Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 14°C
Yağmurlu
İstanbul
14°C
Yağmurlu
Cts 20°C
Paz 21°C
Pts 23°C
Sal 22°C

Namaz Layıkı Bölümü – Sünen-i İbn Mace

Namaz Layıkı Bölümü – Sünen-i İbn Mace

Namaz Layıkı Bölümü – Sünen-i İbn Mace

1- Namaza Başlamak Babı

803) Ebû Hümeyd es-Sâidî (Radtyallâkü awA)’den:

Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) na­maza kalktığı zaman kıbleye doğru durup ellerini kaldırır ve: «Allahu ekber.» derdi.[1]

İzahı

Bu hadisi Buhâri, Tirmizi, Ahmed, Beyhaki, Ebû Dâvûd, Ibn-i Hibbân ve Tahavî de üzün ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.

Sindi: ‘Hadiste, ellerin tekbirden önce veya sonra kaldırıla­cağına delâlet yoktur. Başka hadîsler, ellerin tekbir alınmadan ön­ce kaldırılacağına delâlet eder. Bu nedenle mutlak olarak geçen ha­disleri böyle yorumlamak uygundur. Diğer taraftan hadisin zahiri­ne göre Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), namaz için niyet ederken dille söylemezdi. Bunun için bir çok âlim : Dille niyet etmek bid’attir, demiştir. Lâkin âlimlerin ekserisi, kalble getirilen niyet hu­susunda, dil kalbe muvafakat etsin diye niyeti dille söylemenin müs-tahablığına hükmetmişlerdir,’ demiştir.

Namaza başlarken : ‘Allahu Ekber1 diyerek namaza girmenin ge­rekliliğine bu hadis delildir. Cumhurun ve eski ve yeni tüm ilim eh­linin kavli budur.

Ebû Hanif e: Ta’zime delâlet eden herhangi bir lafızla na­maza başlamak caizdir, demiştir. Fakat Müellif,Tirmizi , Şa­fii, Ahmed, Bezzâr, el-Hâkim, İbnü’s-Seken, Ebü Dâvûd ve başkalarının A1i (Radıyallâhü anh) ‘den merfû” olarak rivayet ettikleri; “Namazın tahrimi tekbirdir.» hadisini, izah etmekte olduğumuz hadisi ve benzeri hadîsle­ri delil göstermişlerdir. Cumhur, tekbir ile namaza girileceğine hük­metmiş olmakla beraber, okunacak tekbir lafzı hususunda kendi ara­larında ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki :

1- Mâlik, Ahmed ve Selef in ekserisi: ‘Allahu ek­ber’ lafzından başka bir tekbir lafzıyla namaza girilemez demişlerdir.

2- Şâfiî «Allahu Ekber» veya «Allahü’l Ekber» lafzıyla na­maza girilebilir. Başka lafızlarla girilmez, demiştir.

3- Ebû Yûsuf: Tekbir kelimesinden türeme olan lafız­larla da, meselâ ‘AUahü’l-Kebîr’ lafzıyla da namaza girmek caizdir. Tekbir ve ondan türeme lafızlardan başka cümlelerle namaza girile­mez, demiştir.

EI-Menhel yazarı ‘Abdest farzları bâbı’nda yukarıdaki görüşleri naklettikten sonra : ‘Allahuekber’ lafzından başka hiç bir lafızla na­maza girilemez diyen çoğunluktaki âlimlerin kavli sıhhatlidir, diye­rek beş tane delil zikretmiştir. Bunların buraya aktarılması uzun sü­receği için buraya almaktan .

804) Ebû Saîd-i Hurlrı (Radıyatlöhu uiıh)\cw:

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Tahar-rüm tekbirinden sonra) namazındaki kırâata şu dua ile başlardı:

-Allahım! Senin hamdine bürünerek, Seni bütün eksikliklerden tenzih ederim. İsmin çok büyüktür. Azametin de çok yücedir. Sen­den başka ibâdete lâyık hiç bir ma’bud yoktur. [2]

İzahı

Bu hadisi Ahmed ,Nesâi ,Tirmizi ve Ebû Davüd da rivayet etmişlerdir.

-Seni bütün eksikliklerden tenzih ederim.» cümlesinin mânâsı : Senin bütün noksanlıklardan pâk ve nezih’ olduğuna kesinlikle ina­nırım, demektifYoksa hâşâ Allah nezih değiîde kulOnu tenzih eder paklar mânası düşünülemez.

Senin ismin çok büyüktür.» cümlesinin mânası Allah adının bü­tün kâinatı kuşatması ve bereketinin göklerde ve yerlerde yaygın halde bol olmasıdır.

Cümledeki «isim» ile Allah’ın adının değil, Onun zâtının kasdedilmiş olması muhtemeldir. Bu takdirde cümlenin mânası • Senin zâ­tın çok büyük ve muazzamdır. Ve bereketin boldur, olur.

Hadis, iftitah duası olarak hadiste geçen duanın okunmasının meşruluğuna delâlet eder.

805) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü

Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (na­maza başlarken) tekbir aldığı zaman, tekbir ile (açıktan) okuyuşu arasında sükût ederdi. (Açıktan bir şey okumazdı). Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh) demiştir ki: Ben : Babam annem Sana feda olsun. Tek­bîr ile kıraat arasındaki sükûtundan bana haber verir misin? Ne de­diğini bana söyle, dedim. O da :

‘Allah’ım! Şark ile garbı birbirinden uzaklaştırdığın gibi beni ile hatalarımı birbirinden uzaklaştır. Allahım! Beyaz elbise kirden temiz­lendiği gibi beni hatalarımdan pâk eyle. Allah’ım! Su, kar ve dolu (ya benzer mağfiretinin çeşitleri) ile beni hatalarımdan yıka.’ söy­lerim.» buyurdu. [3]

İzahı

Buhâri, Müslim, Nesâi, Ebû Dâvüd ve Ah-m e d de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in taharrüm tekbiri ile açıktan kıraati arasındaki sükûtundan Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh)nin maksadı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in susması değil, gizli olarak ne okuduğudur. Çünkü Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sükûtunu sorarken ikinci cümlede: «…Ne dediğini bana söyle, demiştir. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gizli olarak bir şey okuduğunu, Ebû Hüreyre (Radıyallâ­hü anh) seziyordu. Eğer sükût, hakîki mânasında kullanılmış olsay­dı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ne dediğini sorması düşünülemezdi.

Duâ edilirken söylenen : «… Beni ile hatalarımı birbirinden uzak­laştır…» fıkrasından maksad; vukubulmuş olan günahları silmek ve gelecekte vukubulmasi muhtemel vakalardan korumaktır. Bu uzak­laştırmanın mecazi olduğu malûmdur.

«Şark ile garbı birbirinden uzaklaştırdığın gibi…» terkibindeki teşbihten maksad; şark ile garbın birbirine yaklaşması ve kavuşma­sı mümkün olmadığı gibi, benim, işlediğim günahlara veya bundan sonra işlemem muhtemel olan günahlara yaklaşmam ve kavuşma­mın imkânsız kılınmasıdır.

Bundan sonraki duâ cümlesinde : «Beyaz elbise kirden temizlen­diği gibi…» diye bir teşbih vardır. Beyaz elbiseye benzetmenin hik­meti, beyazlığı nedeniyle temizliğin onda daha açık bir şekilde görü-

lebilmesidir.

Son duâ cümlesinde su, kar ve dolu ile yıkatılmak isteniyor. Mâ­nevi pislik olan günahların bu maddelerle giderilemiyeceği bilinmek­tedir. Gaye, çeşitli kirler bu maddelerle giderildiği gibi, çeşitli hata­ların kökünden giderilmesi için ilâhi mağfiretin çeşitlerinin istenme­sidir.

H a t t â bi , bu duâ cümlesiyle ilgili olarak şöyle der : Hadiste su, kar ve dolunun kendileri kasdedilmemiştir. Maksad, hataların kökünden silinmesi ve kişinin bunlardan iyice temizlenmesidir. Kar ve dolu ellerin dokunmadığı ve hiç kullanılmamış olan iki su çeşidi­dir. Bunların zikredilmesi, temizlenmenin en iyi şekilde olmasını pe­kiştirmek içindir.

Tıy bî: Bu cümlede sudan sonra kar ve dolunun zikredilme­sinden maksad, ilâhi afvdan sonra, son derece sıcak olan cehennem hararetini söndürmek için son derece soğuk olan kar ve doluya ben­zer rahmet ve mağfiret çeşitlerini dilemektir. Nitekim araplar, ba­zen duâ ederken : Allah; kabrini soğutsun, derler. Yâni Allah ona rahmet etsin ve ateş azabından korusun. Keza Müslim’in rivâyetinde bu cümlede ‘soğuk su’ ifâdesi kullanılmıştır. Hatalar, cehen­nem ateşi mevkiine konmuş, çünkü Cehennem azabı ondan doğar. Hataların hararetinin söndürülmesi için soğuk maddelerin kullanıl­ması tercih edilmiştir denilebilir, demiştir.

806) Âişe (Radıyaİiâhü anfıâ)’den rivayet edildiğine göre şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza başladığı za­man (taharrüm tekbirinden sonra) şunu söylerdi; [4]

İzahı

Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvüd, Darekut ni ve e 1 – H â k i m de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd, hadisin meşhur olmadığını söylemiştir. Darekutni de merfu’ olarak rivayet edip, hadisin kuvvetli olmadığını söylemiştir. Ayrıca bir kaç yoldan Ömer CRadıyallâhü anh) üzerine mevkuf olarak rivayet etmiş ve : Doğru olanı budur, demiştir. Müellifimiz ve Tirmizi, Harise bin Ebî Rical tarikinden A m r e aracılığıyla Âişe (Radıyaİiâhü anhâ)’den rivayet etmişlerdir. El-Hâfız : Ha­rise zayıftır, demiştir. İbn-i Huzeyme de: Harise ilim ehlinin, hadîslerini delil gösterdikleri râvilerden değildir. Bu ha­dîsin, Peygamber (Sallallahü Aleyhive SeIIem)’den olan rivayeti de­ğil Ömer (Radıyaİiâhü anh)’den olan rivayeti sahihtir demiştir.

El-Menhel yazan; duasının okunmsaına ait hadîslerin rivayetleri üzerinde âlimlerin görüşlerini ‘Sübhâneke ile başlamak bâbı’nda naklettikten sonra şöyle der:

‘Velhasıl ‘Sübhaneke’ duasına âit hadis, bir kaç yoldan merfu’ olarak rivayet edilmiştir. Bâzı senedleri hakkında itiraz olmuştur.

Bununla beraber senedleri çok olup, birbirlerini takviye ederler. Ay­rıca Ömer (Radıyaİiâhü anh)’e mevkuf olarak da rivayet edil­miştir. Lâkin bu mevkuf rivayet, merfu1 hükmündedir. Çünkü bu tür şahabı sözü re’y yoluyla söylenmez. Şu halde, hadîs kuvvetlidir ve bu­nunla amel etmek sahihtir. [5]

İftitah Duası Hakkında Âlimlerin Görüşleri

Bu bâbta geçen Ebû Saîd-i Hudri (Radıyaİiâhü anh) ve Âişe (Radıyaİiâhü anhâî’nin hadîslerine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), taharrüm tekbirinden sonra ve kıraat-tan önce ‘Sübhaneke…’ okumuştur. Ebû Hüreyre (Radıyaİ­iâhü antü’nin hadîsine göre ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) iftitah duası olarak: «Allâhümme Bâid…» duasını okumuştur.

Şafii, Ahmed, Müslim, Nesâî, Ebû Dâvûd ve Darekutni’ nin rivayet ettikleri Ali bin Ebî Tâ-1 i b (Radıyaİiâhü anh) ‘in hadîsine göre Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) iftitah duası olarak :

duasını okumuştur.

El-Menhel yazan, İftitah zamanındaki sekte babında bu konu­da şu ma’lûmatı verir :

«Şu üç bâbta mezkûr rivayetlerin mecmuundan hâsıl olan sonuç şudur ki.- İhtitah duası hakkında bir kaç rivayet mevcuttur. Namaz kılan kişinin, mezkûr dualardan istediğini seçebileceği ve kıldığı na­mazın farz veya nafile oluşu hususunda bir fark olmadığı anlaşılır.

Mezheb âlimlerinin iftitah duası hakkındaki ihtiyarları şöyledir :

1 – Hanef iler, ‘Sübhaneke…’duasını seçmişlerdir. Ebû Bekir, yöjm e r, İbn-i Mes’ud, Evzâî, Sevri, İshak ve Dâvûd (Radıyaİiâhü anhüm)’ün mezhebi budurBunlar ; ‘Veccehtü…’ duası okunmaz. Çünkü bu dua ilkin vardı. Son­ra neshedildi, demişlerdir,

İbnü’l-Cevzi: ‘Veccehtü…’ duası ilk zamanlarda vardı. Sonra- terk edildi veyahut yalnız nafile namazında okunurdu. Çün­kü N e s â i’ nin Muhammed bin Mesleme1 den riva­yet ettiğine göre :

Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) nafile namazına kalk­tığı zaman: «Veccehtü…» duasını okurdu. Lâkin bu rivayet, duanın nafileye mahsus olup farzda okunmamasını gerektirmez. Üstelik t b n-i H i b b â n’ın rivayetine göre Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem), farz namaza kalktığı zaman bu duayı okurdu. Kesin delil olmadıkça nesh yoluna gidilmez. Burada ise, neshe delâlet eden hiç bir delil yoktur, demiştir.

2 – Şâfiiler, Ali (Radıyallâhü anhJ’nin hadîsiyle hük­mederek, iftitah duası olarak ‘Veccehtü’ duasını müstahab görmüş­lerdir.

N e v e v i : Delilimiz Şudur ki: Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem)’in iftitah duası olarak ‘Sübhâneke…’ duasını okuduğu sü-but bulmamış ve ‘Veccehtü.,.1 duasını okuduğu sübut bulmuştur. Bu yüzden, ‘Veccehtü…’ duasının okunması belirlenmiş olur. Bununla amel etmek gerekir, demiştir. Lâkin Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem)’in ‘Sübhâneke…’ duasını okuduğu, sahih bir yoldan varid ol­mamışsa da birbirini takviye eden müteaddid yollardan varid olmuş­tur. Dolayısıyla bununla amel etmek sahihtir.

3 – Ebû Yûsuf, Ebû İshak, EI-Meruzî ve el-Kadı Ebû Hâmid, ‘Veccehtü…’ duası ile ‘Sübhâneke…’ duasını toplamayı seçerek; Okuyucu bunlardan istediği ile başlar, arkasından diğerini okur, demişlerdir. Onların delili de, Beyha-k i’ nin C â b i r (Radıyallâhü anhVden rivayet ettiği i

‘Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken her iki düâyı da okuyormuş’ mealindeki bir hadîstir.

4 – Hanbeliler ‘Sübhâneke…’ duasını okumayı seçmiş­ler ve : Vârid olan diğer duaları iftitah duası olarak okumak caizdir, bunda kerahet yoktur, demişlerdir,[6]

2 – Namazda İstiaze (Eûzü) Çekmek Babı

807) demiştir: Ben, Resûlullah (Sallaİlahü Aleyhive Sellem)’i namaza girdiği zaman gördüm. Şunu okudu ı

Üç d Cübeyr bin Mufîm (Radtyallâhü anh)\en:

Şöyle efa «Allah her şeyden büyüktür. Allah her şeyden büyüktür.» üç defa «Allah’a çokça hamd olsun. Allah’a çokça hamd olsun.- üç defa «Sabah, akşam, Allah’ı bütün noksanlıklardan tenzih ederim.» «Allah’ım! Şüphesiz ben taşlanmış şeytandan, onun hemzinden, onun nefhinden ve onun nefsinden sana sığınırım.»

Râvi Amr demiştir ki: Şeytanın hemzi, mute hastalığıdır. Şey­tanın nefsi şiirdir. Şeytanın nefhi de kibirdir. [7]

İzahı

Bu hadîsi Ahmed ve Ebû Dâvûd da rivayet etmiş­lerdir, îbn-i Hibbân da şeytandan istiâze ile ilgili kısmı ri­vayet ederek, burada A m r ‘ in verdiği açıklamayı O da vermiştir.

Hadîste «Sabah akşam…» buyurulmuştur. Bu iki vaktin anılma sının sebebi, gece melekleriyle gündüz meleklerinin her gün bu za­manlarda toplanmalarıdır. Yahut gece ile gündüzün değiştiği vakit­lerde Allah Teâlâ’nın değişmekten nezih olduğunu anmak içindir.

T ı y b î : En açjk yorum şudur ki : «Sabah akşam…» kelimele­riyle devamlılık kasdedilmiştir. Yâni : Devamlı olarak Allah’ı teşbih ederim, denmek istenmiştir, der.

Râvi A m r : ‘Şeytanın hemzi mute hastalığıdır,’ demiştir. Bu hastalık, insanda görülen delilik ve sar’a hastalığının bir çeşididir. Hasta ayıldığı zaman, aklı tamamen avdet eder.

‘Hemz’in aslı kötülemek, jurnalcilik etmek, halkın kusurlarını anlatmak ve propaganda etmektir.

Râvi: ‘Şeytanın nefsi şiirdir,’ demiştir. ‘Nefs’ kelimesinin asıl mâ­nası, az bir tükürükle üflemektir. Yâni üflemek ile tükürmek arası bir harekettir. Üflemeye benzer, tükürmekten biraz eksiktir. Şey­tan, şâirleri bazen yersiz Övgü, hiciv, tahkir ve ta’zim mahiyetinde­ki şiirleri söylemeye sevkettiği için, bu tür şiirleri sanki şeytan şâi­rin ağzına üfler. Bu nedenle, şeytanın nefsi şiirdir, diye yorumlan­mıştır.

E 1 – A y n i : Hadîsteki ‘Nefs’ten murad, sihir olabilir. Bu tak­dirde mânası felâk sûresinin;

= «…ve düğümlere üfleyen —büyücü—lerin şerrinden…» âyetindeki ‘Neffasât’ kelimesinin mânasına uygun olur, demiştir.

Şeytanın nefhi kibirle yorumlanmıştır. Nefh’in aslı üflemektir. Şeytan, verdiği vesvese ile kişiye üfler. Kişi de kendisinin büyüklü­ğüne ve başkalarının küçüklüğüne inanıp herkesi hakir görür

808) Abdullah İbn-i Mesud (Rathyailâhü anh)\en: Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) : diye istiaze etti.

Ravi demiştir ki: Şeytanın hemzi mutedir. Onun nefsi şiirdir. Onun nefhi de kibirdir.[8]

Kıraattan Önce İstiâze

Âlimler, istiâzenin hükmü, yeri, lafzı, açıktan çekilmesi ve na­mazın bütün rek’atlarında tekrarlanması hususlarında ihtilâf etmiş­lerdir. El-Menhel yazarının, bu konularda verdiği ma’lumaî.ın özeti­ni buraya aktaralım. [9]

I – İstiâzenin Hükmü

Sahâbiler, tabiîler ve onlardan sonra gelen âlimlerin cumhuru, namaz kılanın istiâze etmesini mfistahab görmüşlerdir.

Ebû Hüreyre, îbn-i Ömer, A t â’ bin Ebi Rabâh, Hasan-ı Basrî, İbn-i Şîrîn, Nahaî, Evzâî, Sevrî, Ebû Hanîfe ile diğer re’y ehli, A h m e d , İshak, Dâvûd, (Radıyallâhü anhüm) ve başkaları bunun­la hükmedenlerdendirler.

Mâlik ve arkadaşlarına göre istiâze, farz namazda mekruh­tur. Nafile namazda mekruh değildir. Fakat hadîsler, onların görü­şünü reddeder. Bu ayırım için de bir neden görülmüyor.

Cumhurun delili ise N a h 1 sûresinin 98. âyeti ve istiâze hak­kında vârid olan hadîslerdir. Âyet şöyledir:

= «Kur’an okumak iste diğin zaman, taşlanmış şeytandan Allah’a sığın. [10]

II – İstiâze Yeri

Fıkıhçı ve hadisçi âlimlerin ekserisine göre ilk rekatteki kıraat­ten önce istiâza çekilir.

Ebû Hüreyre, İbn-i Şîrîn ve Nahaİ (Radı­yallâhü anhüm), âyetin zahirini tutarak: Kıraattan sonra istiâze çe­kilir, demişlerdir. [11]

III – İstiâzenin Lafzı

Cumhura göre istiâzanm lafzi; dir. Sevrî vb Medine halkına göre lafız şöyledir :

El-Hasan bin Salih’e göre şöyle istiâze edilir

Başka şekillerde söyleyenler de vardır.

Şafii: Şeytanı Recim’ den Allah’a sığınmayı kap sayan her lafızla istiaza hasıl olur. Lâkin efda’dir demiştir. [12]

IV – İstiâzeyi Açıktan Çekmek

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) : Cehri namazlarda kı­raat gibi istiâza da açıktan çekilir, demiştir.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), Ebû Hanîfe ve râ-cih kavle göre Ş â f i i’ ye göre istiâza gizli çekilir.

İbn-i Ebi Leylâ’ya göre bunun açıktan veya gizli ya­pılması arasında bir fark yoktur. [13]

V – İstiâzenin Tekrarlanması

Ş â f i i 1 e r ‘ e göre İmam, ona uyan ve tek başına kılan her­kes için namazın her rek’atinde kırâata başlarken istiâza çekmek müstahabtır.

Ebû Hanife ve Muhammed’e göre yalnız birinci rek’atte istiâza sünnettir. Bu da İmam ve münferid içindir.

Ebü Yûsuf’a göre imama uyan için de namazın ilk rek’a­tinde istiâzc çekmek sünnettir. [14]

3 – Namazda Sağ Eli Sol Elin Üzerine Koymak Babı

809) Hüllı (hin Adi) (Radtyallâhü anh)\cw[15] : Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize na­maz kıldırdı. Sağ eliyle sol elini tutardı.

810) Vâil hin Hiicr (Radıyallâhii anh)\en\

Şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’i namaz kılarken gördüm. Sağ eliyle sol elini tutmuştu.”

811) Abdullah hin Mes’ud (k’aâıyaljahü ımh)\ex\ :

Şöyle demiştir : Ben namazda sol elimi sağ elimin üzerine koymuş iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımdan geçti ve sağ elimi tutup sol elimin üzerine koydu. [16]

İzahı

Bu bâbta geçen hadisler, namazda sağ elin sol elin üzerine konu­lacağına delâlet ederler. H ü 1 b (Radıyallâ anh)’ün hadisi T i r-m i z i ‘ de de rivayet edilmiş ve hasen olduğu beyan edilmiştir. V â i 1 bin H u c r (Radıyallâhü anh)’ün hadisini Müslim, Ahm’ed, Ebû Dâvûd, Nesâî. İbn-i Huzeyme ve Beyhaki de uzun metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. Hep­sinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sağ elini sol eli­nin üzerine koyduğu, belirtilmiştir. İbn-i Mes’ud (Radıyallâ­hü anh)’un hadisini ise Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

Hanefi. Şafiî ve Hanbelİ mezheblerine mensub âlimler, bu bâbtaki hadîsleri ve benzerî hadîsleri delil göstererek, na­mazda ayakta durulurken sağ elin sol elin üzerine konulmasının meş­ruluğuna hükmetmişlerdir.

Ali, Ebû Hüreyre, Âişe, Said bin Cübeyr. İbrahim en-Nahaî, Süfyân-ı Sevri, İshak, Ebû Sevr, Dâvûd (Radıyallâhü anhüm) ve bunlardan baş­ka bir çok sahâbî ve tabiinin kavli budur.

El bağlamanın; huşu, huzur, tavâzu ve benzen kulluğun gerek­lerine daha uygun olması ve namaza aykırı düşen hareketlerden kaçınmaya vesile olması hikmetine binâen meşru kılındığı kuvvet­le muhtemeldir.

El-Leys bin Sa’da göre namazda sağ eli sol elin üze­rine koymak meşru değildir. Delili de namazını hatalı kılan şahsa Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in namazı târiT ederken el bağlamayı zikretmemiş olmasıdır. Lâkin bu hadîs delil olamaz. Çün­kü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama namazın yal­nız farzlarını öğretmekle yetinmiştir. Bu sebeple, sünnet olan el bağ­lamanın anlatılmaması, bunun meşru olmadığına delâlet etmez.

Mâlik’ ten edilen bir rivayete göre farz ve nafilede el bağlamakta beis yoktur. Diğer bir rivayete göre farzda mekruhtur. Nafilede beis yoktur. Mâliki mezhebine âit fıkıh kitablarında bu rivayetler nakledilmiştir. Bununla beraber İbn-i Abdi’l-B e r r : Mâlik vefat edinceye kadar namazlarda dâima el bağ­lardı, demiştir. [17]

El Bağlamanın Şekli

1 – Ebû Hanife, Sevrî, İshak bin Rahaveyh ve Ş â f i i ‘ nin arkadaşlarından Ebû îshak el-Meru-z i ” ye göre eller, göbeğin aşağısında bağlanmalıdır.Ibnü’1-Münzir’in anlattığına göre Ebü Hüreyre, Nahai ve Ebû Miclez’in kavli budur.

2 – Şâfiîler, Dâvûd ve Said bin Cübeyr’e göre elleri göğüsün altında ve göbeğin yukarısında bağlamak müs-tahabtır.

3 – Ahmed bin H a n b e 1 ‘ den, göbeğin aşağısında ve yukarısında olmak üzere iki rivayet vardır. Üçüncü bir rivayette, kişi iki şekilde bağlamak hususunda muhayyerdir.Evzâî ve Ibnü’1-Münzir de Ahmed’in üçüncü kavli gibi söylemiş­lerdir.

4 – M â 1 i k’ e göre göğüsün aşağısında ve göbeğin yukarı­sında el bağlamak müstehabtır.

Sağ el, sol elin üzerine konulurken sol elin bileklerinden mi? bi­lekle beraber sol el ve kol kemiğinden de birer parça tutulacak mı? sağ elin parmakları açık olarak bileğin üzerinden aşağıya doğru sar­kıtılacak mı? Yoksa kol kemiği doğrultusunda sola doğru uzatılacak mı? diye âlimler arasında değişik görüşler vardır. Geniş ma’lumat is­teyenler muhtelif mezheblere âit fıkıh kitablanna müracaat etsinler. [18]

4 – Kırâata Başlamak Babı

812) Âişe (Radtyallöhü anhâ)’âen;

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (na mazda); ile kıraat a başlardı.”

813) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'<\en :

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Be­kir ve Ömer (Radıyallâhü anhümâ) (namazda); ile kıraata başlarlardı.”

814) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den:

Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (na­mazda); “e Ziraata başlardı.[19]

815) Abdullah bin el-Mugaffel’in oğlu (Yezîd) (Radtyallâhü anhü-mâ J’dan :

Şöyle demiştir: İslâm dinine yeni bir şey sokmak hususunda ba­bamdan daha hassas ve sert bir adamı çok az gördüm. Bir defasında ben namazda; diye kıraata başlarken sesimi işit­ti. Bunun üzerine: Ey oğulcuğum! (Dinde) bir şey ihdas etmekten sakın. Çünkü ben Hesûlullah (Sallallahîi Aleyhi ve Sellem) ile bera­ber? Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile beraber; Ömer (Radıyallâhü anh) ile beraber ve Osman (Radıyallâhü anh) ile beraber namaz kıl­dım. Bunlardan hiç birisinden, kıraata başlarken besmeleyi çektiği­ni işitmedim. Bunun için sen kıraata başlarken; diyerek başla, dedi. [20]

İzahı

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin hadisini M ü s 1 im ve Ebû D â v û d , uzun metin hâlinde rivayet etmişlerdir.

Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)’in hadisini A h-med, Müslim, Nesâi, Darekutnî, Ebû Dâvûd, Ibn-ı Hibbân, Taberânî, Tahavi ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) nin hadisini müelliften başka, kimsenin rivayet edip etmediğini bilemedim. Hattâ belirtil­diği gibi Kütüb-i Sitte sahiblerinden yalnız müellifin rivayet .ettiği Zevâidde bildirilmiştir.

Abdullah bin Muğaffel (Radıyallâhü anh)’in ha­dîsini Tirmizi ve Nesâi rivayet etmişler; Tirmizî, bunun hasen olduğunu da söylemiştir. Fakat N e v e v i, el-Hulâ-sa’da: ‘Hadis hafızlan bu hadîsi zayıf saymışlar ve Ib n-i H u -zeyme, îbn-i Abdi’1-Berr ve el-Hatîb gibi âlim­ler, Tirmizi1 nin bunu hasen görmesine itiraz ederek: Sene­din dönüm noktası, Abdullah bin Muğaffel (Radı­yallâhü anh) in oğlu üzerindedir. Oysa hâli meçhuldür, demişlerdir, der.

Bu bâbta geçen hadislere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve hadîste anılan sahâbîler, namazda F â t i h a’ ya baş­larken besmele ile değil, ‘Elhamdü.,.’ ile başlamışlardır. Bu hususta âlimler arasında görüş ayrlığı mevcuttur. Şöyle ki:

1 – Hanefi âlimlerine göre besmele, müstakil bir âyettir.” Sûrelerin arasını ayırmak ve bereket için indirilmiştir. Ne Fâtiha’ dan ne de başka bir sûreden bir parça değildir. Gizli ve açık namazlarda besmeleyi gizli olarak çekmek sünnettir.

Sahabilerden Ali, İbn-i Mes’ud, Ammâr bin Yâsir, Evzâî ve Hanbeli âlimleri de bu görüştedirler.

Bu âlimlerin delilleri, bu bâbta geçen hadîslerdir. Bunlara göre cehri namazda kıraata başlarken açıktan besmele çekmek hükmü mensuhtur.

2 – Şâfiiler’e göre besmele. Fa t i h a ‘ dan ve Nemi sûresinden birer âyettir. Kur’an’ın diğer sûrelerinden de birer âyet olup olmadığı hususunda Ş â f i i mezhebinin üç kavli var­dır : En meşhur ve en sahih kavle göre, besmele her sûreden birer âyettir.

Şâfiiler’e göre namazda F â t i h a’ ya başlarken, on­dan bir âyet olan besmeleyi çekmek farzdır. Fatiha gibi, gizli namazlarda gizli; açık namazlarda açıktan okunur.

tbn-i Abbâs, İbn-i Zübeyr, İbn-i Ömer, Tavus, Ata, Mekhul ve İbnü’l-Münzir (Radı­yallâhü anhüml’ün kavli de budur.

Bunların delilleri ise îbn-i Huzeyme (Radıyallâhü anh)’nin Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)’den rivayet et­tiği şu mealdeki hadistir:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). namazda besmeleyi okudu ve onu bir âyet saydı.’ İkinci delilleri, İbn-i Huzeyme (Radıyallâhü anh)’nin İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhl’dan rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir :

‘İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) :[21] âyetindeki ‘Seb-i Mesâni’, Fatiha süresidir, demiştir.’ *Elhamd…’den iti­baren Fatiha sûresi altı âyettir. Yedinci âyet nerededir? diye kendi­sine soru sorulunca: Yedincisi besmeledir, diye cevab vermiştir.’

Üçüncü delil, Müslim’in Enes (Radıyallâhü anh) den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir.

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün aramızda iken vahiy haletine geçti sonra tebessümle başını kaldırdı. Biz: Yâ ResûIallah! Seni gülümseten nedir? diye sorduk. O: «Bana şimdi bir sûre nazil oldu.» buyurdu, Kev­ser süresini ‘Bismillah…’tan başlayarak okudu.”

Dördüncü delilleri, Darekutni” nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ’den merfu’ olarak rivayet ettiği şu mealdeki ha­distir :

«’Elhamd…’sûresini okurken ‘Bismillah…ı okuyunuz. ‘Bismillah…’ Fâtiha’dan bir âyettir.»

Şafii âlimleri, bir de şöyle savunmuşlardır : Sahâbiler, B e -r â e t sûresi hâriç, bütün sûrelerin başında besmeleyi âyetlerin ya­zılış şekline uygun olarak yazmak üzerinde icmâ” etmişlerdir. Hal­buki cüzi bölümlerini ve sürelerin başlığındaki yazılan âyetlere uy­gun şekilde yazmamışlar, kırmızı ve benzeri renklerle yazmayı iti-yad hâline getirmişlerdir. Yâni bunların âyetlerden farklı oluşları besbellidir. Eğer besmele, K u r’ a n ‘ dan olmasaydı, sahâbîler, âyetlerin mushaf hattıyla ve farksız olarak yazılmasına müsâade et-miyeceklerdi. Çünkü bu uygunluk, besmelenin K u r’ a n ‘ dan ol­duğuna itikad edilmesine halkı sevkedecek. Böylece müslümanların, K u r ‘ a n ‘ dan olmayan bir şeyi K u r ‘ a n ‘ dan saymakla hata­ya düşmelerine sebep olmuş olurlar. Sahâbiler hakkında böyle bir şey düşünmek caiz değildir.

Sahâbilerden Ebû Bekir, Osman, Ibn-i Âbbâs, İbn-i Ömer, Übeyy bin Ka’b, Enes, Ebû Said ve Ebû Katâde (Radıyallâhü anhüm); Tabiîlerden de Said bin el-Müseyyeb, Mekhul, Atâ, I bn i Şirin, İkrime, Muhammed bin el-Münkedir, Zühri, Ebû Kılâbe, el-Leys bin Sa’d, İshak bin R a-h e v e y h (Radıyallâhü anhüm) ve bir çok âlim cehri namazlarda besmeleyi açıktan çekmenin müstahablığına hükmetmişlerdir.

Ömer (Radıyallâhü anh)’den üç rivayet vardır: Bir rivayete göre cehri namazlarda açıktan çekilir, diğer bir rivayete göre gizli çekilir, üçüncü bir rivayete göre besmeleyi çekmez.

El-Menhel yazan, besmelenin açıktan çekilmesine dâir bir kaç delili daha zikretmiştir. Fakat konu çok uzayacağı endişesiyle bu­raya almaktan feragat ettim.

3 – Mâliki âlimlerine göre farz namazlarda besmeleyi çek­mek mekruhtur. İmam olsun, cemâat olsun, münferid olsun fark etmez. Ne gizli namazda, ne de cehri namazda besmele çekilmez. Na­file namazda çekilebilir. Fakat besmelenin çekilmesini vâcib gören âlimlerin görüşlerine aykırı hareket etmekten kaçınmak maksadıyla farz namazda besmeleyi çekmekte kerahet yoktur. Keza besmelesiz kıraatla namaz kılınabileceğine itikad etmek kaydıyla farz namazda besmeleyi çekmekte kerahet yoktur.

M â 1 i k î 1 e r’ in delilleri, bu bâbta geçen hadîslerdir. El-Menhel yazarı, yukarıda anlattığım, mezheblerin görüşlerini naklettikten sonra şöyle der :

-Namazda besmelenin açıktan çekilmesini müstahab gören âlim­lerin delil olarak gösterdikleri hadisler, kuvvetli değillerse de birbir­lerini takviye etmek durumundadırlar. Bu hadislerle. Peygamber (Sal-lallahü Aleyhive Sellem)’in besmeleyi gizli çektiğine dâir hadisler arasında bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve SellemJ bazen açıktan besmele çekerdi, bazen de giz­li okurdu.

El-Hüdâ yazarı: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen besmeleyi açıktan çekerdi. Ekseriyetle gizli okurdu. Şüphe yok ki eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her gün beş defa hazerde ve seferde açıktan besmele çekmiş olsaydı, bu durumun Hulefâ-i Râşidîn tarafından ve sahâbîlerin Cumhurunca bilinmemesi mümkün değildir, demiştir.

Yukarıdan beri verilen ma’lumattan bilmiş oldum ki namazda besmele çekmenin mekruhluğuna ve K u r’ a n ‘ dan bir âyet ol­madığına hükmedenlerin elinde bir mesned yoktur. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhive Sellem)’in ve Hulefâ-i Râşidin’in;

lle kırâata başladıklarına dâir bu bâbtaki hadis­ler ve benzeri hadîslerden maksad, Fatiha süresiyle kırâata başlanmasıdır. Hadîsler böyle yorumlanınca, namazda besmelenin çekilmediği mânası çıkarılamaz. Bilâkis bu yorum şekli, besmelenin çekildiğine delildir. Çünkü Fatiha sûresi denilince besmele de sûre içinde düşünülür. Dârekutnî’ nin Enes (Radıyallâ­hü anhJ’den rivayet edip sahih olduğunu belirttiği şu mealdeki ha­dîs bu yorumu te’yid eder:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ve Ebû Bekir, Ömer ile Osman (Radıyallâhü anhüm)’ün arkalarında namaz kılardık. Bu zâtların hepsi cehri namazlarda Fatiha ile kırâata başlarlardı. [22]

5 – Sabah Namaz1ndaki Kıraat Babı

816) Kutbe bin Mâlik[23] (Radıyallâkü anbyden rivayet edildiğine . kendisi. Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve SeJlem)’İn sabah namazının (ilk rekatinde) :Ve tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş (semâye doğru) uzayan hurma ağaçları…»[24] âyetitnin içinde, bulunduğu sûreyi) okurken işittiğini söylemiştir.»”

817) Amr bin Hüre vs (Radıyallâhü anhyöen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında: ,jm&i\ jljJ-l ^-^-^ (*t ^ = «Şimdi yemin ederim (geceleyin gö­rünüp gündüz} sönen yıldızlara, dolaşıp yuvasına giren gezegenle­re.[25] âyetleri (nin bulunduğu sûreyi) okurken ben Onunla beraber namaz kılmışımdır. Şu anda Onun kıraatim işitiyor gibiyim

818) Ebû herze (Radıyallâkü anh)\cn rivayet edildiğine j<örc : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında altmış ile yüz âyet arası okurdu.”

819) Ebû Katâde (Radtyallâhü anh)\ç.x\ : Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırdı. Öğ­le ve ikindi farzlarının birinci rek’atinde kıraati uzatırdı. İkinci rekat te kısaltırdı. Sabah namazı da öyleydi.”

820) Abdullah bin es-Sâib (RaatyaUâhü anhütnâ) dan : Şöyle söylemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında Mü-minûn’ sûresini okudu. İsâ (Aleyhi’s-Seldm) nın zikredildiği yere gelince onu bir şarka [26] tuttu. Bunun üzerine hemen rükû ‘etti. Yani öksürük (tuttu.) [27]

İzahı

K u t b e (Radıyallâhü anh) ‘nin hadîsini Müslim ve T i r -m i z i de rivayet etmişlerdir. Tirmizi’ nin rivayetinde hadis­teki âyetin bulunduğu sûrenin sabah namazının ilk rek’atinde okun-duğu bildirilmiştir. Tirmizi, Kutbe (Radıyallâhü anh)’nin hadisinin hasen – sahih olduğunu da söylemiştir. M ü s 1 i m ‘ in bir rivayeti Tirmizi’ nin rivayeti gibidir. Diğer bir rivayetinde;

Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in : okuduğu tasrih edilmiştir. Bu hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazının ilk rek’atinde ‘KâF sûresini okumuştur.

Amr bin Hureys (Radıyallâhü anh) in hadîsini Müs­lim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Bütün rivayetlerden çıkarılan netice. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in sabah namazında Tekvîr sûresini okumuş olmasıdır.

Ebû B e r z e (Radıyallâhü anh) nin hadisini Buharı, Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sabah namazında okuduğu âyetlerin sayısı, altmış ile yüz arasında dolaşırdı.

Ebû Katâde {Radıyallâhü anh) ‘nin hadisini B u h â r i, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişler­dir. Bâzı rivayetlerin metni daha uzuncadır.

Bu hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), öğle, ikindi ve sabah namazlarının ilk rek’atlerinde kıraati uzatır. İkinci rek’atlerinde, birinci rek’ate nisbeten kıraati kısaltırdı.

B u h â r i’ nin Ebü Katâde (Radıyallâhü anh)’den olan rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öğle ve ikin­di farzının ilk iki rek’atinin her birisinde Fatiha sûresini ve başka bir sûreyi okuduğu belirtilmiştir.

Ebû Dâvûd’un rivayeti de, Buhâri’ nin rivayetine benzer.

EI-Menhei yazarı ‘Öğle namazındaki kıraat bâbı’nda rivayet olu­nan bu hadîsi açıklarken ez cümle şöyle der:

«Fatiha’ dan sonra kısa dahi olsa bir sûrenin tamamını oku­manın, başka bir sûrenin bundan daha uzun bir parçasını okumak­tan daha efdal olduğu, Buhâri ve Ebü Davud’un riva­yetinden anlaşılıyor. Yine bu rivayetlerden anlaşılıyor ki sûre oku­mak, namazın ilk iki rek’atine mahsustur. Dört rek’atli farzın son iki rek’atinde F â t i h â ‘ ya sûre eklenmez. Cumhurun kavli de bu­dur. Şafiî âlimlerinin ekserisi böyle fetva vermişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, ilk rek’ati ikinci rek’atten fazla uzatmasının sebebi, gecikenlerin ilk rek’ate yetişme­lerine yardım etmektir. Çünkü Ibn-i Huzeyme ve Ab-dürrazzâk’ın rivayetlerinde M a ‘ m e r: Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in ilk rek’ati uzatmasından maksadının, halkın ilk rek’ate yetişmeleri olduğunu zannediyoruz, demiştir.

A t â ‘dan rivayet edildiğine göre, kendisi : Cerçekten ben ima­mın, her namazın ilk rek’atini uzatmasını istiyorum. Tâ ki cemâat co-ğaisın, demiştir.

îlk rek’ati uzatmanın hikmeti, ondaki neş’enin çokluğu ve dola­yısıyla huşu ve huzurun çokluğudur, diyenler de vardır.

Birinci rek’ati uzatmak, ya çok âyetleri okumakla, yada okunan âyetleri yavaş yavaş ve tecvid kaidelerine fazlasıyla riâyet etmekle olur. [28]

Îlk Rekati İkinci Rek’atten Fazla Uzatmak Hakkında Âlimlerin Görüşleri

1 – Sevri, Mâliki ler, Muhammed bin e 1 -Hasan v© Şâfiîlerin çoğu, Bütün namazlarda ilk rek’a­ti ikinci rek’atten daha fazla uzatmak müstahabtır, demişlerdir. On­ların delili Ebû Katâde (Radıyallâhü anh) nin mezkûr hadi­sidir. Bir de Müslim’in Ebû Said-i Hudrî (Radıyal­lâhü anh)’den rivayet ettiği (Müellifin 825 noda rivayet ettiği) ha­dîstir.

NevevI: Birinci rek’atte kıraati uzatmakla hükmetmek, ha­dîslerin zahirine uygun olan. muhtar ve yegâne sahîh olan kavildir.

2 – Âlimlerden bir cemâat; tik iki rek’atin kıraat bakımından eşit olması müstahabtır, demişlerdir. Bunların delilleri, Müslim ve Ahmed’in Ebû Saîd-i Hudrİ (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet ettikleri :

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Öğle farzının ilk rek’a-tinin her birisinde otuz âyet kadar okurdu.’ mealindeki hadîstir. Di­ğer bir delilleri de buna benzeyen S a ‘ d bin Ebi Vakkâs (Radıyallâhü anh)’in hadisidir. Ebû Hanife ve Ebû Yû­suf, bu görüşte olan âlimlerdendirler. Şu farkla ki: Bu iki zât, sa­bah vakti gaflet ve uyku zamanı olduğu için, halkın cemaata yetiş­mesine yardımcı olmak üzere sabah namazında birinci rek’atin ikin­ciden daha fazla uzatılmasına hükmetmişlerdir.

Bu görüşteki âlimlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in, birinci rek’ati ikinci rek’atten fazla uzatmasının sebebi, ilk rek’atte iftitah duası ve istiâzenin bulunmasıdır

B e y h a k i, ilk rek’ati uzatmaya âit hadîsler ile, bu rek’atin ikinci rek’ate eşit olduğuna dâir hadîslerin arasını şöyle bulmuştur : îmam gelecek bir kimseyi bekliyorsa, ilk rek’ati uzatır, kimsenin ge­leceğini ummuyorsa birinci rek’ati ikinci rek’ate eşit kılar.

İbn-i Hibbân da arasını şöyle bulmuştur: İlk iki rek’at­te okunan miktar eşit olmakla beraber ilk rek’atteki kıraati, imam çok ağır okuduğu için o rek’at uzatılmış olur»

Abdullah bin es-Sâib (Radıyallâhü anhl’in hadî­sini B u h â r i ta’lîken rivayet etmiş, Müslim, Ebû D â -vûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

Müslim ve Ebû Davud’un rivayeti meâlen şöyledir: ‘Abdullah bin es-Sâib (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke’de bize sabah namazını kıldırdı ve (Fatihadan sonra) Mü’minûn sûresini okuma­ya başladı. Musa ile Harun’un yahut İsa’nın zikri geçen yere varın­ca (burada râvi tereddüt etmiştir.) Pe’ygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i öksürük tuttu. Bunun üzerine hemen rükua gitti. Abdullah bin es-Sâib (Radıyallâhü anh) de bu namazda hazır bulunuyordu.’

Hadiste anlatılan namaz kıldırıhşı, N e s â i ‘ nin rivayetinde belirtildiği gibi Mekke’ nin fethi yılında olmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), sabah namazında Fâtiha ‘ dan sonra Mü’minûn sûresini başından itibaren okumuştur.Musa (Aleyhisselâm)’nın ve Harun (Aleyhisse-lâml’un zikredildiği; ^j^ft âyetine varınca veya

İ s â (Aleyhisselâm)’nın zikredildiği; âyetine varınca Onu öksürük tutmuş ve bunun üzerine kıraati keserek rü-kûa varmıştır.

Müslim’in ve Ebû Davud’un rivayetinde; kelimesi yerine; kelimesi geçer ‘Sa’le1 ve ‘Su’le’ diye okunabi­len bu kelime, öksürük demektir Müellifin rivayetinde, yukarıda da anlatıldığı gibi ‘Sa’le’ kelimesi yerine ‘Şarka* kelimesi geçer. Bu da boğaz tıkanıklığı demektir. El-Menhel’in bildirdiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), okuduğu âyetlerdeki kıssayı düşünün­ce ağlayacak hale gelmiş ve bu nedenle boğazı tıkanmış ve Onu öksü­rük tutmuştur. Artık sûreyi tamamlıyamadan kıraati keserek rükûa varmıştır. [29]

Bu Hadislerin Fıkıh Yönü

1 – Sabah namazında kıraati uzatmak müstahabtır.

2 – Fatihadan sonra sûre okunurken doğacak bir ma’zeret do­layısıyla kıraati kesip rüküa gitmek caizdir.

3 – îhtiyaç olduğu zaman bir sûrenin bir kısmını okumak, âlin lerin ittifakıyla bilâkerahet caizdir. İhtiyaç olmadığı zaman sûren?n bir parçasını okumak, cumhura göre evlâya muhaliftir

4 – Sabah öğle ve ikindi namazlarının ilk rek’atlerindeki kı-râatı, ikinci rek’atlerindeki kırâattan daha fazla uzatmak meşrudur[30]

6 – Cuma Günü Sabah Namazındaki Kıraat Babı

821) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüma )’dan: Şöyle elemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü sabah

namazın (in ilk rek’atin)det ve (ikinci rek’atinde); sûrelerini okurdu.”

822) Mus’ab’ın babası Sa’d bin Ebî \’akkas (Radtyallâhü anhü-mû/dan: Şöyle söylemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü sabah na-

mazındn ilk rek’atin)de vp (ikinci rek’atinde) :

sürelerini okurdu.[31]

823) Ebû II ü rey re (Radtyallâhü anft)’ûen : Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü sabah na­mazın (in ilk rek’atin)de; ve (ikinci rek’atinde) : sûrelerini okurdu.”

824) Abdullah bin Mes’ud (Radıyallâhü anh)’den: Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü sabah na-mazın (in ilk rek’atin)de:ve (ikinci rek’atinde) : surelerini okurdu.

İshak demiştir ki: Amr, bize Abdullah’tan böylece tahdis etti. Bunda şüphem yoktur.”

Not : Bu hadisin isnadının sahih ve ricalinin sikalar olduğu Zevâid’de bildiril­miştir. [32]

İzahı

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.

S a1 d (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Kütüb-i Sitte yazarların­dan yalnız müellifimiz rivayet etmiştir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘nin hadîsini Buhâri ve N e s â î de rivayet etmişlerdir.

Abdullah bin Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un hadîsi­ni müelliften başka Kütüb-i Sitte yazarlarından rivayet eden yoktur. Beyhakî ve Tabarânî de rivayet etmişlerdir.

Müteaddit senedlerle ve müteaddit sahâbîlerden rivayet olunan bu hadisler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma günü sabah namazının ilk rek’atinde Secde sûresini ve ikinci rek’atinde ‘ E1 – î n s a n ‘ sûresini okuduğuna delildirler. Ebû Dâvûd’ un, süneninde buradaki başlığa benzer bir ifâdeyle açtığı bâbta rivayet ettiği İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)’in hadîsini açıklayan El-Menhel yazarı şu bilgiyi verir;

«Hadîs, Cuma günü sabah namazında bu iki sûrenin okunması­nın meşruluğuna delildir. Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), Cuma günü sabah namazında dâima bu iki sûreyi okuyormuş. Tabarânî’ nin î b n – i Mes’ud (Radı­yallâhü anh)’dan rivayet ettiği hadîsin sonunda î b n – i Mes’ud

(Radıyallâhü anh)’un ; = «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve

Sellem) Cuma günü sabah namazında bu iki süreyi okumayı devam

ettirirdi.» cümlesi bunu te’yid eder.

Yine hadîsin zahirine göre Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) bu iki sûrenin tamamını okurdu. Bâzı adamların. Cuma günü sabah namazında anılan sûrelerin birer parçasını okumaları, hadîsin zahirine ters düşer.

Nevevî, ‘Er-Ravdâ’ adlı kitabında: “Eğer kişi, içinde secde âyetinin bulunduğu bir iki âyeti sırf tilâvet secdesini yapmak mak­sadıyla okumak isterse, bunun hükmü hakkında arkadaşlarımızın her hangi bir sözüne rastlamadım. Selef âlimleri, bu adamın kıraati hakkında ihtilâf etmişlerdir. Şeyh bin Abdi’s-Selâm, bunu yapmanın yasakhğına ve namazın bozulmasına sebep olduğu­na fetva vermiştir.

îbn-i Ebî Şeybe, Ebü’l-Âliye ile Şa’bİ” nin secdeyi ihtisar etmenin mekruh olduğunu söylediklerini rivayet et­miştir. Ş a ‘ b î şunu da söylemiştir : Âlimler namazda secde âyeti­ni okudukları zaman tilâvet secdesini etmeden, o âyeti tâkib eden âyetlere geçmekten hoşlanmazlardı.

İbn-i Sirîn ve el-Hasan da secde ihtisarını mek­ruh görmüşlerdir.

İbrahim en-Nahaî de, âlimlerin, secde ihtisarını mek­ruh gördüklerini nakletmiştir.

Saîd bin el-Müseyyeb ve Sehl bin Hav-ş e b’ den rivayet edildiğine göre secde ihtisarı, halkın ihdas ettiği bir şeydir.

Secde ihtisarı şudur: Secde âyetlerini toplayıp onları okumak ve tilâvet secdesini yapmaktır Bir kavle göre secde ihtfeârı, K u r’ a n okuyup secde ayetlerini atlamaktır. Her iki hareket de mekruhtur. Çünkü, seleften böyle bir şey vârid olmamıştır,’ demiştir.

Sahâbîlerden Cuma günü sabah namazında hadîste geçen Sec­de ve El-însân sûrelerini okuyan zâtlar, Ömer bin el-Hattab, îbn-i Abbâs, İbn-i Mes’ud, İbn-i Ömer ve İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anhüml’dür. Tabii­lerden de İbrahim bin Abdirrahman bin A v f’ tır. Allah hepsinden razı olsun.

Mezheblerin görüşlerine gelince :

1 – Hanefî â&mlerine göre, sünnete uymak maksadı oldu­ğu zaman Cuma sabah namazında bu iki sûreyi okumak müstahab-tır. Ama bu maksad olmaksızın, dâima K u r’ a n’ m belirli bir yerini okumak mekruhtur. Çünkü böyle bir davranış, Kur’an’ın diğer yerlerini terketmeye ve Onun bir kısmını diğer bir kısmına ter­cih etmek zannına yol açar.

2 – Şafiî’ye ve Ahmed bin Hanbel’e göre mezkûr sûreleri, Cuma’mn sabah namazında okumak sünnettir. Fa­kat Hanbelîler’e göre bunu devamlı yapmak mekruhtur.

3 – Mâlikiler’e göre içinde secde âyeti bulunan her han­gi bir sûreyi kasden farz namazda okumak mekruhtur. İbn-i Kas ı m ‘ in Mâlik’ ten rivayeti böyledir. Eşheb’in Mâlik’-ten rivayetine göre imamın arkasında az bir cemâat bulunup na­mazı şaşırmalarından korkulmadığı zaman, içinde secde âyeti bulunan bir sûreyi farz namazda okumak caizdir. îbn-i H a b î b ise şöyle bir ayırım yapmıştır: Gizli namazlarda secde âyeti bulu­nan sûreyi okumak caiz değildir. Çünkü cemâati şaşırtır. Fakat ceh­ri namazlarda caizdir. Çünkü cemâatin şaşırmasından emin olunur.

Mâliki âlimlerinin bahsettikleri şaşırma şudur: İmam, zam­mı sûrede secde âyetini okuyunca hemen tilâvet secdesine varıp bir defa secde ettikten sonra tekrar ayağa kalkar ve müteakip âyetlerle kıraatına devam eder. Kıraatini tamamlayınca, normal rüku’ ve sec­deye varır. Secde âyeti dolayısıyla varılan tilâvet secdesi, durumdan haberdar olmayan kişileri şaşırtabilir.)

El-Fetih yazarı: ‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, na­mazda Se c d e sûresini okurken secde âyetine vardığı zaman hemen tilâvet secdesini yaptığına dâir herhangi bir sarahata, mevcud tarik­lerde rastlamadım. Yalnız î b n -. i Ebî Davud’un eş-Şeria adlı kitabında İbn-i Abbâs tRadıyallâhü anh)’dan şöyle bir rivayete rastladım ;

«Ben Cuma günü sabah namazında Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in yanına vardım. İçinde secde âyeti bulunan bir sûre okudu da secde etti.» Bu hadîsin isnadında, hâli incelenecek râvi var­dır.

Bir de Tabarâni’ nin es-Sağîr adlı kitabında A 1 i (Ra-dıyallâhü anhJ’den rivayet edilen şu mealdeki bir hadîsi gördüm :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında «Secde» sûresini okuduğunda tilâvet secdesi etti.» Lâkin bu hadîsin

isnadında zayıflık vardır,’ der.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Cumanın sabah na­mazında mezkûr sûreleri okumasının hikmeti şudur: Bu iki sûre, Cuma günü vuku1 bulmuş ve vuku’ bulacak mühim olaylardan bah­seder. Çünkü bu iki sûrede Âdem (Aleyhisselâm)’in yaratılışı, öldükten sonra diriliş ve kulların mahşere şevkinden bahsedilir. Bu olaylar, Cuma günü vukubulur. Cuma günü bu sûrelerin okunma­sı ile mezkûr olaylar, müslümanlara hatırlatılmış olur. Amaç bu olun­ca, kıraat esnasında tilâvet secdesi dolaylı olarak yapılır. Yâni sûre, tilâvet secdesi yapmak için okunmuş olmaz.

El-Hüdâ yazerı: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Cuma günü sabah namazında «Secde» ve «El-însan» sûrelerini okurdu. Bir çok câhiller zannediyorlar ki, maksad, o günkü sabah namazına fazla bir secde ilâve etmektir. Ve o bilgisizler o secdeye Cuma secdesi ismini verirler. Onlardan birisi bu sûreyi okumadığı zaman içinde secde âyeti bulunan başka bir sûreyi okumaktan hoş­lanır. Ta ki tilâvet secdesi yapabilsin. Bunun içindir ki câhillerin yanlış anlamalarını Önlemek maksadıyla bâzı imamlar. Cuma günü sabah namazında Secde sûresini devamlı okumayı mekruh gör­müşlerdir. [33]

7 – Öğle Ve İkindi Namazlarındaki Kıraat Babı

825) Kaz’a (7) (Radtyallâhü anh)’âen :

Şöyle söylemiştir: Ben, Ebü Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)’ye Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namazını sordum. Ebû Saîd (Radıyallâhü anh) : Onda senin için bir hayır yoktur, dedi. Ben -. Allah sana rahmet eylesin (Onu) açıkla, dedim. Kendisi:

ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için öğle farzının ikâ­meti getirildi de birimiz el Bakî’a çıkardı. Kaza-i hacet ederdi. Son­ra (evine) gelerek abdest alır (mescide döner) di. ResûluIIah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) i Öğle farzının ilk rek’atinde bulurdu, demiş­tir.[34]

826) Ebû Ma’mer [35] (Radıyallâhü anh>’den : Şöyle demiştir : Ben, Habbâb (Radıyallâhü anh)’a:

Siz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öğle ve ikindi namazlarında kıraat ettiğini hangi şeyle biliyordunuz? diye sordum. O dedi ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in mübarek sa­kalının hareketiyle (kıraat ettiğini) biliyorduk.”

827) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den: Şöyle demiştir :

Namaz kılma şekli bakımından Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e falan adamdan daha ziyade benzeyen hiç bir kimseyi gör­medim. (Süleyman bin Yesâr) demiştir ki s O zât, öğle namazının ilk iki rekatını uzatırdı. Son iki rekatı de hafifletirdi ve ikindi na­mazını hafif kılardı.

828) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)”den :

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)’in as­habından Bedir savaşına katılmış olan otuz zât toplanarak birbirle­rine :

Geliniz Resûlullah (Sallallahü Alevin ve Sellem) in açıktan oku­madığı namazdaki kıraatinin tahminen (kaç âyet kadar olduğunu) hesaplayalım, dediler. Onlardan iki kişi bile ihtilâfa düşmeyerek Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in öğle namazının birinci rek*a-tindeki kıraatim otuz âyet kadar ve son rek’atindeki kıraatini onun ya­rısı kadar olarak tahmin ettiler İkindi namazındaki kıraatini da öğ­le namazına âit’son iki rek’atin (kıraatinin) yansı kadar tahmin et­tiler.[36]

İzahı

825 nolu Ebû Saîd-i Hu dr i (Radıyallâhü anh)’nin ha­disini Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

826 nolu Habbâb (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Buhâri, Ebû Dâvüd, Nesâî ve Tahavî de az lafız farkıyla ri­vayet etmişlerdir.

B u h â r î ‘ nin rivayetinde, soru sahibi H a b b â b (Radiyal-lâhü anh)-a: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle ve ikin­di namazlarında okuyor muydu? diye soru sormuştur. Galiba öğle ve ikindi namazlarında açıktan kıraat olmadığı için E b û M a’ -m e r (Radayallâhü anh) ve arkadaşları, bu iki namazda kı­raat olmadığını zannettikleri için bu konuda sağlam bilgi edin­mek üzere H a b b â b (Radıyallâhü anhJ’a soru yöneltmiş­lerdir. H a b b â b (Radıyallâhü anh) da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in mübarek sakalının hareket etmesinden, Onun. anılan namazlarda kıraat ettiğini bildiklerini söylemiştir. JLâkin mü­barek sakalının hareketi, kırâata delâlet etmek için yeterli değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in teşbih ve zikirle meşgul olmuş olması muhtemeldir. Bu nedenle kıraati kesinlikle is­patlayan başka bir alâmete ihtiyaç vardır. H a b b â b (Radıyal­lâhü anh)’in mezkûr namazları cehri namazlara kıyasladığı umulur. Ebû Katâde (Radıyallâhü anh) ‘nin 829 nolu ve B e r â bin  z i b (Radıyallâhü anh)’in 830 nolu hadîslerinde bu zâtların Pey­gamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in, öğle namazını kıldırırken okuduğu âyetlerin bir kısmım zaman zaman işittiklerini bildirmek tedirler. Bu bilgi H a b b â b (Radıyallâhü anh)’in açıkladığı alâ­mete eklenince mesele iyice açıklık kazanır. Şu halde H a b b â b (Raclıyallâhü anh) cevabı kısa kesmiş olur. [37]

Habbâb (Radıyallâhü Anh)’İn Hadisinin Fıkıh Yönü

1 – Öğle ve ikindi namazlarında kıraatin varlığı sabittir.

2 – Bu namazlardaki kıraat gizlidir.

3 – İmama uyan şahıs, imamın hareketlerini ve duruşlarını gö­rebilmek için, başını döndürmeden göz ucuyla imama bakabilir.

827 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl’nin hadîsini Ahmed ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. N e s â î ‘ nin ri­vayetinde, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’nin, namaz kı­lışını övdüğü zâtın, Medine1 deki bir imam olduğu ve E b ü Hüreyre (Radıyallâhü anhTnin râvisi Süleyman bin Y e s â r’ m, bu zâtın arkasında namaz kıldığı ve sabah namazında Tıval, akşam namazının ilk iki rekatinde Kısar ve yatsı’ namazının ilk iki rekatinde Evsât bölümlerindeki sûreleri okuduğu bildirilmiş­tir.[38]

828 nolu Ebü Sai d-i Hudri {Radıyallâhü anh)’nin hadisine gelince, notta işaret edildiği gibi Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız Müellifimiz tarafından rivayet edilmiş olup, isnadı zayıftır. Bu­nun metnine göre Ebû Said-i Hudrî {Radıyallâhü anh) ‘nin hazır bulunduğu Bedir ehlinden otuz kişilik Sahâbîler cemâa­ti, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, öğle ve ikindi namaz-larındaki kıraat miktarını tahminen hesaplamak için yaptıkları gö­rüşme neticesinde öğle namazının ilk rek’atindeki kıraat miktarını otuz âyet kadar ve son rek’attaki kıraat miktarını bunun yarısı yâ­ni onbeş âyet kadar tahmin etmişlerdir İkindi namazındaki kıraat miktarının da, öğle namazının son iki rek’atindeki kıraat miktarının yarısı kadar olduğunu tahmin etmişlerdir. Öğlenin son rek’atindeki kıraat miktarı onbeş âyet kadar tahmin edildiğine göre ikindi nama­zındaki kıraat miktarının bunun yarısı kadar, yâni her rek’atte ye­di sekiz âyet kadar olduğu mânası çıkar. Hadisin zahirinden bu ne­tice alınır. Halbuki Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ah­med ve Tahavî’ nin Ebû Sai d-î Hudrî (Radıyal­lâhü anh)’den rivayet ettikleri hadîse göre ikindi namazındaki kıraat miktarı, burada belirtildiği gibi değildir. Şöyle ki : M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) meâ-len şöyle demiştir:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), öğle namazının ilk iki rek’atinin her birisinde otuz âyet kadar ve son rek’atlerde onbeşer âyet okurdu. Yahut demiştir ki: Bunun yarısı kadar okurdu. İkindi namazının ilk iki rek’atinin her birisinde onbeş âyet kadar ve son iki rekatinde bunun yarısı kadar okurdu.»

Ebû Dâvûd ve anılan diğer zâtların rivayeti de M ü s -1 i m ‘ in rivayetine benziyor.

Görülüyor ki bu rivayetlerden anlaşıldığı gibi Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in ikindi aamazının ilk iki rek’atindeki kı­raat miktarı, öğle namazının son iki rek’atindeki kıraat kadar imiş. Yâni her rek’atteki kıraat miktarı onbeş âyet kadarmış. îkindi nama­zının son iki rek’atindeki kıraat bunun yarısı kadarmış.

El-Menhel yazarının ‘Dört rek’atli namazın son iki rek’atini ha­fifletmek bâbı’nda rivayet olunan Ebû Said-i Hudrî (Ra­dıyallâhü anh) nin hadisini açıkladıktan sonra, T a h a v î’ den naklettiği ve baş kısmı Müellifin 828 nolu hadîsine benzeyen Ebû S a i d-i Hudri (Radıyallâhü anh)’nin hadîs metni yukarıya mealini aldığımız M ü s I i rn ‘ hi rivayetine uygundur. Bu rivayet şöyledir:

Ebû Said-i Hudri. (Ftadıyallâhü anh) den rivayet edil­diğine göre şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ashabından otuz zât toplanarak: Geliniz, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve’Sellem)’in açıktan okumadığı namazlardaki kıraatini tahminen hesaplıyalım, dediler. Onlardan iki kişi bile ihtilâf etmeyerek Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in öğle namazının- ilk iki rek’atindeki kıraa­tini otuzar âyet kadar ve son iki rek’atindeki kıraatini, bunun ya­rısı kadar; ikindi namazının ilk iki rek’atindeki kıraat miktarını, öğ­le namazının ilk iki rek’atindeki kıraatin yarısı kadar ve ikindinin son iki rek’atindeki kıraat miktarını öğlenin son iki rek’atindeki kı­raatin yarısı kadar olmak üzere tahminen hesapladılar.»

M ü s ] i m’ in ‘Öğle ve ikindi namazındaki kıraat bâbı’ndaki hadîsler bahsinde N e v e v î özetle şöyle der:

«Bu bâbtaki hadîsler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin namazı uzattığına delâlet ederler. Buhârî ve Müslim’de bulunan ve başka bâblarda rivayet edilen diğer bâzı hadislerde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı tam kılmakla bera­ber, herkesten daha hafif kıldırırdı ve :

«Ben namaza girerim, onu uzatmak isterim. Biraz sonra çocu­ğun ağlama sesini işitirim de çocuğun annesinin, kendi namazını şaşırmakla fitneye düşmesinden korkarak namazımı hafifletirim.»

buyurmuştur.

Âlimler: Durumların değişikliğine göre Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, namazını uzatması ve kısaltması değişirdi. Ce­mâat, uzatmayı tercih ettiği ve ne onların ne de Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in işi olmadığı zaman Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) namazı uzatırdı. Durum böyle olmadığı za­man namazı hafifletirdi. Bazen uzatmak isterdi fakat çocuğun ağla­ması gibi bir durum doğunca, uzatmaktan vazgeçerdi. Bazen de vak­tin başında değil içinde namaza girerdi. O zaman da hafif kıldırırdı.

Bâzıları: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bazen uza­tırdı. Bu nâdir olurdu. Ekseriyetle hafif kıldırırdı. Çünkü efdal ola­nı hafif kıldırmaktı. Uzatmanın câizliğini bildirmek için bazen de uzatırdı. Nitekim şöyle buyurmuştur:

«Sizden bâzıları kaçırıcıdır. Hanginiz halka namaz kıldırırsa ha­fifletsin. Çünkü içlerinde hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi vardır.* de­mişlerdir.

Bâzıları da Fatiha’ dan sonra okunan âyetlerin belirli bir miktarının söz konusu olmadığını beyan etmek için : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen kıraatini uzatmış, bazen de kı­sa kesmiştir, demişlerdir.

Hulâsa namazı hafif kıldırmak sünnettir.

Âlimlerin beyânına göre sabah namazı, bütün namazlardan da­ha ziyâde uzatılmalıdır. Bundan sonra öğle naman uzatılmalıdır. İkindi ve yatsı namazları öğle namazından kısa kesilmelidir. En ha­fif namaz akşam namazı olmalıdır»[39]

8 – Öğle Ve İkindi Namazlarında Zaman Zaman Âyeti Açıktan Okuma Babı

829) Ebû Katâde (Hadtyaliâhü anh )'<kn rivayet edildiğine göre şöy­le demiştir :

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize kıldırdığı öğle na­mazının ilk iki rek’atinde (Fatihadan sonra) Kur’an okurdu ve (giz­li okuduğu âyetlerden) bâzısını zaman zaman bize duyururdu.»”

830) Berâ’ bin Azib (RadtyalUhü anh)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize öğle namazını kıl­dırırdı. Okuduğu Lokman ve Zâriyat sûresinden olan âyetlerden bâ­zısını Ondan işitirdik. [40]

İzahı

Ebû Katâde’ nin hadisini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de daha uzun metin hâlinde rivayet etmiş­lerdir.

Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd’ daki metin, meâlen şöyle başlar:

‘Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırırdı. Öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rek’atlerinde Fatihayı ve birer sûreyi okurdu. Bazen âyeti bize duyururdu…’

Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, gizli olan öğle ve ikindi namaz­larında F â t i h â ‘ dan veya Ondan sonra okunan sûreden me­selâ bir âyeti açıktan okumak caizdir. İster bunu kasden yapsın, is­ter sehven yapsın farketmez. Ve bundan dolayı sehv secdesi gerek­mez. Bâzıları: Sehv secdesi gerekir demişlerse de bu hadîs o kavli reddeder. Keza bâzıları: Gizli namazlarda kıraati gizli yapmak, na­mazın sıhhatinin şartıdır. Yâni gizli namazlarda okunan âyetlerden bir tanesini açıktan okumak namazı bozar, demişlerse de bu hadîs o görüşü de reddeder.

N e v e v î: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gizli na­mazlarda okuduğu âyetlerden birisini açıktan okumakla, bunun caiz olduğunu ve gizli okumanın namazın sıhhati için şart olmayıp, an­cak sünnet olduğunu beyan etmek istemiştir, diye yorum yapılmış­tır. Şöyle bir ihtimal da var. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) namaz kıldırırken tam huşu ve huzura daldığı için, okuduğu âyetlerden birisi zaman zaman sesli olarak mübarek ağzından çık­mış olabilir, demiştir.

T ı y b i Hadîste anlatılmak istenen mâna şudur ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fatiha’ nın ve ondan sonra oku­duğu sûrenin bâzı kelimelerini cemaata duyuracak şekilde sesli okur­du. Tâ ki ne okuduğu bilinebilsin, demiştir. tbnü’l-Melik de T ı yb i’ nin sözüne şu sözü eklemiştir: Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in ne okuduğu cemâat tarafından bilinsin. Tâ ki müs-lümanlar da benzer namazlarda benzer sûreler okusun.

Sindi de bu hadîsi açıklarken şöyle der: Gizli namazlarda kıraatin az bir kısmının sesli okunmasının zarar vermediği, bu ha­diste anlaşılıyor. Bir namazda gizli ve açık kıraati tatbik etmek maksadı güdülmemiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in maksadı şu olabilir: Gizli namazlarda da kıraat vardır. Maksad

ise, zaruret olmadıkça gizli namazlarda açıktan okumanın câizliği hadîsten çıkarılamaz. Ancak bu yoruma şöyle itiraz edilebilir: Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gizli namazlarda kıraatin varlığını sözle beyân edebilirdi. Bunu beyân etmeyerek, namaz es­nasında kıraatin bir kısmını sesli yapmakla bu hükmü hissettirmesi zarureti yoktur. Bu sebeple en uygunu şöyle demektir; Gizli namaz­larda kıraatin bir parçasını sesli yapmak caizdir.

Berâ’ bin Âzib (Radıyallâhü anh)’in hadîsini N e s â i de rivayet etmiştir. Onun hadîsi de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öğle namazında Fatiha’ dan sonra buna sûre ek­lediğine ve gizli namazda okunan âyetlerden bir tanesinin sesli okun­masının câizliğine delâlet eder. [41]

9 – Akşam Namazındaki Kıraat Babı

831) İbn-İ Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan, O da annesi (Ebû Be­kir bin Şey be demiştir ki: Annesinin adı Lübâbe’dir.) [42](Rod%y<ülûhü an-hd)’dan rivayet ettiğine göre annesi;

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, akşam namazında; (sûresini) okuduğunu işitmiştir. [43]

İzahı

Bu hadisi Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Ha­dîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam namazında Mürselâf süresinin tamamım okumuştur.

Buhâri ve Müslim’in rivayeti, meâlen şöyledir:

-İbn i Abbâs (Radıyallâhü anh) in annesi Ümmü’1-Fadl bint-i el-Hâris (Radıyallâhü anhâ), oğlu İbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)’in bir akşam namazında ‘Mürselât’ sûresini okuduğunu işitmiş ve ; Yav­rucuğum! Vallahi bu süreyi okumakla bana hatırlattın, Bu sûre, Re sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, son defa akşam namazın­da okuduğunu işittiğim sûredir, demiştir.-

Bu hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) in son kıldığı namaz akşam namazıdır. Diğer taraftan Buhâ-r i’ nin  i ş e (Radıyallâhü anhâ) den rivayet ettiği bir hadise göre son kıldığı namaz öğle namazıdır. İki hadis arasında çelişki yok­tur. Çünkü  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin haber verdiği son na­maz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in son hastalığında mescidde kıldığı son namazdır. Ü m m ü’l-Fad 1 (Radıyallâhü anh)’in haber verdiği son namaz, N e s â i’ nin rivayetinde be­lirtildiği gibi Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in evde kıldığı son namazdır.

832) Cübeyr bin Mut’im (RadıyaUûkü anh)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

«Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, akşam nama­zında-. jjJ2İ\j (sûresini) okuduğunu işittim.»

Cübeyr (Radıyallâhü anh), bu hadîsten başka bir hadîste şöyle demiştir:

-Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in;Âyetlerini okuduğunu İşittiğim zaman, az kaldı kalbim uçuyordu. [44]

İzahı

Bu hadîsi Buhâri, Müslim, Ebû Dâvüd ve Ne-s â i de rivayet etmişlerdir. Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve SeHem) ‘T û r’ süresinin bir kısmını bir rek’at-te, kalanım da ikinci rek’atte okumuştur. Muhtemelen, sûrenin ta­mamını birinci ve ikinci rek’atlerde tekrarlamıştır.

Tahavî ve Îbnü’l-Cevzî: Bu hadisten maksad. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in, akşam namazında bu sû­renin bir kısmını okuduğunu bildirmektedir, denilebilir. Nitekim bir adam, Kur’an1 dan bir parça okuduğu zaman, K u r’ a n oku­du denilebilir, demişlerdir.

El-Menhel’in dediği gibi Tahavi ve İbnü’1-Ce vzi’-nin dedikleri ihtimal, hadîsin zahirine muhaliftir. Çünkü gerek mü­ellifin rivayeti ve gerekse Buhâri’ nin *Et-Tefsîr’ bölümünde­ki rivayeti, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, sûrenin ta­mamını okuduğuna delâlet eder. Şöyle ki: Cübeyr bin M u t’î m (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in akşam namazındaki ‘Tür’ sûresini okuduğunu ve sû­renin 35 ilâ 38. âyetlerine varınca işittiği bu âyetlerden etkilenerek neredeyse kalbinin uçacağını ifâde etmiştir.

Ayrıca Buhâri’ nin Z ü h r i’ den ve Taberânî’ nin Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri hadîsler de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in- Tür sû­resini okuduğuna delâlet ederler.

Cübeyr bin Mut’im (Radıyallâhü anh)’in hâl terce-mesini 231 nolu hadisin izahı bahsinde vermiştik. Burada Cübeyr (Radıyallâhü anh). Tür sûresinin hadîste anılan âyetlerden duy­gulandığını dile getirdiği için bununla ilgili özlü bilgiyi vermek ye­rinde olur kanâatindeyim.

Cübeyr (Radıyallâhü anh*, müslümanlığı kabul etmeden ön­ceki yıllarda vuku bulan Bedir savaşında müslümanların eline esir düşen müşrikleri fidye karşılığında kurtarmak üzere Mekke müşrikleri tarafından Medine’ye gönderilmişti. Cübeyr (Radıyallâhü anh), bu seferi şöyle anlatır: «Bedir esirlerini fidye karşılığı kurtarmak üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ile görüşmek için Mekke’ den Medine’ye gelmiştim, ikindiden sonra M e d i n e’ ye vardım. Yorgun olduğumdan do­layı Mescidi Nebevi” de uzanıp yattım Akşam namazı için ikâmet edildi. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in ‘Tur’ sûresini okuduğunu işitince korku ve heyecan içinde kaldım. Mes-cidden çıkıncaya kadar dinledim. İslâm sevgisinin kalbime ilk gir­diği gün, o gündür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den sûrenin 35. ile 38. âyetlerini işittiğim zaman Hak ve bâtıl, belirgin olarak birbirinden ayrıldığı için, kalbim neredeyse uçuyordu.- de­miştir.

Bu hadîsi şerifte bahis konusu olan kıssa budur.

