muhayyerlik şartı koşulmuşsa, muhayyerlik müddeti bitmeyinceye kadar şüf a hakkı olmaz. Muhayyerlik hakkı yalnız müşteri için şart koşulmuşsa ve mülkiyetin müşteriye ait olduğunu kabul etmemiz halinde, en za­hir kavle göre ilk ortak için şüf a hakkı vardır. Mülkiyetin satıcıya ait olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, ilk ortak için şüf a hakkı olmaz.

Müşteri satın aldığı ortak malda bir ayıp görüp malı geri iade eder de şüf a hakkına sahip olan kişi maldaki ayıba rıza göstererek malı almak isterse, müşterinin ona icabet etmesi lazımdır. İki kişi bir evi veya evin bir kısmını satın alırsa, birinin diğerine karşı şüf a hakkı olmaz. Müşteri, satılan arazide hissesi varsa, en sahih kavle göre şüf a hakkı ile satılan hissenin tümünü değil ancak payına düşen miktarı satın alabilir. Örneğin üç kişi bir tarlada ortak olur da birisi hissesini satarsa onu almak isteyen ortak hepsini alamaz. An­cak payına düşeni alabilir.

Şüf a hakkı ile bir malı mülk edinmek için hakimin kararı, pa­ra ve müşterinin hazır bulunması şart değildir. Fakat şüf adarın: “Bu malı şüf a hakkı ile aldım veya mülk edindim.” şeklinde bir lafız kullanması şarttır. Bu lafızla birlikte şüf adar, şüf a hakkı ile almak istediği şeyi üç şartla mülk edinir.

1-Şüf adarın malın bedelini müşteriye teslim etmesi. Müşteri bedeli teslim alınca veya hakim bedeli müşteriye gerekli kılınca şüf adar malı mülk edinmiş olur.

2-Müşterinin malın bedelini şüf adarın zimmetinde kalmasına rıza göstermesi.

3-Şüf adar hakimin meclisinde hazır bulunarak hakkını ispat ederse, en sahih kavle göre hakimin kararı ile malı mülk edinmiş olur. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre şüf adar görme­diği ortak malı mülk edinemez.

Ortak Malın Bedeli

Bir kimse ortak olan malı misli olan bir mal ile satın alırsa, şüf a hakkı olan kişi de mislini vererek o malı satın alabilir. Şayet müşteri değer biçilen bir mal ile satın almışsa, şüf adar alış-veriş günündeki değeri ödeyerek satın alır. Zayıf kavle göre, muhayyerlik süresinin bitmesi ile akdin kesinleştiği günkü değeri dikkate alınır. Şayet müşteri malı borçla almışsa, en zahir kavle göre şüf adar is­terse parayı peşin verip malı derhal alır, isterse vade süresi gelince­ye kadar bekler ve malı o zaman alır. Kişinin şuf adar olduğu mal ile başka bir mal birlikte satılırsa şuf adar, şuf a hakkı ile payına düşen malı, (satış vaktindeki) değeriyle satın alır.

Bir kimse ortak olduğu malını mehir olarak verir ve şüf adar o malı almak isterse, malı asıl değeriyle değil mehr-i misilin değerine göre karşılığını vererek satın alır. Keza hul’ bedelinin hükmü de aynıdır. Şayet müşteri, miktarı belli olmayan bir bedelle satın alır da henüz miktarı belli olmadan mal telef olursa, şüf adar malı alamaz. Şüf adar miktarı belli eder de müşteri paranın miktarının belli ol­madığını iddia ederse, müşteri miktarı bilmediğine dair yemin eder. Şüf adar, müşterinin fiyatı bildiğini iddia eder de miktarı be­lirtmezse, en sahih kavle göre davası geçersiz sayılır. Müşterinin verdiği bedelin, bir başkasının olduğu anlaşıldığında bedel akid es­nasında tayin edilmişse, satış akdi ve şüf a hakkı geçersiz sayılır. Malın bedeli zimmette olup bir başkasının olduğu anlaşılırsa, bu be­delin karşılığını verir ve satış akdi ile şüf a hakkı devam eder. Şüf adar bilmeden başkasına ait olan bedeli müşteriye verirse, keza en sahih kavle göre bilgisi olsa da şüf a hakkı batıl olmaz.

Müşterinin; satış, vakıf ve icare gibi bir muamele ile satın aldığı ortak malda tasarrufta bulunması sahihtir. Şüf adar, vakıf ak­di gibi şüf a hakkı olmayan bir muameleyi bozup onu şüf a hakkı ile alabilir. Şüf adar, satış akdi gibi şüf a hakkı olan bir akdi isterse ikinci bir satışla alır, isterse akdi bozar veya ilk şüf a hakkı ile alır. Müşteri ile şüf adar paranın miktarında ihtilâf ederlerse, ye­mini ile beraber müşterinin sözü tasdik edilir. Keza müşteri malı satın aldığını inkar eder veya şüf a hakkını talep edenin mala ortak olmadığını inkar ederse, yemini ile beraber müşterinin sözü tasdik edilir. İlk ortak (satıcı) malı sattığını itiraf ederse, en sahih kavle göre ortaklık malı isteyen için şüf a hakkı sabit olur ve satıcı bedeli aldığını itiraf etmezse, bedel kendisine teslim edilir. Bedeli aldığım itiraf ederse, bedel şüf adarda mı kalacak yoksa hakim bedeli alıp muhafaza mı edecek? Bu konuda ihtilâf vardır. Bunun benzeri “İkrar” bahsinde geçmiştir. (Yani kendisine ikrar edilen, ikrar edeni tekzib ederse en sahih kavle göre mal onda kalır.)

