Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 19°C
Hafif Yağmurlu
İstanbul
19°C
Hafif Yağmurlu
Per 16°C
Cum 17°C
Cts 19°C
Paz 20°C

Yargılama Bölümü – Muvatta

Yargılama Bölümü – Muvatta

Yargılama Bölümü – Muvatta ( İmam Malik )

  1. Doğru Hükmetmeye Teşvik
  2. Peygamber efendimizin hanımı Ümmü Seleme (r.a.) den: Resûlullah (s,av.) şöyle buyurdu: «Ben beşerim (yanılabili­rim)[2]. Huzurumda muhakeme olursunuz da olur ki bir kıs­mınız diğerlerinden daha iyi delilini dile getirir. Ben de on­dan duyduğuma göre, lehinde hükmederim.[3] Dolayısıyla kardeşinin hakkından herhangi bir şeyi lehine hükmetti­ğim kimse, onu kardeşinden katiyyen almasın. Zira ben ona (cehennem) ateşinden bir parça kesmişimdir»[4]
  3. Said b. Müseyyeb (r.a.)’den: Bir müslümanla bir yahudi Hz. Ömer b. el-Hattab (r.a.)’m huzurunda muhakeme oldular. Hz. Ömer (r.a.)’da Yahudinin haklı olduğunu görerek lehinde hüküm verdi. Bunun üzerine Yahudi Hz. Ömer’e:

«— Vallahi, doğru hükmettin» dedi. Hz. Ömer de ona kırbaçla vurdu.[5] Sonra:

«— Nereden bildin?» diye sordu. Yahudi ona şöyle cevap verdi:

«— Biz biliyoruz ki doğru hüküm vermesiyle tanıdığımız her hakimin sağında bir, solunda bir melek vardır. Bu melekler, o hâkim gerçekle beraber oldukça onu doğrultur ve gerçeğe ulaştı» rırlar. Hakim gerçekten aynhrsa melekler (göğe) yükselir ve o ha­kimi terkederler.»

  1. Şahidlik
  2. Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.a.)’den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Size en hayırlı şahidi bildireyim mi? O, şahidliği kendinden daha istenmeden şahidlik yapan, yahud kendi­sine sorulmadan şahid olduğunu bildiren kişidir.»[6]
  3. Rebia b. Ebi Abdurrahman dedi ki: Ömer b. el-Hattab (r.a.)’a Iraklı bir adam gelerek:

«— Sana başı ve sonu olmayan bir iş için geldim.» deyince, Hz. Ömer:

«— O nedir?» dedi. Adam:

«— Ülkemizde baş gösteren yalan yere şahidlik,» cevabını

verdi. Hz. Ömer de:

«— Gerçekten öyle mi oldu?» dedi. Adam: «— Evet» deyince, Hz. Ömer:

«—Vallahi, islâm’da hiç bir kimse fasıklann şehadetiyle hap­sedilmez» dedi.

Malik’e rivayet edildiğine göre, Ömer b. Hattab (r.a.): «Düş­manın ve töhmet edilenin şahitliği caiz değildir.»[7] dedi.

3.Hadd Cezası Gören Kişinin Şahitliği

Süleyman b. Yesar ve diğerlerine: «Hadd tatbik edilen bir kişi­nin şahitliği caiz midir?» diye soruldu. Onlar da: «Tevbe etmişse, evet.» dediler.

îmam Malik der ki: îbn Şihab’a da bu mesele soruldu: O da Süleyman b. Yesar’ın dediği gibi cevap verdi.

îmam Malik der ki: Hüküm bizce de böyledir. Bu hükünı,Yüce Allah’ın şu buyruğundan dolayı verilmiştir: «Namuslu kadın­lara töhmet eden sonra da dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun, bir daha şahadetlerini kabul etmeyin. Onlar asî kimselerdir. Ancak yaptıklarından tevbe eden ve hallerini düzelten kişileri Allah af eder. Günahlarını ba­ğışlar.»[8]

îmam Malik der ki: Bizce ittifakla kabul edilen hüküm, had vurulan, sonra tevbe edip kendini İslah eden kişinin şahitliğinin caiz olmasıdır. Bu konuda işittiklerim içerisinde en hoşuma gide­ni budur.[9]

  1. Şahidle Beraber Yemin Edilmesi
  2. Cafer’in babası Muhammed (r.a.)’den: Resûlullah (s.a.v.) şahitle birlikte yemin edilmesine hükmetti.10
  3. Ebuz-Zinad’dan: Ömer b. Abdülaziz, Küfe valisi Zeyd b. el-Hattab’ın torunu Abdülhamid b. Abdurrahman’a şöyle yazdı:

«Bir şahidle birlikte yeminle hükmet.»[10]

  1. Malik’e şöyle rivayet edildi: Abdurrahman’m oğlu Ebu Sele­me ile Süleyman b. Yesar’a:

«— Bir şahid ve yeminle hükmedilir mi?» diye soruldu. Onlar

«— Evet» dediler.

imam Malik der ki: Amel (uygulama) bir şahitle birlikte ye­min edilmesine hüküm vermek şeklinde olmuştur. Hak sahibi şa-hidiyle birlikte yemin eder ve hakkını almaya hak kazanır. Yemin etmekten kaçınırsa, karşı tarafa yemin ettirilir. Eğer yemin eder­se, haklı olduğunu iddia eden kişi, bu hakkı kaybeder. Eğer karşı taraf da yemin etmekten kaçınırsa hak onun aleyhine davacının lehine olur.[11]

imam Malik der ki: Bu, malla ilgili hükümlere mahsustur. Hadlerde, nikâhta, boşamada, âzât olmakta, hırsızlıkta ve iftira­da, tek şahid ve yeminle hükmedilemez. Bir kişi «azat olmak da mal sayılır» dese, hata yapmış olur Hüküm, onun dediği gibi de­ğildir. Şayet hüküm onun dediği gibi olsa köle, efendisinin kendi­sini azat ettiğine şahid getirir ve yemin eder. Köle, herhangi bir malın kendisine ait olduğuna bir şahid getirir ve şahidiyle birlikte hür gibi yemin eder ve o malın sahibi olur.

îmam Malik der ki: Bizdeki sünnete (uygulamaya) göre, köle azad olduğuna dair şahid getirirse, köleyi azat etmediğine dair efendisine yemin teklif edilir. Ederse kölenin iddiası geçersiz olur.

îmam Malik der ki: Bizde talak konusunda da hüküm böyle­dir. Kadın, kocasının kendisini boşadığına bir şahid getirirse, ko­cası, boşamadığına yemin ettirilir. Yemin ederse karısını boşamış sayılmaz.

îmam Malik der ki: Kadının bir şahit getirerek kocasının boşadığını, kölenin yine bir şahidle efendisinin azat ettiğini iddia etmeleri halinde takip edilecek yol birdir. Bu da, kocanın, boşama­dığına, efendinin, azat etmediğine yemin etmeleridir. Azat etmek, had[12] sayıldığından burada kadınların şahitliği kabul edilmez. Çünkü köle hür olunca, hür insan muamelesi görür. Leh ve aley­hinde (eksiksiz) had tatbik edilir. Evli iken zina etse recmedilir. Bir köleyi Öldürse, karşılığında o da öldürülür. Mirasda da, hak sahibi olur. Bir kişi delil getirerek: «Bir efendi kölesini azat etse, bir kişi de gelip efendiden alacağını istese, bu kişinin efendiden alacağının olduğuna bir erkek, iki kadın şahidlik etse, bu şahid-lik, efendide alacağın olduğunu isbat eder, hattâ efendinin köle­den başka malı yoksa borcu sabit olduğu için köleyi azat etmesi reddedilir.» dese ve bu sözüyle kadınların köle azat etmek konu­sunda şahidlik yapmalarını kabul ettirmeyi isterse, kabul ettire­mez. Bunun benzeri şudur: Efendi, kölesini azat eder, sonra efen­diden hakkını isteyen biri şahid getirir. Şahidin şehadetiyle bir­likte yemin de eder. Sonra hakkını kazanır. Böylelikle de, kölenin azat edilmesi reddedilir. Yahud ta kölenin efendisiyle arasındaalış veriş ilişkisi olan bir adam gelir de efendiden hakkı olduğunu iddia eder, bu münasebetle efendiye: «Sen de iddia ettiği alacağı olmadığına yemin et» denir. Yemin etmekden çekinirse, davacıya yemin ettirilir. (Ederse) efendi üzerindeki hakkı sabit olur. Efendi Üzerindeki alacağın sabit olması ise, kölenin azat edilmesini hükümsüz kılar.[13] Yine bir kişi, bir cariye ile evlenip cariye karısı olunca, efendisi cariyesinin evlendiği adama gelip: «Sen benden falanca cariyemi şu kadar paraya satın aldın» der ve bunu da cari­yenin kocası reddedince, efendi de bir erkek, iki kadın tanık geti­rir, onlar da efendinin dediğini doğrular mahiyette şahidlik eder­se, satış kesinleşir, efendi hakkını kazanır. Cariye kocasına ha­ram olur ve bu durumda boş sayılır. Yalnız boşama hususunda, sırf kadınların şahidliği caiz değildir.