Cübeyr bin Mutim (Radıyallâhü anh)’in, etkilendiği­ni bildirdiği T û r sûresinden hadîste anılan 35. ilâ 38. âyetlerin meali şöyledir:

35 – Yoksa kendileri halik olmaksızın mı yaratıldılar? Yok­sa onlar mıdır yaratıcılar.»

36 – Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır, onlar (hakkı gerçek olarak) anlamazlar.»

37 – «Yoksa senin Rabbinin hazîneleri onların yanında mı? Yok­sa onlar mı her şeye hâkimdirler?»

38 – «Yoksa onların bir merdiveni var da (göğe yükselip melek­lere vahy edilen sözü) ondan mı diliyorlar? Öyleyse dinleyicileri (din­lediklerini ispat edecek) açık bir delil getirsin.»

833) Ibn-i Ömer (Radıyallâhü an A J’den: Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam namazında (sûrelerini) okurdu. [45]

İzahı

Sindi; Bu hadis, kanımca Zevâid türündendir. Yani Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız müellifin rivayet ettiği hadislerdendir. Bu­nunla beraber Zevâid yazarı, bu duruma değinmemiştir. E 1 – H â -f ı z’ m B u h â r i şerhindeki şu sözü. benim kanâatimi te”yid eder: «Akşam namazında ‘Kısar’ diye adlandırılan kısa sûrelerden herhangi birisinin okunduğunu apaçık ve kesin olarak bildirilen hiç bir hadis görmedim. Yalnız, I bn-i M â c e h süneninde î b n i Ömer (Radıyailâhü anhfden rivayet edilen bir hadiste :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam namazında ‘Kâfirun1 ve ‘İhlâs’ sürelerini okurdu.- diye nassan bildirmiştir Bu hadisin isnadı, zahiren sağlamdır. Fakat D a r e k u tn î’ nin de­diğine göre bâzı râvileri hatâ etmiştir. Bu sebeple isnâd maluldür,» demiştir.

EI-Menhel yazarının bildirdiğine göre İ b n – i H i b b â n , Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve SellemKin Cuma gecesi akşam na­mazında dâima : Kâfinin’ ve İhlâs’ sûrelerini okudu­ğunu rivayet etmiştir.

Sübülüs Selâm yazan : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in akşam namazında ‘Saffât, ‘Duhân, ‘El-A’lâ, ‘Tin, Talâk, ‘ N a s , ve ‘ M ü r s e 1 â t’ sûrelerini oku­duğu rivayet olunmuştur. Bütün bu rivayetler sahihtir. Bu nedenle akşam namazında Tıvâ! = uzun’, ‘Kısar = kısa” ve diğer sûreleri oku­mak sünnettir. Bâzı sûreleri devamlı okuyup bunun sünnet olduğu­na ve başka sûreleri okumanın sünnet olmadığına itikad etmek, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin hidâyet yoluna ters düşer, demiştir. N â s’ süresinden itibaren K u r ‘ a n ‘ in tamamının bir bolü yedisine ‘Mufassal’ ismi verilmiştir. Çünkü bu bölümde sû­reler çoktur. Bu da Tıvâl = uzunlar’, ‘Evsât = ortalar’ ve Kısar – kı­salar’ diye üç kısma ayrılmıştır. Âlimler, bu kısımların başlangıç ve bitiminin sınırlan hususunda ihtilâf etmişlerdir :

l – Hanelilere göre uzun sûreler, ‘ H u c u r â t’ sû­resinden başlar. ‘ B ü r û ç ‘ sûresinin sonunda biter. Orta sûreler ‘ B ü r û ç ‘ sûresinin sonundan başlar, ‘ B e y y i n e ‘ sûresinin nihâyetinde biter Ondan K u r’ a n ” in sonuna kadar olan kısmı, kısa bölümü teşkil eder.

2 – Şâfi î ler’e göre uzun sûreler ‘ H u c u r â t’ tan Amme’ sûresine kadardır. ‘A m m e’ den ‘ D u h a’ sûre­sine kadar olan kısım ortadadır. Bundan sonraki sûreler de kısadır.

3 – Mâl iki ler’e göre ‘ H u c û r a t’ tan ‘Nazi ât’ sûresine kadar olan kısım uzundur. ‘Abese’ sûresinden ‘ E1 Leyi’ sûresine kadar olan kısım ortadır. Bundan sonraki sûre ler de kısadır.

4 – Hanbeliler’e göre K â f sûresinden Amme sû­resine kadar uzundur. Oradan D u h â sûresine kadar ortadır. Ondan sonrakiler kısadır.

Gerek müellifin bu bâbta rivayet ettiği hadîslerden ve gerekse Kütüb i Sitte sahiblerinin rivayet ettikleri hadîslerden, Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem)’in akşam namazında Tıvâl, Evsât ve Kısar bölümlerine dâhil olan sûrelerin bâzılarını okuduğu anlaşılı­yor. E 1 – H â f i z: «Rivayet olunan bu hadisleri uzlaştırmanın yolu şudur: Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam nama­zını zaman zaman uzatmıştır. Ya uzatmanın câizliğini beyan etmek için, ya da cemaata, meşakkat olmadığını bildiği içindir. C ü b e y r bin M u t’ i m ‘ in (832 nolu) hadisinde, Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Tür sûresini bir defadan fazla okuduğuna dâir bir delil yoktur. Buhârî, Ebû Dâvûd ve N e s â î’ -nin rivayet ettikleri Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsinden Mervân bin el-Hakem’ûı, akşam namaz­larında hep Kısar bölümündeki sûreleri okuması üzerine Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) müdâhale ederek Peygamber (Şal­lallahü Aleyhive Sellem) ‘in Tıvâl bölümündeki sürelerden daha uzun olan A’râf ve En’âm sûrelerini okuduğunu bildirmiştir. Eğer M e r v â n’m, Peygamber (Şallallahü Aleyhive SellemJ’in akşam namazında dâima kısa sûreleri okuduğuna dâir bir bilgisi olmuş ol­saydı, Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) ‘in müdâhalesi­ne karşı cevab verecekti. Şunu da belirtelim ki: Zeyd bin Sa­bit (Radıyallâhü anh). Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve SellemJ’in akşam namazında dâima uzun sûreleri okuduğunu kasdetmemiştir.» der.

Hangi namazda, hangi bölümdeki sûreleri okumak evlâdır?

1 – Hanefiler’e göre sabah ve öğle namazlarında Tıvâl; ikindi ve yatsı namazlarında Evsât ve akşam namazlarında Kısar bö­lümlerinden sûreler okunmalıdır.

2 – Şâfiîler’e göre de durum H a n e f î 1 e r gibidir. Yalnız Cuma günü sabah namazının ilk rek’atinde Secde sûresini ve ikinci rek’atinde El-İnsân süresini okumak sünnet­tir. Hanefi ve Şafii mezheblerine göre öğle namazında okunacak süreler, sabah namazında okunacak sûreleı-den biraz kısa olmalıdır.

3 – Mâlikîler’e göre sabah ve öğle namazlarında Tıvâl; ikindi ve akşam namazlarında Kısar ve yatsı namazında Evsât bölüm­lerindeki süreler okunmalıdır. Bunlara göre bunun hükmü sünnet değil mendubluktur.

4 – Hanbeliler’e göre sabah namazında Tıvâl, akşam

namazında Kısar ve öğle, ikindi ile yatsı namazlarında Evsât bölüm­lerindeki süreler okunmalıdır. [46]

10 – Yatsı Namazındaki Kıraat Babı

834) Berâ’ bin Âzib (Radtyallâkü <mA)’den rivayet edildiğine göre kendisi, Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber (bir yolculukta) yatsı namazını kılmıştır ve :

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in, (o namazın bir rek’atinde (sûresini) okuduğunu İşittim, demiştir.”

835) Herâ” hin Azih (Radıyallâhü anh)'(\en rivayet edildiğine yöre yukarıdaki hadisin mislini söylemiş ve bu arada sunu da söylemiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den güzel sesli yahut kırâatlı [47] hiç bir insanı dinlemiş değilim.”

836) Câbir (Radtyatlâhü anh)\ex\ rivayet edildiğine «(üre: Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh) arkadaşlarına yatsı namazını kıldırdı da onlara namazı uzattı.(Durum, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’e iletilince) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) (Muâz’a) :

*(Halka imamlık ettiğin zaman) Şems, A’lâ, Leyi ve Alâk süre­lerini oku.- buyurmuştur. [48]

İzahı

Berâ’ bin Âzib (Radıyallâhü anh) in hadisini Buhâ-r î, Müslim ve diğer Kütüb-i Sitte sahibleri de rivayet etmiş­lerdir.

Câbir (Radıyallâhü anh) in hadisini ise Buhâri, Müs­lim ve N e s â i de rivayet etmişlerdir.

Buhâri ve Müslim’in Berâ’ (Radıyallâhü anh) ‘dan olan rivayetlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile be­raber kıldığı yatsı namazı, bir yolculuk esnasındaymış ve Tin sû­resinin bir rek’atte okunduğu belirtilmiştir.

İsmâiIi’ nin rivayetinde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sefer hâlindeki söz konusu yatsı namazını iki rekat ola­rak kıldırdığı bildirilmiştir.

N e s â i ‘ nin rivayetinde T i n sûresinin İlk rek’atte okundu­ğu tasrih edilmiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yatsı namazında Kı­sar bölümündeki sûreyi okumasının sebebinin, yolculuk hâli olması kuvvetle muhtemeldir.

Câbir (Radıyallâhü anh)’in Müslim1 deki rivayeti meâ-len şöyledir:

“Muâz (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-tem) ile beraber namaz kılar, sonra kavmine vararak onlara namaz kıldırirdı. Bir gece. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile be­raber yatsıyı kıldıktan sonra kavmine varıp, onlara namaz kıldırdı ve Bakara sûresini okumaya başladı. Bu arada adamın birisi dönüp selâm verdi. Sonra kendi kendine namaz kılıp gitti. Bilâhere cemâat ona: Ey Falan! Sen, münafık mı oidun? diye takıldılar. Adam: Ha­yır vallahi. Ben Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e behemhal gidip onu haberdar edeceğim, dedi. Sonra, adam Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek: Yâ Resûlallah! Biz su taşıyan de­velere sahibiz. Gündüz çalışırız. Muâz (Radıyallâhü anh), Seninle beraber yatsıyı kılmış. Sonra (yanımıza) gelerek bize yatsıyı kıldır­maya başlayınca Bakara sûresini tutturdu…, dedi. Bunun üzerine Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radıyallâhü anh)’a dö­nerek :

«Yâ Muâz! Sen fitneye sebep olmak mı istiyorsun? Şu sûreyi oku. Falan sûreyi oku.» buyurdu.

Buraya mealini aldığımız M ü s 1 i m’in rivayetinden çıkarılan Fı­kıh hükümleri ve cemaatla namaz kılan kimsenin, ikinci defa aynı na­mazı cemaatla kılması hususundaki âlimlerin görüşleri, geniş izahat ister. Müellifin rivayeti kısadır. M ü s 1 i m ‘ in rivayeti, kitabımı­zın dışında mütalaa edilebildiği için, bu konudaki izahattan sarf-ı na­zar ettik. [49]

11 – İmamın Arkasında İken Okumak Babı

837) Ubade bin es-Sânıit (Radtyallâhü anh)\ex\ rivayet edildİRUie «öre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi m<• ScMeın) şöyle buyurdu, demiştir :

«Namazda Fatiha (sûresini) okumayanın hiç bir namazı yoktur. [50]

İzahı

Bu hadis, Kütüb-i Sitte sahiblerinin hepsi tarafından rivayet edil­miştir.

Ebû Davud’un süneninin «Namazında Fatihayı terkeden bâbı-nda el-Menhel şöyle der :

«Hadîsteki «Namaz» kelimesi, lügattaki mânası olan duada kul­lanılmamış olup şer’i mânası olan özel ibâdette kullanılmıştır. Çün­kü Şâri-i Hakim, kelimelerin lügat mânalarını anlatmak için değil dini mânâlarını tanıtmak için gönderilmiştir. Bu nedenle onun sözleri dâima ıstılâhi mânâya yorumlanır. Şu halde hadîsin anlamı şudur: «Namazda Fatiha sûresini okumayanın şeriata uygun hiç bir namazı yoktur.» Yâni Fatiha sûresini okumadan kıldığı na­maz, şer’an namaz anlamını taşımaz. Hâl böyle olunca:

Hadiste «Sıhhatli» veya «Yeterli» yahut «Mükemmel» kelimesini takdir ederek meali şöyledir, diye bir tevile hacet yoktur.

«…okumayanın (sıhhatli) hiç bir namazı…» veya, «…okumayanın (yeterli) hiç bir…» yahut, «…okumayanın (mükemmel) hiç bir…»

Faraza: «Namaz yoktur» denemezse, o zaman cümlenin hakîki mânâsına en yakın olan mecazî mânâsı seçilir. Yâni «Sıhhatli» veya «Yeterli» kelimesi takdir edilir. Ve meal şöyle olur:

«Namazda Fatiha (sûresini) okumayanın (sıhhatli) hiç bir nama­zı yoktur.» veya: «…okumayanın (yeterli) hiç.*.»

Hadîste «Mükemmel» kelimesi takdir edilmekle hakiki mânâya en uzak olan mecazî mânâ alınamaz. Çünkü daha yakın mânâyı al­mak mümkündür.

Diğer taraftan «…sıhhatli (veya) yeterli namaz yoktur.» denilin­ce «…mükemmel namaz yoktur» mânâsı da ifâde edilmiş olur. Fakat -. mükemmel namaz yoktur.» denilirse «…sıhhatli namaz yoktur»

mânâsı ifâde edilmiş olamaz. Zira bir namaz mükemmel olmamak­la beraber sıhhatli ve yeterli olabilir.

Hadis; yukarıda anlatıldığı gibi namazda Fatiha okuma­yanın namazının şer’î bir namaz sayılamayacağına ve sahih olmadı­ğına delâlet eder. [51]

Namazda Fatiha Okumak Farz Mı?

1 – İbnü’l-Münzir’in nakline göre Ömer, Osman bin Ebi’l-As, İbn-i Abbâs, Ebû Hüreyre ve Ebû Said-i Hudri (Radıyallâhü anhüm) :

«Namazda Fatiha okumak farzdır, onun yerine başka sûreler ve âyetler okumak kâfi gelmez. Ancak onu okumaya gücü yetmeyenin, başka âyetler okuması caizdir.» demişlerdir.

Sahâbilerle tabiilerin ve onlardan seyir a gplen âlimlerin cumhu­runun kavli budur. Mâlik, Şafiî ve A,h med bin Han-b e 1′ in mezhebleri de budur.

Şer’i namazın oluşması için Fatiha sûresinin okunmasının gerekliliğine delâlet eden delillerden birisi de Darekutnî’ nin Ubâde bin es-Samît (Radıyallâhü anhJ’den rivayet et­tiği şu hadistir:

«Namazda Fatiha okumayan adamın kıldığı namaz yeterli değil­dir.» Darekutni bunun isnadının sahih olduğunu söylemiştir.

Başka bir delil de İbn-i Huzeyme’ nin, kendi sahihin­de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhî’den rivayet efctiği şu hadîstir. «de Fatiha okunmayan namaz yeterli değildir.»

2 – Hanefî âlimlerine göre namazda Fatiha okumak farz değildir. Kur’an-ı Kerim’in her hangi bir âyetini okumak farzdır. F â t i h a’ yi okumak ise vâcibtir. Onlar: Fa­tiha’ nin okunmasının gerekliliği âhâd hadîsi ile sabittir. Âhâd hadîsi ile sabit olan bir şey farz olmaz, vâcib olur. Onsuz namaz sa­hihtir. Fakat F â t i- h a’ yi terkeden kişi günah işlemiş olur, de-

mislerdir. Delilleri ise; *Artık Kur’an’dan ko­lay geleni okuyun» [52] âyetidir.

Hanefî âlimleri: Âyet, kolay olanın okunmasının istendiğini kesinlikle belirtiyor. Bunda bir muhayyerlik vardır. Yâni namaz kı­lan kişi serbesttir. Kur’an-ı Kerîm’in neresini okumak ona kolay geliyorsa orayı okuyabilir. Eğer F â t i h a ‘ yi okumak far?, olsaydı, muhayyerlik hükmünün mensuh olması gerekecekti. Halbuki kafi delil olan mezkûr âyet zanni delil olan âhâd hadîsi ile mensûh olmaz, demişlerdir.

Onların bir delili de Buharı ve Müslim” in Ebû Hü­re y re (Radıyallâhü anh)’den merfu olarak rivayet ettikleri ve na­mazı hatalı kılan zâta Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)’in na­ma? tarifine ait hadîsinde şöyle buyurulmuş olan ifâdedir: sonra Kuran belleyip okuyabildi­ğini oku.

Bu âyeti delil gösteren Hanefi âlimleri : Hürmet bakımın dan K u r’ a n ‘ in bütün sûreleri eşittir. Nitekim cünüb adam hiç bir âyetini okuyamaz. Abdestsiz kimse mushafın hiç bir yerini elleyemez, demişlerdir. Onlara göre hadisten maksad, Fatiha okumayanın namazının sahih olmadığı değil, mükemmel olmadığını bildirmektir. [53]

Cumhurun Hanefi Âlimlerine Cevâbı

âyeti farz namazdaki kıraat miktarı hakkın

da değil, gece namazı hakkındadır. Yâni geceleyin kolayınıza gelen namazı kılınız.

Kati delil, zanni delil ile mensuh olmaz. Halbuki eğer F â t i h a ‘ yi okumak farzdır, dense, âyetle getirilmiş olan muhayyerlik mensuh olur.» şeklindeki gerekçeye gelince bu da vârid değildir. Çünkü nesih durumu yoktur. Itlak ve takyid vardır. Yâni âyet mut­laktır. Hadis onu takyid etmiş olur. İbham ve tefsir kabilindendir, demek de mümkündür

Namazını hatalı kılan /tifa Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sel-lem) in; jlyül ]y» cSjla J^J U İyi emri mücmel olup. Fatiha’ mn okunmasını emreden hadislerle açıklanmıştır. Üstelik, Ebû D â -v ü rl . A ti m e d bin Hanbel ve t b n – i H i b b â n ‘ m rivayetlerinde Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)’in o adama :

«Sonra Ummü’l-Kur’an’ı oku- buyurduğu bildiril­miştir,

Kuran sûrelerinin hürmet bakımından eşit olması namaz­da okunmalarının yeterliliği yönünden de eşit olmasını gerektirmez. Kaldı ki Fatiha’ nın okunmasının gerekliliği sahih hadislerle

sabittir.

Hadisteki : »…namazı yoktur.» cümlesindeki olumsuzluğun nama­zın mükemmelliğine âit olmayıp namazın aslına ve sıhhatına âit ol­duğu hususu yukarıda anlatılmıştır.

El-Menhel yazarı, -Namazında kıraati terkedenin bâbı-nda cum­hurun görüşünü ve Hanefi âlimlerinin görüşünü yukarıda an­lattığım şekilde naklettikten sonra şöyle der :

-Yukarıda verilen malûmattan bilmiş oldun ki Fatiha sû­resini okumanın namazın rükünlerinden sayılması ve onsuz kılman namazın sahih olmaması kavli kuvvetlidir. [54]

Fatiha Her Rek’atte Farz Mı?

Namazda Fatiha okumak farzdır, diyen âlimler bu husus­ta ihtilâf etmişlerdir:

1 – Şafii, Ahmed bin Hanbel, Evzâi, Ebû Sevr, Ali ve Cabir’e göre imam ve tek başına namaz kı­lanın bütün rek’ailrrdo Fatiha okumaları farzdır. Mâliki âlimlerinin sahih kavli de budur. (İmama uyan kimse hakkındaki ayrıntılı bilgi bundun sunraki bâbta verilecektir.)

Delilleri:

I. Namazını hatalı kılan zâta Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seliem), namazı târıf ederken ilk rek’atte yapılacak şeyleri anlattık-

tan sonra : = -Sonra namazının her rek’-

atinde, onları (anlatılanları) yap.- buyurmuştur. Bunu Buhâri

rivayet etmiştir.

II. Buhâri ve Ahmed’in Mâlik bin el-Huvey-r ı s (Radıyallâhü anhJ’den merfü olarak rivayet ettikleri:

-Benim namaz kılışımı gördüğünüz gibi

namaz kılınız» hadisidir. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) in her rek’atte Fatiha okuduğu bilinmektedir.

III. Müslim’in Ebû Katâde (Radıyallâhü anhJ’den rivayet ettiği;

  • Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle ve ikindinin ilk iki rekatlarında Fatiha’yi okurdu ve (Fâtiha’dan sonra okuduğu) âyeti zaman zaman bize duyururdu. Son iki rek’atte Fatiha okurdu.>

2 – Hasanı Basri, Dâvûd ve İshak’a göre, namazın her hangi bir rek’atinde Fatiha ve ondan sonra K u r’ a n ‘ dan bir parça okumak vacibin yerine getirilmesi için kâfidir. Bir rek’atta Fatiha, başka bir rek’atta da âyetler oku­mak yine vacibin ifâsı için yeterli sayılır.

Bunların delili de Ubâde (Radıyallâhü anhJ’ın (837 nolu) hadisidir. Bunlar: ‘Hadiste namazda Fatiha okunması emre­dilmiştir. Bir defa okununca emir yerine getirilmiş olur. Her rek’atte okunması gerekir, diye başka bir delil varsa ona dönülür, demişler­dir.

Bu görüşe şöyle cevab verilir:

Yukarıda beyan edilen deliller, her rek’atta Fatiha okuma­nın gerekliliğine delâlet ederler.

3 – Zeyd bin Ali ve en-Nasır’a göre ilk iki rek’atta Fatiha okumak farzdır. Son iki rek’atta Fatiha yerine başka âyetler okumak veya tesbihat yapmak da caizdir.

Ebû Hanife1 nin görüşü bu görüşe benzer. Şu farkla ki, Ebû Hanîfe’ye göre ilk iki rek’atta kıraat farzdır. Fatiha okumak farz değil vâcibtir. Yâni Fatiha okunmayıp başka sû­re veya âyetler okunursa farz yerine getirilmiş olur. Sadece vâcib terk edilmiş olur.

Zeyd bin Ali ve en-Nasır’ın delili: Ali bin E b i T â I i b (Radıyallâhü anh)’ın ilk iki rek’atte kıraat ettiğine ve son iki rek’atta tesbihat yaptığına dâir rivayet olunan hadîstir. Halbuki bu hadîs zayıftır. Çünkü el-Hâris e 1-A’v e r’in rivayetinden gelmedir. Bu adam hadis hafızları yanında zayıflıkla meşhur bir kezzabtır.

Bunların ikinci delili de Hanefi âlimlerinin gösterdikleri âyetidir. Bu âyetin delil olup olmayacağı hak­kında yukarıda yeterli bilgi verilmiştir.»

838) Ebü’s-Sâib [55] (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre kendisi Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh))den şunu îşitmİştir: Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kim, içinde Fatiha okumadığı bir namaz kılarsa o namaz nok­sandır, tamam değildir.» buyurmuştur. Ben:

«Yâ Ebâ Hüreyrel Şüphesiz ki ben zaman zaman imamın arka­sında olurum.» dedim. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), kolumu tutup bastırdı ve :

«Yâ Fârislit Fatihayı gizli oku.» diye cevap verdi. [56]

İzahı

Bu hadîsi, Mâlik, Ahmed, Müslim, Ebû Dâ­vûd, Nesii ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Rivayet­lerin çoğunda Fatiha süresinin âyetleri ve ifâde ettikleri yüce özelliklere de işaret vardır. Ve hadîs metni uzuncadır.

El-Menhel yazarı şöyle der:

«Hadiste ‘Salât = Namaz’ kelimesi mutlak geçtiği için farz ve nafile bütün namazlara şümullüdür. Dârekutnî’ nin Abdul­lah bin Amr bin el-As (Radıyallâhü anhüm) ‘dan rivayet ettiği : – «Kim farz veya nafile namaz kılarsa içinde Fatihayı okusun.» Hadisi bu şümulü te’yid eder.

Hadiste geçen : = «ÜmmÜ’l-Kitab» lafzı Fatiha’-nın isimlerinden birisidir Bu lafzın mânâsı: «Kur’ân-ı Kerîm’in ana­sı- demektir. F â t i h a ‘ ya bu adın verilmesinin sebebi, Kur’-a n -1 K e r i m ‘ in ana maksadlarının F a t i h a ‘ da toplanmış olmasıdır. Şöyle ki; F â t i h a ‘ da Allah Teâlâ’ya lâyıkı veçhile hamd ve sena, ilâhi emir ve yasağa itaat, uhrevi mükâfat ve ceza, dünya ve âhiret halleri, hidâyet yolundakilere övgü ve sapıkları zem etmek gibi önemli maksatlar yer almıştır

Hidâc : Noksanlıktır =-tam değildir.- lafzı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-

lem) in buyruğundan olup ‘Hidac’ın açıklamasıdır. Râvinin sözü ola­bilir. Bu takdirde hadise müdrectir

Bu hadis, imam, münferid ve imamın arkasında nama?, kılana şümullüdür.

Hadis, namazda Fatiha okumak farzdır, diyen cumhur için bir delildir.

Bâzı âlimler: Hadis, içinde Fatiha okunmayan namazın noksan olduğunu bildirmiş, noksanlık ise namazın bozulmasını gerek­tirmez, demişlerdir. Eğer bu noksanlığın namazın ifsadını gerektir­diğine delâlet eden bir alâmet ve delil bulunmasaydı, bunların dedi ği doğru olurdu. Fakat Dârekutnî’ nin rivayet etmiş olduğu ve bir önceki hadisin izahında geçen hadîs, bu noksanlıkla kılınan namazın yeterli olmadığını belirtmiştir.

İbn-i Abdil-Berr: ‘Namazda Fatiha okumanın vâcib olmadığını söyleyenler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’in -Noksandır.» ifâdesi F â t i h a’ sız kılınan namazın câiz-liğine delâlet eder. Ve noksan olan namaz caizdir, demişlerdir. Bu söz hatâhdır. Çünkü noksan olan bir şey tamamlanmış sayılmaz. Na­mazını tamamlamadan çıkan bir kimsenin yeniden ve tam olarak kıl­ması gerekir. Bu itibarla noksanlığını itiraf ettiği halde, caiz oldu ğunu iddia edenlerin iddialarını ispatlayıcı delil göstermeleri gere­kir’, demiştir.

(EI-Menhel yazan e 1 – B â c İ’ den de Ibn-i Abdil-Berr ‘ in sözüne benzer bir nakil yapmıştır.)

Ebü’s-Sâib: «Ben zaman zaman imamın arkasında olurum»

sözü ile şunu demek istiyor: ‘Ben imama uyduğum zaman Fatiha’yı okuyacak mıyım?’

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), cevabı dikkatle dinle­mesini saplamak maksadıyla E b ü’s-S â i b’in kolunu tutup

bastırmış, ve:

«Ey Fârisî! Fâtiha’yı gizli oku- diye cevab vermiştir.İmama uyan kimse, gizli ve açık bilumum namazlarda Fatiha okur. diyen Ş â t i i için bu hadîs delildir.

839) Ebû Saîd-i Hudrî (R attı yat lâhü anh) den:

Şöyle demiştir: ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sel|em) bu­yurdu ki:

«Farz veya diğer namazların her rekaünde Fâtiha’yı ve bir sû­reyi okumayanın hiç bir namazı yoktur.[57]

İzahı

Notta belirtildiği gibi Kütüb-i Sitte sahihlerinden yalnız müellifin rivayet ettiği bu hadisi tbn-i Hibbân da rivayet etmiş ve oradaki senedde Ebû Nadra’ nın râvisi Ebû Süfyân’in yerine Katâde bulunmaktadır Şu halde oradaki sened zayıf değildir.

Ebû D â v û d da «Namazında kıraati bırakanın babı-n d a

K a t â d e’ nin Ebü Nadra vasıtasıyla Ebû S a î d – i H u d r î (Radıyallâhü anh)’den şu hadisi rivayet etmiştir. (Namazda) Fatihayı ve (ondan sonra Kur’an’dan) kolay gelen bir şeyi okumakla emrolunduk.»

El-Menhel’de şöyle deniliyor:

«Hadîsin mânâsı şudur:

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda Fatiha oku­mamızı emretti.» Şu halde hadis, namazda F â t i h a’ yi okumanın vücûbuna delâlet eder.

‘ nin mânâsı da :

‘Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fatihadan sonra Kur’­an’dan, kolay bir şey okumamızı emretti.’ demektir. Cumhura göre bu emir sabahın iki rek’atı ile diğer dört vakit namazının ilk iki rek’at-lanna mahsustur. Dört rek’atlı namazların son iki rek’atlarında ve akşamın son rek’atmda yalnız Fatiha okunur.

Sûre okumakla ilgili emir cumhura göre sünnete yorumlanır. Delilleri de Ubâde bin es-Sâmit (Radıyallâhü anhVin bu bâbta rivayet olunan (837 nolu) hadîsi ve benzeri hadislerdir. Çünkü bu hadisler namazın sıhhati için Fatiha okumayı ge­rekli kılmışlar, başka âyet veya sûre okumayı gerekli kılmamışlar-dır. [58]

Zammı Sûre Gerekir Mi ?

Ömer bin el-Hattab, oğlu Abdullah, Osman bin Ebi’l-As, Hanefiler ve Mâlik1 in bâzı arka­daşları (Radıyallâhü anhüm), Fatiha ile beraber Kur’an1-dan bir şey okumayı vâcib görmüşlerdir. Bâzıları üç âyet, bâzıları uzunca bir âyet kadar okunmalıdır, diye bir ölçü vermişler ise de bu ölçü için bir delil yoktur. Çünkü hadis, K u r’ a n ‘ dan bir şey okumayı hükme bağlamıştır. En kısa âyete de Kuran denir.»

840) Aişe (Radtyallâhü anhâ/den :

Şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den şöyle buyururken işittim:

«İçinde Fatiha okunmayan her namaz noksandır. [59]

İzahı

Bu hadîsi B u h â r i, Cüz’ül-Kıraa’da, Ahmed, Tahavî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

Tuhfe yazarı; bu hadis de imam, münferid ve imamın arkasında namaz kılanlara şâmildir. Hepsinin Fatiha okumasının gerekli­liğine delâlet eder, demiştir.

Hadîste: «.:.Her namaz…» Duyurulduğu için bu hükmün farz ve nafile bil’umum namazları kapsadığı anlaşılır.

841) Amr bin Şuayb’m dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As (Radt­yallâhü anhümyâen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki t «İçinde Fatiha okunmayan her namaz noksandır, her namaz nok­sandır.Zevftid’de, isnadının hasen olduğu bildirilmiştir. [60]

İzahı

Bu hadîsin metni bir önceki hadisin metnine benzer. Bu da farz ve nâlile bilûmum namazlarda Fatiha1 mn okunmasının gerekliliğine delâlet eder. Keza : «Her namaz…» buyurulduğu için ister imamın arkasında, ister imam veya münferid olarak kılınsın hepsin­de hüküm aynıdır.

Bu hadisi, Buhari Kıraat cüz’ünde, Beyhaki ve D â r e k u t n i de rivnvnl etmişlerdir,

842) Ebu’d Derdâ (Ratltyallâhii <tnfı)'(\en rivayet (‘(indiğine yıırı- bir adam ona (namazda okumanın hükmünü) sor;ır;ik :

‘İmam okuduğu halde ben (de) okuyacağım (mı)?’ demiş. Ebü’d Derdâ demiştir ki: ‘Bir adam, her namazda okumak var mı?’ diye Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e (soru) sordu. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de;

«Evet! (Her namazda okumak vardır.)» buyurdu. Bunun üzerine kavimden bir zât: ‘Bu, vâcib oldu.” dedi. [61]

İzahı

Zevâid yazarı: İsnaddaki Muâviye bin Yahya es S a d a f i zayıf olduğundan isnad zayıftır, demiştir. Fakat N e s â i , başka bir senedle rivayet etmiştir. Oradaki metin şöyledir : Kesir bin Mürre e I – H a d r a m i ‘ den ri.vâyet edildiğine göre, kendisi Ebü’d-Derdâ (Radıyallâhü anh) ‘den şunu işittim, de­miştir :

«Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e : Her namazda kıraat var mı? diye soruldu. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Evet!» buyurdu. (Bunun üzerine) EnâAr’dan bir adam : Bu kıraat vâcib oldu dedi.»

Ebü’d-Derdâ (Radıyallâhü anh) bunu söyledikten sonra bana döndü. Ben cemâat içinde ona en yakın bir yerde oturmuştum. Şöyle dedi: «İmam cemaata namaz kıldırdığı zaman, onun kıraati bence hepsi için yeterdir. Ben böyle bilirim.»

N e s â i” nin rivayetinden anlaşıldığına göre imamın arkasın­da namaz kılındığı zaman Ebü’d-Derdâ (Radıyallâhü anh)’a göre imamın kıraati cemâat için de kâfidir. Bu takdire göre Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e sorulan soru, imamın arkasında kılınan namaza âit değildir, cevabta soruya uygun yorumlanır. Yâ­ni imam ve münferid kıraat etmek zorundadır. İmamın arkasındaki cemâat için bu zorunluluk yoktur.

Müellifin rivayetine göre soru sahibi imamın arkasında iken kı­raat edip etmeyeceğini Ebü’d-Derdâ (Radıyallâhü anh)’a sormuş o da Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) e:

Her namazda kıraat var mı? diye sorulan soruya: Peygamber

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Evet!- buyurmuştur. Orada bulunan bir zât da t «Kıraat vâcib oldu.» demiştir.

Bu rivayete göre Ebü’d-Derdâ (Radıyallâhü anh) imama uyan kişinin kıraat etmesinin gerekliliğine hükmetmiş olur.

Müellifin isnadının zayıflığını yukarda naklettik.

Sindi: «Bu vâcib oldu.» cümlesinin mânâsı: «Her namazda

kıraatin varlığına âit hüküm sabit oldu.- demektir, der.

843) Câbir hin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)’âan rivayet edildiğine yöre şöyle demiştir :

Biz imamın arkasında öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rekat lerinde Fatiha ve bir sûre: son iki rek’atlerinde Fatiha okurduk.[62]

İzahı

S i n d î’ den anlaşıldığına göre bu hadîs Zevâİd ‘dendir. S i n-d i, notta verilen bilgiyi Zevâid’den naklettikten sonra şöyle der :

«Hadîs, mevkuf olmakla beraber, merfü hükmündedir, denilebi­lir. (Çünkü bir sahâbînin ‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken biz şöyle ederdik.’ ve benzerî mevkuf hadîsler, merfû hükmündedfr. Burada ise, sahâbî; «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken» ifâdesini kullanmamıştır. Ama : «Biz şöyle eder­dik.» ifâdesinin zahiri, yine Efendimizin devrine işaret gibidir Bu sebeble, Sindi, böyle demiştir.)

Şöyle bir ihtimal de vardır: Sahâbîler, bu bâbta vârid olan ha­dislerin umumîliğinden mezkûr hükmü almışlardır. Bu takdirde on­ların uygulaması hadîsin merfûluğuna delâlet etmez.

Bir de şu vardır: C â b i r (Radıyallâhü anh)’in bu hadîsi ile (850 nolu) hadîsi arasında bir çelişki vardır. Çünkü orada : ‘ima­mın kıraati, kendisine uyanların kıraatidir.’ demiştir. Buradaki ha­dîs, oradaki hadîse tercih edilir. Çünkü oradaki hadisin isnadı za­yıftır. En az şöyle denilebilir. Bu hadîs o hadîsten kuvvetlidir.

Hadîs, imamın arkasında öğle ve ikindi namazlarını kılan kim­senin bütün rek’atlerinde F â t i ha okuyacağına hükmeder. M â -lik, tbnü’l-Mübârek, İ s h a k ve Zühri için de-İîl sayılır. Keza bütün namazların her rek’atinde Fatiha oku­nur diyen Şafii’ler, Evzâi, Mekhûl, Ebû Sevr veı Nasır için bir bakıma delil sayılabilir.

Hadîs, mezkûr namazların ilk iki rek’atlerinde Fatiha’ dan sonra sûre okumanın meşruluğuna delâlet eder.

İmamın arkasında iken Fatiha ve sûre okumak hususun­daki âlimlerin görüşlerini, onüçüncü bâbtaki hadîslerin izahını ya­parken nakledeceğim. [63]

12 – İmamın İki Sektesi [64] Babı

844) Semure hin Cündüb [65] (Radıyallâhü anh)’âen; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bellediğim iki sek­te vardır. İmrân bin el-Husayn (Radıyallâhü anh) bunu kabul etmedi. Bunun üzerine, biz Medine’de bulunan Übeyy bin Ka’b (Radıyallâhü anh) a mektub yazarak durumu sorduk. Übeyy (Radıyallâhü anh), Semure (Radıyallâhü anh) in Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) den alınanı iyice hıfzettiğini, yazılı cevabla bildirdi.

Râvi Said demiştir ki: Biz, bu iki sekteyi (yer bakımından) Ka-tâde’ye sorduk. Katâde dedi ki: Adam namaza girdiği zaman ve ki râattan boşaldığı zaman’ Katâde daha sonra dedi ki: ‘Ve okuduğu zaman’

Râvi demiştir ki: Onlar imamın kırâattan boşaldığı zaman, ne­fes alıncaya kadar sekte yapmasından hoşlanırlardı.”

845) Hasan(-i Basrî)[66] (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiği­ne göre: Semûre (bin Cündüb) (Radtyallâhü anh)’ün şöyle dediğini söylemiş­tir:

Ben, kırâattan önce bir sekte ve rüku’ zamanı bir sekte olmak üzere namazda iki sekteyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’-den hıfzettim/ İmrân bin el-Husayn (Radıyallâhü anh), onun bu sö­zünü kabul etmedi. Bunun üzerine (durumu) Medine’ye, Übeyy bin Ka*b (Radıyallâhü anh)’a yazdılar. Übeyy (Radıyallâhü anh), Semû­re (Radıyallâhü anh)’ı tasdik etti. [67]

İzahı

Semûre bin Cündüb (Radıyallâhü anh) ‘ün ilk hadîs metnini Tirmizi ve Ebû Dâvüd da rivayet etmişler­dir.

Semûre (Radıyallâhü anh)’in hadisinin ikinci metnini Ebû Dâvûd ve Dârekutnî de rivayet etmişlerdir. Babın baş­lığında ve hadîste geçen ‘Sekte’den maksad, susmak değil, açıktan okumaya ara vermektir. Çünkü vârid olan rivayetler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, sekte yaptığında duâ ile meşgul ol­duğunu te’yid ederler.

EI-Menhel yazarı sektelerle ilgili rivayet olunan müteaddit me­tinlerin açıklaması ile ilgili olarak aşağıdaki malûmatı vermiştir:

S e m û r e (Radıyallâhü anh), bâzı rivayetlerde belirtildiği gi­bi bu sekteleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’den hıfzet-miştir. Birinci sekte, AUahu Ekber diyerek namaza girildiğinde he­nüz kırâata başlanmadan yapılırdı. Bu sekte, biraz uzunca idi. Çün­kü bu sekte esnasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vâ-rid olan duâ ile meşgul olurdu. îkinci sekte, kırâattan sonra ve rükûa varmak için tekbir alınmadan önce yapılırdı. Bu sekte hafifti. Çün­kü kıraat ile rükû” tekbiri arasında bir fasıla verinceye ve nefes alın­caya kadardı

Ümran bin Husayn (Radıyallâhü anh), T i r m i z î’ -nin rivayetinde belirtildiği gibi Semûre bin Cündüb (Radıyallâhü anh) e : Biz bir sekteyi hıfzettik, diyerek iki sekte olu­şunu kabul etmemiş, bunun üzerine Medine-i Münevvere’-de bulunan Ü b e y y (Radıyallâhü anh)’e yazdıkları mektubta, Semûre (Radıyallâhü anh)’nin anlattığı husus hakkında bilgi istemişler; Ü b e y y (Radıyallâhü anh) de Semûre (Radıyal-lâhü anh)’yi tasdik etmiştir.

(845 nolu) Hadise göre sektelerin birincisi kırâata başlamadan öncedir, ikincisi de rükû’ tekbirinden öncedir.

844 nolu) Hadisin sonunda râvî S a i d’ in sorusu üzerine K a -t â d e (Radıyallâhü anh)’nin verdiği cevâba göre birinci sekte, di­ğer rivayette olduğu gibi kırâattan öncedir. İkincisi de hadîsin za­hirine göre yine kıraat bittikten sonra ve rüku’ tekbirinden öncedir. Fakat K a t â d e (Radıyallâhü anh) :

«Bu arada Fatiha bittiği zaman sekte olur.» demiştir. Katâde (Radıyallâhü anh)’nin sözü iki mânâya muhtemeldir:

1 – Katâde (Radıyallâhü anhî, kırâattan önce ve sonra olmak üzere iki sekte mahallini bildirdikten sonra, üçüncü bir sekte mahallinin de bulunduğunu haber vermek istemiş ve bunun yerinin de Fatiha ile sûre arasında olduğunu belirtmiştir.

2 – Katâde (Radıyallâhü anh), ikinci sekte mahallinin. Fatiha kıraati bitiminde olduğunu kasdetmiş ve bu maksadını;i okuduğu zaman, demekle açıklamıştır.

Ebû Dâvûd, namazdaki sekteler hadîsini müteaddit yollar­dan rivayet etmiştir. Bir rivayette :

«Sektelerden birisi, taharrüm tekbiri alındığı zaman, diğeri de Fatiha ve sûre kıraatinin bittiği zamandır.» denilmiştir. Başka bir riyâyette: -İkinci sektenin yeri. Fatiha bittiği zamandır, denilmiştir Uçuncu bir rivayet, (844 nolu) rivayetimize benzer. Yukarıda işaret edildiği gibi bu rivayet, sekte sayısının üçe çıkarıldığına muhtemel­dir. Birincisi taharrüm tekbirinden sonradır, ikincisi Fatiha ile sûre arasındadır. Üçüncüsü de sûre bittikten sonradır.

Bu rivayetlerin arasını şöyle bulmak mümkündür:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda üç sekte ya­pardı. Birincisi taharrüm tekbirinden sonra, ikincisi F â t i h a ‘ dan sonra, üçüncüsü sûreden sonra idi. S e m û r e (Radıyallâhü anh) bir defasında sektelerin bir kısmını haber vermiş, bir başka zaman diğerlerini bildirmiştir. Ibn-i Ebi Şeybe (Rad.yallâhü anh)1-nın kendi kitabında e 1 – H a s a n (Radıyallâhü anh)’dan rivayet ettiği şu hadis, bu uzlaşmayı teyid eder :

-Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in üç sektesi vardı i İftitah tekbirini aldığı zaman. Fatihaya başlayıncaya kadar; Fâtiha’yt bitirdiği zaman, sûreye başlayıncaya kadar ve sûreyi bitirdiği zaman rükû yapıncaya kadar (olan zamanlarda) idi.»

Âlimlerin, bu husustaki görüşleri:

Şafii, Ahmed bin Hanbel, Evzâi ve tshak, namazda üç sektenin müstahab olduğuna hükmetmişlerdir:

Birinci sekte, taharrüm tekbirinden sonra yapılır. O esnada ifti­tah duası okunur. Bu sekte, imam, ona uyan ve tek başına namaz kılan için müstehabtır.

ikinci sektenin yeri Fatiha’ dan sonra ve sûreden öncedir. Bu sekte, imam için müstahabtır. Şâfiiler ve Hanbeli-I e r : İmam bu sekteyi yaparken, ona uyanlar o esnada Fatiha­yı okusunlar ve bu sekteden gaye budur, demişlerdir.

Üçüncü sektenin yeri, kıraat bittiği zaman ve henüz rükûa gi­dilmeden yapılır. Bundan maksad, rüku’ tekbiriyle kıraat arasında bir fasıla yapmak ve namaz kılanın nefes almasıdır. [68]

13 – İmam Okuduğu Zaman Susunuz [69] Babı

846) Ebû Hüreyre (Radtyailâhu anh)\ç\ rivayet edildiğine göre: Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir ;

«İmam, kendisine uyulsun diye imam kılınmıştır. Bundan dolayı, imam tekbir aldığı zaman siz de tekbir alınız, okuduğu zaman susunuz; dediği zaman ı Âmîn, deyiniz, rü-kua gittiği zaman siz de rüku’a gidiniz,dediği zaman : deyiniz. Secde ettiğiniz zaman secde ediniz ve oturarak namaz kıldığı zaman, hepiniz oturarak namaz kılınız.»’

Sindi : Müslim, bu hadisi sahih saymıştır. Bunu zayıf gösterenlerin söz­lerine itibar edilmez, demiştir. [70]

İzahı

Bu hadîsi N e s â i de rivayet etmiştir. Hadisi bu bâbta riva­yet etmekten maksad, hadisteki; -Ve imam okuduğu zaman siz susunuz.» cümlesidir, imamın arkasında namaz kılan kimsenin Fatiha okumayacağına hükmeden âlimlerin delillerinden birisi, mezkûr cümledir. Bununla ilgili geniş izahı bundan sonraki hadisin açıklaması bahsinde yapacağız.

Hadîsin diğer cümlelerinin izahına gelince :

«İmam taharrüm tekbirini aldığı zaman siz de alınız.» fıkrası hakkında N e v e v i şöyle der : Bu fıkrada imama uyanın imam­dan sonra tekbir alması emredilmiştir. Fıkra iki meseleyi içine alır. Birincisi, cemâatin imamdan önce veya imamla beraber tekbir ala­maması ve imam tekbirini aldıktan sonra cemâatin tekbir almaya başlaması meselesidir. $u halde imam niyet ederken : Allahü Ekber’ dediğinde henüz tekbirin son harfi olan ‘R’ harfini okumadan Önce ona uymak maksadıyla tekbire başlayan kişilerin namaza girişleri sahih değildir. Bu hususta âlimler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü he­nüz imam sayılmayan ve ancak biraz sonra imam olacak kimseye uymuş olur. Çünkü imam tekbiri tamam almadıkça imam sayılamaz. Fıkradan alman ikinci mes’ele; İmam tekbirini bitirir bitirmez, cemâa­tin gecikmeden tekbir alması meselesidir. Bu takdirde taharrüm tek­birinin tam faziletine ‘kavuşulmuş olur. Şayet gecikmeyle imama uyulursa, imama uymak sahihtir. Fakat söz konusu fazilet kaçırıl­mış olur.

Hadîsin : «İmam, Fatihanın son âyetini okuduktan hemen sonra: Âmin, deyiniz» mealindeki fıkrası, cemâatin imamdan sonra değil, imamla beraber Âmin demesininclaha efdal olduğunu söyleyen arka­daşlarımızın ve bitekti âlimlerin kavline açıkça delâlet eder. İmam :

dediği zaman imamla cemâat beraber: ‘Âmin’ derler. hadisini bu görüşteki âlimler: «İmam: ‘Âmin’

demek istediği zaman sizde : Âmin, deyiniz.» şeklinde yorumlamışlar ve rivayetleri böylece uzlaştırmalardır. Bu husustaki geniş izahat bu kitabın 14. babında yapılacaktır.

Hadis, rüku’a ve secdeye gidişte cemâatin imamla beraber değil, imamı izlemelerini emretmiştir.

Hadisin: «İmam ‘Semiallâhü…’ dediği zaman, siz de: ‘Allâhüm-me Rabbena ve leke’1-hamd’ duasını okuyunuz.» fıkrası ile ilgili açık­lama da, kitabın 18. babında gelecektir.

Hadisin : «İmam oturarak namaz kıldığı zaman, hepiniz de otu­rarak namaz kılınız.» fıkrasına gelince; âlimler bu hususta ihtilâf et­mişlerdir. Bir grubu fıkranın zahiri ile hükmetmiştir. A h m e d b i n H a n b e 1 ve Evzâi böyle hükmedenlerdendirler.

Bir rivayete göre t m a m Mâlik, ayakta namaz kılabilen kimse, oturarak namaz kılan kişiye, ne ayakta ne de oturarak uya­bilir.

Ebû Hanife, Şafii ve Selefin cumhuruna göre ayak­ta namaz kılmaya gücü yeten kişi oturarak namaz kılan kimseye, ancak ayakta durarak uyabilir. Delilleri de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, son hastalığında oturarak namaz kılması, Ebû Bekir (Radıyallâhü anhl’in ve cemâatin ayakta Ona uyması ola­yıdır. Bâzı âlimler söz konusu olayda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’e uyduğunu söy-lemişlerse de hatalıdır. Doğrusu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in imamlık etmiş olmasıdır.

847) Ebû Musa el-Eş’âri (Radtyalfâhiİ anh)'(\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

İmam okuduğu zaman, siz susunuz. İmam oturduğu zaman her hangi birinizin ilk zikri teşehhüd olsun. [71]

İzahı

Müslim, bu hadisi uzun bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Onun rivayetinde: = «İmam okuduğu zaman su­sunuz.» cümlesi yoktur. Müslim; Cerir’in, Süleyman aracılığıyla Katâde {Radıyallâhü anh)’den yaptığı rivayette mezkûr cümlenin bulunduğunu söylemiştir. Müs1im’ in arka­daşı Ebû İshak demiştir ki: Ebu’n-Nadr’ın kız kar­deşinin oğlu Ebû Bekir, bu hadîs hakkında bir söz söyledi. Müslim, Ona : Sen, hıfzı Süleyman’ dan daha kuvvetli adam mı istiyorsun? dedi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), bu sefer Ona şunu sordu : Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’nin hadisine ne dersin? MüsliiR: Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’nin hadisi sahihtir, dedi. Ebû Hüreyre (Radıyallâ-hü anh) nin hadisimden rnaksad; onun, merfu1 olarak rivayet ettiği:*Ve imam okuduğu zaman susunuz.» hadîsidir.

Müslim: Bu hadis bence sahihtir, deyince; Ebû Bekir (Ra-dıyallâhü anh) Ona : O halde bunu niçin kitabına almadın? diye sor­du. Müslim: Ben, kendimce sahih olan her şeyi buraya koy­muş değilim. Ben, buraya ancak ulama’nın ittifak ettikleri hadîsleri koydum, dedi.

Nevevi bu hadisin açıklamasını yaparken şöyle der: * -Bilmiş ol ki ziyâdesinin sıhhati hakkında hadis

hafızları ihtilâf etmişlerdir. B e y h a k i’ nin Sünen-i Kebîr’de Ebû Dâvûd-i Sicistâni” den rivayet ettiğine göre, bu zi­yade mahfuz değildir. Keza B e y h a k İ aynı durumu Yahya bin Muin, Ebû Hatim er-Râzi, Dârekutni ve el-Hâfız Ebû Âli en-Nisâburi’ den nakletmiştir. Beyhakî1 nin dediğine göre Ebû Ali el-Hâf iz: Bu lafız mahfuz değildir. Süleyman et-Teymî bu lafzı ilâve etmekle K a t â d e (Radıyallâhü anh) nin bütün arkadaşlarına muhalefet etmiştir. Şu lafızların Süleyman’in ilâvesinin za­yıflığı üzerinde toplanmış olmaları, M ü si i m ‘ in bu ilâveyi sahih,, görmesine tercih edilir. Kaldı ki, Müslim bu ziyâdeyi senedli olarak sahihinde rivayet etmemiştir.»

T i r m i z i’ nin şerhi Tuhfe yazarı da bu ziyâde hakkında uzun uzadı konuşmuştur. ‘Cehri namazda imamın arkasındayken kıraati terketmek bâbı’nda verdiği bilgi özetle şöyledir :

Hanefi âlimlerinin, imamın arkasındayken kıraat yapılma­yacağına dâir gösterdikleri delillerden birisi de, Ebû Musa e 1 -Eş’ârî ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhümâ) ‘dan ri­vayet edilen: hadisidir. Ebû Hüreyre (Radı-

yallâhü anhJ’nin hadîsini Tirmizi hâriç, diğer Kütüb-i Sitte sâhibleri rivayet etmişlerdir. Ebû Musa (Radıyallâhü anh) nin hadisini de Ahmed ve Müslim tahric etmişlerdir. Anı­lan iki sahâbi’nin rivayet ettikleri hadislerde bulunup, Hanefi âlimlerince delil olarak gösterilen mezkûr cümle, hadîs hafızlarının ekserisi yanında mahfuz değildir. Mahfuz olduğu teslim edilse bile imamın arkasındayken okumanın yasaklığına delil gösterilmesi sıh­hatli değildir. Bunun çok yönden izahı vardır. Bunlardan birisi, mevcud hadîsleri uzlaştırmak için bu cümlede emredilen susmak ile Fâ­tih a ‘ dan başka bir şey okumamak istenmiştir, şeklinde yapılan yorumdur.

El-Hâfız İbni Hacer, Fethü’l-Bâri’de: ‘Cehri na­mazlarda imama uyan kişi, F â t ih a okumaz, diyen Mâlikiler ve bu görüşteki âlimler; hadisini delil göstermişlerdir. Bu hadîs sahihtir. Müslim, bu hadisi Ebû Musa e 1 – E ş ! â r i (Radıyallâhü anh) “den tahric etmiştir. Fakat bu görü­şe delâleti yoktur. Çünkü cemâat, imam okurken, susmayı ve Fâ­tih a ‘ yi okumayı beraber yürütebilir. Şöyle ki: İmam Fatiha’-yı okurken cemâat dinler. İmam sekte yapınca cemâat Fatiha okur. Ve imam sûre okuyunca cemâat onu dinler, sûreyi okumaz. Buhâri, Cüz’ ül -Kıraat’ ta: Eğer bu hadîs sahih olsaydı şöyle yo­rumlanabilirdi : Cehri namazlarda cemâat Fatiha’ dan başka bir şey okumaz, imamı dinler, imam sekte yaptığında cemâatin F â -t i h a okuması, bu hadise aykırı değildir, demiştir.’ der.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra, cehri namazlar olsun, gizli namazlar olsun, bütün namazlarda imamın arkasındayken kişinin Fatiha okumasına hükmederdi. Üzerinde konuşulan hadîsin râ-visi de kendisidir.-

848) îbn-i Ükeyme (el-Leysî) [72] (Rtuhyattâhü anh)'(\ew rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Ben, Ebû Hüreyre (Badıyallâhü anh)’den şunu söylerken işittim : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashâbma bir namaz kıldır­dı. O namazın sabah namazı olduğunu zannediyorum. Peygamber

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdan sonra:

— «Sizden her hangi bir kimse (benimle beraber) okudu mu?» diye sordu. Bîr adam ;

— Ben (okudum) dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— «Ben, (içimde) : Bana ne oluyor ki Kur’an (okumuşum) da benimle münazaa ediliyor, diyorum» buyurdu.”

849) İbn-i Ükeyme (Radtyallâhü anh)’den : O(nun) da Ebû Hürey­re (Radtyallâhü anh)’âen rivayet ettiğine göre Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh) :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırdı di­yerek, yukarıdaki hadîsin mislini söyledi ve ona şu ilâveyi yaparak,’ dedi ki: Bundan sonra saha biler, imamın açıktan okuduğu namazlar­da sustular. [73]

İzahı

Müellifin, kısmen ayrı iki senedle ve İbn-i Ükeyme (Ra-dıyallâhü anh)’nin aracılığıyla rivayet ettiği Ebû Hüreyre (Rachyallâhü anh) bu hadisini ikinci senedle rivayet olunan metin­deki ziyâdeyle beraber Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Tirraizi, hadîsin hasen olduğunu da söylemiştir. Ayrıca Mâlik, Şafii, Ahmed ve İbn-i H i b b â n da rivayet etmişlerdir.

Hadisin mânâsına gelince; Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kıldırdığı nama­zın sabah namazı olduğunu zannettiklerini söylemiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in-Bana ne oluyor…» ifâdesi hakkında el-Menhel yazarı şöyle der:

«Bana ne oluyor…* ibaresi, arap dilinde çeşitli mânâlara kulla­nılır. Bunlardan birincisi, kişinin, kendi nefsini kınamakta kullanıl­masıdır. Meselâ: Bana ne oluyor ki şöyle yaptım veya böyle ettim… deniliyor. Yâni: Yapmamalıydım, demek isteniyor.

İkincisi: Bir adamın yaptığı bir işten hoşlanmayan bir kimse­nin, failini kınamak maksadıyla bu ifâdeyi kullanmasıdır. Meselâ : Bana ne oluyor ki hakkım engelleniyor? Bana ne oluyor ki bana ezi­yet ediliyor… gibi.

Üçüncüsü: Sebebi meçhul olan bir şeyi tasvib etmemekte kulla­nılmasıdır. Meselâ, adam : Bana ne oluyor ki falan işi anlayamıyorum? söyler.

Hadîste üçüncü mânânın daha münâsib olduğu umulur.» -Kuranda bana münazaa ediliyor.» cümlesine gelince: Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), açıktan kıraat ettiğinde cemaat­tan birisi de aynı âyetleri açıktan okuduğu için Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’i meşgul etmiş ve sanki âyetleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mübarek ağzından çekip çıkarıyor-muş. Bu cümle bu durumu ifâde etmektedir. Münazaa, karşılıklı çe­kişme ve iki tarafın birbirini mağlûb etmek için karşılıklı gayret et­meleridir. Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in açık­tan kıraat ettiği âyetleri cemaattan birisi de açıktan okumakla Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kırâatma müdâhale etmiş. Onu meşgul etmiş ve âdeta Ona gâlib gelmeye çalışmış sayılmıştır.

îkinci senedle rivayet olunan hadîsin sonundaki: «Bundan sonra sahâbiler ..- ziyadesi, tercemede Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’in sözü olarak gösterilmiştir. Ebû Dâvûd ve Tirmi-z i’ nin rivayetlerinde bu ziyade :

şeklinde geçer. El-Menhel yazan bu ziyadenin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) veya hadîs râvisi Z ü h r i’ ye âit olduğunu söylemiştir. Tirraizi’-nin şerhi Tuhfe yazarı bu ziyadenin Z ü h r î’ nin sözü olduğunu söylemiş ve Z ü h r î’ nin arkadaşlarının bâzılarının, bu ziyade­yi Zührî1 nin sözü olarak rivayet ettiklerini bildirmiş ve : Bu cümle Zührî’ nin kavlinden olup müdreçtir, demiştir. Ve hadîs hafızlarının, bunun müdreç olduğunu sarahaten bildirdiklerini beyan etmiştir.

Müellifin rivayeti de buna muhtemeldir, bu ziyade Zührî’-nin sözü kabul edilince tercem© şöyle yapılmalıdır:

‘Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) demiştir ki : Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırdı.Zühr î, bir önceki hadisin mislini zikretti ve ona şunu ilâve ederek dedi ki: Bundan sonra sahâbiler, imamın açıktan okuduğu namazlarda sus­tular.’

El Menhel yazarı şöyle der

-Cehrî namazlarda imama uyan kimse kıraat etmez diyen alim­ler, bu hadîsi delil göstermişlerdir. Kıraat etmesi vâcibtir, diyen âlim­ler ise bu hadisin delil olamıyacağım söyleyerek şöyle cevab vermiş­lerdir :

Bir defa hadîs zayıftır. Çünkü tbn-i Ükeyn. e (Radıyal­lâhü anhî ‘in rivayetinden gelmedir. İbn-i Ükeyme (Radıyaİ-lâhü anh hakkında ise söz edilmiştir. Diğer taraftan hadisin so­nundaki.ziyade müdreç olup kimisine göre Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh)’nin sözüdür, kimisine göre de Zü h r i’ nin sö/ü dür. Ebû Dâvûd, bu husustaki ihtilâfları da nakletmiş! ir.Beyhaki de ziyadenin müdreç olduğunu söyledikten sonra : Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh). gerek cehri namazlarda ve gerek­se gizli- namazlarda İmama uyan kimsenin kıraat etmesini emret tiği halde kıraati terketmeye delâlet eder. Bu hadisin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayeti sahih olur mu? demiştir.

Bir de şu husus vardır: Hadis, ihtilâf noktasının dışında kalır. Çünkü âlimler arasındaki ihtilâf noktası, imama uyan kişinin giz­li olarak kıraat edip etmemesidir. Bu hadiste reddedilen nokta ise, imama uyan kişinin açıktan okumasıdır. Çünkü açıktan okuması hâlinde imamı meşgul etmesi, imamla münazaa durumuna geçmesi söz konusudur.»

850) Câbir (Radtyallâhü «n/r/den rivayet edildiğine «öre; Kesûlul-lah (Sallallahü Mevki ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Namaz kılan bir kimsenin imamı bulunursa, imamın kıraati, onun için kıraattir.[74]

İzahı

Bu hadîsi Dârekutnİ ve Tahavi de rivayet etmiş­lerdir, imamın arkasında namaz kılan kimse kıraat etmez, diyen âlimlerin gösterdikleri delillerden birisi de bu hadîstir.

Tuhfetü’l-Ahvezî yazarı, ‘Cehri namazlarda imama uyanın, kıraa­ti terketmesi babında şöyle der:

‘İmama uyan kimse kıraat etmez, diyen âlimlerin delillerinden birisi de Câbir (Radıyallâhü anh) in bu hadisidir. Ben derim ki: Bu hadisi delil göstermek sahih değildir. Çünkü hadis bütün ta­likleriyle zayıftır. E 1 -H â fi z da Fethü’l-Bârî’de bu hadisin ha­dîs hafızları yanında zayıf olduğunu söylemiş, Dârekutni. ve başkalarının da aynı şeyi söylediklerini nakletmiştir.

Hadîsin sahih olduğunu teslim etsek bile, bizim birkaç «evabı-mız vardır. Bunlardan birisi şudur: Bu hadis Fatiha’ nın okun­mayacağına kesin delil değildir. Buna muhtemel olduğu gibi, sûre kırâatına da muhtemeldir. Öte yandan imama uyanın Fatiha okumasının vâcibliğine veya müstahsen olduğuna açıkça delâlet eden Übâde (Radıyallâhü anh)’nin ve başkalarının sahîh rivayetleri ortadadır. Şu halde bu rivayetleri takdim etmek gerekir. [75]

Âlimlerin, İmama Uyanın Fatiha Okuyup Okumaması Hakkındaki Görüşleri

El Menhel yazarının bu konuda verdiği malûmat özetle şöyledir:

l – Ebû Hanife, Sevri, Ibn-i Uyeyne ve Mâ1ikî1er’ den îbn-i Veheb ile âlimlerden bir cemâat:

Cehrî ve gizli hiç bir namazda me’mum (tmama uyan kişi) bir şey

okumaz. Yâni ne Fatiha ne de sûre.

Delilleri ise:

A) Dârekutnİ1 nin Abdullah bin Şeddâd’ dan, mıirsel olarak rivayet ettiği şu meAkJeki hadîstir:

«Namaz kılan bir kimsenin imamı bulunursa, imamın kıraati onun için kıraattir.» Îbnü’l-Hümam: îlim ehlinin çoğunlu­ğu yanında mürsel hadis, hüccet sayılır. Bunun hüccet olduğu ka­bul edilmese. Ebû Hanif e sahîh bir senedle rivayet ettiğine göre Abdullah bin Şeddâd, Câbir (Radıyallâhü anh) aracılığıyla merfû olarak rivayet etmiştir.

B) El-Hâki m’in Câbir (Radıyallâhü anh)’den riva­yet ettiğine göre, bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in arkasında namaz kılarken kıraat etmiş, Ashabtan birisi de namazda kıraat etmemesini kendisine işaret etmiş, adam namazdan çıkınca kendisini uyaran zâta : Sen, beni Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in arkasında kırâattan men mi ediyorsun ?demiş ve niza etmiş, nihayet konuyu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e intikal ettirmişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:

«Kim imam arkasında namaz kılarsa, şüphesiz ki imamın kıraati onun için kıraattir.» buyurmuştur.

C) Tahavi1 nin İbn-i Mes’ûd (Radıyallâhü anh) -den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir: -İmamın kıraati için sus. Çünkü namazda bir meşguliyet vardır. İmamın kıraati sana kâfidir. Keşke imamın arkasında okuyanın ağzı toprakla dolsaydı.»

D) T a h a v î’ nin rivayet ettiğine göre tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) e-. îmamın arkasında bulunan kimse kıraat eder mi? diye sorulduğu zaman î b n-i Ömer (Radıyallâhü anh) :

‘Biriniz imamın arkasında namaz kıldığı zaman imamın kıraati ona kâfidir’ demiştir.

2 – İmama uyan kişi, gizli ve açık bütün namazların her rek’a-tinde Fatiha okumak mecburiyetindedir. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve îshak böyle demişlerdir. Evzâi, Mekhûl ve Ebû Sevr’in kavli de budur.

T i r m i z i: Sahâbîlerin ve tabiilerin âlimlerinin ekserisinin kavli, imamın arkasındayken kıraat etmektir, demiştir.

Bu görüşteki âlimlerin delilleri (11. bâbta geçen 837 ile 843 no-lu) hadîsler ve benzen hadislerdir. Bunlar: Bu hadîsler umûmîdir. İmama uyan kişiyi bu hükümden müstesna kılacak açık bir delil yoktur. Bu sebeble, imama uyan kimse de hükme tâbidir, demişler­dir.

3 – Mâlik, İbnü’l-Mübârek, İshak ve Züh-r î’ ye göre imama uyan kişi, gizli namazlarda kıraat eder, cehri namazlarda etmez.

Bunlar : -Kuran okunduğu za­man onu dinleyiniz ve susunuz.» âyetini delil göstermişlerdir.

İbn-i Abdi’1-Berr: Âyetin bu mânâda indiği hususun­da ihtilâf yoktur. Bilindiği gibi bu durum, cehri namazda olur. Çün­kü gizli namazda imamın kıraatini dinlemek mümkün değildir. Bu nedenle âyet cehri namazlar hakkındadır. Nerede K u r’ a n oku­nursa, orada dinleyip susmanın kasdedilmediği hususunda âlimler ittifak etmişlerdir. Âyette kasdedilen yer namazdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in imam hakkında; hadîsi, âyetin böyle yorumlanmasına şahadet eder, demiştir.

Âyetin namaz hakkında vârid olduğunu, B e y h a k İ’ nin Me-zâhib’den rivayet ettiği şu mealdeki hadis de te’yid eder: *En-sardan bir adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in arka­sında namaz kılarken kıraat etmiş, bunun üzerine mezkûr âyet na­zil olmuştur.

Bunlann delillerinden birisi Ebû Musa el-Eş’ârî (Ra­dıyallâhü anh)’nin (847 nolu) hadîsi ve Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh)’nin (848 nolui hadîsidir.

4 – Hanbelîler’e göre imama uyan kişi, gizli namaz­larda ve imamın kıraatini işitmediği açık namazlarda kıraat eder, imamın kıraatim işittiği açık namazlarda kıraat etmez.

Yukarıda anlatılan görüşler gerek gizli ve gerekse açık namaz­larda imamın arkasındakilerin Fatiha okumasının vâcibliğine hükmeder. Âlimlerin görüşü, delîl bakımından açık olan görüştür. Çünkü Fatiha okumasına ait hadisler umûmîdir. Bunun, ima­ma ve tek başına namaz kılana mahsus olduğunu söyleyenlerin elin­de kuvvetli bir delîl yoktur.

«Kim imamın arkasında namaz kılarsa, imamın kıraati onun için de kıraattir.» mealindeki hadîs umûmidir. F â t i h a’yı ve sû­reyi kapsar. F â t i ha’ nin gerekliliğine delâlet eder. Hadîslerle husustleştirilmiş olur. Yâni imamın Fatiha’ dan başka kıraati, kendisine uyanın kıraati yerine geçer.

Yukarıdaki âyet de umûmidir. Fatiha’yi ve Kur’an’ın diğer sûre ve âyetlerini kapsar. O da Fatiha okumanın gerekliliği hakkındaki hadîslerle hususüeştirilir. İmama uyan kişi, imamın okuduğu süreyi dinler. Ayrıca sûre okuması gerekmez. Kaldı ki cehri namazda imam Fatiha okurken, me’mum (uyan kişi) onu dinler. İmam Fatiha’ dan sonraki sekteyi yapınca, me’mum, bu arada Fatiha okur. Şu da vardır ki: Âlimlerin bir kısmı âyeti hutbe hakkında yorumlamıştır. Hutbede K u r’ a n okundu­ğu için, ona K u r’ a n adı verilmiştir. Bu yoruma göre, âyetin, namazdaki kırâatla ilgisi yoktur.

Bir kısım âlimler de âyeti, namazda iken konuşmanın terkedil-mesi mânâsına yorumlamışlardır. Beyhaki’ nin Ebû Hürey-re ve Muâviye (Radıyallâhü anhüm)’den rivayet ettiğine göre ilk zamanlarda halk, namaz içinde konuşurlardı. Bunun üzeri­ne mezkûr âyet inmiştir. Bu hadîs; âyetin, namaz esnasında konuş­manın yasaklığı hakkında olduğuna delâlet eder.

İmama uyan kimsenin Fatiha okumasının vâcib olduğunu söyleyenler, Fatiha’ nın okunacağı yer hususunda ihtilâf et­mişlerdir. Bâzıları: îmam, âyetler arasında sekte ederken; diğer bir kısım âlimler de : İmam, Fatiha’ dan sonra sekte ederken me’­mum (uyan kişi) Fatiha okur demişlerdir.

En-Neyl yazarı: Hadislerin zahirine göre imam kıraat ettiği za­man me’mum da Fatiha okur. Mümkün olursa, imam sükût ederken me’mum Fatiha okumalıdır. Böyle yapması, daha ih­tiyatlıdır. Ve bu takdirde icmâı tutmuş olur. Yâni bütün âlimlerin görüşlerine uygun hareket etmiş olur, demiştir. [76]

Dört Mezhebin Görüşleri

Yukarıda muhtelif mezheblere mensub âlimlerin görüşlerini ve görüşlerine mesned olan delilleri el-Menhel’den kısaca naklettik. Şim­di ise dört mezhebin görüşlerini çok kısa olarak el-Fıkıh Ale’1-Mezâ-hibi’l-Erbaa’dan naklen bilginize sunalım ;

1 – Hanefî mezhebine göre imamın arkasında namaz kı­lan kimsenin gizli ve açık namazlarda kıraat etmesi, tahrimen mek­ruhtur. Büyük sahâbîlerden 80 zâttan me’mumun kırâattan men edil­mesi nakledilmiştir.

2 – Şafiî mezhebine göre imama uyan kimsenin, bütün na­mazların her rek’atinde Fatiha okuması farzdır. Ancak mes-bûk yâni bir Fatiha okunacak zamandan daha az bir zaman kaldıktan sonra imama uyan ve taharrüm tekbirinden sonra F â -t i h a okumaya fırsat bulmadan, imam rüku’a varınca mesbuk, F â t i h a’ yi bitirmeden veya Fatiha’ dan hiç bir şey oku-yamadan imamla rüku’a varır ve o rek’atin F a t i h a ‘ sından muaf tutulur.

3 – Mâlikîler’e göre imama uyan kişinin gizli namaz­larda kıraat etmesi mendubtur, cehri namazlarda mekruhtur. An­cak cehri namazlarda da okunmasını gerekli gören âlimlere muha­lefet etmekten sakınmak maksadıyla bu namazlarda da okumak men­dubtur.

H a n b e 1 î mezhebine göre imama uyan kişinin gizli namaz­larda kıraat etmesi müstehabtır. Cehri namazlarda, imamın sekte­lerinde okumak, yine müstehabtır ve cehri namazlarda imam kıraat ederken me’munun okuması mekruhtur.

Dört ve üç rek’atli farz namazların ilk iki rek’atlerinde ve sa­bah namazının her iki rek’atinde Fatiha’ dan sonra K u r’ a n ‘ -dan bir parça okumak, dört mezhebin ittifakıyla matlubtur. Mali­ki, Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre bunun hükmü sünnettir. Hanefî âlimleri muhalefet etmişlerdir. Onlara göre bir sûre veya üç kısa âyet yahut uzunca bir âyet okumak vâcibtir. Bu hüküm, îmam ve münferid olarak namaz kılana aittir. Me’mum Fatiha okumadığı gibi sûre de okumaz.

Şafiî mezhebine göre imam, münferid ve me’mumun, mez­kûr rek’atlerde en kısa bir âyet bile olsun Kur’an-ı Kerim’-den bir şey okumaları sünnettir.

Bu konu, geniş izahat ister. Ayrıntılı bilgi isteyenlerin Fıkıh Ki-tablarına müracaat etmeleri gerekir. [77]

14 – ‘Âmîni Açık Sesle Söylemek Babı

851) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen. rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyih ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir :

«Okuyucu Âmin demek istediği zaman siz de âmîn deyiniz. Çün­kü melekler: Âmîn derler. Her kim ki, onun ‘Âmin’ demesi, melek­lerin âmin demesine denk gelir, onun geçmiş günahı bağışlanmış olur.»*’

852) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Okuyucu, âmîn demek istediği zaman siz de âmîn deyiniz. Çün­kü herkim ki âmîn demesi meleklerin âmîn demesine denk gelirse, onun geçmiş günahı bağışlanmış olur. [78]

İzahı

Müellifin iki senedle rivayet ettiği Ebû Hüreyre (Radı-yallâhü anh)’m hadîsi Kütüb-i Sitte’de mânâyı etkilemeyen az bir la­fız farkı ile rivayet edilmiştir. Mâlik de el-Muvatta’da rivayet­te bulunmuştur. Ebü Davud’un rivâyetindeki hadisin so­nunda î b n – i Şihâb: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «Âmîn» derdi, demiştir. N e s â î’ nin Ebü Hüreyre (Radı-yallâhü anh)’den merfu’ olarak rivayet ettiği bir hadîsin meali şöy­ledir :

«İmam i,> dediği zaman siz de âmîn deyiniz. Çünkü me­lekler : Âmîn, derler. İmam da t Âmin der.»

Hadîs, me’mum gibi imamın da âmin demesinin meşru olduğu­na delâlet eder.

Hadîste geçen , kelimesini ‘okuyucu’ olarak terceme ettik.

Bunun zahirine göre imam olsun olmasın herhangi bir kimse Fâtiha’yı okuyup bitirdiğinde âmîn dediği zaman, onun sesini işiten­lerin âmin demesi emredilmiş olur.

Bu kelimeyle imam kasdedilmiş olabiliı. Kütüb-i Sitte’nin bir kıs­mındaki rivayette, bu kelime yerine.kelimesi kullanılmıştır.

Yukarıda mealini naklettiğimiz, N e s â î * nin Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh)’den merfu’ olarak rivayet ettiği hadisten ve Buhâri, Ebû Dâvûd ve Mâlik ile başkalarının riva­yet ettikleri benzer hadîslerden anlaşılıyor ki, cemâatin âmin deme­si, imamın âmîn demesiyle beraber olmalıdır. Bâzı rivayetlere gö­re melekler, imamla beraber âmîn derler. Cemâat, imamla beraber âmin deyince, meleklerle beraber âmin demiş olur. Bunun için biz

hadîsin : cümlesini «Okuyucu âmîn demek istediği za­man • şeklinde terceme ettik. Tâ ki cemâatin imamla beraber âmin demesi mânâsı ifâde edilmiş olsun. Halbuki cümlenin zahiri mânâsı: «Okuyucu âmin dediği zaman…» demektir. Bundan sonra gelen cüm­lenin başında, tâkib mânâsını ifâde eden *-s harfi bulunduğu için

hadisin zahirine göre cemâatin âmîn demesi, imamın âmîn demesi­ni tâkib edecek, onunla beraber olmayacaktır. Bu takdirde bu ha­dîs, diğer hadislere ters düşer. Bütün rivayetlerin arasını bulmak için mezkûr cümleyi, yukarıda anlattığımız gibi yorumlamak gere­kir. E l-.C üv ey n i: Âmin demekten başka, namazın hiç bir şeyinde imamla beraber olmak müstahab değildir, demiştir.

Bâzıları, mezkûr cümleyi zahirine göre yorumlamışlar ve: Bu hadîs ile diğer hadîslerden alınan netice cemâatin, imamla beraber veya imamdan sonra âmîn demesi hususunda serbest bırakılmış ol­masıdır, demişlerdir.