Şüf ayı hak eden birden fazla ise, her biri malı kendi hissesi nispetinde satın alır. Bir kavle göre şüf a hakkına sahip olan her bi­ri malı satın alabilir. İki ortaktan biri hissesinin yarısını birine, di­ğer yarısını da başkasına satarsa, ilk yarısında şüf a hakkı ilk or­tağındır. Şayet ilk ortak malın ilk yarısındaki payını almaktan vaz-geçerse, en sahih kavle göre ilk müşteri malın ikinci yarısında onun­la birlikte şüf a hakkına sahip olur. Payım almaktan vazgeçmezse, ilk müşteri ikinci hissede ortak olamaz

İki şüf adardan biri şüf a hakkından vazgeçerse, en sahih kav­le göre şüf a hakkı düşer. Diğer şüf adar isterse malın tümünü satın alır, isterse satın almaktan vazgeçer. Fakat sadece kendi hissesini alamaz. Şüf a hakkı olanlardan biri hakkının bir kısmından vazge­çerse, tüm hakkından vazgeçmiş sayılır.

Akid esnasında iki şüf adardan biri hazır ise, bu şuf adar malın tümünü derhal satın alabilir. Hazır olmayan şuf adar geldiği zaman isterse ona ortak olabilir. En sahih kavle göre hazır olan ortak, diğe­ri hazır oluncaya kadar almayı geciktirebilir. Ortak malı iki kişi alır­sa şüf a hakkı olan kişi isterse ikisinin payını, isterse birinin payını alabilir. Bir kimse iki kişinin ortak olduğu malı satın alırsa, en sahih kavle göre şüf adar iki satıcıdan birinin hissesini alabilir.

En zahir kavle göre şüf a hakkı acele üzere kullanılır. Şu hal­de şüf adar satış hakkını öğrenince, hakkını kullanmada örfe göre acele etmelidir. Şayet hasta veya müşterinin bulunduğu beldeden uzak olur veya bir düşmandan korkarsa, muktedir ise vekil tayin eder. Muktedir değilse, şüf a hakkını kullanmak istediğine dair şa­hit bulundurur. Muktedir olduğu halde vekil tayin etmez veya şahit bulunduramazsa en zahir kavle göre şüf a hakkım kaybetmiş olur. Şayet namaz kılmaktaysa veya banyoda veya sofrada ise, bu işlerini bitirinceye kadar bekleye bilir. Eğer geciktirir ve haber verene inan­madım der de, haber verenler adil iki kişi ise bu mazeret kabul edil­mez. Keza en sahih kavle göre haber veren güvenilir ise de mazere­ti kabul edilmez. Haberci haberi kabul edilmeyen bir kişi ise mazur sayılır.

Satışın bin liraya yapıldığı şüf adara söylenir de sonra akdin beş yüz liraya yapıldığı anlaşılırsa, şüf adarın hakkı bakidir. Bin liradan fazla bir ücretle satılmışsa, hakkı batıl olur. Hak sahibi müşteri ile karşılaşır da ona selâm verir veya “Allah akdini mübarek eylesin” derse, hakkı batıl olmaz. Dua konusunda iki vecih vardır yani, bir veçhe göre hakkını kaçırmış olur. Hak sahibi şüf a hakkının olduğu­nu bilmeden hissesini satarsa, en sahih kavle göre hakkı batıl olur.

R. KIRAD – MUDAREBE (SERMAYE EMEK ORTAKLIĞI)

Mudarebe veya kırad akdi, bir kişinin karda ortak olmak ve ti­caret yapmak amacı ile bir başkasına mal vermesini öngören bir akiddir. Mudarebenin sahih olmasının şartları şunlardır:

1- Sermaye (ana para): Sermaye için gerekli olan şartlar şun­lardır:

a-Ana para halis altın veya gümüş olmalıdır. Külçe halinde olan altın ve gümüş ile sikkeli olmayan ziynet eşyaları, mağşuş (altın ve gümüşü az olan) para ve ticaret malı ile mudarebe akdi yapmak caiz değildir.

b- Miktarı belli ve peşin olmalıdır. Zayıf kavle göre, eşit miktar­da olan iki keseden biri ile mudarebe akdi yapmak caizdir.

c- Sermaye amile (işçiye) teslim edilmelidir. Ana paranın mal sahibinin elinde olması veya mal sahibinin amil ile birlikte çalışması şart koşulursa akid caiz olmaz. Amil ile birlikte mal sahibinin hiz­metçisinin çalışması şart koşulursa, en sahih kavle göre akid caizdir.

2- Amil (işçi): Amil ile ilgili şartlar şunlardır:

a- Amilin görevi ticaret yapmak ve ticaret ile ilgili çalışma ol­malıdır. Kumaşı açıp bakmak ve sarmak gibi. Buğdayı satın alıp öğütmek, unu ekmek yapıp satmak veya ipi satın alıp dokumak ve dokunmuş ipi satmak gibi şartlarla amil ile yapılan akid fasittir.

b- Mal sahibi amile belli bir mal satın almasını veya nadir bu­lunan şeyleri almasını veya belli bir şahısla muamele yapmasını şart koşarsa, akid caiz olmaz,

c- Mudarebe akdinin vakti belli bir süre ile sınırlandırılması şart değildir. Eğer mal sahibi, müddeti belli eder ve ondan sonra amili tasarruftan men ederse akid fasittir. Belli ettiği süreden sonra satın almayı yasaklarsa, en sahih kavle göre akid fâsid olmaz.

d- Kârın taraflara tahsis edilmesi ve tarafların kâra ortak ol­maları şarttır. Şayet sermaye sahibi amile: “Kârın tümü senin ol­mak üzere seninle mudarebe akdi yapıyorum.” derse böyle bir akid fasittir. Zayıf kavle göre ise akid sahihtir. Ancak mal sahibi: “Kârın tamamı benimdir.” derse akid fasittir. Başka bir zayıf kavle göre ise

akid teberru sayılır. Yani amil, mal sahibi için teberru olarak çalışmış olur.

e- Kârdan tarafların alacakları hisse belli olmalıdır. Sermaye sahibi amile: “Kârda bir ortağın olmak üzere veya kârın bir hissesi senin olmak üzere seninle mudarebe akdi yapıyorum” derse, akid fasittir. Şayet: “Kâr aramızda olmak üzere seninle mudarebe akdi yaptım.” derse en sahih kavle göre akid sahih olup kârı yarı yarıya bölüşürler. Şayet mal sahibi: “Kârın yarısı benimdir.” derse en sahih kavle göre akid fasittir. Şayet: “Kârın yarısı senin olsun.” derse, en sahih kavle göre akid sahihtir. Taraflardan biri için kârdan on dir­hem veya sermayenin bir türünün kârı şart koşulursa akid fasit olur.