îmam Malik der ki: Bir adam, hür bir kişiye iftira etmesi sonu­cu iftira cezasına çarptırılır. Bir adamla iki kadın gelerek iftira edilenin köle olduğuna şahidlik ederlerse, bu şahidlik, iftira eden­den kesinleşen iftira cezasını düşürür. İftira hususunda, tek başlarına kadınların şahidliği kabul edilmez. Kadınların şahid­lik ettiği yerlerin biri de şudur: Çocuğun canlı olarak doğduğuna iki kadının şahidlik etmeleriyle miras sabit olur, çocuk mirasa hak kazanır. Çocuk ölürse, malı varislerinin olur. iki kadın şahid-le erkek şahidin bulunması ve yemin edilmesi altın, gümüş, köşk­ler, çiftlikler, köle ve diğer mallar gibi kıymetli şeylerde olur. Şayet iki kadın, bir dirhem veya daha az ya da daha çok bir şey hakkın­da şahidlik etseler, yanlarında bir erkek şahid veya yemin olma­dan hüküm verilemez.

imam Malik der ki: Bazı fukaya, «bir şahidle birlikte yemin kabul edilmez» derler ve sözlerine Yüce Allah’ın şu buyruğunu —ki O’nun buyruğu haktır— delil getirirler: «Erkeklerinizden iki şahid getirin, iki erkek şahid yoksa, razı olacağınız şa-hidlerden bir erkek iki kadın şahidlik yaparlar.»[14] ve der­ler ki: Bir erkek ve iki kadın şahid getiremezse, yapılacak bir şey yoktur. Bir şahidle beraber yemin ettirilmez.

îmam Malik der ki: Bu sözü söyleyene şöyle denilir: Bir adam, başka bir kişiden mal alacağı olduğunu iddia etse, istenilen kişi

kendisinde bu alacağın olmadığına yemin etmez mi? Yemin eder­se kendisinde böyle bir hakkın olmadığı anlaşılır. Eğer yemin et­mekten çekinirse, alacaklıya gerçekten o kimsede hakkı olduğuna dair yemin ettirilir. Ederse, karşı tarafta alacağı kesinleşmiş olur. Bu konuda, hiç bir kişi tarafından, hiç bir beldede ihtilaf edilme­miştir. Yukardaki hükmü iddia sahibi neye dayanarak vermiş ve Allah’ın kitabının neresinde bulmuştur? Bu dediğimizi kabul ederse, bir şahitle birlikte yemin edileceğini de kabul eder. Bu, yüce Allah’ın kitabında yoksa da, bu konuda yapılmış ameller yeterlidir. Fakat insan bir şeyin doğru tarafını ve delil getirilecek yerini bilmelidir. îşte bu açıklamalarda —inşaallah— bu konu­daki müşkil hususların izahı vardır.

  1. Borçlu Ve Alacaklı Olarak Ölen Ve Tek Şahidi Olan Kişi

imam Malik der ki: Bir kişi alacaklı olduğu halde ölür, alaca­ğına dair bir şahid bulunur, başkalarına borcu da olur, bu kişile­rin de alacaklarına dair tek şahidleri olur da ölenin varisleri, ala­caklıların şahidleriyle birlikte yemin etmekten çekinirlerse, ala­caklılar yemin ederler ve haklarını alırlar. Malından borç öden­dikten sonra, arta kalanı varisler, yemin etmedikçe alamazlar. Bu hüküm, yemin, önce varislere teklif edilip onların da yemin etme­meleri sebebiyledir. Ancak varisler, ölenin fazla borcu olduğunu bilmiyorduk derler ve bundan dolayı yemin etmedikleri anlaşılır­sa bana göre, yemin ederler ve borçtan arta kalanı alırlar.

  1. Davada Hüküm Verme Usûlü
  2. Abdurrahman’ın oğlu müezzin Cemil der ki: Ömer b. Abdü-laziz, insanlar arasında hüküm verirken yanında bulunuyordum. Bir kişi, Ömer b. Abdülaziz’e gelerek bir şahısta alacağı olduğunu iddia ettiği vakit bakar, eğer alacaklı ile borçlu arasında alış veriş gibi bir ilişki varsa borçluya yemin ettirir, böyle bir ilişki yoksa ye­min ettirmezdi.

îmam Malik der ki: Bizce amel şöyledir: Bir kimse bir adamda hakkı olduğunu iddia etse bakılır. Eğer aralarında alış veriş gibi bir ilişki varsa davalıya yemin ettirilir. Yemin ederse, ondan hak düşer. Yemin etmez ve yemini davacıya bırakırda, o yemin ederse, hakkını alır.

  1. Çocukların Şahidliğinin Hükmü
  2. Hişam b. Urve (r.a.)’den: Abdullah b. Zübeyr (r.a.) çocukla-nn aralarında birbirlerini yaralamaları konusunda onların şaha­detlerine göre hüküm verirdi.

tmam Malik der ki: Bizde ittifakla kabul edilen hüküm şudur: Çocukların şahadeti, aralarındaki yaralamalarda caizdir. Ço­cukların başkalarına şahitlik yapmaları caiz değildir. Yalnız şa­hitlikleri kendi aralarındaki yaralamalarda kabul edilir. Bunun haricinde kabul edilmez. Bu husus çocuklar dağılmadan, telkin yapılmadan, tesir altında bırakılmadan söz konusudur. Dağılır-larsa, şahadetleri kabul edilmez. Ancak dağılmadan Önce adil ki­şileri, şahitliklerine şahit getirirlerse şahitlikleri kabul edilir.[15]

  1. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) Minberi Yanında Yalan Yere Yemin
  2. Cabir b. Abdülah el-Ensari (r.a.)’den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Minberimin yanında yalan yere yemin eden, cehennemde yerini hazırlamış olur»[16]
  3. Ebu Umame’den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Ya­lan yeminiyle müslüman bir kişinin hakkını alan kimseye Allah cenneti haram eder ve Cehennemi farz kılar.»

«— Az bir şey olsa da mı ya Resûlallah?» dediler. Resûlullah (s.a.v.):

«— Erak ağacından bir çubuk da olsa, Erak ağacından bir çubuk da olsa, Erak ağacından bir çubuk da olsa» buyur­du. Bu sözünü üç defa tekrar etti.[17]

  1. Peygamber Efendimizin Minberi Yanında Yemin
  2. Ebu Gatafan b. Tarif el-Müriy der ki: Zeyd b. Sabit el-Ensârî ve Ibn Mutî, aralarındaki ihtilaflı bir evden dolayı Medine valisi olan Mervan b. el-Hakem’in huzurunda muhakeme oldular. Mervan, Zeyd b. Sabit’in Peygamberimizin minberi yanında ye­min etmesine karar verdi. Bunun üzerine Zeyd b. Sabit:

«—Yerimde yemin ederim» dedi. Mervan:

«— Hayır. Vallahi yalnız hakların ayrıldığı yerde (minberin yanında) yemin etmelisin» deyince, Zeyd b. Sabit, minberin yanın­da yemin etmekten çekinerek, (yerinde) kendisinin haklı olduğu­na yemin etti. Mervan b. el-Hakem, Zeyd’in minberin yanında ye­min etmemesine hayret etti.[18]

imam Malik der ki: Çeyrek dinardan az bir meblâğdan dolayı bir kişiye minberin yanında yemin ettirilmesi görüşünde değilim. Bu da üç dirhem eder.

  1. Rehine El Konulamaması
  2. Said b. el-Müseyyeb (r.a.)’den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: «Rehin, bağlanmaz.»[19]

îmam Malik der ki: —Allah daha iyi bilir— bizim görüşümü­ze göre bunun anlamı şudur: Bir kişi, başka birine (aldığı) şeye karşılık rehin bırakır ve bu rehin de karşılığında alınan şeyden fazla olur ve rehin veren, rehni kabul edene, «Falan zamana kadar hakkını sana getirirsem rehni alırım, getirmezsem, karşılığında (tarafımdan) alınana mukabil rehin senin olsun» derse, bu doğru ve helâl olmaz ve yasak edilmiş bir şeydir. Müddet bittikten sonra rehin veren, rehin karşılığında aldığı şeyi verirse, rehin olarak koyduğu şeyi alır. Buna göre, rehin verenin ileri sürdüğü şart ge­çersizdir.