İmamın âmin demek istediği zaman, me’mum un âmîn demesi­ne âit, hadîsteki emir cumhura göre mendubluk içindir. 1 b n – i B e z i z e’ nin anlattığına göre bazı ilim adamları, hadîsteki em­rin zahirini tutarak me’mumün âmin demesinin vâcibliğine hükmet­mişlerdir, îmanı ve münferidin âmin demeleri de cumhura göre, men-dubtur.

Zahiriye mezhebine göre, namaz kılan herkesin âmin de­mesi vacibtir.

Bu hadisin, açık sesle âmîn demenin meşruluğuna delil olması mes’elesine gelince; Sindi bu hususu şöyle açıklar:

Müellif; hadîsin: «Okuyucu âmin dediği zaman…» ifâdesinden, âmin’in açık sesle denmesi hükmünü çıkarmıştır. Şöyle ki: Eğer imam gizli olarak âmîn deseydi, cemâat onun ne zaman âmin de­diğini bilemezdi. Hâl böyle olunca imam âmîn dediği zaman cemâa­tin âmîn demesinin emredilmesi güzel olmazdı. Bu emir verildiğine göre cemâat, imamın âmin dediği zamanı bilirler. Bu bilgi ise, ima­mın sesli olarak âmin demesinden alınır. Müellif, bu inceliği dikka-ta alarak açık sesle âmîn deme hükmünü bu hadisten çıkarmıştır. Bundan sonra gelecek olan hadisler, çıkarılan bu hükmü serahatan kuvvetlendirir.

Şöyle söylenebilir: Cemâat, imamın F â t i h a ‘ yi bitirip sus­masından, onun âmîn demesi zamanının geldiğini anlayabilir. Ve onlar da o esnada âmin diyebilirler. Bu kadarlık bilgi, beraberce âmîn demek emri için kâfidir.

Yukarıda anlatılan şekilde bir şey söylenebilirse de pek tutarlı değildir. Çünkü imamın susmasından âmin demesi zamanının geldi­ğini anlatmak, zayıf bir bilgidir. Bilâkis çoğu zaman imam Fâ ti-h a’ yi bitirince biraz sükût eder, sonra âmîn der. Hattâ kıraat ile âmîn arasında fasıla yapması daha uygundur. Cemâat onun susma­sına güvenerek âmin dediği zaman, icâbında imam henüz âmîn de­memişken, cemâat âmin demiş olur. Netice olarak; Hadîs, imamın açıktan âmîn dediğine işaret eder, kanâatindeyim.

uft?’ kelimesi birkaç şekilde okunabilirse de en meşhuru olarak okumaktır. Bu kelime. Fatiha sûresinden bir parça değildir. Hattâ K u r’a n ‘ dan da değildir. Bunun için K u r’ a n ‘ dan olmadığını belirlemek maksadıyla Fatiha ile onun arasında bir fasıla vermenin sünnet olduğunu müfessirler söylemişlerdir.

Fatiha’ dan sonra âmîn demek sünnet olduğu gibi duadan sonra da âmin demek sünnettir. Çünkü rivayet edildiğine göre A1i (Radıyallâhü anh) : «Âmîn, Allah’ın mührüdür. Onunla, kullarının dualarını mühürler.» demiştir.

‘Âmin’ kelimesi; Ism-i faildir. Mânâsı; kabul et, demektir. Ka­mus sahibinin e 1 – V â h i d i’ den hikâye ettiğine göre e1-Vahidi âmîn kelimesinin Allah’ın bir ismi olduğunu söylemiştir. Bu kelime için başka mânâlar da söylenmiştir.

Hadisin: «…Meleklerin âmin demesine denk gelirse…» tâbirine gelince; denk gelişten maksad, zaman bakımından meleklerle bera­ber âmin demektir. Çünkü Buhârî ve Müslim’de Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anhî’den merfu’ olarak rivayet edilen bir hadîsin meali şöyledir:

«Sizden birisi âmîn dediği, melekler de gökte âmîn dediği ve bu iki âmin birbirine rastladığı an, âmîn diyen kulun geçmiş günahı bağışlanır.»

Ibn-i Hibbân ise: Denk gelişten maksad, zaman bakı­mından âminlerin beraber olması değil, meleklerin âmîni gibi riya­sız, gösterişsiz ve böbürlenmeden âmin denmesidir, denmiştir.

Meleklerden maksad, hafaza olan meleklerdir. Bâzıları: Mutlak meleklerdir, demişlerdir.

Bağışlanan günahlar, küçük günahlardır. [79]

Dört Mezhebin, Âmin Denmesi Hakkındaki Görüşleri

Hanefi, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre imam, me’mum ve münferid için Fatiha’ dan sonra âmin demek sün­nettir. Mâlikîler’e sünnet değil, mendubtur.

Âmin kelimesinin açıktan veya gizli denmesi hususuna gelince:

  1. Hanefî âlimlerine göre gizli ve açık bütün namazlarda, Fatiha’ dan sonra imam olsun, münferid olsun, me’mum olsun hepsinin gizli olarak âmin demesi sünnettir. îster kendisi Fatiha okumuş olsun, ister imamın veya yanındakinin okuduğu Fatiha’-yı işitmiş olsun farketmez.
  2. Şafii mezhebine göre imam, me’mum ve münferidin giz­li namazlarda gizli olarak ve cehri namazlarda açık olarak âmin de­meleri sünnettir.
  3. Hanbelîler de Şâfiiler gibi demişlerdir.
  4. Mâli kiler’e göre me’mum ve münferidin bütün na­mazlarda gizli olarak âmin demeleri mendubtur. İmamın da gizli na­mazlarda âmin demesi mendubtur. Cehri namazlarda imamm âmin deyip demiyeceği hususunda Mâlik’ ten muhtelif rivayetler var­dır. Mısırlı’ ların rivayetlerine göre Mâlik: İmam cehri namazlarda âmin demiyecektir. Çünkü imam dua edendir. Duâ ede­nin değil, duayı dinleyenin âmin demesi matlubtur, demiştir. 1 b -nü’1-Macisûn ve başkalarının rivayetine göre, imamın ceh­ri namazlarda gizli olarak âmin demesini Mâlik meşru gör­müştür.

Mezheblerin yukarıda anlatılan görüşlerine mesned olan delil­ler T i r m i z î’ nin şerhi Tuhfe’de uzun uzun anlatılmıştır.

Müellifin bu bâbta rivayet ettiği hadîsler, açık sesle âmin de­menin meşruluğuna delâlet ederler. T i r m i z î de : Sahâbîler-den, tabiîlerden ve onlardan sonra gelenlerden bir çok âlim, açık sesle âmin demeyi meşru görmüşlerdir, der. Şerhi Tuhfetü’l-Ahvezî yazan da bütün mezheblerin, görüşlerine mesned gösterdikleri delil­leri zikretmekle beraber, açık sesle âmin demeye taraftar görülmüştür. Çünkü özetle şöyle der: ‘Sahâbilerin ve tabiîlerin Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh)’nin arkasında namaz kılarlarken açık ses­le âmin dedikleri sabittir. B e y h a k i’ nin, H a 1 i d bin E b i E y y û b aracılığıyla A t â’ dan rivayet ettiğine göre A t â ‘ şöyle demiştir: Ben ikiyüz sahâbiye yetiştim. Bu mescidde imam F’â t i h a ‘ yi bitirince onların âmin sesleriyle mescid dalgalanırdı.

Sahâbilerden hiç birisinin gizli olarak âmin dediği sahîh bir se-nedle sübut bulmamıştır. Keza açıktan âmin diyenlere her hangi bir sahâbi’ nin itiraz ettiği de sabit olmamıştır. îbn-i Zübeyr, mescidde açık sesle âmin demiş, orada bulunan sahâbilerden hiç kim­se itirazda bulunmamış, bilâkis ona muvafakat ederek açık sesle âmin demişler. Şu halde sahâbilerin icmaı sübut bulmuştur.

853) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü aıth)’den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

Halk, âmin demeyi terk etmiştir. Halbuki Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); dediği zaman, birinci

saftakilerin işiteceği seste âmin derdi ve mescid âmin sesiyle dalga­lanırdı.[80]

İzahı

Nottan anlaşıldığına göre Zevâid yazan, bu hadîsi zevâid kısmın­dan saymıştır. Halbuki Ebû Dâvûd, ‘İmamın arkasında âmin demek bâbı’nda bu hadîsi biraz kısa olarak ve son râvi müstesna ay­nı senedle rivayet etmiştir. Oradaki sened ve metin şöyledir:

Bu hadîsi Dârekutni, Hâkim ve Beyhaki de başka bir lafızla rivayet etmişler. Oradaki metinde de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in Fatiha’yı bitirince yüksek ses­le âmin dediği bildirilmiştir.

Hafız, Telhis’te Dârekutnî ile Hâkim’in hadi­sini zikrettikten sonra Dâreku tni’nin isnadının hasen oldu­ğunu ve Hâkim’in de isnadının B u h â r i ile Müslim’in şartlarına uygun olduğunu söylediklerini nakletmiştir. Beyhaki de hadisin hasen – sahîh olduğunu söylemiştir.

Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in açık sesle âmin dediğine ve cemaattan da açık sesle âmin dediklerine delâlet eder.

854) Ali (bin Ebî Talib) (Radtyaîlâkü atıh)’den : Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem)’den; dediği zaman öyle dediğini işittim.[81]

855) Vâil (bin Hücr) (Radıyallâhü ank)’dcn: Şöyle demiştir:

Beri, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kıldım dediği zaman: dedi. Biz de ûy1 »esini işit­tik. [82]

İzahı

Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed, Dare-kutni ve ibn-i Hibbân da mânâyı etkilemeyen az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Hadîs, imamın âmin demesinin ve bunu açık sesle söylemesinin meşruluğuna delâlet eder.

856) Âişe (Radtyallâhü anhâ)’âen rivayet edildiğine göre; Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Yahudiler, sizin selâmınızdan ve âmin deyişinizden dolayı size hased ettikleri kadar, hiç bir şeyinizden hased etmezler.[83]

857) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Yahudiler, âmin (deyişiniz) den dolayı size hased ettikleri kadar hiç bir şeyden dolayı size hased etmezler. Bunun için çokça âmin de­yiniz.Zevâid’de : Râvi Talha bin Amr’ın zayıflığı üzerinde âlimler ittifak et­tikleri için isnadı zayıftır, denilmiştir. [84]

İzahı

Bu iki hadîs, Kütüb-i Sitte’den yalnız müellifin süneninde rivayet edilen zevâid kısmındandır. Camiu’s-Sağîr’den anlaşıldığına göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) ‘nin hadîsini Buharı, «el-Edeb» ad­lı kitabında rivayet etmiştir.

Hadisteki selâmdan maksad, selâmlaşmaktır. Camiu’s-Sağir’in şerhi es-Siracü’I-Mûnîr’de beyan edildiğine göre et- demîri: ‘Âlimler: Âmin kelimesi, bizden önceki ümmetlerden hiç kimseye ve-

rilmemiştir. Yalnız Musa (Aleyhisselâm) ve H â r u n (Aley­hisselâm) ‘a verilmiştir, demişlerdir. Hakîm-i Tirmizi Ne-vâdirü’1-Usûl adlı kitabında bu bilgiyi vermiştir.1 demiştir.

Yine Siracü’l-Münir: Yahudiler, müslümanlarm gerek namazda ve gerekse dua sonunda âmin deyişlerinden Öfkelenip çekememezlik ederler, demiş ve î b n – i Abbâs (Radıyallâhü anh)’ın hadîsi­nin hesen ligayrihi olduğunu söylemiştir.

Muhammed el-Hafnî’nin Câmlu’s-Sağirin haşiyesin­de beyân ettiğine göre yahudîler, özellikle cemaatla kılınan namaz­da imamın F â t i h a ‘ sı sonunda birlikte getirilen âmin sesinden çok hased ederler. [85]

15 – Kişinin Rükûa Gittiği Ve Rükûdan Başını Kaldırdığı Zaman Ellerini Kaldırması Babı

858) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)’âen rivayet edil­diğine göre şöyle demiştir :

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhive SellemH namazda iftitah tekbiri aldığı, rükûa gittiği ve rükûdan mübarek başını kaldırdığı za­man her iki elini omuzlarının hizasına kad&r kaldırırken gördüm. İki secde arasında (ellerini) kaldırmazdı.’

859) Mâlik bin el-Hüveyris[86] (Radıyattâkü anh)’den rivayet edil­diğine göre şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namaz için) iftitah tek­birini aldığı zaman kulaklarının yakınına kadar ellerini kaldırırdı. Rüku’a gittiği zaman aynı şeyi yapardı. Ve rüku’dan başını kaldırdığı zaman onun gibi yapardı. [87]

İzahı

Ibn-i Ömer {Radıyallâhü anh)’in hadîsini B u h â r î, Müslim, Tirmizi, Nesâî, Ebû Dâvûd, Mâlik, Tahavî, Dârekutni ve Beyhakî de mânâyı etkile­meyen az bir lafız farkıyla, müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir.

Mâlik bin el-Hüveyris (Radıyallâhü anh) ‘in hadî­sini Buhârî, Müslim, Ahmed ve Ebü Dâvûd da rivayet etmişlerdir.

Her iki hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in na­maza başlarken, rüku’a giderken ve rüku’dan kalkarken ellerini kal­dırdığına delâlet ederler.

I – İftitah tekbiri alındığı zaman elleri kaldırmak cumhura gö­re müstahabtır. Dâvûd-i Zahirî, Evzâî, îbn-i Hu-zeyme. Ahmed bin Seyyar ve Nisâburi na­maza başlarken elleri kaldırmanın vâcib olduğunu söylemişler ise de her hangi bir delil gösterememişlerdir. Ancak Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in dâima böyle yapması vâcibliğe delâlet eder, denilebiliyor ise de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir şeye devam etmesinin o şeyin vâcibliğine delâlet edip etmemesi ihti­laflı bir mes’eledir. Delâlet etmemesi daha kuvvetlidir.

II – Ellerin nasıl kaldırılacağı hususunda ihtilâf vardır. El-Men-hel yazarı şöyle der: Bâzılarına göre eller kaldırılırken açık tutu­lacak ve el ayası kıbleye yöneltilecektir. Delilleri de Taberânî’-nin 1bn-i Ömer (Radıyallâhü anhî’den merfu’ olarak riva­yet ettiği şu mealdeki hadistir:

«Sizden birisi namaz için iftitah tekbiri almak istediği zaman el­lerini kaldırsın ve ellerinin içini kıbleye yöneltsin. Çünkü Allah’ın azameti onun karşısındadır.»Diğer bir delil Tirmizi’ nin E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği şu mealdeki ha­distir :

Resûlullah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) tekbir alırken parmak­larını açardı.’

Bâzılarına göre eller dik tutulacak, parmak uçları kıbleye doğ­ru hafifçe eğilecektir.

Bir de şöyle denmiştir: Eller açılarak içi göğe ve dışı yere doğ­ru tutulacaktır.

Sahnûn ise : Ellerin ayası yere ve tersi semâya doğru tu­tulacaktır, demiştir. Gazali: de: Eller kendi hâli üzerine bı­rakılacak, parmakları birbirinden uzaklaştırmak veya birbirine ya­pıştırmak için bir külfete girmeye hacet yoktur, demiştir.

Birinci hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mü­barek ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırdığı; ikinci hadîste ise mübarek kulaklarının yanına kadar kaldırdığı bildirilmiştir.

Bu husus âlimler arasında ihtilâf konusu olmuştur:

1) Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İshak ellerin omuz­ların hizasına kadar kaldırılmasının müstahab olduğuna hükmetmiş­lerdir. Delilleri de İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ’in mezkûr hadîsi ve benzerî hadîslerdir.

2) Hanefî âlimleri ve âlimlerden bir cemâat ellerin kulak­ların hizasına kadar kaldırılmasının müstahab olduğunu hükmet­mişlerdir. Bunların delili ise; Mâlik el-Hüveyris (Radı­yallâhü anh)’in hadîsi ve benzerî hadîslerdir.

Ellerin omuzların hizasına kadar kaldırılmasına âit rivayetler ile kulakların hizasına kadar kaldırılmasına âit hadislerin arasını bulmak üzere Şafiî şöyle demiştir:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ellerini omuzlarının hizasına öyle bir şekilde kaldırıyordu ki parmaklarının uçları kulak­larının üst kısmına, baş parmakları kulaklarının memelerine ve elle rinin ayaları omuzlarına tekabül ediyordu.’

Şöyle de denilebilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gâh böyle gah şöyle etmiştir. Nitekim İbn-i Abdi’1-Berr: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in ellerini omuzları hizası­na kadar kaldırdığı rivayet edilmiş; kulaklarının hizasına kadar kal­dırdığı da rivayet edilmiş ve göğsünün hizasına kadar kaldırdığı da rivayet olunmuştur. Bütün bu rivayetler meşhur ve mahfuzdur. Böy­le de şöyle de yapılabileceğine delâlet ederler demiştir.

III – Ellerin tekbirle beraber mi yoksa önce mi kaldırılacağı hu­susunda da âlimler tarafından farklı hükümler beyan edilmiştir:

1 – Mâliki* nin meşhur kavline, Şafiî’ lerin en sıh­hatli kavline ve Ahmed tin Hanbel’e göre ellerin kal­dırılmasına ve tekbir getirilmesine beraber başlanacak ve bunlar be­raber bitirilecektir. Hanefî âlimlerinden yapılan bir rivayette böyledir.

2 – Hanefi âlimlerinin ekserisine göre önce eller kaldırıla­cak, sonra tekbire başlanırken ellerin indirilmesine de başlanacak tek­bir bitinceye kadar ellerin indirilmesi de bitmiş olacaktır.

3 – Râvi’ye göre önce eller kaldırılacak ve eller kaldırılmış iken tekbir alınacak, tekbir bittikten sonra eller indirilecektir.

Âlimler arasındaki bu ihtilâf en efdalin yapılması yolundadır. Sünnetin yerine getirilmesi için mezkûr şekillerin hangisi yapılacak­sa olur. El-Menhel’de bildirildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) ‘in anlatılan şekillerin hepsine göre yaptığı yolunda sa­hih rivayetler vardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ekseriyetle nasıl yaptığı da kesin olarak bilinmemektedir. Âlimler ken­dilerince kuvvetli görülen delillere göre tercihlerini yapmışlardır. [88]

El Kaldırmanın Hikmeti

El-Menhel yazarı, bu hususta şöyle der:

«Namaza başlarken elleri kaldırmanın hikmeti, başladığı ibade­tin kutsallığını ve yüceliğini ifâde etmektir. Bâzılarına göre namaza başlayan kişi, ellerini kaldırmakla, dünyaya sırt çevirdiğine ve bü­tünüyle namaz ile ilâhi müracaata yöneldiğine işaret eder. ‘Allahti ekber’ sözüyle davranışı arasında bir uyumluluğun bulunduğunu ilân etmektir. Bir kısım âlimler de: Ellerin kaldırılması; tevazu, teslim olmak ve ilâhi azamete karşı eğilmek işaretidir, demişlerdir.

Hticcetü’llah el-Bâliğada da: ‘Ellerin kaldırıl mas ındaki sır şudur : Ellerin kaldırılması fiilî bir ta’zimdir. Namaza ve ilâhi münâcaat haline girmeye ters düşen meşguliyetleri terketmek için nefsi uyarır. Bu uyarıyı yapmak için meşru kılınmıştır,’ denilmiştir.

E 1 – B â c î de : Namazda bir halden diğer bir hâle intikal et­mek için bir vücut hareketi bulunur Namaza başlama hâlinde ve namazdan çıkma hâlinde bir vücut hareketi bulunmadığından dola­yı, namaza başlarken ellerin kaldırılması ve namazdan çıkarken, ba­şın döndürülmesi hareketi meşru kılınmıştır, der. [89]

Rükûa Giderken Ve Ondan Kalkarken El Kaldırılması Hükmü:

Mezkûr iki hadiste; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin rüku’a giderken ve rüku’dan kalkarken ellerini kaldırdığı bildirilmiş­tir. Bu hususta da âlimler ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazarı, ‘El­leri kaldırma bâbı’nda şöyle der :

1 – Şafii, Ahmed bin Hanbel, İshak, H a -san-ı Basrî, İbn-i Şirin, Atâ, Tavus, Mücâ-hid, el-Kâsım, Mekhûl, Evzâi ve bunlardan baş­ka bâzı tabiî âlimler, rüku’a giderken ve rüku’dan kalkarken ellerin kaldırılmasının müstehablığına hükmetmişlerdir. Delilleri ise mez­kûr hadîsler (858 ve 859 nolu) ve benzerî hadîslerdir.

Sahâbîlerden Ebü Bekir, Ömer, Ali, îbn-i Ömer, tbn-i Abbâs, Enes, İbn-i Zübeyr, Ebû Hüreyre, Ebû Musa el-Eş’ârî ve sahâbîlerin çoğu (Radıyallâhü anhüm)’ün kavli budur.

2 – Ebû Hanife, onun arkadaşları ve Küfe halkın­dan bir cemâat, rükûa giderken ve rüku’dan kalkarken ellerin kal-dırılmamasına hükmetmişlerdir.

Sevrî, İbn-i Ebî Leylâ, Nahaî ve Şa’bî’ nin kavli de budur.

Mâli k’ ten muhtelif rivayetler olmuştur. İbn-i K a -s ı m ‘ in kendisinden rivayeti, bu âlimlerin kavline uygundur. Fa­kat îbn-i Veheb, Eşheb, Ebû Mus’ab ve başka­larının rivayetlerine göre; İmamı Mâlik, rükûa giderken ve ondan kalkarken ellerini kaldırıyormuş .

İbn-i Abdi’l-Hakem: İbn-i Kasım’ dan başka, hiç bir kimse Mâlikin rüku’a giderken ve ondan kalkarken ellerini kaldırmadığını rivayet etmemiştir. Bizim tuttuğumuz hüküm, el kaldırmaktır. Çünkü îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ’in ha­dîsi bunu gerektiriyor. İbn-i Veheb ve başkasının Mâlik’-ten rivayet ettikleri hüküm de budur. Tirmizî de Mâlik’ den, el kaldırmaktan başka bir hüküm nakletmemiştir, demiştir.

H a 11 â b i ve ondan sonra da Kurtubî, Mâlik’in iki kavlinden sonuncusunun ve en sahihinin, rüku’a giderken ve ondan kalkarken el kaldırmak olduğunu nakletmişlerdir.

Yukarıdaki malûmatı edindiğin zaman, bilmiş oluyorsun ki : Mâlik’ ten sabit olan hüküm, rüku’a giderken ve ondan kalkar­ken ellerin kaldırılması hükmüdür.

B u h â r î ‘Elleri kaldırma cüz’ü’nde : Rüku’a giderken ve rü­ku’dan kalkarken el kaldırmayı ondokuz sahâbi rivayet etmiştir. B e y h a k i, el kaldırmayı rivayet eden otuza yakın sahâbinin ad­larını zikrederek : Ben, e 1 – H â ki m ‘ den işittim. Dedi ki: Cen­netle müjdelenmiş olan on sahâbî ve onlardan başka büyük sahâbi-ler, el kaldırmak sünnetini rivayet etmek üzerinde ittifak etmişlerdir.’ dedikten sonra : ‘Cennetle müjdelenmiş olan on sahâbî ile ileri ge­len diğer sahâbîlerden; birbirinden uzak memleketlerde bulunmala­rına rağmen, söz konusu el kaldırmak sünnetinden başka herhangi bir sünnet üzerinde ittifak ettiklerini bilmiyoruz’ demiştir, der. [90]

El Kaldırmanın Delilleri:

Rükûa giderken ve ondan kalkarken el kaldırmanın müstehab olmadığını söyleyen âlimlerin delilleri :

l – Ebû Dâvûd, Dârekutni ve Tahavî1 nin e 1 – B e r â (Radıyallâhü anhî’den rivayet ettikleri şu mealdeki ha­dîstir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken el­lerini kulaklarının yakınına kadar kaldırırdı. Sonra bir daha kaldır­mazdı.

Ebû Dâvûd: Bu hadis sahih değildir, demiştir. Bâzı râvi-ler ‘Sonra bir daha kaldırmazdı.’ cümlesini zikretmemişlerdir. El-Menhel yazarı da şöyle der:

«Lâkin B e r â (Radıyallâhü anh)’ın hadisi, el kaldırmamaya delâlet etmez. Çünkü Buhâri, Ahmed bin Hanbel, Şafiî, îbn-i Uyeyne, tbn-i Zübeyr, Dârimî ve başka imamlar, bu hadisi zayıf görmüşlerdir. Ayrıca hadîs hafız­ları ‘Sonra bir daha kaldırmazdı.’ diye terceme ettiğimiz : syuY jw

cümlesinin hadîsten olmayıp avi Yezid bin Ebî Ziyad’ın sözü olduğunda ve haberin müdreç olduğunda ittifak etmişlerdir. Ni­tekim Şu’be, Sevri, Halid et-Tahhân, Züheyr ve başka hafızların rivayetinde bu cümle yoktur.

El-Hümeydi: Bu ilâveyi Yezid yapmıştır. Yezid ilâve yapar, demiştir.

El-Bezzâr da: Bu ziyade sahîh değildir. Dârekutnî, bu ilâve olmaksızın hadîsi Yezid bin Ebî Ziyad Yoluy­la e 1 – B e r â (Radıyallâhü anh) ‘dan rivayet etmiştir. Doğrusu da budur, demiştir.

Dârekutnî’ nin Ali bin Âsim yoluyla M u h a m med bin Ebî Leylâ’ dan Onun da Yezid b. E b 1 Ziyad’ dan olan rivayetinde bu ilâve mevcuttur. Ali demiş» tir ki: Ben K û f e’ye vardığım zaman Ye z i d’in hayatta olduğu söylendi. Bunun üzerine, Ona gittim. Kendisi bu hadîsi ba­na rivayet etti. Rivayetinde bu ilâve yoktur. Bunun üzerine ben Ona îbn-i Ebi Leylâ’ nın bana haber verdiğine göre sen :

demişsin, dedim. Yezid, bana :Ben bunu hatırlayamayacağım, dedi. Ben tekrar Onu ziyaret ettim. Yine: Ben bunu ha­tırlamıyorum, dedi.’

2 – Ahmed, Tirmizî ve Ebû Davud’un îbn-i M e s’ u d (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri şu mealdeki ha­dîstir : “İbn-i Mes’ud* (Radıyallâhü anh) :

Ben size Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kıldırışı gibi namaz kıldıracağım, dedi ve namaz kıldırdı. Ellerini yalnız bir defa kaldırdı.’

Bu hadîsin de zayıf olduğu Ahmed, Yahya bin Âdem, İbnü’l-Mübârek, Ebû Hatim, İbn-i Hibbân, îbn-i Abdi’1-Berr ve el-Bezzâr tarafından söylen­miştir.

3 – Beyhakî’nin el-Hilâfiyât’da îbn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anh) ‘den rivayet etliği şu mealdeki hadistir :

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken el­lerini kaldırırdı, sonra bir daha kaldırmazdı.’

E 1 – H â k i m : Bu hadîs bâtıl ve mevzu’dur, demiştir. Bu görüşteki âlimlerin delil olarak gösterdikleri, diğer hadîs ve eserler hakkında da söz edilmiştir.

Bu âlimlerin bir kısmı el kaldırmanın müstehablığına delâlet eden İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in (858 nolu) ve Mâlik bin el-Hüveyris (Radıyallâhü anh) ‘in (859 nolu) hadisleri ile ben­zerî hadîslerin mensûh olduğunu söylemişlerdir. Fakat buna delâlet eden her hangi bir delil yoktur. Diğer taraftan Kütüb-i Sitte sahih­lerinin ve başkalarının, sahâbîlerden bir cemaattan rivayet ettikleri hadîsler, el kaldırmanın müstehablığına delâlet ederler. Bu hadisler; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in el kaldırdığına delâlet ederler. Karşı grubun rivayet ettiği hadîsler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in el kaldırmadığına delâlet ederler. Bir işin oldu­ğuna delâlet eden delil, o işin olmadığına delâlet eden delile tercih edilir.

En-Neyl yazarı: Sahâbîler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) in vefatından sonra, el kaldırmanın meşruluğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Sahâbîler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) za­manında bulunmayan bir şey üzerinde ittifak etmezler. Kaldı ki B e y -h a k î’ nin îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’den olan rivâye-tiyle sabit olmuştur ki; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ve­fat edinceye kadar, namaza başlarken, rüku’a giderken ve rüku’dan kalkarken ellerini kaldırıyormuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in el kaldırmadığı sabit olduğu takdirde, el kaldırmamanın câizliğini beyan etmek içindir, diye yorum yapılacaktır.-

Tirmizî, rükûa giderken ve rüku’dan kalkarken el kaldır­manın meşruluğuna delâlet eden I b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini rivayet ederek, hadisin hasen – sahih olduğunu söy­ledikten ve bu görüşteki bâzı sahâbîler ile tabiîlerin ve onlardan son­ra gelenlerin isimlerini zikrettikten sonra, î b n , Mes’ud (Ra­dıyallâhü anh)’un :

‘Ben size Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kıldırışı gi­bi namaz kıldırayım…’ mealindeki hadisini nakletmiş ve onun hasen olduğunu söylemiştir. T i r m i z î, daha sonra: Sahâbilerden ve tabiîlerden, tbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) un hadisine uygun olarak hükmeden âlimler bir kişi değildir. S ü f y â n ve Küfe halkının kavli de budur, demiştir.

El kaldırmak sünnetinde erkekler ve kadınlar müşterektir. Ara­da bir fark bulunduğuna delâlet eden bir delil vârid olmamıştır. Ke­za el kaldırma miktarı hususunda da bir şey vârid olmamıştır. Fa­kat bâzı Hanefî âlimlerine göre teharrüm tekbiri alındığında erkek, ellerini kulaklarına kadar, kaldırır kadın ise omuzlarına ka­dar kaldıracaktır. Çünkü kadının örtünmesine daha uygun olanı bu­dur.

El kaldırmak bakımından imam, münferid ve me’mum arasın­da, keza farz ile nafile namaz arasında bir fark yoktur.

î b n – i Ömer (Radıyallâhü anhJ’in hadisi iki secde arasın­da el kaldırılmayacağına delâlet eder. Cumhur’un mezhebi de budur. [91]

İki Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Taharrum tekbiri alındığında elleri kaldırmak meşrudur.

2 – Rükûa giderken ve ondan kalkarken de elleri kaldırmak meşrudur.

3 – İki secde arasında elleri kaldırmak meşru değildir.» El-Menhel yazarı, daha sonra konuyla ilgili, aşağıdaki bilgiyi ver­miştir

«Namaz kılan kişinin; ellerini kaldırması mümkün olmadığı ve­ya yalnız bir elini kaldırması mümkün olduğu, yahut omuzlara ka­dar değil de biraz kaldırması mümkün olduğu zaman kişi, mümkün olanı yapacaktır. Çünkü Buhâri ve Müslim’in rivayet ettikleri bir hadîse göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Size bir şey emrettiğim zaman, ondan, gücünüzün yettiğini ya­pınız» buyurmuştur.

Eğer adam ellerini kaldırdığı zaman, bir illet nedeniyle elleri omuzlarını geçiyorsa ellerini kaldırmalıdır. Çünkü emredilmiş olan şeyi yapmış oluyor ve bu arada iradesi dışında fazlasını yapmış olu­yor.

El kaldırmayı unutan kişi, henüz tekbiri tamamlamadan hatırlar­sa, el kaldırmalıdır. Çünkü henüz yeri bitmemiştir.

N e v e v î: ‘Arkadaşlarımız demişler ki: Adamın iki eli veya birisi bilekten kesik ise, kollarını kaldırır. B a ğ a v i demiştir ki: Adamın eli dirsekten kesilmiş ise, en sıhhatli kavle göre kollarını kal­dırır, ikinci kavle göre kollarını kaldırmaz. Çünkü elleri sağlam iken de kollarını Kaldırmaz. El-Mütevel 1 i, kollan kaldırmaya hükmetmiştir.” demiştir.

860) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'<\en : Şöyle demiştir;

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazda iftitah tek­biri aldığı zaman, rükûa gittiği zaman ve secde etmek üzere rükû’dan kalktığı zaman, ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdığını gör­düm.Zevaid’de : İsnadı zayıftır. Çünkü onda İsmail bin Ayyaş’ın Hicazhlar-dan rivayeti vardır ki, bu tür rivayeti zayıftır, denmiştir. [92]

İzahı

Hadisin Zevâid türünden olduğu notta da işaret edilmiştir. Hadisin : lafzını: -ve secde etmek üzere rükû’dan

kalktığı zaman…» diye terceme ettim. Sindi, bu lafzı böyle yo­rumlamış ve: Bu yorumla hadîs, bundan önce geçen hadîslere uy­gun olur. Zâten babın başlığına uygunluğu da bu yorumu gerektirir, demiştir.

Ebû Dâvûd Namazın iftitah babında başka bir senedle Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhî’den buna benzer bir hadis rivayet etmiştir. Oradaki hadîsin meali şöyledir:

‘Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namaz için iftitah tek­biri aldığı zaman ellerini omuzlarının hizasında kılardı. Rükûa gitti­ği zaman bunun mislini yapardı ve secde etmek için rükû’dan kalk­tığı zaman bunun mislini yapardı. İki rek’atten üçüncüye kalktığı za­man da böyle yapardı.’

Bu hadisteki; lafzı, müfellifin rivâyetindeki lafzının, Sindi’ den naklen beyan ettiğim şekilde yo-rumlanmasımn isabetli olacağım te’yid eder.

Gerek müellifin ve gerekse Ebû Davud’un rivayet et­tikleri Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ’nin metin bakımın­dan benzer durumdaki hadîsleri de rükûa giderken ve ondan kal­karken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ellerini kaldırdı gına delâlet ederler.

861) Umeyr bin Habîb[93] (Radıyallâhü a»A)’den :

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), farz namazda her tekbir ile beraber ellerini kaldırırdı.Zevâid’de : Bu hadisin isnadında bulunan Rifde bin Kudâa zayıftır. Ab­dullah da babasından hadis işitmemiştir. El- Alâl, bu bilgiyi tbn-i CÜreyc’den nak-letmiştir. denilmiştir. [94]

İzahı

Sindi: ‘Bu hadisin : -Her tekbir ile beraber…» lafzından nıak-sad, her intikal (bir halden başka bir hâle geçişidir. Çünkü rüku’dan kalkılırken tekbir alınmadığı malumdur. Bu hadîsin diğer hadisle­re uygunluğunu sağlamak için, bundan maksad; namaza başlarken, rükûa giderken ve rüku’dan kalkarken el kaldırmaktır, diye yorum yapmak gerekir,’ demiştir.

Hadisin zahirine göre secde ederken ve secdeden kalkarken, hat­tâ iki secde arasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ellerini kaldırmıştır. Hadisin zahiri, diğer hadîslere uymadığı için S i n -d i böyle bir yorum yapma yolunu seçmiştir.

Ebû Dâvûd’ un, ‘Elleri kaldırma bâbı’nda V â i 1 bin H ü c r (Radıyallâhü anhVden rivayet ettiği bir hadîste de Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in secdeden mübarek başını kaldırdığı zaman ellerini kaldırdığı rivayet edilmiştir. El-Menhel ya­zarı bu hususta şöyle der:

«Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in rüku’dan kalkarken ellerini kaldırdığı gibi, secdeden kalkarken de ellerini kal­dırdığına delâlet eder. Ebû Bekir bin el-Münzir, T a b e r i ve bâzı hadîs ehli bununla hükmetmişlerdir. Umulur ki secdeden kalkarken el kaldırmak hükmü. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in secdeden kaldırmadığı hakkında vârid olan çok sayıdaki sahih hadislerle mensuh olmuştur. Kaldı ki bu hadiste ri­vayet olunan: «Secdeden kalkarken ellerini kaldırdığı…» lafzı üze­rinde râvilerin ittifakı yoktur. Nitekim Ebû Dâvûd: R.âvi İbn-i Cühâde bu lafzı rivayet etmemiş, demiştir.»

862) Muhammet! bin Anır bin Alâ[95] (Radıyallâhü anhümyâcn :

Şöyle demiştir: Ben, Ebû Hümeyd es-Sâidî[96] (Radıyallâhü anh)’den işittim. Kendisi Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabından on zâtın arasındaydı. On sahâbiden birisi Ebû Katâde bin Rib’i idi. Ebû Hümeyd, orada bulunan on sahâbi’ye =

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namaz kılışını hepinizden daha iyi bilirim Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza durmak istediği zaman dimdik doğrulurdu ve ellerini omuz­ları hizasına kadar kaldırdıktan sonra: -Allahü ekber» derdi, rükû’a varmak istediği zaman da ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırdı.

dediği zaman da ellerini kaldırırdı, sonra tam doğru-

lurdu. İki rek’atten (üçüncü rek’ate) kalktığı zaman tekbir alırdı ve iftitah tekbîrini aldığı zaman yaptığı gibi ellerini omuzlarının hiza­sına kadar kaldırırdı. [97]

İzahı

Râvinin haber verdiği on sahâbi arasında Muhammed bin .M e s 1 e m e (Radıyallâhü anh), Ebû Üseyd (Radıyallâhü anh) ve Sehl es-Sâidi (Radıyallâhü anh)’in bulunduğu, bundan sonraki hadisten anlaşılıyor. Ebû Davud’un ‘İftita-hü’s-Salâ babı1 n d a rivayet “ettiği bu hadisin bir rivayetinden anlaşı­lıyor ki, on sahâbiden birisi de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘dir.

Ebü Hümeyd (Radıyallâhü anh)’in : ‘… hepinizden daha iyi bilirim.1 sözünden maksadı, sözünün dinleyiciler yanında makbul olmasıdır.

Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken önce ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırdı, sonra iftitah tekbiri alırdı. Âlimlerin bu husustaki görüşlerini, 858 ve 859 nolu hadislerin açıklanması bahsinde nakletmiştik.

Hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, rükû’a gi­derken ve rükû’dan kalkarken ellerini kaldırdığına delâlet eder. Âlim­lerin, bu husustaki görüşleri de orada anlatıldı.

Hadîs, ayrıca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’in ikinci rek’atten üçüncü rek’ate kalktığı zaman ellerini kaldırdığına delâlet eder. Şâfiiler ve ikinci rek’atten üçüncü rek’ate kalkılırken el­lerin kaldırılması müstahabtır, diyen âlimlerin delillerinden birisi bu hadistir.

Bu hadisi rivayet edenler :

Buhârî, Ahmed, Ebû Dâvûd, T i r m i z i, Bey-haki, İbn-i Hibbân ve Tahavi, bu hadîsi uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.

863) Abbâs bin Sehl-i Sâidî [98] (Radıyallâhü anhümâ)’âan :

Şöyle demiştir: (Sahâbilerden) Ebû Hümeyd (es-Sâidİ), Ebû Üseyd es-Sâidî, Sehl bin Sa’d (es-Sâîdi) ve Muhammed bin Mesleme (Radıyallâhü anhüm) toplanmıştılar. Bir ara Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJin namazını anlattılar. Ebû Hümeyd (Radıyallâhü

anh) :

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeüemJ’in namazını hepi­nizden daha iyi bilirim. Muhakkak ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktı, tekbîr alarak ellerini kaldırdı. Sonra rü-kü’a varmak için tekbîr aldığı zaman ellerini kaldırdı. Sonra rükû’dan kalktı da ellerini kaldırdı ve her kemik yerine dönünceye ka­dar tam doğruldu, dedi.”

864) Alî bin Ebî Talib (Radtyattdhü <in*J’den :

Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî farz namaza kalktığı zaman tekbir getirirdi ve ellerini omuzlarının hiza­sında oluncaya kadar kaldırırdı. Rükû’a gitmek istediği zaman bu­nun mislini yapardı. Rükû’dan başını kaldırdığı zaman da bunun mislini yapardı. Ve iki rekatten (üçüncü rek’ate) kalktığı zaman bu­nun mislini yapardı. [99]

İzahı

Bu hadisi Ahmed, Nesâî, Ebû Dâvûd ve Tir-m i z î de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i, sahih olduğunu da söylemiştir. Bâzı rivayetlerde şu mealde bir ilâve de vardır:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S eli e m), namazda otururken ellerini kaldırmazdı,’ yâni birinci secdeden kalkarken, ikinci secdeye giderken ve ikinci secdeden kalkarken böyle yapmazdı.

Hadisin : ve iki secdeden kalktığı zaman…»

cümlesini: «…iki rekatten (üçüncü rek’ate) kalktığı zaman…» diye terceme ettik. Secdeden maksad rek’attir. îki secdeden murad da iki rek’at olmuş olur. Nitekim diğer rivayetlerde •…iki rek’atten kalk­tığı zaman…» İfâdesi kullanılmıştır. Ebû Dâvûd, bu hadisi rivayet ettiğinde, hadisin bitiminde : Ebû Hümeyd-i Sâidî (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in na­maz kılışını anlattığı zaman, hadisinde:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki rek’atten kalktığı za­man tekbîr getirir ve ellerini kaldırırdı. ,.» demekle buradaki «…iki secde…»den maksadın «iki rek’at» olduğunu beyan etmek istemiştir.

El-Menhel yazarı da : Hadisci ve fıkıhçı âlimler, buradaki iki secde ile iki rek’atin kasdedildiğini söylemişlerdir. Yalnız H a 11 â b î secdelerin ma’lum mânâda kullanıldığını zannederek, hadisi müşkül görmüş ve : Ben, fıkıh âlimlerinden, ikinci secdeden kalkılırken elle­ri kaldırmanın müstahablığına hükmeden her hangi bir âlim bilmi­yorum. Eğer bu hadis sahih ise, bununla hükmetmek vâcibtir, demiş­tir.

tb n – i R e s 1 â n : Her halde H a 11 â b i, hadîsin tarikle­rini, yâni diğer rivayetlerini görmemiştir. Eğer buna muttali olmuş olsaydı, imamlar gibi kendisi de iki secdeyi iki rek’at olarak yorum­layacaktı, demiştir.’ der.

805) Abdullah bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)yfrd\:

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), her tekbir getirişinde ellerini kaldırırdı.Râvi Ömer bin Ribâh’ın zayıflığı üzerinde âlimler müttefik oldukları için isnadın zayıf olduğu Zevâid’de bildirilmiştir, [100]

İzahı

Hadisin zevâid türünden olduğuna notta işaret edilmiştir. Hadisin «Her tekbir getirişinde…» ifâdesi, 861 nolu Ü meyr bin Habîb (Radıyallâhü anh)’in hadisindeki: ifadesine benzer. Orada yapılan izfth, burası için de aynen yapılabilir. Oradaki izaha şunu ilâve edelim : Ebû Dâvûd, ‘İftitahü’s-Salâ bâbı’nda Meymûn el-Mekki (Badıyallâhü anh) ‘den şöyle bir rivayette bulunmuştur: ‘Meymûn el-Mekki (Ra-dıyallâhü anh); Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)’in, onlara namaz kıldırdığında kalktığı, rükûa gittiği (ikinci), secdeye gittiği ve ayağa kalktığı zamanlarda elleriyle işaret ettiğini görmüş ve şöyle demiştir :

Ben bunun üzerine İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in yanına git­tim ve ona: îbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anh) öyle bir namaz kıldı ki, bugüne kadar öyle namaz kılan hiç kimseyi görmedim, dedim. Ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’a, İbn-i Zübeyr (Radiyallâhü anh)’in yaptığı el işaretlerini yaptım. Bunun üzerine İbn-i Abbas (Radıyal­lâhü anh) bana = Eğer sen, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in namaz kılışına bakmak istersen, Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)’in namaz kılışına uy, dedi/

El-Menhel yazan, bu hadîsle ilgili olarak şöyle der:

«Hadîs, ikinci secdeye gidildiği ve ondan kalkıldığı zaman elleri kaldırmanın câizliğine delâlet eder. Lâkin hadîs zayıftır. Çünkü râvi İbn-i L a h i a , zayıflıkla meşhurdur. Meymûn el-Mek-k î de meçhuldür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ge­rek ikinci secdeye giderken ve gerekse ikinci secdeden kalkarken ellerini kaldırmadığı sahih hadislerle sabittir. Bu nedenle, bu hadîs sahih olsa bile, diğer sahih hadîslere muarız sayılmaz. Çünkü hadişteki; lafzından murad «secdeye gittiği zaman…» değil «secdeye gitmek üzere rüku’dan kalktığı zaman…»dır, diye yorum yapılabilir ve; ifâdesinden maksad : «Birinci teşeh-hüdden üçüncü rek’ate kalktığı zaman…»dır, denilebilir.»

866) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâkü anh)’den şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), nama­za girdiği zaman ve rükû’a gittiği zaman ellerini kaldırırdı.[101]

867) Vâİl bin Hücr (Radtyallâhü):

Şöyle demiştir: Ben (kendi kendime) dedim ki:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e muhakkak ve İyice bakayım, nasıl namaz kılıyor? Bunun üzerine (baktım) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı, kıbleye doğru durdu. Sonra el­lerini kulaklarının hizasına kadar kaldırdı. Sonra rükû’a gittiği za­man ellerini bu şekilde kaldırdı. Başını rüku’dan kaldırınca ellerini böylece kaldırdı. [102]

İzahı

Bu hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâİ daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. İbn-i Huzeyme ve B e y h a k i de onların metnine benzer bir ifâdeyle rivayet etmişlerdir. Buradaki rivayette, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, kıbleye doğru durup tekbir aldığı belirtilmişse de diğer rivayetlerde tekbir aldığı tasrih edilmiştir.

Bu hadîs rükû’a giderken ve rüku’dan kalkarken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ellerini kaldırdığına delâlet eder.

868) Ebü’z-ZüİH’yr [103] (Radıyailâhii anh)\tn rivayet edildiğine »öre:

Câbir bin Abdillah (Radıyailâhii anhümâ) namaza başlarken el­lerini kaldırdı ve rükû’a gittiği zaman ile rükû’dan başını kaldırdığı zaman bunun mislini yapardı. Ve: ‘Ben, Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve SellemJ’i gördüm. Böyle yaptı,’ derdi.

Ebû Zübeyr (Radıyailâhii anhJ’in râvisi ibrahim bin Tahmân [104] da ellerini kulaklarına kadar kaldırmıştır.[105]

16 – Namazda Rükû Babı

869) Âişe (Radtyallâhü anhâydtn:

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), rükû’a vardığı zaman başını ne yukarıya kaldırır, ne de aşağıya indirir, iki­sinin arasında tutardı.”

870) Ebû Mes’ud (Ukbe bin Amr el-Ensârî) (Radtyallâhü an rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Meyhive Sellem) şöyle buyurdu demiştir :

«Rükû1 ve secdede belini düzgün tutmayan adamın kıldığı na­maz, kâfi değildir.-“

871) Ali bin Şeybân [106] (Radtyallâhü anh), kavmi tarafından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ elçi olarak gönderilen heyetten idi. Ken­disi şöyle demiştir :

Biz yola çıktık. Nihayet Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in yanına vardıktan sonra Ona biat ettik. Ve arkasında namaz kıldık. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namazını düzgün kılmayan, yâni rükû’ ve secde de belini düzgün tutmayan bir adama kulaktan yana göz ucuyla baktı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazını bitirince.

«Ey Müslümanlar cemâati! Rükû’ ve secdede belini düzgün tut­mayanın namazı yoktur.» buyurdu.[107]

İzahı

 i ş e (Radıyallâhü anhâJ’nin hadisini Müslim ‘Namazın sıfatı bâbı’nda, uzunca bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Bu hadîs­te, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, rükû’da mübarek ba­şını beliyle aynı seviyede tuttuğu, yâni başını belinin seviyesinden ne yüksek tuttuğu, ne de eğdiği bildirilmiştir.

Ebû Mes’ud (Radıyallâhü anh)’m hadîsini E b û D â -vüd, Nesâi, Dârimî ve Tirmizî de rivayet etmiş­lerdir

Alî bin Şeybân (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini de A h -med/İbn-i Huzeyme ve îbn-i Hibbân rivayet etmişlerdir.

Gerek Ebû Mes’ud (Radıyallâhü anh)’in hadîsinde ve gerekse Ali bin Şeybân (Radıyallâhü anh)’in hadîsinde geçen, belin düzgün tutulmasından maksad, rükû1 ve secdede belin bir süre hareketsiz tutulmasıdır. Buna fıkıh lisanında Tume’nine’ denilir. El-Menhel, Tuhfetü’l-Ahvezî ve Sindi, belin düzgün tutul­masını, tume’nine ile yorumlamışlardır. Şu halde rükû’ ve secdede tume’nine yapmayanın, yâni en az bir sübhanellah denilecek kadar belini hareketsiz tutmayan kimsenin namazının sahih olmadığına bu bâbtaki hadîsler delâlet etmiş oluyor. Bu hususta âlimler arasında görüş ayrılığı vardır. Şöyle ki:

1 – Şâf İller, Mâlikîler, Hanbelİler, Dâvûd-i Zahirî ve H a n e f i 1 e r’ den Ebû Yûsuf’a göre namazda tume’nine farzdır. Onsuz namaz sahih değildir. Cumhurun görüşü de budur. Delilleri de, bu bâbta rivayet olunan Ebû M e s’-u d (Radıyallâhü anh)’in hadîsi ile Bu h â r i ve diğerlerinin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri; nama­zı eksik kılan kişiye Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in na­mazı tarif ettiğine dâir hadîs ve buna benzeyen Enes, Rufâa ve Ali bin Şeybân (Radıyallâhü anhüml’ün hadîsleridir.

2 – Ebû Hanife ve Muhammed’e göre tume’nine, namazın farzlarından değildir. Rükû’ ve secdede vâcibtir. Onsuz namaz, günah’olmakla beraber sahihtir. Bu iki âlimin delili; -Rükû’ edin ve secde edin…- âyetidir. Derler ki:

Arap dilinde rükû’ eğilmektir. Sücûd da alçalmaktır. Eğilmek ile al­çalmanın asgarisi, farzın yerine getirilmesi için kâfidir. Rükû’ ve secdede tume’ninenin, yâni duraklamanın U z kılınması, K u r’ a n nassına bir ilâve yapmak demektir. Mütevatir delile âhad hadisi ile yapılan ilâve muteber değildir.

Cumhur, bu iki âlime şöyle cevap verir: Tume’nine K u r’ a n nassına bir ilâve demek değildir. K u r’ a n’ daki rükû’ ve secde ile kasdedilmiş olan mânâyı açıklamaktır. Çünkü arap diline göre secde, alnı yere bırakmaktır. Sünnet (hadîs), şer’î olan secdenin, tu­me’nine ile yapılan secde olduğunu beyan etmiştir. Secde’nin vücû-bunu te’kid etmek üzere mezkûr âyetin inişi, bu görüşü te’yid eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve beraberindekiler, âye­tin inişinden önce de namaz kılarlardı. Ve tume’ninesiz kılmazlardı.

Cumhur, bu konuda rivayet olunmuş olan hadislerin tume’nine­siz olarak kılınan namazın sahih olmadığına delâlet ettiklerini söy­leyerek, tume’ninenin farz olduğuna hükmetmişlerdir.

Tuhfetü’l-Ahvezî yazarı, ‘Rüku’ ve secdede belini düzgün tutma­yan bâbı’nda rivayet edilen Ebû Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un hadîsini açıkladıktan sonra şöyle der: «Cumhura göre namazın bü­tün rükünlerinde tume’nine farzdır. Hak olanı da budur. E 1 – H â -f ı z : ‘Hanefî âlimlerinden meşhur olan rivayet, tume’ninenin sünnet oluşudur. Bir çok müellifleri, bunu belirtmiştir. Fakat T a -havi’ nin sö^ü, Hanefî âlimlerine göre tume’ninenin vâcib olduğuna delâlet eder. Çünkü T a h a v î, rüku’ ve secde mikta­rını söz konusu ettiğinde, rüku’da üç defa “Sübhâne Rabbiye’1-Azîm1denileceğine dâir Ebû Davud’un ve başkasının rivayet et­tiği hadîsi zikrederek: Bu duanın okunacağı sûre, rüku’un en az sü­residir, dedikten sonra şöyle der: Bâzı âlimler: Rüku’ ve secdenin miktarı budur. Daha az sûre kâfi değildir, demişlerdir. Bir kısım âlimler, bunlara muhalefet ederek : Rüku’ hâlinde durduğu ve sec­de hâlinde durakladığı zaman, kâfidir, demişlerdir. Ebû Hani-le, Ebıı Y ı’ı s ıı î ve Mııhammed’in kavli budur! de mistir.

Ben derim ki ta’dili erkân ve bütün rükünlerde tume’nine, Ebû Yûsuf’a göre farzdır. Ama Ebû Hanîfe ve Muham-m e d ‘ e göre kimisi vâcibtir, kimisi sünnettir, demiştir. Es-Siâye sahibi, Hanefi âlimlerinin kitablarında konu ile ilgili ibareleri naklettikten sonra şöyle der: ‘Hulâsa rüku’ ve secde, âlimlerin itti­fakıyla iki rükündür, ihtilâf, bunlardaki tume’nine hakkındadır. Ş â -fii ve Ebû Yûsuf’a göre tume’nine farzdır. Tahavı” nin nakline göre Ebû Hanîfe ile Muhammed’e göre de farzdır. E 1 – C ü r c â n i’ nin tahricine göre Ebû Hanîfe ile M u ha m m e d, bunun sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. El-Kerhî’nin tahricine göre Ebû H a n i f e ile Muham-m e d , tume’ninenin vâcibliği görüşündedirler. Büyük bir cemâatin Ebû Hanîfe ile Muhammed’ den naklettikleri görüş, bu son görüştür. Hanefî mezhebine âit metinler de bu görüş üzerinde toplanmışlardır.’-

872) Vâbısîi bin Ma’bed [108] (Radtyallâhü anh)’\n şöyle dediği ri­vayet edilmiştir

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i namaz kılarken gördüm. Rüku’ ettiği zaman, belini Öyle düzgün tutuyordu ki, eğer üzerine su dökülmüş olsaydı, orada kalacaktı.”

Not : Zevâid’de : İsnadında Talha bin Zeyd vardır. Buhârî ve başkaları: O, hadisi münker bir kimsedir, demişlerdir. Ahmed bin el-Medenî de : O, hadis uy­durur, demiş, denilmiştir. [109]

17 – (Rüku Da) Elleri Diz Kapakları Üzerine Koymak Babı

873) Mus’ab bin Sa’d (bin Ebî Vakkâs) (Radtyallâhü anhümâ)’dan : Şöyle demiştir: Ben, babam yanında rüku’ ettim de tatbik ettim. (Her iki elimin parmaklarını birleştirerek ellerimi iki diz kapağımın arasına koyup diz kapaklarımı birleştirdim.) Babam elime vurdu ve: Biz böyle yapardık. Sonra ellerimizi diz kapaklarımızın üzerine kal­dırmakla emrolunduk. dedi.”

874) Aişe (Radtyallâkü anhâyden :

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüku* ederdi de ellerini diz kapakları üzerine koyardı. Pazılarını (yanların­dan) uzaklaştırırdı.İsnadındaki Harise bin Ebİ’r-Rical’ın zayıflığı üzerinde alimlerin İttifak ettikleri Zevâid’de bildirilmiştir. [110]

İzahı

Mus’ab bin Sa’d (Radiyallâhü anh}’ın hadîsini Buhâri, Müslim ve Nesâî de az lafız farkıyla rivayet et­mişlerdir. Hadîsteki Sa’d bin Ebî Vakkâs (Radıyallâhü anh)’a âit metin ise Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivayet edilmiştir.

Tatbik: Terceme ederken parantez içi ifâdeyle de belirttiğim gi­bi, el ayaları üst üste gelecek şekilde elleri birleştirip, parmakları bir­birleri arasına geçirmek ve bu şekilde tutulan elleri diz kapakları ara­sına koymaktır. İlk zamanlarda namaz kılınırken rüku’da tatbik ya­pılırdı. Sonradan bu rükün neshedilmiş ve rüku’da ellerin diz kapak­ları üzerine konması emredilmiştir.

Ebü Dâvûd, namazda tatbik yapmanın neshine âit bahis­te, Alkarna (Radıyallâhü anh)’dan şu mealde bir hadîs rivayet etmiştir:

‘Abdullah bin Mes’ud (Radıyallâhü anh) . Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHern) bize namaz kılmayı öğretti. Tekbîr aldı ve elleri­ni kaldırdı. Rüku1 ettiği zaman, ellerini diz kapakları arasında tat­bik etti, dedi. Râvi Alkarna demiştir ki: İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un bu sözü Sa’d (bin Ebî Vakkâs) a yetişti. Bunun üzerine Sa’d (Radıyallâhü anh) dedi ki: Kardeşim (Abdullah) doğru söylemiştir. Biz öyle yapardık. Sonra böyle yapmakla emredildik. Yâni elleri diz kapakları üzerinde tutmakla…’

El-Menhel yazarı şöyle der: Âlimler, tatbik usulünün mensuh olduğuna delil olarak Sa’d (Radıyallâhü anh)’m hadisini göster­mişlerdir. Çünkü emreden de yasaklayan da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’dir. Tirmizi: ilim ehli yanında tatbik men-şuhtur. Bu hususta aralarında ihtilâf yoktur. Yalnız İbn-i M e s’u d (Radıyallâhü anh) .ve arkadaşlarının tatbik usulüne devam ettikle­ri rivayet olunmuştur, demiştir. Tatbikin neshedilmiş olduğuna dâir başka hadîsler de vardır. -EI-Menhel yazarı, bu hadîsleri senedleriy-le beraber zikretmiştir. Onları buraya geçirmeye gerek görmedim.»

Bütün bu hadisler, merfu’ hükmündedir. Çünkü sahâbî: Sün­net böyledir, dediği zaman, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in sünneti böyledir, mânâsına gelir.

Kasta1ânî, ‘Rüku’da elleri diz kapakları üzerinde bırak­mak b&bı’nda rivayet olunan Sa’d (Radıyallâhü anh)’in hadîsi­ni açıklamak bahsinde anlattığına göre Mesrûk (Radıyallâhü anh), Â i ş e (Radıyallâhü anhâl’ya tatbik meselesini sormuş, Âişe (Radıyallâhü anhâi’nın verdiği cevabın hulâsası şudur: Tat­bik, yahudîlerin işidir. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem), tatbiki yasakladı. Hakkında vahy gelmeyen hususlarda Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk zamanlarda ehl-i kitaba mu­vafakat etmeyi uygun görürdü. Bilâhere ehl-i kitaba muhalefet et­mekle emrolundu.

î b n – i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un, tatbik usûlünün nes-hedildiğini duymadığı ihtimâli üzerinde durulmuşsa da; î b n-i Mes’ud (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) ile sıkı temas hâlinde bulunduğu için, bunu duymamış olması ihtimali zayıf görülmüştür. Bununla beraber âlimler, tatbikin men­suh olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. [111]

18 – Kişinin, Rüku’dan Başını Kaldırdığı Zaman Söyleyeceği Söz Babı

875) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre : Resûlullah (Sallallahü ‘Aleyhi ve Sellem) :

zaman derdi.”

876) Enes bin Mâlik (Radtyattâhü ank)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve StUem) :

«İmam dedigri zaman siz de niz.» buyurdu.”

877) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)\en rivayet edildiğine gö­re kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem y\ şöyle buyururken işitmi$tir:

«İmam: » dediği zaman siz de: deyiniz.»”

878) İbn-i Ebî Evfâ (Radıyallâhü anh)’fien: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüku’dan başını kal-

dır (maya başla) dığı zaman: (ve tam doğrulduktan sonram derdi.”

879) Ebû Cuhayfe (Radıyallâhü ank)”6sa\ Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdayken. Onun yanında nasiblerden bahsedildi. Bir adam: Falanın nasibi atlardadır, dedi. Bir başkası: Falanın nasibi develerdedir, dedi. Diğer birisi: Fa­lanın nasibi koyunlardadır, dedi. Bir başka kişi: Falanın nasibi kö­lelerdedir, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) namazını kılıp, son rek’atdn rüku’un)dan başını kaldırınca:

dedi ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem), onların dediklerinin doğru olmadığını bilmeleri için, sesini ‘el-Ced = nasib, -kelimesi ile uzattı.İsnadmdaki râvi Ebû Ömer’in meçhul olup hâlinin bilinmediği Zevâid’de bildirilmiştir. [112]

Bu Bâbtaki Hadislerin İzahı

875 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl’nin hadîsini Buharı de rivayet etmiştir. Oradaki rivayette; lafzından önce İ lafzı da vardır. Bu hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi

ve Sellem) rüku’dan başını kaldırmaya başladığı zaman «Semiallah…» derdi. Bu cümlenin mânâsı şöyledir: ‘Allah, kendisine hamd edenin hamdini kabuletmiştir.’ Veyahut: ‘Allah, kendisine hamdedenin ham-dini kabul eylesin/ Tuhfetül’-Ahvezî yazarı cümlenin bu iki mânâya da muhtemel olduğunu söylemiştir.

Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) rüku’dan kalkıp doğ­rulduktan sonra : B u h â r i’ deki rivayete göre : derdi. Bu cümlenin mânâsı da şöyledir: ‘Allah’ım!

Ey Rabbimiz! (İbâdetimizi ve dileğimizi) kabul eyle. Hamd sana mah­sustur.’

Tesmî: ‘Semiailah…’ cümlesini okumaktır.

Tahmîd : ‘Rabbena…’ veya ‘Allâhümme Rabbena. .’ cümlesini oku­maktır.

Bu hadîse göre imam hem tesmi hem de tahmid cümlelerini oku­malıdır.

876 nolu E n e s (Radıyallâhü anh)’in hadîsini de Buharı ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Bu hadîse göre İmam tesmi ettiği zaman, ce.mâat tahmîd eder.

El-H af ı z; -Bâzı âlimler, imamın yalnız tesmi edeceğine ve cemâatin da yalnız tahmîd edeceğine bu. ve buna benzer hadîsleri delil göstermişlerse de bunun delil oluşu söz götürür. Bu hadîsten çıkarılan netice, cemâatin tahmidinin, imamın tesmiinden sonra ol­masıdır. Uygulama da böyledir. Çünkü imam, başını kaldırmaya baş­layınca tesmi eder. Cemâat da doğrulduktan sonra tahmîd eder.Bu okuyuşlar, âmin meselesine benzer. Çünkü: «İmam: dediği zaman, siz de; deyiniz.» buyurulmuştur. Bu emirden imamın

âmin demiyeceği mânâsı çıkarılamaz. Halbuki hadîste imamın âmin diyeceğine değinilmemiştir. Burada da imamın tahmidine değinilme-miştir. Fakat gerek imamın âmin demesi, gerekse imamın tahmîdi, başka sahîh delillerden sarâheten anlaşılmaktadır. Fatiha’ nın bitiminde imamın hem duacı, hem de âmin söyleyici olması, bir mah­zur teşkil etmediği gibi, burada da imamın hem isteyici hem cevab verici olmasında bir sakınca yoktur,» denilmiştir.

Müslim, Ebû Dâvüd ve Nesâi de Ebü Sâid-i Hudri (Radıyallâhü anh)’den 877 nolu hadis metni yerine 879 nolu Ebû Cuhayfe (Radıyallâhü anhJ’nin hadîsindeki, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e âit metin kısmına benzer bir metin rivayet etmiş’erdir. Ebû Davud’un rivayetinde Ebû S a i d (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Semiallâhü » dediği zaman -Allâhümme Rabbena…” derdi.

Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)’in buradaki hadisi, bundan önce geçen E n e s (Radıyallâhü anh)’in hadîsine benzer. O ha­dîs hakkındaki izah, bu hadîs için de aynen yapılabilir. Bu sebeple tekrarına lüzum görmüyorum.

878 nolu 1 b n-i Ebi Evfâ (Radıyaliâhü anh)’nın ha­disini Ebû D â v û d ve Müslim do az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. T i r m i z i de benzerini A 1 î (Radıyallâhü anh)’den rivayet etmiştir.

Bu hadîse göre de Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ba­şını kaldırmaya başladığı zaman tesmî’ ederdi ve tam doğrulduktan sonra da tahmid ederdi. Bu hadîsdeki tahmîd cümlesi biraz uzunca-dır. Bunu, meâliyle beraber tekrarlıyalım :

-Allah’ım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yer dolusu ve onlardan sonra dilediğin şeyler dolusu hamd, ancak Sana lâyıktır, Sana mah­sustur.»

878 nolu Ebû Cuhayfe (Radıyallâhü anh) hadisi, zevâid kısmındandır. Bununla.beraber, yukarıda belirttiğimiz gibi M ü s-limde ve Ebû Davud’un süneninde Ebû Cuhayfe (Radıyallâhü anh) in hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) in sözü olarak geçen metin az bir lafız farkıyla, Ebû S a i d – i H u d r i (Radıyallâhü anh)’den merfu’ olarak bulunmaktadır. Bu­radaki tahmidi, meâliyle beraber tekrarlıyalım :

«Allahım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yer dolusu ve bunlardan sonra dilediğin şeyler dolusu hamd, ancak Sana lâyıktır. Allahım! Senin verdiğine hiç bir engel yoktur. Senin vermediğini hiç bir ve­recek yoktur. Senin katında hiç bir zenginlik sahibine zenginliği ya­rar sağlayamaz.»

Ebû Cuhayfe {Radıyallâhü anh)’n hadisinde geçen ‘Cti-dud” kelimesi, ‘Cedd’in çoğuludur. ‘Cedd* kelimesi, zenginlik, varlık, nasib, şans ve benzeri mânâlara gelir. Biz ‘Cüdud’ kelimesini ‘Nasib-ler’ diye terceme ettik. Şanslar, zenginlikler diye de terceme edile­bilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in okuduğu tahmid-de geçen ced kelimesi, âlimlerce s^tl|$nHk diye mânâlandırılmıştır. Buna göre : cümlesinin mânâsı:

«Senin katında zenginlik sahibine zenginliği menfaat sağlaya­maz.» -olur. Bu cümledeki kelimesi de «katında* diye yorumlanmış olur.

Cümledeki; kelimesi ‘Cidd’ olarak da okunabilir. Mânâsı çalışmaktır. Bu takdirde cümlenin mânâsı:

«Senin katında, çalışmak sahibine çalışması menfaat sağlaya­maz.» olur. Yâni kişiye menfaat sağlayan husus, çalışmasını kabul etmen ve onu muvaffak kılınandır. Senin rızâna uygun olmayan ça­lışması hiç bir menfaat sağlayamaz.

Doğrusu, birinci mânâdır.

Rüku’dan kalkarken imam ve me’mum ve münferidin tesmi’ ve tahmîd etmeleri hususunda âlimlerin görüşleri :

1 – îbn-i Mes’ud, Ebû Hüreyre, Ebû Hanî-f e, Mâlik (Radıyallâhü anhüm) ve bâzı âlimlere göre, imam yalnız tesmi’ edecek, cemâat da yalnız tahmid edecektir. Bunların de­lilleri ise:

«İmam tesmi’ ettiği zaman siz tahmîd edin.» mealindeki E n e s (Radıyallâhü anh)’in 876 nolu hadisi, Ebû S a î d (Radıyallâ­hü anh)’in 877 nolu hadisi ve benzeri hadislerdir.

2 – Sevri, Evzâi, Hanefiler’ den Ebû Yûsuf ile Muhammed ve Hanbeli âlimlerine göre imam, tes­mî1 ve tahmîd’in ikisini de yapacak. Cemâat yalnız tahmid edecek. Bunların delilleri de mezkûr hadîslerdir. Bir de B u h â r î ve Mü­ellifin rivayet ettikleri 875 nolu Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘in hadisi ile Müslim ve Müellifin îbn-i Ebû Evfâ (Radıyallâhü anh) ‘dan rivayet ettikleri 878 nolu hadisidir. Münferide gelince:

1 – Mâlikiler ve Hanbeliler’e göre münferid, tes­mi’ ve tahmidin ikisini de yapacaktır.

2 – Hanefî âlimlerinden üç rivayet vardır:

a) Münferid, yalnız tahmid edecektir. Zey lâi: Meşâyihin ekserisi bu görüştedirler. El-Mebsût’ta: En sahih olanı budur. Çün­kü tesmi’ orada bulunanları hamd etmeye teşviktir. Münferidin be­raberinde kimse yoktur ki onu teşvik etsin, denilmiştir, demiştir.

b) Zeylâinin Ebû Bekir Râzi1 den naklen be­yan ettiğine göre münferid yalnız tesmî’ etmelidir. Çünkü münfe­rid, kendi nebinin imamıdır. Ebû Hanife’ye göre imam, yal­nız tesmi’ eder. Nevâdir’in rivayeti de böyledir.

c) Yine Z e y 1 â i’ nin beyânına göre e 1 – H a s a n , mün­feridin hem tesmi’ hem tahmid edeceğini Ebû Hanife’ den nakletmiş; Hidâye sahibi de: En sahih kavil budur, demiştir. Sebe­bi de şudur: Münferid kişi, kendi nefsinin imamıdır. Önce tesmi’ eder. Yaptığı tesmi’ üzerine hamdeden kimse bulunmadığı için, ken­disi tesmi’ dâvetine icabet etmek üzere tahmid eder.

3 – Şâfiiler’e göre namaz kılan kişi, imam olsun mün­ferid olsun me’mum olsun, hapsi hem tesmi’ eder, hem tahmid eder. Ata’, Ebû Bürde, Muhammed bin Sîrin, î s -hak ve Davud’un kavli de budur. Bunların delili B u h â r i ve Müslim’in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den ri­vayet ettikleri ve 875 nolu hadîse benzeyen hadistir. Oradaki hadîste, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in rüku’dan başını kaldır­maya başlayınca tesmi’ ettiği ve tam doğrulunca tahmid ettiği bildi­rilmiştir. Diğer bir delil yine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in rüku’dan kalkarken tesmî ve tahmîd ettiğine dâir M ü s-lim’in Huzeyfe (Radıyallâhü anh) den rivayet ettiği hadistir.

İbn-i Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh) ‘nin ve Ebû C u -h a y f e (Radıyallâhü anh)’in hadisleri de onlar için delil olabilir. El Menhel yazan ‘Kişinin, rüku’dan başını kaldırdığı zaman söyleye­ceği söz bâbı’nda yukarıdaki görüşleri ve en son olarak Şafii-1 e r’ in görüşünü naklettikten sonra şöyle der:

Şâfii1er’in gösterdikleri deliller, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in imam olarak namaz kıldırışına aittir. Bu sebep­le münferid için delil gösterilmesi tam olmamakla beraber şöyle de­nilebilir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Benim namaz kılışımı gördüğünüz gibi siz de namaz kılın.» bu­yurmuştur. Bu hadîs. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namaz kılışının imama mahsus olduğuna delâlet etmez.

Ş â f i î 1 e r’ in başka bir delili de Dârekutni’ nin Büreyde (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:

«Ey Büreyde! Sen başını rüku’dan kaldırdığın zaman Semiallâhü limen hamiden. Allâhümme rabbena leke’1-Hamd… de-. Bu hadisin zahirine göre Büreyde (Radıyallâhü anh) in imam, münferid veya me’mum olması arasında bir fark yoktur. N e v e v î: ‘…ve tesmf ile tahmîd bir zikir olup imam için müstahab olduğu gibi baş­kası için de müstahabtır. Rüku’, secde ve diğer hallerdeki teşbihler gibidir. Bir de şu vardır ki: Namazın hiç bir yerinde zikirden boş kalınmamalıdır. Rüku’dan kalkarken ve kalktıktan sonra tesmî ve tahmîdden birisi edildiği takdirde, iki halden birisi boş geçecektir. Halbuki kalkarken tesmi ve kalktıktan sonra tahmîd edilirse iki hal­de de zikirle meşgul olunmuş olur,’ demiştir.

Tahmidin daha uzun şekli, Müslim, Ebû Dâvûd ve başka sahih hadis kitablarında mevcuttur. Ayrıca Buhâ.ri, Müs­lim, Tirmizi, Nesâi ve diğer sahih kitablarda rivayet olunan bâzı sahîh hadislerde, tahmîdi, meleklerin tahmidine denk gelen kişinin geçmiş (küçük) günahlarının bağışlanacağı bildirilmek­tedir. Müellifin rivayet ettiği hadîslerde bu husus bulunmadığı için bunun üzerinde durulmadı.

Tesmî’ ve tahmid hakkındaki dört mezhebin görüşlerine âit ge­niş ma’lumat isteyenler, fıkıh kitablarına müracaat etsinler. [113]

19 – Secde Babı

880) Meymûne (Radtyallâhü an ha) ‘den; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği zaman kol­larını (yanlarından) uzaklaştırırdı. Öyle ki, bir kuzu, kollarının ara­sından geçmek isteseydi geçebilirdi.»”

881) Abdullah bin Ubeydillah bin Akranı el-Huzâi’nin babası L’bey-Hullah bin Akram el-Huzâi (Radıyallâhü anhümâyden; Şöyle demiştir:

Ben, Nemire’nin[114] dağlardan ve tepelerden oldukça uzak bir düzlüğünde babamın beraberindeydim. Yakınımızdan bir süvari ka­filesi geçti ve yolun kenarında <develerini) çökerttiler. Bunun üze­rine babam (Akram) bana t Sen hayvanların yanında kal. Tâ ki ben şu topluluğun yanına vararak onlarla görüşüp durumlarını sorayım, dedi. Ve çıkıp gitti. Ben de vardım. Yâr.i yaklaştım. Baktım ki Resû lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ordadır.

(Namaza durdular.) Ben de namazda hazır bulunarak onlarla beraber namaz kıldım. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in her secde edişinde ben O’nun koltuk altlarının beyazlıklarına bakar­dım.

İbn-i Mâcete demiştir ki: Halk, Ubeydillah bin Abdullah der. Râvi Ebü Bekir bin Ebî Şeybe de dedi ki: Halk Abdullah bin Ubey-dilah der.

Bize Muhammed bin Beşşâr tahdis etti. (O da dedi ki:) Bize Ab-durrahman bin Mehdi, Safvân bin îsâ ve Ebû Dâvûd tahdis ederek dediler ki: Bize, Dâvûd bin Kays, UbeydiUah bin Abdillah bin Ak-ram’dan; O da babasından, O da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den bunun mislini tahdîs etti. [115]

İzahı

Müellif, bu hadisi iki senedle rivayet etmiştir. Her iki senedin ri­cali, yukarıdaki arapça metinde ismen geçmektedirler. Müellife tah-diste bulunan ilk seneddeki râvi Ebû Bekir bin Ebi Şey-b e ‘ dir. Onun zikrettiği senedde, sahâbî Akram el-Huzâi’-nin oğlu ve râvisinin adı Ubeydullah’ tır. Ubeydulla h’ın râvisi olan oğlunun adı ise Abdullah’ tır.

Müellife tahdiste bulunan ikinci seneddeki râvi ise, M u h a m -med bin B e ş ş â r’ dır. Bu senede göre sahabi A k r a m ‘ in râvisi oğlunun adı Abdullah’ tır A b d u 1 1 a h ‘ in râvisi ve oğlunun adı ise Ubeydullah’ tır.

Müellif demiştir ki: Halk bu zatları Ubeydullah bin Abdullah olarak söyler. Fakat Ebû Bekir bin Ebî Ş e y b e demiştir ki: Halk bu zatları Abdullah bin Ubey­dullah olarak söylerler.

Müellifin, Ubeydullah bin Abdullah deyişinin taraftan olduğu, ifâde tarzından anlaşılıyor.

T i r m i z î’ de rivayet olunan bu hadîsin senedinde de mezkûr zatlar Ubeydillah bin Abdullah bin Akram el-Huzâi olarak geçmektedirler. Hulâsa’da da Abdullah, A k r a m ‘ in oğlu olarak ve Ubeydullah da Abdul­lah ‘ in oğlu olarak tanıtılmıştır.[116]

İki hadiste geçen bâzı kelimeler:

Behme : Kuzunun erkek ve dişisine denilir.

Behm : Kuzular demektir. İkinci hadîste geçen ve hayvanlar diye terceme ettiğimiz Behm’den maksad, kuzular olabilir.