  1. Mudarebenin Hükümleri

Mudarebe akdinde icap ve kabul lafzının olması şarttır. Zayıf kavle göre kabul lafzı fiil ile gerçekleşir. İcap ve kabulün şartları, ve­kil ve müvekkilin şartları gibidir.

Amil mal sahibinden izin alarak -çalışma ve kârda kendisine ortak olmak üzere- bir başkası ile akid yaparsa, en sahih kavle göre caiz değildir. İzin almaksızın başkası ile akidleşirse akid fasittir.

İkinci ortak, birinci ortağın verdiği mudarebe malı ile tasarruf­ta bulunursa, hükmü gâsıp kişinin hükmü gibidir. Şayet kendi zim­meti üzerine bir malı satın alır ve parayı mudarebenin malından öderse, imam’m son kavline ve en sahih kavle göre kâr ilk or­tağındır. İlk ortak ikinci ortağa ücret-i misil verir. Zayıf kavle göre kâr ikinci ortağındır. İkinci ortak mudarebe malının aynısı ile bir mal satın alırsa akid geçersizdir.

Bir kimse iki kişi ile mudarebe akdi yaparsa, birinin kâr oranının diğerinden fazla olması veya oranlarının aynı olması caiz­dir. İki kişi bir olup kârdan amilin ücreti verildikten sonra her biri­nin kârı malı nispetinde olmak üzere mudarebe akdi yapılırsa akid caizdir.

Mudarebe akdi fesada uğrarsa, amilin yaptığı tasarruflar ge­çerli olup kâr sermaye sahibine aittir. Amile çalışmasına karşılık ücret-i misil verilir. Ancak mal sahibi amile: “Kârın tamamı benim olmak üzere seninle akid yapmıştım.” derse, en sahih kavle göre amilin bir şey alma hakkı olmaz.

Amil, fahiş olmamak şartı ile düşük fiyatla malda tasarrufta bulunabilir. Fakat mal sahibinin izni olmadan malı veresiye vere­mez. Amil, malı ticaret malı karşılığında satabilir. Amil aldığı malın ayıplı olduğunu görürse, geri vermesinde bir yarar varsa geri vere­bilir. Ancak geri verilmesinde bir yarar yoksa, en sahih kavle göre geri vermeyebilir. Mal sahibi de malı geri verebilir. Eğer mal sahibi ile amil, malı geri verip vermemekte ihtilâf ederlerse, maslahata uy­gun olanı yapılır.

Amil mudarebe malını sermaye sahibine satarak onunla mu­amele yapamaz. Mudarebe için sermayeden fazla miktarda mal satın alamaz. En sahih kavle göre, izin almadan mal sahibinin azad etmesi gereken kişiden ve onun eşinden de satın alamaz. Amil men edildiği bir şeyi yaparsa, sermaye sahibi adına gerçekleşmiş olmaz. Amil zimmeti üzerine bir şey satın alırsa akid kendisi adına gerçek­leşmiş olur. Amil izin almaksızın mudarebe malı ile yolculuğa çıka­maz. İkamet halinde bulunduğu sürece sermayeden kendisi için masraf yapamaz. Keza en zahir kavle göre, yolculuk esnasında da sermayeden masraf yapamaz.

Amil, örfe göre ticaretle ilgili işleri yapmalıdır. Kumaşı açıp kat­lamak, altın ve misk gibi hafif ağırlıklı eşyaları tartmak gibi. Ağır ve benzeri malları tartmak mecburiyetinde değildir. Kendisinin yapması gerekmeyen işler için adam kiralar ve ücretini sermayeden öder. En zahir kavle göre amil, kâr bölündükten sonra kendi hissesini mülk edinebilir. Kâr belli olmakla hissesini mülkiyetine geçiremez.

Mudarebe malından hasıl olan meyveler, hayvan yavrusu, kölenin kazancı ve kadının mehri gibi artışlar, mal sahibine aittir. Zayıf kavle göre mudarebe malından hasıl olan artışlar mudarebe malı sayılır.

Fiyatların düşmesi sebebi ile meydana gelen noksanlık mümkünse kâra mahsub edilir ve kârdan karşılanır. Keza tasarruf­tan (alışverişten) sonra malın bir kısmı semavi bir afetle telef olur veya gasp edilir veya çalmırsa, en sahih kavle göre telef olan mal kârdan karşılanır. Maldan meydana gelen noksanlık tasarruftan önce ise, en sahih kavle göre ana sermayeden düşürülür.

  1. Mudarebe Akdi Caiz Olan Bir Akiddir

Taraflardan her biri akdi feshetme hakkına sahiptir. Taraflar­dan biri Ölür, delirir veya sürekli baygınlık geçirirse, akid sona erer. Taraflardan biri akdi feshederse, amil akid ile ilgili alacakların tümünü toplar. Mal herhangi bir eşya ise sermayeyi paraya çevirir. Zayıf kavle göre ise kâr sağlanmamış sa, sermayeyi paraya çevirmek lazım gelmez. Henüz kâr ve zarar belli olmadan mal sahibi serma­yenin bir kısmını alırsa, kalan kısım ana sermayedir.