  1. Meyve Ve Hayvanın Rehin Verilmesi

imam Malik der ki: Bir şahıs bahçesini, belli bir zamana ka­dar rehin vermiş ve bu bahçe, daha tayin edilen zaman gelmeden meyve vermiş ise, meyveler de bahçeyle birlikte rehin olamaz. An­cak rehin alan kişi, rehinde bu şartı koşmuşsa, meyvelerde rehin

olur.[20]

Bir kişi gebe bir cariyeyi rehin kabul etse ya da rehin olarak kabul ettikten sonra gebe kalsa, çocuğu kendisiyle birlikte rehin olur.[21]

îmam Malik der ki: Meyve ile cariyenin çocuğu arasında fark vardır. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Bir kimse aşı­lanmış bir hurma ağacını satsa» meyvesi satanın olur. An­cak müşteri meyveyi almayı da şart koşmuşsa meyve müş­terinin olur.»

îmam Malik der ki: Bizde ittifak edilen hüküm şöyledir: Bir kişi gebe bir cariyeyi ya da karnında yavru olan hayvanı satsa, müşteri, şart koşsun veya koşmasın yavru müşterinin olur. Hur­ma ağacı, hayvan gibi değildir. Meyve de annesinin karnında olan yavruya benzemez.

îmam Malik der ki: Bu konuyu şu hususlar da açıklar: Tea­müle göre, kişi hurma ağacını rehin vermeyerek, sadece meyvesini rehin verebilir. Halktan hiç bir kimse, annesinin (cariye veya hay­van) karnındaki yavruyu rehin vermez.

  1. Hayvanın Rehin Bırakılması

İmam Malik der ki: Bizde rehin konusunda ittifak edilen hü­küm şöyledir: Bir tarla yahud ev veya bir hayvan, helaki bilinecek durumda olup da rehin alanın elinde helak olur ve helaki da bili­nirse, zarar rehin verene ait olur. Bu, rehin alanın hakkını hiç ek­siltmez. Rehin, rehin alanın elinde helak olup, helaki yalnız onun sözüyle biliniyorsa zararı rehin alana ait olur ve kıymetini öder. Rehin alana «Helak olan rehinin evsafını bildir» denilir. Dedikle­rinin doğruluğuna yemin ettirilir. Sonra bilirkişi bunu değerlen­dirir. Bilirkişinin takdirinde helak olan rehinin değeri, rehin ala­nın alacağından fazla olursa, fazlasını rehin veren alır. Eğer de­ğer az biçilir, rehin veren de bunu kabul etmezse, rehin verene ye­min ettirilir. Yemin edince, rehin alanın fazla hak talebi kabul edilmez. Eğer rehin veren, yemin etmekten çekinirse, bilirkişinin takdir ettiği değerle rehin alanın alacağı arasıdaki farkı öder. Re­hin alan «helak olan rehinin değerini bilmiyorum» derse, rehinin takdiri hususunda yemin ettirilir. Makul bir şekilde takdir edin­ce, rehin verenin sözü geçerli olur.

îmam Malik der ki: Rehin alan, rehini kendi emanetine almış­sa, hüküm yukarıdaki gibidir. Eğer rehin başka birine emanet bı­rakılmışsa, hüküm değişir.

  1. İki Kişi Arasında Olan Rehin

İmam Malik şöyle demiştir: îki kişi arasında (müşterek) bir rehin vardır. Bu iki kişiden biri, kendi rehnini satmak ister. Diğe­ri ise (borçluya) bir sene mühlet verir. Bu iki kişi hakkında îmam Malik der ki: Rehin taksim edilebilir ise ve alacağını erteleyen ki­şinin hakkı da noksanlaşmıyorsa, bu müşterek rehnin yarısı satı­lır ve o şahsın alacağı ödenir. (Rehinin taksimi ile) eğer hakkının noksanlaşacağından korkulursa rehin tamamen satılır ve rehnini satmak isteyene bunun parasından hakkı verilir. Alacağını ertele­yen, isterse rehin bedelinin yarısını rehin veren kişiye verir, iste­mezse, «Ben rehni olduğu gibi muhafaza etmek için tecil etmiştim» diye yemin ettirilir. Yemin ettikten sonra derhal hakkı kendisine ödenir.

îmam Malik der ki: Malı olan bir köleyi, efendisi rehin verse, rehin alan şart koşmamışsa, kölenin malı rehin olmaz.

  1. Rehin İle İlgili Diğer Hükümler

îmam Malik der ki: Bir kişi, herhangi bir eşyayı rehin alsa, bu eşya da yanında zayi olsa ve borçlu, borcunu itiraf etse, bu konuda alacaklı ile ittifak etseler, rehinin değeri konusunda anlaşamasa-lar, rehin veren: «Rehinin değeri yirmi dinardır.» Rehin alan: «(Hayır) değeri on dinardır» dese ve alacağı da yirmi dinar olsa, rehin alana, «Rehinin vasıflarını beyan et» denir. Beyan edince, bu beyana göre, bilirkişi rehini değerlendirir. Değeri borçtan fazla ise rehin alana: «Borçtan arta kalanı rehin verene iade et» denir. Şayet kıymeti borçtan daha az ise rehin alan, rehin verenden ala­cağının geri kalanını alır. Rehinin değeri borç kadar ise ödeşmiş olurlar.

îmam Malik der ki: Bize göre, aralarında rehin muamelesi cereyan eden iki kişi, rehin konusunda anlaşamasalar ve rehin ve­ren: «Ben bu rehini sana on dinar karşılığında verdim» dese rehin alan da: «(Hayır) bunu senden yirmi dinara karşılık rehin aldım» dese ve rehin de rehin alanın elinde bulunsa, îmam Malik bu ko­nuda der ki: Rehin alan, alacağının rehinin kıymeti kadar oldu­ğuna yemin ettirilir. Eğer elindeki rehinin kıymetinin, alacağı ka­dar olduğu anlaşılırsa, alacağına karşılık relinin tamamını alır. Rehin kendi elinde olduğu için, önce rehin alana yemin ettirilmesi uygundur. Ancak rehin verene, yemin ettirileceği borcunu rehin alana verip rehini geri almak istemesi halinde yemin ettirilmez.

Eğer rehinin kıymeti belirtilen yirmi dinardan az ise,rehin alana, rehnin belirttiği yirmi dinar değerinde olduğuna yemin et­tirilir. Sonra rehin verene, «Ya yirmi dinarı vererek, rehninigeri alırsın, ya da karşılığında rehin verdiğini söylediğin borcunun on dinar olduğuna yemin edersin ve rehin alanın rehnin kıymetin­den fazla olarak söylediğini vermezsin» denir. Rehin veren yemin ederse, bu fazlalığı vermez, yemin etmezse rehin alanın yemin ede­rek belirttiği yirmi dinarı ödemesi gerekir.

imam Malik der ki: Rehin zayi olsa, alacaklı ile borçlu borcun ne kadar olduğunu bilmeseler ve alacaklı: «Benim sende yirmi di­nar alacağım var» dese, borçlu da: «(Hayır) bende yalnız on dinar alacağın var» dese, alacaklı: «Rehinin değeri on dinardı» dese, Borçlu da: «Yirmi dinardı» dese, alacaklıya: «Rehinin vasfını bil­dir» denir. Vasıflarını bildirince, dediklerinin doğruluğuna ye­min ettirilir. Sonra bilirkişi bu beyanı değerlendirerek rehine kıy­met biçer. Şayet rehinin kıymeti, rehin alanın iddiasından fazla ise, iddiasının doğruluğuna yemin ettirilir. Sonra rehin verene, rehinin değerinden arta kalanı verilir. Rehinin değeri, rehin ala­nın iddia ettiği miktardan azsa, iddia ettiği alacağının doğrulu­ğuna dair yemin ettirilir. Sonra rehinin tutarıyla karşılaştırılır. Daha sonra borçlu, (borcu ödendikten sonra) rehinin tutarından kendi lehine arta kalanın ne kadar olduğuna yemin ettirilir. Bu hüküm, rehin alanın rehin veren aleyhine iddiada bulunması iti­bariyledir. Eğer yemin ederse, rehin alanın rehinin kıymetinin üs­tünde alacağını iddia ettiği ve doğruluğuna yemin ettiği rehinden arta kalanı ödemez. Yemin etmezse, ödemesi gerekir.