Kaâ: Dağlardan ve tepelerden biraz uzak olan ova ve düzlük araziye denilir. Bunun çoğulu Kıy’, Kıy’a, Kıy’an ve Akvâ’ gelir.

Ufret: Parlak olmayan beyazlık demektir.

Mezkûr iki hadîs, secde hâlinde kolları açmanın meşruluğuna delâlet eder. Elleri yanlardan uzaklaştırmak, erkeklere mahsustur. Kadınların kollarım yanlarına yapıştırmaları matlubtur. Bu hususta Ebû Davud’un el-Merâsil’de Yezîd bin Ebi H a b i b’ ten rivayet ettiği hadîs vardır.

M e y m ü n e (Radıyallâhü anhl’nin hadisini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, el-Hâkim ve Tabarânî de

rivayet, etmişlerdir.

882) Vâil bin Hücr (Radıyatlâhü a»/r)’den rivayet edildiğine göre. şöy­le demiştir :

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in secdeye gider­ken ellerinden önce dizlerini yere koyduğunu ve secdeden kalktığı za­man, dizlerinden önce ellerini (yerden) kaldırdığını gördüm. [117]

İzahı

Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesâî, Tirmi­zi, el-Hâkim, Dârekutnî, Dârimi ve Tahavi de rivayet etmişlerdir.

Hadis, secdeye giderken, önce dizlerin ve ondan sonra ellerin ye­re konmasının ve secdeden kalkarken önce ellerin, ondan sonra diz­lerin yerden kaldırılmasının meşruluğuna delâlet eder. Bâzı âlimler, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve îbn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anh)’den rivayet olunan hadîslere dayanarak bunun tersi­ne, secdeye gidildiğinde önce ellerin ve ondan sonra dizlerin yere ko­nulmasına ve secdeden kalkılırken önce dizlerin, ondan sonra elle­rin kaldırılmasına hükmetmişlerdir. El Menhel yazarı, özetle şöyle der:

1 – Cumhur Vâil bin Hücr (Radıyallâhü anh)’ın ha-dîsiyle hükmetmiştir. Ebu’t-Tayyîb bütün fıkıhçılardan bu görüşü nakletmiştir. İbnü’l-Münzir de Ömer bin el’Hattab, tbrâhim en-Nahaî, Müslim bin Yesâr, Süfyân-ı Sev’rİ, Ahmed, İshak, Ebû H a n î f e ile arkadaşlarının böyle hükmettiklerini anlatmıştır.

2 – Mâlik, İtn-i Hazm ve Evzâi, secdeye gi­derken önce elleri yere koymanın ve secdeden kalkarken önce elleri yerden kaldırmanın müstahablığına hükmetmişlerdir. İ b n – i Ab-di’1-Hakem’in rivayetine göre Mâlik, iki şekil arasın­da bir fark olmadığın] söylemiştir.’

883) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ/dan rivayet edil­diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu demiştir :

-Ben, yedi kemik üzerinde secde etmekle emrolundum.»”

884) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâJ’dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Ben, yedi (kemik) üzerinde secde etmekle ve (secdeye gider­ken) saç ve elbiseyi toplamamakla emrolundum.»

Râvi İbn-i Tâvûs demiştir ki Babam, (yedi kemiği sayarken) şöyle diyordu: Eller, diz kapakları, ayaklar. Ve babam alın ile burnu bir sayardı.”

885) Abbâs bin Abdulmuttalib (Radtyallâhü anhyfan rivayet edildi­ğine göre kendisi; Resûlullah (Salluilahıı Afcvhi ve Sellem)’den şunu buyurur­ken işitmiştir :

-Kul, secde ettiği zaman onunla beraber yedi uzuv secde eder: (etmelidir.) Yüzü, el avuçları, diz kapakları ve ayakları. [118]

İzahı

883 nolu İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini E b û Dâvûd, Nesâî, Tirm izi, Bezzâr ve Tahâvİ de

az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde; cümlesi yerine cümlesi bulunur.

884 nolu İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadisini de yine az lafız farkı ile Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi rivayet etmiş­lerdir.

Bu hadisin sonunda râvi İbn-i Tâvûs demiştir ki: Ba­bam yedi kemiği saymış, alın ve burnu bir uzuv olarak göstermiş­tir. El-Menhel’de bildirildiğine göre îbn-i Tâvûs’un babası olan Tavus, alın üzerinde secde etmeyi vâcib görmüş, secdede burnun yere değdirilmesini de sünnet saymıştır.

885 nolu Abbâs bin Abdulmuttalib (Radıyallâhü anh)’in hadisini de Ahmed ve Buhâri hâriç, Kütüb-i Sitte sahihleri rivayet etmişlerdir.

Bu hadiste geçen ‘A’râb’ kelimesi ‘İrb’in çoğuludur. ‘İrb’ uzuv demektir. Hadiste secde uzuvları sayılırken geçen yüzden maksad, alın ve burundur. Çünkü diğer bâzı rivayetlerde bu durum bölirtil-miştir. Alın ve burundan başka, yüzün her hangi bir tarafı üzerin­de secde etmek usûlü bilinmemektedir. Ta’zim için yapılan secde, aka ve burun üzerinde yapılanıdır.

Hadisteki ayaklardan maksad da, ayakların parmak uçlarıdır. Ni­tekim Müslim’in îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ’dan olan rivayetinde bu durum belirtilmiştir.

Hadîsler, anılan yedi uzuv üzerinde secde etmenin vâcibliğine de­lâlet ederler. El-Menhel yazan, âlimlerin bu husustaki görüşlerini şöy­le anlatır:

1 – Şafiî’ nin kuvvetli kavline göre ve Hanbeliler’e göre yedi uzuv üzerinde secde etmek vâcibtir. Bu uzuvların birer parçasını yere koymak kâfidir.

2 – Ebû Hanife, bir kavline göre Şafiî, Mâlikîler ve fıkıhçıların ekserisine göre alın üzerinde secde etmek vâcibtir. Diğer uzuvları yere koymak sünnettir.

Hadîslerin zahirine göre, secde edilirken, bu uzuvların çıplak ol­maları vâcib değildir. Çünkü açık olsun örtülü olsun bu uzuvları ye­re koymak ile secde hâsıl olur.

Diz kapaklarının çıplak olmasının vâcib olmaması hususunda ih­tilâf yoktur. Zâten avret yerinin örtülmesi sebebiyle diz kapaklarının açık tutulması sakıncalıdır.

Ayakların çıplak olmasının şart olmaması hakkında da ihtilâf yoktur. Çünkü mestler üzerinde meshedilerek, mestlerle beraber na­maz kılmak meşru kılınmıştır. Eğer ayakların secde hâlinde çıplak olması şart olsaydı, namazda mestleri çıkarmak gerekecekti. Mest­ler çıkarılınca abdest de bozulmuş olurdu.

Ellerin çıplak tutulması mes’elesine gelince; Bu hususta ihtilâf vardır:

1 – Cumhura göre ellerin çıplak olması vacip değildir.

2 – Şafiî, bir kavlinde ellerin çıplak olmasını vâcib görmüş­tür. Hanbeliler de elleri örtmenin mekruhluğuna hükmet­mişlerdir.Zahiri olan görüş, cumhurun mezhebidir.

Alnın çıplak olması meselesine gelince:

1 – Dâvûd-i Zahirî, Şâfiîler ve bir rivayetinde Ahmed bin Hanbel, alnın çıplak olmasını vâcib görmüş­lerdir. Onlara göre başa konan sarık, takke, bere, sargı ve benzeri her hangi bir şey, çıplak alnın yere değmesine mâni olursa, secde caiz değildir.

Ali bin Ebî Tâlib, îbn-i Ömer, Ubade bin es-Sâmit, ibrahim en-Nehai, tbn-i Şi­rin, Ömer bin Abdülaziz (Radıyallâhü anhüm) ve başka bâzı âlimlerin kavli budur.

Bunların bir delili, Ebû Davud’un Salih bin Hay­van es-Sebbâî (Radıyalâhü anhümâl’den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) alnı üzerinde sarık sarınarak yanı başında secde eden bir adam görmüş ve sarığım yu­karı çekerek alnını açmıştır.’ Diğer bir delilleri de îbn-i Ebî Ş e y b e ‘ nin Iyaz bin Abdillah (Radıyallâhü anhüm)’-den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir .-

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sarığının bir parça­sı üzerinde secde eden bir adamı görmüş de, mübarek eliyle işaret ederek, sarığını yukarı kaldırmasını istemiştir.’

2 – Saîd bin el-Müseyyeb, el-Hâsan, Bekir el-Mûzenî, Mekhul ve Zühri: Alnı açmak vâcib de­ğildir, demişlerdir. Mâlik, Hanefî âlimleri, E v z â İ, î s h a k ve bir rivayete göre Ahmed bin Hanbel ile âlimlerin ekserisinin kavli budur. Bunlara göre secde ederken alnı örtmek mekruhtur.

Bu görüşteki âlimlerin delili, Ebû Naim’in el-Hİlyede îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’den; T a b e r â n î’ nin îbn-i E v f â (Radıyallâhü anhl’den ve îbn-i Ali Câ-b i r (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sarığının bir katı üze­rinde secde ederdi.’ Fakat bu hadîsin rivayet edildiği bütün tarik­ler zayıftır. Hattâ Ebû Hatim: Bu hadîs bâtıldır, demiştir. B e y h a k i de : Bu hadîsin rivayetlerinden hiç bir şey sübût bul­mamıştır, der. Hadis, sabit olduğu takdirde bu hadîs ile alnın açık tutulmalının gerekliliğine delâlet eden hadisleri uzlaştırmak için şöyle bir yorum yapılabilir: Alnın açık tutulmasını gerekli gören hadisler, ma’zeret olmaması hâline aittir, diğeri de özür hâline aittir.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’ın hadisinde: «…Saç ve elbiseyi toplamamakla emrolundum.» buyurulmuştur. Yâni namaza durulduğunda saç ve elbiseyi, yere değdirmesin diye toplamak yasak­lanmış, bunları kendi hallerine bırakmak ve onların sahibiyle bera­ber secde etmelerine imkân vermek istenilmiştir.

Fıkradaki nehiy, cumhura göre tenzihen kerahet içindir. Kişi ister namaza duracak diye saçını ve elbisesini toplasın, ister daha önce ve başka maksadla toplamış olsun ve namaza durduğunda bu hal tesadüfen devam etsin, netice değişmez.

Nevevî, Müslim’in şerhinde : ‘Âlimler, şu durumlarda namaz kılmaktan nehiy hususunda ittifak etmişlerdir.

Adam elbisesini yukarı çekmişken; yenlerini katlamışken; kol­larını sıvamışken; saçlarım örüp bağlamışken; saçlarını sargının al­tında toplamışken ve benzerî haller. Bütün bunlar, âlimlerin ittifa­kıyla yasaktır, tenzihen mekruhtur. Eğer böyle yaparak namaza du­rursa isâe (kötü) etmiş olur. Bununla beraber namazı sahihtir. D â v û d i’ ye göre namaz için böyle yapmak mekruhtur. Daha Önce böyle yapmışsa ve tesadüfen bu halde namaza durursa mek­ruh değildir. İbnü’l-Münzir’in anlattığına göre H a s a n-ı B a s r î: Bu halde kılınan namazın iade edilmesi vâcibtir, demiş­tir. Sahih ve muhtar kavil, cumhurun kavlidir. Sahâbîlerden ve baş­kalarından nakledilen zahiri de budur.’ demiştir.

Namazda saçları ve elbiseyi toplamanın yasaklanmasının hik­meti şudur : Kişi, yere değmesin diye saçını ve elbisesini toplayınca, kibirli adama benzer. Bir de saçı toplamanın yasaklığı hikmeti hak­kında Ebû Davud’un rivayet ettiği bir hadîse göre şeytan namaz esnasında toplanan saç içinde oturur. Bu rivayete göre; Ebû fl â f i’ (Radıyallâhü anhJ, H z . Ali (Radıyallâhü anh)’nin oğ­lu Hasan (Radıyallâhü anhJ’ı namaz kılarken görmüş, saçla­rını başı üstünde örmüş durumdaymış. E b ü R â f i’ (Radıyal-lâhü anh), Onun örgüsünü çözünce Hasan (Radıyallâhü anh) öfkeyle dönüp Ona bakmıştır. Ebû R â f i’ (Radıyallâhü anh) de Ona. Sen namazına yönel ve öfkelenme. Çünkü ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den işittim. Buyurdu ki: «Şu örgü, şeytan oturağıdır.»

886) Resûlullah (Sallallahü Alryhi vv Sel/emy\n arkadaşı Ahmer [119] (Radıyallâhü anh /den :

Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği zaman ellerini yanlarından çok uzaklaştırdığından dolayı, biz gerçekten Ona çok acıyorduk. [120]

İzahı

Bu hadisi Ahmed, Ebû Üâvûd, Tirmizi ve Ta-h a v İ de rivayet etmişlerdir. Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in secde ederken mübarek kollarını, yanlarından çok uzak tuttuğuna ve bu nedenle meydana gelen meşakkat dolayısıyla Ona bakan sahâbîlerin fazlasıyla acıdıklarına delâlet eder.

Bu hadis de 880 ve 881 nolu hadislerin hükmünü te’yid eder mâ­hiyettedir. [121]

20 – Rüku’ Ve Secdedeki Teşbih Babı

887) Ukbe bin Amir el-Cühenî (Radtyailâhü anh) den, şöyle demiştir : — •Öyleyse sen. Büyük Rabbinin adını teşbih et.»[122] âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize :

«Bu (âyetin mefhurnu)nu rüku nuzda kılın.» buyurdu. Sonra; «gen, Yüce Rabbinin adını teşbih et.[123]

âyeti nazil olunca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize: «Bu (âyetin mefhumu>nu secdenizde kılın.» buyurdu. [124]

İzahı

Bu hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd, el-Hâkim, İbn-i Hibbân ve Dârimi de rivayet etmişlerdir.

El Menhel yazan, bu hadîsin açıklaması bahsinde özetle şöyle der:

«Hadisteki birinci âyetin başındaki ‘F’ harfi, daha önceki âyet­lere terfi1 içindir. Yâni:

‘Ey Allah’ın Resulü! Sen, halkı tevhide ve Allah’a itaat etmeye davet et. Geçen âyetleri açıkla. Buna rağmen eğer halk, hidâyet yo­lunu tutmazsa Sen artık Rabbine dön. Ve Onu bütün noksanlıklar­dan tenzih et. Tenzih, teşbih lafzıyla olsun, başka zikirlerle olsun far-ketmez.’

Âyetteki isim lafzı ile Allah’ın adı kasdedilmemiş olabilir. Yâni âyet ile büyük Allah’ın zâtının tenzih edilmesi kasdedilmiş olabilir. İkinci ihtimal, isim kelimesinin zâid olmayıp Allah’ın adı anlamında kullanılmış olabileceğidir. Bu takdirde âyette büyük Allah’ın adının tenzih edilmesi emredilmiş olur. İkinci ihtimal daha yakındır. Çün­kü Allah’ın zâtını, bütün noksanlıklardan tenzih ve ta’zim etmek, vâ-cib olduğu gibi, onun ismini de tenzih ve ta’zim etmek gerekir.

Bu iki yorum, ikinci âyet için de söz konusudur.

Hadîste: «3u âyeti rükunuzda kılınız.- emrinden maksad; terce-mede parentez içi ifâdeyle işaret edildiği gibi âyeti aynen rüku’da okumak değil, âyetten anlaşılan ‘Sübhâne Rabbiye’1-Azîm’ zikrini rü­ku’da okumaktır.

Hadîste «Bu âyeti secdenizde- kılınız.» emrinden maksad; terce-mede parentez içi ifâdeyle işaret edildiği gibi âyeti aynen secdede okumak değil, âyetten anlaşılan ‘Sübhâne Rabbiye’1-A’lâ’ zikrini sec­dede okumaktır.

‘Azim = Büyük ve azametli’ kelimesinin rüku’ teşbihine ve ‘A’lâ = Yüce ve yüksek’ kelimesinin secde teşbihine tahsisinin hikmeti şudur: Secde hâlindeki tevâzû, rüku’ hâlindeki tevâzû’dan çok da­ha derin ve canlıdır Çünkü insan vücûdunun en şerefli uzvu olan alın, ayakların bastığı toprağa sürülüyor. Bu nedenle secde, rüku’-dan efdaldir. ‘A’lâ’ kelimesinin ifâde ettiği yücelik ve azamet, ‘Azîm’ kelimesinin mânâsından daha büyük olduğu için secde teşbihinde ‘A’lâ’ kelimesi uygun kılınmıştır.

Hadis, rüku’ ve secdede teşbih yapmanın vâcibliğine delâlet eder. Âlemlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:

1 – Hanbelîler ve îshak bin Râheveyh, bu hadîsin zahiriyle hükmederek: Rüku’ ve secdede teşbih yapmak vâ-cibtir, demişlerdir. Bunlara göre kişi teşbihi, bilerek terkederse na­mazı bozulur. Unutursa namazı bozulmaz, sehiv için secde eder.

2 – Dâvûd-i Zahiri’ye göre tssbîh, mutlaka vâcibtir. Unutularak bile terkedilse namaz bozulur. Sehiv secdesi ile tamir edilemez.

Bu iki gruptaki âlimler, mezkûr hadîsi delil gösterdikleri gibi, teşbihi kırâata kıyaslamışlardır.

H a n b e 1 î mezhebine âit el-Muğnî adlı kitabda: Ahmed bin H a n b e 1′ den meşhur olan kavil şudur: Eğiliş ve kalkışlar-daki tekbir, rüku’ ve secdedeki teşbihler, rüku’dan kalkılırken yapı­lan t es m i’ ile tahini d, iki secde arasında okunan ‘Rabbiğfirlî…’ duası ve ilk teşehhüd vâcibtir. îshak ve Davud’un kavli de bu­dur.’ denilmiştir.

3 – Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafii, bir kavline göre Ahmed ve âlimlerin cumhuru, rüku’ ve secdedeki teşbihin sün­net olduğuna hükmetmişlerdir. Bunların delili, namazını hatalı kı­lan kişiye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namaz ta’li-mine âit hadîsidir. Çünkü o hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama namazın vâciblerini ta’lim etmiştir. Ona bu zikrileri öğretmiştir. Eğer bu zikir ve teşbihler vâcib olsaydı, taharrüm tek­birini ve kıraati öğrettiği gibi bunu da öğretecekti. Gerekli açıkla­manın ihtiyaç vaktinden te’hiri caiz değildir. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in adama, mezkûr teşbihleri öğretme­miş olması, bunun vâcib olmadığına delildir.

Bu delil, teşbihin vâcibliğine hükmedenlerin delil olarak göster­dikleri hadislere de cevabtm

Teşbihin vâcibliğine hükmedenlerin, teşbihi kıraata kıyaslama­ları da tam değildir. Çünkü ayakta durmak, namazda olduğu gibi na­mazın dışında da halkın alışkın olduğu bir âdettir. İbâdet duruşunun âdet duruşundan farklı kılınması için, ibâdet duruşunda kıraat vâ­cib kılınmıştır. Fakat rüku’ ve secde hali, ibâdet dışında alışılmış bir duruş değildir. Bu sebeple bu duruşun ibâdet duruşu olduğunu bil­dirmek için bir alâmete hacet yoktur.

888) Huzeyfe bin el-Vemân (Radıyallâhü tinh)\ç\ rivayet edildiği­ne göre kendisi :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den; rüku’a gittiği za­man üç defa «Sübhâne Rabbiye’I-Azîm» ve secdeye gittiği zaman üç defa «Sübhâne Rabbiye’1-Alâ» dediğini (kulağıyla) işîtmiştir. [125]

İzahı

Bu hadisi, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Dârimi de rivayet etmişlerdir Tirmizi de bunun bir benzerini rivayet ederek hasen – sahih olduğunu söylemiştir. Bâzı rivayetlerde Huzeyfe (Radıyallâhü anh)’in, Peygamber (Sal-lailahü Aleyhi ve Sellem) iie beraber namaz kılarken, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bu teşbih sesini işittiği bildirilmiş­tir. Yine bâzı rivâyetlerdeki metin daha uzuncadır. Ve orada şu ilâ­ve de vardır:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda kıraat eder­ken rahmet âyeti geçtiğinde durup rahmet dilerdi. Ve azab âyeti geç­tiğinde, durup istiâze ederdi.’

Âlimlerin rüku1 ve secdedeki teşbih sayısı ile ilgili görüşlerini bi­raz sonra gelecek 890 sayılı hadîsin açıklaması bahsinde beyan edeceğiz.

889) Aişe (Rtidtyallâhü anh)\rw; Şöyle «itmiştir : Resftltaliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), rüku’ secdesinde:

zi^««i çok söyleyerek Kuranı tef­sir ederdi. [126]

İzahı

Bu hadisi Buhâri, Müslim. Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.

Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) anılan zikri namazda çok söylerdi. Namazın dışında söylemezdi. M ü s 1 i m ‘ in bir rivayetinden anlaşıldığına göre Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) bu zikri namazın içinde ve dışında bol bol söylerdi. Müslim’ deki rivayet şöyledir : ‘ Â i ş e (Radıyallâ­hü anhâ)’dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); zikrini çok söylerdi. Ben: Yâ Resûlallah: Seni görüyorum. Bu zikri çok söylüyorsun, dedim. B» nün üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Benim Rabbim, ümmetim hakkında bir alâmet göreceğimi bana ha­ber verdi. Ben onu gördüğüm zaman :

sözünü çok söyleyeceğim, fcfte

o alâmeti gördüm. (Alâmet şudur:) Allah’ın nusreti ve Fetih —M«k-ke Fethi— geldiği ve insanların dalgalar hâlinde İslâm dinine girdik­lerini gördüğün zaman, Rabbinin hamdine bürünerek teşbih et; Ve ondan mağfiret dile. Çünkü Allah, tevbeleri çok kabul edicidir.»”

M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve anlattığı alâmet, N a s r süresidir.

N a s r süresinde Allah Teâlâ : buyur­muştur. Bu âyette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e Allah’ın hamdiyle teşbih etmesi ve istiğfar etmesi emredilmiştir. Hadiste  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin bildirdiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) anılan zikri çok söylemekle bu âyeti te-ftir etan*f olur. Ve emrine uymuş olur.

Mezkûr âyet, iki şekilde yorumlanabilir:

1 – Rabbinin hamdine bürünerek teşbih et…» Bu takdirde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e, hem hamd etmek hem de teşbih etmek emri verilmiş oluyor. Ve Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) ikisini de yapmadıkça emre uymuş olmaz.

2 – «Rabbine ha m d etmek suretiyle teşbih et … Çünkü hamd etmek de bir nevi teşbihtir. O*dn da. Allah’ın eksikliklerden oluşu ifâde ediliyor. Övgüye lâyık fiiller dolayısıyla hamd edilir. Bu takdirde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemİ’e hamd etmek emri verilmiş oluyor ve kendisi yalnız hamdetmekle, verilen emri ye­rine getirmiş oluyor.

Hadisteki zikir lafzı, âyetin birinci şekilde yorumlanmasını te’yid eder. Çünkü ‘Sübhâneke’İlahümme’ ile ‘Bihamdik’ arasında atıf har­fi olan ‘ -vav’ harfi vardır. Zahirine göre, bu harf, kendisinden önce geçen teşbih ile kendisinden sonra gelen hamd’in ayrı cümleler olduğuna işaret eder. Ehlinin ma’lumu olduğu üzere, bu harf, ken­disinden sonra gelen cümleyi, kendisinden önce geçen cümleye atıf eder. Bu takdirde mezkûr zikrin mânâsı şöyle olur ı

«Allah’ım! Seni teşbih ederim ve lâyık olduğun hamd ile sana hamd ederim.»

Bu harf, hâl için olabilir. Bu takdirde mezkûr ibarenin mânâsı şöyle olur:

«Allah’ım! Senin hamdine bürünerek Seni teşbih ederim…»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)’in mağfiret dilemesi­ne gelince; Bu dilek, tevâzuun en mükemmel ifadesidir. Allah Teâlâ’-nın emrine uymanın büyük idrâkidir ve ümmeti için rehberlik nişâ-nesidir. Çünkü bilindiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) küçük – büyük bütün günahlardan masumdur. Bâzı âlimlere gö­re Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in bu nevî mağfiret di­lemesi, kendi zâtında ümmeti içindir.

890) (Abdullah) İbn-i Mes’ud (Radtyallâhü ««A/den rivayet edildi gme göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiş.

-Biriniz rüku’a gittiği zaman rüku’unda üç defa ‘Sübhane Hab-biye’1-Azîm’ desin. Çünkü böyle yaptığı zaman rüku’u tamamlanmış olur. Ve biriniz secde ettiği zaman secdesinde üç defa ‘Sübhane Rab-biye’1-A’lâ1 desin. Çünkü bunu yaptığı zaman serdesini tamamlamış olur. Bu (anılan) zikir, en azıdır. [127]

İzahı

Bu hadisi Bezzâr, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd: Hadîs mürseldir. Çünkü Avn bin Abdillah bin Utbe bin Mes’ud[128], îbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) ‘a yetişmemiş, demiştir. Bu-h â r î de Tarih adlı kitabında A v n ‘ in îbn-i Me s ‘ u d (Ra-dıyallâhü anh) ‘a yetişmediğini bildirmiştir. Ebû Dâvûd, mür-sel demekle munkati’i kasdetmiştir. Yahut, mürselin, meşhur olma­yan mânâsını kasdetmiştir. Ona göre mürsel, senedinin her hangi bir yerinde, bir veya birden fazla râvinin düştüğü hadistir.

Hadîs, rüku’ ve secdede teşbihin vâcibliğine hükmedenler için bir delildir. Sübüiü’s-Selâm sahibinin anlattığı gibi, hadisin zahirine göre üç defadan eksik yapılan teşbih kâfi değildir.

Hadisin: «Bu (anılan) zikir, en azıdır.» cümlesinden maksad şu olabilir: ‘Mükemmel teşbihin en azı üçtür.’ Bir cemâat cümleyi böy­le yorumlamıştır. Buna göre üç defadan eksik teşbih yapan kimse, sünneti yerine getirmiş olmaz. Üç defa olunca, sünnet yapılmış olur.

Birinci yoruma göre mükemmel teşbihin en azı üç defadan faz­la yapılan teşbihtir. Üç defa yapılan teşbih, vâcib olan teşbihtir. Üç­ten eksik olan teşbih, caiz değildir.

Her iki yorumculara göre teşbihin en mükemmel şekli için be­lirli bir sayı yoktur. Kıraatin uzunluk ve kısalığına göre bu sayı de­ğişir. Çünkü namazdaki rükünlerin, uzunluk ve kısalık bakımından birbirlerine yakın olmaları sünnettir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in rüku’ ve secdesinin uzunluk bakımından, kıya­mına yakın olduğu, hadislerle sabittir.

E 1 – M â z ir i: En mükemmel teşbih sayısı, onbir veya dokuz­dur. Mükemmellik bakımından ortalama sayısı beştir, demiştir.

T i r m i z i’ nin, İbnü’l-Mübârek ile İshak bin R a h e v e y h ‘ den rivayet ettiğine göre, bunlar: İmam için beş defa teşbih etmek müstehabtır, demişlerdir. S e v ri de bununla hükmetmiştir.

En-Neyl yazarı: Mükemmei teşbihin belirli bir sayıya bağlanma sına dâir hiç bir delil yoktur. Uygun olanı, muayyen bir sayıya bağ­lanmadan namazdaki kıraatin uzunluğuna göre teşbih sayısını roğalt-maktır, demiştir. [129]

Dört Mezhebin Teşbih Sayısı Hakkındaki Görüşleri:

1 – Hanefi âlimlerine göre rüku’da Sübhâne Rabbiye’l Azim ı, secdede Sübhâne Rabbiye’l Alayı üçer defa söylemek sünnet­tir. Bundan az söylemekle sünnet hâsıl olmaz.

2 – Ş â f i î 1 er ‘ e göre teşbih, her hangi bir lafızla söylenir­se, sünnetin aslı hâsıl olur. Mezkûr lafızla teşbih etmek efdaldır. En mükemmeli anılan teşbih lafızlarını on bir defa tekrarlamaktır. İmam üç defa tekrarlanmalıdır. Daha fazla tekrarlayamaz. Ancak arkasında namaz kılan cemâat, muayyen kişiler olup, uzatmasına razı oldukları­nı söylerlerse, imam da teşbihi onbir defaya kadar tekrarlıyabiiir.

3 – Hanbeliler’e göre anılan lafızlarla teşbih etmek vâ-cibtir. Bunun tekrarlanması sünnettir.

4 – Mâlikiler’e göre rüku’ ve secdede teşbih yapmak mendubtur. Bunun için muayyen bir lafız yoktur. Anılan lafıalarla teşbih etmek, daha efdaldır.[130]

Hadîsin Fıkıh Yönü

Hadîs, rüku’ ve secdedeki tume’ninenin en azının üç teşbih mik­tarı olduğuna ve bu iki yerde teşbih etmenin vâcibliğine delâlet eder.

Daha önce de anlattığım gibi Hanefi ve Şafiî mez-heblerine göre tume’ninenin en az süresi, vücûdun bir teşbih kadar hareketsiz kalmasıdır. [131]

21 – Secdede İtidal Babı

891) Câbir (Radıyattâhii anh)’den rivayet edildiğine göre: Resûlul-lah (Sallattahü Aleyhi ve Seli em) şöyle buyurdu, demiştir :

«Biriniz secde ettiği zaman i’tidâl etsin. Ve köpeğin yayılması gi­bi kollarını (yere) yaymasın.*”

892) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)’den: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Secdede i’tidâl ediniz. Sakın herhangi biriniz köpek gibi kolla nnı yayarak secde etmesin.» buyurdu. [132]

İzahı

Câbir (Radıyallâhü anh) ‘in hadisini Tirmizİ, Ahmed ve İbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir. T ir mizi: Hadîs, hasen – sahihtir. İlim ehli bununla amel ederek, secdede i’ti-dalı seçer ve canavar gibi yere yayılmaktan kerahet ederler, demiştir.

Enes (Radıyallâhü anh) in hadisini de Kütüb-i Sitte sâhibleri-nin hepsi mânâyı etküemiyen az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Secdede i’tidâl: Yere yayı toplanmak arası bir haldir. Âlimler i’tidâl hâlini şöyle tasvir ««mislerdir: Secdede i’tidâl ellerin avuçlarını yere koymak, dirsekleri yerden kaldırmak ve yanlardan uzâ*k tutmak, karnı da uyluklardan uzaklaştırmaktır.

Köpeğin yayılması, ellerle beraber dirsekleri yere koymaktır.

Bu konuda rivayet olunan hadîsler, namaz kılan kimsenin; sec­de ettiğinde el avuçlarını yere koymasının, dirseklerini yerden kal­dırmasının ve yanlarından uzak tutmasının gerekliliğine delâlet eder, Dirsekleri yerden kaldırmak ve koltuk altı görülebilecek derecede kolları yanlardan uzak tutmak, bütün âlimlere göre müstahabtır. Bu­nu yapmayanın namazı, sahih olmakla beraber, tenzîhen kerahet iş­lemiş olur.

Hadîslerde buyurulan i’tidâl şeklinin; mütevâziliğe daha muva­fık, alın ile burnun yere iyice dokunmasına daha elverişli ve tembel­lik halinden daha uzak olduğu âlimler tarafından ifâde edilmiştir. [133]

22 – İki Secde Arasındaki Oturuş Babı

893) Aişe (Radıyallâhü anhâyûen; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), başını rüku’dan kaldır­dığı zaman iyice doğrulup, ayakta durmadıkça secdeye gitmezdi ve secde edip başını kaldırdığı zaman, iyice doğrulup oturmadıkça (ikin­ci) secdeye gitmezdi. Oturduğu zaman sol ayağını iftirâş ederdi, (dö­şerdi.)”

894) Alî (Radıyallâhü anhyâen; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana buyurdu ki: «İki secde arasında ik’â oturuşuyla oturma.»”

895) Alî (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

«Yâ Alî! Köpeğin ilf’â (denilen) oturuşu gibi ik’â oturuşuyla oturma.»”

896) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre kendisi; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana şöyle buyurdu, demiş­tir :

«Sen başını secdeden kaldırdığın zaman köpeğin ik’â ettiği gibi ik’â etme. Sağrılarını ayaklarının arasına al ve ayaklarının üst kıs­mını yere yapıştır.Zevâid’de : Bunun isnadında bulunan el-A-lâ’run Enes (R.A.)’den mevzu’ hadisler rivayet ettiğini îbn-i Hİbbân ve el-Hâkİm söylemişlerdir. Buhâri ve baş­kası : O, münkerül hadistir, demişlerdir. İbnü’l-Medenî de demiştir ki: O. hadîs uydurdu, denilmiştir. [134]

İzahı

 i ş e (Radıyallâhü anhâJ’nin hadisini Müslim de riva­yet etmiş, müellifin iki senedle rivayet ettiği A 1 î (Radıyallâhü anh)’in hadisini T i r m i zi de rivayet etmiştir.E n e s (Radıyal-lâhü anh) in hadisi ise zevâid kısmındandır.

Hadîslerde geçen ve konumuzu ilgilendiren bâzı kelimeleri açık­layalım :

İftirâş ; Sol ayağı yere döşeyerek onun üzerinde oturmak ve sağ ayağı dikerek parmak uçlarını kıbleye çevirmektir.

Teverrük: Sağ ayağı dikerek parmak uçlarını kıbleye çevirmek ve sol ayağı yere döşeyerek sağ ayağın altına yerleştirip sağrılar üze­rinde oturmaktır. Bu oturuşta sağ ayağın üst kısmı, sol ayağın alt kıs­mının üzerine gelmiş olur.

İbn-i Z ü b e yr (Radıyallâhü anh), teverrük için ikinci bir ta’rif yapmıştır. Ona göre sağ ayağın üst kısmı yere gelecek şekilde ve üzerinde oturmadan yere yatırmak, sol ayağı sağ uyluğu île bal­dırı arasına yerleştirmek ve mak’adı üzerine oturmaktır. Bu oturuş­ta sağ ayağın parmaklan kıbleye çevrilmeyerek, üst kısımları yere gelecek şekilde yatırılır.

Ik’a: Mak”ad üzerinde oturup dizleri dikerek, altları yere gele­cek şekilde ayakları yere koymak ve elleriyle yere dayanmaktır. Bu oturuş, köpek oturuşuna benzer.

 i ş e (Radıyallâhü anhâJ’nin hadisinde. Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Selleml’in iki secde arasındaki oturuşunun iftirâş şek­linde olduğu bildirilmiştir.

A 1 İ (Radıyallâhü anh) ve E n e s (Radıyallâhü anh)’in ha­dîslerinden anlaşıldığına göre köpek oturuşuna benziyen ik’â oturu­şu yasaklanmıştır.

Biz önce namazdaki oturuşlarla ilgili, âlimlerin görüşlerini nak­ledelim, ondan sonra ik’â meselesi üzerinde duralım :

1 – Hanefi âlimlerine göre namazdaki bütün oturuşlarda iftirâş şekli sünnettir. Kadınlar, ayaklarını sağ taraftan çıkararak sağrıları üzerinde otururlar.

H a n e f î 1 e r’in delili ise M ü s 1 im ve müellifin rivayet ettikleri  i ş e (Radıyallâhü anhâ))’nin 893 nolu hadisidir. Bir de namazını hatalı kılan a’râbî’nin meşhur hadîsidir. O hadîste : iki Oturduğun zaman sol ayağmın üzerinde otur.» buyurulmuştur.

2 – Şafii ler’e göre namazda beş oturuş vardır : Birinci­si : Secdeler arası oturuş; ikincisi : Her rek’atten sonra ayağa kalk­madan önce yapılan istirahat oturuşu; Üçüncüsü : Üç ve dört rek’at-li namazlardaki ilk teşehhüd oturuşu; Dördüncüsü : Arkasında sehv secdesi yapılacak son oturuş; Beşincisi : Arkasında selâm verilecek oturuş. Beşinci oturuşta teverrük, diğerlerinde de iftirâş etmek aî daldır.

Ş â f i i 1 e r ‘ in delili, Buhâri, Ebû Dâvûd ve baş­kalarının rivayet ettikleri Ebû Hümeyd-i Sâidi (Ra­dıyallâhü anh) ile burada rivayet olunan  i ş e (Radıyallâhü anhl’nin hadîsidir.

El-Menhel yazarı, Şafii ler’in görüşünü anlatırken, ilk te-şehhüdde İftirâş ve son teşehhüdde teverrük oturuşunun hikmeti hakkında Ş â f i i 1 e r’ in şunu söylediklerini nakleder: Bu otu­ruşlar, namazı hatırlamaya ve rek’at sayılarını karıştırmamaya da­ha yakındır. Hem de ilk teşehhüdün hafifletilmesi sünnettir. İftirâş edilerek oturulur ki; Bu oturuş kolayca ayağa kalkmak için daha mü­saittir. Son teşehhüdü uzatmak sünnettir. Ondan sonra ayağa kalk­mak da yoktur. Teverrük edilerek oturmak daha rahattır. Oturuşla­rın değişik oluşunun şu faydası da vardır ■. Namaz esnasında cemaa­ta yetişen kişi, imamı ve cemâati oturuşta gördüğü zaman ilk ve son oturuştan hangisi olduğunu bilmiş olur.

3 – Ma I i ki 1 e r’e göre iki teşehhüdde de teverrük etmek müstahabtır. İki secde arasındaki oturuş da böyledir.

Bunların delili de M â 1 i k ‘ in el-Muvatta’da Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)’in oğlu Abdullah” tan ri­vayet ettikleri hadistir. Bir de e 1 – K â s ı m bin Muham-m e d ‘ in, teşehhüddeki oturuşu Yahya bin S a i d ve ar­kadaşlarına anlatırken, teverrük şeklini ta’rif ettiğine dâir M â 1 İ k ‘ in rivayetidir.

4 – Hanbeliler’e göre iki teşehhüdlü namazın ilk teşeh­hüdünde iftirâş, son teşehhüdünde teverrük etmek ve tek teşehhüd lü namazda iftirâş etmek sünnettir.

H a n b e 1 i âlimlerinden el-Muğni yazan şöyle der: -Bizini delilimiz, V â i I bin H ü c r (Radıyallâhü anhJ’ün ş.u meal deki hadisidir :

-Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teşehhüd için oturun­ca sol ayağını yere döşedi ve sağ ayağını dikti.» Bu hadiste, arkasın­da selâm verilen teşehhüd ile selâm verilmeyen teşehhüd arasında bir ayırım yapılmamıştır.

İkinci delilimiz, Müslim’in Âişe (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her iki rek’atte bir tahiyye vardır.» buyururdu. Sol ayağını ye­re döşerdi, sağ ayağını da dikerdi.»

Bu iki hadîs, her teşehhüdde iftirâş etmekle hükmederler. Son teşehhüd oturuşu, Ebü Hümeyd (Radıyallâhü anh)’in hadî-siyle bundan müstesnadır. Çünkü ikinci teşehhüdde Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in teverrük ettiği bu hadîsle sabittir. Şu da vardır ki: İkinci teşehhüdde teverrük etmenin sebebi, iki teşeh­hüdün birbirinden farklı kılınmasıdır. İçinde tek teşehhüd bulunan namazda teşehhüdlerin karışması endişesi olmadığına göre, farklı oturuş da söz konusu değildir. Beyan edilen görüşler, en efdal otu­ruşun tesbitiyle ilgilidir. îk’â oturuşu hâriç, nasıl oturulursa oturul­sun namaz sahihtir.

İk’â mes’elesine gelince : Bu bâbta geçen hadîslerde köpeğin otu­ruşuna benzetilen ik’â oturuşu yasaklanmıştır.

Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî’ nin rivayet ettikleri bir hadîste Tâvûs (Radıyallâhü anh) demiştir ki:

«Biz, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) a ayaklar üzerinde ik’a (çö-melmek) hakkında söz ettik. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh} : O, sün­nettir, dedi. Biz Ona: Ama biz onu adama cefâ görüyoruz, dedik. Bu­nun üzerine İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) :

Bilâkis o, senin Peygamberinin sünnetidir, dedi.» Bu hadîs, iki secde arasında ökçeier üzerinde çömelmenin sün­net olduğuna delâlet eder.

Şu halde ik’â oturuşu iki türlüdür. Birinci çeşit ik’â, yukarıda anlatıldığı gibi köpek oturuşuna benzeyen ik’âdır. Bu oturuş yasak­tır.

İkinci nev’i ik’â : Secdeler arasındaki oturuş da her iki ayağı dikerek, parmaklarını kıbleye çevirmek ve topuklar üzerinde otur­maktır. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in : Peygamber’imi-zin sünnetidir.’ sözüyle kasdatti&j ik’A, budur.Beyhakî ve Kadı Iyaz, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadîsin-deki ik’âyı böyle yorumlamışlardır. Kadı I y a z ‘ in dediğine göre sahâbilerden ve seleften bir cemâatin secdeler arasında bu şe­kilde oturduğu rivayet olunm-uştur.

El-Menhel yazan ‘Secdeler arasında ik’â bâbı’nda özetle şöyle der : • Mâlik, Nahaî, Hanefîler ve Hanbeliler: İk’â hangi şekilde ta’rif edilirse edilsin mekruhtur, demişlerdir. Bun­ların delilleri, Tirmizî ve îbn-i Mâceh’in Ali (Ra-dıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri (894 ve 895 nolu) hadisler ile İbn-i Mâceh’in Enes {Radıyallâhü anh)’den rivayet etti­ği (896 nolu) hadîstir. Bunlara göre bu hadîslerdeki nehiy kerahet içindir. Çünkü diğer taraftan ik’ânın meşruluğuna delâlet eden îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘in hadisi vardır. Eğer İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadisi olmasaydı: Bu hadislerdeki nehiy, kerahet için değil haramlık içindir, diyeceklerdi.

Bu bâbtaki hadîsler ile îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadisi arasında görülen zahiri çelişkinin def edilmesi hususunda ihti­lâf edilmiştir:

Hattâbî ve Mâverdî: İbn-i Abbâs (Radıyal­lâhü anh) ‘m hadîsi, bu bâbtaki hadîslerle mensuhtur. îbn-i Ab­bâs (Radıyallâhü anh)’in mensuhluğu duymadığı umulur, demiş­lerdir.

Beyhakî, Kadı îyaz, İbn-i Salâh, Nevevî ve bir cemâat hadisleri uzlaştırmak için şöyle demişlerdir: Bu bâb­taki hadîslerle yasaklanan ik’â, köpek oturuşuna benzeyen oturuştur. Yâni mak’âdı, elleri ve ayakların altını yere koyup dizleri dikmek­tir, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in sünnet olduğunu söy­lediği ik’â ise, ayaklan dikerek, onlar üzerinde çömelmek ve diz­leri yere koymaktır.

En-Neyi yazan : Anlatıldığı gibi, hadîsleri uzlaştırmak gerekir. Zâten hadîsler, bu uzlaştırmaya ışık tutar. Çünkü nehiy hadîslerin­de köpek oturuşuna benzetmek kaydı mevcuttur. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) in hadîsinde ise, ayaklar üzerinde ve parmak uç­ları üzerinde oturmak kaydı mevcuttur. Bu durumda mensuhluğa hük­metmek, bu kayıtlardan bir nevî gaflettir. Diğer taraftan hadis ha­fızları : Nehiy hadîsleri ile îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadisinin târihleri meçhuldür, demişlerdir. Tarihler bilinmeyince mensuhluk yoluna gidilemez. Bir de şu var ki: Hadisleri uzlaştırmak mümkün iken mensuhluk yoluna gitmek yasaktır, demiştir.

Yukarıda verilen ma’lumattan şu netice çıkıyor ki : İki secde ara­sında topuklar üzerinde çömelmek de iftirâş gibi meşrudur. N e v e -v İ , el-Mühezzeb şerhinde şöyle demiştir : ‘İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anh) ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in rivayet ettikleri ik’â oturuşu, B e y h a k i ‘ nin yorumladığı şekilde, yâni topuklar üzerinde çömelmek oturuşu, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafınaan yapılmıştır. Diğer taraftan Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in iftirâş ettiği Ebü Hümeyd (Ra­dıyallâhü anh)’in ve ona muvafakat edenlerin rivâyetleriyle sabittir. Şu halde ikisi de sünnettir. Ancak Ebû Hümeyd (Radıyallâ­hü anh)’in rivayet ettiği iftirâş sünneti daha meşhur ve ekseriyetle yapılanıdır. Çünkü bunu Ebü Hümeyd (Radıyallâhü anh) ‘e rivayet ederken on sahâbîoriu doğrulamıştır. Vâil bin Hücr (Radıyallâhü anh) ve başkası da-rivayet etmiştir. Bu rivayetler Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in iki secde arasında iftirâş oturuşuna devam ettiğine ve bu oturuşun sahâbîlerce meşhur oldu­ğuna delâlet eder. Bu sebeple iftirâş oturuşu tercihe şayan olup da­ha efdaldır. Bununla beraber topuklar üzerinde çömelmek de sün­nettir.

N e v e v î’ nin bahsettiği İbn-i Ömer (Radıyaflâhü anh)’in hadisi, B e y h a k i ‘ nin ondan rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir :

«İbn-i Ömer (R&dıyallâhü anh)’ başını birinci secdeden kaldırdı ğı zaman ayak parmak uçlarının üzerinde otururdu ve : Bu oturuş sünnettendir derdi. [135]

23 – İki Secde Arasında(Ki Oturuşta) Kişinin Söyleyeceği Duâ Babı

Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) iki secde arasında(ki oturuşta) := «(Ey) Kabbim! Bnna mağfiret eyle. (Ey) Rabbim! Bana mağfiret eyle.» derdi.”

898) İbn-i Ahliiis (Radıyallâhü anhüuiü) rivâvet demiştir :

ResûiuJlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazında iki sec-de arasında(ki oturuşta) :

«(Ey) Rabbim! Beni (m günahlarımı) bağışla, bana rahmet eyle. Beni (m kırıklarımı) düzelt. Beni nzıklandır ve beni (m derecelerimi) yükselt.» derdi.”

Not : Zevâid’de : Hadisin ricali sikalardır. Fakat Habib bin Ebi Sabit ledlis ederdi. Ve bu hadisi an’aneyle rivayet etmiştir. Hadisin aslı Ebû Dâvûd ve Tirmi-zi’de vardır, denmiştir. [136]

İzahı

Müellifin kısmen iki senedle rivayet ettiği H uzeyfe (BaoY yallâhü anh)’in hadisini Müslim uzunca ve N e s â i de ay­nen rivayet etmiştir. Bu hadîs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in iki secde arasında hadiste mezkûr duayı okuduğunu bildir­miştir.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadisini notta işaret ediJdigi gibi Ebû Dâvûd .ve Nesâİ de rivayet etmişler-

dır. Müellifin rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in mezkûr duayı gece namazında okuduğu kaydedilmiştir. E b û Da­vud’un rivayetlerinde gece namazı kaydı yoktur. Bu rivayetlerin senedlerinde de Habîb bin Ebi Sabit an’ane ile rivâvet etmiştir.

T i r m i z î hadîsi, rivayet ettikten sonra: Bu hadîs garibtir, A 1 i (Radıyallâhü anh) ‘den de böylece rivayet edilmiştir. Ş â f i i, Ahmed ve İshak farz ve nafile namazlarda bu duayı oku­makla hükmetmişlerdir. Bâzı âlimler bu hadîsi Kâmil Ebü’l-A 1 â ‘ dan mürsel olarak rivayet etmişlerdir, demiştir.

T i r m i z i’ nin şerhi Tuhfetü’l-Ahvezî’de : T i r m i z i hadî­sin sahihliğine veya zayıflığına hükmetmemiştir. E 1 – H â k i m , hadisi rivayet ederek sahih olduğunu söylemiştir. Ebû Dâvûd, da hadîsin sıhhat veya zayıflığı hakkında bir şey söylememiştir, den­miştir.

T i r m i z i ‘ deki dua lafzı şöyledir

Ebû Dâvûd daki dua da şöyledir:

Hadis iki celse arasındaki oturuşta mezkûr kelimelerle duâ etme­nin meşruluğuna delâlet eder.

Duadaki kelimelerin mânâları açıktır. Yalnız bunlardan: Fiili -Cebere, yccburu» fiilinden alınmadır. Bunun asıl mânâsı kırı­lan bir şeyi düzeltmek ve ıslah etmektir. Kırık kemikler üzerine sarılan cebire ismi bu mânâdan alınmadır. Burada kasdedilen mâ­nâ mânevi kırık mesâbesindeki kusurları, hatâları ve eksikleri islâh ve tamir etmek, düzeltmektir. Bu fiil musibet yaralarının sarılması anlamında da kullanılır. Burada o mânâ da düşünülebilir. Kişi bu duayı yapmakla mânevi yaralarının sarılmasına geçirdiği musibet­lerle kaybettiği nimetlerin yerinin benzer nimetlerle doldurulmasını dilemiş olur. [137]

24 – Teşehhüd Hakkında Gelen Hadisler Babı

899) Abdullah bin Mes’ud (Radtyallâhü an/rj’den rivayet edildiği­ne göre şöyle demiştir :

Biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ ile beraber namaz kıldığımız zaman (teşehhüd için oturduğumuzda) «Selâm Allah’ın kullarına olsun» demeden önce «Selâm Allah’a olsun, Selâm Ceb­rail’e, Mikâil’e, falan ve falana olsun» derdik. İbn-i Mes’ud ve arka­daşları (falan ve falan sözü ile) melekleri kasdederler. Sonra Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizim böyle dediğimizi işitti bu­nun üzerine :

«Selâm Allah’a olsun demeyiniz. Çünkü şüphesiz Allah selâmın kendisidir. Bunun için (teşehhüde) oturduğunuz zaman;deyiniz. Çünkü kişi bunu söylediği zaman selâm cümlesi gökte ve yer­de bulunan her salih kula isabet eder.»”

“… Abdullah bin .Mes’ud (Rarfivaliâhii <ın/t)'<\vn rivayet edildiğine yöre: Kendisi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelleinJ’den bunun mislini rivayet etmiştir.”

“… Abdullah bin .Mes’ud (Rmlıvallâhü an/t)\en rivayet edildiğine ji«ire : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) onlara teşehhüdü öğre­tirdi. Abdullah (Radıyallâhü anh) bu hadisin mislini zikretmiştir. [138]

İzahı

Müellif bu hadisin metnini, bâzı râvileri aynı olan iki senedle rivayet etmiştir. Daha sonra zikrettiği müteaddit tariklerle de hadi­sin kendisine intikal ettiğini beyan etmiştir. Son iki senedde A b-dullah 1 b n-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) Peygamber {Sal­lallahü Aleyhi ve Seliem) in, onlara teşehhüdü öğrettiğini ifâde eden bir cümle ilâvesi de mevcuttur. Esasen el-Menhel’de bildirildiğine gö­re Ebû Bekir bu hadisin yirmi küsur tarikten rivayet edildi ğini söylemiştir.

Bu hadisi Buharı, Müslim, Nesâi, Tirmizi ve Ebü Dâvüd da rivayet etmişlerdir.

= -Namaz kıldığımız zaman…» cümlesi yerine bâzı riva­yetlerde «Teşehhüd için oturduğumuz zaman…» cüm­lesi bulunur. aiUt jla ifâdesini : -Selâm Allah’ın kullarına olsun

demeden önce» diye terceme ettik. Fıkranın mantisi sriylc olur: ‘Ibn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) demiştir ki : BU: Es-Selâmü aleynâ ve ala ibâdülah… demeden önce: Es-Selâmü aJa’I-Lâh… der­dik.ifâdesi : *Kıbele ıbâdihi’ de okunabilir. Bu takdirde lafzın mânâsı : -Allah’ın kulları tarafından…” olur. Buna göre fıkra nın mânâsı şöyle olur . (Radıyallâhü anh) de­miştir ki : ‘Biz, kulları tarafından A^şJı’a selâm olsun derdik.’

B u h â r i’ nin bir rivâyetindeki : «Selâm kulları tarafından Allah’a olsun.» ifâdesi ikinci ihtimali te’yid eder.

Teşehhüdde böyle söyleyen sahâbiler galiba selâmı hamd ve şü­kür kabilinden saydıkları için ‘Allah’a selâm olsun” üemeyi caiz gör­müşlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem : -Esselam AIâ’1-Lah = Selâm Allah’a olsun demeyiniz.» buyurarak böyle söylemeyi yasakla­mıştır. Çünkü selâmın mânâsı, âfetlerden ve noksanlıklardan selâ­mette olmaktır. Allah, kullarından dilediğine selâmet verir. Selâme­ti veren, ancak Allah’tır. Hâl böyle iken Allah’ın selâmette olması için duâ edilir mi?

Hadisin : -Çünkü şüphesiz Allah, selâmın kendisidir.» cümlesi konan yasağın nedenini bildirmek içindir. Yâni selâm, Allah Teâlâ’-nın isimlerinden bir isimdir. Mânâsı da ortaktan salim olan demek tir. Yahut mânâsı, Dünya’da Peygamberler ve Cennette mü’min kul­larına selâm eden demektir. Veyahut mânâsı, mü’min kulunu tehli­kelerden ve korkunç hallerden emin kılandır. [139]

Teşehhüdün Mânâsı

-Ettehiyyâtü li’llâhi =: Tahiyyeler Allah’a mahsustur.» Tahiyyât: ‘Tahiyye’nin çoğuludur. Tahiyye : Tazim ve saygı de­mektir. Yeryüzündeki krallara, değişik tazim ifadeleriyle saygı ya­pılırdı. Bâzılarına : ‘Hayırlı sabahlar’; bâzılarına : Günaydın; bâzıları­na : Çokça selâmette ol; bâzılarına; Bin sene yaşa denilirdi. Yapı­lan tazim ifâdelen içerisinde Allah Teâlâya sena etmeye elverişli bir ifâde yoktu. Bunun için, müslümanlara : «Ettehiyyâtü li’llâhi- de­meleri emredildi. Yâni her türlü ta’zîm, Allah’a mahsustur. O’na lâ­yıktır.

-Ve’ssalevâtü = Salâtlar da Allah’a mahsustur.»

Salâvat: ‘Salât’m çoğuludur. Salât: Namaz demektir. Bundan maksad, beş vakit namazdır. Veyahut farz olsun, nafile olsun bütün namazlardır.

Bâzıları : Salavâttan maksad, bütün ibâdetlerdir, demişlerdir. Bir kısım âlimler de : Salavât ile rahmetler kasdedilmiştir, demiş­lerdir.

-Vettayyibâtü : Tayyibeler de Allah’a mahsustur.»

Tayyibât: ‘Tabbiye’nin çoğuludur. Tayyibe: Dua ve zikir gibi, yararlı, güzel söz demektir. Bâzı âlimler: Tayyibât, kapsam bakımın­dan sözlerden daha geniştir. Yâni güzel söz olabildiği gibi, güzel amel ve yararlı vasıflar da olabilir. Sözlerin, amellerin ve vasıfların gü­zelliğinden maksad, bunların mükemmel ve ihlaslı olmasıdır. Her türlü gösteriş ve riyakârlıktan uzak olmasıdır, demişlerdir.

  • Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü = Selâm sana olsun jy Pey­gamber.»

Buradaki selâmdan maksad, hoşlanılmayan durumlardan selâ­mette olmaktır. Yâni: Ey Peygamber! Hoşlanılmayan durumlardan selâmette olasın.

Bâzı âlimlere göre buradaki selâm, Allah’ın adıdır. Cümlenin mâ­nası da: Ey Peygamber! Selâm olan Allah, Seni bütün âfetlerden ko­rusun.

Teşehhüdde Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce burada Nübüvvetle vasıflandırılıyor. Teşehhüdün sonunda okunan şahadet kelimesinde de Resûllükle vasıflandırılıyor.

«Verahmetü’llahi ve Be rekât ühu = Allah’ın rahmeti de, bereket­leri de sana olsun ey Peygamber!»

Rahmetten maksad, ihsan ve ikramdır. Bereketten maksad da bol hayırdır.

•Esselâmü aleyna = Selâm üzerimize olsun.» Üzerimize demekle, orada hazır bulunan imam, cemâat ve me­lekler kasdedilir.

«Ve alâ ibâdillahi’s Sâlihine = Selâm, Allah’ın sâlih kullarına da olsun.»

Sâlih kullardan maksad, üzerlerinde vâcib olan kul haklarına riâyet edenlerdir. El Menhel yazan böyle yorumlamıştır. Tuhfetü’I-Ahvezİ yazarı: Sâlihin en meşhur tefsiri: ‘Üzerinde vâcib olan Al­lah’ın kullarına ve kulların haklarına riâyet eden kimsedir.’ diye yorumlamaktır. Sâlihin dereceleri farklıdır, demiştir. Uygun olan tef­sir, Tuhfetü’l-Ahvezî’deki tefsirdir. Hattâ el-Menhel’deki tefsirde mat­baa hatâsı olarak Allah hakları anilmamıştır, kanâatindeyim.

El-Fakihânî: Namaz kılan kişi, bu cümleyi okurken, Pey­gamberlerin, meleklerin ve mü’minlerin hepsini hatırına getirmelidir. Tâ ki sözü ile maksadı birbirine uysun, demiştir.

T i r m i z i: de : Müslümanların namazda okudukları selâm duasından hisse almak isteyenler, sâlih kul olsunlar. Aksi takdirde bu yüce faziletten mahrum kalırlar, demiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbilere teşehhüdü ta’lim ederken, evvelâ zât-ı Nebevilerine özel olarak selâm etmeleri­ni, bundan sonra sahâbilerin, kendi şahıslarına stlâm etmelerini öğ­retmiştir. Çünkü kendi nefislerine duâ etmeleri önemlidir. Bundan sonra da selâmı, sâlih kullara teşmil etmelerini öğreterek, mü’minlere yapılan duanın umûmi olmasını onlara sezdirmiştir .

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sahâbilere teşehhüdü öğretirken : «Ve alâ ibâdillahi’s-Sâlihîn.» ifâdesini öğrettikten sonra ve Kelime-i Şehâdeti öğretmeden önce buyurmuştur ki:

«Biriniz böyle selâm verince, onun selâmı, gökte ve yerde bulu­nan bütün sâlih kulları kapsar.»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in teşehhüdü öğretme­si esnasında bu durumu bildirmesinin sebebi; bâzı saha bilerle, hadis­te de bildirildiği gibi meleklerin adlarını anmaya girişmeleridir. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu bilgiyi vermekle; Melek­leri ismen anmaya lüzum yoktur. Öğretilen şekilde verilen selâm, bü­tün meleklere. Peygamberlere, sıddıklara rahatlıkla teşmil edilir, de­mek istemiştir.

«Eshedü en lâ ilahe illa’llah ~ Ben dilimle söyler, kalbimle de tasdik ederim ki; Allah’tan başka, ibâdete müstehak hiç bir şey yok­tur ve olması mümkün değildir.»

-Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulünü = Ve di­limle söyler kalbimle de tasdik ederim kij Muhammed, Allah’ın kulu ve resulüdür.»

Müslim1 in İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ’den olan rivayetinde şahadetin ikinci kelimesi: «Ve eşhedü enne Muhamme-derresulüllah» diye geçer.

İbnü’l-Melîk demiştir ki: Rivayet edildiğine göre Mi’-r a c gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ettehıyyâ-tü…» kelimeleriyle Allah’a sena etmiş, bunun üzerine Allah Teâlâ da: «Esselâmü aleyke…» diyerek Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e iltifatta bulunmuş; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) de: «Esselâmü aleynâ…» diyerek, bu ilâhi lütfün umumîleşme-sini dilemiş, Cebrail (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de : «Eşhe-du…» diyerek kelime-i Şehâdeti getirmiştir.

Hadîsin zahirine göre teşehhüd okumak vâcibtir. Birinci teşehhüd ile ikinci teşehhüd arasında bir fark yoktur. El-Leys, İshâk ve Ebû Sevr böyle demişlerdir. [140]

Dört Mezhebin Âlimlerinin Teşehhüd Hakkındaki Hükümleri =

1 – Hanefi âlimlerine göre birinci ve ikinci teşehhüdün iki­si de vâcibtir. Bile bile terkedilmeleriyie de namaz bozulmaz.

2 – Şâfiiler’e göre çift teşehhüdlü namazların ikinci te­şehhüdü ve sabah namazının teşehhüdü farzdır. Okunmaması hâlin­de namaz bozulur. Üç ve dört rek’atli farzların ilk teşehhüdleri önem­li sünnetlerdendir. Bilerek veya sehven okunmaması hâlinde sehiv secdesi edilmesi sünnettir. Son teşehhüdün vâcibliğine delil, bu bâb-taki hadîslerdir. İlk teşehhüdün vâcib olmamasının delili ise, B u -hâri, Müslim ve Ebû Davud’un rivayet ettikleri bir hadistir. Bu hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in iki rek’at kıldıktan sonra teşehhüd okumadan ayağa kalktığı ve nama­zı bitirince, selâmdan Önce iki secde ettiği bildirilmiştir

3 – M â i i k il er’e göre birinci ve ikinci teşehhüdün her ikisi de sünnettir. Bunlar şöyle demişlerdir: ‘Bizim delilimiz şudur ki: Teşehhüd hiç bir suretle yüksek sesle okunmayan bir zikirdir. Rü­ku1 ve secdedeki teşbih gibidir. Şu halde vâcib değildir. Bu babtakı hadislerde teşehhüd okunmasına dâir verilen emir, mendupluk için­dir. Çünkü namazını hatalı kılan a’rabiye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı öğretirken teşehhüdü zikretmemiştir.’

M â 1 i k i 1 e r’ den Ebû Mus’ab’ın rivayetine göre Mâlik, son teşehhüdün vâcibliğine hükmetmiştir.

4 – Han beli Icr’c göre son teşehhüd rükündür. Terk edilmesiyle namaz bo/ulur. Birinci teşehhüd vâcibtir. Bilmeyerek ve­ya unutarak terkedildiğinde sehiv secdesiyle tamir edilir. Delilleri de bu bâbtakı hadislerdir. İlk teşehhüdün vâcibliğine delil olarak da Ahmed ve Nesâi’ nin İ b n – i M e s ‘ u d (Radıyallâhü anh)’den, merfu’ olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:

«İki rekatta bir oturduğunuz zaman: Ettehıyyâtü lillâhi . de­yiniz. [141]

Teşehhüdün Lâfızları

Teşehhüd lâfızları hususundaki rivayetler muhteliftir. Hangi ri­vayete göre teşehhüd yapılırsa, kâfidir. .Âlimler: Efdal olan teşehhüd lâfızları hususunda ihtilâf etmişlerdir.

Ebû Hanife, Onun arkadaşları, Ahmed bin Han-b e 1 ve fıkıhcıların cumhuru, bu hadîste mezkûr olan ! b n-i M e s’ u d (Radıyallâhü anh)’un teşehhüdünü bir kaç nedenle seç­mişlerdir. Nedenler şunlardır :

1 – Bu teşehhüd üzerinde Bu har i, Müslim ve diğer sahih hadîs kitabları müttefiktirler. Hattâ Tirmizî, Hattâbi, İbnü’l-M ünz ir ve İbn-i Abd İ’l-Berr: İbn-i Mes’ud {Radıyallâhü anh)’un teşehhüdü, teşehhüd hakkında vâ-rid olan hadislerin en sıhhatlısıdır, demişlerdir. Ebû Bekir de aynı şeyi söyleyerek yirrni küsur tarikten rivayet edildiğine beyan et­miştir. Müslim de: Halk, İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un tejşehhüdü üzerinde icma’ etmişlerdir. Çünkü arkadaşları bir­birlerine muhalefet etmemişlerdir. Başka teşehhüdü rivayet edenle­rin arkadaşları ihtilâf etmişlerdir.

2 – Ebü Bekir-i Sıddîk (Radıyallâhü anh) bu teşeh­hüdü minber üzerinde halka öğretmiştir.

3 – Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İbn-i M e s ‘ -u d (Radıyallâhü anh)’un elini mübarek elleri arasına alarak Ona bu teşehhüdü öğretmiştir. Demek ki fazla önem verilmiştir

4 – Bu teşehhüdün râvileri, birbirlerine-uygun olarak bunu mer­fu’ bir şekilde nakletmişlerdir. Diğerleri böyle değildirler.

Daha başka nedenler de vardır.

Şâfiiler’in ve Mâlikiler’in seçtikleri teşehhüdü, bun­dan sonra gelecek olan îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in ha­disini açıklarken zikredeceğiz. [142]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Esselâmu Bİallah demek yasaktır.

2 – Hadîste mezkûr kelimelerle teşehhüdü okumak meşrudur.

3 – Duâ ederken, kişinin kendi nefsinden başlaması müstehabtır

4 – Duayı umumîleştirmek müstahabtır.

900) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’âan; Şöyle de-

ResûJullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kur’an’dan sûre öğrettiği gibi teşehhüdü öğretirdi. Ve teşehhüdü şöyle okurdu : [143]

İzahı

Bu hadîsi, Buharı hâriç diğer Kütüb-i Sitte sâhibleri, ay­rıca Dârekutni ve Tahavi de rivayet etmişlerdir. de Kelime i Sehüdelm ikinri cümlesi; peklinde rivayet olunmuştu.

Bu teşehhüdde : «Eimübârekât- kelimesi, diğer teşehhüdden fazla olarak bulunmaktadır.

Mübârekât: Mübâreke’nin çoğuludur. ‘Bereket*ten alınmadır. Fazlalık ve bol hayır demektir.

Teşehhüd kelimelerinin mânâsını bundan önceki hadîsin açıklama­sında vermiştik. Tekrar etmeye lüzum yokîur. Ancak .’junu ilâve ede­lim :

Bâzı âlimler ‘Tahiyyât’ kelimesini kavli ve fiili ibâdetlere; ‘Tay-yibât’ kelimesini de mâli ibâdetlere yorumlamışlardır.

İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anhJ’ın teşehhüdünde Tahiy­yât kelimesine atıf edilen kelimelerin başında, atıf harfi olan ‘ = Vav’ vardır. Bu teşehhüdde atıf harfi yoktur.

Şafiî, ‘el-Mübârekât’ lâfzının I bn-i Mes’ud CRadı-yallâhü anh)’un teşehhüdünden fazla olarak bulunduğu için İbn-i Abbâs fRadıyallâhü anhJ’ın teşehhüdünü seçmiştir. N e v e v i, M ı’i s 1 i m ‘ in şerhinde : ‘Bizim arkadaşlarımız demişler ki : Şâfiî, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’ın teşehhüdünü t b n – i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un teşehhüdüne iki sebeple tercih et­miştir: Birinci sebep; îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’ın te­şehhüdünde ilâve olarak ‘el-Mübârekât’ lâfzının bulunmasıdır. İkincisi de; Bu teşehhüdün[144] âyetine uygunluğudur. Bir de İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’ın : ‘Bize Kur’an’dan sûre öğrettiği gibi…’ sözüdür,’ demiştir.

Be y h afti de şu gerekçeyle İbn-i Abbâs (Radıyal­lâhü anhl’ın teşehhüdünü seçmiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve yaşıtı olan genç sahâbîlere bu teşehhüdü öğretmiştir. Şu halde bu teşehhüd, İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) ve emsalinin teşehhüdünden sonraki târihe rastlar.

Şafiî, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadîsini tah-riç ettikten sonra : Teşehhüd hakkında muhtelif hadîsler, rivayet edil­miştir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in teşehhüdü en mü­kemmel olanı olduğu için diğerlerinden fazla hoşuma gitti, demiştir.

El-Fetih’te: Şafiî’ye îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) in teşehhüdünü seçmesi sebebi sorulmuş; kendisi şöyle cevap vermiştir : Ben, pnu geniş gördüm ve İbn-i Abbâs (Radıyal­lâhü anh)’den, sahîh bir senedle dinledim. Bence daha cami ve ke­limeleri daha çoktur. Ben bununla hükmettim. Ama sahîh olan baş­ka teşehhüdle hükmedeni kınamadım, denilmiştir.

İmam Mâlik ve arkadaşları ise, Ömer bin el-Hat-t â b (Radıyallâhü anh)’in teşehhüdünü seçmişlerdir. Onun teşeh­hüdü şöyledir:

Baş kısmı farklı olan Ömer (Radtyallâhü anh)’in teşehhü­dünün kalan kısmı, diğer teşehhüdler gibidir. Onun teşehhüdünde fazla olarak bulunan ‘Zâkiyât’ kelimesi, sâlih ameller diye yorumlan­mıştır.

Bu teşehhüdü Tahavi rivayet etmiştir.

El-Bâcî: M â 1 i k ‘ in seçtiği teşehhüdün sıhhatinin delili, bu teşehhüdün haberi mütevâtir gibi olmasıdır. Çünkü Ömer (Ra­dıyallâhü anh), minber üzerinde ve sah âbı 1 erden bir cemâatin huzurunda halka öğretmiştir. Kimse i’tiraz ve muhalefette bulunma­mıştır. Hattâ kimse Ona . Başka teşehhüd vardır, dememiştir. Böy­lece sahâbîlerin muvafakati ve kabulü sabit olmuştur. Eğer başka teşehhüd lâfızları bunun yerine geçseydi sahâbiler Ona : Sen geniş olan bir şeyi daralttın. Halka sıkıntı verdin. Halk bu teşehhüd ile başka teşehhüdler arasında muhayyer iken. onları bir teşehhüd şek­linde zorladın, diyeceklerdi- demiştir.

Ed-Dâ vûdi de: Mâlik’in bu teşehhüdü seçmesi, istih-sân yolu üzerinedir. Namaz kılan kişi, hangi teşehhüdü okursa, M â -1 ik’e göre caizdir. Ömer (Radiyallâhü anh)in halka bunu öğ­retmesi, başka teşehhüdü yasaklaması demek değildir, demiştir.

ıbn-i Abdi’l-Berr de: Teşehhüdlerin hepsi güzeldir. Mânâca birbirlerine yakındırlar. Aralarında bir kelime fazlalığı veya noksanlığı vardır ki bu önemli değildir. Sahâbîlerin muhtelif rivayet­lerine rağmen Ömer (Radıyallâhü anh)’in Öğretimine muvafa­kat etmeleri, bütün teşehhüd çeşitlerinin mübahlığma ve mes’elenin kolaylığına delildir, demişlir.

901) Ebû Musa el-Eş’ârî (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize hitabede bulundu ve bize yolumuzu beyan etti. Bize namazımızı öğretti ve bu arada bu­yurdu ki :

«Namaz kıldığınız zaman, biriniz (teşehhüd için) oturduğunda ilk sözü şu olsun : [145]

İzahı

Bu hadîsi Müslim ve Ebû Dâvûd, uzunca bir me­tin hâlinde rivayet etmişlerdir. Nesâi, Dârekutni ve Ta-havi, buradaki gibi rivayet etmişlerdir. Teşehhüd bittikten son­raki cümlesi yalnız müellifin rivayetinde bulunan zevâid türündendir. Bu ilâvenin mânâsı şudur: «Bu teşeh­hüd yedi kelimedir. Bunlar, namazın tahiyyesidir.»

Sindi yedi kelimeyi şöyle hesaplamıştır: Ettehıyyâtü, Ettay-yibâtü, Essalavâtü üç kelimedir. Çünkü ‘UlâhT mânâ bakımından bun­ların hepsine ayrı ayrı bağlıdır. (Yâni üç cümle hükmündedir.) *Es-selâmü aleyke… ve berekâtühü’ye kadar bir kelimedir. Esselâmü aleynâ” başka bir kelimedir. ‘Ve alâ ibâdillahissâlihîn’ bir kelimedir. «Şahadet» kelimesi de iki kelimedir.

El-Menhel yazarı şöyle der:Hadisin; cümlesindeki -Min- zaide olabilir.

(Tercemede işaret edildiği gibi) Cümlenin mânâsı: «Teşehhüd için oturduğunda kişinin ilk sözü ‘Ettehıyyât…’ olsun.» demektir.

‘Min’ harfi, zâid olmayabilir. Bu takdirde hadîs; teşehhüd için oturulduğunda, önce:denilecek, sonra Et tehiyyâtü… denilecek diyen Hadeviyyeler için de­lil olur.

902) Cabir bin Abdillâh (Radıyaiiâkü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (SalJallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kurandan sûre Öğretir gibi teşehhüdü öğretirdi: [146]

İzahı

Bu hadîsi N e s â i de rivayet etmiştir. T i r m i z i ise el-İlel1-de rivayet etmiştir. T i r m izi, ‘Sünen’inde. Eymen bin Nâbil ol-Mekkî, Ebü’z-Zübeyr aracılığıyla Câbir (Radıyallâhü anhJ rivayette bulunmuş ise de bu rivayet mahfuz de­ğildir, demiştir. Tuhfetti’l-Ahvezî yazan da şöyle der:

  • E 1 – H â f ı z , Telhîs’te : ‘Eymen bin Nâbil’in Ebü’z-Zübeyr’ den olan rivayetinde râvisi hatâ etmiştir. El-Leys’e Eymen muhalefet etmiş oluyor. E b ü ‘ z – Z ü -bey r’ den rivayet hususunda herkesten en sıka olan zât. e 1-L e y s ” tir. EI-Leys ise Ebü’z-Zübeyr’ den, O da T â -v ü s ‘ tan, O da Saîd bin Cübeyr1 den,O da 1 b n1- i A b b â s (Radıyallâhü anh)’den rivayet etmiştir. (900 nolu sened kasdedilmiştir.) Semûre e 1 – K i n â n i: ‘Ebü’z-Zübey r’in Câbir (Radıyaîlâhi) anh)’den ‘sözü hatalıdır. Ben, Eymen bin N â b i 1’ den başka teşehhüdde: «Pismillâhi ve billahi…» diyen hiç kimseyi bilmiyorum, demiştir. Dârekutnî de: Ey­men, herkese muhalefet etmiştir, demiştir.

T i r m i z i: de r Ben. E y m e n ‘ in rivayetini Buharı”-ye sordum. Hatâdır, diye cevab verdi, demiştir.

N e s â İ de : Hadîs hatâdır, demiştir.’ der.-

Yukarıdaki nakillerden anlaşıldığı gibi Eymen bin Nâ­bil, sıka olmakla beraber. Onun râvilerinden birisi, bu hadisin rivayetinde hatâ etmiş olabilir Sahihi Buhâri’de Eymen bin N â b i 1′ in rivayetlerine yer verildiği halde, B u h â r î bu ha­dîsi tahriç etmemiştir. Çünkü sıhhatli bir tarîkle E b ü’ z – Z ü -bey r’den rivayet olunan ve buna mütâbi’ olan hiç bir rivayet yoktur. Fakat Dârekutni, el-îlel’inde Eymen’in Ebü’z-Zübeyr’ den olan rivayetinde Sevrî ve I bn-i Cü-r e y c ‘ in Ona mutâbî olduklarını söylemiştir.

Bu hadisteki teşehhüdün başında bulunan -Bismillâhi ve billahi» lâfzının mânâsı: «Allah’ın adıyla ve Allah’ın yardımıyla başlarım.»demektir.

Kastalani, ‘Teşehhüd bâbı’nda bu hadisi naklettikten son­ra, N e v e v i’ nin el Hulâsa adlı kitabından naklen şöyle der: Bu hadisi el-Hâkim sahih görmüşse de Buhârî, Tir-mizi, Nesâî ve Beyhaki zayıf görmüşlerdir.’