Kâr belli olduktan sonra mal sahibi sermayenin bir miktarını alırsa, bir kısmı sermayeden ve bir kısmı kârdan sayılır. Bunun mi­sali şudur: Ana para yüz lira ve kâr yirmi lira ise ve mal sahibi ser­mayeden yirmi lira almışsa, malın altıda biri kârdır ki bu yirmi lira eder. (120:6=20). Şu halde mal sahibinin kârdan aldığı altıda birdir. Amil için şart koşulan da kârdan verilir. Geriye kalan ise ana serma­yedir.

Zarar belli olduktan sonra mal sahibi, sermayeden bir miktar alırsa, zarar alman miktar ile kalan sermayeye bölüştürülür. Bun­dan sonra kâr elde edilirse, mal sahibinin aldığı miktarın zarar payı bu kârdan karşılanması gerekmez. Bunun misali şudur: Sermaye yüz lira ise, zarar yirmi lira ve mal sahibinin aldığı yirmi lira ise, za­rarın yirmide bir çeyreği ( beş lira) mal sahibinin aldığı yirmi liraya ait olur. Sermaye ise yetmiş beş liraya iner.

Amil: “Hiç kâr elde etmedim, ancak şu kadarı kâr ettim, şu malı akid için aldım, kendim için aldım, mal sahibi şu şekilde alış­veriş yapmaktan beni sakındırmadı, sermayenin miktarı şu ka­dardır veya mal telef oldu.” gibi iddialarda bulunursa yemini ile bir­likte doğrulanır. Keza en sahih kavle göre amil malı geri verdiğini id­dia ederse, yemini ile birlikte iddiası kabul edilir. Taraflar işçi için şart koşulan kârın oranında anlaşmazlığa düşerler ve yemin eder­lerse, amil ücret-i misil alabilir.

S. MÜSÂKÂT (AĞAÇLARIN BAKIMI VE SULAMA İŞİ)

Tasarruf ehliyetine sahip kimsenin müsâkât (meyvelerin bir bölümü karşılığında ağaçların sulama ve bakım işleri) akdi yapması caizdir. Çocuk ve deli adına müsâkât akdini velileri yapar. Müsâkatm iş yeri ise hurmalık ve bağdır. İmam’m ilk kavline göre, incir ve elma ağacı gibi sair meyve ağaçlarında müsâkât akdi caiz olupmuhabere akdi caiz değildir. Muhabere, tohum işçiye ait olmak üzere araziden elde edilen ürünün bir kısmı karşılığında araziyi iş­letmeye vermektir. Meyve ağaçlarında muzaraa (ziraat ortaklığı) ak­di sahih değildir. Muzaraa akdi, muharebe akdi gibi olup, fakat to­hum arazi sahibine ait olmak üzere araziden elde edilen ürünün bir kısmı karşılığında araziyi işletmeye vermektir.

Hurma bahçesinde ekine elverişli boş arazi varsa, hurmalığı sulama akdi ile birlikte bu arazi üzerine muzaraa akdi yapmak şu şartlarla sahih olur:

1- Müsâkâtı ve muzaraatı yapan işçi aynı kişi olmalıdır.

2- Hurmalığı ayrı sulamak veya araziyi ayrı imar etmek zor ol­malıdır.

3- En sahih kavle göre her iki akdin arasına bir fasıla girme­melidir. Müsâkât, muzaraattan önce yapılmamalıdır. Ekine elverişli arazinin çok olmasının hükmü, az olmasının hükmü gibidir.

4- Tarafların meyve ve ziraattan alacakları hisse miktarının eşit olması şart değildir.

Mudarebe akdinin müsâkât akdine bağlı olarak yapılması caiz değildir. Bir arazide sadece muzaraat akdi yapılırsa, kazanç arazi sa­hibine ait olur. işçinin, hayvan ve kullanılan aletlerin ücreti arazi sahibince ödenir.

Tarladan elde edilen ürün karşılığında tarlayı kiralamanın ca­iz olmasının yolu şudur: Mal sahibi bir ücret ödemeden ve ayırma­dan tarlanın yarısını işçiye iğreti olarak verir. Ayrıca tarlanın geri kalan yarısına ektiği tohumun yarısını da verir. (Böylece işçi elde edilecek ürünün yarısı üzerinde hak sahibi olur.) Veya tarlanın yarışma ektiği tohumun yarısını verir ve tohumun diğer yarısını da işçi vererek elde edilen ürünün yarısı karşılığında işçiyi kiralar.

Müsâkât Akdinde Bulunması Gereken Şartlar

Meyvelerin sadece mal sahibi ile işçiye mahsus olması ve ikisi­nin meyve-lerde ortak olması şarttır. Mudarebe akdinde olduğu gibi taraflardan her biri üründen alacağı hisse miktarını bilmelidir. En

zahir kavle göre akid, meyveler görünmeye başladıktan sonra, lakin olgunlaşamaya başlamadan yapılmalıdır. Şayet fidanları dikmek ve büyüyecek ağaçlar taraflardan her birine ait olmak şartı ile müsâkât akdi yapılırsa bu caiz değildir.

Dikili hurma ağaçlarının meyvelerinin bir kısmını yapılan işin karşılığı olarak işçiye verilmesi şart koşulur ve ağaçların çoğunluk­la meyve verecek kadar bir süre ortaya koyularak akid yapılması sa­hihtir. Ağaçların meyve vereceği bir müddet takdir edilmezse akid sahih değildir. Zayıf kavle göre, belirtilen zaman zarfında ağaçların meyve verip vermeyeceği ihtimali ortaya çıkarsa akid sahihtir.