  1. Hayvan Kiralama Ve Sözleşmeye Uymama

İmam Malik der ki: Belirli bir yere kadar bir hayvan kiralayıp sonra da bu yerden (daha) ileriye geçen bir kişi hakkında bizce hü­küm şöyledir: Hayvan sahibi muhayyerdir. Daha önce belirtilen yer ile ileriye geçilen yer arasındaki hayvan kirasını almak işerse, önceki kirayla birlikte bunu da alır ve hayvanına sahip olur. Hay­van sahibi isterse, kiracı belirtilen yeri geçtiğinden dolayı, hayva­nın değerini alır. Kiracı, sadece hayvanı gidiş için kiralamışsa, bu kirayı da alır. Şayet kiracı hayvanı gidiş için kiralamışsa, sonra kiraladığı yere varınca ileri geçmişse, hayvan sahibi, hayvanın değeriyle birlikte yalnız ilk kiranın yansını alır. Bu hüküm, kira­nın yarısı gidiş, yarısı da dönüşte olması ve kiralayanın hayvana haksızlık etmesi sebebiyledir ve yalnız, sözleştikleri kiranın yarı­sını vermesi gerekir. Kiraladığı yere varınca hayvan ölse, (bu yer­den ileri geçmedikçe) kiracının hayvanın bedelini ödemesi gerek­mez. Kiraya verenin sadece kiranın yansını almak hakkıdır.

Hayvanı kiraladığı gayeye aykırı olarak kullananlara verile­cek hüküm de buna benzer.

Yine bunun gibi bir kişi, kâr ortaklığı yapmak maksadıyla ikinci bir şahıstan para alsa, para sahibi ona: «Paramla adlarını vererek sana yasak ettiğim ve karşılığında paramı harcamanı is­temediğim şu ticari eşyayı satın alma» dese de, (bu şartlara rağ­men) kâr ortağı yasaklanan eşyayı alsa ve bu hareketiyle sahibine anapara ile kârdan hissesine düşeni ödemek istese, para sahibi muhayyerdir. Kâr hususunda kabul ettikleri şartlara uyarak alı­nan eşyada ortak olmak isterse olabilir. Dilerse anlaşmayı boza­rak şartlara uymayan kâr ortağından parasını çeker. Buna benze­yen diğer mesele de şudur: Bir adam beraberinde bulunan birine para vererek «Bana şunu şunu al» dese, o da dediklerinden başka şeyler alsa, haksızlık yapmış olur. Bu durum karşısında, parayı veren, isterse alınan şeyi olduğu gibi kabul eder. Dilerse o kişiye parasını ödetir.

  1. Kadının Tecavüze Uğraması
  2. îbn Şihab’dan: Abdülmelik b. Mervan, bir kadına zorla te­cavüz eden şahsın, onun mehrini ödemesine hükmetti.

îmam Malik der ki: Bizce, bakire olsun, dul olsun, zorla bir kadınla zina eden kişi hakkında hüküm şöyledir: Eğer kadın hür ise, erkeğin, kadının mehr-i mislini (emsal mehir) vermesi gerekir. Cariye ise, kıymetinden eksileni vermesi gerekir. Bütün bunlarda, zina cezası, zorlanan kadına değil, zorlayan erkeğe tatbik edilir. Şayet bu tecavüzü yapan, köle ise, ceza efendisine aittir. Ancak efendi, köleyi teslim ederse, ceza köleye tatbik edilir.[22]

  1. Hayvan Ve Yiyecek Gibi Şeyleri Zayi Etmek

tmam Malik der ki: Bize göre, bir kimse sahibinin izni olmak­sızın hayvanını alsa da, ona zarar getirse, aldığı günlerin değeri­ne göre hayvanın bedelini öder. Hayvanın benzerini alması gerek­mez. Adil olan hüküm budur.

Sahibinin müsaadesi olmaksızın bir yiyeceği zayi eden kişi hakkında da îmam Malik der ki: Bu kişinin, yiyecek sahibine, yiyeceğin aynı çeşitten, aynı ölçüde mislini (benzerini) vermesi ge­rekir. Yiyecek, altın ve gümüş gibidir. Zayi eden, altına karşılık al­tın, gümüşe karşılık gümüş verir. Ama bu hususta, hayvan altına benzemez. Bunu, sünnet ve teamül ayırmıştır.

imam Malik der ki: Bir kişiye emanet mal verilse, o da kendi adına onunla alış-veriş yapsa ve kâr da etse, bu kâr tamamen ken­disinin olur. Çünkü sahibine verinceye kadar, o malı ödemekle so­rumlu tutulmaktadır.[23]

  1. İslamdan Dönen Kişi (Mürted)
  2. Zeyd b. Eşlem (r.a.)’dan: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «— Dinini değiştirenin boynunu vurunuz.»[24]

îmam Malik der ki: (Allah daha iyi bilir) görüşüme göre, Resûlullah (s.a.v.)’in «dinini değiştirenin boynunu vuru­nuz.» buyruğunun anlamı şudur: îslam dininden çıkıp başka di­ne giren zındık ve benzeri kişiler yakalanırlarsa, tevbe ettirilme­den öldürülürler. Çünkü onların tevbeleri kabul edilmez[25] ve kü­fürlerini gizleyip müslüman göründükleri için tevbe ettirilecekle­rini sanmıyorum. Bunların tevbe ettik demelerine itibar edilmez. Ancak tslamdan çıkıp başka dine girer ve bunu da açıklarsa, bu kişi tevbeye çağrılır, tevbe ederse ne âlâ, etmezse öldürülür. Bunu (bir ferd değil de) bir toplum yaparsa, hüküm aynıdır. Bence Isla­ma davet edilir ve tevbe etmeleri istenir. Tevbe ederlerse, tevbeleri

kabul edilir. Tevbe etmezlerse, öldürülürler. Bana göre, (Allah da­ha iyi bilir,) bu hadisle Resûlullah (s.a.v.) yahudilikten hıristi-yanlığa, Hıristiyanlıktan yahudiliğe geçenleri ya da diğer dinler­den kendi dinini değiştirenleri kasdetmemiş, yalnız îslamdan çıkanı kasdetmiştir. Bu hadisle kasdedilen, (Allah daha iyi bilir), îslamdan çıkıp başka dine geçen ve bunu da açıklayan kişilerdir.

  1. Muhammed b. Abdullah b. Abd el-Kârî der ki: Ebû Musa el-Eş*arî’nin yanından, Ömer b. el-Hattab’a bir adam geldi. Ömer, adama halkı sordu, oda Ömer’e açıklamalarda bulundu. Sonra Hz. Ömer ona:

«— Oralara ait yeni bir haberin var mı?» diye sordu. Adam: «— Evet, adamın biri irtidat26 etti» dedi. Hz. Ömer: «— Ona ne yaptınız?» diye sordu. Adam:

«— Yakaladık ve boynunu vurduk» diye cevap verdi. Hz. Ömer:

«— Onu üç gün hapsederek, her gün bir ekmek verip tevbeye davet etmediniz mi? Olur ki tevbe eder ve Allah’ın emrine (Is­lanışa dönerdi.»[26] dedi.

Sonra Hz. Ömer sözüne şöyle devam etti:

«— Allah’ım ben (orada) bulunmadım. Öldürülmesini de em­retmedim. Bana bildirilseydi öldürülmesine razı olmazdım.»[27]

  1. Karısının Yanında Yabancı Bir Adam Yakalayan Kişi
  2. Ebû Hüreyre (r.a.)’den: Sa’d b. Ubade, Resûluliah (s.a.v.)’a:

«— Ne buyurursun? (Ya Resûlallah) karımla beraber yabancı bir erkeği yakalarsam, dört şahid getirebileceğim zamana kadar ona mühlet mi vereyim?» dedi. Resûluliah (s.a.v.):

«— Evet» diye cevap verdi.[28]

  1. Said b. el-Müseyyeb (r.a.)’den: îbni Hayberî adında Şamlı bir adam, karısıyla birlikte yabancı bir erkek yakalayınca hemen o erkeği öldürdü; ya da hem erkeği, hem de kadını öldürdü. Muavi-ye b. Ebî Süfyan, bu konuda hüküm veremedi. Ebû Musa el-Eş’ari’ye bir mektup yazarak, konuyu kendi adına Ali b. Ebi Ta-lib’e sormasını istedi. Ebû Musa el-Eş’arî de konuyu Hz. Ali’ye sor­du. Hz. Ali:

«— Böyle bir şey benim bölgemde olmamıştır. Bu konuyu araştırıp bana bildirmeni istiyorum» dedi, Ebû Musa ona:

«— Muaviye b. Ebi Süfyan, bu konuyu benim sana sormamı yazmış» deyince Hz. Ali:

«— Ben, Ebû Hasanım[29], dört şahid getiremezse ipi[30] (öldürü­lenin velilerine) teslim edilir. (Onlar da kısas olarak onu öldürebi­lirler)» dedi.