Hadisteki teşehhüdün sonunda geçen duanın mânâsı şudur: «Allah’tan Cennet dilerim ve Cehennem ateşinden Allah’a sığı­nırım. [147]

25 – Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) E Salâvat Getirme Babı

Biz: Yâ Resûlallah! Sana (edilen) bu selâm Uâfzı)ı bildik. Sa-lât (lâfzı) nasıldır? diye sorduk. O buyurdu ki: Şöyle deyiniz i

904) (Abdıırrahman) İbn-i Ebî Leylâ[148] (Radıyallâhü anh)den: Şöyle demiştir :

Ka’b bin Ucre[149] (Radıyallâhü anh) bana rastlayarak şöyle de­di : Sana bir hediye vereyim mi? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defasında yanımıza çıkageldi. Biz (kendisine) : (Yâ Re­sûlallah!) Sana selâm etmeyi bilmiş olduk. Sana salât nasıl (getiri­lir.)diye sorduk. O, buyurdu ki: ($Öy)e) deyiniz: [150]

İzahı

Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) ‘in hadisini B u hâri ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

Ka’b bin Ucre (Radıyallâhü anh)’in hadîsini ise B u~ hâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

Müslim ve Nesâi’ nin rivayetinde «Kemâ salleyte alâ ibrâhîme» yerine : -Kemâ salleyte alâ îbrâhime» diye geçer. Keza: «Kemâ bârekte alâ ibrâhime» yerine : «Kemâ bârekte alâ âli ibrâhî­me» ifâdesi bulunur.

Salâvâtın mânâsım ve namazda okurımaGinın şer’î hükmünü 906 nolu hadisin açıklanması bahsinde anlatacağız. Burada sadece Ka’b (Radıyallâhü anh)’in hadisinin fıkıh yönünü anlatmakla yetinelim :

1 – Bir şey yapmakla emredilen ve fakat nasıl yapılacağını bil­meyen kişinin, âlimlere müracaat etmesi matlubtur.

2 – Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e mezkûr lâfızlar­la salâvât getirmek meşru’dur.

3 – Sahâbilerin dîni hükümleri iyice tutmaya karşı düşkünlük­leri hadisten anlaşılıyor.

4 – Hadis, İbrahim (Aleylıısseiâm)in yüce şeretine delâ­let eder.

905) Ebû Hiimeyd es-Saîdî (Radıyaltâhü ank)’Ğen rivayet edildiğine göre :

Sahâbiler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e:

Yâ Resûlallah! Sana salâvât getirmekle emrolunduk. Sana nasıl salâvât getireceğiz, diye sordular. O da buyurdu kî: [151]

İzahı

Bu hadisi, Mâlik, Buhâri, Müslim, Ebıı ») ri -vûd, ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.

Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi de: «Kemâ sal leyte alâ âli ibrâhime» diye geçer. Müellifin rivayetinde ise görüldü­ğü gibi bu lâfız. «Kemâ salleyte alâ ibrâhime- şeklindedir.

Bu hadisteki salâvât lâfzında : ilâvesi bulunuyor.

Ezvâcihi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in zevcelari demektir.

Zürriyyetihi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in zürriy yeti demektir.

906) Abdulliih bin Ales’ur] (Ratlıynlhîhü ank)\en: Şöyle demidir: Resûlullah (Sallallahv Aleyhi ve Sellem)e salâvât getirmek iste­diğiniz zaman, O’na güzelce salâvât getiriniz. Çünkü şüphesiz siz bi­lemezsiniz. Umulur ki getirdiğiniz salâvât O’na arzedilir.’ Râvi de­miştir ki: İbn-i Mes’ud (ftadıyallâhü anh)’un yanındakiler kendisi­ne: Şu halde (güzel salâvâtı) bize Öğret, dediler. İbn-i Mes’ud (Radı-yallâhü anh) (onlara) dedi kî: Şöyle söyleyiniz:

Zevâid’de : Bıı senedin rical: “-ikalardır Fakat râvi el Mesûdi önıni: in soniannda rivayetleri Jtanştırmisîir. Bu arızası olmadan önceki hadisleriyîe bur. dar. sonraki hadisleri birbirinden ayird edilmemiştir. Bu sebeple hadislerinir: :er>: edilmesi hakt:r. İbn-i Hibbân da böyle demiştir, diye bilgi verilmiştir. [152]

İzahı

Bu hadis zevâid türündendir. Yâni müelliften başka diğer Kü-tüb-i Sitte sâhibleri tarafından rivayet edilmemiştir.

Bu bâbta geçen hadislerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) üzerine getirilecek salâvâtı şerife kelimeleri rivayet edilmiştir. Rivayet olunan lâfızlar arasında az bir fark görülmektedir K a ‘ b Dere (Radıyallâhü anh)’den rivayet edilen 904 nolu hadisteki sa­lâvât lâfızları, müteaddit senedlerle ve az kelime farkıyla rivayet edilmiştir. Buhar i’ deki bir rivayeti şöyledir:

Nesâi’ deki bir rivayeti de şöyledir.Bu salâvât çeşitlerinin hepsi makbuldür.

Hadîslerde sahâbîlerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’e .- ‘Sana edilecek selâm lâfzını bildik’ demekle teşehhüdde oku­nacak selâm lâfzını kasdetmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara teşehhüdü öğretirken bu meyanda teşehhüdün bir parçası olan -Esselâmü aleyke…»yi öğretmiştir.

Sahâbîler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e salâvât getirmeyi sormuşlardır. Ebû Hümeyd (Fladıyallâhü anhJ’in hadisinde sahâbiler : ‘Biz sana salâvât getirmekle emrolunduk, de­mişlerdir. Sahâbiler bu emirle :

= «Şüphesiz, Allah ve O’nun melekleri Peygamber (Muham-med)’e salât ederler. Ey imân edenler! Siz (de) Ona salât ve selâm ediniz.[153] âyetini kasdetmişlerdir..

Bâzılarına göre sahâbiler, saiâtın mâhiyet ve nev’ini sormuşlar-dır.Çünkü salât; Dua, rahmet ve tazim gibi çeşitli mânâlara gelir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e getirilecek saiâtın hangi mânâda kullanılacağını öğrenmek istemişlerdir. Fakat bu yorum pek tutarlı değildir. Çünkü sahâbiler: ‘Nasıl salât…’ demişlerdir. Bu de­yiş, getirilecek salâvât kelimelerinin öğrenilmesi isteğine delâlet eder,

K u r t u b i: Sahâbiler, salâvât ile kasdedilen mânânın ne ol­duğunu bilirlerdi. Ancak bunun hangi kelimelerle ifâde edilmesinin daha lâyık olduğunu bilmedikleri için salâvât kelimelerini sormuş­lardır, demiştir.

El-Fetih’te: Sahâbileri, bu soruyu sormaya sevkeden neden şu­dur : Selâm, teşehhüd meyânında belirli bir lâfızla öğretilmişti. O da : «Esselâmü aleyke…» lâfzıdır. Sahâbîler, selâmın belirli bir lâfzının bulunduğunu öğrenince salâvâtında özel bir lâfızla olacağını anla­dılar. Sahâbiler, salâvât lâfzını selâm lâfzına kıyaslıyarak tesbitine girişmediler. Çünkü sorunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e intikâl ettirmek suretiyle nass yoluyla öğrenmek mümkündü. Bu imkân varken kıyas yoluna gitmediler. Özellikle zikirlere âit lâfız­lar genellikle kıyasın dışında kalırlar. Nitekim müracaat neticesin­de durum öyle çıktı. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

onlara selâm lâfzına benzer bir lâfız öğretmedi. Yâni onlara : «Esse-lâtü aleyke eyyühennebîyyü…» veya benzerî bir cümle öğretmedi. Selâm lâfzına hiç benzemeyen: -Allahümme salli…»yi öğretti. [154]

Salavâtın Mânası:

«Allahümme salli alâ Muhammedin» cümlesi, çeşitli şekillerde açıklanmıştır. El-Menhel yazarı: Teşehhüdden sonra Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’e salât bâbı’nda salâvâtın mânâsı ile il­gili olarak şöyle der : «Allahümme salli alâ Muhammedin…» yâni: Al-lahim Muhammed’in zikrini yüceltmek, dînini yaymak ve şeriatini ibkâ etmekle O’nu dünyâ’da azametli kıl. Âhirette de O’na bol se-vab vermek, ümmeti hakkında şefaatçi kılmak ve Makam-ı Mahmud’a yükseltmekle; faziletini te’yid etmekle O’nu yücelt.

E b ü’l-Âl i y e: Allah’ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salâtı, meleklerin yanında ondan övgü ile bahsetmesidir,

demiştir.

İbn-i Ab’bas ve Dahhâk: Allah’ın Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) e salâtı, O’na rahmet etmesidir, demişler­dir

«Ve alâ âli Muhammed’in Ve Muhammed’in âlini yücelt.» Şu halde O’nun âline salât da yüceltmek demektir. Ancak herkesin yü­celtilmesi, lâyık olduğu mertebeye göredir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in âli ile kimlerin kas

dedildiği hususunda ihtilâf vardır:

Bâzıları: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in âli; sada­ka almaları haram kılınan Beni Hâşim ve Benî Mut-t a li b sülâlesine mensub. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) in yakınlarıdır, demişlerdir. Şafiî de böyle demiştir.

Bir kısım âlimlere göre yalnız Beni Hâşim sülâlesine mensub, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yakınlarıdır.

Bir kısım âlimlere göre ‘Al’ ile. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mümin olan bütün yakınları kasdedilmiştir.

Kadı Ebû Tayyîb ile el-Ezheri’ nin anlattık­ları bir kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e tâbi’ olan bütün müslümanlar kasdedilmiştir. Süfyân-ı Sevrî de böyle demiştir.

Diğer bir kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in âli, takva sahibi müslümanlardır.

Yukarıda anlatılan kavilleri uzlaştırmak mümkündür. Şöyle ki: Yerine göre âl ile başka mânâlar kasdedilebilir. Meselâ dua yapılır­ken âl ile bütün müslümanlar kasdedilebilir. Zekât bahsinde, âl de­nilince, zekât alması haram kılınmış olan, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mü’min yakınları kasdedilir. Medhü sena edilir­ken âl ile takva sâhibleri kasdedilir.

«Kemâ salleyte alâ ibrâhime İbrahim’e salât ettiğin gibi.» Salâvât cümlesi, tümüyle ele alındığı zaman, meali özetle şöyle olur:

Allah’ım! İbrahim (Aleyhisselâm)’e salât ettiğin gibi Muhammecl (Aleyhisselâm)’e ve âline de salât et.»

Bu cümleyle ilgili olarak şöyle bir soru hatıra gelebilir: Benzet­me cümlelerinde genel prensip; zayıfın kuvvetliye benzetilmesidir. Meselâ A1 î cesarette arslan gibidir, denilir. Burada Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) imize ve âline istenen salât, İbrahim (AJeyhisselâm)’in salâtına benzetilmiştir. Halbuki Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî, ibrahim (Aleyhisselâm) dâhil bütün Peygamberlerden efdal olduğu gibi O’nun için istenen salât da, bilumum Peygamberlerin salâtlarından üstündür. Hâl böyle iken, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in salâtı nasıl İbrahim (Aleyhisselâm)’in salâtına benzetilir?

Bu soruya bir çok cevap verilmiştir. Biz, bir kaçma özetle de­ğineceğiz ;

1 – Benzetme, salâtın değerine ve miktarına değil, salâtın as­lına aittir. Bunda da bir sakınca yoktur. Nitekim K u r’ a n’ da bunun benzerleri vardır. Meselâ:

a) Ramazan orucuna âit âyette

=Sizden öncekile­re farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı.[155] buyurulmuştur. Bu âyetteki benzetme orucun aslına aittir. Orucun zamanına ve şek­line âit değildir

line âit değildir.

b) Başka bir âyette :

«Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahiy ettiğimiz gibi, şüphesiz sana da vahiy ettik.[156] buyurulmuştur. Bu âyetteki benzetme ve vahiy etme as­lına aittir. Vahyin çeşitlerine, değerlerine, mâhiyetine, önemine ve kapsamına âit değildir.

c) -Allah sana ihsan ettiği gibi Sen de ihsan et.[157] Bu âyette de benzetme iyiliğin aslına aittir. Değerine ve miktarına âit değildir.

2 – Salâvâttaki benzetme, Peygamberimizin âline âit salâvât ile İbrahim (Aleyhisselâm)’e âit salâvât arasındadır. Peygamberi­miz (Sallallahü Aleyhi ve Soilem)’e âit salâvât, benzetmenin dışın­da kalır. Bu cevaba göre salavâtm meali şöyle olur:

«Allah’ım! Muhammed (Aleyhisselâm) e salât el. Ve İbrahim (Aleyhisselâm)’e salât ettiğin gibi Muhammed (Aleyhisselâm)’in aline de salât et.»

:i Ben/etme, salâvât cümlesinde anılanların mecmuuna aittir. Yâni : -Şu cemaata salât ettiğin gibi bu cemaata da salât et. Çünkü İbrahim (Aleyhisselâm) in âlinden Peygamberler çoktur. Pey­gamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Onun âlinden olan bir peygamberdir.

EI-Hedy yazarı : Peygamberimiz, İ b râ h i m (Aleyhisselâm)’in âlindendir.[158] âyetinin tefsirinde I b n – i A b b â s (Hadıyallâhü anh) : Muhammed (SaJ-lallahü Aleyhi ve Sellem), İbrahim (Aleyhisselâm)”in âlindendir, de­miştir.

Şu halde biz, İbrahim (Aleyhisselâm)’e ve Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in de dâhil olduğu İbrahim (Aley­hisselâm)’in âline salât edildiği gibi, özel olarak Peygamberimiz (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’e ve âline salât edilmesini istemiş oluyo­ruz.

Salavatta İbrahim (Aleyhîsselam)’İn Anılmasının Hikmeti

Bütün peygamberler içinde İbrahim (Aleyhisselâm)’in se­çilerek salâvâtta anılmasının sebebi, Peygamberimiz (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’den sonra kendisinin, diğer peygamberlerden efdal ol­masıdır.

İkinci sebep, M i’ r â c gecesi Peygamberimiz (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) bütün Peygamberleri görmüş, Onlarla selâmlaşmıştır. İbrahim (Aleyhisselâm)’den başka hiç bir peygamber, Peygam­berimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ümmetine selâm gönderme­miştir. Onun bu iyiliğine mükâfat olsun diye her namazda Ona sena edilmesini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize emretmiş­tir.

E 1 – A y n i, üçüncü bir sebep olarak şöyle demiştir: ‘Denili­yor ki: İbrahim (Aleyhisselâm) Kabe’yi bina ettikten son­ra Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ümme­tine duâ ederken :

«Allah’ım! Muhammed (Aleyhisselâm) in ümmetinden bu beyti tavaf edene benden selâm hibe et.» demiş. Onun ehli ve evlâdı da bu şekilde duâ etmişler. Biz de onların bu iyi davranışına karşılık olmak üzere, namazda onları anmakla emrolunmuşuzdur.’

-Ve bârik alâ Muhammed in vealââli Muhammed in = Muham­med (Aleyhisselâm)’e ve âline bereketler fazlasıyla hayırlar ve ik­ramlar eyle.»

Bâzıları: Bu fıkradan maksad, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelJem) ve âlinin tezkiye edilmeleri, her türlü kusurdan temizlenme­leri ve korunmalarıdır, demişlerdir. Bir kısım âlimler de : Bundan maksa^ tyjyır üzerinde sebat etmelerini sağlamaktır.

-İnneKe hamîdün mecid = Şüphesiz Sen en yüce hamd ve sena­ya lâyıksın. Azamet ve celâl sahibisin.»

‘Mecid’ kelimesinin asıl mânâsı, şerefli kimse demektir. Burada kasdedilen mânâ, azamet ve celâl sahibi demektir.

İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’ın hadisindeki salâvâ-tın baş kısmı, diğer hadîslerde bulunmadığı için bu kısmın kısa mea­lini okuyucularımıza takdim edeyim :

-Allah’ım salâtını, rahmetini ve bereketlerini. Resullerin büyü­ğü, muttakilerin imâmı ve Peygamberlerin sonuncusu olan sevgili ku­lun ve Resulün Muhammed’e kıl. O Muhammed ki hayrın imamı, hayrın öncüsü ve rahmet resulüdür. Allah’ım! O’nu, önce gelen ve sonra gelen (tüm insan Harın gıpta ettikleri Makamı Mahmud’a (bü­yük şefaat makamına) gönder. [160]

Namazdaki Salavatın Fıkhî Hükmü

Her namazın son teşehhüdünden sonra Allahümme salli… ve Bâ­rik… duasını okumak, Hanefi ve Mâliki mezheblerine göre sünnetir. Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre son teşehhüdden sonra Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e sa-lâvât getirmek farzdır. Üç dört rek’atli namazların ilk teşehhüdlerin-den sonra sünnettir. En azı ‘Allahümme salli alâ Muhammed’dir. Son teşehhüd’den sonra ‘Allahümme salli… ve Pârik…’in tamamını okumak ise sünnettir.

EI-Menhel yazarı, teşehhüdden sonraki salâvâtın şer’î hükmü ile ilgili olarak özetle şöyle der :

«Teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e saiâvât getirmek vâcibtir, (farzdır) diyenler, bu bâbta rivayet olu­nan hadîsleri delil gösterirler, Ömer bin el-Hattâb, oğ­lu Abdullah, İbn-i Mes’ud, Şâ’bî, Muhammed bin Ka’b el-Kurezî, Ebû Ca’fer el-Bâkır, el-Hâdi, el-Kâsım, Şafiî, Ahmed, İshak ve îbnü’I-Mevvâz (Radıyallâhü anhüm) bununla hükmetmiş­lerdir. 1 bn ü’l-A ra bi de bu kavli seçmiştir. Fakat bu bâb taki hadîsler, teşehhüdden sonra salâvâtın vâcibliğine tam delil de­ğildir. Çünkü bu hadîslerde namazdan bahis yoktur. Sadece Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e saiâvât getirilmesi emredil­miştir. Namazın dışında da olsa bir defa saiâvât getirmekle bu emir yerine getirilmiş oluyor. Şu var ki; İbn-i Hibbân, Hâkim, Beyhaki, İbn-i Huzeyme ve Dârekutni’ nin tah-riç ettikleri t bn-i Mes’ud (Radıyallâhü anhl’ın hadisindeki şu ilâve delil gösterilebilir:

  • «(Yâ Resûlallah!)

Biz namazımızda sana saiâvât getirdiğimiz zaman nasıl getirelim…?»

Bu ziyâde, hadîste anılan salâvâtın yerinin namaz olduğunu tâ­yin etmiş olur. Ama yerinin teşehhüdden sonra olduğunu ifâde etmez. Ancak Beyhaki şöyle demekle salâvâtın yerinin teşeh-hüdden sonra olduğunu, biraz yakmlaştırmıştır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe salât ve selâm getiril-meşini emreden âyeti nazil olduğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teşehhüddeki selâm lâfızları­nı saha bilere öğretmişti. Bu esnada sahâbîler nasıl salâvât getire­ceklerini Ona sordular. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onlara öğretti. Mesele böyle cereyan ettiği için, daha önce öğretil­miş olan teşehhüdden sonra nasıl salâvât getirileceğinin kasdedildiği söylenebilir.

Bu gruptaki âlimler, başka bir kaç delil göstermişlerse de gös­terilen deliller, teşehhüdden sonra salâvât okumanın vâcibliğine tam olarak delâlet etmez.»

N e v e v i: Teşehhüdden sonra salâvâtın vâcib olduğuna hük­medenlerin delillerinden birisi de Ebû Abdillah ile E b û H â t i m ” in kendi sahihlerinde Fudâle bin Übeyd (Ra-dıyallâhü anhtden rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bîr adamın namaz kıl­dığını görmüş, bu şahıs Allah’a hamd ve temcid etmemiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e de salâvât getirmemiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de : *Bu şahıs acele etti.» buyurarak adamı çağırmış ve: «Sizden birisi namaz kıldığında önce Rabbine hamd ve sena etsin! Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salâ­vât getirsin; bundan sonra, istediği duayı etsin.» buyurmuştur.’

E 1 – H â k i m : Bu hadîs, M ü s 1 i m ‘ in şartı üzere sahih­tir, demiştir. der.

El-Menhel yazarı, daha sonra şöyle der: «Cumhura göre na­mazda teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salâvât getirmek vâcib değildir. Ebû Hanife, Onun arka­daşları. Mâlik, Sevri, Evzâî ve Nasır böyle hük­meden âlimlerdendirler

Bunların delili, İ b n-i M e s’u d (Radıyallâhü anh)’ın te-şehhüd hakkındaki (899 nolu) hadisidir. Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) bu hadiste belirtildiği gibi îbn-i Mes’ud (Ra­dıyallâhü anh)’a yalnız teşehhüdü öğretmiştir. Bâzı rivayetlere gö-ro hadîste şu mealde bir ilâve de vardır:

«Sen bunu söylediğin zaman veya bunu bitirdiğin zaman nama­zını bitirmiş olursun. Kalkmak İstersen kalkabilirsin. Oturmak is­tersen oturabilirsin.» Bir rivayette de şöyle bir ilâve vardır : ,

-Teşehhüdden sonra biriniz beğendiği duayı seçebilir.»

Eğer teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) e salâvât getirmek vâcib olsaydı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’a onu da öğre­tecekti. Çünkü öğretim yerinde vacibin beyânı geciktirilmez. Teşeh­hüdü rivayet eden sahâbîlerden. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in onlara teşehhüdden sonra salâvât getirilmesini öğrettiğine dâir bir şey de rivayet edilmemiştir-

Hanefî mezhebine göre teşehhüdden sonra okunan satâvû-tın en faziletli şekli şöyledir:

S â f i i mezhebine göre de en makbul olan lâfız böyledir. Şu farkla ki ilk lâfzı yoktur. El-Behçetü’I-Kebir .şer-

hinde naklen beyan edildiğine £öre bundan da efdal olan salâvâi lâ­fızları vardır. Yukarıda da işaret edildiği gibi salâvât laüfızları lirik kında bir çok rivayet vardır Hepsi do makbuldıır

907) Amir bin Rahîa[161] (Radtyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğim” göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Benim üzerime salâvât getiren hiç bir müslüman yoktur ki üze­rime salâvât getirdiği sürece, melekler onun üzerine salâvât getirme­sin. (Ona duâ ve istiğfar etmesin.) Artık kul şu salâvâtı az getirsin, veya çok getirsin.»”

Not : Zevâid’de : Hadisin isnadı zayıftır. Çünkü râvi Âsim bin Ubeydillâh’ın hadislerinin münker olduğunu Buhârî ve başkası söylemiştir, denilmiştir.

908) İbn-i Abbâs (Radıyaliâhü ankümâ)’dan; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: -Bana salâvât getirmeyi unutan (terkeden) kişi cennet yolunu terketmiştir.»”

Not : Cübâre zayıf olduğu için bu isnadın zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. [162]

İzahı

Sindi şöyle der : Salih amellerin her birisi, cennete giden bir yel mesabesindedir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e salâvât getirmek, sâlih ameller cümlesindendir. Bu sebeple salâvâtı tamamen terketmek, cennetin yolunu terketmek olur. [163]

26 – Teşehhüd Ve Peygamber (Sallallahüaleyhi Ve Sellem) E Salâvât Getirildikten Sonra Okunan Duâ
Babı

909) Ebû Hüreyre (RadtyallChü a«/r)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Biriniz son teşehhüdü bitirince dört şeyden Allah’a sığınsın : Ce­hennem azabından, kabir azabından, hayat ile ölüm fitnesinden ve mesîh olan Deccâl’in fitnesinden. [164]

İzahı

Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de ri­vayet etmişlerdir.

Hadîs, son teşehhüdden sonra anılan dört şeyden istiâze etme­nin vâcibliğine delâlet eder. Zahiriye mezhebi bununla hükmet­miştir. Hattâ İbn-i Hazm , ilk teşehhüdden sonra da bu istiâ-zenin vâcibli&ine hükmederek : ‘Çünkü Buhâri ve Müsli m’in bir rivayetlerinde Ebû Hüreyre (Radıyaliâhü anh) : Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

Biriniz teşehhüd ettiği zaman dört şeyden Allah’a sığınsın…» Bu rivayet mutlaktır. îlk te­şehhüdü de kapsar,’ demiştir.

Cumhur hadisteki emrin mendupluk için olduğunu söylemiştir. Hadîs, kabir azabı ve fitnesinin varlığını isbat eder. Ehli S ü n n e t’ in mezhebi budur.

«… Hayat ile ölüm fitnesinden…» ifâdesinden maksad, hayat hâ­lindeki fitne ve ölümden sonraki fitnedir.

«Ölüm fitnesi» ile, ölüm döşeğindeki fitne kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde «Hayat fitnesinden maksad, mükelleftik çağından itiba­ren ömür boyunca karşılaşılan fitnedir.

«Ölüm fitnesi» ile kabir fitnesi murad olabilir. Fitne, aslında imtihan, tecrübe ve denemek gibi anlamlar taşır. Fakat günah, küfür, katil gibi mânâlarda kullanılması çoğalmıştır.

«… Mesih olan Dcccâl’ın fitnesinden…» tâbirine gelince Deccâl; Kelime anlamı itibariyle karıştırıcı, hileci ve aldatıcı de­mektir. Âhirete yakın günlerde çıkacağı, hadislerle haber verilen malum kâfire bu isim verilmesinin sebebi; kendisinin hakkı bâtıla karıştırması ve hakkı, bâtıl ile örtbas etmeye çalışmasıdır. Ona me-sih denilmesinin sebebi de sağ gözünün kör olmasıdır. Mesih keli­mesi, Arap dilinde çeşitli mânâlarda kullanılır. Bu mânâlardan biri­si de ‘tek gözü olandır.

Mesih; Seyahat eden, çok yol kateden anlamında da kullanılır Deccâl, yeryüzünde çok dolaşacağı için Ona mesih denildiğini söyle­yenler de vardır.

î s a (Aleyhisselâm)’ya da mesih denilmiştir. Ona bu ismin ve­rilmesinin sebebi hakkında da çeşitli rivayetler vardır: Annesinden doğarken vücûduna yağ sürülmüş olarak doğduğu için Ona bu isim verilmiştir, diyenler vardır. Bâzilanna göre î s a (Aleyhisselâm), hastaya elini sürdüğü zaman hasta şifâ bulurdu. Bu nedenle Ona mesih denilmiştir. Diğer bir kavle göre î s a (Aleyhisselâm)’m aya­ğının tabanı düzdü, çukuru yoktur. Onun için kendisine bu isim ve­rilmiştir.

910) Ebû Hüreyre (Radtyallâhii atı/ı)'<\en; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adama: «Namazda (oturduğunda) ne diyorsun?» diye sordu. Adam : Ben teşehhüdü okurum. Sonra Allah’tan cennet isterim ve ateş­ten O’na sığınırım. Amma, Vallahi ben ne senin dendene (gümül-denmelni ne de Muâz’ın dendenesîni bilirim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Biz onun çevresinde gümüldeniriz.» buyurdu.”

Not : Bu isnadın sahih ve râvilerinin sika oldukları, Zevâid’de bildirilmiştir. [165]

İzahı

Zevâid’in bu hadisi zevâid nevinden saydığı anlaşılıyor. Halbuki Süneni Ebû Davud’un «Tahfifu’s-Salâ» babında bu hadisin metni ri­vayet edilmiştir. Ancak oradaki rivayette sahâbînin ismi açıklanma­mış ve -Bâzı sahâbilerden rivayet edildiğine göre…» ifâdesi kullanıl­mıştır.

El Menhel yazarının beyânına göre Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) ile konuşan zâtın Selim el-Ensârî (Radıyal-lâhü anh) olduğu söylenmiştir

Dendene: Duyulabilecek, fakat anlaşılamıyacak ses tonu ile ya­pılan konuşmadır ki buna gümüldenme denir Burada dendeneden maksat gizlice yapılan duâ ve okunan şeydir.

Sahâbî, teşehhütten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in ve M u â z (Radıyallâhü anh) in ne okuduklarını anlıya-madığını söylemek istemiştir. Soru sahibi olan bu zât, H z . M u â z’ın kavminden ve cemaatından olduğu için, M u â z’ in ne okuduğu­nu anhyamadığından söz etmiştir.

Hadisin = «onun çevresinde» lâfzındaki zamir cümleden

anlaşılan «Davet = duâ» kelimesine râcidir. Yâni «senin yaptığın duâ çevresinde •gümüldeniyoruz-

Ebû Davud’un bâzı nüshalarında bu lâfız:

zamiri ile geçer. Bu takdirde zamirin mercii cennet ve cehennem olur. Mânâ da şöyle olur: «Cenneti istemek ve cehennemden Allah’a sı­ğınmak çevresinde gümüldeniyoruz. [166]

Mezheblerin Görüşleri

l – Hanefi mezhebine göre son teşehhüd ve salâvâttan sonra Kur’an-ı Kerîm lâfızlarına benziyen :

“Ey Rabbimiz! Bizim kalblerimizi saptırma[167] gibi cümlelerle veya hadîslerde vârid olan;

= «Allah’ım! Şüphesiz ben nefsime çok zulüm ettim ve şüphesiz senden başka hiç kimse günahları bağışlayamaz. O halde katından bir bağışla beni bağışla ve bana rahmet eyle. Şüphesiz, Gafur ve Rahim ancak sensin.» gibi lâfızlarla dua etmek sünnettir. İnsanla­rın sözlerine benzer sözlerle dua etmek caiz değildir. Meselâ: «Al­lah’ım! Beni falanca kızla evlendir.» veya «Şu kadar altın, gümüş ve dünyevî makamlar ver.» ve benzerî sözlerle veya bunu ifâde eden arapça cümlelerle dua edilemez. Eğer bir teşehhüd miktarı oturulma­dan böyle dua edilirse namaz bozulur. Mezkûr miktar oturulduktan sonra duâ edilirse vâcib terkedilmiş olur.

2 – Şâ f i i mezhebine göre son teşehhüd ve salâvâttan son­ra din ve dünya ile ilgili hayır duasını yapmak sünnettir. Haram, muhal ve şartlı duâ yapmak caiz değildir. Böyle bir şey için duâ edi­lirse namaz bozulur. En efdalı vârid olan dualardır. Meselâ Müs­lim’in rivayet ettiği şu dua gibi :

İmam, duayı teşehhüd ve salâvât miktarından fazla uzatmama-hdır.

3 – Mâliki ler’e göre son oturuşta salâvâttan sonra din ve dünya ile ilgili hayırlar için duâ etmek mendubtur. Vârid lâfızlarla duâ etmek daha efdaldır.

4 – H a n b e 1 î mezhebine göre 909 nolu hadîste geçen dört şeyden Allah’a sığınmak için duâ etmek sünnettir. Vârid olan lâfız­larla veya başka lâfızlarla âhiret için duâ etmek caizdir. Başka ki­şilerin âhiret saadeti için de duâ etmek caizdir. Fakat dünya ile il­gili işler hakkında ne kendisi için ne de başkası için duâ etmek caiz değildir. Böyle bir duâ namazı bozar. Cemaata zor gelmedikçe isten­diği kadar duâ uzatılabilir. [168]

27 – Teşehhüd’de (Parmakla) İşaret Bâb1

911) Nümeyr eJ-Huzâî [169] (Radtynllâhü anh)[tn rivayet edildiği­ne göre şöyle demiştir :

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’i namazda (teşeh­hüd için oturduğunda) sağ elini sağ uyluğu üzerine koymuş iken ve şahadet parmağı ile işaret ederken gördüm.”

912) V’âil bin Hucr (Radtyallâhii anh)’den, Şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i, teşehhüd’de (sağ elinin) baş ve orta parmaklarını halka etmişken ve bu parmaklardan sonra gelen şehâdet parmağını kaldırıp onunla duâ ederken gördüm.Bu hadîsin isnadının sahih ve ricalinin sikalar olduğu, Zevâid’de bil­dirilmiştir.

913) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhii unhümâ)’âiin; Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda (teşehhüd için) oturduğu zaman ellerini dizlerinin üzerine koyardı ve başpar­maktan sonra gelen sağ (şahadet) parmağını kaldırıp onunla dua ederdi. Sol elini de dizi üzerine yayarak koyardı. [170]

İzahı

N ü m e y r (Radıyallâhü anh)’ın hadisini Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed, Beyhaki ve tbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in işaret ettiği parmağın şehâdet parmağı olduğu tasrih edilmiştir.

V â i 1 (Radıyallâhü anh)’in hadîsi, Zevâid’den sayılmış ise de Miftahü’l-Hâce’de beyan edildiğine göre Ebû Dâvûd, Nesâi, Beyhaki ve İbni Huzeyme tarafından da rivayet edil­miştir.

Ebû Dâvûd1 un «Elleri kaldırmak babı»nda rivayet olu­nan V â i 1 (Radıyalâhü anh)’ın uzunca hadisinde şu parça var­dır:

= – ..ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sol elini sol uyluğunun üzerine koydu. Sağ dirseğinin de sağ uyluğuna değme­sine mâni oldu. (Uzak tuttu.) İki parmağını (serçe parmağı ile on­dan sonra gelen parmağı) yumdu. (Beş parmağı ile orta parmağının başlarını birleştirerek) halka yaptı ve ben O’nu şöyle yaparken gör­düm. Râvi Bişr baş parmağı ile orta parmağı halka yaptı şehâdet par mağı ile de işaret etti.»

El-Menhel yazarının bildirdiğine göre Ahmed, Nesâi, ı b n – i H u z e y m e ve B u h â r î de bu hadisi rivayet etmiş­lerdir.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadisini Müslim, Ahmed, Ebü Dâvûd ve Nesâi de az lâfız farkıyla ri­vayet etmişlerdir. N e s â i’ nin bir rivayeti ile T a b a r â n i’ nin rivayeti buradaki rivayete benzer.

El Menhel yazan parmaklan yummak, halka yapmak ve parmak­la işaret etmek hakkında şu ma’lumatı verir:

«Baş parmağın yumulması iki türlü olabilir: Baş parmak şehâ­det parmağının yanına konulur. Şehâdet parmağı açık tutulur. Ve diğer parmaklar yumulur. Bu şekil, arabların bir hesap usûlüne ö-re 53 sayısını ifâde eder.

İkinci türe göre baş parmak orta parmağın yanına konularak yu­mulur. Diğer parmaklar da yumulur. Yalnız şehâdet parmağı yu­mulmaz. Bu şekil ise, arabların mezkûr hesap usulüne göre 23 sayı­sını ifâde eder.

Sağ elin parmakları başka şekillerde de yumulabilir. Örneğin : Baş parmak ile şehâdet parmağı salınır, diğer parmaklar yumulur.

(Vâil bin Hucr (Radıyallâhü anhl’ün hadîsinde bildi­rilen ( tahlik de iki şekilde olabilir: Birisine göre başparmak ile orta parmağın uçları birleştirilir. Diğer şekle göre orta parmağın ucu baş parmağın iki boğumu arasına konulur.

Şehâdet parmağı ile kıbleye işaret etmek şekli hakkında da ihti­lâf vardır : Şöyle ki :

  1. Mâliki âlimlerine göre şehâdet. parmağı ile işaret edilir. Ve selâm verilinceye kadar sağa sola oynatılır. Bunun hikmeti ise parmak sinirlerinin kalbe bağlı oluşu ve parmağın hareket ettirilmesi ile kalbin uyarılması ve namaz hallerinin hatırlatümasının sağlan­masıdır.
  2. Şâf iiler’e göre kelime-i şehâdet getirilirken «İllellah» denildiği zaman kaldırılır ve birinci teşehhüdden kalkılıncaya, son teşehhüdde selâm verilinceye kadar indirilmez. Parmak işareti ile tevhid ve ihlâs niyeti edilir.
  3. Hanefi âlimlerine göre parmak «Lâ ilahe» denilince kal­dırılır ve «İllellâh» denilince indirilir. (Hanefi âlimlerinden Muhammed’e göre sağ elin başparmağı ile orta parmağı hal­ka edilir, diğer parmaklar yumulur. Ve şehâdet parmağı kaldırıla­rak işaret edilir. Bâzılarına göre diğer parmaklar yumulmadan şe­hâdet parmağı ile işaret edilir. Bir kısım âlimlere göre ise başpar­mak diğer parmaklarına getirilerek şehâdet parmağı kaldırılır.)
  4. Hanbeliler’e göre »Allah» lâfzı geçtikçe şehâdet par­mağı tevhide işaret olmak üzere kaldırılır. Ve hareket ettirilmez.»

N u m e y r (Radıyallâhü anh)’in hadîsinde Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in ellerini uylukları üzerine koyduğuna delâlet eder. Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadisine göre el­lerini dizleri üzerine koymuştur, tki şekil yapıldığına dâir başka riva­yetler de vardır. Bu rivayetler arasında bir ihtilâf söz konusu değil­dir. Her iki şeklin câizliğini bildirmek için Peygamber (Sallallahü Aleyh ve Sellem) gâh böyle gâh şöyle yapmıştır.

Sağ elin parmaklarının ne zaman yumulacağı hususuna gelince, Şafii, Mâliki ve Hanbelî mezheblerine göre teşeh-hüd’e oturulduğu zaman parmaklar yumulur. Yalnız şehâdet par­mağı salınır. Hanefî mezhebinin muhtar kavline göre sağ avuç açık olarak sağ uyluk üzerine konulur. Şehâdet’ parmağı ile işaret edildiği zaman parmaklar yukarda anlatıldığı gibi yumulur.

V â i 1 {Radıyallâhü anh)’ın hadisinde :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şehâdet parmağı ile duâ ederek…» buyurulmuştur.

Sindi diyor ki: Şehâdet parmağı ile tevhid’e işaret ediliyor. Tevhid’e işaret ise bir nevî duâ sayılır. Çünkü tevhid sayesinde ka­zanılan ilâhi nimetler duâ etmekle elde .edilen nimetlerden üstündür. [171]

Hadîslerin Fıkıh Yönü:

1 – Teşehhüd için oturulurken elleri dizler üzerine koymak müs-tahabtır.

2 – Sol avucun açık olarak konulması müstahabtır.

3 – Sağ elin şehâdet parmağı ile işaret etmek müstahabtır. [172]

28 – (Namaz’dan Çıkmak İçin) Selâm Vermek Babı

914) Abdullah (bin Mes’ud) (Radtyaliâkü anh)’âen rivayet edildiği­ne göre şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıfcafken) yanağının beyazlığı görülünceye kadar, sağına ve soluna (başını dön­dürüp) : «Es-Selâmü aleyküm ve rahmetüllah» (diyerek) selâm ve­rirdi.”

915) Sa’d (bin Ebî Vakkâs) (Radtyaliâkü anh)’ûen rivayet edildi­ğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıkarken) sağına ve soluna selâm verirdi.”

916) Ammâr bin Yâsir (Radtyallâhü a«*)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıkarken) yanağının beyazlığı görülünceye kadar sağına ve soluna (başını dön­dürüp) : «Es-Selâmü aleyküm ve rahmetüllah. Es-Selâmü aleyküm ve rahmetüllah» (diyerek) selâm verirdi.İsnadının hasen olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

917) Ebû Mûsa (el-£ş’ârî) (Radıyallâkü anh)’den; Şöyie demiştir: Alî (Radiyallâhü anh), Cemel olayı günü bize öyle bir namaz kıl­dırdı ki, onunla bize ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin na­maz kılışını hatırlattı. Artık biz, ya O (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’-nun namazını unutmuş oluyoruz. Ya da terk etmiş oluyoruz. Çünkü Ali (Radıyallâhü anh), (namazdan çıkarken) sağına da soluna da se­lâm verirdi.”

Not: Zevâid’de : İsnadı sahihtir, ricali da sikalardır. Ancak râvtlerinden Ebû îshak. tedlis ederdi ve ömrünün son zamanlarında rivayetleri karıştırırdı, denil­miştir. [173]

İzahı

İbn-i Mes’ud (Radryallâhü anh) un hadisini Ebû D â vûd, Nesâî Ti rm izi ve Tahavî de rivayet etmiş­lerdir. Bâzı rivayetlerde «Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah» cüm­lesi iki defa zikredilmiştir.

Sa’d (Radıyallâhü anh)’m hadisini Müslim de şu meal­de rivayet etmiştir :

«Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i yanağının be­yazlığını görünceye kadar sağına ve soluna (başını döndürüp) selâm verirken görürdüm.»

Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini D r e k u t n i de rivayet etmiştir

Bu bâbta rivayet olunan hadîsler, namazdan çıkarken sağa ve sola başı dönderip iki defa selâm vermenin meşruluğuna delâlet eder­ler. Bu hususta imam, cemâat ve tek olarak namaz kılanlar arasın­da bir fark yoktur. Sahâbîlerin cumhurunun kavli budur. Ebû Bekir-i Sıddik, Ali bin Ebî Tâlib, tbn-i Mes’­ud, Ammâr bin Yâsir ve Nâfi’ bin el-Hâris (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmeden sahâbilerdendirler. Tâbiîlerden de Atâ’ bin Ebî Rabah, Alkarna, Şa’bî ve başkaları ile rey ehli, Sevri, Ahmed, îshak, Ebû Sevr böyle hükmetmişlerdir. Hanefi, Hanbeli ve Şa­fii 1 e r ‘ in mezhebi de budur. Delilleri ise bu bâbtaki hadîslerdir.

Bir selâmın meşruluğuna hükmeden âlimler vf; görüşleri, bundan sonraki bâbta anlatılacaktır.

El-Menheİ yazarı iki selâmın meşruluğuna hükmedenlerle delil­lerini ve bir selâmın meşruluğuna hükmeden âlimlerle delillerini zik­rettikten sonra şöyle der:

«İmam olsun, cemâat olsun, tek olsun, namaz kılan herkesin, na­mazdan çıkarken sağma ve soluna iki defa selâm vermesinin meş­ruluğuna hükmeden âlimlerin dayandıkları deliller kuvvetli oldu­ğundan bu görüş kuvvetlidir. Er-Ravdâ sahibi: ‘Yalnız bir selâmın verilmesine dâir vârid olan hadisler, iki selâmın meşruluğuna delâ­let eden hadîslere ters düşmez. Çünkü bilindiği gibi, çelişki arzetme-yen rivayetteki fazlalığın kabulü vâcibtir. îki selâmla hükmetmek, vârid olan bütün hadîslerle amel etmek demektir. Fakat bir selâmla hükmetmek böyle değildir. Çünkü bununla hükmetmek gereksiz ola­rak delillerin çoğunu heder etmek demektir.’ demiştir.

El-Hedy sahibi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in na­mazdan çıkarken sağına ve soluna «Es-Selâmü aleyküm ve rahmetul­lah» diyerek selâm verdiğini onbeş sahâbî kendisinden rivayet et­miştir. El-Hedy sahibi bunları ismen zikrediyor. .Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve SellemTin namazdan çıkarken önüne bir defa selâm verdiği de kendisinden rivayet edilmiştir. Lâkin sahih bir yolla bu hususta her hangi bir rivayet sübut bulmamıştır. En iyi delil, A i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin (919 nolu) hadisidir ki O da ma’luldur. Sü-nenlerde mevcut ise de gece namazı hakkındadır.1 demiştir. El-Hedy yazarı bir selâmın meşruluğuna dâir hadîslerin zayıflık sebeplerini uzunca izah etmiş, el-Menhel yazarı da bunu nakletmişse de buraya aktarmaya gerek görmüyorum.

El-Hedy yazarı daha sonra şöyle der : Bir selâmın meşruluğuna hükmeden âlimlerin elinde Medine halkının uygulamasından başka tutarlı bir delil yoktur. Medine halkının amelini delil göstermek sahihtir. Çünkü büyük zâtlar, bu şehrin tatbikatını bir­birinden miras olarak almışlardır. Fakat bir selâmla ilgili tatbikat hususunda, genellikle fıkıh âlimleri muhalefet etmişlerdir. Doğrusu da fıkıh âlimlerinin görüşüdür. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemlin sabit olan sünneti, kim olursa olsun, hiç bir şehir halkının ameliyle reddedilmez. Nitekim Medine’ deki ve başka şehirlerdeki bâzı emirler, namazda birtakım şeyler ihdas etmişler, bu yoldaki uygulama süregelmiştir. Fakat fıkıhçılar buna iltifat et­memişlerdir. Hu Ufâ-i R â ş i d î n devrindeki Medine halkının ameli, delil sayılırdı. Fakat onların vefa andan sonra ve ora­daki sahâbîler tükendikten sonra Medine halkının tatbikatı ile başka şehir halkının tatbikatı arasında değer bakımından bir fark yoktur. Halk arasında hakemlik yapan kaynak, Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)’in sabit sünnetidir. Onun ve dört halifenin vefatından sonra hiç bir kimsenin ameli hüküm kaynağı olamaz.’

Mâliki mezhebinin meşhur kavline göre namaz kılan şahıs imam ve münferid ise bir selâm verir ve bununla namazdan çıkma­ya niyet eder. Eğer imama uymuş durumda ise, sağ tarafına selâm verir ve bununla namazdan çıkmayı kasdeder. Soluna da selâm ve­rir bununla da imamın selâmını cevaplamak ister. [174]

Selâmın Şer’î Hükmü :

Fıkıhçılar ilk selâmın vâcibliği hususunda müttefiktirler. İkinci selâm ise, cumhur’a göre sünnettir. Tahavi, el-Kâdı ve başkalarının dediğine göre Hasan bin Salih, vâcibliği-ne hükmetmiştir. Ahmed bin Hanbel’ den yapılan bir rivayet de böyledir. M a 1 i k ‘ in bâzı arkadaşları da böyle demiş­lerdir. Zahiriye mezhebine mensub bâzı âlimlerin de böyle dediklerini tbn-i Abdi’I-Berr nakletmiştir.

Hadîslerin zahirine göre selâm lâfzı «Es-Selâmü aieyküm ve rah-metullah-dır.

Hanefî mezhebine göre böyle selâm vermek sünnettir. Ki­şi eğer yalnız «Es-Selâmü aieyküm’ veya -Selâmün aieyküm» der­se kâfidir. Fakat sünneti terk etmiş olur.

Şafiî mezhebine göre de böyle selâm vermek sünnettir. Şa­yet «Es-Selâmü aieyküm» veya «Aleykümü’s-Selâm» derse en sıhhat­li kavle göre farz ifâde edilmiş olur.

M â 1 i ki I e r’e göre vâcib olan yalnız «Es-Selâmü aley küm-dır «Ve rahmetullah» lâfzı ilâve edilmez.

H a n b e 1 i mezhebine göre «Es-Selâmü aieyküm ve rahmetul­lah» lâfzı ile selâm vermek farzdır.

Hadislerin zahirine göre selâm verilirken sağa ve sola başı iyi­ce döndürmek meşrudur. Öyle döndürmelidir ki onun arkasında otu­ran kişi yanağını görebilmelidir. Hanefî, Şafii, Hanbeli âlimlerinin kavli budur. Mâlik’ ten yapılan bir rivayete göre imam veya tek olarak namaz kılan için hüküm budur. î b n – i Ka­sı m ‘ in Mâlik’ ten yaptığı rivayete göre imam veya tek ola­rak namaz kılan kişi önüne selâm verir ve başını hafifçe sağa dön­dürür. İmama uyan kişi ise yine İbn-i Kasım’in rivayetine göre ilk selâmı verirken hafifçe sağa bakar. İkinci selâmı önüne ve­rir ve imama işaret eder. Eğer solunda kimse varsa ona da üçüncü bir selâm verir.

Bu bâbtaki hadîsler İbn-i Kasım’in rivayetini redde­derler. [175]

29 – (Namaz’dan Çıkarken) Bir Defa Selâm Vermek Babı

918) Sehl bin Sa’d es-Sâidî (Radıyallâkü anhyden rivayet edildiği­ne göre :

Resûlullah (Sâllallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıkarken) önüne bir defa selâm verdi.”

Not : Buhârî’nin, seneddeki râvi Abdülmüheymin’in hadisinin münker oldu ğunu söylediği zevâid’de bildirilmiştir.Âişe (Rathyullâhü ıınkâ)'(\en rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıkarken) önüne bir defa selâm verirdi.”

920) Seleme bin e]-Ekvâ'[176] (Radıyallâhü anh)’ı\ex\; Şöyle de­miştir :

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i, namaz kılarken gördüm. (Namazdan çıkarken) bir defa selâm verdi.Râvi Yahya bin Râşid zayıf olduğu için isnadın zayıflığı Zevâid’de bil­dirilmiştir. [177]

İzahı

S e h 1 (Radıyallâhü anh) ve Seleme (Radıyallâhü anh)’ın hadîslerini yalnız müellif rivayet etmiş olup zayıflığı notta da bildi­rilmiştir.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nın hadîsini T i r m i z î de riva­yet etmiştir. N e v e v i nakil ehli yanında bu hadis sübut bulma­mıştır, demiştir. B a ğ a v î de Şerhü’s-Sünne’de :  i şe (Ra-dıyallâhü anhâ)’nin hadisinin isnadı hakkında söz söylenmiştir, der. Fakat el-Hâki m; Bu hadîs Buharı ve M ü s 1 i m ‘ in şartı üzerine sahihtir, demiştir.

El-Menhel yazan *Selâm bâbi’nda ez cümle şöyle der: «Namazdan çıkarken bir defa selâm vermenin meşruluğuna hük­medenler şu zâtlardır: tbn-i Ömer, Enes, Seleme bin el-Ekvâ, Âişe, el-Hasan, îbn-i Şîrîn, Ömer bin Abdilaziz, el-Evzâî (Radıyallâhü anhüm) ve bir çok kimsedir. Delilleri ise (bu bâbta mezkûr) hadîslerdir.

İki selâmın meşruluğuna hükmeden âlimler, bunlara şöyle ce­vap vermişlerdir: Mezkûr hadîsler zayıftır. Bunların sahih olduğu farzedilse bile, yalnız bir defa selâm vermenin câizliğini beyan etmek içindir, iki selâmın meşruluğuna delâlet eden hadisler ise en mü­kemmel olanı beyan etmek içindir, denilir. Çünkü bu hadîsler daha çok ve daha meşhurdur. Onlarda, sika râvilerin ilâvesi vardır ve mak­buldür.

El-Hedy yazarı: ‘Âişe (Radıyallâhü anhâl’nin hadisi mak­buldür. Çünkü Z ü h e y r’ den başka hiç kimse onu merfu’ ola­rak rivayet etmemiştir. Z ü b e y r ise bütün âlimlerce zayıf gö­rülmüş, hatâeı çok olan bir kimsedir. Kaldı ki bu hadis gece nama­zı hakkındadır. Nitekim b*r rivayeti şöyledir:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defa «Es-Selâmü aleyküm» diyerek selâm verirdi de bununla sesini o derece yüksel­tirdi ki bizi uykudan uyandırırdı.» îki selâm verdiğini rivayet eden­ler ise farz ve nafile namazlardaki müşahedelerini rivayet etmişler­dir. Diğer taraftan Âişe (Radıyallâhü anhâi’nin hadîsinde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ikinci selâmı vermediğine dâir bir kayıt yoktur. Sadece bir selâmı onları uykudan uyandıran yüksek sesle verdiğini bildirir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ikinci selâmdan söz etmemiştir. Onun söz etmeyişi ikinci selâmı rivayet edenlerin sözlerine takdim edilmez. Onlar sayıca, çoktur, hadisleri daha sahihtir…’ demiştir. [178]

30 – İmamın Selâmını Almak Babı

921) Senıûre bin Cündüb (RadtyaUâhü anh)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (Stillallahii Aleyhi ı>e Sellem) şöyle buyurmuştur”: «İmam selâm verdiği zaman onun selâmını alınız.-*

922) Semûre bin Cündiib (Radıyallâhü anh)den rivâyel edildiğine göre şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), imamlarımıza selâm etmemizi ve birbirimizle selamlaşmamızı bize emretti. [179]

İzahı

Semûre (Radıyallâhü anh)’nin hadîsini Ebû Dâvûd az lâfız farkı ile rivayet etmiştir. Oradaki rivayet meâlen şöyledir:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imamın selâmını al­mamızı, birbirimizi sevmemizi ve selamlaşmamızı bize emretti.”

Ahmed, el-Hâkim ve el-Bezzâr da Semûre (Radıyallâhü anh)’nin hadîsini rivayet etmişlerdir.

Hadis, imam selâm verdiği zaman, kendisine uymuş olan cemâa­tin vereceği sel m ile imamın selâmını almayı yâni cevaplamayı ni­yet edeceğine oelâlet eder. Verilen selâma, selâmla karşılık verme­ye, Arap dilinde selâm reddi denir. Dilimizde buna selâm almak de­nilir. Hadîslerde red tâbiri kullanıldığı için biz de aynı tâbiri kulla­nalım. Bundan maksadımızın selâmı, selâmla cevaplamak olduğunu tekrar hatırlatalım.

İmama uyanın selâm verirken hangi selâmla imamın selâmını red etmeye niyet edeceği hususundaki dört mezhebin görüşü şöyle­dir :

  1. Hanefî âlimlerine göre, eğer imam, me’mum (=ona uyan)’un sağ tarafında ise me’mum ilk selâmı ile, sağ tarafında bu­lunan imama, cemaata ve hafaza denilen meleklere selâm vermeye niyet edecektir. Şayet imam onun sol tarafına düşüyorsa, ikinci selâ­mı ile imama ve o tarafta bulunanlara selâm vermeyi kasdedecektir. Eğer imam onun tam önünde ise her iki selâmla onun selâmını red et­meyi kasdedecektir.

İmam ise her iki selâmı ile de me’mumları ve hafeze’yi kasdede­cektir. Sahîh kavil budur.

Tek olarak namaz kılan ise yalnız hafeze’ye selâm etmeyi kasde decektir. Çünkü beraberinde başka kimse yoktur.

  1. Şâfiîler’e göre hüküm şöyledir: Eğer imam me’mumun sağ tarafında ise me’mum ilk selâmla; şayet sol tarafta ise ikinci selamla imamın selâmını reddedecektir. İmam onun tam önünde ise ilk selâmla onun selâmını reddetmelidir, tkinci selâmla reddetmesi de caizdir. Me’mum sağma ve soluna verdiği selâmla o tarafta bu­lunan insanlara, cinlere ve meleklere selâm vermeye niyet edecektir. O tarafta bulunanlar onunla beraber namazda olsunlar, olmasınlar farketmez. Hepsine selâm verecektir.

İmam da sağına ve soluna selâm verirken oralarda bulunan in­sanları, cinleri ve melekleri kasdedecektir. N e v e v î: ‘îmam, me’mum ve münferid verdikleri ilk selâm ile namazdan çıkmaya niyet edebilirler. Bu niyetin vücubu hususunda ihtilâf vardır. Fa­kat yukarda anlatılan selâmla ilgili niyetlerin hiç birisinin vâcib ol­madığı hususunda ihtilâf yoktur,’ demiştir. Yâni imam olsun, me’­mum olsun, tek olarak namaz kılan olsun bunların kimlere selâm vereceği hususundaki niyetler ve mülâhazaların hiç birisi vâcib de­ğildir. Âlimlerin görüşleri mendubluk hakkındadır.

  1. Mâlikîler’e göre, me’mum ilk selâm ile namazdan çık­maya niyet edecek, önüne doğru verdiği ikinci selâmla imamın selâ­mını redde niyet edecek, üçüncü selâmla da solunda bulunanları se­lamlamayı kasdedecektir.

İmam ise verdiği selâm ile hem namazdan çıkmaya hem de me­leklere ve beraberinde namaz kılan cemaata selâm vermeye niyet edecektir. Bilindiği gibi Mâliki mezhebin meşhur kavline gö­re imam bir defa selâm verir.

Tek olarak namaz kılan ise verdiği bir selâm ile hem namaz­dan çıkmaya hem de meleklere selâm vermeye niyet edecektir.

  1. Hanbeliler’e göre namazdan çıkarken verilen selâm ile namazdan çıkmaya niyet edecektir. Bu niyet müstahabtır. Me’mum bu niyetin yanında imamın selâmını red etmeyi ve cemâate, melek­lere selâm vermeye niyet etmesi caizdir. İmam da mezkûr niyetle be­raber, me’mumlara ve meleklere selâm vermeye niyet edebilir.

Hadîsteki: -ve birbirimizi selâmlamamızı…- ifâdesinden maksad namazdan çıkarken verilen selâmlaşmaktır. Nitekim el-Bezzâr1 m rivayetinde bu husus sarahaten belirtilmiştir. Bu selamlaşma imamın, me’mumları selâmlamasını me’mumlarm imamı selâmlamalarını ve cemâatin birbirini selâmlamalarını ihtiva eder.

Hadisteki selamlaşma maksadına âit emir mendubluk içindir. Cumhurun görüşü budur. [180]

31 – İmam (Namazda) Yalnız Kendi Nefsine Duâ Etmesin, Babı

923) Sevbân (Radtyaüâhü anh)’den rivayet edildiğine göre Resûlul-Jah (SaUaUahv Aleyhi ve Sellem) şöyîe buyurdu, demiştir :

«Hiç bir kul imamlık yapıp, cemâati ortak etmeksizin (namazda) yalnız kendi nefsine duâ etmesin. Şayet (böyle) yaparsa cemaata hı­yanet etmiş olur. [181]

İzahı

Bu hadîsi Ahmed, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. T i r m i z î hadîsin hasen olduğunu söyle­miştir. Hadîsin birer benzeri Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den de rivayet edilmiş­tir. Ebû Dâvûd’un rivayet ettiği metin uzundur. Ve meâlen şöyledir:

«Uç şey vardır ki bunları yapmak hiç bir kimseye helâl değildir: Hiç bir adam bir kavme imamlık yapıp, onları ortak etmeksizin, yal­nız kendi nefsine duâ edemez. Şayet (böyle) yaparsa şüphesiz onla­ra hıyanet etmiş olur. Hiç bir adam, izin istemeden herhangi bir evin içine baka m az. Eğer (böyle) yaparsa (izinsiz olarak o eve) girmiş sayılır ve abdesti dar iken, bunu gidermeden namaz kılamaz…»

Müellifimiz, Ebü Dâvûd’un rivayet ettiği uzunca met­nin abdest sıkıştığı ile ilgili fıkrayı Taharet kitabının 114’üncü bâbın-daki 619 nolu hadîste zikretmiştir.

El-Menhei yazarı şöyle der: «Cumhura göre, izin almadan bir evin içine bakmanın helâl olmayışından maksad haram oluşudur. Fakat sıkışık abdestle namaza durmanın ve imamın yalnız kendi nefsine duâ etmesinin helâl olmayışından maksad haramhk değil mekruhluktur.

Namaz içinde yapılan dualar iki çeşittir : Bir çeşidinin kişisel olu­şu hadîslerle sabittir ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den böyle vârid olmuştur. Meselâ rüku’da okunan «Sübhâne Rabbiye’l-Azîıh-, sücûdda okunan «Sübhâne Rabbiye’1-A’lâ», iki secde arasın­da okunan «Allahümmeğfirlî verhamnî. .» ve son oturuşta selâm ver­meden önce okunan «Allahümme innî eûzü bike min azâbilkabri…» dualarının hepsi kişisel olarak vârid olmuştur. Hepsindeki zamirler okuyucunun şahsına münhasır tekil zamirleridir. İmam olsun, cemâat olsun, tek olarak namaz kılan olsun herkesin bu duaları böyle oku­maları meşru kılınmıştır. Bu itibarla imam bu duaları kendi nefsine tahsis etmiş olur. Şu halde böyle vârid olan dualar burdaki yasak­tan müstesnadır.

Diğer çeşit duâ ise çoğul zamiri ile vârid olmuştur. K u n û t duası buna misâl verilebilir. Sabah farzında K u n û t duasının okunması meşru görüldüğü mezheblere göre imam bu duayı açık ses­le okur, cemâat da âmin der. Eğer K u n u t duâsındaki zamirleri çoğul için değil de tekil için okursa cemâati bu duadan mahrum et­miş ve sırf kendi nefsi için duâ etmiş olur.

Halbuki arkasında namaz kılan cemâat K u n û t duasını oku­maz da onun duasına âmin der. Hâl böyle olunca imam cemaata hi-yânet etmiş olur. Ama imam K u n u t duâsındaki zamirleri çoğul için kullanınca hem kendi nefsine hem de cemaata duâ etmiş olur. Cemâat da âmin demekle duanın kabul olunması için Allah’a niyaz etmiş olur.»

Sabah namazında okunması meşru görülen K u n ü t duası imam için çoğul zamirleri ile, tek olarak namaz kılan için de tekil za­miri ile emrolunmuştur. Baş kısmı şöyledir :

  1. İmam için;

= «Allah’ım hidâyete erdirdiğin kullar arasında bizi de hidâyete erdir…»

  1. Münferid için;

= «Allah’ım hidâyete erdirdiğin kullar arasında beni de hidâyete erdir…»

Hadisteki; La» lâfzı nehiy (yasaklama) edatı olabilir. Bu takdirde cümleye kazandırdığı mânâ: «Etmesin, yapmasın.»dır. Ter-cemeyi buna göre yaptık. Bu edat nefîy (olumsuzluk) içinde olabilir. Bu takdirde cümleye kazandırdığı mânâ (etmeyecek, yapmayacak) -dır. Eğer nefîy için olursa yine nehiy kasdedilmiştir ve hadîsin mâ­nâsı şöyle olur .

«Hiç bir kul imamlık yapıp, cemâati ortak etmeksizin, yalnız ken­di nefsine duâ etmiyecektir, (= edemiyecektir.) Bu da yasaklamayı ifâde eder.

Bâzı âlimler hadîsin yorumu hakkında şöyle demişlerdir: Hadîs­ten maksad imamın kendi şahsına duâ ederken cemâatin bu duadan istifâde etmemesini dilemesini yasaklamaktır. Nasıl ki sabit olduğu gibi bir a’rabî duâ ederken:

«Allah’ım! Bana ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e rahmet eyle ve ikimizle bera­ber, hiç kimseye rahmet etme.» demiş ve Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) böyle demesinin’ hatalı olduğunu bildirmiştir. Böyle davranmak haramdır. [182]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – İmamın namazda yalnız kendi nefsine duâ etmesi ve cemâa­ti mahrum bırakması yasaktır. Bu husustaki tafsilât yukarda geçti.

2 – İmam böyle davranırsa cemaata hıyanet etmiş sayılır. [183]

32 – Selâmdan Sonra Okunan (Zikir Ve Duâ) Babı

924) Aişe (liadıyallâhü nnhâ)\en\ Şöyle demiştir :

ResûJullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazın bitiminde) se­lâm verince ancak;

diyecek kadar otururdu. [184]

İzahı

Bu hadîsi Müslim, Tirmizî ve Ah me d de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ve Nesâî de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in okuduğu zikrin mâ­nâsı :

«Allah’ım! Sen selâmsın; Selâm (= selâmet) de ancak sendendir. Hayır ve iyiliğin pek çoktur. Ey azamet ve ihsan sahibi!»

Selâm: Allah Teâlâ’nın yüce isimlerindendir. Mânâsı ise, musi­betlerden, âfetlerden ve her çeşit noksanlıklardan pâk ve emin de­mektir.

El-Menhel yazarının beyânına göre bâzıları: ‘Selâm: Dünyada peygamberleri, Cennette de müminleri selamlayandır,’ demişlerdir.

Hadiste geçen ikinci ‘Selâm’ kelimesi ise Allah Teâlâ’nın ismi anlamında kullanılmamıştır. Mânâsı dünya ve âhiretteki âfetlerden emin olmaktır.

Hadîsteki «Tebârekte» cümlesi çeşitli şekillerde mânâlandırıl-mıştır.

El-Menhel yazarına göre bu cümlenin mânâsı: ‘Hayır ve iyiliğin pek çoktur.’ demektir. Tuhfetü’l-Ahvezi’ye göre ise mânâsı şöyledir: ‘Çok yücesin, pek azametlisin.’

Tuhfetü’l-Ahvezi yazarı bu hadîsin izahında der ki: ‘Hadisten maksad, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in selâmdan son­ra, bazen ancak anılan zikri okuyacak kadar oturur olduğunu bil­dirmektir. Çünkü bazen bu miktardan fazla oturduğu sabittir.

Sindi: de: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in se­lâmdan sonra anılan zikri okuyacak kadar, duruşunu bozmadığı ve bundan sonra kıble istikâmetinden döndüğü ifâde edilmek istenmiş­tir. Açık olan yorum budur. Çünkü O’nun dâima sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar yerinde oturduğu sabittir, demiştir.

El-Menhel yazarı da bu hadîsi açıklarken : «Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) namazda selâm verdikten sonra henüz duru­şunu bozmayıp kıbleye doğru oturmuş iken, bu zikri okurdu.» de­miştir. [185]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Namazdan sonra bu zikri okumak meşrudur.
  2. Selâmdan sonra bu zikir okununcaya kadar kişi duruşunu bozmamalıdır.

925) Ümmü Seleme (Radtyalldhü anhâ)’den: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah farzını kılıp se­lâm verdiği zaman şu duayı okurdu:

«Allah’ım! Ben Senden yararlı ilim, güzel (= helâl) rızık ve mak­bul amel dilerim.»”

Not : Zevâİd’de : Hadisin senedindeki râvîlerden Ümmü Seleme’nin mevlâsı hâriç, diğerleri sıka zatlardır. Ümmü Seleme’nin mevlâsı hadis dinlememiştir. Müb-hem râviler hakkında kitab yazanlardan, ondan bahsedeni göremedim ve onun ha­lini bilemiyeceğim, denmiştir. [186]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisin açıklaması ile ilgili olarak S i n -ğil, zarar tevlid eder.

-Yararlı ilimden maksad, kendisi ile amel edilen ilimdir. Çünkü ilim adamı, bilgisi ile amel etmediği takdirde, bilgisi ona yarar dedi şöyle der:

Güzel rızıktan maksad, helâl rızıktır. Bunu, lezzetli rızka yorum­lamak uzak bir ihtimaldir. Ancak dünya rızkı değil de âhiret rızkı kaydedilmiş olursa lezzetli rızık şjğjşmı kasdedümiş olabilir.

926) Abdullah bin Amr (bin e)-As) (Rathyallâhü anküntâyâen riva­yet edildiğine göre Resûlullah (SallaLlakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«İki şey vardır ki bunlara devam eden her m üs 1 uman adam be­hemehal Cennet’e girer. Bunlar kolay şeylerdir de bunlarla amel eden­ler azdır. (Birincisi şudur:) Müslüman kişi her namazdan sonra on defa teşbih eder, on defa tekbir getirir ve on defa hamd eder.) >

(Abdullah (Radıyallâhü anh) : ‘Ben Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’i bu zikirlerin sayısını mübarek el (parmakları) ile zab-tederken (hesaplarken) gördüm,’ demiştir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyruğuna şöyle devam eylemiştir .

-İşte bunlar dille (söylenmesi) itibariyle yüzelli (cümle) dir. Mi-zân’da (ise) binbeşyüz cümle) dir. (İkincisi de şudur:) Müelüman ki­şi yatağına girdiği zaman yüz defa teşbih, hamd ve tekbir okur. İş­te bunlar da dille söylenmesi bakımından yüz (cümle) dir. Lâkin mi-zân’da bin (cümle) dir. Şu halde hanginiz günde ikibin beşyüz kö­tülük işler?»

Sahâbîler (Radıyallâhü anhüm) :

(Ya Resûlallah!) Müslüman adam nasıl bunlara devam ede-mesin? dediler. (Bunlara devam edememezliği garibsediler.)

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her hangi biriniz namazda iken şeytan ona gelerek: Falan şeyi ve şu şeyi hatırla, der. Tâ ki kul gafletle namazdan çıkıp git­sin ve her hangi biriniz yatağında (uzanmış) iken şeytan onun ya­nına varır ve kişi uyuyuncaya kadar şeytan durmadan onu uyutma­ya çalışır. [187]

İzahı

T i r m i z i ve N e s â i de bu hadîsi az lâfız farkıyla riva­yet etmişlerdir. N e s â i’ nin rivayetinde -Beş vekit namazların­dan sonra» kaydı mevcuttur. Anılan üç zikir her farz namazdan son­ra onar defa okununca toplam yüz elli eder. Her hasene’nin en az on kat arttırılarak mü’min’in hayır defterine geçirileceği âyet ve ha­diste sabit olduğu gibi burada da okunan yüz elli cümlenin binbeş-yüz cümle olarak teraziye konacağı bildirilmiştir.

Yatağa girildiği zaman teşbih ve hamd cümlelerinin otuz üçer defa ve tekbir cümlesinin otuz dört defa olması durumu da N e -s â î’ nin rivayetinde belirtilmiştir. Toplamı yüz cümle olan bu zi-kir’de on kat arttırılmakla bine ulaşınca günlük zikir toplamı iki-yüz elli eder ve on katı da bilindiği gibi, ikibin beşyüzdür.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Hanginiz günde ikİ-bin beşyüz kötülük işler?» ifâdesi ile bir müslümanın normal olarak günde bu kadar hatâ işlemediğine ve ikibin beşyüz hasen^’nin icâ­bında bu kadar hatâyı giderir durumda olduğuna işaret buyurur.

Sindi: ‘Eğer kulun hatâları varsa mezkûr hasenelerle gide­rilir. Şayet hatâları yoksa veya az ise artan haneseleri onun de­recelerinin yükselmesine vesile olur.1 demiştir.

Sahâbîler, bunca sevabı bulunup çok kolay olan bu iki şeye de­vam edilmemesini garibseyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) şeytanın bu güzel hasletlere devam etmeyi engellemeye çalış­tığına işaret buyurmuştur.

Teşbih : ‘Sübhânellah’ demektir. Hamd : -El-hamdü lillah’ demektir. Tekbîr : Allah ü Ekber’ demektir. [188]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Farz namazlardan sonra teşbih, hamd ve tekbîrin onar defa okunması meşrudur.
  2. Yatağa girerken teşbih ve hamd’i otuzüçer defa ve tekbiri otuz dört defa okumak meşrudur.
  3. Her hasene on kat arttırılarak mizana konur.
  4. Bir hasene’ bir seyyie’yi (kötülüğü) giderir.
  5. Yapılan zikir sayısını elle hesaplamak meşrudur.

927) Ebû Zerr(-i Gifârî) (Radtynllâhü an*)’den rivayet edildiğine

göre kendisi $öyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e denildi ki: Süfyân’in rivayetine göre ise Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) şöyle

demiştir : Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e dedim ki:

— Yâ Hesûlallah! Servet sahihleri sevabı alıp götürdüler. (Şöyle ki:) Bizim dediğimizi derler. Bir de mallarını Allah yolunda harcar­lar. Halbuki elimizden infak gelmez.

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:

— «Ben size öyle bir şey bildireyim ki onu yaptığınız zaman (fa­zilet bakımından) sizi geçenlere yetişirsiniz ve (fazilet yönünden) sizden sonra gelenler size yetişemezler. (O da şudur:) Her namaz­dan sonra Allah’a otuzüç, otuzüç ve otuzdört defa hamd’e, teşbih ve tekbir getirirsiniz.» buyurdu.”

Süfyân demiştir ki: Hamd, teşbih ve tekbîr’den hangisinin otuz­dört (defa) olduğunu bilemiyecegim. [189]

İzahı

Ebû Dâvûd bu hadisi daha uzun bir metin hâlinde yi­ne Ebû Zerr (Radıyallâhü arttı) ‘den rivayet etmiştir. Bunun benzerini Buharı ve Müslim, Ebû Hüreyre (Ra-dıyallâhü anh) ‘den ve Tirmizi ile Nesâi de İbn-i Ab-b â s (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet etmişlerdir. Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh) ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in rivayetlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e soru so­ranların, muhacirlerin fakirleri oldukları belirtilmiştir. Rivayetler ara­sında çelişki söz konusu değildir. Çünkü Ebû Zerr (Radıyal­lâhü anh)’de muhacirlerin fakirlerinden idi.

Mezkûr rivayetlerin bâzılarında; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e müracaat eden muhacirlerin fakirleri şöyle demişlerdir :

«Yâ Resûlallah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), varlık sâhibleri yüksek dereceleri ve daimî ni’meti alıp götürdüler. Namaz kıldığı­mız gibi namaz kılarlar, oruç tuttuğumuz gibi oruç tutarlar. Onların ihtiyaçtan fazla malları vardır. Sadaka verirler biz veremeyiz, köle azâd ederler, biz edemeyiz.»

Muhacirlerin fakirleri, zenginlerin yapmakta oldukları mâli ibâ­detlerin ve hayratın benzerlerini yapmak imkânına sâhib olmadık­ları için duydukları hasret ve besledikleri hayır yapma ihtirasını Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e iletmişlerdir. Çünkü onlar sadakanın ancak mal harcamakla mümkün olduğunu zan ediyorlar­dı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fakirlerin zenginlere başka tür ibâdetle erişebileceklerini bildirerek onların hasretini gider­miştir.

Bu hadis de her namazdan sonra elhamdü lillâh, .Sübhânellah ve Allahu ekber zikrini yapmanın meşruluğuna delâlet eder. Bu üç zi­kir türlerinden ikisinin otuzüçer defa ve birisinin otuz dört defa tek­rarlanmasının meşruluğu hükme bağlanmıştır. Hadîsin râvisi Süf-y â n, zikirlerden hangisinin otuzdört defa olduğunu bilemediğini söylemiştir.

Buhâri ve Müslim, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den olan rivayetlerinde her üç zikrin otuzüçer defa tekrarlan­masının meşru kılındığı bildirilmiştir.

Nesâi’ nin Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) ‘den olan rivayetinde teşbih ve hamd’ın otuzüçer ve tekbîrin otuz dört defa olduğu bildirilmiştir.

El-Menhel yazan teşbih babında uzunca beyan ettiği gibi namaz­dan sonra okunması meşru kılman teşbih, hamd ve tekbîr sayısı hu­susunda muhtelif rivayetler mevcuttur/^Öyle ki:

  1. Abdullah bin Amr {Radıyallâhü anh)’in 926 no-lu hadîsine göre bu üç zikir onar defa okunması meşru kılınmıştır.
  2. Tirmizî.’ nin İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’tan ve Nesâi’ nin Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh)’ten olan rivayetlerine göre tesbîh ve hamd’ın otuzüçer ve tekbîrin otuz dört defa tekrarlanması meşru kılınmıştır.
  3. Müslim’in Süheyl tarikiyle Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den olan rivayetinde bu zikirlerin onbirer defa okunması meşru kılınmıştır.
  4. N e s â î’ nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den olan bir rivayetinde her farz namazdan sonra yüzer defa teşbih, tek­bîr, hamd ve tevhid kelimesinin tekrarlanmasının üstün fazileti bil­dirilmiştir.

El-Menhel yazan bu rivayetleri naklettikten sonra şöyle der: *Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, namazdan sonra yapılması meşru kılınan bu zikirlerin sayısı hakkında muhtelif rivayetler vardır. Ki­şi hangi rivayeti tutarsa olabilir. Ancak en kuvvetli rivayet üç zik­rin otuzüçer defa tekrarlanmasına âit olan rivayettir. Dolayısıyla bu rivayetle amel etmek daha uygundur. Yine mezkûr rivayetlerden anlaşılıyor ki namazlardan sonra okunması meşru kılınan zikirlerin sayısına riâyet etmek esastır. Vârid olan sayıyı geçmemek gerekir. Aksi takdirde bunun sevabından mahrum kalınır. El-Fetih yazarı: ‘Bâzı âlimler derler ki, namazlardan sonra okunması meşru kılınan zikirlerin belirli sayısına karşılık özel bir sevab verildiğine göre ki­şi bu sayıdan daha fazla bu zikri tekrarlarsa va’d edilen sevabı ka­zanamaz. Çünkü vârid olan sayının bir hikmet ve özelliğinin bulun­ması muhtemeldir. Bu takdirde daha fazla tekrarlanınca hikmet ve özelliği kaçırılmış olur. El-Hâfız Ebü’1-Feth, Tirmi-z î’ nin şerhinde âlimlerin mezkûr görüşüne itiraz ederek şöyle de­miştir : Kişi vârid olan sayıca zikir edince bundan dolayı verilecek olan sevabı kazanmış olur. Aynı zikri bir kaç defa daha tekrarla­yınca niçin hâsıl olmuş olan sevab giderilmiş olsun?

Yukarıda gösterilen âlimlerin görüşü ile el-Hâfız Ebü’l-F a d 1′ in görüşü şöyle birleştirilebilir: Durum niyete göre değişir. Kişi, anılan zikri vârid olan sayı kadar tekrarlamakla verilen emri yerine getirmeyi düşünür, bu emir uygulandıktan sonra fazlasını okursa yeni bir niyetle okumuş olabilir. Şüphesiz ki iki ayrı niyet olunca Ebü’1-Fadl’m savunduğu görüş yerindedir. Şayet ikin­ci bir niyet etmeden vârid olan sayıdan fazla tekrarlamakla vârid olan sayı karşılığında va’d edilen sevabı almayı düşünürse yukarıda be­lirtilen âlimlerin görüşü isabetlidir. Meselâ; Bir zikrin 10 defa okun­ması hâlinde şu sevab vardır diye bir nass var iken kişi aynı seva­bı elde etmek niyetiyle bu zikri on defa yerine yüz defa tekrarlarsa va’d edilen mükâfattan mahrum kalabilir.