İşçi, ortağının ağaçlarını sulaması üzerine akidleşirse bu sa­hihtir. Ancak ortağının kendisine alacağı hisseye ek olarak fazla bir hisse vermesi şarttır. Akdin sahih olmasını bir şartı da mal sahibi­nin işçiye, işi ile ilgili olmayan şeyleri şart koşmamasıdır. İşçi, işi yal­nız başına üstlenmeli ve bahçede tek başına yetki sahibi olmalıdır. İşçi iş için takdir edilen bir senelik veya daha fazla olan süreyi bil­melidir. En sahih kavle göre meyvelerin olgunlaşma zamanı gibi bel­li bir süre takdir edilirse, akid caiz olmaz. Müsâkâtm lafzı ise iş sa­hibinin işçiye: “Şu kadar ücretle, bu hurmalığı sana müsâkât olarak verdim veya bakımını yapmak üzere sana teslim ettim.” demesidir.

Yapılacak iş açıklanmaksızm kabulün dille söylenmesi şarttır. Lafız mutlak olarak söylenirse, her bölgenin çoğunlukla uygulanan örfüne göre kabul edilir.

işçi meyvelerin ıslahı ve geliştirilmesi için gerekli olan sulama, su kanallarını temizleme, suyun birikmesi için ağaçların diplerinde-ki çukurların düzeltilmesi, ağaçların aşılarının yapılması, zararlı ot-larm ayıklanması, üzüm ağacının budanması, adete göre üzüm ağacına çardak yapılması, keza en sahih kavle göre meyvelerin ko­runması, devşirtilmesi ve kurutulması gibi her sene tekrar edilmesi gerekli olan işleri yapmakla yükümlüdür. Ağaçların kurumamasına yönelik işler ile duvar yapmak ve yeni kuyu açmak gibi her sene tek­rarlanmayan sabit işler, mal sahibinin yapması gereken işlerdir.

Müsâkât akdi bağlayıcı bir akiddir. İşçi, henüz iş bitmeden çalışmayı bırakıp gider de mal sahibi teberru olarak işi tamamlarsa, işçinin ücreti bakidir. Mal sahibi teberru olarak işi tamamlamazsa, hakim ücreti işçinin malından ödeterek işi tamamlatır. Şayet mal sahibi hakime ulaşamazsa, yapacağı harcamalar üzerine şahit tutar ve dilerse ücreti işçiden ister. İşçi vefat eder de geride terike bırakırsa, mirasçıları işi terike malı ile tamamlatırlar. Aynı zamanda mi­rasçılar, bizzat çalışmak sureti ile veya kendi malları ile işi tamam­layabilirler. Şayet işçinin hıyaneti tespit edilirse, yanma bir gözcü verilir. Mal sahibi gözü ile malı muhafaza edemezse, işçiyi işten el çektirir ve ücretini işçinin malından ödemek sureti ile başka bir işçi tutar. Eğer meyvelerin bir başkasına ait olduğu ortaya çıkarsa, işçi ücretini mal sahibinden ücret-i misil olarak alır.

T. İCARE (KİRAYA VERME)

Kiraya veren ve kiracının şartları, satıcı ve müşteri için belir­tilen şartlar gibidir. İcare lafzı ise mal sahibinin kiracıya: “Bu evi şu kadar bedel ile sana icare verdim, sana kiraladım veya şu evin men­faati şu kadara bir sene müddetle sana mülk edindim.” demesi, ki­racının da: “Kabul ettim; icare ettim veya kiraladım.” demesidir. En sahih kavle göre mal sahibinin: “Evden faydalanmayı sana kiraya verdim.” sözü ile akid gerçekleşir. Şayet: “Evin menfaatini sana sat­tım.” derse, bununla akid gerçekleşmiş olmaz.

İcare akdi iki kısımdır:

1- Malın menfaatini kiraya vermek: Bir araziyi, belli bir hay­vanı veya hizmet için belli bir şahsı kiraya vermek gibi.

2- Zimmete taallûk eden menfaati kiralamak: Bu, nitelikli bir hayvanı kiralamayı istemek veya bir elbiseyi diktirmek veya bir bi­nayı yaptırmak gibi bir menfaati başkasının zimmetine bağlamaktır.

Bir kimse bir başkasına: “Şu şekilde çalışmak üzere seni kira­ladım.” derse, bu aynın icarıdır. Zayıf kavle göre bu zimmete bağlı olan bir icaredir. Zimmetin icarında ücretin akidleşme meclisinde karşı tarafa teslim edilmesi şartdır. Fakat aynın icarında mecliste ücreti teslim etmek şart değildir. Malın icarında ücret zimmetteki bir borç ise, ücreti peşin vermek veya ertelemek caizdir, icare akdi hiçbir şart ileri sürmeksizin zikredilirse, ücretin peşin olarak öden­mesi gerekir. Ücret muayyen ise hemen mülkiyete geçirilmiş sayılır.

Zimmetin icarında ücretin cinsi, miktarı ve türü belli olması şarttır. Şu halde tamir etmek karşılığında bir evi, yem vermek karşılığında binek hayvanını, yüzeceği hayvanın derisi karşılığında işçiyi, bir miktar un karşılığında buğdayı öğütmek veya ayıklayacağı kepek karşılığında değirmenciyi kiralamak sahih değildir.

Köle olan bir çocuğu emzirmek için çocuğun bir kısmını hemen mülkiyete geçirmek karşılığında bir kadını kiralamak en sahih kav­le göre caizdir.

Kiralanan menfaat şu şartları taşımalıdır:

1- Menfaat bir değer taşımalıdır. Meselâ, malın değerini yükselişe bile kolayca söyleyebileceği sözleri söylemesi için tellalı ki­ralamak sahih olmaz. Keza süs için dinar ve dirhemleri kiralamak ve en sahih kavle göre av için köpeği kiralamak caiz değildir.

2- Malı kiraya veren kişi, onu teslim etme gücüne sahip ol­malıdır. Meselâ, kaybolmuş köleyi veya gasp edilmiş malı kiraya ver­mesi veya eşyayı muhafaza etmesi için gözü görmeyen kişiyi kirala­mak sahih değildir. Sürekli suyu bulunmayan veya mutad yağmur suyu ile iktifa etmeyen tarlayı ziraat için kiraya vermek sahih değil­dir. Sürekli suyu bulunan tarlayı ziraat için kiraya vermek caizdir. Keza mutad yağmur suyu veya toplanan kar suyu ile iktifa eden tar­layı icare vermek de caizdir. En sahih kavle göre genellikle suyu bu­lunan tarlayı kiraya vermek caizdir.