  1. Sokağa Atılan Ve Kimin Olduğu Belli Olmayan Çocuk
  2. Ebû Cemile Süneyn’den: Süleym oğullarından bir adam Ömer b. Hattab devrinde (sokağa) atılmış bir çocuk buldu. «Onu Ömer b. Hattab’a getirdim» dedi. Ömer b. Hattab da:

«— Bu çocuğu niçin aldın?» deyince adam:

«— Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya buldum ve aldım» dedi. Ömer b. Hattab’a, o adamı tanıyan biri:

«— Ya Emir’el Mü’minin, o adam doğru bir kişidir» deyince Ömer ona:

«— Öyle mi?» dedi. Tanıdık biri:

«— Evet» diye cevap verdi. Bunun üzerine Ömer b. Hattab (adama hitaben):

«— Gidebilirsin o hürdür, velâ’sı (mirası) sana ait, bakımı da hazineye aittir», dedi.

îmarn Malik der ki: Atılmış çocuk hürdür, velisi müslüman-lardır. Ölünce varisi müslümanlar olur. Borçlanır ya da bir suç işlerse mali külfeti müslümanlara aittir. Bizce hüküm böyledir.

  1. Babası Üzerine Kaydedilen Çocuk
  2. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımı Hz. Aişe (r.a.) der ki: Ebû Vakkas’ın oğlu Utbe, kardeşi Sa’d’e, «Zem’amn cariyesinin oğlu bendendir[31], ona sahip ol» diye vasiyet etmişti. (Mekke’nin) fethi senesinde Sa’d onu aldı:

«-— O, kardeşimin oğlu; onu kardeşim bana vasiyet etmişti» dedi. Bunun üzerine Abd b. Zem’a atılarak:

«— (O) benim kardeşimdir, babamın cariyesinin oğlu, anne­siyle birleşme hakkı babama aitken doğdu» dedi. Bunun üzerine taraflar, aralarında anlaşamayınca, Resûlullah (s.a.v.)’a gittiler. Sa’d:

«__ Ya Resûlallah! O benim yeğenimdir. Kardeşim, onu bana vasiyet etmişti» dedi. Abd b. Zem’a da:

«— O benim kardeşim; babamın cariyesinin oğlu; annesiyle birleşme hakkı babama aitken doğdu» dedi. Bunun üzerine, Resû­lullah (s.a.v.):

«—O sana aittir, ey Abd b. Zem’a» buyurdu.Sonra Resûlul­lah (s.a.v.):

«— Çocuk, annesiyle birleşme hakkına sahib olan kişi­ye aittir. Zina yapanın çocuk üzerinde hiç bir hakkı yok­tur.» buyurdu. Daha sonra çocuğu Ebû Vakkas’ın oğlu Utbe’ye benzettiği için (Ümmül-Mü’minin) Zem’a kızı Sevde’ye hitaben:

«— Onun karşısında örtün» buyurdu. Böylece o çocuk Ölün­ceye kadar Sevde’yi göremedi.[32]

  1. Ebû Ümeyye’nin oğlu Abdullah’dan: Kocası ölen bir kadın dört ay on gün iddet bekledi. Sonra iddeti bitince evlendi ve kocası­nın yanında dört buçuk ay kaldıktan sonra eksiksiz bir bebek do­ğurdu. Bunun üzerine kocası, Ömer b. Hattab’a gelerek durumu anlattı. Ömer de, yaşlı ve cahiliyet devrinden kalma kadınlardan bir kısım (tecrübeli) kadınları çağırarak, onlara bu konuyu sordu. İçlerinden bir kadın:

«— Bu kadının durumunu ben sana izah edeyim. O, ilk koca­sından hamile olunca, kocası öldü. Gebe olduğu halde, aybaşı gör­mesi üzerine, rahmindeki çocuğun gelişmesi durdu, ikinci kocası­nın menisi çocuğa temas edince rahminde çocuk harekete geçti ve büyüdü» dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, yaşlı kadımn sözünü doğ­ru bularak[33] karı-kocayı birbirinden ayırdı[34] ve (onlara):

«— Hakkınızda bildiğim tek şey iyiliktir» dedi ve çocuğu ilk ölen kocasına verdi.

  1. Süleyman b. Yesar’dan: Hz. Ömer b. Hattab, îslamdan ön­ce doğan çocukları islam geldiğinde kim benimdir derse onun sayı­yordu. (Ömer’e) Bir kadının çocuğunun kendilerine ait olduğunu iddia eden iki adam geldi. Bunun üzerine Hz. Ömer b. Hattab, bilir kişi çağırdı. O da bu adamlara baktı ve:

«— Bu çocuk her ikisine de ait olabilir.» deyince, Hz. Öm^r b. Hattab, bilirkişiyi (acele etmesi ve incelemekteki kusuru yüzün­den) kırbaçladı. Sonra çocuğun annesini çağırdı ve:

«— Bana çocuğun kimden olduğunu söyle» dedi. Kadın da:

«— Bu çocuk şu iki adamdan birine ait olmalıdır. Biri benimle develerimizi güderken devamlı düşüp kalkardı. Öyle ki hamile kaldığımı zannettik. Sonra benden ayrıldı. Ben kendimi hamile­yim sanmakta iken; aybaşı oldum. Sonra benimle şu ikinci adam düşüp kalkmaya başladı. Dolayısıyla çocuğun hangisinden oldu­ğunu bilmiyorum, dedi. Ravi der ki: Kendi sözü kadın tarafından da tasdik edilince bilir kişi, «—Allahü ekber» dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a.) çocuğa:

«— Hangisini istersen, ona git» dedi.

  1. Ömer b. Hattab ve Osman b. Affan’dan biri, hür olduğunu söyleyerek aldatmak suretiyle bir adamla evlenip ondan çocuklar doğ”uran (sonra da başkasının olduğu ortaya çıkan) bir cariye hak­kında şöyle hükmetti: Babaları, (cariyenin efendisine) çocukların benzerinin değerini vererek çocuklarını kurtarır.

İmam Malik der ki: înşaal’lah bu konuda değerini vermek adalete daha uygun olur.

  1. Nesebi İddia Edilen Çocuğun Mirası

îmam Malik der ki: Geride çocuklar bırakarak ölen ve çocuk­larından biri «babam, falan kişinin kendi oğlu olduğunu söyle­mişti» diyen bir şahıs hakkında bizce hüküm ittifakla şöyledir: Bu kişinin nesebi, bir şahsın şehadetiyle sabit olmaz. Babasının ikra’ rını nakleden kişinin sözü, kendi aleyhine, babasının malından kendisine düşen payda geçerlidir. Elinde bulunan maldan lehin­de şahidlik yaptığı kimseye, payına düştüğü mal verilir,

îmam Malik der ki: Bunun anlamı şudur: Bir adam ölmüş, geride iki oğlunu ve altı yüz dinar bırakmış olsun. Bu iki oğlunun herbiri, üç yüz dinar alırlar. Sonra bu iki çocuktan biri, Ölen bir üçüncü şahsın babasının oğlu olduğuna şahidlik etsin, şahidlik edenin payından yüz dinar nesebi iddia edilen kişiye verilir. Bu yüz dinar, aileye katılması istenen kişinin yarı hissesidir. Diğer oğlu da, bunun lehinde şahidlik yaparsa öteki yüz dinarı da alır. Böylece hakkı tamamlanmış ve nesebi de sabit olmuş olur. Bura­daki şahid şu kadına benzer; kadın ölen babası ya da kocasının borcu olduğunu söyler, vereseler tarafından Ödeniyormuş gibi borcun kendi payına düşen kadarını vermesi gerekir. Burada söz konusu olan kadın, sekizde bir hisseye sahip ölenin hanımı ise ala­caklıya borcun sekizde birini öder. Terekenin yarısına varis olan, ölenin kızı olması halinde, alacaklıya borcun yarısını öder. Ala­caklının lehinde şahidlik yapan bütün kadınlar, bu het, ıba göre ona ödeme yaparlar.

îmam Malik der ki: Kadın gibi, bir adam da, babasının lan şahsa borcu olduğuna şehadet ederse, bu şehadetle birlikte ala­caklı yemin ettirilir ve alacaklıya alacağının tamamı ödenir. Bu konuda erkekle kadın arasında fark vardır, Zira erkeğin şehadeti, alacağın tamamında geçerlidir. Alacağının tamamını alabilmesi için, bu şehadetle birlikte yemin etmesi gerekir. Eğer yemin etmez ise, sadece lehinde şahidlik yapanın mirasından borçtan payına düşen kadarını alır. Çünkü borcu kabul eden sadece o bir kişidir. Diğer vereseler, böyle bir borcun olduğunu kabul etmemektedir­ler. Kabul edenin sözü ise, kendi hakkında geçerli olur.