El-Karaf i, el-Kavâid adlı eserinde.- Belirli sayı ile şer’ân sınırlandırılmış olan mendub zikirleri bu sınırı aşarak tekrarlamak mekruh bid’atlardandır. Çünkü büyüklerin çizdikleri sınırları aşmak saygısızlıktır, demiştir.

Bâzı âlimler muayyen sayı ile taklid edilmiş olan zikirleri ilâcy, benzetmişlerdir. Meselâ, bir ilâcın terkibinde % 5 oranında şeker var­ken bu orana muhalefet edilerek % 20 nisbetinde şeker katkısıyla ya­pılacak o ilâcın faydası yitirilmiş olabilir. Ama ilâçtaki şeker oranı­na müdâhale edilmez de başka zaman şeker alınırsa ilâcın faydası gölgelenmemiş olabilir. Bir kaç zikrin muayyen sayılarla ve ardarda okunması emredilmişken bunlardan birisinin emredilen sayıdan faz­la tekrarlanması onu tâkib eden zikir nev’inin gecikmesine yol açar. Halbuki bu zikirlerin bir arada ve geciktirilmeden okunmasında özel hikmetler bulunabilir.’

Teşbih, hamd ve tekbîr kelimeleri rivayetlerde değişik sırayla anılmışlardır. Meselâ sünenimizin Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)’den olan rivayetinde mezkûr kelimeler hamd, teşbih ve tekbîr diye sıralanmıştır. Bir önceki hadiste ise teşbih, tekbir ve hamd di­ye geçer. Arap dilinde, atıf harflerinden olan «Vav» edatı ile yekdi­ğerine atıf edilen kelimeler veya cümleler arasında sıralama ve ter­tip anlamı söz konusu değildir. Bu nedenle mezkûr kelimelerin ha­disler de önce veya sonra geçmesi üç zikirden hangisinin önce veya sonra okunmasının gerekliliğine delâlet etmez. Diğer kitablarda bu üç kelime başka şekillerde de sıralanmıştır.

Âlimler, üç zikrin okunmasında mecburi bir sıralama koymamış­lar ise de rivayetlerin ekserisinde teşbih başta ve tekbîr sonda geldi­ği için uygulama böyledir. Yâni önce teşbih, ondan sonra hamd ve son olarak da tekbir zikri okunur.

928) Sevbân XRadtyallâkü anh)'(\en rivayet edildiğine göre şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namazdan çıktığı zaman üç defa istiğfar ederdi ve sonra: [190]

İzahı

Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve N e s â i de rivayet etmişlerdir.

N e v e v i, hadîste geçen «İnsiraf- kelimesini selâm vermek anlamına yorumlamıştır.

Bu hadîsten anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) namazın bitiminde selâm verirken üç defa istiğfar ederdi ve bunun hemen sonunda, anılan zikri okurdu.

M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde, «Râvi el-Veli d: Ben, el-Evzâi’ye: ‘Nasıl istiğfar edilir?’ diye sordum. Evzâî dedi ki: ‘Estağfi-rullah estağfirullah’ dersin.» diye istiğfar şekli bildirilmiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) günahlardan tertemiz olup her türlü hatâdan masum olduğu hâlde istiğfar etmesinin hik­meti hususunda Tuhfetü’l-Ahvezi yazarı, İbn-i Seyyidi’n-N â s ‘ in şöyle dediğini nakletmiştir: ‘Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in istiğfar etmesi kul hakkını vermek ve şükür göre­vini yapmaktır. Nitekim bir hadîste :

= *Ben niçin çok şükreden bir kul olmayayım?»

buyurmuştur. İstiğfar etmesinin diğer bir nedeni de duâ ve niyaz hususunda sözle olduğu gibi fiilen de müminlere sünnetini beyan etmesidir. Tâ ki onlar da zati nevebilerine iktida etsinler.’

El-Menhel yazarı da : Namazdan çıkılınca istiğfar etmenin hik­meti kulun yaptığı ibâdetle mağrur olmaması, nefsini kusurlu say­ması ve Allah Teâlâ’ya lâyıkı veçhiyle kulluk görevini yapmadığını itiraf etmesidir. Bu duygunun iyice yerleşmesi için istiğfarın üç de­fa tekrarlanması meşru kılınmıştır. Kulun mağrur olmadan ve nef­sini kusurlu sayarak yaptığı ibâdet Allah katında daha çok kabule şayan olur,’ demiştir.

Hadîste geçen zikrin mânâsı 924 nolu hadîste geçmiştir.

Farz namazlardan sonra yukarıda anlatılan zikirlerden başka bir takım sûre, âyet ve zikirlerin okunmasının meşruluğuna dâir hadîs­ler vardır. Bunları buraya aktarmak uzun sürer. Bu nedenle sade­ce dört mezhebin kavlini özlü olarak nakletmekle yetiniyorum. [191]

Farz Namazlardan Sonra Zikirlere Âit Dört Mezhebin Kavli

l – Hanefî mezhebine göre farz namazdan çıkıhnca 424 nolu hadiste geçen zikir okununcaya kadar bir ara verip hemen son­ra farza bağlı sünnet varsa bunu kılmaya kalkılmalıdır. Daha uzun ara vermek tenzîhen mekruhtur. Sünnet kılındıktan sonra üç defa istiğfar etmek, Âyetü’l-Kürsi, İhlâs ve Muavve-z e t e y n sûrelerini okumak ve daha sonra otuzüçer defa teşbih, hamd ve tekbîr getirmek, bundan sonra yüzüncü defa olmak üzere;ve bunun arkasında;zikrini okumak müstahabtır.

Kişi bunun akabinde arzuladığı duayı yapar ve sonunu şöyle bağ-lamahdır: ^

2 – Ş â f i i mezhebine göre farz namazdan sonra önce vâ-rid olan zikirler ve duayı yapmak, bundan sonra kalkıp farza bağlı sünneti kılmaya başlamak efdaldır. Zikirler şöyle yapılır: Önce üç defa istiğfar edilir, sonra 924 nolu hadîste geçen zikir okunur. Son­ra Fatiha, Âyet’l-Kürsî, İhlâs ve Muavveze-t e y n sûreleri okunur. Sonra otuzüçer defa teşbih, hamd ve tek­bîr getirilir ve Hanefî mezhebinde olduğu gibi yukarıdaki «Lâilahe illellâh…» zikri okunur. Başka âyetlerin ve zikirlerin okunması da müstahabtır. Biz bu kadarını aktarmakla yetiniyoruz.

3 – Mâliki mezhebine göre farz namazdan sonra okunma­sı vârid olan Âyet’l-Kürsî, İhlâs sûresi, otuzüçer defa teşbih, hamd ve tekbîr getirildikten sonra yukarıda geçen: «Lâilâhe illallah…» zikrini okumak ve bundan sonra kalkıp farza bağlı sün­neti kılmak daha efdaldır.

4 – H a n b e 1 î mezhebine göre de farz namazdan sonra ön­ce zikretmek, ondan sonra farza bağlı sünnete kalkmak sünnettir. Bu mezhebe göre zikir, şu sırayla yapılmalıdır : Üç defa istiğfar edi­lir, sonra «Allâhümme ente’s-Selâm…», «Lâilâhe İİla’llah…» ve «A1-lâhümme lâ mania…* zikirleri okunur. Bundan sonra«Sübhânellah velhamdülillâh vallahü ekber» zikri birlikte otuzüç defa tekrarlanır. Ve yüzüncü defa olmak üzere, diğer mezhebler gibi «Lâilâhe ill’Ilah…-zikri okunur. [192]

33 – Namazdan Dönmek Babı

929) Hülb (bin Adî) (Radtyallâhü a«A/den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize imamlık etti. (na­maz kıldırdı.) (Namazdan çıkınca) sağ tarafına da sol tarafına da dönüp giderdi. [193]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bu hadî­si benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. T i r m i z î’ nin rivayet ettiği metin meâlen şöyledir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırırdı. Namazdan sonra her iki tarafına da, sağına da soluna da dönüp gi­derdi.” Tuhfe’de belirtildiği gibi, yâni bazen sağına dönüp giderdi,bazen de soluna giderdi. Tirmizî daha sonra şöyle der : ‘Hülb (Radıyallâhü anh)’ün hadîsi hasendir. îlim ehlinin tatbikatı da onun hadîsine uygun. Kişi dilerse sağına dönüp gider, dilerse soluna dö­nüp gider. Her iki durum da ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’-dan rivayeti sabittir. Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anhî’den rivayet edildiğine göre: Namazdan çıkan kişinin işi’sağ tarafında ise o yöne dönüp gider, sol tarafında ise, oraya yönelip gi­der, demiştir.’

El-Menhel yazarı, benzer başlık altındaki bâbta rivayet olunan bu hadis bahsinde naklettiğine göre Şafiî şöyle demiştir: ‘Na­mazdan çıkan kişinin her hangi bir tarafta işi yoksa ve dilediği yö­ne yönelip gitmesinde bir fark yoksa sağ tarafına dönüp gitmesini arzularım. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benzer durumlarda sağdan başlamaktan hoşlanırdı.’

Hanefî fıkhına âit İ b n – i  b i d i n ‘ in kıraat faslın­dan bir sahife önce şöyle denilmiştir: Kişi, namaz kıldıktan sonra gitmek istediği zaman ya sağ tarafına veya sol tarafına dönüp gide­bilir. Çünkü T i r m i z î’ nin dediği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in her iki tarafa dönüp gittiği sabittir. Nevevi: Sağ ve sol tarafa dönüp gitmek, ihtiyaç bakımından eşit olduğu tak­dirde sağ tarafa gitmek daha faziletlidir. Çünkü güzel işler ve ben­zerlerinde sağ tarafın üstünlüğü hadîslerle sabittir, demiştir.’

930) Abdullah (bin .Mes’ud) (Radtyattâhü anh)’den rivayet edildiği­ne güre şöyle demiştir :

Herhangi biriniz (namazdan çıkarken) sağ tarafına dönmek mec­buriyetinde olduğuna itikad ederek (bu yüzden) nefsinde şeytana bir hisse ayırmaya kalkışmasın. Çünkü ben. Resuluİlah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’i gördüm. Dönüşlerinin ekserisi sol tarafına idi. [194]

İzahı

Bu hadîsi Tirmizî hâriç, Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi ve A h m e’d ile B e y h a k î de mânâyı değiştirmeyen az lâ­fız farkıyla rivayet etmişlerdir.

îbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh), bu hadîsiyle, namazdan sonra sağ tarafa dönmenin vâcibliğine itikad etmenin mahzurlu ol­duğunu, çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ekseri­yetle sol tarafına dönüp gittiğini gördüğünü bildirmiştir. Vâcib olma­yan bir şeyin vâcibliğine itikad etmek günah olduğu için, bu inanç­ta oJan kişi, nefsinde ve inancında şeytana bir hisse ayırmış olur.

Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namazdan çıkınca sol tarafına dönüp gitmesinin, sağ tarafına dönüp gitmesin­den daha çok olduğuna delâlet eder. Müslim ve Beyhakî’-nin îsmâil bin Abdirrahman es-Südi tarikiyle rivayet ettiklerine göre İsmail (Radıyallâhü anh) şöyle de­miştir :

‘Namazdan çıktığım zaman sağ tarafıma mı, sol tarafıma mı dö­neyim.’ diye Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)’e sordum. Enes (Ra­dıyallâhü anh) şöyle cevap verdi: ‘Bana gelince; Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in daha çok sol tarafına döndüğünü gör­düm.’

İ b n-i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un hadîsiyle Enes (Radıyallâhü anh)’in hadîsi arasında bir ihtilâf yoktur. Çünkü Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen sağ tarafına, bazen de sol tarafına dönüp giderdi. Her sahâbî daha çok olduğuna itikad ettiğini haber vermiştir.

Ebû Davud’un îbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un rivayetinde râvi Ü m â r e demiştir ki; ‘Ben bu hadîsi e I – E s -v e d ‘ den dinledikten sonra M e d i n e ‘ ye vardım, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hanelerinin mescidin sol tarafınca bulunduğunu gördüm.’

Sindi de : ‘Peygamberin evi mescidin sol tarafında (doğu­sunda) bulunduğu için sol tarafa dönüp gitmek ihtiyacı daha çok du­yulmuş ve bu nedenle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, sol tarafına dönüp gitmesinin daha çok görülmüş olması muhtemel­dir.

931) Amr bin Şuayb’ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radt-yallâhü anhüm)’âen rivayet edildiğine <jöre şöyle demiştir :

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i namazdan çık­tığında (bazen) sağ tarafına (bazen de) sol tarafına dönüp giderken gördüm..[195]

932) “… (Müminlerin annesi) Ümmii Seleme (Radiyaİlâkü anhâ )'<\en: Şöyle demiştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdan selâm ver­diğinde selâmını tamamlayınca kadınlar hemen kalkar (evlerine gi­derler) di. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kalkmazdan önce oturduğu yerde biraz beklerdi. [196]

İzahı

Bu hadîsi Buhârî de rivayet etmiştir. Ebû Dâvüd, Nesâi, Ahmed ve Bey haki de bunun benzerini riva­yet etmişlerdir. Buhâri’ nin başka bir rivayetinde Ü m m ü Seleme (Radiyallâhü anhâ) şöyle demiştir:

“Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdan selâm vo-rirdi ve Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) henüz yerinden kalkmamış iken kadınlar selâmdan hemen sonra kalkıp giderek ev­lerine girerlerdi. Erkekler de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) ile oturdukları yerde beklerlerdi.”

Tabarânî ve Nesâi’ nin rivayetlerinde belirtildiği gi­bi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yerinden kalktığı zaman erkek cemâat da kalkardı. Ve sahâbiler, Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in bekleyiş sebebinin erkeklerden önce kadınların çı­kıp evlerine gitmeleri olduğunu zannederlerdi. Hattâ A h m e d’ in rivayetinde, Ümmü Seleme (Radıyallâhü anh) cemâat da­ğılırken erkeklerin kadınlara yetişmemeleri için Peygamber {Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in beklediğini zannettiklerini söylemiştir.

Yukarıda işaret edilen rivayetlerde belirtilen bekleyiş sebebine göre, cemaatta kadınlar bulunmadığı zamanlarda Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) selâmdan sonra pek beklemezdi. 924 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsi bu durumu te’yid eder. Şu­nu da belirtelim ki, sabah namazından sonra güneş doğuncaya ka­dar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yerinden kalkma­dığı sahih hadislerle sabittir. [197]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – imamın cemâatin durumunu gözönünde bulundurması müstahabtır.

2 – Sakıncalara, fitne ve töhmetlere sebebiyet veren durumlar­dan sakınmak hususunda ihtiyatlı bulunmak müstahabtır.

3 – Erkeklerle kadınların karışık olarak ibâdet yerinde veya yo­lunda bulunması mekruhtur.

4 – Zaruret olmadıkça imamın selâm verdikten sonra namaz kıl­dığı yerde durmaması müstahabtır.

Hanefî fıkıh kitablarından el-Hâniye’de beyan edildiği gibi imam farz namazdan selâm verince; farzdan sonraki sünneti kılmak veya tesbihat yapmak için kendisinin sol tarafına gitmek suretiyle yer değiştirmesi müstahabtır. Başka türlü yer değiştirmesi de meş­rudur. Tesbihat yapılırken ve duâ edilirken sol kolunu cemaata ve sağ kolunu kıbleye doğru vererek oturması veya cemaata doğru otur­ması meşru olan oturuşlardandır.

Şafiî mezhebine göre tesbihat yapılırken imam’ın efdal olan oturuş şekli sağ kolunu cemaata ve sol kolunu kıbleye vererek otur-masıdır. Sünnet için yer değiştirmek sünnettir.

Bu hususta geniş izah için fıkıh kitablarma müracaat olunması tavsiye edilir. [198]

34 – Yemek Konup Namaz (İçin) İkâmet Edildiği Zaman (Hangisine Öncelik Verileceği) Babı

933) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)’âen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Akşam yemeği konduğu ve namaz (için) ikâmet edildiği zaman siz Önce yemek yeyiniz.»”

934) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivayet edil­diğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Akşam yemeği konduğu ve namaz (için) ikâmet edildiği zaman siz önce yemek yeyiniz.»

Hâvi demiştir ki: Bu emre binâen bir akşam, lbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh) ikâmet sesini işittiği halde (namaza durmayıp önce) akşam yemeğini yedi.”

935) Âişe (Radtyaliâhü anhâ)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Akşam yemeği hazırlanmış olduğu ve namaz (için) ikâmet edil­diği zaman önce yemek yeyiniz. [199]

İzahı

Enes (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Buhârİ, Müslim ve T i r m i z İ de benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. B u h â -r î’ nin rivayeti meâlen şöyledir:

«Akşam yemeğiniz önünüze konduğu vakit akşam namazını kıl­madan yemeğe başlayınız. (Namaza) acele edip de yemeğinizi bırak­mayınız.»

!bn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadisi Nesâi hâ­riç, Kütü b-i Sitte sâhiblerince rivayet edilmiştir.

Âişe (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsini ise Müslim ve Ebû Dâvûd ile İbn-i Hibbân başka lâfızlarla riva­yet etmişlerdir. M ü s 1 i m ‘ in rivayeti şöyledir:

= «Yemek hazır iken namaza başlamak yoktur.»

Aşâ’: Akşam yemeği demektir.

îşâ’ : Yatsı namazı demektir.

Bu bâbta rivayet edilen ilk iki hadîste akşam yemeği konduğu za­man namaza ikâmet edilirse namaza üurulmayıp önce yemek yen­mesi emredilmiştir.

Üçüncü hadîste, akşam yemeği hazırlanıp namaza ikâmet edil­diği zaman akşam yemeğiyle işe başlanması emredilmiştir.

T i r m i z i’ nin bu bâbta rivayet ettiği üçüncü hadîsin şerhin­de Tuhfetü’l-Ahvezî yazan aşağıdaki bilgiyi vermiştir:

El-Irâ ki: ‘Akşam yemeğinin hazırlanmasından maksat yemek yiyenin önüne konmuş durumda olmasıdır. Yemeğin hazır­lanmış olması veya kablara konmuş olması kasdedilmemiştir. Çün­kü hadîsçilerin ittifakla rivayet ettikleri İbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh)’in hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Sizden birisinin akşam yemeği önüne konduğu zaman önce ye­mek yesin ve yemek yiyinceye kadar acele etmesin.»

1 b n-i Ömer (Radıyallâhü anh) için yemek konuldu, bu arada namaz (için) ikâmet ediliyordu. Kendisi imamın kıraatini işit­tiği halde yemeğini yemedikçe namaza kalkmazdı,1 demiştir.

Buhâri ve Müslim’in rivayet ettikleri E n e s (Ra­dıyallâhü anh) in hadisi el-Ir âk î’nin kavlini teyid eder. Şu halde hadislerdeki hüküm, hazırlanıp henüz adamın önüne konma­mış olan yemek hakkında değildir.

Hadislerde namaz kelimesi mutlak olarak geçmiştir. İbn-i Dakik i’l-İyd: ‘Namaz kelimesi akşam namazı ile yorumlan-malıdır. Çünkü bir rivayette akşam namazı tâbiri kullanılmıştır. Baş­ka bir sahih rivayette de :

«Biriniz oruçlu iken akşam yemeği konduğu zaman…» buyurul-makla namazdan maksadın akşam namazı olduğu belirtilmiş oluyor.’ demiştir.

El-Fâkihâni ise : ‘Hadîsteki namaz kelimesi umumi mâ­nâda kabul edilmelidir. Çünkü önce yemek yemenin hikmeti, aç kar­nına namaza durulduğunda zihnin yemekle meşgul olması ve ibâ­dette arzulanan huşû’un terkedilmesi endişesidir. Bu endişe akşam namazına münhasır değildir. Bir rivayette akşam namazının zikre­dilmesi bu hükmün ona münhasır olduğunu gerektirmez. Zira oruç­lu olmadığı halde çok acıkmış olan kişi icabında oruçlu kimseden daha fazla yemeğe iştiyakli olabilir, demiştir.

El-Hâfız İbn-i Haceri-l’Askalani el-Fethü-1’Bâ-ri’de bu iki kavli naklettikten sonra: ‘Yemeğin namazdan önceye alınması sebebine bakılarak ve acıkmış kişiyi oruçluya ve Öğle ye­meğini akşam yemeğine kıyaslamak suretiyle hadiste geçen namaz kelimesini umumî mânâya yorumlamak mümkündür. Fakat vârid olan lafza nazaran umumî mânâya yorumlanamaz,’ demiştir.»

Tirmizi, Enes (Radıyallâhü anh)’in hadisini rivayet et­tikten sonra söyle der:

‘Enes (Radıyallâhü anh)’in hadîsi hasen – sahihtir. E b û Bekir, Ömer, Ibn-i Ömer ve diğer bâzı sahâbiler (Ra-dıyallâhü anhüm)’ün ameli bu hadîse göredir. Ahmed ve ts-h a k da bununla hükmederek; cemaatı kaçırsa bile kişi önce ak­şam yemeğini yer, demişlerdir. Ben e 1 – C â r û d ‘ den işittim ken­disi V e k i’ den işittiğine göre V e k î’ bu hadis hakkında : Eğer yemeğin bozulmasından korkarsa kişi önce yemek yer, demiştir. Fa­kat sahâbilerin ve başkalarının yukarıda geçen kavli uygulanma­ya şayandır. Bu âlimlerin maksadı, kişinin kalbi bir şey ile meşgul iken namaza durmamasıdır. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’-den rivayet edildiğine göre :

«İçimizde bir şey var iken namaza durmayız», demiştir.’ El-Menhel yazarı; ‘Abdesti dar iken adam namaza durur mu?’ babında rivayet olunan  i ş e (Radıyallâhü anhâJ’nin mezkûr hadisini açıklarken aşağıdaki bilgiyi vermiştir:

“Hadisten maksat konmuş olan yemekle kalbi meşgul olan kişi­nin Önce yemek ihtiyacını gidermeden farz bile olsa namaza durma­masıdır. Bu halde namaza durmak Cumhur’a göre tenzihen mekruh­tur. Zahirîye mezhebine mensup âlimler, İbn-i Hazm, Ebû Sevr ve bir cemaata göre bu halde namaza durmak ha­ramdır. Kılınan namaz da bâtıldır.

Hazırlanmış ve hemen adamın önüne konabilecek durumdaki ye­meğin hükmü, konmuş olan yemeğin hükmü gibidir.

Namazdan önce yemeğe oturma hükmü, namaz vaktinin geniş olması kaydına bağlıdır. Eğer yemeğe oturulduğu takdirde namaz vaktinin çıkmasından korkulursa, kişinin önce namaz kılması vâcib-tir. Cumhurun kavli budur. Çünkü B a ğ â v i’ nin Şerhü’s-Sünne’-de ve Ebû D â v û d ‘ un rivayet ettikleri C â b i r (Radıyal­lâhü anh)’in hadîsine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

= «Namaz ne yemek için ne de başka şey için tehir edilemez.» buyurmuştur.

İbnü-Melek, Câbir (Radıyallâhü anh) ‘in hadisini şöy­le yorumlamıştır : ‘Adam pek acıkmamışsa veya vakit daralmış olup namazın kazaya kalması korkusu varsa önce namaz kılınır, namaz tehir edilemez.’

Kalbi meşgul eden ve huşûu gideren engeller yemek hükmünde­dir. Önce meşguliyetler giderilmeli, sonra namaza durulmalıdır. [200]

35 – Yağışlı Gecede Cemâat (A Gitmemek) Babı

936) Ebü’l-Melih [201] (Radıyallâhü aııh)’âen rivayet edildiğine yö­re şöyle demiştir :

Ben yağışlı bir gece (cemaatla namaz kılmak için evden) çıktım. Sonra (namazdan) dönünce evin kapısını açtırmak istedim. Babam (Üsâme bin Ümeyr) :

— Kim O? dedi. Ben :

— Ebü’l-Meh’h’dir, dedim. Babam:

— Vallahi iyi bilirim ki, Hudeybiye[202] günü biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber idik Ayakkabılarımızın alt­larını ıslatmayan bir yağmur yağdı. Bunun üzerine Resulü il ah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)’in müezzini «Namazınızı olduğunuz yerlerde kılınız!» diye bağırdı, dedi. [203]

İzahı

Ebû Dâvûd, el-Hâkim ve Beyhaki, bu hadîs metninin, Üsâme’ye ait olan parçasının benzerini rivayet et­mişlerdir. Ebû Dâvûd’un rivayeti meâlen şöyledir :

“Ebü’I-Melih’in, babasından rivayet ettiğine göre babası, Cuma gününe rastlayan Hudeybiye zamanında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bulunmuş, ayakkabılarının altını ıslatmayan bir yağmur yağmış ve bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onların oldukları yerlerde namaz kılmalarını emretmiş­tir.”

Ebû Dâvûd’un bu hadîsi «Yağışlı günde Cuma namazı» babında rivayet ettiğinden bu hadisi yağışlı günde Cuma namazına gitmemenin câizliğine delil gösterdiği sanılıyor. El-Menhel yazarının dediği gibi, hadîs yağışın Cuma namazına gitmemek için bir maze­ret olduğunu belirtmez. Çünkü hadiste söz konusu edilen olay Cuma günü sabah veya ikindi namazında olmuş olabilir. Olayın Cuma gü­nü öğle namazı vaktinde vuku bulduğu kabul edilse bile yine tam delil olamaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in se­ferde Cuma namazını kıldırdığı sıhhatli bir şekilde sabit değildir. Bu hususta yalnız Onun Batnü’l-Vâdî’de Cuma namazını kıldırdığına dâir siyer ehlinin ve İbn-i S a’ d ‘ in rivayeti vardır.

Hadisin : «Ayakkabılarımızın altlarını ıslatmayan yağmur…» ifâ­desi yağmurun az yağdığından kinayedir.

Rihâl: Rahl’ın çoğuludur. Rahl: Konak, mesken ve kalınan yer demektir.

Niâl: Na’l’ın çoğuludur. Na’l: Ayakkabı, nal, çökek ve gevşek ol­mayan kaba arazi gibi mânâlara gelir. Tercemede ayakkabı olarak mânâlandırdık. Bâzı âlimler sert arazî diye yorumlamışlardır. Çün­kü az yağış sert arazinin üzerinden akıp aşağılarını ıslatıverir. Fa­kat gevşek arazi suyu emerek ileriye doğru akmasını engeller. An­cak bol yağış hâlinde akıntı olabilir. Niâl kelimesi sert arazi anlamın­da yorumlandığında yine az yağıştan kinaye olmuş olur.

Bir Hâl Tercemesi

Hadisin râvisi Üsâme bin Ümeyr bin Âmir el-Hüzelî el-Basrî’nin sahâbi ol­duğu Buhârî tarafından ifade edilmiştir. Sünen sahipleri, Ahmed, Ebû Avane, İbn-i Hibbân ve el-Hâkim kendi sahihlerinde onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. El-îsâbe’de bildirildiğine göre Halîfe, Üsâme’nin Basra’da ikamet ettiğini ve oğlu Ebül-Melih’ten başka râvisinin bulunmadığını söylemiştir. El-Hulâsa’da Üsâme’nin sahâbi olduğu ve 7 hadîsinin bulunduğu beyan edilmiştir. (El-Menhel C : 1, Sn. 207)

937) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaüâhü anhümâ)’den rivayet edil­diğine göre şöyle söylemiştir :

Yağışlı gecede veya rüzgârlı soğuk gecede Resûlullah (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem)’in müezzini: Olduğunuz yerlerde namaz kılı­nız, diye bağırırdı. [204]

İzahı

Bu hadisi Buhar i, Müslim ve Ebû Dâvûd ben­zer lâfızlarla ve müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir. Bâzı riva­yetlerde sefer kaydı mevcuttur. Bâzılarında ise bu kayıt yoktur. B u h â r i’ nin rivayeti meâlen şöyledir :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seferde iken soğuk ve­ya yağmurlu gecede müezzine, ezan okumasını ve ardından da : Ha­beriniz olsun! Namazlarınızı olduğunuz yerlerde kılınız, diye bağır­masını emrederdi.”

Ebû Dâvûd1 un bir rivayeti B u h â r i’ nin yukardaki rivayetinin aynısıdır, denilebilir. Diğer bir rivayetinde ise sefer kay­dı yoktur.

El-Menhel yazarı : Sefer kaydı bulunmayan rivayet, sefer kaydı bulunan rivayet gibi yorumlanır, demiştir.

938) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’âan rivayet edil­diğine göre şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) yağışlı bir Cuma günü buyurdu ki:

«Olduğunuz yerlerde namaz kılınız.»*’

939) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivayet edil­diğine göre :

Kendisi, yağışlı bir Cuma günü müezzine ezan okumasını em­retti. Müezzin de Allahu ekber, AUahu ekber, eşhedü enlâilâhe illal­lah, eşhedü enne Muhammede’r-Resûlullah…, diyerek ezan okumaya başladı. Müezzin Eşhedü enne Muhammede’r-Resüluilah dedikten son­ra İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ), müezzine:

(Hayye ale’s-Salâh yerine) halka çağrıda bulun. Evlerinde namaz kılsınlar, dedi. Bunun üzerine halk İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’a:

Nedir şu senin yaptığın?, dediler. Kendisi:

“Benden (çok) hayırlı olan bir zat şüphesiz bunu yaptı. —Bu­nunla Peygamber Efendimizi kasdetmiştir. — Sen halkı evlerinden çıkartıp dizlerine kadar çamura batmış olarak yanıma gelmelerini bana emrediyorsun” dedi. [205]

İzahı

Bu hadîsi Buhâri ve Ebû Dâvûd da az lâfız far­kıyla rivayet etmişlerdir. Buhâri’ nin rivayeti meâlen şöyledir : “İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)’dan rivayet edildiğine

göre :

Kendisi, çamurlu bir günde halka (Cuma) hutbe (sini) okuyaca­ğı sırada müezzin, Hayye ales-Salâha gelince •. «Na­maz evlerde (kılınacaktır) diye çağrıda bulunmasını müezzine emret­miş bunun üzerine halk (bu sözden) hoşlanmamış gibi yekdiğerine bakmışlar. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) demiş ki:

— Galiba siz bunu tasvib etmediniz. Şüphesiz bunu benden (çok) hayırlı olan bir zat yapmıştır. — Bununla Peygamber Efendimizi kas-d et mistir’ — Şüphesiz Cuma namazı farz olan bir şeydir. Ben ise sizleri (yerlerinizden) çıkarmak istemedim.»

Ebû Davud’un rivayetine göre İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anh), müezzine ‘Hayye ale’s-Salâh’ cümlesini okumamasını ve onun yerine ‘Evlerinizde namaz kılınız’ mânâsını ifâde eden; cümlesini okumasını emretmiştir.

Sürtenimizde bu hususta bir sarahat yoktur.

B u h â r i’ nin îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ ‘den olan rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin ezan bittik­ten sonra:

-Bulunduğunuz yerlerde namaz kılınız» çağrısında bulunmayı müezzine emrettiği açıklanmıştır.

Sindi, Süneni m izdeki îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’m rivayetini Ebû D â v û d’ daki rivayeti gibi yorumla­mıştır. Yâni ‘Hayye ale’s-Salâh’ cümlesi yerine mezkûr cümlenin okun­ması emredilmiştir, diye yorumlamıştır.

El Menhel yazan şöyle der:

«Her ezanda *Hayye ale’s-Salâh ve Hayye ale’l-Feîâh’ cümleleri­nin bulunduğu hususunda âlimler müttefiktirler. B u h â r î ve Ebû Davud’un tbn-i Ömer (Radıyallâhü anhl’den ri­vayet ettikleri hadîste ezandan sonra bu cümlenin okunmasının Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından emredildiği açıkça bildirilmiştir. Kuvvetli olanı da budur. Şu halde îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in ‘Hayye ale’s-Salâh’ yerine mezkûr cümleyi okutması onun bir içtihadı olsa gerektir. Kendisinin:

«Benden (çok) hayırlı olan bir zat bunu yapmıştır.» derken ‘Hay­ye ale’s-Salâh1 cümlesi yerine mezkûr cümleyi okuma hususunu kas-detmemiş, yağışlı günde halkın Cuma namazına gitmemeleri ve ev­lerinde namaz kılmaları için çağrıda bulunmayı kasdetmiştir.

N e v e v i: ‘Evlerinizde namaz kılınız.’ cümlesi, namazın içinde söylenir, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadisine göre na­mazdan sonra söylenir. Şafiî’ nin açıkça belirttiği gibi iki şe­kil de caizdir. Lâkin ezan düzeninin korunması bakımından bu cüm­lenin ezandan sonra okunması daha güzeldir, demiştir.’

El-Ayni, Buhârî üzerindeki şerhinde N e v e v i’ nin sözünü naklettikten sonra : ‘Ben derim ki: îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsi ezan yoluyla değildir. Görüldüğü gibi İbn-i Abbâs müezzine : Hayye ale’s-Salâh deme; = «Ev­lerinizde namaz kılınız» söyle, demiştir. İbn-i Abbâs (Radı­yallâhü anh)’m maksadı yağış mazereti dolayısıyla kolaylık sağlan­dığının halka bildirilmesidir. Çünkü İbn-i Ömer (Radıyal­lâhü anh) ‘in B u h â r i’ deki rivayeti ye Ebû Hüreyre’ nin îbn-i A d i y y el-Kâmil’inde tahric ettiği hadîslerinde müezzi­nin ‘Sallû fî büyutiküm» veya ‘Sallû fi rihâliküm’ Sözünün ezan bit­tikten sonra söyleneceği belirtilmiştir,’ demiştir.

Bu bâbta rivayet edilen hadîsler soğuk rüzgâr ve yağışın Cuma namazına ve vakit namazının cemaatına gitmemek için meşru ma­zeret olduklarına delâlet ederler. Bu hususta âlimler arasında ihtilâf

vardır:

1 – Hanefi mezhebine göre çok yağmur, fazla çamur ve şiddetli soğuk Cuma ve cemaata gitmemek için meşru mazeretlerdir. Şiddetli karanlık da böyledir. Fakat rüzgâr mazeret değildir. Ancak şiddetli rüzgâr geceleyin mazeret sayılır.

2 – Şâfiîler’e göre şiddetli yağmur veya şiddetli soğuk gece olsun, gündüz olsun cemaata gitmemek için meşru mazerettir. Sahîh kavle göre çamur da böyledir. Elbiseyi ıslatacak durumdaki kar da mazerettir. Şiddetli sıcaklık da böyledir. Rüzgâr mazeret de­ğildir. Ancak geceleyin esen soğuk rüzgâr da mazeret sayılır. Ce­maata gitmemek için mazeret sayılan şeyler Cuma namazı için de mazeret sayılır.

3 – Mâlikîler’e göre şiddetli yağmur ve fazla çamur Cuma ve cemaata gitmemek için mazerettir.

4 – Hanbelîler’e göre karanlık gecede esen soğuk rüz­gâr şiddetli olmasa bile cemaata gitmemek için mazerettir. Keza yağ­mur- veya çamur kişiye eziyet veriyorsa Cuma ve cemaata gitmemek için mazeret sayılır. [206]

36 – Namaza Duranın Sütresi Babı

940) Musa bin Talha’nın babası (Talha bin Ubeydillah) (49) (Radı-yallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Fiz namaza dururduk. (Bu esnada) hayvanlar da önümüzden ge­çerdi. Bu durum Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’e anlatıl­dı. Bunun üzerine O:

«Birinizin önünde semerin arka kaşı gibi bir şey olsun. Artık önünden geçen ona zarar vermez.» buyurdu. [207]

İzahı

Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da bunu ben­zer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Tirmizî, bunun hasen – sa-hîh olduğunu söylemiştir.

Mu’hiretü’r-Rahl: Semerin arka kaşıdır Binici ona dayanır. Mu’-hara ve Muahhara da okunabilir. El-Menhel’de beyan edildiğine gö­re semerin arka kaşının uzunluğu hususunda ihtilâf vardır. Bir arşın kadar olduğunu söyleyen vardır. Meşhur kavle göre 2/3 arşın kadar­dır. Bir arşın veya daha uzun olabildiğini söyleyenler de olmuştur. [208]

Sütre Ne Kadar Olmalıdır?

El-Menhel yazan «Sütre» babında şöyle der: «Fıkıhçılar sütrenin kalınlığı ve uzunluğunun ne kadar olması­nın gerekliliği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1 – N e v e v i: ‘Sütrenin uzunluğunun semerin arka kaşı ka­dar olması esastır. Kalınlığı hakkında bağlayıcı bir hüküm yoktur, Bize (=Şâf i! ler’e) göre kalını da incesi de kâfidir. Delilimiz de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ’ın Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellemi’den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:

(49) Cennetle müjdelenen on sahâbiden birisidir. Fazileti ve hâl tercemesi mukaddimenin 125 -128 nolu hadisler bahsinde geçmiştir. Oğlu Musa ise sıka ve seçkin bir tabiidir. Hadisleri çoktur.

«Kıl kadar ince olsa bile semerin arka kaşı misli olan sütre kâ­fidir.» (Nevevî başka hadîsi de delil göstermiştir. Buraya ak­tarmaya gerek görmedim.)

2 – Hanbelîler de Şâfiîler gibi hükmetmişlerdir.

3 – Hanefiler’e göre sütrenin uzunluğu bir arşm, kalın­lığı da bir parmak kadar olacaktır.

Mâlikiler’e göre uzunluğu bir arşm, kalınlığı da bir mız­rak gibi olacaktır. Bu mızraktan küçük olan sütre ile mendupluk ha­sıl olmaz.

Hadisin : «Artık önünden geçen ona zarar vermez.» cümlesinden kasdedilen mânâ şudur : ‘Anlatılan sütre bulununca sütrenin önün­den geçenler namaza duran şahsın namaz sevabından bir şey eksilt­mez.1 Namaza duran şahıs ile sütresi arasından geçmek ise yasaktır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sütreye doğru duranın sevabının, sütrenin ilerisinden geçenlerle eksilmiyeceğini haber ver­miştir. Çünkü kişi namazda olduğunu bildiren muteber işareti koy­muştur.

Hadîsteki zarar ifâdesi ile namazın eksikliği kasdedilmiştir. Şu halde sütre koymadan kırda, çölde ve önü açık olan bir yerde nama­za durulduğunda, önünden bir şeyin geçmesi namazın sevabını ek­siltir. [209]

Sütrenin Hükmü

Sütreye doğru namaz kılmak dört mezhebin ittifakıyla mendub-tur. İmam ve münferid için hüküm budur. İmamın sütresi, cemâat için de geçerlidir. Sütreyi terketmek günah değildir. Hanefi, Mâliki ve Hanbelî mezheblerine göre sütre, duvar, di­rek ve kaya gibi taşınmaz eşyadan olabildiği gibi, taşınır eşyadan da olabilir. Şafiî mezhebine göre sütreler değer bakımından dört kısma ayrılır. Bir sıradaki sütrenin ittihaz edilmesi mümkün iken bir sonraki sırada olan sütreyi ittihaz etmek muteber değildir. Yâni süt­reye doğru durulmamış sayılır. O kısımlar sırayla şöyledir -.

1 – Duvarlar ve sütunlar gibi taşınmaz ve temiz şeyler.

2 – Yere dikilen harbe, baston gibi taşınır şeyler.

3 – Üzerinde namaz kılınan seccade ve benzeri şeyler. Sergi mescidin mefruşatından olursa sütre sayılamaz. Yâni mescid içinde serili herhangi bir seccade ve benzeri yaygı üzerinde namaza dur­makla sütre ittihaz edilmiş sayılamaz.

4 – Yere çizilen çizgi.Sütrenin şartları ve bununla ilgili meseleleri öğrenmek için fıkıh kitablarına müracaat edilmesi gerekir.

941) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivayet edildi­ğine göre şöyle söylemiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için seferde bir harbe çıkarılırdı. O, (namaz kılmak istediği zaman) harbeyi yere dikerek ona doğru namaz kılardı. [210]

İzahı

Buhârî, Müslim, Nesâî ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Buhârî, Müslim ve Ebû D â v û d ‘ un rivayet ettikleri metin meâlen şöyledir .

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram günü (nama­za) çıktığı zaman harbenin getirilmesini emrederdi. Harbe Onun önü­ne dikilirdi. Kendisi ona doğru namaz kılar, halk da arkasında na­maza dururlardı. O, seferde de bunu yapardı…»

Harbe: Geniş demirli küçük mızraktır. Geniş hançer ve demir kısmı geniş ölen süngüye de denir.

El-Menhel yazan şöyle der:

-Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta nama­za durmak istediği zaman bulunduğu yerde duvar ve benzerî bir şey olmadığı takdirde beraberinde götürülen harbeyi önünde yere dike­rek ona doğru namaz kılardı. Halk da O’nun arkasında namaza du­rurlardı.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in önüne diktiği har­be bir rivayete göre N e c â ş î’ nin O’na hediye ettiği harbedir. Bir kavle göre müşriklerden U h u d savaşında öldürülen bir şah­sa âit idi. Zübeyr bin el-Avvâm (Radıyallâhü anh) savaşta müşriki öldürünce harbesini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e sunmuştur. Birinci rivayet Sa’d el-Kurazî (Radıyallâhü anh) ‘ye aittir. İkincisi e 1 – L e y s tarikiyle rivayet edilmiştir, îki rivayetin arasını bulmak mümkündür: îlk harbe Uhud savaşından kalmadır. İkincisi N e c â ş i’ nin hediyesidir, denile­bilir. [211]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Namaz için sütre ittihazı meşrudur.

2 – Zararları defetmek için siiâh bulundurmak meşrudur Özel­likle yolculukta silâh bulundurulmalıdır.

942) Aişe (Radıyallâhü ankâ)’den rivayet edildiğine göre şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bir hasırı vardı. Gün­düz yere serilirdi. Peygamber (Aleyhi’s-Selâm) geceleyin de o hasın hücre gibi yaparak ona doğru namaz kılardı.”

943) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) jöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz namaza durmak istediği zaman (duvar gibi) bir şeye doğru dursun. Eğer bulamazsa yere bir asâ diksin. Şayet (bunu da) bulamazsa bir çizgi çizsin. Artık önünden geçen şeyler ona zarar ver­mez. [212]

İzahı

Bu hadîsi Ebü Dâvûd, Ahmed, İbn-i Hibbân ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı hadisin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der:

«Yâni kişi namaza durmak istediği zaman duvar, direk, ağaç gi­bi bir şeye doğru durup namaz kılsın. Sütre edineceği şeyin, en az semerin arka kaşı kadar olması gerekir. Şayet böyle bir şey bula­mazsa önündeki yere asayı diksin. Hadîsin zahirine göre asanın in-cesiyle kalını arasında bir fark yoktur.

Şayet asâ, baston ve harbe gibi bir şeyi bulamazsa yere bir çiz­gi çizsin.

Şafiî’ nin kadim kavli ile A h m e d ‘ e göre sütreye el­verişli hiç bir şey bulunmadığı takdirde çizgi çizilmelidir. Hane-f î 1 e r’ in de bir kavli böyledir.

Mâl ikil er, Hanefîler’in ekserisi ve cedid kavline göre Şafiî çizginin sütre olamıyacağına hükmetmişlerdir. Ge­rekçeyi de şöyle belirtmişlerdir: Sütre’den maksat kişinin namazda olduğunu bildirmektir. Çizgi bu bilgiyi vermez. Çizgi çizilmesini emreden bu hadîsin muztarib olduğunu söylemişlerdir. î b n – i Uyeyne, Bağavî, Şafiî ve başkaları da hadîsi zayıf saymışlardır. Lâkin N e v e v î şöyle demiştir :

‘Seçkin görüş çizgi çizilmesinin müstahablığıdır. Çünkü bu husus­ta sabit bir hadîs yok ise de çizgi çizmekle namaza duran kişi için bir sınır hâsıl olmuş olur. Amellerin faziletleri hakkındaki zayıf ha­dîsle amel edilmesine âlimler ittifak etmişlerdir. Helâl ve haram ko­nusunda zayıf hadîsle amel edilmez. Hat çizmek ise bilindiği gibi amellerin fazileti ile ilgilidir. Çizginin çizilişine gelince; en uygun şe­kil çizginin namaza duran kişinin yanından kıble doğrultusunda çi­zilmesidir. Çizgi çizmenin müstahablığına hükmeden âlimler arasın­da Kadı Ebû Hâmid el-Mervezî, Şeyh Ebû Hâmid, Kadı Ebü’t-Tay y i b ve Bendenici de bulunur. B e y h a k î ve başkası da buna temayül göstermişler­dir.»

Hadîsin : «Artık onun önünden geçen şeyler ona zarar vermez.»

cümlesinin bir benzeri 940 nolu hadîste geçmiş ve gerekli açıklama orada yapılmıştı. [213]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Namaza durulduğunda sütre edinmek meşrudur.

2 – Sütre elverişli olan çeşitli şeylerden olabilir.

3 – Sütre edinmekte hadîsteki sıra takibi gerekir. Yâni önce­likle duvar ve benzeri taşınmaz şeyler sütre edinilir. Böyle bir şey yoksa asâ ve benzeri bir şey sütre edilir. O da yoksa çizgi çizilir.

Bâzı âlimler seccade sermeyi çizgi çizmeye kıyaslamışlar ve na­maza durulduğu belirtisi olarak seccadenin çizgiden üstün olduğu­nu söylemiştir. [214]

37 – Namaz Kılanın Önünden Geçmek Babı

944) Büsr bin Saîd (Radtyallâhü anhümâyden rivayet edildiğine gö­re demiştir kî:

Namaz kılanın önünden geçmenin hükmünü sormam İçin beni Zeyd bin Halid (Radıyallâhü anh)’m yanma gönderdiler. (Ben de gi­dip sordum.) Bunun üzerine Zeyd (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî’in şöyle buyurduğunu bana haber verdi:

«Kişinin kırk (zaman) yerinde beklemesi (zahmeti), namaz kı­lanın önünden geçmesi (günahın) dan onun için daha hayırlıdır.»

(Râvi) Süfyan demiştir ki: «Kırk yıl mı, kırk ay mı, kırk sabah mı, kırk saat mı? bilmiyorum.”

945) Büsr bin Saîd (Radtyallâhü anhümâ)’âen rivayet edildiğine gö­re Zeyd bin Hâlid (Radtyallâhü anh) (kendisini) Ebû Cüheym el-Ensârî (Ra­dtyallâhü anh)’m yanma göndererek :

Namaza duran şahsın önünden geçen adam (m girdiği günah) hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’den ne işittin? diye sordurmuş. Ebû Cüheym (Radıyallâhü anh) de: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den şöyle buyurduğunu işittim, demiş tir:

«Sizden birisi, din kardeşi namaz kılarken onun önünden geç­mesi sebebiyle kendisi için ne (kadar günah) bulunduğunu bilsey­di, şüphesiz kırk (zaman) beklemesi (zahmeti), kendisinin geçmesin­den (dolayı) yüklendiği günahtan) daha hayırlı olurdu.»

Râvi demiştir ki: «Kırk yıl mı, kırk ay mı, kırk gün mü? bilmiyorum. [215]

İzahı

Ebû Cüheym (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepisi, Mâlik ve Beyhakî rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde bulunan az lâfız farkı, mânâya tesir etmez.

«Kırk yıl mı, kırk ay mı, kırk gün mü? bilmiyorum.» diyerek te­reddüd eden râvinin Ebü’n-Nadr olduğu Müslim ve Ebû Davud’un rivayetlerinde belirtilmiştir. Şu halde Ebü’n-Nadr şunu demek istemiştir: Bana bu hadîsi rivayet eden Büsr bin S a î d ‘ in : «Kırk yıl mı, kırk ay mı, kırk gün mü?» dediğini bilemiyeceğim. Şu halde B ü s r, tereddütsüz ve kesin olarak bek­leme süresini bildirmiş, fakat Ebü’n-Nadr hadisi rivayet ederken süreyi kesin olarak hatırlayamamıştır.

Buhârî, Müslim ve Ebû Dav ûd, bu hadîsi, Mâlik bin Enes vâsıtası ile Ebü’n-Nadr’ dan riva­yet etmişlerdir. Bunların şerhlerinde beyân edildiğine göre Ebü’n- N ad r’ in mezkûr tereddüdünü Mâlik bin Enes nak-letmiştir.

Sünenirnizin ilk hadisinde ise tereddüt eden râvinin S ü f y â n bin Üyeyne olduğu belirtilmiş, ikinci rivayette ise mütereddit râvi belirtilmemiştir. Tereddüdün E b ü’n-N a d r1 dan S ü f -y â n ‘ a geçtiği kuvvetle muhtemeldir.

Hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Namaz kılan kimsenin önün­den geçen kişi, bunun ne derece günah olduğunu bilse 40 yıl orada bekleme zahmetine katlanmayı geçme vebalini yüklenmeye tercih eder.

Geçmenin yasak olduğu yerin tahdidinde ihtilâf vardır. Bir kav­le göre bu yer namaza duran kişi ile secde edeceği yer arasındaki mesafedir. Diğer bir kavle göre kişinin durduğu yerden itibaren kıb­leye doğru 3 arşınlık mesafedir. Başka kaviller de vardır. Birinci gö­rüş kuvvetlidir.

Kirmanı’ nin beyânına göre 40 sayısının esas alınmasının gerçek hikmetini ancak Allah bilir, denmekle beraber şöyle bir hik­met gösterilebilir; İpsanın nutfeden itibaren ana rahminde geçirdi­ği tavırların her birisi 40 sayısına bağlıdır. (Yâni 40 gün nutfe, 40 gün kan pıhtısı, 40 gün bir çiğdem et hâlinde gelişmeye devam eder.)

Âlimlerin çoğu 40 sayısının çok zamandan kinaye olduğu ihti­malini kuvvetli gördüğünden bu sayısının anılması yolunda hikmet araştırmamışlardır. Nitekim bundan sonra gelen Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’nin hadîsinde 40 yıl ifâdesi yerine 100 yıl ifâdesi buyurulmuştur.

Hadis, namaz kılanın önünden geçmenin çirkin ve haram oldu­ğuna delâlet eder. Hadîsin zahirine göre farz namaz ile nafile na­maz arasında bir fark yoktur. Nevevi: Hadîs, geçmenin haram-lığına delâlet eder. Çünkü hadisin anlamında te’kidli yasaklama ve şiddetli azab varlığı ihtar ediliyor, demiştir. [216]

Namaz Kılanın Önünden Geçmenin Dört Mezhebe Göre Hükmü

1 – Hanefi ve Mâliki mezheblerine göre namaza du­ran kişi sütre edinmemiş olsa bile onun önünden geçmek haramdır. Keza başkasının geçtiği yerde sütresiz olarak namaza durmakla hal­kın namazın önünden geçişine sebebiyet vermek de haramdır. Böy­le bir yerde namaza duran kişinin önünden geçen olursa hem geçen adam hem de namaza duran kişi günah işlemiş olur. Şayet önünden geçen olmazsa orada namaza durmakla günah işlemiş olmaz. Çünkü sütre edinilmesi aslında vacip değildir. Kişi halkın geçtiği yerde na­maza dursa ve önünden geçen kimselerin başka yerden geçmeleri mümkün ise iki taraf da günaha girer. Şayet tenha bir yerde nama­za durulsa, fakat onun önünden geçmekten başka bir çâre yoksa, bu takdirde geçilirse, taraflar günaha girmiş olmazlar. Taraflardan birisi kusurlu olursa, o günaha girer. Kusursuz olan için günah yok­tur.

2 – Şâfiîler’e göre; şartlarına uygun olarak sütre edine­rek namaza duran kişinin önünden geçmek haramdır. Aksi takdir­de geçmek, ne haram ne de mekruhtur. Bununla beraber geçmemek daha uygundur. Şu halde namaza duran kişi, sütre edinmediği za­man, onun önünden geçen olursa, taraflar için günah yoktur. Bu­nunla beraber halkın geçeceği yerde namaza durmak mekruhtur. Önünden geçen olsun olmasın, durmakla kerahet işlemiş olur.

3 – Hanbeliier’e göre başkasının geçmek ihtiyacını duy­duğu yerde kişinin namaza durması mekruhtur. Onun önünden ge­çen olsun olmasın kerahet vardır. Namaza duranın önünden geçene gelince; Eğer başka bir yoldan geçmek mümkün olduğu halde namaz kılanın önünden geçerse günah işlemiş olur. Aksi halde günah yok­tur.

Üç Hâl Tercemesi
1 – Ebû Cüheym Abdullah bin Haris bin Sımmet el-Ensâri. sahâbidir. Bu-hârl ve Müslim iki hadîsini ittifakla rivayet etmişlerdir. Râvileri Bişr bin Said el-Hadremi, Bişr’in kardeşi Müslim bin Said, îbn-i Abbas’ın mevlâsı Ümeyr ve Meymune’nin mevlâsı Abdullah (Radıyallâhü anhüm)’dür. Kütüb-i Sitte sahih­lerinin hepisi onun hadislerini rivayet etmişlerdir.(El-Menhel cild 3, sahife 169)

2 – Zeyd bin Hâlid el-Cüheni el-Medenî’nin künyesi Ebû Abdirrahman veya Ebû Talha’dır. Sahabîlerin meşhurlarından ve büyüklerindendir. Hudeybiye safa­rinde Peygamber (S-A.V.)’in beraberinde bulunmuş, Mekke fethinde Cüheyne ka-bîlesinin sancaktarlığmı yapmıştır. Cüheyne bin Zeyd, o kabilenin babasıdır. Sek-senbir hadîsi vardır. Buharı ile Müslim beş hadîsini müttefikan rivayet etmişler­dir. Râvileri Münbais’in mevlâsı Yezîd, Abdurrahman bin Ebî ömre, îbn-i Mü-seyyeb ve başkalarıdır. Hicretin yetmiş sekizinci yılı Kûfe’de vefat etmiştir. Me­dine’de vefat ettiğini söyliyenler de vardır. Ebü Dâvûd, Nesâî, Tirmizi ve İbn-i Mâ-ceh, onun hadislerini rivayet etmişlerdir. <E1-Menhel cild 1. sahife 171)

3 – Büsr bin Saîd el-Âbid el-Medenı, sıka bir tabiîdir. Ebû Hüreyre, Os­man, Ebû Said, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Zeyd bin Hâlid ve başka sahâbiler (Radıyal­lâhü anhümVden rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Ebü’n-Nadr Salim bin Ümeyye, Muhammed bin îbrâhîm, Ya’kub bin el-Eşecc, Ebû Seleme bin Abdirrah­man ve başkaları rivayette bulunmuştur. îbn-İ Maîn, Nesâî, İçli ve tbn-i Sa’d, onun sıka olduğuna şahadet edenlerdendirler. Hicrî 100. yılda vefat etmiştir. Ktitüb-İ Sit­te sahibleri, onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel Cild 5, sahife 94)

946) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Her hangi biriniz (din) kardeşi namazdayken önünden aykırı* geçmekte ne kadar günahı yüklendiğini bilse, yüz yıl yerinde durma­sı, attığı adımdan, şüphesiz daha hayırlı olur.»”

Not: Zevâid’de : Hadîsin isnadı hakkında söylenti vardır. Çünkü râvi Ubey-dullah bin Abdirrahman’m amcasının adı Ubeydullah bin Abdillah’tır. Ahmed bin Hanbel, Onun hadîslerinin münker olduğunu söylemiştir. Fakat îbn-i Hibbân; Onun hadislerinin zayıflığının, oğlunun kendisinden rivayet ettiği hadîslere mahsus ol­duğunu söylemiştir, denilmiştir. [217]

İzahı

Tirmizi’ nin şerhi Tuhf e’de beyân edildiğine göre bu hadîsi İbn-i Hibbân da rivayet etmiştir.

El-Hâfız İbn-i Hacer, el-Fetih’te bu hadisin İbn-i Mâceh ve îbn-i Hibbân tarafından rivayet edildiğini söyledikten sonra: Bu hadiste 100 yıl beklemenin namaza duranın önünden geçmekten daha hayırlı olduğunun bildirilmesi, diğer ha­dîslerde beyan edilen 40 yıl bekleme tâbirinin işin önemini ve tehli­kesini belirtmek için olduğuna delâlet eder, demiştir. Yâni 40 sayısı bir özelliği taşıdığından dolayı değil, uzun süreyi ifâde için kullanıl­mıştır.

Hadîs namaz kılanın önünden geçmenin büyük bir günah oldu­ğuna delâlet eder.

E I – H â f ı z , Süyutî: Namaza duranın önünden geç­mekten maksat kendisiyle kıble arasında ve sağ tarafından sol ta­rafına veya sol tarafından sağ tarafına geçmektir. (Tercemede bu geçişi aykırı kelimesiyle ifâde ettim. Hadîste bu mânâyı ‘m ut ar iz1 ke­limesi ifâde etti.) Adam namaz kılanın önünden kıbleye doğru ileri­ye yürüyecek olursa yasak bir geçiş yapmış sayılmaz, demiştir.

El-Hâfız Ibn-i Hacer, el-Fetih’te: Hadisin zahirine göre yasaklık namaza duranın önünden geçene mahsustur. Kasden onun önünde duran veya oturan yahut uzanan kimse günaha girmiş sayılmaz. Lâkin namaz kılanın önünden geçmenin yasaklanmasının sebebi onu şaşırtmak ise anılan hareketler de aynı sakıncayı taşıdı­ğı için bunların da yasaklığı hükmü çıkarılır, demiştir.

Namaza duranın önünden geçmenin büyük vebal olduğuna de­lâlet eden başka hadisler de vardır. Bunları buraya aktarmaya lüzum görmedim. [218]

38 – (Namaz Kılanın Önünden Geçmekle) Namazı Kesen Şeyler Babı

947) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyattâhü anhütnâ)’dan; Şöyle de-mİştİr :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Arafe’de (imam ola­rak) namaz kılıyordu. Bu esnada ben ve el-Fadl (bin Abbâs) (Radı-yallâhü anhümâ) bir dişi merkebe binmiş olarak oraya gelerek (bi­rinci) saffın bir kısmının önünden geçtikten hemen sonra (saffin önünde) m erke bt en inerek saffa girdik. [219]

İzahı

Bu hadîsi Kütüb i Sitte sahihlerinin hepsi, Ahmed, Mâlik ve B e y h a k i müteaddit senedlerle ve az lâfız farkıyla uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. E b û D â v û d ‘ un ri­vayetinde İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) o esnada ergin­lik çağına ermek üzere olduğunu söylemiştir. El-Menhel yazarının naklen açıkladığına göre îbn-i Abbâs o esnada 13 -15 yaş­larında imiş. İbn-i Abbâs’in kendi yaşını belirtmesinin se­bebi ise; hareketinin meşru olduğunu belirtmektir. Çünkü henüz er­ginlik çağına gelmemiş olan mümeyyiz çocukların dînen yasak olan şeylerden men edilmeleri ve gerektiğinde tâzir cezasıyla cezalandı­rılmaları emredilmiştir. Örneğin 10 yaşına giren çocuğun namaz kıl­maması hâlinde döğülmesi emredilmiştir.

Buradaki rivayete göre îbn-i Abbâs’in anlattığı kıssa­da söz konusu namaz A r a f â t’ ta kılınmıştır. M ü s 1 i m ‘ in İbn-i Uyeyne târikinden olan rivayeti de böyledir. Bâzı ri­vayetlerde ise söz konusu namazın M i n â’ da kılındığı belirtil– mistir. N e v e v i, olayın 2 defa vuku bulduğu yorumunda bulun­muştur.

El-Fetih yazarı: Kıssanın tekerrür etmemiş olması esastır. Bil­hassa hadisin ilk râvisi aynıdır. Olayın Mi n a’ da vuku bulmuş olması rivayeti kuvvetlidir. Diğer şazdır, demiştir.

El-Menhel yazarının naklen beyân ettiğine göre Müslim, hâdisenin Veda haccında veya Mekke fethinde vuku bulduğu­nu rivayet etmiştir. El-Menhel yazarı Veda haccında olduğuna taraf­tar çıkmıştır.

B u h â r i’ nin bir rivayetinde İbn-i Abbâs (Radıyal­lâhü anh) birinci saffın bir kısmının önünde merkeb üzerinde gitti­ğini bildirmiştir.

Ebû Davud’un rivayetinde İbn-i Abbâs namaz­dan sonra hiç kimsenin kendisine bu hareketinden dolayı itirazda bu­lunmadığını bildirmiştir. Onun bu sözü namaza duranın önünden merkebin geçmesinin namazı bozmadığına delildir. Cumhur’un kav­li de budur.

B u h â r i’ nin rivayetinde bahis konusu namazda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir duvara doğru durmamış oldu­ğu açıklanmıştır.

Cumhur’un kavline göre namaz kılanın önünden her hangi bir şeyin geçmesi namazı bozmaz. Hz. Ali, Hz. Osman, îbn-i Müseyyeb, Ubeyde, Şa’bî, Mâlik, Urve, Sev-ri, Şafiî ve Hanefi âlimleri (Radıyallâhü anhüm)’ün kavli budur. Onların en kuvvetli delilleri Ebû Dâvûd, Dârekut-nî, Tahavi ve Beyhakî’ nin Ebû Said-i Hudrî’-den merfu’ olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir:

«(Namaz kılanın önünden geçen) hiç bir şey namazı kesmez, (bozmaz.) Siz gücünüz yettikçe geçmek isteyeni defedin. Çünkü o şeytan işini yapar.»

Cumhur’u-Ulema; merkeb, köpek ve kadın gibi bâzı şeylerin geç­mesiyle namazın kesildiğine dâir rivayet edilen hadîsleri namazdaki huşu ve huzurun kesilmesi anlamında yorumlamışlardır. Nevevî: Cevapların en sıhhatlisi ve en güzeli budur. Şafiî, Hattâbî, Fıkıhçılar ile hadîsçilerin muhakkik âlimleri böyle cevab vermişlerdir. Dayandığımız cevab da budur. Bâzı âlimler söz konusu hadîslerin mensuh olduğunu söylemişler ise de bu iddia makbul değildir. Çün­kü mensuh olduğuna dâir her hangi bir delil yoktur. Veda haccmm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hayatının sonlarında ya­pılmış olması ve İ b n – i A b b â s’ in bu hadîste anlattığı kıs­sanın bu seferde vuku bulmuş olması bu hadisin nâsih olduğunu ge­rektirmez. Çünkü bâzı şeylerle namazın kesildiğine delâlet eden ha­dîslerin veda haccından sonra buyurulmuş olması mümkündür. Usûl ilminde belirtildiği gibi, böyle durumdaki bir hadîs nâsih olamaz. Ayrıca mensuhluk ihtimali olsa bile hadîslerin arasını bulmak müm­kün ise, nesih yoluna gidilmemesi tercih edilir, demiştir.

948) Ümmü’s-Seleme (Radtyallâhü anhâ)’den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme (Radı-yallâhü anhâ)’nin odasında namaz kılıyordu. Abdullah veya Ömer bin Ebi Seleme (Radıyallâhü anhüm), Onun önünden geçmek istedi.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eliyle işaret etti. Çocuk da geri döndü. Biraz sonra Zeyneb bint-i Ümmi Seleme (Radıyallâhü an-hümâ), (Onun önünden) geçmek istedi. Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) eliyle şöylece işaret etti. (Buna rağmen) Zeyneb (Radı­yallâhü anhâ) (Onun önünden) geçti. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı bitirince:

«Kadınlar (muhalefet etmekte ve isyan hususunda) erkeklere galibtirler.- buyurdu.”

Not: Zevâid’de : Hadisin isnadında zayıflık vardır. Burada râvi Muhammed bin Kays, babasından rivayet etmiştir. Bazı nüshalarda, annesinden rivayet et­miştir. Babası da, annesi de tanınmıyor, denilmiştir. [220]

İzahı

Bu hadîs, namaza duranın önünden kadının geçmesiyle namazın bozulmadığına delâlet eder. Ayrıca geçmek isteyene engel olmanın ve gerektiğinde el işaretiyle mâni olmanın meşruluğuna delâlet eder. Bu hadîsi Ahmd de rivayet etmiştir.

949) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)’âan rivayet edil­diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiş­tir:

«(Namaz kılanın önünden geçen) siyah köpek ve hayızlı kadın, namazı keser. [221]

İzahı

Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Nesâî, Tahâvi ve Bey­hakî de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde «Siyah» kaydı yok­tur. «Köpek» kelimesi, mutlak geçmiştir. Fakat burada «Siyah» kay­dı bulunduğu için diğer rivayetler de buna göre yorumlanır.

El-Menhel yazarı: ıBu hadisin zahiriyle hükmeden 1 b n – i Ab­bâs (Radıyallâhü anh) ve Ata (Radıyallâhü anh) : Namaz kilanın önünden geçen şeylerden yalnız hayızlı kadın ve siyah köpek namazı bozar, demişlerdir. Kadının namaz bozmasının hayızlı hâli­ne mahsus olmasının hikmeti, namaz kılanın bulunduğu yere neca­setin düşmesi korkusu olabilir. Cumhur’a göre hiç bir şeyin geçme­siyle namazın bozulmayacağı yukarıda anlatılmıştır. Cumhura göre kadın, hayızlı olsun olmasın, Önünden geçtiği şahsın namazını boz­maz. Ancak namazın sevabını noksanlaştırır. Diğer taraftan bu ha­dîsteki «Hayızlı» kelimesi ile âdet görme yaşma ermiş kadın kasde-dilmiş olabilir/ demiştir.

950) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)’âen; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: • (Namaz kılanın önünden geçen) kadın, köpek ve merkep, na­mazı keser.Zevâid’de : Hadisin isnadı sahihtir. Nitekim Buhârİ, bunun bütün râ-vileriyle delil getirmiştir, denilmiştir. [222]

İzahı

Hadiste anılan şeylerin geçmesiyle namazın bozulduğuna hük­medenlerin delillerinden birisi de bu hadistir. Zevâid’in kaydına gö­re bu hadis, Kütüb-i Sitte sâhiblerinden yalnız müellifimiz tarafın­dan rivayet edilen hadîslerdendir. Halbuki Müslim de bu ha­disi aynı lâfızlarla rivayet etmiştir. Sonunda da şu cümle bulunur:

«ve bunu semerin arka kaşı kadar bir şey korur.»

Yukarıda da anlatıldığı gibi Cumhura göre hadisteki «namazı keser.» ifâdesinden maksad; namazın bozulması değil, namazdaki huşu un kesintiye uğratılmasıdır.

951) Abdullah bin Muğaffel (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:

«(Namaz kılanın önünden geçen).Kadın, köpek ve merkep nama­zı keser.[223]

952) Ebû Zerr(-i Gifâri) (Radtyallâhü anAJ’den: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:

-(Namaza duran) Adamın önünde semerin arka kası kadar bir şey bulunmadığı zaman (onun önünden geçen) kadın, merkep ve si­yah köpek namazı keser.»

(Râvi Abdullah bin Sâmit) Demiştir ki: Ben: Yâ Ebû Zerr! Si­yah köpeğin kırmızı köpekten farkı nedir? diye sordum.. Ebû Zerr: Sen bana sorduğun gibi, ben de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel lem)’e sordum da; bunun üzerine O:

-Siyah köpek şeytandır.» buyurdu. [224]

İzahı

Bu hadîsi Buhâri hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri, Tahâvî ve B e y h a k î de rivayet etmişlerdir.

Namaza duranın önünde semerin arka kaşı kadar bir şeyin bulunması hâlinde kadın, merkep ve siyah köpeğin onun önünden geç­mesiyle namazın kesilmiyeceği hükmü çıkarılır. Semerin arka kaşı miktarından maksat sütredir. Çünkü harbe, asâ ve çizgi çizmekle sütre edinilmesinin câizliği 36. bâbta geçti.

Hadîste adam tâbiri kullanılmıştır. Kadın da erkek hükmünde­dir. Namazın kesilmesi ifâdesinin iki şekilde yorumlandığı bundan önceki hadîslerin izahında geçmiştir.

El-Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: «Sütre edinmeden namaza duran şahsın önünden hadîste anılan şeylerin geçmesiyle namazının bozulduğuna bu hadîs delîl gösteril­miştir. Sahâbi ve tabiîlerden bir cemâatin mezhebi budur. E b û Hüreyre, Enes, îbn-i Ömer, Hasan-ı Basrî, Ebü’l-Ahvas ve Zahirîye mezhebine mensup âlimlerin kavli budur. Bunlar: Köpek diri olsun ölü olsun namaz kılanın önün­den geçsin veya önünde dursun, küçük olsun büvük olsun fark et­mez. Kadın da böyledir. Hepsi namazı bozar. Ancak kadın namaz kı­lanın önünde uzanmış ise namazı bozmaz, demişlerdir.

Ahmed bin Hanbel: ‘Siyah köpek namaza duran adamın önünden geçmekle namazı bozar. Fakat kadın ve merkebin siyah köpek gibi olması hususunda içimde bir şüphe vardır. Merkep bozar diyemiyorum. Çünkü îbn-i Abbâs’ın (947 nolu) ha­dîsi vardır. Kadın bozar diyemem, çünkü  i ş e (Radıyallâhü an-hâ)’nin (956 nolu) hadîsi vardır,’ diyerek mezkûr hadîsin metnini naklettikten sonra: ‘Eğer kadının geçmesi namazı bozsaydı Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in önünden  i ş e (Radıyallâ­hü anh)’nin uzanması da namazı bozardı,’ demiştir.

Abdullah bin Sâmit {Radıyallâhü anh) siyah kö­peğin kırmızı köpekten ne farkı bulunduğunu E b û Z e r r (Ra­dıyallâhü anh)’e sormuş. Ebû Zerr de buna cevaben aynı şeyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe sorduğunu ve Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in; *Siyah köpek şeytandır.» buyurduğunu söylemiştir.

Bâzı âlimler bu cümleyi zahirine göre yorumlayarak şeytanın si­yah köpekler suretine girdiğini söylemişlerdir. Diğer bir kısım âlimler; Siyah köpeğe burada şeytan denmiştir. Sebebi ise siyah köpeğin diğerlerinden daha çok zararlı olmasıdır, demişlerde. Köpeğin namaz bozmasının hikmeti bu cümleden anlaşılır. Kadının namazı bozma­sının sebebi ise; fitne korkusudur. Merkebe gelince onun da anırma­sı ve namaz kılanı şaşırtması korkusu vardır.

Hüccetüllah el-Bâliğa’de : Bu hadîsten anlaşılıyor ki namazın sıh­hatinin şartlarından birisi de namaz kılınan sahanın kadın, merkep ve köpekten arındırılmasıdır. Buradaki sır şudur: Namazdan mak­sat Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmak ve müracaatta bulunmaktır. Kadınlarla ihtilat etmek, onlara yaklaşıp sohbet etmek namazın amacına ters düşebilir. Köpek ise şeytandır. Bilhassa siyahı. Merkep de şeytan gibidir. Çünkü bazen toplumun içinde çiftleşir. Namaz es­nasında böyle bir manzaraya şâhid olmak çok çirkindir, denmiştir.»

Namaz kılanın önünden hiç bir şeyin geçmesi ile namazın bo zulmayacağı hükmü cumhurun görüşüdür. 947 nolu hadîsin açıkla­ması bahsinde cumhurun görüşünü ve bu hadîsleri yorumlama şekli­ni anlattım. [225]

39 – Gücün Yettiği Kadar Geçeni Defet Babı

953) Hasan el-Ureni (Radıyallâhü ank)’âer\ rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Namaz kılanın önünden geçmekle namazı kesen şeyler Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)’ın yanında anlatıldı. (Konuşma­cılar) köpek merkep, ve kadım zikrettiler. Bunun üzerine İbn-i Ab­bâs (Radıyallâhü anhümâ) : Oğlak hakkında ne dersiniz? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün (imam olarak) namaz kılıyor­du. Bir oğlak giderek Onun önünden geçmeye çalıştı. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (geçmesine mâni olmak için) ondan önce kıble tarafına gitti (geçiş yerini daralttı) dedi.Zevâid’de : Bu hadisin isnadı sahihtir. Lâkin munkatidir, denmiştir. [226]

İzahı

Zevâid’deki bilgiye göre bu hadis Zevâid türündendir. E b û Dâvûd İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’tan buna benzer bir hadîs rivayet etmiştir. «İmamın sütresi cemâat için de sütredir» babında rivayet ettiği hadîsin meali şöyledir : «Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) imam olarak namaz kılıyordu. Bir oğlak Onun önünden geçmek için gitti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun geçmesine mâni oldu.» Ebû Dâvûd, Abdullah bin Amr’ den de buna benzer ikinci bir hadîs daha rivayet etmiştir.

El Menhel yazarı şöyle der:

«Bu hadîs imamın sütresinin cemâat için de sütre sayıldığına de­lâlet eder. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayva­nın kendisinin önünden geçmesine mâni olmuş fakat cemâatin önün­den geçmesine müdahale etmemiş ve ettirmemiştir. Demek ki ima­mın sütresi cemâat için de sütredir. Ve sütre edinilmesine ait hadîs­ler imam ve münferide mahsustur, demiştir.» [227]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Namaz kılanın önünden geçmek isteyeni mümkün mertebe def etmek meşrudur.

2 – Geçeni def etmek için az hareket namazı bozmaz.

3 – İmamın sütresi cemâat için de sütredir.

954) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü ank)’den rivayet edildiğine gö­re; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Sizden birisi namaza durmak istediğinde bir sütreye doğru du­rup namaz kılsın, sütreye yakın dursun ve önünden hiç bir kims»yi geçirmesin. Eğer bir kimse (buna rağmen) gelerek geçmeye çalışır­sa onunla mukatele etsin. (Onu şiddetle def etsin). Çünkü o ancak bir şeytandır.»” [228]

İzahı

Buharı”, Müslim ve Ebû Dâvûd da Ebû S a i d * in hadîsini uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişler­dir.

Hadîs, namaza duran kimsenin sütre edinmesini ve sütreye ya­kın durmasını emreder. Bu emir mendubluk içindir. Bu hususta ge­niş izah 36. bâbta geçmiştir.

Hadis namaza duran kimsenin, önünden geçmek isteyeni def et­mesini emreder. Müslim ve Ebû Dâvûd’un rivaye­tinde :

«Gücü yettiği kadar def etsin.» buyurulmuştur. Bu emrin hük­mü hakkında el-Menhel yazarı şöyle der:

«Hadîsin zahirine göre bu emir vâcib içindir. Yâni geçmek is­teyeni def etmek namaz kılana vâcibtir. Zahir ehli bununla hükmet­mişlerdir.

N e v e v î: Bu emir mendubluk içindir. Def etmenin vâcibli-ğkıe herhangi bir âlimin hükmettiğini bilmiyorum. Bilâkis bizim ar­kadaşlarımız ve diğer âlimler defetmenin vâcib değil, mendubluğu-na açıkça hükmetmişlerdir, demiştir.

Eğer namaz kılanın önünden ve ona yakın bir yerden geçmeye çalışırsa eliyle def etmelidir. Şayet biraz uzaktan geçmeye çalışırsa işaretle veya subhânellah demekle defetmeye çalışmalıdır.

Kadı tyaz: ‘Def etmek için geçmeye çalışanın yanına ka­dar yürümenin caiz olmadığına âlimler ittifak etmişlerdir. Namaz kılan kişi durduğu yerde geçeni def etmeye çalışır. Çünkü namazda yürümek hatâsı bir şeyin geçmesi hatâsından daha büyüktür. Na­mazdaki şahsın elini yetişebildiği kadar def etmesi mubah kılınmış­tır. Bunun içindir ki sütresine yakın durması emredilmiştir. Şayet uzak olursa işaretle veya sübhânellah demekle def edHmesine çalışı­lır, demiştir.