3- Menfaatin teslimi için hissi engel gibi dini bir mani de bu­lunmamalıdır. Sağlam bir dişi çekmek için bir şahsı veya mescidi süpürmek için hayız halinde olan bir kadını icare etmek sahih ol­maz. Keza en sahih kavle göre çocuğu emzirmesi veya başka bir işi yapması için nikahlı bir kadım kocasının izni olmadan icare etmek de sahih değildir.

Zimmet icarında menfaatin vadeli olması caizdir. Meselâ bir kimse, “Şu ayın başında beni Mekke’ye götürmek üzere şu kadar pa­ra karşılığında zimmetini yükümlü kıldım.” derse, menfaati ertele­miş olur.

Gelecekte istifade etmek için bir aynı icare etmek caiz olmaz. Gelecek yıl için bir evi kiralamak gibi. Ancak bir kimse ilk kiracısına henüz birinci sene bitmeden ikinci sene için evini kiraya verirse en sahih kavle göre caizdir.

En sahih kavle göre kira’ü-1-ukab caizdir. Bu, kişinin yolun bir bölümünde binmek üzere hayvanını bir şahsa veya biri şu günlerde diğeri de şu günlerde binmek üzere iki-kişiye hayvanını kiraya ver­mesidir. Her iki durumda da yani, tek kişinin yolun hangi bölümünde hayvana bineceğini ve her iki kişinin hayvana kaçar gün bineceklerini mal sahibi beyan eder. Sonra her iki şahıs kirayı ara­larında taksim ederler.

  1. Kiralanan Menfaatin Şartları

İcar akdinde menfaatin belli olması şarttır. Menfaat bazen za­manla takdir edilir. Bir evi bir seneye kiraya vermek gibi. Bazen de işle takdir edilir. Mekke’ye kadar bir hayvanı kiralamak veya terzi­ye bir elbiseyi diktirmek gibi. Akidde hem zamanı hem de işi bir ara­da belirterek, meselâ terziye: “Bu elbiseyi gün ışığında dik.” demek, en sahih kavle göre sahih değildir.

Kur’an-ı Kerimi veya bir kaç sûreyi öğrenmek için yapılan ki­ralamada bir zaman, takdir edilir. Ev yapımında ise binanın yeri, uzunluğu, genişliği, yüksekliği ve yapım malzemesi (kerpiç, tuğla, taş) açıklanmalıdır. Kiralanan arazi, bina yapmaya, ziraat ekmeye ve ağaç dikmeye uygun ise, menfaati tayin etmek şarttır. En sahih kavle göre icare akdinde ekilen şeyin yerine ziraat lafzını söylemek yeterlidir. Şayet mal sahibi kiracıya, “Dilediğin şekilde faydalanmak üzere araziyi sana kiraya veriyorum.” derse, bu caizdir. Keza: “İster­sen ekin ek, istersen fidan dik.” derse, en sahih kavle göre caizdir.

Binek hayvanının kiralanmasında hayvana binecek kişinin ya görülerek tanınması ya da bütün niteliklerinin bilinmesi şarttır. Zayıf kavle göre ise, niteliklerinin bilinmesi yeterli değildir. Keza ki­ralayana ait ise, hevdeç ve diğer yüklerin hükmü de böyledir. Şayet kiracı niteliklerini belirtmeksizin eşyalarını yükleyeceğini şart ko­şarsa, en sahih kavle göre akid fasittir. Eşyalarını yükleyeceğini şart koşmazsa, yükleme hakkı olmaz.

Aynî kiralamada hayvanı belli etmek şarttır. Hazırda olmayan eş­yanın satışı konusundaki görüş ayrılığı, hayvanı görme şartı için de ge­çerlidir. Zimmette olan icarede ise kiralanan hayvanın cinsini, türünü, erkek veya dişi olduğunu belirtmek şarttır. Aynî ve zimmette olan ica­rede her gün ne kadar mesafe alınacağını belirtmek şarttır. Ancak yol­da örfe göre belli konaklama yerleri varsa orada mola verilir.

Yük taşımak için icare edilen hayvana yüklenecek yükün hay­van sahibi tarafından bilinmesi, hazırda ise görmesi, kapalı bir kap­ta ise eliyle yoklaması vacibtir. Yük hazırda değilse, miktarı kile ve­ya ölçek ile takdir edilir ve yükün cinsi açıklanır. Zimmette olan ica-rede hayvanın cinsinin ve niteliklerinin bilinmesi vacib değildir. Fa­kat yük cam gibi kırılacak eşya cinsinden ise, hayvanın tür ve nite­liklerinin bilinmesi vacibtir.

  1. ibadet İçin Bir Şahsı Kiralamak

Cihat ve kendisine niyet edilmesi farz olan namaz ve oruç gibi ibadetler için bir müsiünıam icare etmek sahih değildir. Ancak hacı eda etmek ve zekâtı ayırıp dağıtmak için bir müslümanı icare etmek caizdir.

Cenazenin teçhiz ve tekfini için ücret vermek, Kur’an öğretimi için ücret vermek, çocuğun bakım ve emzirme işi için veya bunlar­dan biri için bir kadını icare etmek sahihtir. En sahih kavle göre ço­cuğun bakım ve emzirme işi birbirine bağlı işler değildir.

Hidane, çocuğu tehlikelerden korumak, banyosunu yapmak, elbiselerini giydirmek, koku sürmek, sürmesini çekmek, beşikte bağlamak ve uyuması için beşiği sallamak gibi işleri yapmaktır.