  1. Ümmü Veled[35] Olan Kadınlar
  2. Hz. Ömer b. Hattab (r.a.) der ki: Ne oluyor şu cariyesi olan efendilere de önce cariyeleriyle temasta bulunuyor, sonra çocuk yapmak istemiyorlar. Efendinin birleştiğini kabul ettiği bir cari­yenin bana başvurması halinde, çocuğunu efendisi üzerine kayde­derim. Bunu göz Önüne alarak ister azledin[36], ister çocuk yapın.
  3. Ömer b. Hattab (r.a.) der ki: Ne oluyor şu cariyesi olan efendilere! Önce cariyeleriyle temasta bulunuyorlar, sonra onla­rın dışarı çıkmalarına müsaade[37] ediyorlar. Efendisinin, birleşti­ğini kabul ettiği bir cariyenin bana başvurması halinde, çocuğunu efendisi üzerine kaydederim. Bundan sonra, ister onları serbest bırakınız, ister evde tutunuz.

imam Malik der ki: Bize göre hüküm şöyledir: Ümmü Veled, bir cinayet işlerse, efendisi cinayete karşılık kıymeti kadarını taz­min eder, (Cinayete karşılık) cariyeyi teslim etme hakkına sahip değildir. Cariyenin kıymetinden daha fazlasını da ödemek mec­buriyetinde değildir.

  1. Boş Araziyi[38] İmar Ve Islah Etmek
  2. Hişam’m babası Urve’den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­du:

«— Boş arazi onu ıslah edenindir. Orada (sonradan ge­lip) haksız yere eken, diken ve bina yapanın hiç bir hakkı yoktur.»

îmam Malik der ki: Birinin ıslah ettiği araziye haksızlık, ora­da çukur kazmakla veya orayı kendi arazisine katmakla yahut da orada ağaç dikmekle olur.

  1. Salim, babası Abdullah’tan rivayet eder: Ömer b. Hattab (r.a.) der ki: «Boş arazi, orayı ıslah edenindir.»

imam Malik der ki: Bu hususta hüküm bize göre de böyledir.

  1. Sular
  2. Amr b. Hazm’ın torunu, Ebû Bekr b. Muhammed’in oğlu Abdullah’a şöyle rivayet edildi: Kesûlullah (s.a.v.) Mezhur ve Mü-zeynib adlı derelerden akan su hakkında: «Yukarıdakiler, bah­çe ve ekinlerini tamamen sulayıncaya kadar suyu tutarlar, sonra aşağıdakilere salıverirler» buyurdu.[39]
  3. Ebû Hüreyre (r.a.)’dan: Resûlullah şöyle buyurdu: «Otla­rın korunması için, suyun fazlası esirgenmez»[40]
  4. Abdurrahman’ın kızı Amre’den-Resûlullah (s.a.v.) «Kuyu­nun suyu (su almaya gelenlerden) esirgenmez» buyurdu.[41]
  5. İnsanlara Faydalı Olmak Ve Zarar Vermekten Sakınmak
  6. Amr’ın babası Yahya el-Mazinî’den: Resûlullah (s.a.v.): «Bir kimseye zarar vermek doğru olmadığı gibi, zarar gör­düğü birine aynı şekilde zararla karşılık vermek de doğru değildir.» buyurdu.[42]
  7. Ebû Hüreyre (r.a.)’den: Resûlullah (s.a.v.) «Sizden biri duvarına komşusunun kiriş koymasına engel olmasın» bu­yurdu. Sonra Ebû Hüreyre der ki: «Sizin bu işten çekinmenize şa­şıyorum. Vallahi o kirişi omuzlarınıza koyarım»[43][44]
  8. Amr’ın babası Yahya el-Mâzini’den: Dahhak b. Halife, el-Urayd denen bir nehirden kendisi için bir su kanalı açtı. Bu suyu Muhanımed b. Mesleme’nin arazisinden geçirmek istedi. (Çünkü su ile kendi arazisi arasında bu kişinin arazisi bulunuyordu.) Mu-hamnıed geçirtmek istemedi. Dahhak ona:

«— Neden bana engel oluyorsun? Burdan geçecek sudan ya­rarlanırsın, o sudan içersin. Sana zararı olmaz» dedi. Muhammed yine razı olmayınca Dahhak, konuyu Ömer b. Hattab’a anlattı. Ömer b. Hattab da Muhammed b. Mesleme’yi (huzuruna) çağırdı ve Dahhak’a izin vermesini emretti. Muhammed:

«— Hayır, olmaz» deyince Ömer:

«— Niçin bir müslüman kardeşinin faydalanacağı şeye mani oluyorsun? Halbuki ondan sen de yararlanırsın, daima bu su ile arazini sulayabilirsin, sana hiç zarar vermez» dedi. Muhammed de:

«— Allah’a yemin ederim ki hayır» deyince Ömer:

«— Allah’a yemin ederim ki, senin karnın üzerinden bile olsa bu suyu geçirecek» dedi. Bunun üzerine Ömer, Dahhak’a o arazi­den suyu geçirmesini emretti. O da geçirdi.

  1. Amr’ın babası Yahya el-Mazini der ki: Dedemin bahçesin­de Abdurrahman b. Avf in su arkı vardı. Abdurrahman b. Avf, bu su arkını bahçenin kendi arazisine daha yakın bir tarafina almak istedi. Bahçe sahibi buna razı olmayınca, Abdurrahman b. Avf ko­nuyu Ömer b. Hattab’a anlattı. Ömer de, Abdurrahman b. Avf in lehine suyun yerinin değiştirilmesine hükmetti.
  2. Malların Taksim Edilmesi
  3. Sevr b. Zeyd ed-Deylemî’ye şöyle rivayet edildi: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Cahiliye devrinde taksim edilmiş olan herhangi bir ev ya da arazi, o devirde taksim edildiği şekil­de kalır. İslam geldiği zaman taksim edilmemiş ev ve arazi ise, İslam esaslarına göre taksim edilir.»[45]
  4. İmam Malik, ölen ve Medine’nin âliye (yukarı) ve sâfîle (aşağı) denilen cihetlerinde arazi bırakan bir kişi hakkında der ki: Hissedarların rızası olmadan sulamaya ihtiyaç göstermeyen ara­zi, taşıma su ile sulanan arazi ile birlikte taksim edilmez. Sulama­ya ihtiyaç göstermeyen arazi, sulu arazi ile aralarında benzerlik varsa taksim edilebilir. İki arazi arasında aynı bölgede olmaları itibariyle yakınlık varsa buradaki araziler birbirine eklendikten sonra vereseler arasında taksim edilir. Evler ve bahçeli evler de aynı şekilde taksim edilir.
  5. Hayvanların Başkalarının Malına Zarar Vermesi
  6. Said b. Muhayyisa’mn oğlu Haram’dan: Bera b. Âzib’in de­vesi bir adamın bahçesine girdi ve ona zarar verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), şöyle hükmetti: Bahçe sahipleri gündüzün bahçelerini koruyacaklardır. Geceleri hayvanların zarar verdik­leri şeyler hayvan sahipleri tarafından ödenecektir.[46]
  7. Abdurrahman b. Hatıb’m oğlu Yahya’dan: Hâtıb’m kölele­ri, Müzeyne kabilesinden bir şahsa ait deveyi çaldılar ve onu kes­tiler. Durum Ömer b. Hattab’a bildirildi. Hz. Ömer, Kesir b. es-Salt’a hırsızların elini kesmesini emretti. Sonra (bundan vazgeçe­rek) Hz. Ömer, (Hatıb’a) «Sanırım onları aç bırakıyorsun» dedi. Sonra devamla Hz. Ömer: «Vallahi, sana ağır gelecek şekilde bunu ödettireceğim» dedi. Sonra Müzeni’ye: «Devenin fiyatı ne kadar?» deyince, Müzeni, «Vallahi Onu dörtyüz dirheme vermezdim» dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, (Hâtiba hitaben) «Ona sekizyüz dirhem ver» dedi.

imam Malik der ki: Bizdeki amel kıymetin ikiye katlanarak ödenmesi şeklinde değildir. Fakat bizce hüküm, bir şahsın deve ya da hayvanı aldığı günkü değeri üzerinden ödemesi şeklindedir.