Geçmek isteyen kişi biraz geçtikten sonra namaz kılan şahıs onu def edebilir durumda ise geri çevirsin mi? Bu hususta ihtilâf vardır, î b n – i M e s ‘ u d (Radıyallâhü anh), Hasan ve Salim (Rahimehumullah) geri çevirsin demişlerdir. Fakat Cumhur: Geri çevirmesin. Çünkü geri çevirmek ikinci bir geçiş hükmündedir, de­mişlerdir.

Hadîsin zahirine göre geçmeye çalışan şahıs çocuk da olsa def edilmelidir. (948 nolu hadis de bunu teyid eder.)

Hadiste : «Eğer geçmek isteyen kişi ikazı dinlemezse şiddetle def edilsin.» Duyurulmuştur Hadîsteki ifâde -Mukatele-dir Mukatele-nin asıl mânâsı döğüşmek, avaşmaktır. Kurtubî ve Şafii buradaki mukaiuieu ilk ikazı dinlemeyeni şiddetle def etmek mânâ­sında yorumlamışlardır.

Ş â f i i 1 e r’ den bir cemâat mukateleyi hakiki mânâda yo­rumlamışlardır. Ama bu yorum namazdaki huşu ve huzura uygun olmadığı için uzak bir yorum sayılmıştır.

Kadı İ y a z ; ‘İsrarla geçmaye çalışanla silâhla veya tehli­keli başka şekilde savaşmaya lüzum olmadığı hususunda âlimler it­tifak etmişlerdir. Eğer tehlike arzetmeyen bir şekilde onu def etme­ye çalışır da adam öiüverirse kısas hükmünün uygulanmayacağı hu­susunda âlimler müttefiktirler. Ancak diyetin (tazminatın) ödenip ödenmiyeceği hususunda ihtilâf vardır.

Yukarıdaki hükümler namaza sütreli olarak duran hakkındadır’, demiştir.

Ibn-i Ebi Cemre: «Çünkü o ancak bir şeytandır.» ifâ­desinden, mukatelenin döğüşmek değil, defetmek anlamında kulla­nıldığının anlaşıldığını savunarak şöyle demiştir:

‘Çünkü şeytanla mutakele ancak, istiaza ve besmele gibi şeyleri okumakla yapılır. Namazda az hareket yapmak zaruret dolayısıyle caiz kılınmıştır. Eğer namaz kılan şahıs, önünden geçmeye çalışanla hakikatan döğüşürse, onun hareketi, namazın huşu ve huzurunu ih­lâl etmek bakımından, önünden birisinin geçmesinden beterdir.

Geçmemeye çalışanın defedilmesi emri, acaba namaza halel gel­memesi İçin mi, yoksa geçmeye çalışanın günaha girmesine engel olunmak için mi?

İbn-i Ebî Cemre, ikinci şıkka taraftar olmuştur. Fa­kat diğer âlimler birinci şıkkı tutmuşlardır. Bu şık kuvvetlidir. Ni tekim tbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) :

«Namaza duranın önünden geçmek namazın faziletinin yarısını giderir.» buyurmuştur. Ömer (Radıyallâhü anh) da :

-Namaz kılan kimse, onun önünden geçirilmekle namazının ne kadar noksânlastığını bilseydi, halkın geçmesine engel olacak sütre olmaksızın hiç namaza durmazdı.» buyurmuştur.

Hanef iler’e göre geçmek isteyeni def etmemek daha ef-daldır. El-Bedâyi’ yazarı : Bizim delilimiz Peygamber (Sallallahü

Aleyhi ve sellem)’in: = «Şüphesiz namaz amel­lerinde bir meşguliyet vardır.» hadisidir. Döğüşmek ve geçeni defet­meye çalışmak namaz içindeki amellerden değildir. Dolayısıyla bu­nunla meşgul olmak caiz değildir. E b û S a i d (Radıyallâhü anh) “in (954 nolu) hadisi namazda hareket etmenin mubah olduğu ilk zamanlarda buyrulmuştur. Sonra neshedilmiştir. Bâzı âlimler: Geçmek isteyeni def etmek ruhsattır. Efdal olanı def etmemektir. Çünkü def etme hareketi namazda yapılan amellerden değildir. E b û H a n î f e ‘ nin de def etmeyi bırakmanın efdal olduğunu ve ha­disteki def etme emrinin ruhsatı açıklamak kabilinden sayıldığını söylediği Şeyh Ebû Mansûr tarafından açıklanmıştır, demiştir.»

EI-Menhel yazarı daha sonra şöyle der :

-Hanefi âlimlerinin : ‘Def etmek namazda yapılan amel­lerden değildir’ şeklinde gösterdikleri gerekçe ve illet nassa karşı­dır. Yâni tutarsızdır. Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)’in (954 no­lu) hadisinin mensuhluğu iddiası delil bulunmadıkça sabit sayıla­maz. Buna âit bir delil de yoktur. Def etmenin delilleri kuvvetli ol­duğu için bunun efdaliyetine hükmedenlerin kavli tercihe şayandır.

Hadisin : «Çünkü o ancak bir şeytandır- cümlesinden maksat onun fiilinin şeytan işi olduğunu bildirmektir. Hakiki şeytan olduğu kasdedilmemiştir. Yahut da cinlerden şeytan olduğu gibi insanlar­dan da şeytanlar bulunduğu cihetle ona insan türünden olan şeytan denilebilir.

îbn-i Battal: ‘Bu hadîs dinde fitne çıkaran kişiye şey­tan demenin câizliğine ve hüküm vermede asıl olan isimler olma­yıp mânâlar olduğuna delâlet eder. Çünkü geçen adamın sırf geçişi ile hakîki mânâda şeytanlaşması imkânsızdır, demiştir.

îbn-i Battal şeytanı cinni olan hakîki şeytan mânâsı­na yorumlamıştır. Kur’ân-ı Kerim’de insanlardan da şeytanların bu­lunduğu bildirildiği için bu tür şeytanların varlığı kabul edilmiş­tir.

Bu cümle şöyle de yorumlanabilir: ‘Çünkü namaz kılanın önün­den onu geçmeye sevkeden ancak şeytandır,_ Bundan, sonra gelen îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsi bu yorumu teyid eder. [229]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Namaz kılan kimsenin sütre edinmesi mendubtur.

2 – Sütreye yakın durması mendubtur. (Bu yakınlık mesafesi normal secde edebileceği bir yer veya 3 arşın ile tesbit edilmiştir.)

3 – Namazda iken önünden geçmek isteyeni def etmek meş­rudur. Bu hüküm sütre edindiği zamana mahsûstur. Sütre ittihaz et­mediği veya halkın gelip geçtiği yol üzerinde namaza durduğu za­man önünden geçenleri def edemez. Ve geçenler için bir sakınca yoktur,

îbn-i Dakik ı’l-İy d: ‘Sütre olmadığı zaman geçenle­rin def edilemiyeceği hükmü bu hadis’e dayandırılmıştır. Şafiî’-nin bâzı arkadaşları: Sütre edinmeyenin veya sütreden uzak dura­nın önünden ve secde mahallinin biraz ilerisinden geçmekte kera­het yoktur. Secde mahalli ile namaz kılanın arasındaki yerden geç­mek mekruhtur, ama namaz kılan kişi geçeni def edemez. Çünkü na­maz kılan kusurludur, demişler’ diye bilgi vermiştir.

4 – Geçmek isteyeni mümkün mertebe uygun şekilde def et­meli. Zaruret olunca daha sert davranılmalıdıc.

5 – Namaz kılanın önünden geçen kişi namaz kılanı meşgul et­mesi hususunda şeytan gibidir.

6 – Din hususunda bozgunculuk edene şeytan demek

955) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’den rivayet edildiği­ne göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:

«Biriniz namaz kılarken önünden her hangi bir kimseyi geçirme­sin. Eğer geçmek isteyen kişi geçmemezlikten imtina ederse namaz­daki adam onunla mukatele etsin. Çünkü geçmek isteyenin arkadaşı şeytan onun beraberindedir.»

Hâvi el-Münkediri: «Çünkü el-Uzzâ [230] onun beraberindedir, demiştir.» [231]

İzahı

Bu hadisi Müslim de rivayet etmiştir. Daha önceki hadis­ler gibi namaz kılanın önünden geçmek isteyeni usûlü dâiresinde def etmenin ve geçmekte israr edildiği, takdirde mukatele etmenin meş­ruluğuna delâlet eder. Mukatelenindöğüşmeklveyâ şiddetle def etmek anlamında yorumlandığı hususu bundan önceki hadîsin açıklaması bahsinde geçti. Bundan önceki hadîste geçen adamın şeytan olduğu ifâdesi vardı. Bu hadiste ise geçenin beraberinde şeytanın bulundu­ğu ifâde edilmiştir. Hadiste geçen ‘Karin’ kelimesi, devamlı arkadaş­lık eden ve dost anlamında kullanılır. [232]

40 – Kendisi İle Kıble Arasında Bir Şey Varken Namaz Kılanın Babı

956) Aişe (RadtyaUâkü <in/tâ)<\en rivayet edildiğine «öre şöyle de-

miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kı­lardı. Ben de kendisi ile k»b!e arasında cenaze gibi aykırı uzanmış bulunurdum.”

957) (Ümmü Seleme (Radıyaüâhu ankâ)'(\en rivayet edildiğine «öre:

Onun yatağının Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sec­de ettiği yerin hizasında olduğunu söylemiştir.”

958) Peygamber (Satİalhıhii Mryhi vr SeUrm)’\n zevcesi Meymûne (Radtyallâhü anhâ)\en rivayet edildiğine »öre şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz kılardı. Ben de Onun hizasında bulunurdum. Secde ettiği zaman çok defa elbisesi bana dokunurdu.” [233]

İzahı

A ı ş e (Radıyallâhü anhâTnin hadisini Buhâri, Müs­lim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed ve Tahâvi de müteaddit senedlerle. kısa ve uzun metinler hâlinde rivayet et­mişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in gece namaz kılar­ken  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin cenaze gibi Onunla kıble ara­sında yatakta uzanmış olarak uyuduğu müteaddit rivayetlerden an­laşılıyor. Bâzı rivayetlerde şu ilâve de vardır: -Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazını kılmak isteyince  i ş e (Ra­dıyallâhü anhâ)’yi uyandırırdı.  i ş e (Radıyallâhü anhâ) de vi­tir namazını kılardı.»

M e y m u n e (Radıyallâhü anhâ)’nin hadisini Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.

Bu üç hadis namaz kılanın önünden kadının geçmesiyle nama­zın bozulmadığına hükmecien nlimlrr için birer rk-lilclir Çünkü re nâze gibi namaz kılanın önünde aykırı olarak uzanmış olan kadın nama/ı bozmayım a oratlan \en kadının hi(, tlu buzmaması gerekir. Çünkü fitne kuıkusu bakımından kadının u/anmış olarak namaz kı­lanın önünde de bulunması daha tehlikelidir.

Kadının geçmesiyle namazın bozulduğuna hükmeden âlimler bâ­zı cevaplar vermişler ise de onları burada anlatmaya gerek görmü­yorum. [234]

Bu Hadisten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri

1 – Uyuyan bir kimseye karşı namaz kılmak caizdir. Bâzıları bundan sonra gelen hadisi delil göstererek mekruh olduğunu söyle­miş ise de hadîs zayıf olduğu için bunda kerahet yoktur.

2 – Namaz kılanın önünde kadının uzanmış olması namazı boz­maz.

3 – Namaz kılan erkeğin elbisesinin bir kadına dokunması na­maza zarar vermez. Bu hususta temiz kadın ile hayızlı kadın ara­sında bir fark yoktur.

959) Abdullah hin Abbâ.s (Radtyallâhü anhibnâ)'<\an rivayet ğine göre şöyle demiştir :

«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) konuşan ve uyuyan kimsenin arkasında namaz kılmayı yasaklamıştır.»” [235]

İzahı

Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet et­mişlerdir. Bunun bir benzerini Bezzâr, îbn-i Ömer (Ra-dıyallâhü anh)’den, Tabarâni de Ebû Hüreyre (Ra-dıyallâhü anhî’den rivayet etmişlerdir.

Uyuyan kişinin arkasında durup namaz kılmanın yasaklanması hikmeti uyuyandan dikkat çekici ve namaz kılanı meşgul edici hal­lerin görülmesi korkusudur.

Mâlik, Tâvûs ve Mücâhid uyuyan kişiye karşı namaza durmanın mekruhluğuna hükmetmişlerdir. Diğer âlimler daha önce geçen Âişe (Radıyallâhü anhâ), Mey m un e (Ra-dıyallâhü anhâ) ve Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) hadislerine dayanarak bunda kerahet olmadığına hükmetmişlerdir. Bu âlimler îbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)’in bu hadîsinin zayıflığına hadîs hafızlarının ittifak ettiklerini söylemekle diğer âlim­lere cevap vermişlerdir. Hattâbi, îbn-i Abbâs (Radı­yallâhü anh) ‘in hadîsinin senedi zayıf olduğu için Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’den sabit değildir, demiştir.

Konuşmakla meşgul olan kimselere karşı namaza durmanın ya­saklanmasının hikmeti de namaz kılanın dikkatinin konuşmacılara çekilmesi ve namazını karıştırması tehlikesidir. îbn-i Mes’ud ve Sa id bin Cübeyr konuşan kimsenin arkasında na­maz kılmanın mekruhluğuna hükmetmişlerdir. Bunlara göre, konuş­macılar Allah’ı anmakla meşgul iseler onlara karşı namaza durmak­ta kerahet yoktur. Şafii ve Ahmed de konuşanların arka­sında namaza durmanın mekruhluğuna hükmetmişlerdir.

Yukarıda işaret ettiğim gibi bu hadisin birer benzeri îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet edilmiştir. Bu rivayetler zayıf olsa bile birbirini kuvvetlendirirler.

îbn-i Battal: Küfe âlimleri, Sevrî ve Evzâî konuşanların arkasında namaza durmanın câizliğine hükmetmişler­dir, demiştir.

Konuşanın arkasında namaza durmanın mekruh olup olmadığı hususundaki ihtilâf konuşmanın namaz kılanı meşgul etmediği ve huşûunu gidermediği zamana aittir. Eğer konuşmak namaz kılanı meşgul ederek huşûunu giderirse orada durmak âlimlerin ittifakı ile mekruhtur. [236]

41 – İmamdan Önce Rüku’ Ve Secde Etmekten Nehiy Babı

960) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü o«*/den; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), imamdan önce rüku1 ve secde etmememizi bize öğretirdi ve ı

«tmam tekbir aldığı zaman siz de tekbir alınız ve secde ettiği zaman siz de secde ediniz.- buyururdu.”

961) Ebû Hüreyre (RadtyaJIâhü ankVĞtn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir:

«Basını imamdan önce kaldıran kişi Allah’ın onun basını eşek basına çevirmesinden korkmaz mı?»

962) Ebû Musa (Radtyallâhü anh)’âan rivayet edildiğine ^üre: Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Ben hakikaten yaşlandım. Onun için ben rüku1 ettiğim zaman siz de rüku’ ediniz ve ben secde ettiğim zaman siz de secde ediniz. Penden önce ne rükua ne de secdeye gidene rastlamıyayim.[237]

963) Muâviye bin Ebî Süfyân (Radıyallâkü anhümâ)dan rivayet lıjfine göre; Resûlullah (Sallallahü Alevhi ve Seilem) sövle buvurdu de­miştir : “

«Benden önce rükû’ ve secde etmeye kalkışmayınız. (Çünkü siz­den önce) rükû ettiğimde sizi geçtiğim süre ne ise, rükû’dan kalktı­ğım zaman zarfında siz onun (ikmali) ile bana yetişmiş olursunuz ve (sizden önce) secde ettiğimde sizi geçtiğim süre ne ise secdeden kalktığım zaman zarfında siz onun (ikmali) ile bana yetişmiş olur­sunuz. Ben hakikatan yaşlandım. [238]

Hadîslerin İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh>’in ilk hadisini Müs1 i m de rivayet etmiştir. Hadis, imama uyanların imamdan önce rükua gitmelerinin veya secde etmelerinin yasak olduğuna ve ce­mâatin davranışlarının imamın davranışlarını izlemesinin emredil-diğine delâlet eder

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl’nin ikinci hadisini Kü-tüb-i Sitte sahiplerinin hepsi ve B e y h a k i rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde az lâfız farkı vardır.

Hadis, imama uyan kişinin, imamdan önce başını kaldırmama-sının gerekliliğine ve böyle yapanın başının eşek başına çevrilmesin­den korkmasının beklendiğine delâlet eder.

«İmamdan Önce başını kaldıranın başının eşek başına çevirilme-si korkusu-na dâir hadisteki tehdit, muhtelif şekillerde yorumlan­mıştır.

Tirmizi, bu hadîsi, babımıza benzer bir bâbta rivayet et­miş olup .Şerhi Tuhfe yazarı bu tehdidin yorumlarını şöylece anlat­mıştır.

«Hadîsteki tehdidin yorumu hakkında ihtilâf vardır: Bir kavle göre tehdit cümlesi, mecazi mânâ taşır. Çünkü eşek ah­maklıkla meşhurdur. İmama uymanın farz olduğunu bilmiyecek ve­ya bildiği halde küçümsiyecek kadar câhil olan kişi için eşek kelime­si mecazi mânâda kullanılmıştır. Bir çok kimse bu suçu işlediğine rağmen bugüne kadar hiç birisinin başının hakikaten eşek başına çevirilmemiş olması bu yorumu teyid eder, denmiştir. Fakat böyle bir olayın bugüne kadar vuku bulmamış olmasının bu yorumu teyid et­mesi kesin değildir. Çünkü hadîs böyle hareket edenin başının eşek başına çevirileceğine ve bunun behemhal olacağına delâlet etmez. Hadisin delâlet ettiği mânâ, böyle davranan şahsın bu cezaya hazır­lanmış olmasıdır. Bir şeye hazırlanmak, o işin gerçekleşmesi için ye­terli değildir.

tbn-i Dakiki’l-İyd’in bildirdiğine göre İbn-i B ü -reyde: Hadisteki -Çevirilme» ile gerçekten eşek başına meshol-mak veya maddi görünüşün değişmesi yahut mânevi görünüşün de­ğişmesi veyahut maddi ve mânevi görünüşün değişmesi kasdedümiş olabilir. Bâzı âlimler, bu tehdidi zahirine göre yorumlamışlardır. Çün­kü buna bir engel yoktur. Hattâ Ebû Mâlik el-Eş’âri (Radıyallâhü anh) ‘in hadisi bu ümmet içinde mesholmak olayının mey­dana gelmesinin mümkün olduğuna delâlet eder, demiştir.

Ibn-i Hibbân’ın bir rivayetinde:

«Allah’ın onun başını köpek başına çevirmesinden…* buyurulmuştur. Bu rivayet mezkûr tehdidin, zahi­rine göre yorumlanması şeklini kuvvetlendirir. Çünkü başını imam­dan önce kaldıranın ahmaklık bakımından eşeğe benzemesi müna­sebeti bu rivayette yoktur. Diğer taraftan hadiste adamın başının istikbalde eşeğin başına çevirilmesi korkusundan söz edilmiştir. Eğer, adamın ahmakça hareketi bakımından eşeğe benzetilmesi kasdedil­miş olsaydı istikbâl kaydı olmaksızın : «Onun başı eşeğin başına ben­zer.» gibi bir ifâde kullanılacaktı. Zira adamın ahmakça davranışı bilfiil sabit olmuş olur. Artık böyle olmasından korkulur tâbiri uy­gun sayılamaz. Bu malûmat Fethü’I-Bâri’den alınmıştır.

Bence kuvvetli ve açık görüş, hadisin zahirine göre mânâlandı-rılmasıdır. Tevile hiç ihtiyaç yoktur. Kaldı ki tevil yorumu hakkında H â f ı z ‘ in el-Fetih te beyan etliği itirazlar da vardır. Bâzı hadis-çilerden nakledilen şu kıssa da hadîsin zahirine göre mânâlandırıl-masını teyid eder:

Hadîs âlimlerinden birisi, meşhur bir hadis şeyhinden hadîs al­mak için Şam’a giderek ondan bir hayli hadîs alıyor. Şeyh bu sürece ders verdiği halde yüzünü göstermîyerek perde arkasında hadîs okutuyor. Öğretim süresi uzaymca, şeyh bir gün yüzündeki ni-kabı açıyor. Yüzünün eşek yüzüne dönüştüğünü gören misafir âlim, dehşete kapılıyor. Bunun üzerine şeyh.- Evlâdım! Sakın namaz kı­larken imamdan önce başını kaldırma. Çünkü ben bu hadisi okudu­ğumda, imamdan önce başını kaldıranın başının eşek başına çeviril-mesine pek ihtimal vermedim. Ve imamdan önce başımı kaldırdım da yüzüme bu felâket geldi, demiştir.»

Hadisin: «İmamdan önce başını kaldıran…» lâfzı umumidir. Ge­rek rüku’dan ve gerekse secdeden başını imamdan önce kaldıran kim­se bu tehdide mâruzdur. Ebû Dâvûd hâriç diğer Kütüb-i Sitte sahihlerinin rivayetleri de böyledir. Ebû Dâvûd’un rivaye­tinde «ve imam secdede İken…» kaydı vardır. Onun zahirine göre tehdit secdeden kalkışa mahsustur. Ancak hadîs âlimleri, bu rivayette secde hâli ile yetiırilm iştir. Rüku da böyledir, demişlerdir. Secde daha önemli olduğu için özellikle dikkatlerin ona çekilmesi istenmiş olabilir.

Ebû Musa (Radıyallâhü anh)’ın hadîsi notta belirtildiği gibi Zevâid türündendir.

Hadîsteki fi’li şeddeli olarak Teni’ bâbındandır. Mânâsı da «Yaşlandım.» demektir. fi’li şeddesiz olamaz. Çünkü şeddesiz olunca bedâret (= şişmanlamak) kökünden türeme olur. Mâ­nâsı da «Şişmanladım» demektir. Halbuki. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şişman değildi, diyerek fi’lin şeddeli olmasının za­ruri olduğunu söyleyenler vardır.

Si n d î ise mezkûr fi’lin iki şekilde de okunabileceğini söyle­yerek şeddesiz okunması hâlinde gösterilen engelin, mahzur teşkil etmediğini savunarak şöyle demiştir:

‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mutedil bir şişman olduğu rivayet edilmiştir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ‘den:

= «Vaktaki yaşlandı ve şişmanladı…» mea­linde rivayet vardır.’

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu buyurmak iste­miş olur:

Ben artık yaşlandım. Yâni hızlı eğilip kalkmam veya artık şiş­manladım. Hızlı eğilip kalkmam. Namaz kıldırdığımda acele etme­yiniz. Benden önce rüku’ etmeyiniz. Ben rüku’ edince siz o zaman rüku1 ediniz. Ben rüku’dan başımı kaldırmadıkça siz başınızı kaldır­mayın. Keza ben secde edince siz de secde ediniz. Sakın benden ön­ce rüku’ edene veya benden evvel secde edene rastlamıyayım.

Hadîs namazdaki eğiliş ve kalkışlarda cemâatin imamdan önce davranmasının yasaklığına ve cemâatin hareketlerinin imamın ha­reketinden sonra olmasının emredildiğine delâlet eder.

Muâviye (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini Ebû Dâvûd ve Ibn-i’Hibban da rivayet etmişlerdir. Bu hadîste Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu buyurmak istemiştir: «Ben­den önce rükü’a gitmeyiniz. Keza benden önce secdeye gitmeyiniz. Bilâkis ben rükû’a gidince, siz de beni tâkib ediniz. Yâni biraz son­ra rükû’a varınız. Ve benden sonra rükû’dan kalkınız. Secdede de böyle davranınız. Hareketinizin benim hareketimden biraz sonra olu­şundan dolayı; rükû’ ve secdedeki kalışlarınızın, benim kalışımdan şiire bakımından eksik olmasından endişe etmeyiniz. Çünkü rükû’ ve secdeye varışınız, benim varışımdan sonra olduğu gibi, kalkışınız da benim kalkışımdan sonradır. Durum böyle olunca sizden biraz ön­ce rüku’ ve secdeye varmakla henüz siz varmadan önce kaldığım az miktara karşılık, rüku’ ve secdeden kalktığım zaman biraz dur­makla o farkı kapatmış olursunuz ve böylece sizin rüku” ve secde miktarı benimki kadar olur.»

Bu bâbta geçen hadîsler imamdan önce rüku’ veya secdeye var­manın veya onlardan önce kalkmanın yasak olduğuna ve imama uyan kimsenin imamdan biraz sonra davranmasının gerekliliğine de­lâlet eder. [239]

Taharrüm Tekbiri, Rükû – Secde Ve Selâmda İmâma Uymanın Hükmü

Gerek rükû ve gerek secdede gerekse namaza başlarken ve na­mazdan çıkarken imama uymak hususundaki 4 mezhebin görüşleri hakkında el-Menhel yazarı «İmam oturarak namaz kıldırır» babında şöyle der:

1 – İmama uyanın imamdan sonra taharrum tekribini alması Mâliki, Şafiî, Hanbeli âlimlerine ve Hanef iler’-den Ebû Yûsuf ile Muhammed’e göre mecburidir. Bunlara göre imamla beraber veya imamdan önce taharrum tekbiri­ni alan kimsenin namazı bozulur. İmam taharrum tekbirini alarak namaza başladıktan sonra cemâatin taharrum tekbirini alması ge­rekir.

Ebû Hanîfe’ye göre cemâat imamla beraber taharrum tekbirini almalıdır. İmamdan önce tekbir alamaz. İmamdan geç kal­ması da fazileti azaltır.

2 – Rükû ve secdeye varış, bunlardan kalkış ve namazdaki ben­zeri hareketlere gelince Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheblerine göre bu hareketleri imamla beraber yapmak mekruh­tur. Cemâatin hareketi imamın hareketinden biraz sonra olmalıdır. Meselâ, imam önce rukû’a varmalı ve henüz rukû’dan kalkmamış iken cemâat rukû’a varmalıdır. Beraber rukû’da kalındıktan sonra önco imam kalkmalı cemâat da imamı takip etmelidir.

Bu hareketleri imamdan önce yapmak cumhurun ittifakiyle ha­ramdır. Ama namazı bozmaz. (Bu hususta ayrıntılı bilgi için fıkıh kitaplarına başvurmak gerekir. Çünkü bâzı hallerde bu nevî hare­ketler namazı bozar.)

İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anh), bir rivayete göre A h-med bin Hanbel ve Zahiriye mezhebine mensub âlimler : İmamdan önce rükû ve secdeye varanların veya imamdan önce bunlardan kalkanların namazı bozulur, demişlerdir. Onlara gö­re namazdaki diğer hareketler de~taöyledir. El-Muğnî’de A h m e d bin Hanbel’ den naklen şöyle denilmiştir: ‘Namazda imam­dan önce davrananın nama/ı yoktur. Eğer böyle yapan için mute­ber bir.namaz bulunmuş olsaydı, onun azaba müstahak olmasından korkulmayacaktı. Bilâkis sevaba kavuşması umulacaktı.’

3 – Namazda selâm verilmesi konusunda da imama uymak, yâ­ni imamdan sonra selâm vermek gerekir. Eğer imama uyan şahıs, imamla beraber veya imamdan önce bile bile selâm verirse. Mâli­ki ve Hanbeli âlimlerine göre namazı bozulur. Bunlara gö­re sehven imamdan önce selâm veren kişi, imamın selâmından son­ra tekrar selâm vermek zorundadır. Aksi takdirde namazı bozulur.

Şâ f i i 1 e r’e göre imamdan önce bile bile selâm verenin namazı bozulur. İmamla beraber selâm verenin hükmü de bir kav­le göre böyledir. En sahih olan kavle göre mekruhtur.

Selâm hususunda Ebû Hanîfe’ den iki rivayet vardır:

Bir rivayete göre imamla beraber selâm verilmelidir.

İkinci rivayete göre imamdan sonra selâm verilmelidir. Ebû

Yûsuf ve Muhammed’in kavli, Ebû Hanif e’ den olan ikinci rivayet gibidir. Kuvvetli sayılan kavil budur. [240]

42 – Namazda (Yapılması) Mekruh Olan Şeyler Babı

964) Ebû Hürfcyre (Radıyallâhü a?ıh)\en; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

«Henüz namazdan çıkmamış iken kişinin çokça alnını meshet-mesİ cefânın bir çeşididir.-“

Not: Senedin râvllerinden Harun’un zayıflığına âlimlerin ittifak ettikleri, Zevaid’de büdiirlmiştir. [241]

İzahı

Cefâ.- Arap dilinde ayrılmak, uzaklaşmak, yabanileşmek, kaba ve ağır davranmak ve yerinde olmayan davranış gibi çeşitli mânâ­lara gelir. Burada kasdedilen mânâya gelince «Câmİü’s-Sagîr» şer­hinde şöyle deniliyor: ‘Cefâ’dan maksat namazdan yüz çevirmektir. Yahut bunu gerektiren hâl ve harekettir. Cefânın asıl mânâsı top­lum içinde yabanileşmektir. Bilâhare, sevabtan uzaklaştırıcı davra­nış da mecazen kullanılmıştır.’

Sindi: de: ‘Cefâ’dan maksat, namaz içinde riâyet edilmesi gerekli sınırı aşmaktır. Çünkü secde ederken alına yapışan toz ve çakılları secdeden kalkınca elle gidermek faydasız bir harekettir. Zîra secde edildikçe aynı durum tekerrür eder. Dolayısıyla namazın âdabına aykırı bir durum hâsıl olur.’ der.

Câmiü’s-Sagîr Şârihi e1-Azizi: ‘Namaz esnasında kişinin elini alnına sürmesi mekruhtur. Çünkü böyle davranmak namazda duyulması gerekli huşu ve huzura aykırıdır. Ancak secde ederken alına yapışan maddeler bundan sonra yapılacak secdelerde alın cil­dinin yere dokunmasına mâni olacak derecede çok ise, o madde­leri gidermek gerekir. Aksi takdirde yapılacak sedceler sahih olmaz, demiştir.

Câmiüs-Sağîr haşiyesinde e!4fafnî de: ‘Hadîsin zahirine gö­re namaz içinde sık sık alını silmek yasaktır. Ara sıra silmek yasak değildir. Fakat maksat bu değildir. Az olsun çok olsun namaz içinde alını silmek hareketi mekruhtur.’ demiştir.

965) Ali (bin Ebi Tâlib) {Radtyallâkü anh)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kendisine) şöyle buyurdu, de­miştir :

«(Yâ Ali!) Sen namazda iken parmaklarını çıtlatma.»”

Not: Hadisin senedinde bulunan, râvi el-Hâris el-A’var’ın zayıflığı Zevâİd’de bildirilmiştir.

966) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kişinin, namazda ağzı­nı (bir şeyle) örtmesini yasaklamıştır.” [242]

İzahı

Sindi’ nin beyânına göre sarığın bir ucuyla ağızı örtmek arapların âdetlerinden idi. Namazda böyle yapılması yasaklandı.

Namaza duranın ağzını herhangi bir şeyle örtmesi fıkıh âlimlerince mekruh sayılmıştır. Keza bir önceki hadîsle yasaklanan par­makları namaz içinde çıtlatmak da fıkıh âlimlerince mekruh sayıl­mışta .

967) Kâ’b bin Ücra (Radıyallâhü anh)[243]’den rivayet edildiğine

göre:

ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). bir adamı namazda el-lerinfn parmaklarını birbirisinin arasına geçirmiş olduğu halde gör­dü ve ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun parmaklarım birbirinden ayırdı.”[244]

İzahı

Hadîste geçen «Teşbikü’l-Asâbi1» ellerin parmaklarını birbirisinin arasına geçirmektir ki bunu kenetlemek ve taraklamak diye de ifâ­de etmek mümkündür,

Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvûd. İbn-i Hibbân ve B e y h a k i de Kâ ‘ b (Radıyallâhü anh)’in hadîsini deği­şik lâfızlar ve farklı tarîklerle rivayet etmişlerdir Bütün rivayetler namazda Teşbik’in yasaklığına delâlet ederler. Bâzı rivayetlerde evin­de abdesti alıp namaz kılmak için camiye giderken de teşbik etme­nin yasak olduğuna, çünkü namazda imiş gibi sevap kazanmaya başladığına delâlet etlerler.

Teşbik hakkında fıkıhların hükmü

EI-Menhel yazarı -Namaza gitmek- babında şöyle der: • İbn-i Abbâs, Atâ, Nahaî, Mücâhid ve Said bin Cübeyr (Radıyallâhü anhümâ)”e göre namaz esnasında Teşbik mekruhtur. Namaza giderken mekruh değildir. Mâliki-1 e r ‘ in ve Ş â f i i 1 e r ‘ in kavli de budur.

Hanefi âlimlerine göre gerek namazda ve gerekse namaza giderken veya namaz için beklenen Teşbik tahrimen mekruhtur.

Hanbelîler’e göre namaza giderken mekruhtur. Namaz esnasındaki teşbîkin kerâhafi daha şiddetlidir-

968) Ebû Hüreyre (Had t yalla hu anh)\en rivayet edildiğine «öre ResûluIIah (Salhıllahü Aleyhi vr Srl/rın) $üyle buyurdu, demiştir :

«Biriniz esniyeceği zaman elini ağzının üstüne koysun ve (Haaa diyerek) bağırmasın. Çünkü şeytan, onun bağırmasından dolayı gü­ler.»”

Not: Zevâid’de : Hadisin isnadında Abdullah bin Sald bulunur. Âlimler onun zayıflığına ittifak etmişlerdir, denmiştir. [245]

İzahı

Buhârî ve Tirmizî de Ebû Hüreyre (Radıyal­lâhü anh) ‘den merfu’ olarak rivayet olunan hadîs meâlen şöyledir:

«Namazda esnemek şeytandandır. Bu nedenle birinize esnemek hâli belirince olanca gücü ile onu durdursun.»

Tuhfetü’l-Ahvezî yazarı: ‘Esnemenin şeytandan olmasının sebe­bi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ondan hoşlanmama-sıdır. Genellikle vücût ağırlaşıp gevşediği ve uyuklayıp tembelleştiği zaman esneme hâli belirir. (Bu durum ise ibâdet esnasında duyul­ması gereken neş’e, canlılık ve iştiyak ile uyanıklığa ters düşer.) «Esnemek şeytandandır.» ifâdesi ile esnemeye yol açan tikabasa ye­mek gibi davranışlardan sakındırmanın kasdedilmiş olması da muh­temeldir.’ demiştir.

T i r m i z i der ki: «Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘-nin hadîsi sahihtir. îlim ehlinden bir cemâat namaz esnasında esne­meyi mekruh saymışlardır. îbrâhim Nahai: Ben esneme­yi öksürmekle durdururum, demiştir.»

Hanefi ve Şafii âlimleri namazda esnemeyi mekruh saymışlardır. Esneme hâli belirince mümkün mertebe durdurmaya çalışılmalıdır. Durdurmak için ya ağız yumulur ve dişler sıkılır, ya elin tersi dudakların üstüne konularak, haaa diye ses çıkarılması önlenir.

Hanefî ve Şafiî fıkıh kitablarında beyan edildiğine gö­re Peygamberler esnemezlerdi, bundan korunmuşlardı. Bir kimsede esneme belirtisi görülünce, Peygamberler esnemezdi, ben niçin esni­yorum diye düşününce esneme hali durur. Ben bunun doğruluğunu kendi nefsimde müşâhade etmişimdir.

969) Adîyy bin Sâbit’in dedesi (Radıyallâhü anhüm)’den rivayet edil­diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Namazda iken tükürmek, sümkürmek, hayız hâline girmek ve uyuklamak şeytandandır.»”

Not: Zevâid’de bildirildiğine göre seneddeki râvi Ebü’l-Yakzân’ın adı Osman bin Umeyr’dir. Âlimler onun zayıflığı hususunda ittifak etmişlerdir. [246]

43 – Bir Kavim, İmamlığından Hoşlanmadığı Halde Onlara İmamlık Edenin Babı

970) “… Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radtyallâhü anhumâ)’âzm riva­yet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, de­miştir :

«Üç kişi vardır ki; hiç bir namazı makbul değildir: Bir kavim, imamlığından hoşlanmadığı halde onlara imamlık eden adam, na­maza hep arkasından (yâni vakti kaçırdıktan sonra) gelen adam ve azat edilmiş olan şahsı köle olarak kullanan adam.»” [247]

İzahı

Ebû D â v û d ve Beyhakî de bu hadîsi mânâyı et­kilemeyen az lâfız farkı ile rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd, benzer bir başlık altında açtığı bâbta bunu rivayet etmiştir. Şerhi el-Menhel’de şu bilgi vardır:

-Hadîsteki «Makbul olmayışı» ifâdesinden, maksat şu olabilir: Allah onların namazlarını geçerli saymaz. Dolayısıyla namazları na­maz sayılmaz. Yâni onlar namaz borcunu ödemiş olmazlar.

«Makbul olmayışı» tâbiri ile onların namazlarından hiç bir se­vabın hâsıl olmıyacağı mânâsı kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde on­ların kıldıkları namaz bir sevab kazandırmamış olur. Fakat sahih olup olmadığı hususu anlaşılamaz. Çünkü sevap kazandırmayan bir namaz borç yerine geçebilir, geçmeyebilir.

Namazı makbul olmayan üç kişiden birisi, bir cemâat imamlı­ğından hoşlanmadığına rağmen onlara imamlık eden şahıstır. Ha­dîsteki tehdit, onun imamlık etmesinin haramlığına delâlet eder. Ce­mâatin hoşlanmayışı dini bir sebepten ileri geldiği takdirde mute­berdir. Şer’î sebeplerden başka nedenlerle imamlığından duyulan hoşnutsuzluk muteber değildir. Yâni hadîsteki tehdit bu hâle şumûl-lü değildir. Keza şer’î bir sebebe dayanan hoşnutsuzluk cemaatın ço-ğunluğunca duyulduğu takdirde muteberdir. Kalabalık bir cemâat içinden 2-3 kişinin hoşnutsuzluğu dikkate alınmaz. Cemâatin hoş­nutsuzluğu hususunda din sahasında bilgili olanların sözü dikkate alınır. Cemâat içinde bulunan câhillerin sözü tutarsızdır.»

Sindi de : Hoşlanmayışın tutarlılığı, imamlığa ehil olmadı­ğı halde zorla bu göreve geçenlere mahsustur. İmamlığa liyakatli olan kimsenin imamlığından hoşlanmayan şahıslar kınanmalıdır. Böy­le imamın görevi bırakması söz konusu değildir, diye yorum yapan­lar olmuştur. Şöyle de denilebilir: İmamlığa daha liyakatli olan kim­se varken ondan nisbeten az liyakatli olan şahsın imamlığı almasın­da cemâatin rızâsı dikkata alınmalıdır.’

Namazi makbul olmayan ikinci kişi ise namazı zamanında kıl-mayıp vakti çıktıktan sonra kılan kişidir.

Tercemede ve metinde parentez içine alınan açıklayıcı mahiyet­teki ifâde râviye aittir.

Bâzı âlimler: ‘Namaz vakti çıktıktan sonra namaza duran adam­dan maksat, namazı kazaya bırakan değil, namazı geciktirmeyi ve cemâat namazdan çıktıktan sonra namaz kılmayı alışkanlık hâline ge­tiren kimsedir,’ demişlerdir.

Namazı makbul olmayan üçüncü şahıs ise azat edilmiş olan bir şahsı köleleştiren kimsedir. Bu şahıs, kölesini azat ettiği halde du­rumu gizliyerek veya inkâr ederek onu köle imiş gibi kullanır. Ya­hut azat ettiği halde zorla onu köle gibi çalıştırır. [248]

Hadisten Çıkarılan Fıkhî Hükümler

  1. Kişinin, hoşlanmayan cemaata imamlık etmesi haramdır.
  2. Namazı vaktinden çıkarmak haramdır.
  3. Hür adamı köleleştirmek haramdır.

971) (Abdullah) bin Abbâs (Radtya/lâhü anhümâ)dan rivayet edil­diğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir:

-Üç kişi vardır ki namazları başlarından bir karış yükselemez; Bir kavim, imamlığından hoşlanmadığı halde onlara imamlık eden adam, kocası kendisine kızgın olduğu halde geceleyen kadın ve bir­birine küs duran iki kardeş.

Not : Hadisin isnadının sahih ve ricalinin sikalar olduğu, Zevâid de bildi­rilmiştir. [249]

İzahı

Namazı bir karış yükselmemesi onun kabul oivuı mamasından ki­nayedir. Çünkü kabule şayan ibâdetler melekler vasıtasıyla gökle­re yükselir.

Kocası kendisinden kızgın olduğu halde geceleyen kadından mak­sat kocasına itaatsiz veya huysuz olan kadındır. Bir haram veya mek­ruh teklifi red ettiğinden dolayı veya hiç yere kocası kendisinden kızmış olan kadın bu hükme dâhil değildir. Karı koca münâsebet­leri ve cinsel arzular ekseriyetle geceleyin olduğundan hadiste «Gece­leyen» tâbiri kullanılmıştır. Çünkü gündüz kocasını kızdıran kadı­nın hükmü aynujır.

Küs duran kardeşlerden maksat, öz kardeşler olabildiği gibi di­ni kardeşler de olabilir. Buradaki küskünlükten maksat caiz olma­yanıdır. Yâni üç günden fazla süren küskünlük veya bâtıl uğrun­da meydana gelen küskünlüktür. Küs kalan iki kardeş hadîste anı­lan üç çeşit insandan üçüncüsü olarak sayılmıştır. Çünkü gaye üç fert değil, üç çeşit insandır. [250]

44 – İki Kişi Bir Cemâattir1 Babı

972) Ebû Mûse’l-Kş’arî (RadıyaUâhü anh)\en rivayet edildiğine ı<«-re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sclle.m) $öyle buyurdu, demiştir:

-İki kişi ve yukarısı (fazlası) bir cemâattir.-“

Not r Râvî er-Rabi ve oğlu Bedr’in zayıf oldukları, Zevâid’de bildirilmiştir. [251]

İzahı

Notta belirtildiği gibi bu hadîs Zevâid nevindendir. Cemaatla na­maz kılmanın faziletini kazanmak için iki kişilik cemâatin yeterli olduğuna bu hadis delil sayılır. Camiü’s-Sağîr’de rivayet olunan bu hadîsin şerhinde e 1-Azî zi şöyle der:

El-Münavi’ nin dediğine göre Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) bir adamın tek başına namaz kıldığını görünce :

«Bu kişiye yardım ederek beraberinde namaz kılacak kimse yok mu?» buyurmuş, bunun üzerine bir adam kalkıp onunla beraber na­maz kılmış ve bu arada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadisi buyurmuştur.1

Sindi hadisin mânâsı hakkında şöyle der:

‘Yâni iki kişi cemâat olup beraber namaz kıldıklarında cemâa­tin faziletini kazanırlar. Şöyle de yorum yapılabilir: İki kişi bir ara­da olunca namazlarını ayrı ayrı kümamalı cemâat olmalıdır.

973) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâydan; Şöyle de-

Ben bir gece teyzem Meymûne (Efendimizin hanımı) (Radıyallâ-hü anhâ)’nın yanında (= odasında) yattım. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir süre yattıktan sonra) kalkıp gece namazını kılmaya başladı. Ben de Onun sol tarafında namaza durdum. Bunun Üzerine O benim elimden tutup sağ tarafına (çekerek) durdurdu. [252]

İzahı

Hadis, Kütüb-i Sitte’de uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet edil­miştir. Ebû Davud’un süneninin : «İki adamdan birisi diğe­rine İmam olduğunda namaza nasıl dururlar» babında rivayet olu­nan metin nisbeten uzundur. Orada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in abdest alıp namaza durduğu, daha sonra İbn-i Ab­bâs (Radıyallâhü anh)’ın abdest aldığı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sol tarafına durduğu, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kendisinin elinden tutup arkası istikametinden sağ tarafına geçirdiği ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kıldığı belirtilmiştir*

El-Menhel yazarı şöyle der:

« M ü s I i m ‘ in rivayetinde açıklandığı gibi ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile be­raber Hz. Meymûne (Radıyallâhü anhâ) ‘nin odasında ge­celemişler. Ahmed bin Hanbel’in rivayetinde: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) .-

«Ben o zaman on yaşında idim.» demiştir.

Kılınan namazın gece namazı olduğu^ 131 veya 11 rek’at kılın­dığı, ikişer rek’atten selâm verildiği ve son olarak bir rek’atten se­lâm verildiği M ü s 1 i m’ in bâzı rivayetlerinde bildirilmiştir. [253]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Henüz erginlik çağından uzakça olan ve mümeyyiz denilen erkek çocuk mahremi olan kadının odasında kadının eşi ile beraber yatabilir.
  2. Gece namazına kalkmak müstahabtır.
  3. İmamlığa niyet etmeden namaza durmuş olan kimseye uymak caizdir.
  4. Namaz içinde az hareket namazı bozmaz.
  5. îmama uyan, bir kişi ise imamın sağ tarafında durmalıdır. Âlimlerin ekserisine göre, imamın sağında durması sünnettir.
  6. Mümeyyiz bir çocuk ile imamdan cemâatin oluşması müm­kündür. Bu husustaki âlimlerin görüşü şöyledir:

a) Ş â f i î’ ye göre farz ve nafile namazları arasında bu hususta bir fark yoktur.

b) tmam-ı A’zam’ dan bir rivayete ve M â 1 i k’ e göre bu hüküm nafile namaza mahsustur.

c) îmam-ı A’zam’ dan olan ikinci rivayete ve arkadaş­larının kavline göre imamın bir çocukla cemâat teşkili sahih değil­dir.

En-Neyl yazarı: ‘Bu tür cemâatin teşkili caiz değildir, diyen âlim­lerin elinde bir delîl yoktur. El-Bahr’de, delil olarak : «Çocukların merfuü’l-Kalem yâni mes’ul olmadıklarına dâir hadisten başka her hangi bir delil zikredilmemiştir. Oysa çocukların mes’ul tutulmama­sı, onların namazlarının sahih olmayıp bununla cemâatin teşkil edile-miyeceğine delâlet etmez. Delâlet etse bile îbn-i Abbas (Ra-dıyallâhü anh)’m hadîsi ile benzer hadîsler, Kalem hadîsini hususî-leştirmiştir, denilir.

  1. Nafile namazı cemaatla kılmak meşrudur.»

974) Câbir bin Abdillah (Radıyallâkü anhümâ)’âan rivayet edildiği­ne göre şöyle söylemiştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi veSellem), akşam namazını (n far­zını) kılıyordu. Ben gelip O’nun solunda namaza durdum. O, beni (çekerek) sağ tarafına durdurdu.”

Not: Zevaid’de beyan edildiğine göre, bu hadisin senedindeki râvî Ştirahbil zayıftır. Zayıflığını söyleyen bir kişi değildir. Hattâ bâzıları onu yalancılıkla itham etmişlerdir. Fakat îbn-i Hibban onu sika raviler arasında zikretmiş, kendi sahihin­de bu hadisi Şürahbîl tariki İle rivayet etmiştir. İbn-i Huzeyme de kendi sahihinde bunu aynı tarik İle rivayet etmiştir. [254]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. iki kişi ile cemâat kurulur
  2. Birinci maddedeki hüküm farz namaza şümullüdür.
  3. Tek başına namaza duran yâni imamlığa niyet etmemiş olan kimseye uymak caizdir.
  4. Namaz içinde namazın gereği olan hareket, namazı bozmaz.
  5. İmama uyan bir kişi ise imamın sağ tarafında durmalıdır.
  6. İmama uyan tek kişi imamın sol tarafında durduğu takdirde imam onu sağ tarafına usulü dâiresinde geçirmelidir.

975) Enes (bin Mâlik) (RadtyaUâhü anh)’fex\ rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akrabasından bir ka­dına ve bana namaz kıldırdı. (Namaza durulacağı zaman) beni sağ tarafında durdurdu. Kadın da bizim arkamızda namaza durdu.” [255]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Beyh«ki de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Buradaki hadisin zahirine göre kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in akrabasındandır. Halbuki M ü s 1 i m ‘ in ri­vayetinde kadının Enes (Radıyallâhü anh) ‘in anası ( Ü m m ü S ü 1 e y m ) veya teyzesi (Ümmü Haram) olduğu belir­tilmiştir. Ebû Dâvûd ve Nesâi’ nin rivayetlerinden de kadının Enes (Radıyallâhü anh)’in yakınlarından olduğu anla­şılıyor. ,

Yukarıda belirtilen durum muvacehesinde buradaki rivayetle il­gili iki ihtimal vardır: Birinci ihtimal, olayın bir olmasıdır. Kadın

Enes (Radıyalâhü anh) in yakınıdır. il ^a lafzındaki zamir. E n e s ‘ e râcidir. Bundan sonra gelen; «^UU ^j lafızların-daki zamirlerin de bir öncekine uygunluğu bakımından;

«uiUU ajj şeklinde gelmesi beklenirken ehlinin malûmu ol­duğu üzere burada Gâib zamirinde mütekellim zamirine iltifat1 var denilir, ikinci ihtimal olay tekerrür etmiştir. Buradaki olayda kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yakınlarından imiş. Di­ğer olayda kadın, Enes (Radıyallâhü anh)’in yakıoı imiş.

Birinci ihtimal kanımca kuvvetlidir. Allah daha iyi bilir. [256]

Hadisin Fıkıh Yönü

  1. imama uyanlar bir erkek ve bir kadından ibaret olduğu tak­dirde erkek imamın sağında, kadın ise ikisinin arkasında durmalı­dır. Kadın, erkeklerle yanyana duramaz.
  2. Kadın, erkeklerin saffında namaza durduğu takdirde cum­hura göre namazı sahihtir. Hanefiler’e göre kadının namazı sahih ise de erkeklerin namazı bozulur. [257]

45 – İmama Yakın Durması Müstahab Olanları Beyân Babı

976) Ebû Mes’ud el-Ensârî (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Namaz (a durduğumuz) da tSaffuı düzgünlüğünü bilmeli için) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) omuzlarımızı ellerdi ve:

«(Saflarda) karışık durmayınız ki kalbleriniz de karmakarışık olmasın. Sizden en akıllı olanlar (namazda) bana yakın dursun. Son­ra (akıllılık bakımından) onlara yakın olanlar dursunlar. Daha son­ra, oldukça onlara yakın olanlar dursun.» buyururdu.” [258]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizİ, Ahmed ve N e s â i de bu hadîsi az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Hadîste geçen «Ahlâm» kelimesi «Hilm»in çoğuludur. Hilm akıl demektir. «Nühâ* kelimesi de *Nühye»nin çoğuludur. Nühye de akıl demektir. $u halde Ahlâm ve Nüha eş anlamlı iki kelimedir.

Tuhfetü’l-Ahvezî’de beyan edildiğine göre, İ b n – i Sey yi-d i’ n – N â s , bu iki kelime ile aynı mânâ kasdedilmiş, demiştir. Bâzı âlimler de * Ahlâm’ erginlik çağları anlamında kullanılmıştır, de­mişlerdir.

Hadisten anlaşıldığına göre; Sahâbîler namaz için saf oldukla­rı zaman düzgün ve doğru durup durmadıklarını anlamak için Pey­gamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) onların omuzlarını ellerdi, ka­rışık durmamaları için ikazda bulunarak, safların karışıklığının kalb-lerin karışıklığına sebep olduğunu bildirirdi ve en akıllı zatların O’na yakın durmalarını, diğer safların da akıl ve dirayet derecesine riâ­yet edilerek dizilmesini emretmiştir.

En akıllı ve dirayetçe kuvvetli olanların imama yakın durmala­rı emri ile ilgili olarak el-Menhel yazarı şöyle der:

«İmamın namaz kıldırışını iyice bellemek, yanılgı hâlinde imamı uyarmak, imamın namazı bozulunca onun yerine geçmek gibi önem­li noktalar nedeni ile en akıllı ve liyakatli kimselerin imama yakın durmaları ve liyakat esasına göre safların düzenlenmesi emredil­miştir.

Hüccetüllah el-Bâliğa’da: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in bu emri vermesinin sebebi, büyüklere saygı duygusunun is­lâm toplumunda iyice yerleşmesidir. Keza liyakatsiz kimselerin, ön safları işgal etmekle liyakatli olanları tedirgin etmemeleridir, den­miştir.

N e v e v i de : Bu emrin hikmeti şudur: En akıllı ve dirayet­li kimseye öncelikle ikram edilmelidir. Gerektiğinde imamın yerine o geçmelidir. İmam yanıldığında herkesten önce o farkına varır ve uyarır, namazın kılmış şeklini daha iyi zabtederek, başkasına öğre­tir, tam mânâsı ile imam gibi hareket etmekle imamın hareketlerini göremeyen arka s af lar da kî cemaata rehberlik eder. AktUı ve dira­yetli kişilere öncelik tanınması hükmü namaza mahsus değildir. Her toplulukta böylelerine mutena yer verilmelidir. Meselâ ilim, fetva, istişare, zikir, sohbet ve tedrisat meclislerinde en akıllı adamlara ön sıralarda yer verilmelidir.

Hadisin şöyle yorumlanması da mümkündür:

«Erginlik çağma varmış olan erkekler bana yakın dursun. On­ların arkasında da erginlik çağına yaklaşmış olanlar ile mümeyyiz olan erkek çocuklar dursun. Onların arkasında da kadınlar dursun.» [259]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. En dirayetli kimselerin namazda imama yakın durmaları müstahabtır. Dirayet derecesine göre saflar düzenlenmelidir.
  2. İkinci yoruma göre erginlik çağma ermiş olan erkekler ima­ma yakın durmalıdır. Erginlik çağma yaklaşmış olanlar ve mümey­yiz olan erkek çocuklar bunların arkasında durmalıdır. Kadınlar da bunların arkasında saf olmalıdır.
  3. İmam, cemâatin bu şekilde ve düzgün olarak saf olup olma­dıklarını incelemeli ve hatalı duruşları düzeltmelidir.

Nesâi’ nin Berâ’ bin Âzib (Radıyallâhü anhJ’den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir :

‘Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) saflar arasında bir uç­tan diğer uca kadar dolaşırdı. Omuzlarımızı ve göğüslerimizi eller­di ve: Kanşık durmayınız ki kalbleriniz karışık olmasın, buyururdu.

977) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü antı)\en rivayet edildiğine gü­re şöyle demiştir:

Resul ui I ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), muhacirlerin ve Ensa-rın, (namaz hükümlerini) kendisinden almaları için (namazda) zâ­tına yakın durmalarından hoşlanırdı.”

Not: Kavilerinin sıka oldukları Zevâid’de bildirilmiştir. [260]

İzahı

T i r m i z I bu hadisin rivayet olunduğunu söyleyerek yalnız metnini mânâyı etkilemeyen az bir lafız farkı ile rivayet etmiştir.

Camiü’s-Sağir de beyân edildiğine göre Ahmed bin Han-t> e 1 ve Hâkim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Sindi der ki: ‘Muhacirler ve Ensâr’dan maksat, onların er­ginlik çağına ulaşmış olan ileri gelenleridir. Bedevileri veya henüz erginlik çağına ermemiş olanları değildir.’

T i r m i z i ve Câmiü’s-Sağîr’deki rivayette :Ondan (bilgi) alsınlar.» ifâdesi yerine: «üt j^İükJ = -Ondan bellesinler.» ifâdesi mevcuttur.

Sâri h el-Azizî: Namazın farzları, vacipleri, sünnetleri ve âdabı iyice bellensin diye seçkin zâtların Ona yakın durmaları istenmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hoşlanma­sı ya bir sahâbiye bizzat haber vermesiyle yahut bir alâmetle bili­nebilir,” demiştir.

978) Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyal/âhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre şöyle demiştir ;

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ashabında bir gerile­me (= Ön safta durmaktan kaçınma) gördü ve onlara:

«İleri geliniz ve bana uyunuz. Sizden sonrakiler de size uysun­lar. (Ön saftan) geri durmaya devam eden bir kavmi nihayet Allah geriletir.»” [261]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Bey haki de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı bu hadîsin rivayet edildiği «Kadınların saffa durması ve birinci saftan gerilemek» babında şöyle der:

«Sahâbîler, galiba Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in:En akıllı olanlar bana yakın dursunlar…» mealindeki (876 nolu) ha­disini işittikleri ve kendilerini liyakatli görmedikleri için birinci saf­fa geçmekten çekinmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) de ashabına son hadisi emretmiştir.

«Sizden sonrakiler de size uysunlar.» emrinden maksat, arkalar^ fla bulunanların sahâbileri kendilerine imam edinmeleri değil, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namazdaki hareketlerini gö-remiyecekleri için önlerindeki saflara bakarak hareketlerini uydur­malarıdır. Çünkü bütün cemâatin bir imama uyması gereklidir.

«Geri durmaya devam eden…» Fıkras;nın mânâsı şudur:

On saffın faziletini kazanmayı önemsemeyen ve bu fazileti kü­çümseyen kimseler bu davranışı alışkanlık hâline getirip bunda İsrar ederlerse Cenâb-ı Allah Âhiret günü onları geriletir. Yâni Cehen-nem’den ilk çıkaracağı müminler meyânında onları çıkarmıyacak. Ön saftan geri duruşlarına karşılık ve uygun olarak onları Cehen-nem’den tehirli çıkaracaktır.

Şöyle de yorum yapmak mümkündür:

Ön saffa geçiş hususunda böyle davrananları Cenâb-ı Hak önce Cehennem’e hapsedecek ve tehirli olarak Cennet’e koyacaktır.

Böylelerin, Cehennem’e giren müminlerin en altında olacakla­rı kasdedilmiş olabilir.

N e v e v i: Allah, böylelerini rahmetinden, muazzam fazlın­dan, yüksek mertebeden, ilimden ve benzerî meziyetlerden geri bı­rakır, diyerek yorum yapmıştır.

Hadisin zahirine göre bu şiddetli tehdit, birinci saffa geçmeme-yi itiyat hâline getirenlere aittir. Aslında böyle yapan kimse yâni geri saflarda durmayı itiyat hâline getiren veya namazım cemaatla değil tek başına kılan şahıs, bu davranışından dolayı cehenneme müs­tahak olmaz. Şu halde mezkûr tehdit ön saftan kaçınma yüzünden namazını terkeden veya vaktinden çıkarıp kazaya bırakan kişiye mahsûstur, diye yorum yapmak mümkündür. [262]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Ön saf fin yüce sevabını kaçırmamak için bu saffa geçmeye önem verilmelidir. (Ancak ön saffa geçmek için başkasına eziyet et­memelidir. Aksi takdirde sevap yerine günah olur. Başkasına eziyet edeceği endişesiyle ön saffa geçmekten vaz geçen şahsın sevabı ön safta namaz kılanın sevabından daha fazladır. Çünkü Tabarâ-n i’nin İ bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­muştur :

«Bir kimseye eziyet edeceği endişesi ile ön safft bırakan adanı için Allah ilk saffın sevabının iki katını verir.»

  1. îmam, fazilet sahihlerinin namazda kendisine yakın durma­larını istemeli ve cemâat için en hayırlı olan şeyi tavsiye etmelidir.
  2. îmamı görmeyen arka saflardaki cemâat, önlerindeki safla­rın hareketlerine göre imamı takip edebilirler.
  3. Ön saffın sevabını küçümsiyerek gerilemek hatâdır. [263]

46 – İmamlığa Öncelikle Hakkı Olanın Babı

979) Mâlik bin el-Huveyris [264] (RadtyaÜâhü anh)’tien; Şöyle söylemiştir :

Ben bir arkadaşımla beraber Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanına vardık. Geri dönmek istediğimiz zaman O, bize ı

«Namaz vakti olunca ezan okuyunuz, ikamet ediniz ve (yavaşça) büyük olanınız size namaz kıldırsın.» buyurdu.” [265]

İzahı

Buhar i, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu uzun ve kısa metin hâlinde rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd’un aynı başlık altında açtığı bâbta rivayet ettiği bu hadisin açıklamasını yapan el-Menhei yazarı şu bilgiyi ve­rir :

-Mâlik (Radıyallâhü anhJ’in arkadaşının ismini bilemiyoruz.

«Ezan okuyunuz, ikâmet ediniz.» emrinden maksat, her ikisinin de ezan okuması ve ikâmet etmesi değil, birisinin bu işi yapmasıdır. Ezan ve ikâmet için yaş durumu tercih sebebi olmadığından Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları bu hususta serbest bırak­mıştır. Fakat imamlık için yaşça büyüklük tercih sebebi kılındığın­dan bu hüküm verilmiştir.

Ezan ve ikâmet emrinde ikisinin muhatap tutulması şöylece de yorumlanabilir: Yâni biriniz okuyunuz, diğeriniz de icabet ediniz.

Şunu da belirtelim : İkâmet etmek ezan okuyanın hakkıdır. Çün­kü : = «Kim ezan okursa, o ikâmet eder.» hadisi bu­nu âmirdir.

-Büyük olanınız namaz kıldırsın.» cümlesindeki büyüklükten maksat, yaşça olan büyüklüktür. Rütbe, makam ve benzeri yönden olan büyüklük kasdedilmemiştir. Çünkü bâzı rivayetlerde yaşça bü­yüklük’ kaydı vardır. Ayrıca Ebü Davud’un rivâyetindeki: -Ve biz o günlerde ilim bakımından birbirimize yakın idik.» ilâvesi de bu durumu teyid eder. [266]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. İmamlık, müezzinlikten efdaldır. Çünkü ezan ve ikâmet et­mek için büyüklük aranmadığı halde imamlık için aranmıştır.
  2. Vakit namazlarının cemaatla kılınması emredilmiştir. Cemâa­tin oluşması için imamın beraberinde bir kişinin bulunması kâfidir.
  3. Farz namazların vakti girince ezan ve ikâmet etmek meş­rudur

980) Ebû Mes’ud (el-Bedrî)[267] (RadtyaUâhü anh)’den rivayet edil­diğine göre şöyle demiştir :

ftesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Allah’ın kitabını en çok bilen kişi kavmine imamlık eder. (= et­sin) Eğer onların Kur’an bilgisi eşit ise (Mekke’den Medine’ye) ön­ce hicret eden imamlık etsin. Şayet hicretleri beraber ise yaşça bü­yük olanı imamlık etsin. Evinde ve hükmü altındaki yerde adama imamlık edilmesin. Oturması için evinde kendisine tahsis edilmiş olan yerinde de oturulmasın. Ancak onun izni ile (bu işler) olur.»” [268]

İzahı

Müslim, Ebü Dâvûd, Ahmed ve lbn-i Hibbân da bunu rivayet etmişlerdir.

Hadisin : lafzını: -Allah’ın kitabını en çok bilen» diye terceme ettim. Bu cümle çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. El-Menhel yazan bu bâbta rivayet olunan mezkûr hadîsin açıklama­sını yaparken şöyle der:

Bu cümleden maksat K u r’ a n ‘ dan ezberi en çok olanın imamlığa öncelikle geçmesidir. Bâzıları: ‘Bu ifâdeden maksat, Kur’-a n okuyuşu en güzel ve Kur’an ahkâmını en iyi bilendir. Böy­le olanın ezberi diğerlerinden az bile olsa imamlık onun hakkıdır, demişlerdir.

Bir kısım âlimler de : Bundan maksat fıkıh bilgisi bakımından en âlim olanıdır. Çünkü Ashâb-ı Kiram’ın durumuna bakılırsa onların en kuvvetli fıkıhçılarının aynı zamanda en kuvvetli Kur’an oku­yucusu oldukları görülür.

Şu halde sahâbilerin en kuvvetli hafızı en kuvvetli fıkıhçısıdır Nitekim Abdullah bin Mes’ud (Radıyallâhü anh) :

Birimiz Kur’an’dan bir sûre hıfzettiği zaman onunla ilgili İlmi sağlamlaştırmadıkça ve helâlini, haramını iyice tanımadıkça o sû­reden çıkıp başka sûreye geçmezdi’ demiştir. Abdullah bin Ömer (Hadıyallâhü anhümâ) da: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’e bir sûre inince biz ondaki emri, yasağı, helâli ve haramı bil­miş olurduk.» demiştir.

Şu halde, Sahâbilerin en kuvvetli hafızı denilince bununla en kuvvetli Fıkıhçısı kastedilmiş olur.

Hadîsin: «Eğer onların Kur’an bilgisi eşit ise…» fıkrasının mâ­nâsı şudur: ‘Eğer cemâat fertleri Kur’an hıfzı, okuyuşu ve ilmi bakımından eşit iseler, Mekke Fethinden önceki devirde hangisi daha önce Mekke1 den M e d î n e ‘ ye hicret etmiş ise imamlık onun hakkıdır.

Erken hicret etmenin imamlıkta tercih sebebi kılınmasının ne­deni şu olabilir: Hicret etmekte kıdemli olmak bir şereftir. Bu şere­fi ihrâ2 eden zât imamlığa öncelikle lâyıktır. Ayrıca erken hicret eden zâtlar, sonradan hicret edenlere nisbeten umumiyetle daha bil­gili olur.

Küfür diyarından İslâm memleketine hicret edenler de bu hük­me dâhildir. Çünkü âlimlerin cumhuruna göre hicret hükmü kıya­mete kadar devam eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in;

«Mekke fethinden sonra hicret yoktur.» hadisinin mânâsı şudur : -Fetihten sonra Mekke de İslâm memle­keti olduğu için artık oradan M e d i n e ‘ ye gidip yerleşmek hic­ret sayılmaz. (Veyahut) Hiç bir hicretin fazileti, Mekke fethin­den Önceki devreye rastlayan hicret fazileti gibi olamaz.»

tbnü’l-Melek: ‘Bu gün için imamlığa tercih sebebi yö­nünden muteber olan hicret, mânevi hicrettir. Bu da günahlardan hicret etmektir. Şu halde günahlardan en çok kaçınan kimse imam­lığa daha lâyıktır1 demiştir.

Hadisin: «Yaşça büyük olanı…- tâbirinden maksat, müslümanlıkta geçen ömür süresidir. Mutlak yaş uzunluğu değildir. Şu hal­de yaşlandıktan sonra müslüman olan bir ihtiyar, çocukluğundan beri müslüman olan bir gence veya o ihtiyardan yaşça küçük olmak­la beraber ondan önce müslümanlığı kabul etmiş olan kişiye tak­dim edilmez. Meselâ : 60 yaşındaki bir ihtiyar 5 yıl önce müslüman olmuş, 40 yaşındaki bir orta yaslı da 10 yıl önce müslüman olmuş ise imamlık 40 yaşındakinin hakkıdır.

Hadisin son fıkrasında bir kimsenin evinde veya tasarrufu altın­daki her hangi bir yerinde, izni olmadan ona imamlık edilmesi ya­saklanıyor. Müslim ve Fbû Dâv û d ‘ un rivayetlerinde;

3 yerine; lafzı kullanılmıştır. Netice değişmez. Bu fık­raya göre imamlık ev veya yer sahibinin hakkıdır. Cemâat arasında kendisinden daha bilgili şahıslar olsa bile hak onundur. Dilerse baş­kasını imamlığa geçirir. Cemâat içinden birisine izin verirken en fa­ziletli olan kişiyi seçmesi müstahabtır.

Fıkranın son cümlesinde de bir ev sahibinin oturması için hazır­lanmış olan döşek, minder, koltuk, divan ve benzerî yerlere izni ol­madan başkasının oturması yasaklanıyor.

Cumhura göre imamlığa öncelik hakkı şu sıraya göredir:

  1. Devlet büyüğü,
  2. Ev veya o yer sahibi,
  3. Namaza âit fıkıh hükümlerini en iyi bilen kişi,
  4. Kıraati en güzel olan şahıs.

Hicret, takva ve yaşlılık gibi özelliklerin sıralanışı bakımından fıkıh âlimlerinin görüşleri farklıdır. Geniş malûmat için fıkıh kitap­larına müracaat edilmesi tavsiye olunur.

981) “… Ebû Hazmı [269] (Hadtyallâhu ntıh)’&di\ rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Sehl bin Sa’d-i Sâidî (Radıyallâhü anh) [270] kavminin gençlerini namaz kıldırmak için Öne geçirirdi. Kendisine :

İslâmiyet’te yüce bir kıdemin bulunduğu halde sen (niçin böyle) yapıyorsun? (Kendin namaz kıldırmıyorsun) denildi. O şöyle dedi:

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel)em)’i şöyle buyururken işittim :

-İmam zâmin (kefil)dir. Eğer namazı iyi kıldırırsa sevap hem onadır hem cemaatadır. Şayet fena kıldırırsa vebali onadır. Yâni ce­maata değildir.Zevâid’de : Bunun isnadında bulunan râvi Abdüthamid’in zayıflığına alimler ittifak etmişlerdir, denmiştir. [271]

İzahı

İmamın kefil oluşu, cemaata namazı sıhhatli bir şekilde kıldır­mak sorumluluğunu yüklenmiş olmasından dolayıdır. Eğer bilerek namazı ifsad eden kusuru varsa ve cemâat bundan habersiz ise ce­mâatin namazını imam ifsat etmiş olur. Cemâat bu durumu bilme­diği için namazını iade etmez. Bütün vebal da imamın boynunda kalır.

Keza imâm namazı sıhhatli olarak kılsa bile sünnetlerine ve âda­bına riâyet etmezse fazilet bakımından eksik kıldırmış olur. Halbu­ki âdab ve sünnetlerine riâyet etmek suretiyle cemaata namaz kıl­dırmak görevini yüklenmiş, bu hususta cemaata karşı sorumluluk altına girmiş ve cemâat da onu kefil saymıştır Bu noktalarda da ku­sur işlerse iyi kıldırmış sayılmaz vebal da ona aittir.

982) Haraşa kardeşi Selâmet binti’1-Hür [272] (Rafityallâhü anhâ)’-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’i şöyle buyurur­ken işittim:

«İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki ayakta bîr saat bek-liyecekler de onlara namaz kıldıracak bir imam bulamıyacaklardır.»” [273]

İzahı

E b û Dâ vûd, Ahmed ve Beyhaki de Selâmet (Radıyallâhü anhJ’nın bu hadîsini şu mealde rivayet etmişlerdir:

«Mescîd halkının (imamlık hakkında) itişmesi ve namaz kıldıra­cak bir imamı bulamayışları şüphesiz kıyamet alâmetlerindendir.»

Cemâatin bir imam bulamayışı ve imamlık hakkında itişmesi iki şekilde yorumlanmıştır :

  1. Herkes imamlıktan kaçınır ve arkadaşını öne sürmek ister. Bunun sebebi ise cemâatin imamlık için gerekli bilgiye sahip olmayışı veya imam seçilmesi ve tâyini hususunda anlaşamaması, yahut Allah rızâsı için ve fahrî olarak imamlık yapacak kimsenin te’min edilememesi gibi şeylerdir.
  2. Herkes; Ben imam olayım, der, bundan dolayı cemâat arasın­da sürtüşme çıkar ve imamsız kalınır.

İlk yorum, bu bâbta anılan diğer hadislere daha uygun olur.

983) Ebû Ali el-Hemedânî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre:

Bir vapurla yolculuğa çıkmış, vapurda Ukbe bin Âmir el-Cüheni

(Radıyallâhü anh) da varmış. (Ebû Ali şöyle der) :

Farz namazlardan birisinin vakti oldu. Biz Ukbe (Radıyallâhü anh) den bize namaz kıldırmasını istedik ve i Şüphesiz imamlık he­pimizden fazla senin hakkındır, sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın sohbeti ile müşerref olmuş bir sahâbîsin, dedik. Ama o bundan imtina etti ve şöyle dedi: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selem) den şöyle buyururken işittim:

«Kim insanlara namaz kıldırır da isabetli ( eksiksiz) kildınr-sa namaz (in sevabı) hem onadır, hem cemaatadır. Ve kim şu namaz­dan bir şey eksiltirse vebal onun üzerinedir. Cemâatin üzerinde de­ğildir. [274]

İzahı

Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhaki, İbn-i Hî. ta­ban, İbn-i Huzeyme ve el-Hâkim de Ukbe (Ra­dıyallâhü anh)’m hadîsini az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir.

Hadisteki isabet ve eksiltme umumidir. Yâni namazın şartlarını ve rükünlerini tam yapmak suretiyle isabetli kıldıran imama sevap vardır. Cemâat da sevap kazanır. Eğer imam namazın farzlarından bir şeyi eksik yapmak suretiyle noksanlaştınrsa ve cemâat bu eksi­ği bilmezse cemâatin boynuna bir vebal geçmez. Bütün vebal imama aittir.

Ebü Davud’un rivâyetindeki isabet ve noksanlık vakte bağlanmıştır. Yâni imam, namaz vakti henüz çıkmamış iken cemaa­ta namaz kıldırırsa… ve imam. vakit çıktıktan sonra namaz kıldırır­sa… olur[275]

48 – Bir Kavme İmamlık Eden Kişi (Namazı) Hafif Kıldırsın Babı

984) Ebû Mes’uH (el-Hedrİ el-Ensârî) (Radtyallâkü ankyten riva­yet edildiğine «ore bir adanı[276] Peygamlıer (Sallaltakü Aleyhi ve Srtlcm)’? ge­lerek :

— Yâ Resûlallah! Ben falanca (imam) yüzünden sabah nama­zında bile bile (cemaattan) geri kalıyorum. Çünkü çok uzatıyor, de­di. (Fbû Mrs’ûd) (Radıypllahıi nnh) (demiştir ki )

Ben, Resûlullah (Salîailahü Aleyhi ve Sellem)’i hiç bir vaazında o günkü kadar hiddetli görmt iniştim. O (Sullallahu Aleyhi ve Sellem) :

— -Ey insanlar! İçinizden bâzı kimseler (cemaatı) nefret ettiri cidir. Hanginiz cemaata namaz kıldırırsa hafif kıldırsın. Çünkü on­ların içinde zayıf olanı, yaşlı olanı ve is – güç sahibi olanı vardır.- bu­yurdu.” [277]

İzahı

Buhar i, Müslim ve Ahmed de bunu rivayet etmiş­lerdir. Aralarında bulunan lâfız farkı mânâyı etkilemez.

-Mâ salla- cümlesindeki «Mâide (= fazla) dır.

Namazı uzattığından dolayı şikâyet edilen imamın ismi geçmemiş olmakla beraber, Muaz bin Cebel ile Ubeyy bin K âb (Radıyallâhü anhümâ)’dan birisidir. [278]

Hadisten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri

  1. İmam namazı fazla uzatmayı alışkanlık hâline getirdiği tak­dirde bunun önlenmesi için durumu üst makama iletmek caizdir.
  2. îmam namazı fazla uzatıp cemâati kaçırmamalıdır.
  3. Müslümanları ibâdetten soğutucu davranışlarda bulunmaya karşı hiddetlenmek meşrudur.
  4. İmam cemâat arasında bulunan yaşlıyı, zayıfı ve iş – güç sa­hibi kimseleri düşünerek namazı hafif kıldırmalıdır.

985) Enes bin Mâlik (Radtyallâkü anh)\^\: Şöyle demiştir: Resûlullah (Salîailahü Aleyhi ve Sellem), namazı kısa ve tam ola­rak kıldırırdı.” [279]

İzahı

Buhârİ, Müslim ve Ahmed de bunu rivayet et­mişlerdir. Enes (Radıyallâhü anh) şunu demek istemiştir:

Resûlullah (Salîailahü Aleyhi ve Sellem) cemâatin hâlini düşü­nerek namazı kısa tutardı. Ama namazın rükünlerinden, sünnetlerin­den ve âdabından hiç bir şey eksik bırakmazdı. Bunları tam yapardı.