Bir kadın hem hidane hem de emzirme işi için icare edilir de sütü kesilirse, mezhepçe kabul edilen rivayete göre, süt emzirme ak­di fesholur. Hidane akdi ise devam eder. En sahih kavle göre, mürek­kebin icar edilen katip tarafından, ipin icar edilen terzi tarafından ve sürmenin sürme çeken tarafından karşılanması vacib değildir. Ben diyorum ki, İmam-Rafl’i mürekkep ve belirtilen diğer malzeme­nin kime ait olacağı konusunda halk arasında uygulanan bir örf var­sa ona uyulacağını “Şerh” adlı eserinde belirtmiştir. Uygulanan adetler değişik ise, durum açıkça belirtilir. Durum açıkça belirtil-mezse, icar akdi ortadan kalkar. Allah daha iyi bilir.

  1. Ev veya Hayvanı Kiraya Veren Kimseye Vacib Olan Şeyler

Bir evi kiraya veren kimsenin evin anahtarını kiracıya verme­si gerekir. Evin onarımı kiraya veren kişiye ait olup evi acele üzere onarmalıdır. Aksi halde kiralayan kişi akdi kabul etmekte veya feshetmekte muhayyerdir. Damdaki karı atmak ve evin sahasını kar­dan temizlemek kiraya veren kimseye aittir. Evde biriken çöpleri at­mak ise kiralayan kişiye aittir.

Binmek için bir hayvanı icar eden kişi, hayvanın semeri, çulu, yuları, semeri bağlama kemeri, hayvanın burnuna bağlı halka ve halkaya bağlı bulunan ip icare verene aittir. Tahtırevan, gölgelik, tahtırevan minderi, örtü ve ilgili diğer şeyle kiralayana aittir. En sa­hih kavle göre ata vurulan eğer konusunda halk arasında uygulanan örfe göre hareket edilir.

Zimmette olan icarede yük kabı icare veren kişiye aittir. Ayni olan icarede ise kiralayana aittir. Zimmete olan icarede hayvanın hazırlık ve bakımını yapmak üzere hayvanı dışarıya çıkarmak, hay­vana binme ve hayvandan inme esnasında ihtiyaca göre biniciye yardımcı olmak tahtırevanı vurmak, indirmek, bağlamak ve açmak gibi işlerde yardımcı olmak, kiraya veren kişiye düşen görevlerdir. Ayni icarede bu hazırlıkları yapmak kiraya veren kişiye ait olmayıp görevi sadece hayvanı kiracıya teslim etmektir.

Ayni icarede hayvan telef olursa akid fesholur. Bu tür icarede hayvanın ayıplı olduğu anlaşılırsa, kiracı akdi fesh veya kabul et­mekte muhayyerdir. Zimmette olan icarede kiracı için muhayyerlik hakkı olmaz. Belki hayvanı değiştirmesi lazımdır. En zahir kavle göre hayvana vurulan yük gıda maddesi ise, yolda tüketilen miktar kadar yüke ilâve yapılabilir.

  1. İcare Akdinde Müddet Tayini

Kiraya verilen şey belirtilen sürede genellikle mevcut ise akid sa­hihtir. Bir kavle göre icare akdi için takdir edilen süre bir yıldan fazla olamaz. Bir başka kavle göre ise, bu süre otuz yıldan fazla olamaz.

Kiracı, kiraladığı şeyden bizzat kendisi istifade edebileceği gi­bi başkası vasıtası ile de istifade edebilir. Kiraladığı hayvana kendi emsalini bindirmesi veya başkasını kiraladığı evde barındırması gi­bi. Demirciyi ve kasarcıyı kiraladığı evde barmdıramaz.

Kiracının kendisinden istifade ettiği muayyen ev veya hayvan değiştirilemez. En sahih kavle göre, dikmek üzere belirtilen elbise ve emzirmek için tayin edilen çocuğu aynı nitelikte olanlarla değiş­tirmek caizdir.

İcare akdi süresince kiracı kiraladığı hayvan ve elbiseye karşı emanetçi hükmündedir. Keza en sahih kavle göre, icar müddetinden sonra da kiracı emanetçi hükmündedir. Buna göre, bir kimse yük vurmak veya binmek için hayvanı bağlar ve ondan faydalanmadan telef olursa zararı ödemez. Hizmette kullanması gerektiği vakitte kullanmayıp göçük altında kalan hayvanın zararını ise ödemelidir. Çünkü hizmet vaktinde kullansaydı göçük ona isabet etmeyebilirdi.

Mal kiracının elinde kusuru olmaksızın telef olursa, kiracı za-min olmaz. Dikmek veya boyamak için kiralanan elbise gibi. Bu du­rumda kiracı mal ile yalnız baş başa kalmamalıdır. Meselâ, mal sa­hibi kiracının yanında oturmalı veya terziyi evine götürmelidir. Ke­za ezher görüşlere göre, kiracı mal ile yalnız baş başa kalmışsa da zamin olmaz. Üçüncü bir kavle göre işçi malda müşterek ise zamin olur. Müşterek işçi, işi zimmetine alan işçidir. Müşterek olmayan iş­çi ise zamin olmaz. Müşterek olmayan işçi, belli bir müddet için ki­ralanan işçidir.

Bir kimse elbiseyi beyazlatması için kasarcıya veya dikmesi için terziye verir ve bu iş yapılır da ücret zikredilmez se, işçi ücret ta­lebinde bulunamaz. Zayıf kavle göre ise ücret alabilir. Başka bir zayıf kavle göre ise işçi halk arasında sanatı ile temayüz etmiş ise ücret alabilir, aksi halde alamaz. Ama kendisine ücret-i misil öden­mesi güzel görülmüştür.