  1. Hayvanlara Zarar Verenler

îmam Malik der ki: Bizce hayvanlara zarar veren kişi, o hay­vanın zarardan Önceki ile sonraki kıymetleri arasındaki farkı öder.

îmam Malik der ki: Devenin saldırısına uğrayan bir kişi ken­disine zarar vereceğinden korkarak deveyi Öldürür ya da bacakla­rını kırarsa ve bu kişinin devenin kendisine saldırmak istediğine dair bir delili de varsa deveyi ödemesi gerekmez. Şayet kendi sö­zünden başka delili yoksa o zaman devenin bedelini Öder.

  1. İşçilere (Sanatkârlara) Verilen Şeyler

imam Malik der ki: Bir kişi, boyacıya boyaması için bir elbise vermiş ve o da boyamıştır. Elbise sahibi:

«—Bu şekilde boyamanı istememiştim.» demiştir. Boyacı da:

«—Hayır sen böyle istemiştin» demiştir. Bu hususta boyaca-nın sözü kabul edilir. Terzi ve kuyumcu da böyledir. Hepsi de söz­lerinin doğruluğuna yemin ederler. Ancak yaptıkları işin, kusur­lu olması halinde, sözleri kabul edilmez. Bu takdirde, kumaş sahi­bi yemin eder. Eğer yemin etmekten de çekinirse, boyacıya yemin ettirilir.

tmam Malik der ki: Bir boyacıya (boyaması için) kumaş veri­lir, o da kumaşı bozar, sonra da özürlü kumaşı başka birine verir, verdiği adam da o elbiseyi giyerse, elbiseyi giyen elbisenin kıymeti­ni ödemez. Elbiseyi giyen, boyacıya ait olmadığını bilmiyorsa hü­küm böyledir. Elbisenin boyacıya ait olmadığını bilerek giyerse, kıymetini sahibine öder.

  1. Borcu Havale[47] Etme Ve Yüklenme

imam Malik der ki: Bize göre, borçlu alacaklıyı borcunu öde­mesi için kendisine borcu olan diğer bir kişiye havale eder, havale­yi kabul eden kişi borcu ödemeden iflas eder ya da ölüp borcu ka­patacak mal bırakmazsa, alacaklının havale edende hiç bir hakkı olmaz ve ondan hiçbir şey istemez.

Bizdeki hüküm ittifakla böyledir. îmam Malik der ki:

Bir adam birinin borcunu üzerine aldıktan sonra Ölür veya if­las ederse, ilk alacaklı alacağını ilk borçludan ister.

  1. Özürlü Bir Kumaşı Almak

imam Malik der ki: Bir kişi, kendisine haber verilmesi ya da bizzat tesbit edeceği satıcının bildiği yırtık veya benzen bir özürü olan kumaşı satın alsa, sonra bu kumaşı fiatını düşürecek derece­de biçse, bilahare müşteri kumaşın özürünü öğrense, onu gerisin geri satıcıya verebilir. Biçtiğinden dolayı, satıcıya bir Ödeme yap­maz.

Bir kimse, yırtık ve kesik gibi bir özürü olan kumaşı satın alsa da satan, özürü bilmediğini ve kumaşı satın alanın veya boyacı­nın kesmiş olduğunu iddia etse, müşteri muhayyerdir. İsterse, yır­tık ve kesiğin, kumaşın bedelinden eksilttiği miktarı düşürüp ku­maşı alır. İsterse, biçme ve boyamanın kumaşın bedelinden eksilt­tiği miktarı öder, kumaşını geri verir. Müşteri, kumaşı boyayınca fıatı artmış ise, müşteri yine muhayyerdir. İsterse kumaşın fiatını

özürün eksilttiği kadar düşürür isterse kumaşı satanla kumaşta ortak olur. Bu takdirde, yırtık ve kesik olan kumaşın değerine ba­kılır. Eğer kumaş on dirhem, boyanın kumaşa eklediği değer de beş dirhem ise, taraflardan her biri hisseleri miktannca kumaşta ortak olurlar. Bu hesaba göre, boyanın elbiseye eklediği fazlalık da elbisenin (yeni) fıatı içersinde bulunmuş olur.

  1. Kişinin Çocuklarından Birine Fazla Bir Şey Bağışlaması
  2. Nu’man b. Beşir (r.a.)’den: Babam Beşir, beni Resûlullah (s.a.v.)’a götürdü ve:

«— Ben şu oğluma kölemi bağışlamak istiyorum» dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.):

«— Her çocuğuna bunun gibi bir hibe verdin mi?» buyur­du. Beşir:

«— Hayır» diye cevap verdi. Resûlullah (s.a.v.) de:

«— Bundan vazgeç»[48] buyurdu.[49]

  1. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımı Hz. Aişe (r.a.) der ki: Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.), Gâbe denilen yerde bana toplanacak yirmi vesk[50] hurma hibe etti. Öleceği zaman (babam) Ebû Bekir şöyle

dedi:

«— Kızım vallahi ölümümden sonra senin zengin olmanı her­kesten daha çok isterim. Fakir olmana da çok üzülürüm. Sana top­lanacak yirmi vesk hurma bağışlamıştım. Şimdiye kadar topla­dıkların senin. Fakat onlar bugün varis malı olmuştur. Senin iki erkek ve iki de kız kardeşin var. Geri kalanı, Allah’ın kitabına uy­gun olarak aranızda paylaşın.» Ben derim ki:

«— Babacığım vallahi, şu ve şu kadar da olsa onu (varislere) bırakırım. Kız kardeşlerimin biri Esma, diğeri kim?» Babam Ebû Bekir:

«— Harice’nin kızının karnındaki çocuktur. O çocuğun kız ola­cağını sanıyorum»[51] cevabını verdi.[52]

  1. Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle dedi: Neden çocuklarına bağış­ta bulunan kişiler sonradan yaptıkları bağışı vermiyorlar? Oğlu ölen biri, malım elimde, onu hiç kimseye bağışlamadım» der. Eğer kendisi ölmek üzere olsa «o mal oğlumundur. Ben o malı oğluma bağışlamıştım» der. Bağışta bulunan kimse, vereseler bırakarak ölür, bağışlanan da o Ölünceye kadar bağışı teslim almazsa, bu ba­ğış hükümsüz olur.[53]
  2. Caiz Olmayan Bağış

îmam Malik der ki: Bizde hüküm şöyledir. Bir kimse, bir şah­sa karşılığını yalnız Allah’tan almak niyetiyle,bir bağışta bulun­sa ve bu bağışı da sahicilerle delillendirse bağış, bağışlananın olur. Ancak bağışlanan daha bağışı teslim almadan bağışlayan ölürse bağışlananın olmaz. Bağışlayan, bağış ettiğine dair şahit tuttuktan sonra, bağışı vermemek isterse, buna hakkı olmaz. Ba­ğışlanan dilerse bu bağışı ondan alır.

İmam Malik der ki: Bir kimse bir bağışta bulunsa, sonra bu bağıştan vaz geçse bağışlanan o kişinin bu bağışı kendisine yap­mış olduğuna şahitlik edecek bir kişi getirse, —hibe eşya olsun, al­tın, gümüş veya hayvan olsun— bağışlanana şahidinin şehade-tiyle birlikte yemin ettirilir. Eğer yemin etmekten kaçınırsa, bağış

yapana yemin ettirilir. O da yemin etmekten kaçınırsa, bağışlana­na, bir şahidi olduğu takdirde iddia ettiği bağışı verir. Eğer bağış­lananın şahidi yoksa hiçbir hakkı olmaz.

imam Malik der ki: Bir kişi, sevabını Allah’tan isteyerek bir-bağışta bulunsa, sonra bağışlanan ölse, vereseleri onun yerine ge­çerler ve haklarını alırlar.

Bağışlayan, daha bağışlanan bağışı teslim almadan önce öl­se, bağışlananın hiç bir hakkı kalmaz. Çünkü, o kişiye bir bağış yapılmış, o da bu bağışı teslim almamıştır.

Bağışı yapan, bağışı yaparken şahitle delillendirdiği halde bağışı vermek istemese, buna hakkı yoktur. Bağışlanan istediği zaman (elinden) bağışı alabilir.

  1. Hibe
  2. Ömer b. Hattab (r.a.) der ki: «Bir kimse akrabalık dolayı­sıyla veya sadaka olarak bir hibede bulunsa, yapmış olduğu bu hi­beden dönemez. Bir kimse de karşılık beklediğini söyleyerek bir hibede bulunsa, o kimse memnun edilmezse hibesinden dönebi­lir.»

îmam Malik der ki: Bizdeki hüküm ittifakla şöyledir: Karşılık beklenerek yapılan hibe, hibe edilenin yanında bir fazlalık ya da eksiklik gibi bir değişikliğe uğrarsa, hibe edilenin, hibe edene hi­beyi teslim aldığı günkü kıymetini vermesi gerekir.[54]

  1. Sadakadan Dönüş

imam Malik der ki: Bizde ittifak edilen hüküm şöyledir: Bir kimse oğluna bir sadaka verse, oğlu da o sadakayı teslim alsa, ya da çocuk, baba ocağında olup babası ona sadaka verdiğine şahid getirse, sadaka verenin sadakadan cayma hakkı yoktur. Çünkü o kişi, verdiği sadakadan dönemez.

îmam Malik der ki: Bizde ittifak edilen hüküm şöyledir: Bir kimse, çocuğuna bir bağışta bulunur ya da sadakanın dışında bir hediye verirse, çocuk bazı kişilerin kendisine babasının vermiş ol­duğu bu hediyeye güvenerek verdikleri bir borcun olduğunu orta­ya koyamadığı müddetçe, o kişi bu hediyesinden cayabilir. Böyle borçların varlığı sözkonusu olduktan sonra, babanın vermiş oldu­ğu hediyeden cayma hakkı yoktur.

Yahut, baba, oğluna veya kızına bir hediye verir de bir kadın, bu erkekle evlenir, evlenme sebebi o erkeğin zenginliği ve babası­nın ona vermiş olduğu hediyedir. Bu durumda baba verdiği hedi­yeden caymak ister, veya bir adam, babasının hediye verdiği bir kızla evlenir, onunla evlenme ve mehrini artırma sebebi de kadı­nın zenginliği, malı oluşu ve babasının verdiği hediyedir. Sonra baba: «Ben bu işten vazgeçiyorum» derse, babanın oğluna ve kızı­na verdiği hediyeden cayma hakkı yoktur.

  1. Umra[55]
  2. Cabir b. Abdullah el-Ensarî (r.a.)’den: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Herhangi bir kişiye ve çocuklarına bir Umra hibe edilirse, bu o kişinin olur. Bu Umra, hiç bir zaman hibe eden kişiye geri dönmez. Çünkü hibe edenin hibesi, miras hükümlerinin geçerli olduğu bir hibedir.»[56]
  3. Mekhul ed-Dımeşkî, el-Kasım b. Muhammed’e Umra’yı ve bu hususta halkın fikirlerini sordu.

el-Kasım b. Muhammed:

«— Beraber yaşamış olduğum bütün insanlar malları ve ken­dilerine verilen hibeler konusunda şartlarım sürdürüyorlar» dedi.

îmam Malik der ki: Bizdeki hüküm şöyledir: Hibe eden «Umra sana ve çocuklarına» kaydını söylememişse, Umra kendisine geri­sin geri dönebilir.

  1. Nafi (r.a.) der: Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.)’a kız kar­deşi Hz. Hafsa’dan miras olarak bir ev düştü. Hz. Hafsa (r.anha) bu evi Zeyd b. Hattab’ın kızına ömür boyu mesken olarak kullan­ması için vermişti. Zeyd’in kızı ölünce, Abdullah b. Ömer kendisi­nin olduğu görüşüyle eve sahip oldu.[57]
  2. Buluntu Mal
  3. Zeyd b. Halid el-Cüheni der ki: Bir adam, Resûlullah (s.a.v.)’a buluntu şeyin hükmünü sordu. Resûlullah (s.a.v.) da:

«— Onun kabını ve bağını tanı, sonra onu bir sene halka duyur. Sahibi gelirse ona verirsin. Gelmezse onu harcaya­bilirsin.» Adam:

«— Ya Resûlallah! Bulunan koyun ise?» dedi. Resûlullah (s.a.v.):

«— O senin veya başka bir din kardeşinin ya da kurdun­dur.»[58] cevabını verdi. Adam:

«— Kaybolan devenin hükmü nedir?» dedi. Resûlullah (s,a.v.):

«— Ondan sana ne?[59] Bol su alan karnı, sağlam ayaklan

var. Sahibi gelinceye kadar, ağaç yapraklarından karnını

doyurur, suya gidebilir» (Yani ona dokunamazsın) buyurdu.[60]

  1. Abdullah b. Bedr der ki: Şam yolunda bir kabilenin evinde misafir oldum ve içerisinde seksen dinar olan bir kese buldum, bu­nu Ömer b. Hattab’a söyleyince, Hz. Ömer bana:

«— Bir sene, onu cami kapılarında ilan et ve Şam’dan gelenle­re duyur. Bir sene geçince de, onu istediğin gibi harcıyabilirsin»

dedi.

  1. Nafi’den: Bir adam bir yitik buldu. Bu münasebetle Abdul­lah b. Ömer’e gelerek ona şöyle söyledi:

«— Bir yitik buldum, bu hususta fikrin nedir?» Abdullah b. Ömer ona:

«— Onu halka ilan et» dedi.O da: «— îlan ettim» dedi. Abdullah:

<— Daha fazla ilan et» dedi. Adam:

<— ilan ettim» cevabını verdi. Abdullah b. Ömer:

«— Onu «ye» diyemem, isteseydin (bulduğun yerden) onu al­mayabilirdin?» dedi.[61]

.

  1. Bulduğu Yitiği Harcayan Köle Île İlgili

îmam Malik, bir yitiği bulup onu yitiklere tanınan süre sona ermeden —bu süre bir senedir— harcayan bir köle hakkında der ki: Bu yitik, kölenin zimmetinde sabit olur. Efendisi, ya kölenin harcadığı yitiğin bedelini verir, ya da köleyi yitik sahiplerine tes­lim eder.

Yitiğe tanınan süre tamamlanıncaya kadar yitiği muhafaza eder, sonra harcasa köle borçlanır. Bu borcun yerine köle verilmez. Efendisi de bu borçtan sorumlu değildir.

  1. Yitik Hayvanlar
  2. Ensardan Sabit b. ed-Dahhak (r.a.) der ki: Harre denilen yerde bir deve buldum ve onu bağladım, sonra Ömer b. Hattab (r.a.)’a onu arzettim. Hz. Ömer de bana onu üç defa halka ilan et­memi emretti. Ben Hz. Ömer’e, devenin arazimde olduğunu söyle­yince bana:

«— Onu bulduğun yere salıver» diye emretti.

  1. Said b. el-Müseyyeb (r.a.)’den: Ömer b. Hattab (r.a.), sırtı­nı Kâ’be’ye dayamış olarak şöyle dedi:

«— Yitik bir hayvanı alan yanlış iş yapmıştır.»[62]

  1. îbn Şihab der ki: Ömer b. Hattab (r.a.) zamanında yitik de­veler, güven altında idiler. Yavrularlar ve kimse onlara dokun­mazdı. Osman b. Affan (r.a.) halifeliği zamanında, bu develerin ilan edilmelerini, sonra da satılmalarını, sahibi gelirse parasının ona verilmesini emretti.
  2. Ölmüş Kimse Adına Sadaka Verilmesi
  3. Şurahbîl b. Said’den: Sa’d b. Ubâde, Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte bir harbe katılmıştı. Annesi, Medine’de ölmek üzereydi. Annesine:

«— Vasiyette bulun» denildi. O da:

«— Neyi vasiyet edeyim? Mal, Sa’d’indir dedi ve Sa’d gelme­den öldü. Sa’d gelince, durum kendisine anlatıldı. Sa’d:

«— Ya Resûlallah, anamın yerine sadaka versem, ona faydası olur mu?» diye sordu. Resûlullah (s.a.v.):

«—Evet» diye cevap verdi. Bunun üzerine Sa’d adlarını söyle­yerek «Şu, şu bahçe annemin adına sadakadır» dedi.[63]

  1. Hz. Peygamberin hanımı Hz. Aişe’den: Bir adam Resûlul­lah (s.a.v.)’a: «Annem aniden Öldü. Sanıyorum ki konuşabilseydi, tasaddukta bulunacaktı. Onun adına sadaka verebilir miyim?» dedi. Resûlullah (s.a.v.):

«— Evet» buyurdu.[64]

  1. îmam Malik’e şöyle rivayet edildi: el-Haris b. el-Hazreç oğullarından olan Ensardan bir adam, anne ve babasına tasad-dukta bulundu ve ikisi de ölünce, bu adama onlara vermiş olduğu maldan bir hurmalık düştü. Konuyu Resûlullah (s.a.v.)’a sordu: Resûlullah (s.a.v.) da:

«— Sadakanın sevabı sana verildi. Onu miras olarak al» buyurdu.

Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem

Yargılama Bölümü – Muvatta

Muvatta – İmam Malik | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.