Kiracı mala karşı tecavüzkar davranarak telef olmasına sebep olursa, aynısını tazmin eder. Meselâ, hayvanı döverek, adet dışı yu­larını çekerek, kendisinden daha ağır birini bindirerek veya demirci veya kasarayı kiraladığı evde barındırarak telef ederse aynısını taz­min eder. Keza kiracı, yüz rıtıl buğdayı yüklemek için bir hayvanı ki­ralar da bunun yerine yüz rıtıl arpayı yükler veya bunun aksini ya­par veya on kilogram arpa yüklemek için hayvanı kiralar da buğday yüklerse ve bu sebeple hayvan telef olursa kiralayan zamin olur. Fa­kat bunun aksini yaparsa (buğday yerine arpa yükler ve hayvan te­lef olursa) zamin olmaz.

Bir kimse yüz kilogram yüklemek için hayvanı kiralar da yüz on kilogram yüklerse, fazla olan yük için ücret-i misil ödemesi lazımdır. Sahibi birlikte olmadığı halde fazla yük sebebiyle hayvan telef olursa, zamin olur. Şayet sahibi hayvan ile birlikte olursa, fazla olan miktar nispetinde zamin olur. Bir kavle göre değerin yarısını tazmin eder.

Kiracı yüz on kilogramlık yükü hayvan sahibine teslim eder ve yüz kilogramdan fazla olduğunu bilmeden hayvana yükler de hay­van telef olursa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre ki­racı zamin olur. Eğer hayvan sahibi yükü tartarak yüklerse fazla olan miktarın ücretini alamaz. Hayvanın telef olması halinde kiracı da zamin olmaz.

Bir kimse terziye diktirmek üzere bir kumaş verir de terzi aba diker ve mal sahibine: “Kumaşı parçalayıp aba yapmamı emretmiş­tin.” der, mal sahibi: “Gömlek yapmanı söylemiştim.” derse, en zahir kavle göre mal sahibi yemini ile tasdik edilir ve terziye ücret vermesi gerekmez. Bu takdirde terzinin noksanlık farkı ödemesi gerekir.

  1. Kira Akdinin Feshe Uğraması

Hamamın odununun yanmaması, kiracının sefere çıkması ve yolculuk için kiralanan kişinin hastalanması gibi bir özür sebebi ile kira akdi feshe uğramaz. Bir kimse ekin için bir tarlayı kiralayıp eker ve ziraat doğal bir afetle telef olursa, akdi feshetme veya icar bedelinden bir miktarını düşürme hakkı olmaz. En zahir kavle göre geçmiş zaman için değil de gelecek zaman için kiralanan belli bir iş­çi veya bir hayvan henüz kendisinden istifade edilmeden ölürse akid feshe uğrar. Mal sahibi belirtilen ücretten geçen zamana tekabül eden hisseyi alır. Taraflardan birisinin veya her ikisinin veya vakıf mütevellisinin ölümü ile akid fesholmaz.

Bir kimse vakıf malım bir müddet için ücretle bir nesile kira­ya verir ve henüz müddet bitmeden bu nesil yok olup giderse veya veli yaş faktörü ile buluğ çağına ermemiş çocuğu bir müddet için ki­raya verir ve icar süresi içinde ihtilâm olup buluğa ererse, en sahih kavle göre çocukla ilgili akidde değil de vakıf malında akid fesholur. En sahih kavle göre gelecek süre için kiralanan ev yıkılırsa, akid fes­he uğrar. Ancak ziraat için icar edilen tarlanın suyu kesilirse, akid fesholmaz. Fakat kiralayan için muhayyerlik hakkı vardır. İcar edi­len hayvan gasp edilirse veya icare edilen köle kendiliğinden kaçar­sa, kiralayan için muhayyerlik hakkı sabit olur.

Bir kimse bir kaç deveyi kiraya verir ve develeri kiracıda bırakır da kendisi ortalıktan kaybolursa, kiracı develerin yemini sa­hibinin malından almak üzere hakime müracaat eder. Hakim deve sahibine ait bir malı bulamazsa, onun adına borç alır. Kiracı güveni­lir biri ise, malı ona teslim eder. Güvenilir değilse, güvenilir birisine teslim eder. Hakim develerin yemini temin edecek kadar bir kaç de­veyi satma yetkisine sahiptir. Hakim sonradan deve sahibinden al­mak üzere kiracıya develerin yemi için kendi malından harcama yet­kisi verirse, en zahir kavle göre bu caizdir.

Kiracı, kiraladığı hayvanı teslim alır ve kira müddeti bitinceye kadar istifade etmeksizin elinde bulundurursa kira ücreti ödemesi kesinleşmiş olur. Keza bir kimse, binmek için bir hayvanı kiralar ve gideceği yere mümkün kılacak bir zaman elinde bulundurursa, kira ister ayni olsun ister zimmette olsun, belli edilen hayvanı teslim et­tiği vakit kira ücretini de ödemesi lazımdır. Sahih olan icarede belli edilen ücret kesinleştiği gibi, fâsid olan icarede istifade edilecek ka­dar bir zaman geçerse ücret-i misil kesinleşir.

Bir kimse, bir malı belli bir müddet için kiraya verir de tayin edilen zaman geçinceye kadar teslim etmezse, akid feshe uğrar. Va­kit belirtmeksizin belli bir yere kadar binmek için hayvanını kiraya verir de belirtilen yere gidilecek kadar süre geçer hayvanı teslim et­mişse en sahih kavle göre akid feshe uğramaz.

Bir kimse kölesini kiraya verir sonra da azad ederse, en sahih kavle göre kira akdi fesholmaz ve köle için muhayyerlik hakkı ol­maz. En zahir kavle göre kiracı, köle azad edildikten sonra geçen za­manın ücretini kölenin efendisinden ister.

Kiraya verilen şeyin kiracıya satılması sahihtir. En sahih kav­le göre bu durumda kira akdi feshe uğramaz. Mal sahibi malını baş­ka birine satarsa, en zahir kavle göre akid caizdir ve kira akdi feshe uğramaz.

Hayat Rehberi

Alış Veriş

Açıklamalı Minhac Tercümesi (Şafii İlmihali) – İmam Nevevi | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.