986) Câbir (bin Abdİllâh el-Ensârî) (Radtyallâhü ö«A«mâ>’den; Şöyle demiştir :

Muaz bin Cebel el-Ensârî (Radıyallâhü anh) arkadaşlarına yat­sı namazım kıldırdı. Namazı bir hayli uzattı. Bu sebeple cemaatı­mızdan bir adam ayrıldı ve namazı yalnız kıldı. Muaz (Radıyallâhü anh) a durum bildirilince, Muaz: O, münafıktır, dedi. Adama bu söz ulaşınca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in huzuruna gire­rek, aleyhinde Muaz (Radıyallâhü anh) m söylediği sözü nakletti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Muaz (Ra­dıyallâhü anh)’a-:

«Yâ Muâz! Sen Fettan mı olmak istiyorsun? Halka namaz kıldır­dığın zaman Eş-Şems, El-A’la, El-Leyl ve el-AIak sûreleri ile kıldır.» buyurdu.” [280]

İzahı

Kütüb i Sitte sahihleri, Ahmed, îbn-i Hibbân, Ta-baranı, Tahavi ve Beyhakî bunu az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir.

Muâz (Radıyallâhü anh)’dan şikâyetçi olan adamın ismi hak­kında ihtilâf vardır. Kimisi Haz m bin E b i K â ‘ b ‘ dır de­miş, kimisi Haram bin Melhan’ dır, demiş, kimisi de Selim’ dir, demiştir.

Yatsı namazında Muâz (Radıyallâhü anh)’a uyan bu ada­mın namazdan çıktığını ve kendi kendine yeniden namaza durduğu­nu buradaki rivayetten çıkarmak mümkündür.

Ebû Davud’un rivayetinde -Cemaattan bir adam ayrılarak yalnız namaz kıldı» ifâdesi kul­lanılmıştır. El-Menhel yazarı şöyle der:

«Adamın ayrılması iki türlü yorumlanabilir:

  1. Adam namazını yarıda kesmiş ve kendi kendine yeniden na­maza başlamıştır.
  2. Adam imama uymayı bırakarak, kaldığı yerden itibaren ka­lan rek’atları yalnız kılmıştır.

Şâfi1er ikinci yorumu benimseyerek, böyle yapmanın caiz olduğunu söylemişler ve bu hadisi delil göstermişlerdir. Lâkin Nevevi, bu hadisi delil göstermenin zayıf olduğunu, çünkü ikinci yorumun kesin olmadığını, bilâkis M ü s 1 i m’ in rivayetinin ilk yorumun sıhhatli olduğuna delâlet ettiğini söylemiştir.

N e v e v i’ nin yukarıdaki sözü ve B u h â r î’ nin rivayeti ilk yorumu teyid eder.»

Muâz (Radıyallâhü anh)’in -O münafıktır.- sözünden mak­sadı, cemaattan ayrılıp yalnız namaz kılmak münafıkın işidir. Müs­lüman böyle yapmamalıdır. Adamın kasıtlı değil, mazeretine binâen böyle davrandığını Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e arz ettiği bâzı rivayetlerde belirtilmiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Muâz {Radıyal­lâhü anh) a «Fettan olmak…» buyurmuştur.

«Fettan» ‘Fâtin’in mübalâğasıdır. Fâtin: eziyet veren, azap eden, işkence yapan, nefret ettiren, dini sevmeye mâni olan, günaha sokan gibi mânâlara geilr. Cümlenin mânâsı:

«Yâni Ey Muâz! Sen namazda kıraati uzatmakla halkı dinden soğutucu ve dini vecibelerini yerine getirmekten men edici olmak is­ter misin?»

Bu soru, kınamak mahiyetindedir. Böyle yapmamış olmalıydın, demek isteniyor. [281]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Tâzir cezasında sözle yetinilebilir. (Burada kınama cezası şi­fahen verilmiştir.)
  2. Cemâatin dağılmasına yol açan harekette bulunan kişinin böyle yapmasının engellenmesi meşrudur.
  3. îmam, cemaatın durumunu göz önünde bulundurmalıdır.

987) Osman bin ebi’l-As[282] (Radıyallâhii anhyden rivayet edildi­ğine Köre şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni Taife vali olarak görevlendirdiği zaman bana yaptığı son tavsiye ve emir şu idi: Bu­yurdu ki:

«Yâ Osman! Namazı hafif kıldır ve halkın hepsini, içlerindeki en zayıf adama göre hesapla. Çünkü şüphesiz onların içinde büyük, kü­çük, hasta, (evi) uzak ve iş-güç sahibi olanlar vardır.-‘

988) Osman bin Ebi’l-As (Radıyallâhii anh)’dan rivayet edildiğine Köre şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhıve Sellem) in bana buyurduğu son sözü budur:

«Sen bir kavme namaz kıldırdığın zaman hafif kıldır.»” [283]

İzahı

Osman (Radıyallâhii anh)’ın ilk hadîsini biraz lafız farkı ile Ebû Dâvûd, Nesâi, el-Hâkim ve Beyhaki de, son hadisini ise M ü s 1 im de rivayet etmişlerdir.

Bu hadîs de imamın namazı hafif kıldırmasını emreder. Yukar­da da işaret ettiğim gibi imam, namazın farzlarına, vaciplerine, sün­netlerine ve âdabına riâyet etmek suretiyle bunları tastamam yapa­cak, fakat kıraati, teşbihleri ve duaları pek uzatmıyacaktır. [284]

49 – Bir Şey Olursa İmam Namazı Hafifletir, Babı

989) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ü«A>’den rivayet edildiğine göre. Resûlullah (SaUaüahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«(Çok defa) ben namaza girerim ve uzatmak isterim de bir ço­cuğun ağladığını duyunca, ağlaması nedeni ile anasının üzüntüsünü bildiğim için kıraatimi hafifletirim. [285]

İzahı

Buhârî, Müslim ve Tirmizî de bunu rivayet et­mişlerdir.

«Vecd» kelimesi hüzün ve muhabbet mânâlarına gelir. Her iki mânâ da burada düşünülebilir. Hüzün mânâsı daha açık olduğu için bunu üzüntü kelimesi ile ifâde ettim. N e v e v î bu malûmatı ver­dikten sonra şöyle der: [286]

Hadisten Çıkarılan Hükümler

  1. İmama uyanlara şefkat edilmeli, maslahatlarına riâyet edil­melidir.
  2. Zaruret olmadıkça onlara zorluk vermemelidir.
  3. Kadınlar mescidlerde erkeklerle beraber cemaatla namaz kı­labilirler. (Arkada durmaları şarttır.)
  4. Küçük çocuğu mescide sokmak caizdir. (Mescidi kirletmesin­den emin olunmayanı sokmamak daha iyidir.)

990) Osman bin Ebi’l-Âs (RadtyaUâhü anh)’den rivayet edildiğine gö­re. Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Se.’lent) şöyle buyurdu, demiştir:

«Ben (namaz kıldırırken) bir çocuğun ağladığını duyarım. Bu­nun üzerine kıraatimi hafifletirim.[287]

991) Ebû Katâde (RadtyaUâhü anM)’den; Şöyle demiştir

Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Gerçekten (çok kere) ben namaza (kıraati) uzatmak niyetiyle dururum da bir çocuğun ağladığını işitince, anasına zahmet olmasın diye (kıraatimi) kısa keserim.»” [288]

İzahı

Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Bey-haki de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in arkasında namaz kılan kadınlardan çocuğu ağla­yan hatunun kalbi, çocukla meşgul olur, huzurla namaza devam ede­mez, diye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıraatim kısaltır -dı. Bu hadis, Efendimizin mü’minlere olan büyük şefkatim gösteren delillerdendir

El-Menhel yazarının bu hadis bahsinde naklettiğine göre İbn-i Sabit (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:

«Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defa ilk rek’atte 60 âyet kadar uzun olan bir sûreyi okudu. Sonra bir çocuğun ağla dığını işitince ikinci rek’atte üç âyet okudu.

Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in anılan durumda rükû ve secde zikirlerini de hafiflettiği B u h â r İ’ nin E n e s (Radı­yallâhü anh)’den rivayetinden anlaşılıyor. [289]

Hadîsin Fıkıh Yönü

Namazda kıraati uzatmak isteyen kişi, ihtiyaç hâlinde bunu kı­saltmalıdır.

El-Menhel yazarı şöyle der :

Hattabi bu hadîsi delil göstererek : İmamın rükû’da iken cemaata katılmak isteyen bir kimse için rükû’unu uzatmak suretiy­le kişinin rek’ate ulaşmasına imkân vermesi caizdir. Çünkü bir kim­senin dünya ile ilgiH ihtiyacı için imamın namazını kısaltması caiz olunca, âhiretle ilgili bir iş için namazını uzatması da caiz olur, de­miştir. Fakat bâzı âlimler imamın mezkûr amaçla rükû’unu uzatma­sını mekruh sayarak bundan Allah’a ortak koşmak endişesini duy­duğunu söylemişlerdir.

Ali e 1 – K â r i şöyle demiştir :

Hattâbî’ nin bu hadîsi delil göstermesine itiraz edilebilir. Çünkü bir maksatla ibâdeti hafifletmek ve uzatmayı bırakmak ile bir şahıs için ibâdeti uzatmak arasında fark vardır. Zira şahıs için ibâ­deti uzatmak bilinen riyadan sayılır. Bizce imamın; Allah’a yaklaş­mak için değil de geç kalan bir kişinin rek’ate ulaşması için rükû’u uzatması tahrimen mekruhtur. Böyle yapan imam için, büyük tehlike endişesi vardır. Ama bununla kâfir olmaz. Çünkü bu hareketi ile Al­lah’tan başkasına ibâdet etmeye niyet etmiş değildir…’ demiştir.»

Şafii fıkıh âlimleri : İmamın rükû’dayken yeni gelen bir kim­senin cemâate katılmak istediğini anlayınca rükü’u uzatması caizdir, demişlerdir.

Şa’bi, Hasanı Basrİ ve 1bn-i Ebi Leylâ da bu görüştedirler. Cemaata sıkıntı vermemek kaydıyla bunun câiz-liğine Ahmed bin Hanbel, îshak bin Rahaveyh ve E b u S e vr de hükmetmişlerdir.

Evzâî, Ebû Hanîfe, Mâlik, Cedi d kavlinde Şafii ve Ebû Yûsuf ise imamın bu bekleyişini mekruh görmüşlerdir. [290]

50 – Safları Doğrultmak Babı

992) Câbir bin Semûre es-Süvâî (Rıuhyatlâhü anh)’deı\ rivayet edil­diğine göre: Resûlullah (SaHallahü Aleyhi ve Se/tent) şöyle buyurdu, demiştir ;

•Melekler, Rabb’ları katında saf oldukları gibi niçin sizler de saf o1m u yorsun uz? –

Câbir (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Biz Melekler, Rabb’ları katında nasıl saf olurlar? dedik. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) .

-Melekler ön safları tamamlarlar (doldururlar) ve safta boşluk bırakmıyacak şekilde birbirlerine sımsıkı yapışırlar.» buyurdu.” [291]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâİ, Ahmed ve Beyh a k i de mânâyı etkilemeyen az lafız farkı ile rivayet etmişler­dir.

«Allah katında» ifâdesi ile meleklerin ibâdete kalkışları veya Arş-ı A’lâ yanındaki duruşları kasdedilmiş olabilir. Yahut Allah’tan başka kimsenin bilemiyeceği bir makamdaki duruştur. [292]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. İmam cemâatin duruşunu düzenlemeli ve onlar hakkında en hayırlı olan şeye teşvikte bulunmalıdır.
  2. Ön safları doldurmak müstahabtır. Bir saf dolmamış iken ar­kada başka saf yapılmamalıdır.
  3. Cemâat saf yaparken birbirine yapışmahdtr, aralarında boş­luk bırakmamalıdır.

993) Enes bin Mâlik (RadıyaMâhü anh)'(\eı\ rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Salla/fahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

  • (Namazda) saflarınızı dftzgün tutunuz. Çünkü safları düzeltmek namazın, mükemmelliğinden (güzelliğinden) bir parçadır.»” [293]

İzahı

Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Hâkim ve B e y h a k i de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadis, namaz sallını düzeltmenin, nama/ın ^üzel ve mükemmel kılınışından bir parça olduğuna delâlet eder. Şu lıalde namazın sıhhatı için saffı düzgün tutmak şart değildir.B uhârî ve Müs­lim’in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettik­leri şu mealdeki hadis, bu hükmü te’yid eder: «… Çünkü saffı düzelt­mek, namazın güzelliğindendir.» Bir şeyin güzelliği, onun mâhiyeti dışında kalan bir sıfatıdır.

İ b n – i H a z m saffı düzeltmeyi namazın farzlarından saymış­tır. Ona göre saff düzgün tutulmadan kılınan namaz sahîh değildir. Kendisi bu hadîsi böyle yorumlamıştır.

Cumhur, saffları düzgün tutmanın sünnet olduğuna hükmetmiş­lerdir. Hattâ bâzı âlimler, bu hususta icmâın varlığını iddia etmiş­lerdir.

994) Nu’man bin Beşîr (Ensârî)[294] (Radıyallâhü ank)'<\exi; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) namaz saffını mızrak veya ok ağacı gibi kılıncaya kadar düzeltirdi. Râvî demiştir ki: (Efen­dimiz bir defa) bir adamın göğsünü saff tan ileri çıkmış olarak gö­rünce, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Saflarınızı düzeltiniz. Yoksa şüphesiz Allah yüzlerinizi birbiri-ne muhalif kılacaktır.» buyurdu.” [295]

İzahı

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne-s â î, Ahmed ve Beyhaki de az lafız farkı ile bunu riva­yet etmişlerdir.

Rumh: Mızraktır.

Kıdıh i Ucuna henüz demir çubuk takılmamış olan ok ağacıdır. Saffın, mızraka mı, ok ağacına mı benzetildiğine âit tereddüt rami­dendir.

Bâzı rivayetlerde: cümlesi yerine;-Veya Allah şüphesiz kalblerinizi birbi­rine muhalif kılacaktır.» buyurulmuştur. Kalblerin yek diğerine mu­halefeti, aralarında düşmanlık, buğz ve nefretin meydana gelmesi­dir. Bu hâl yüzlerin muhalefetine, ayrı ayrı yönlere çevirilmesine se­bep olur. Safflarda cemâatin düzensiz durması, dış görünüşte bir muhalefettir. Dış muhalefeti iç muhalefetine yol açabilir.

K u r t u b i: Cümlenin mânâsı şudur: Cemâat fertleri ara­sında bir dağınıklık olur. Herkes arkadaşından farklı durur, kimisi ilerde durur, kimisi geride kalır, gönül kırıcı olan kibir ve böbür­lenme zannı doğabilir, cemâat arasında bir kopukluk meydana gele­bilir, demiştir. [296]

Hadisin Fıkıh Yönü

  1. îmanı cemâatin saffını düzeltmelidir.
  2. Eğri duran adam uyarılmalıdır.
  3. Saffın düzensiz olması ihtilâflara yol açar.

995) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'(\en rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz, (namazda) saffları dolduranlara Allah rahmet eyler. Melekler de dua ederek günahlarının bağışlanmasını dilerler. Kim safftaki bir boşluğu doldurursa, bu davranışından dolayı Allah onu bir derece yükseltir.Zevâid’de beyan edildiğine göre bu hadis, İsmail bin Ayyaşsın hicaz Ulardan olan rivayeti türündendlr ki bu tür rivayeti zayıftır.

51 – Ön Saffın Fazileti Babı

996) İrbâd bin Sâriye[1] (Radtyallâkü anh)’âen: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ön saff (tâ ki cemâat) İçin üç defa ve ikinci saff (takiler) için bir defa İstiğfar ederdi.” [2]

İzahı

Bu hadîsi Nesâi:= -Resûlullah (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) birinci saff (takı cemâat)’a üç defa ve ikinci saff (takiler) e bir defa salevât ederdi» cümlesi ile rivayet et­miştir.

İstiğfarı Günahların bağışlanmasını dilemektir.

Salâvat t Salât’ın çoğuludur. Bu kelime çeşitli mânâlara gelir. Al­lah’ın salât etmesi, rahmet etmesidir. Meleklerin salât etmesi, mağ­firet için duâ etmesidir. İnsanların salât etmesi, istiğfar ve rahmet dilemesidir.

Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in salâtından maksat, cemâatin günahlarının bağışlanması ve ilâhi rahmete ka­vuşması için duâ buyurmasıdır.

Hâl bu olunca iki ifâde tarzının mânâsı aynıdır.

Hadis ilk sat fin faziletini beyan eder. tik saffta duranlar ima­mın sesini daha iyi duyarlar, iftitah tekbirini imamın hemen aka­binde getirirler, imamla beraber âmin, derler, imamın hareketleri­ni rahatça izlerler, iznim yanılır veya kırâatmda tutulursa yardım­cı olurlar, imamın bir özür dolayısıyla namazdan çıkması hâlinde onun yerine geçebilirler. Diğer safflarda duranlar bu faydaları ko­layca elde edemezler.

Ön safftan maksat, imamın hemen arkasındaki ilk safftır. Bâzı âlimlere göre bundan maksat, vakit namazını ilk cemaatla kılanlar-

dır. Bâzıları da bâzı rivâyetlerdeki; -İlk safflar» tâbirine bakarak, son safftan önceki saffların kast edildiğini söylemiş­lerdir.

997) Berâ’ bin Azib (Radtyallâhü anh)\w. Şöyle demiştir: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den şöyle buyurdu­ğunu işittim:

Şübhesiz Allah ve melekleri ilk saff (takilere) salât ederler.[3]

998) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü a«AJ’den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Eğer ilk saffta bulunan (hayır ve bereket) ‘i buseydiler (bu saff* ta yer alabilmek için) kura atmak tahakkuk edecekti.»” [4]

İzahı

Buharı ve Müslim de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Buharı1 nin rivayeti daha uzundur. Onda ezan okumanın va­kit namazlarını ilk vakitte kılmanın ve sabah ile yatsı namazlarını cemaatla kılmanın faziletinden de bahis edilmektedir.

Hadîs ilk safta durmanın ne kadar hayır ve berekete vesile ol­duğunu işaret buyurur. Ebü’ş-Şeyh’in rivayetinde:

-Hayır ve bereketten» ilâvesi bulunduğu için ter-cemede parentez içinde bu ifâdeyi kaydettik.

999) Abdurrahman bin Avf (Radıyallâhü aw/r)’den rivayet edildiği­ne göre, ResûJullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz Allah ve melekleri ilk safftta duranlarla salât eder­ler.Bunun isnadının sahîh ve ricalinin sıka olduğu Zevâid’de bildirilmiştir. [5]

52 – Kadınların (Namazdaki) Saffları Babı

1000) Ebû Hüreyre (Radtyaltâhü anh)’den rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kadınların şaftlarının en hayırlısı en gerideki saf fidir. Sevabı en az olanı da en öndeki saf fidir. Erkeklerin safflar inin en hayırlısı en öndeki saf fidir. Sevabı en az olanı da en gerideki saffıdır..”

1001) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)>dan rivayet edildi­ğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Erkeklerin safflarimn en hayırlısı öndeki safftır, sevabı en az olanı da en geridekidir. Kadınlarının safflarının en hayırlısı en son saffıdır. Sevabı en az olanı da en öndeki saffıdır.»”

Not: Sindi demiştir ki bu hadîs Zevâid’türündendir. (Yâni Kütüb-i Sitte’-den yalnız bu sünende rivayet olunmuştur.) Zevâid adlı kitabtan da bu durum an­laşılmaktadır. Lâkin Zevâid yazarı bu hadîsin, senedinin hâlini açıklamamıştır. [6]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ’den rivayet olunan ilk hadisi Müslim, Tirmizİ, Ebû Dâvûd, Nesâî ve B e y h a k î de rivayet etmişlerdir.

Erkeklerin arkasında kadınlar bulunsun, bulunmasın sevabı eri çok olan saffı, imamın hemen arkasındakidir. Sevabı en az olanı da en gerideki saffıdır. Bundan önceki bâbta bu durum açıklanmıştır.

Kadınların safflarma gelince, eğer erkeklerle beraber namaz kı­larlarsa sevabı en çok olan kadın saffı en geridekidir. Çünkü erkek­lerden en uzak olanıdır. Sevabı en az olan kadın saffı ise en öndekidir. Çünkü erkeklerin saffına en yakın olanıdır.

Şayet kadınlar erkeklerle beraber değil de yalnız kendi araların­da cemâat olurlarsa sevabı en çok olanı ilk saff ve sevabı en az ola­nı da son saffıdır.

Şu halde, kadınların saffları ile ilgili hadisteki hüküm onların erkeklerle beraber cemâat olmaları hâline mahsustur. Sindi bu kavli naklettikten sonra: Hükmün umumî olması da muhtemeldir. Yâni erkekler beraber olsun olmasın kadınların safflarımn hükmü budur. Bunun hikmeti ise kadınların örtünmeye çok riâyet etme­leri gösterilebilir, demiştir. [7]

53 – Sütunlar Arasında Saff (Olup) Da Namaz Kılmak Bâbı

1002) Kurre (bin Eyâs bin Hilâl)[8] (Hadtyallâhü anh)’r\en; Şöy­le demiştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken sütunlar arasında saff olmaktan menedilirdik ve sütunlardan cidden kovulur­duk.’

Not : ZeVâid’de : Bunun isnadında Harun bin Müslim bulunur. Ebû Hâtim’İn dediği gibi bu zât meçhuldür. îbn-i Mâceh hâriç üç sünen sahipleri bu hadisi Enss bin Mâlik (R.A.)’den rivayet etmişlerdir, denmiştir. [9]

İzahı

Notta belirtildiği gibi bu hadisin benzerini T i r m i z i, Ebû Dâvûd ve Nesâi rivayet etmişlerdir. Ayrıca A h m e d, Beyhaki ve Hâkim de rivayette bulunmuşlardır.

Tirmizi’ nin Abdülhamid bin Mahmud’ dan rivayeti şöyledir: «Ben devlet büyüklerinden birisinin arkasında na­maza durdum. Cemaatta büyük izdiham vardı. Biz iki sütun ara­sında namaza durduk. Namazımız bitince Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) :

‘Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayattayken biz sütun­lar arasında namaza durmaktan sakınırdık,’ dedi.»

Hadisimizde Kurre (Radıyallâhü anh), «…menedilirdik…» demekle Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kendilerini menettiğini kasdetmiştir.

Beyhaki’ nin rivayet ettiğine göre İbn-iMes’ûd (Radıyallâhü anh) : «Sütunlar arasında saff olmayınız.» demiştir.

El-Menhel yazarı ‘Sütunlar arasındaki safflar bâbı’nda aşağı­daki bilgiyi vermiştir:

«Hadîs, sütunlar arasında namaza durmanın mekruhluğuna de­lâlet eder. Bunu yasaklamanın hikmetine gelince; Bâzıları saffın ke­sikliğini neden göstermişlerdir. Bâzıları da : Sütunlar arası, ayak­kabıların yeri olduğu için, burada namaz kılınması mekruh kılın­mış, demişlerdir.

İbn-i Seyyidi’n-Nâs: Birinci hikmet daha yerinde­dir. Çünkü sütunlar arasının ayakkabılık olarak kullanılması, son­radan âdet olmuş, demiştir.

K u r t u b i: Mü’min olan Cinler, sütunlar arasında namaz kıl­dıkları ve bu yer onların namazgahı olduğu için burada namaza dur­manın mekruh kılındığı rivayeti var, demiştir. [10]

Fıkıhçıların Bu Konudaki Görüşleri

  1. İbrahim en-Nehaî, İshak ve Mâlikiler, bu hadîsi ve benzerî hadîsleri delil göstererek, cemâatin ve münferi­din sütunlar arasmda namaza durmasının mekruhluğuna hükmet­mişlerdir.
  2. Hanbeiiler’e göre cemaatla namaz kılınırken sütun-Jar arasında durmak, saffın kesilmesine sebep olursa; cemâatin bir kısmının burada namaz kılması mekruhtur, tmama uymayanların sütunlar arasında namaza durmaları mekruh değildir. Delil olarak tâ Hanbeliler, Kurre (Radıyallâhü anh) in hadisini göstermişlerdir.
  3. Hasan-ı Basri, ibn-i Şîrîn ve Küfe âlim­leri : (Cemâat olsun, münferid clsun sütunlar arasında namaza dur­makta kerahet yoktur, demişlerdir.Saîd bin Cübeyr, Ibrâhim-i Teymî ve Süveyd bin Cufle, kendi kavimleri sütunlar arasında namaza dururken onlara namaz kıldır-mışlardır. Delilleri ise; B e y h a k î’ nin Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)’den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem>’in Kâ’be’nin içinde na­maz kıldığında hangi yerde durduğunu Bilâl (Radıyallâhü anh)’a sordum. Bilâl (Radıyallâhü anh) : ‘Öndeki iki direk arasında.’ dedi.”

Han beliler: Kurre (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsi zayıf­tır. E n e s (Radıyallâhü anh)’in hadîsi ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in fiiliyle merduddur, demişlerdir.

  1. Şafiî ve İbnü’1-Mü n zir: Cemâatin sütunlar arasında saff olması mekruhtur. Tek başına namaza duran için mek­ruh değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Kâ’be’de iki direk arasında namaz kıldığı sabittir, demişlerdir.

Yasağın cemaata münhasır olduğuna Kurre (Radıyallâhü anh)’m hadîsi delâlet eder. Çünkü Kurre (Radıyallâhü anh) : “Sütunlar arasında saff olmaktan menedilirdik.” demiştir. Sütunlar arasında namaza durmaktan: menedilirdik şeklinde bir ifâde kullan­mamıştır. Şu halde sütunlar arasında namaz kılın mamasına delâlet eden hadisler, cemaata münhasır Kurre (Radıyallâhü anh)’m hadîsi gibi yorumlanarak hadisler arasında birlik sağlanır.

Fıkıhçılar arasındaki mezkûr ihtilâf, namaz kılınan yerin geniş ve müsait olması şartına bağlıdır. Yer dar olduğu zaman gerek ce­mâatin ve gerekse münferidin sütunlar arasında namaza durmasın­da kerahetin bulunmaması hususunda fıkıhçılar arasında ihtilâf yok­tur.” [11]

54 – Saffın Arkasında Yalnız Bir Kişinin Namaza Durması Babı

1003) Kavmi tarafından elçi olarak Peygamber (Sallaltakü Aleyhi ve Seliem)’e gönderilen hey’etten olan Ali bin Şeybân (Radtyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir :

Biz (Medine’ye gitmek üzere Yemâme’den yola) çıktık. Nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in huzuruna vardık. Ve O’na biat ettik. Arkasında namaz kıldık. Sonra arkasında diğer bir namazı kıldık. O, namazı bitirince saffın arkasında tek duran bir adamı gördü. Râvi demiştir ki: O adam dönüp gideceği zaman Al­lah’ın Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun başına diki­lerek ona:

«Namazına yönel. (Çünkü) Saffın arkasında tek duranın nama­zı yoktur.» buyurdu.”

Not : Hadisin isnadının sahih ve ricalinin sıka olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

1004) Vâbisabin Ma’bed [12] (Radtyallâhüa«A>’den; Şöyle demiştir:

Bir adam, saffın arkasında tek olarak namaza durdu. Namazdan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ona (namazını) iade etmesini emretti.” [13]

İzahı

Tirmizi ve Ebû D â v û d ile Beyhaki de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Bu bâbta rivayet edilen iki hadîsin zahirine göre saffın arkasın­da yalnız durup imama uyanın namazı sahih değildir ve yeniden na­maz kılması gerekir. Bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. El-Men-hel yazarı, aynı başlık altında açılan bâbta rivayet edilen Vâbisa (Radıyallâhü anhî’ın hadîsini açıklarken şöyle der:

Hadis, saffın arkasında yalnız duran kişinin namazının sahih ol­madığına delâlet eder.

1 – Nehai, Vekî bin Cerrah, îbn-i Ebİ Leylâ, Hasan bin Salih, İbnü’l-Münzir, Ah-med ve İshak saff arkasında yalnız duranın namazı sahih değil demişlerdir.

Nevevî: Ahmed ve İshak’ tan meşhur rivayete göre saffın arkasında yalnız duran şahsın namaza girişi sahihtir. Eğer rükû’a varmadan önce saffın içine girerse imama uyması sa­hihtir. Şayet rükû’dan önce saffa katılmazsa namazı bozulur,’ demiş­tir.

İbn-i Mâceh’in Ali bin Şeybân (Radıyallâhü anhümâ)’dari rivayet ettiği hadis de bu âlimler için bir delildir.

2 – Cumhura göre saffın arkasında bir kişinin yalnız durarak imama uyması mekruhtur. Namazı bozulmaz. Cumhurun delili de Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed, Tahavi ve Beyhaki’ nin rivayet ettikleri Ebû Bekrete (Radı­yallâhü anh)’ın şu mealdeki hadîsidir: ‘Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) rükû’dayken Ebû Berkete mescide girmiş ve saffın arkasında durup hemen rükû’a varmış, (rükû’dan sonra) iler-Jiyerek saffa katılmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) na­mazdan sonra Ona.

-Allah senin hayra düşkünlüğünü artırsın. Bir daha böyle yap­ma (yâni saffın arkasında namaza durup rukü’a varma.)* buyurdu.

Cumhur: ‘Ebû Berkete namazın bir kısmını saffın arkasında kıldığı halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine namazı iade etmesini emretmemiş, sadece «Bir daha böyle yapma* buyurmakla en faziletli olanı göstermiştir. Eğer saffın arkasında yalnız duranın namazı sahih olmasaydı, böyle durup na­maza giren kimse namaza başlamış sayılmazdı. Ebû Bekrete’-nin saffın arkasında namaza girişi sıhhatli bir giriş olunca nama­zının tamamını saffın arkasında kılanın namazı da sahih olur.’ demiş­lerdir. Namazın iadesine âit hadîslerdeki emir cumhura göre müs-tahabhk içindir.

Cumhura göre «Saffın arkasında duranın namazı yoktur.» mea­lindeki hadisten maksad, mükemmel namaz yoktur. Yâni bu namaz, olgun ve dolgun sayılmaz. Sevabı eksik olur. Nitekim Ali bin Şeybân (Radıyallâhü anhümâ)’ın hadîsinde belirtildiği gibi saf­fın arkasında namaza duran şahsın yanıbaşında duran Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onun namazını bitirmesini beklemiş ve adamın namazı bitince onu uyarmıştır. Eğer adamın kıldığı na­maz bâtıl olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamın namazını tamamlamasını beklemiyerek müdâhale edecekti. [14]

Saffta Boş Yer Bulamıyan Kişî Hakkındaki Âlimlerin İhtilâfı

Cemâat namazdayken gelerek cemaata katılmak isteyen, fakat saffta boş yer bulamıyan kişinin nasıl namaza duracağı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1 – Ebû Hanîfe’ den rivayet edildiğine göre; Saffta boş yer bulamıyan kişi, başka bir kimsenin gelişini bekler. Ve gelecek şahısla beraber namaza durur. Şayet imam rükû’a gideceği zamana kadar gelen olmazsa safftan bir kişiyi geri çekerek onunla beraber namaza durur. Böylece mekruh olan yalnız durmaktan sakınmış olur.

2 – Şafiî’ den rivayet edildiğine göre kişi yalnız durur ve safftan kimseyi geri çekmez. Çünkü geri çekeceği kişinin, ilk saffın faziletini kaçırmasına sebebiyet vermiş olur. Ayrıca saffta bir boş­luk meydana getirmiş olur. Evzâî, Ahmed, İs hak ve D â v û d da safftan adam çekmenin mekruhluğuna hükmetmişler­dir. Fakat Şafiî âlimlerinin çoğuna göre kişi yalnız olarak na­maza başladıktan sonra safftan bir adamı yanma çeker ve çekilmek istenen kişinin çekilmesi müstahabtır. A tâ’, îbrâhim en-Nehaİ ve başka âlimler de bu görüştedirler. (El-Menhel yazarı bu görüşteki âlimlerin delil olarak gösterdikleri hadîsleri nakletmiş-tir. Konunun uzatılmaması için delilleri buraya aktarmaktan vazgeç­tim )

3 – Mâ 1 i k’e göre saffın arkasında yalnız olarak duranın namazı sahihtir. Ve yeterlidir. Safftan kimseyi çekmez. Çekilmesi is­tenen şahıs, çekilmemelidir. Çekmek işi hatâdır. Bâzı Mâliki âlimleri: Adamı safftan geri çekmek bir çeşit zulümdür, demişlerdir. [15]

55 – Saffın Sağ (Kısmı) Nın Fazileti Babı

1005) Âişe (Radıyalâhü anhâ)’dex\ rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz Allah ve melekleri (namazdaki) saflfarın sağ taraf­larına (öncelikle) salât ederler.» [16]

İzahı

Ebû Dâvûd ve Beyhakî de bu hadîsi rivayet etmiştir

Allah ve Meleklerin salât etmesinin mânâsını 996 nolu hadîsin izahı bahsinde anlattım. Tekrarlamaya hacet yoktur.

Allah ve Meleklerinin saffta duranların hepsine salât ettikleri 51. bâbta rivayet olunan hadîslerle sabittir. Şu halde bu hadîsten maksat, Allah ve Meleklerinin önce sarfların sağ tarafına ve ondan sonra sol tarafına salât ettiklerini bildirmektir. Yâni Allah, imamın hizasından itibaren saffın sağ kanadında duranlar üzerine rahmeti­ni indirir. Onlardan sonra saffın sol kısmında duranlara rahmet in­dirir. Keza melekler, önce saffın sağ kısmındakilere, sonra soldakilere istiğfar ederler.

Hadîs, saffın sağ tarafında durmanın daha faziletli olduğuna de­lâlet eder. Bu üstünlük, saffın sol tarafının ihmal edilmemiş olma­sı hâline mahsustur. Aksi takdirde sol tarafın boş bırakılmaması için orada durmak daha sevabtır. Nitekim 1007 sayılı ‘lbn-i Ömer Radıyallâhü anh)’in hadîsi buna delâlet öder

1006) Herâ bin Azib (Radıyalıâhii anh)’den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in arkasında namaz kıl-diğimiz zaman (Mis’ar’ın dediğine göre) bizi çok sevindiren veya be­ni çok sevindiren şeylerden birisi de O’nun sağ tarafında durmamızdı.” [17]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de bu hadîsi ri­vayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd’un rivayeti meâlen şöyledir:

“Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in arkasında na­maz kılmak istediğimiz zaman (namazdan sonra) mübarek yüzü ile bize doğru yönelsin diye O’nun sağ tarafında olmayı çok severdik.”

Mü s 1 i m ‘ in rivayetinde de sağ tarafta durmak iştiyakının bu nedeni zikredilmiştir.

Müslim ve Ebû Dâvûd’un rivayetleri Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in namazdan sonra sağ tarafa doğru oturduğuna delîl gösterilmiştir. Yönelişten maksat oturuş olabildiği gibi namazdan sonra mescidden çıkmak isterken kalkıp sağ tarafa doğru gidiş de kastedilmiş olabilir. Her iki ihtimalde de Sahâbîler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî’in teveccühüne mazhar ol­mak için sağ tarafta namaza durmayı tercih etmişlerdir.

Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler, imamın sol tarafta işi yoksa namazdan sonra sağ tarafa doğru oturması ve kal­kıp giderken de sağ taraftan çıkması müstahabtır, demişlerdir.

Hanefî1er ise imamın sol tarafa doğru oturmasını müs-tahap görmüşler, sağa veya cemaata doğru oturmasını da meşru say­mışlardır.

Bu husus, 33. bâbta geçen 929 – 932 nolu hadîsler bölümünde de açıklanmıştır.

Hadisin metnindeki: «Bizi… veya beni…» ifâdesindeki tereddüt râvi Mis’ar’a aittir. Yâni Sahâbî B e r â ‘ (Radıyallâhü anh) bu hadîsi buyururken : «Bizi…» mi demiş, «Beni…» mi demiş? Bu iki ifâdeden hangisini kullandığını râvi Mis’ar kestirememiştir.

Hadîs, namazdan sonra imamın sağa doğru oturmasının müs-tahabhğına ve namaza durulurken imamın sağ tarafında durmanın faziletine delâlet eder.

1007) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallûhü ankümâ)\en: Şöyle de­miştir :

Mescidin sol kısmının muattal (cemâatsız) kaldığı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e söylendi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Mescidin solunu (orada namaza durmak suretiyle) imar eden kimseye iki kat sevap yazılır.» buyurdu.Hadisin isnadında, zayıf olan Leys bin Ebi Sellm’in bulunduğu Zevâid’de bildirilmiştir. [18]

İzahı

Zevâid nevinden olan bu hadîs, mescidin sol tarafında cemâatin bulunmaması veya sağa nazaran az olması hâlinde orada durmanın sağ tarafta durmaktan daha faziletli olduğuna delâlet eder. Taba-r â n i’ nin î b n – i A b b â s (Radıyallâhıi anh)’den merfu’ ola rak rivayet ettiği:

-Mescidin sol tarafındaki cemâatin azlığı nedeni ile orada na­maza durmakla imar eden kimseye iki sevap vardır.» hadîsi de bu hadisi takviye erler. [19]

56 – Kıble Babı

1008) Tâbir (bin Abrlillah) (Rtıdı yatla kii amkümfyâen; Şöyle de­miştir :

(Veda haccımta) Resû4ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kâ’be tavafını tamamlayınca (Hz.) İbrahim (Aleyhisselâm)’in makamına geldi. Ömer (bin Hattâb) (Radıyallâhü anh) :

Yâ Resûlallah! Allah’ın: İbrahim’in makamından bir namazgah ittihaz ediniz- âyetinde[20] bu­yurduğu babamız İbrahim’in makamı burasıdır, dedi.

Râvi el-Velîd demiştir ki ben Mâlik (bin Enesl’e:

Ömer (Radıyallâhü anh) : naam-ı celîlini şöyle mi (yâni

ittihaz ediniz, anlamını ifâde eden emir fiili ofcuraJc mı) okumuştur? diye sordum. Mâlik : Evet, dedi.” [21]

İzahı

Buhârî’ nin:«Makâm-ı İbrahim arkasında tavaf sünnetini kılanın b*bı-nda Kastalanî’ nin beyânına göre bu hadis Buharı ve başkası tarafından da rivayet edilmiştir. Yine Kasta1ânî’ nin nakline göre Bu h â r î’ deki hadis şöyledir:

“Ömer (Radıyalâhü anh) : Yâ Resûlallah! Burası babamız İbrahim (Aleyhisselâm)’in makamıdır? demiş. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: «Evet» buyurmuştur.”

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in veda haccını tahriç eden Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Müellifimi­zin Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)’den ri­vayet ettikleri uzun hadîste Câbir (Radıyallâhü anh), Efendi­miz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Tavaftan sonra İbrahim (Aleyhisselâmhn makamına geldiğini ve yukarda anılan âyeti oku­duğunu sonra iki rek’at tavaf namazını kıldığını rivayet etmiştir. Yâni o rivayetlere göre mezkûr âyeti okuyan Resûl-i Ekrem (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’dir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in soyunun İ b r â-h i m (Aleyhisselâm)’e dayandığı malûmdur. Ömer {Radıyal­lâhü anh) ‘in soyu 9. babası olan K â ‘ b ‘ de Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) ‘in soyu ile birleşiyor. Çünkü K â ‘ b , Efen-dimiz’in 8. babasıdır. Bu nedenle İbrahim (Aleyhisselâm) iki­sinin de babası sayılır.

İbrahim (Aleyhisselâm)’in makamı en sahîh kavle göre K â’ b e’ nin karşısında bulunan ve bugün de aynı ismi taşıyan mübarek yerdir. İbrahim (Aleyhisselâm)’in ayak izinin bu­lunduğu taş da oradadır. İbrahim (Aleyhisselâm), K â’ b e duvarını yaparken bu taşın üstünde durmuştur. Keza bu taş üstüne çıkarak insanları K â ‘ b e ‘ yi tavaf etmeye çağırmıştır. Bâzılarına göre makam o taşın kendisidir.

Bir kısım âlimlere göre î b r â h i m (Aleyhisselâm)’in maka­mından maksat harem mıntıkasının tümüdür. Diğer bir kısım âlim­lere göre ise hac ibâdetinin ifâsı için varılan Arafat, Müzde1ife ve M i n a gibi yerlerin tümüdür.

Makamın namazgah ittihaz edilmesinden maksat ise tavaftan son­ra orada iki rek’at namaz kılmaktır. Bu namaz bâzı fıkıhçılara göre vacip, diğerlerine göre müstahabtır.

Bütün harem İbrahim (Aleyhisselâm)’in makamıdır, di­yen Ibn-i Abbâs, Mücâhid ve. Ata’ nin kavline gö-re ‘Musalla’ kelimesinden maksat namazgah değil, dua ve Allah’a yaklaşma yeri demektir. Hac ibâdetinin ifâ edildiği bütün mıntıka İbrahim (Aleyhisselâm)’in makamından sayılır, diyenlere göre de ‘Musalla’ duâ ve ibâdet yeri demektir.

Âyetteki: fiili iki şekilde okunmuştur. Cumhura göre ba

fiil muhatap emridir. Mânâsı: ‘İttihaz ediniz? demektir.İmam M â 1 i k’ in bu fiili emir şeklinde rivayet ettiğini, râvisi olan e 1 – Velîd bin Müslim beyan etmiştir.

N â f i ve îbn-i Âmir ise : lâfzını mâzî fiili ola­rak okumuşlardır. Bu kırâata göre cümlenin mânâsı şöyle olur:

«…ve insanlar İbrahim’in makamından namazgah ittihâz etti­ler.

1009) Enes hin Mâlik (RadıyaUâini unb)'<ien rivayet edildiğine gö­re Ömer (bin eJvHattâb) (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir :

Ben: ‘Yâ Resûlallah! İbrahim’in makamından bir namazgah itti­haz etsen?’ dedim. Arkasında :

him’in makamından bir namazgah ittihaz ediniz» emri nazil oldu.” [22]

İzahı

Buhârî ve M ü s 1 im bu hadîsi uzun metin hâlinde riva­yet etmişlerdir. Buhârî’ nin rivayeti meâlen şöyledir :

“Ben üç hususta Rabbime muvafakat ettim: (Önceden açıkladı­ğım görüşüm, sonradan gelen âyetlerin hükümlerine uydu.) *Yâ Re­sûlallah! İbrahim’in makamından bir namazgah ittihaz etsek’ de­dim.

Yâ Resûlallah! (Muhterem) eşlerine perdelenmelerini emretsen, çün-

Âyeti indi. Bir de Hicab = Perde, âyeti*kü sâlih ve fâsık adamlar onlarla konuşabiliyor.’ dedim. Arkasından Hicab, âyeti nazil oldu.[23] Keza Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin hanımları (bir defa) ona karşı kıskançlık göstermek üzere ittifak ettiler. Ben onlara :

dedim. Sonra bu ayet indi.[24] Meali: «Eğer O sizi bozarsa umulur İd Rabbi sizin ye­tinize Ona sizden daha hayırlı eşler verir…»”

İnen âyetlere uygun olarak Hz. Ömer (Radıyallâhü anh) tarafından daha önce beyan edilen görüşler yalnız bunlar değildir. Bedir savaşı esirleri, içkilerin yasaklanması ve münafıkların ce naze namazının kılınmama.sı gibi hususlar da H / . Ömer (Ra dıyaüâhü anh) ‘in bu tür görüşlerindendir. Bu görüşlerin sayısının on-beşe ulaştığı rivayet olunmuştur. Bu görüşleri İmam Celâleddin Suyûti, Katfü’s-‘Simer fi Muvafakati Ömer (Radıyallâhü anh) adlı kitabında toplamıştır.

1010) Berâ” (bin Azib) (Radıyallâhü anAJ’den; Şöyle demiştir: •Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber onse-kiz ay (Kudüs’teki) Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kıldık. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Medine’ye girişinden iki ay sonra Kıble (Beytü’l-Makdisten) Kâ’be’ye çevirildi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kıldığı sürede yü­zünü göğe doğru çok çevirirdi. Allah da Nebisi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Kâ’be’yi sevdiğini kalbinden bilirdi. Cebrail (bir gün gö­ğe doğru) çıktı ve yerle gök arasında yükselirken Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), gözü ile onu takip etmeye başlıyarak Ceb­rail’in ne emir getireceğine bakıyordu. Allah:

«Biz senin yüzünün göğe doğru çevirilip durduğunu muhakkak görüyoruz…» âyetini indirdi. Biz (farzın) iki rek’atını Beytü’l-Makdis e doğru kılarak ruku’da iken bize bir adam gelerek Kıblenin Kâ’be’ye çevirildiğini söyledi. Biz de hemen Kâ’be’ye doğru döndük ve evvelce kıldığımız rek’atler üzerine (kalan rek’atleri ekliyerek) namazımızı tamamladık. Kıble’nin Kâ’be’ye çevirilmesinden sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Ceb­rail (Aleyhisselâm)a:

«Yâ Cibril! Beytü’l-Makdis’e doğru (şimdiye kadar kıldığımız) namaz hususundaki durumumuz nasıldır?» diye sordu. Bunun akabin-

de Allah (Azze ve Celle) : “ve Allah sizin (vaktiyle Beytü’l-Makdis’e doğru kılmış olduğunuz) namazı zayi (sevabtan mahrum) kılacak değildir.»[25] âyetini indirdi.”

Not: Sindl”nin beyanına göre el-Hâfız İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârİ’nİn îman ki­tabında : ‘Bâvi Ebû İshak’m Berâ (R.A.)’den hadîs işittiği vârid olduğu için Ebû İshak’ın burada tedlis yapmasından dolayı senedde bir zayıflık yoktur,’ demiştir.

Zevâicl’de belirtildiğine göre hadis sahihtir, ricali de sikadır. [26]

İzahı

Ebû Dâvûd hâriç, Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepisi bu ha­dîsi kısmen lafız, farkı ile rivayet etmişlerdir. Ancak müellifin riva­yeti Berâ (Radıyalâhü anhJ’ın hadîsine âit meşhur rivayetlere muhaliftir. Çünkü yalnız hicretten sonra Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in arkasında namaz kıldığı sabit olan Berâ (Ra-dıyallâhü anh)’ın 18 ay Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kıldığı burada ri­vayet ediliyor. Halbuki hicretten sonra 18 ay değil, 16 -17 ay Bey­tü’l-Makdis’e doğru namaz kılınmıştır. Diğer taraftan mü­ellifin rivayetinde hicretten iki ay sonra kıblenin Kâ’be’ ye çevirildiği kaydedilmiştir. Sindi müellifin rivayeti hakkında şöyle der; Burada rivayet edilen :

“Bİfc Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Beytü’l-Makdis’e doğru 18 ay namaz kıldık.” sözü ile : “Kıble, Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in Medine’ye girişinden iki ay sonra Kâ’-be’ye doğru çevirildiği.” sözü arasında bulunan çelişki açıktır. Çün­kü birinci söz, kıblenin hicretten 18 ay sonra Kâ’b e’ ye çeviril-diğine delâlet eder. Zira Berâ (Radıyallâhü anh)’ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kılması Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mn Medine’ye duhulünden son­ra olmuştur, îkinci söz ise Medin e’ ye girişten iki ay sonra Kıble’nin tahviline delâlet eder.

El-Hâfız, İbn-i Hacer: ‘Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) ‘in Medîne-i Münevvere’ye teşrifi R e -b î ü’ 1 – E V v e 1 ayında olmuştur. Bunda ihtilâf yoktur. Sahih kavle göre Kıble’nin K â b e ‘ ye çevirilmesi de hicretin 2. yılı Re c e b ayinin ortasında olmuştur. Cumhur kesinlikle bununla hük­metmiş,’ demiştir.

Hulasa müellifin rivayeti Berâ (Radıyallâhü anhJ’ın hadi­sine âit meşhur rivayetlere muhalif ve şaz bir rivayettir. Çünkü meş­hur rivayetlerde buradaki ikinci söz hiç yoktur. Birinci söz de meş­hur rivayetlerin bir kısmında 16 veya 17 ay diye tereddütlü olarak geçer, bâzılarında 16 ay olarak kesin ifâde edilir, bir kısmında da 17 ay olarak bildirilmiştir.

El-Hâfız İbn-i Hacer, müellifin birinci sözüne âit rivayetin sazlığına (meşhur rivayetlere aykırılığına) hükmederek: Bu rivayet, Ebû Bekir bin Ayyaş’m tarikindendir. Ebû B e k i r’ in hafızası zayıftır. Bu rivayeti muztaribtir, diyerek ıztırabını açıklamıştır.”

T a b e r â n i’ nin İbn-i Cüreyc’ den rivayetine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) ‘in ilk kıblesi K â ‘ b e iken, sonradan kıble Beytü’l-Makdis’e çevirilmiş ve üç yıl de­vam etmiştir. Bu sürenin bitiminde kıble tekrar K â’ b e’ ye çe-virilmiştir.

Ahmed bin Hanbel’in îbn-i Abbâs (Radı­yallâhü anh)’den olan bir rivayetinde de efendimiz, M e k k e’de iken Bey tü’1-Makdis ile Kâ’be’ nin her ikisine doğ­ru durup namaz kılardı. Bu rivayet de efendimiz henüz Mekke’­de iken Beyt ü’1-Makdi s’e doğru namaz kıldığına delâlet eder.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kalbi ilk ve son kıb­lesi olan K â ‘ b e ‘ ye bağlı idi. Dedesi İbrahim (Aleyhisse-lâm) ‘in kıblesi olduğu için K â’ b e’ ye doğru namaz kılmak işti­yakı dinmiyordu. “Bu sebeple M e k k e ‘ de iken K â ‘ b e’ nin rükn-i Y e m â n i ile rükn-i Hicri İsmail (Aleyhisselâm) arasında namaz kılardı. Çünkü orada B ey t ü’l-Ma kd i s’e doğru durunca K âb e’ ye doğru durmuş olurdu. Böylece hem ilâhi emri ifa ederdi, hem de müştak olduğu Kâ’be’ye de yönel­miş olurdu. Hicretten sonra her iki kıbleye doğru namaz kılmasına imkân kalmamıştı. Çünkü Mekke, Medine’ nin güneyin-dedir. Kudüs ise, Medine’ nin kuzey tarafına düşer. Bu sebeple Medine’de 16 ay Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılan efendimizin gönlü hep K â’ b e’ ye mütemayil idi. Bakara sûresinin 144. âyeti ve Berâ (Radıyallâhü anh)’m ha­dîsi bu iştiyakı belirtiyorlar. Nihayet inen mezkûr âyetle kıble Kâ’­be’ye çevirildi.

Kıble’nin K â’b e ‘ ye çevirilmesine âit vahiy bir öğle veya ikindi namazı esnasında inmiştir.

KastaUni: “Kıbleye yönelmek” babında şöyle der: “îbn-i S a ‘ d , Tabakat’ta naklettiğine göre Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) Medine mescidinde müslümanlara öğle farzından iki rek’at kıldırdıktan sonra Mescidi Harama ( = K â ‘ b e ‘ ye) yönelmesi emri inmiş ve hemen K â ‘ b e ‘ ye doğ­ru durmuş, cemâat da onunla beraber dönmüştür.

Bir de şöyle denmiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) Beni Selime kabilesine giderek Ümmü Bişr el-Berâ1 bin Ma’rûr (Radıyallâhü anhâKye uğramış. Ümrrü Bişr (Radıyallâhü anhâ) Ona öğle yemeğini hazırlamış, bu esnada öğle vakti olunca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına öğ­le namazından iki rek’at kıldırdıktan sonra K â ‘ b e ‘ ye doğru dur­ması emredilmiş ve bunun üzerine K â ‘ b e’ ye yönelerek Mizab’a doğru durmuştur. Bu olay dolayısıyla bu kabilenin mescidine ‘ M e s -ci dü’i-Kıb le te y n = iki kıble mescidi’ adı verilmiştir.

t bn-i S a’ d ‘ in dediğine göre V â k i d i bu ikinci riva­yeti daha isabetli görmüştür.

Kıblenin K â ‘ b e ‘ ye çevirildiğini, B e r â ‘ ve arkadaşları na haber veren zâtın ismi burada amlmamıştır. Kastalâni, Aynî ve «Tuh/e» yazarının nakline göre bu zât A b b â d bin Bişr veya Abbâd bin Nehik’ dir. Bu zat Beni H â r i * e kabilesine vardığında Ensar-ı Kiram dan B e r â ‘ ve arkadaşlarını ikindi namazını kılarken görmüş ve hemen kıble tah­vili emrim’ tebliğ etmiştir. Bu emri duyan cemâat hemen yer değiş­tirmek suretiyle K â ‘ b e ‘ ye yönelmişlerdir. İmam önden en ar­kaya geçmiş ve yüzünü arka duvara ( K â ‘ b e ‘ yönüne) çevirmiş, erkek cemâat onun arkasında, kadınlar da erkeklerin arkasında saff durmuşlardır.

Buhâri, Müslim ve Nesâi1 nin rivayet ettikleri t b n – i Ömer (Radıyallâhü anhJ’in hadisine göre Küba hal­kı da ertesi gün sabah namazı esnasında bu haberi almışlar ve aynı şeyi yapmışlardır. [27]

Hadisten Çıkarılan Hükümler

” N e v â v i şöyle der:

  1. Şer’i bir hüküm, şer’İ bir delil ile yürürlükten kalkabilir, ni­tekim burada fiilen kalkmıştır.
  2. Bir kişinin verdiği haber makbuldür.
  3. Bir namazı iki yöne doğru kılmak caizdir. Bizim arkadaşla­rımız böyle hükmetmişlerdir. Bir adam kıblenin şu tarafta olduğu­na kanaat getirerek namaza durduktan sonra kanâati değiştiğinde namaz esnasında yeni kanâatına göre yön değiştirir. Hattâ dört rek’-atlı bir namazın her rek.’atını kanâat değişmesi dolayısıyla ayrı ayrı yönlere doğru eda ederse en sahih kavle göre namaz sahihtir. Çün­kü hadiste söz konusu mescid halkı namaz esnasında yön değiştir­mişler, buna rağmen namazlarına devam etmişler namazı baştan iade etmemişlerdir.
  4. Mükellefler, bir hükmün neshedildiğini duymadıkça mesul değillerdir.

Bizim arkadaşlarımız ve diğer mezheblere mensup âlimler Bey-lül’l-Makdis’e doğru durmak hükmünün K u r ‘ a n ‘ la mı. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in içtihadıyla mı sabit ol­duğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Kadı lyâz; Âlimlerin ço­ğu bu hüküm K u r’ a n’ la değil, Sünnetle sabittir, demişler, di­yor. Buna göre Kuran sünneti nesheder, diyen mütaahhirin olan usul âlimlerinin çoğunluğu için bu hadîs delil sayılır. Şafiî’-nin bir kavli de böyledir :

Şafii’ nin diğer bir kavline ve bir grup âlimlere göre Kur’-an,- sünneti neshetmez. Çünkü sünnet, K u r’ a n ‘ in açıklama­sıdır, nasıl K u r’ a n onu neshetsin.

Bu grup âlimlere göre Bey tü’l-Ma kdis’e doğru dur­mak hükmü sünnetle değil, vahiyle sabittir. Nitekim Allah Teâlâ :«ve senin evvelce tarafına yönelik olduğun Beytü’l-Makdis i ancak…»[28] buyurmuştur.

Sünnetin Kuranı neshedip etmemesi de ihtilaflıdır. Âlim­lerin ekserisi bunu caiz görmüşlerdir. Şafiî ve bir grup âlim caiz görmemişlerdir.”

Cemaatın K â’b e’ ye doğru durması için yer değiştirmesi amel-i kesir (namaz içinde çok hareket)tir Bâzı âlimler: Bu olay ameli kesirin yasaklanmasından önce vuku bulmuş olabilir, demiş­lerdir. Nitekim ilk zamanlarda namaz içinde konuşmak da namazı bozmazdı.

1011) Ebû Hüreyre(Radtyallâhü (inh)'(len rivayet edildiğine göre Re-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir: «Doğu ile batının arası kıbledir.» [29]

İzahı

Tirmizi, Hâkim ve Dârekutnî de bunu rivayet etmişlerdir. Tirmizi müteaddit senedlerle bunu rivayet ettik­ten sonra hasen – sahih olduğunu söylemiştir. Tirmizi’ nin şer­hi Tuhfe’de şu bilgi veriliyor:

” S u y u t i: Bu hüküm bütün memleketlere şümullü değil, ancak, Medîne-i Münevvere ve onun istikametinde bu­lunan yerlere mahsustur, demiştir. Beyhaki ve El-Irakî de aynı şeyi söylemişlerdir.

E 1 – £ s r e m : ‘Ben Ahmed bin HanbeJ’e bu hadi­sin mânâsını sordum. Dedi ki: Mekke’de Kâ’be’ nin yanın­da duran kimse tam K â ‘ b e ‘ ye doğru durmak zorundadır, biraz sağa veya sola saptımı kıble’yi terketmiş sayılır. Fakat başka mem­leketlerde olan bir kimse tam K âb e ‘ ye doğru durmak için ge­reken araştırma ve içtihadı ihmal etmiyecek, doğu ve batının ara­sında ve M e k k e ‘ ye karşı dursa kıble’ye doğru durmuş olur. Şurası doğudur , bu taraf da batıdır, dedi ve eli ile işaret etti. Son­ra sözüne devamla, işte bu iki yönün arası kıbledir, dedi. Ben Ona: Şu halde doğu ile batı yönleri arasındaki yöne doğru duranın na­mazı sahih midir? diye sorunca, evet, ancak doğu ile batının arasın­da kalan yönün tam ortasını bulmaya gayret etmeli, dedi,’ diye. ma­lûmat vermiştir.

îbn-i Abdi’1-Berr: Ahmed bin Hanbel’in: Başka memleketlerde olan’ sözünün yorumu şudur, demiştir:

Medine-i Münevvere halkı için kıble güney yönüdür. Çünkü Kâ’be o yöndedir, onlar batı yönünü sağ taraflarına ve doğu yönünü sol taraflarına alarak güney istikametinde durdular mı kıble’ye doğru durmuş olurlar. Medine gibi Mekke’ nin kuzeyinde bujunan diğer memleketler de böyledir. Yemen hal­kı için de durum aynıdır. Şu farkla ki Yemen, Mekke1 nin güneyinde kaldığı için onlar batıyı sollarına ve doğuyu sağlarına ala­rak kuzeye doğru durduklarında kıble’ye doğru durmuş olurlar. Irak, Horasan halkı için de ayni şeyler söylenebilir. Yâ­ni Mekke’ den uzak yerlerde bulunanlar Mekke içinde oturanlar gibi mutlaka K â ‘ b e ‘ nin tam doğrultusunda durma­ya zorlanmazlar. Çünkü Kâ’b e’ nin tam hizasında ve hiç sağa, sola sapmadan durmak uzak memleket halkı için çok güçtür. Me­safe uzadıkça yön tâyininde beliren güçlüğe göre kolaylık verilmiş­tir.”

Hadisin hükmü umumi değildir. Çünkü Mekke’ nin doğu­suna düşen yakın ve uzak memleketlerin kıblesi tam batıya doğru­dur. Keza Mekke’ nin batısında kalan ülkelerin kıblesi doğu yönündedir. [30]

57 – Kim Mescide Girerse Namaz Kılmadıkça Oturmasın, Babı

1012) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anAJ’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Biriniz mescide gireceği zaman iki rek’at namaz kılmadıkça oturmasın.»”

Not: Zevâİd’de bildirildiğine göre bu senedin râvileri sıka olmakia beraber, sened münkati’dir. Ebû Hatim: Ravi el-Muttahb bin Abdillah’ın Ebû Hüreyre (R-A.)’den rivayeti mürseldir, demiştir.

1013) Kbû katâde (Radtyallâhü anh)\Ww rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallatluhü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurmuştur:

“Piriniz mescide gireceği zaman, oturmadan önce iki rekat na­maz kılsın.»” [31]

İzahı

E bu Hüre y re (Radıyallâhü anh)’ın hadîsi zevâid türün-dendir.

Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)’nin hadîsi ise Kütiib-i Sitte sahihleri, Ahmed, Beyhakî ve Dârekutni tarafın­dan rivayet edilmiştir.

Mescide girildiği zaman kılınması emredilen namaza fıkıh dilin­de «Tahiyyetü’I-Mescid namazı» denilir. Tahiyye, saygı demektir. Mes-cid saygısından maksat, mescid sahibi olan Allah’a ta’zim ve saygıda bulunmaktır.

Tahiyyetü’I-Mescid namazı, en az iki rek’at kılmakla gerçekle şebilir. Yâni bir rek’at kılmakla olmaz. Fakat dört veya daha çok rek’atle bu namaz kılınmış olabilir. Mescide giren kişi oturmadan başka sünnet veya farz namaza dursa, bununla da Tahiyyetül’-Mes-cid sevabı kazanmış olur.

Cumhura göre bu namaz sünnettir. Zahiriye mezhebine göre vaciptir.

Hadîsin zahirine göre her hangi bir vakitte, hattâ hutbe esna­sında bile mescide girildiğinde iki rek’at (Tahiyyetü’I-Mescid sünneti) kılmak meşrudur. Bu hususta fıkıhçıların görüşleri şöyledir:

l – Şafii ler, İbn-i Uyeyne, Ebû Sevr, Dâ-vûd, Hasanı Basri, Mekhûl ve diğer bâzı âlimlere göre ne zaman mescide girilirse girilsin, anılan namazı kılmak sün­nettir. Sabah namazından sonra gün doğuncaya ve ikindiden sonra gün batıncaya kadar namaz kılmayı yasaklayan hadîslerin, bir se­bebe dayalı olmayan nafile namazlara mahsûs olduğunu söyleyen bu âlimlerin delilleri el-Menhel’de zikredilmiştir.

2 – İbn-i Şîrîn, Ata1 bin Ebî Rabah, Ne hâi, Katâde, Re’y ehli, «Leys, Şüreyh ve Said bin Abdülaziz’e göre namaz kılmanın yasaklandığı vakit­lerde ve Cuma hutbesi okunurken bu namazı kılmak mekruh­tur.

3 – Mâliki ler’e göre yasaklanan vakitlerde bunu kılmak mekruh; gün doğarken, batarken ve hutbe okunurken kılmak ise ha­ramdır. [32]

Tahiyyetüt-Mescid Kılınmadan Oturulunca Kaçırılmış Oluyor Mu?

1 – Hanefî ve Mâliki âlimlerine göre mescide giril­diğinde bu namazı kılmadan oturmak mekruhtur. Bununla beraber kılmadan oturan kişi, uzun süre otursa dahi bunu kaçırmış olmaz. Yani kalkıp kılabilir.

2 – Hanbeiiler’e göre uzun oturuşla kaçırılmış olur.

3 – Şafiî ler’e göre bile bile oturan kimse, oturuşu uzun olsun, kısa olsun kaçırmış olur. Kalkıp kılamaz. Fakat mescide gir­dikten sonra unutarak veya yanılarak oturan kişi, farkına varınca kalkıp kılabilir. [33]

Mescide Bir Kaç Defa Girip Çıkan İçin, Her Girişte Bu Namazı Kılmak Meşru Mudur?

Hadîsin zahirine göre meşrudur. Safîler böyle demişler­dir. Hanefi ler’e göre sık sık mescide girip çıkan için gün­de iki rek’at kâfidir. M â 1 i k i 1 e r’ e göre sık sık girip çıkar­sa bir defa kılmak kâfidir. Aralıklı girerse, her girişte kılmalıdır. Hanbeiiler’e göre yasak vakitler dışında mescide abdestlı olarak giren kişi, sık sık da olsa her giriş için kılmalıdır. Ancak hut­be okumak için mescide giren hatip, bayram namazı için gelen kim­se ve mescidin kayyımı bundan müstesnadır.

liu namaz her mescid için meşrudur. Bundan yalnız. Mes­cidi Haram müstesnadır. Çünkü Mescidi Haram’in tahiyyosi Kâ’be’yi tavaf etmektir. Fakat tavaftan önce Mes­cid – i Haram’da oturmak isteyen bir kimse için bu namazı kılmıtk mnşrûdıır. [34]

58 – Sarımsak Yiyen Kimse Mescide Yaklaşmasınbabı

1014) Ma’dân bin Ebî Talha el- Ya ‘merî (Radıyallâhü anh)'<ien; Şöy­le demiştir :

Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh), Cuma günü hutbe İra el­etmek üzere ayağa kalktı veya Cuma günü hutbe iradetmek istedi. Allah’a hamd ve sena ettikten sonra:

Ey İnsanlar! Benim ancak habis sandığım şu sarımsak ve soğan (denilen) iki yeşilliği gerçekten yiyorsunuz. Halbuki Resülullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken, (mescidde) kendisinden mez­kûr yeşillik konusu hâsıl olan adam görürdüm. (Mescidden) uzak­laştırılarak) Baki tarafına çıkarılıncaya kadar elinden tutuluyor (gö­türülüyor) du. Şu halde kim bunu behemehal yiyecek (niyetinde) ise bari pişirmek suretiyle kokusunu gidersin, dedi.” [35]

İzahı

Bu hadisi Müslim ve N esâi de rivayet etmişlerdir. M ü s 1 i m ‘ in rivâyetindeki H z . Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in hutbesi bir hayli uzundur. Burada rivayet edilen hutbe parçası ora­da şu mealde geçmektedir

“Ey insanlar! Siz iki yeşillik yiyorsunuz. Ben onların habis oldu­ğunu sanıyorum. Ö yeşillikler soğan ve sarımsaktır. Ben şüphesiz gördüm. Resülullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) bu yeşilliklerin kokusunu mescidde bir adamda bulduğu zaman emir buyururdu. Adam mescidden çıkarılarak Baki tarafına götürülürdü. Şu halde kim bu yeşillikleri yemek isterse pişirmek suretiyle kokusunu gider­sin.”

N e v e v î : Soğan, sarımsak ve benzerî şeylerden dolayı ken­disinden pis koku duyuran şahısların mescidden çıkarılmasına ve imkân elverdiğinde dînen yasak olan şeylere fiilen engel olmanın gerekliliğine bu hadîs delildir, demiştir.

1015) Ebû Hüreyre (Radıyallâkü anh)’6en rivayet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

-Sarmısak (denilen) şu yeşillikten yiyen kimse, bu mescidimizde onun (kokusu) ile bize eziyet etmesin.-

Râvi demiştir ki: Babam, sarmısak hakkındaki Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh)’nin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den ri­vayet ettiği bu hadîsine pırasa ve soğanı ilâve ederdi.”

1016) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü ankümâ)’den rivayet edil­diğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim şu yeşillikten (sarımsaktan) bir şey yerse (kokusu gidin­ceye kadar) sakın mescide gelmesin.-” [36]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ’in hadîsini Müslim ve N e s â i de az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir, M ü s 1 i m ‘ in rivayeti meâlen şöyledir .-

«Şu yeşillikten yiyen kişi sakın mescidimize yaklaşmasın ve sa­rımsak kokusuyla bize eziyet etmesin.»

î bn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ’in hadisini Bu h â r i. Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişler­dir. M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, bu hadisi H a y b e r savaşı sırasında buyurduğu be­lirtilmiştir. Müslim ‘in bir rivayetinde :

«kokusu gidinceye kadar…» kaydı vardır

N e v e v i . İ b n – i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsi bah­sinde şu bilgiyi vermiştir:

Hadis; sarımsak, soğan ve benzeri şeyleri yemeyi yasaklamamış­tır. Bu yeşillikler, ^ozü muteber olan âlimlerin icmâı ile heiâidir. Hadis, bâ/.ı âlimlerin, bu yasağın Peygamber (Sallallahü Aleyhi vu Scl-lem)’in mescidine mahsus olduğunu söylediklerini nakletmişse de, bu söz tutarsızdır. Âlimlerin ^cumhuruna göre yasaklama hükmü unriumîdir. Çünkü bâzı rivayetlerde: «… mescidlere yaklaşmasın.» buyurulmuştur.

Hadis; sarımsak, soğan ve benzerî şeyleri yemeyi yasaklamıştır. Bu yeşillikler, sözü muteber olan âlimlerin icmâı ile helâldir. Hadîs, bunları yiyen kimsenin, bu haliyle mescidlere gitmesini yasaklamış­tır.

K â d ı I y â z ‘ m anlattığına göre Zahiriye mezhebine mensup olan âlimler, bunları yemeyi haram saymışlar, gerekçe ola­rak da : Çünkü bunları yemek cemaata gitmeye engel olur, Farz na­mazları cemaatla kılmak ise Farz-j Ayn’dır, demişlerdir.

Âlimler; sarımsak, soğan ve pırasaya pis kokulu yiyecek ve ben­zerî maddeleri de eklemişlerdir.

Bâzı âlimler, yarasından pis koku duyulan veya ağzı pis kokan kimselerin de aynı hükme tâbi olduğunu söylemişlerdir.

Yine âlimler bayram ve cenaze namazı kılınan mescid dışı yer­leri, eğitim ve öğretim yapılan yerleri, düğün ve benzerî toplantı yerleri mescidlere kıyaslayarak, sarımsak ve benzeri pis kokulu şey­leri alan şahısların, bu çeşit toplantılara katılmasını yasak saymış­lardır. Fakat çarşı ve pazar yerlerini bu hükme tâbi tutmamışlardır.

Müslim’in Câbir (Radıyallâhü anhJ’den olan bir riva­yetinde sarımsak ve pırasayı yiyen kimsenin mescide yaklaşmasının yasaklanmasına gerekçe olarak şöyle buyurulmuştur:

«Çünkü insanların eziyet duydukları şeylerden melekler de ezi­yet duyarlar,»

Bu gerekçe, mescidin boş olduğu zamanlarda bile anılan şahıs­ların oraya girmesinin yasakhğına delâlet eder.” [37]

59 – Namazda İken Kendisine Selâm Verilen Kişî Nasıl Selâm Alır Babı

1017) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü atıhümâ)\en: Şöyle demiştir: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Küba[38] mescidine uğrayarak içinde namaz kılarken Ensar-ı Kiram’dan bir kaç zât ge­lip O’na selâm vermişler. (Orada) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in beraberinde bulunan Suhayb[39] (Radıyallâhü anh)’a: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onların selâmını nasıl alır­dı? dedim. Suhayb:

Efendimiz eli ile işaret ederdi, dedi.” [40]

İzahı

Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî ve Ahmed de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), mezkûr soruyu Bilâl (Radıyallâhü anh)’a sormuştur. Ebû Dâvûd’un rivayetinde Bilâl (Radıyal-lâhü anh) :

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eliyle şöyle işaret eder­di, demiş ve avucun içi yere, ters yüzü yukarıya bakacak şekilde eli­ni açmıştır.”

Bu rivayette el ile işaret şekli tarif edilmiştir.

1018) Câbir (bin Abdillah) (Hadtyallâkü anhümâ)’ûen; Şöyle de-

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), beni bir işe gönderdi. Sonra (dönüşümde) O, namaz kılarken yanma vardım ve O’na se­lâm verdim. Bana (elile) işaret etti. Namazını bitirince beni çağır­dı. Ve:

«Sen demin bana selâm verdin. Ben namaz kılıyordum.» buyurdu.” [41]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvüd, Tirmizî, Tahavî ve Nesâî de bu hadîsi az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Müs­lim ve Ebû Dâvûd’un rivayetine göre Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Mustalik savaşına git­mek üzereyken Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anh) ‘ı O kabileye önceden göndermişti. Benî Müstalik yahudî-lerinin durumundan haber getirmek veya başka maksadlarla gön­derilmişti.

Câbir (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e selâm verince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in el ile işaret ettiği, Müslim ve Ebû Dâvûd’un rivaye­tinde belirtilmiştir.

Bu ve bundan önceki hadîs, ihtiyaç hâlinde namazda işaret et­menin câizliğine delâlet eder. Mâliki ve Hanbelî âlim­leri böyle hükmetmişler. En kuvvetli kavle göre $ â f i î 1 e r de böyle demişlerdir. Ş â f i î 1 er’e göre, yapılan işaretin az olma­sı şarttır. Çok olduğunda namaz bozulur. Hanefî âlimlerine göre ise; namazda işaret etmek mekruhtur.

Bu iki hadis, namazda olmayan kişinin, namazda olan kişiye se­lâm vermesinin meşruluğuna ve namazda olanın da işaretle selâm almasının câizliğine delâlet eder.

Bu iki hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki.

1 – Mâlikîler ve Şâfiîler: Namazda olan kimse­ye selâm vermek caizdir, bunda mekruhluk yoktur, demişlerdir. M â 1 i k î 1 e r’ in mûtemed kavli budur. îbn-i Ömer ve Ahmed de böyle demişlerdir. Nevevi: Sahih hadislerin ge­rektirdiği hüküm budur, demiştir.

2 – Hanefiler’e göre namaz kılana selâm vermek mek­ruhtur. Câbir, Atâ’, Şa’bî, Ebî Miclez ve îshak bin Rahaveyh’in kavli budur. M â 1 i k î 1 e r’ in mute-med olmayan bir kavli de böyledir. [42]

Namaz Kılanın Selâm Alması

1 – Mâliki, Şafii ve Hanbeli âlimleri: Namaz da bulunan kişinin, verilen selâmı işaretle almasını meşru görmüş­lerdir.İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs ve Ishak böy­le demişlerdir. Âlimlerin çoğundan nakledilen hüküm budur.

2 – Ebû Zer, Ata’, Nehaî ve Sevrî’ye göre namazı bitinceye kadar selâm almamak müstahabtır.

3 – Ebû Hanife’ye göre namaz esnasında ne sözle, ne de işaretle selâm almamak gerekir. Eğer dille selâm alınırsa namaz bozulur. İşaretle selâm almak ise mekruhtur.

EI-Menhel yazarı, yukarıda anlatılan değişik görüş sahiplerinin delillerini ayrıntılı olarak zikretmiştir. Konunun uzamaması için bu ma’lumâtı almadım.

1019) Abdullah (bin Mes’ud) (Radıyallâhü a«A)’den: Şöyle demiştir: Biz namaz içinde (bulunanlara) selâm verirdik. Bilâhere bize bu-yuruldu ki:

«Şüphesiz namaz içinde (önemli) meşguliyet vardır.»” [43]

İzahı

Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd’un bir rivayeti şöyledir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdayken biz O’na selâm verirdik. O da selâmımızı alırdı. Sonra biz (Habeşistan kralı) Necâsînin yanından (Medine’ye döndüğümüz zaman) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e namaz içindeyken selâm verdik. O, selâmımızı almadı ve namazı bitirince:

«Şüphesiz namazda (önemli) meşguliyet vardır.» buyurdu.” Hadiste geçen «…meşguliyet…»ten maksad; Kur’an, zikir ve dua ile meşgul olmak ve yüce Allah’ın huzurunda durulduğunu düşünmek işidir. Bu yüce meşguliyet namazda konuşmaya mânidir.

Abdullah bin Mes’ud (Radıyallâhü anh)’un Ebû Dâvûd ve Nesâi’ deki başka bir rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in selâm verdikten sonra selâmını al­dığı bildirilmiştir. [44]

60 – Bilmiyerek Kıbleden Başka Bir Yöne Doğru Namaz Kılanın Babı

1020) Amir bin Rebîa[45] (Radtyaltâha anh)’der\; Şöyle demiştir: Biz bir yolculukta Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in beraberinde idik. Hava bulutlandı ve kıble yönünü bilemedik. Ni­hayet namaz kıldık ve (durduğumuz yönün doğru olup olmadığını anlamak için) bir işaret koyduk. Sonra güneş doğunca kıble’den baş­ka bir yöne doğru namaz kılmış olduğumuz anlaşıldı. Biz bu duru­mu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e anlattık. Bunun aka­binde Allah Teâlâ:

«Nereye dönerseniz Allah’ın yönü orasıdır.»âyetini indirdi.[46]

İzahı

Bu hadîsi T i r m i z i de rivayet etmiştir. Oradaki hadîs meâ-len şöyledir:

“Biz bir yolculukta, karanlık bir gece Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in beraberinde idik. Kıble’nin hangi yönde olduğunu biz bilemedik. Artık her birimiz kendi yönünde namaz kıldı. Sabah olunca bu durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e anlat­tık. Bunun üzerine akabinde; âyeti indi.”

Tirmizi bu hadîsin isnadının kuvvetli olmadığını söyledik­ten sonra: ‘ilim ehlinin ekserisi bununla hükmederek demişler ki: Hava kapalı iken kişi kıbleden başka bir yöne namaz kıldıktan son­ra, yanlış durduğunu anlarsa onun kıldığı namaz sahihtir.

Süfyân-ı Sevrî, İbnü’l-Mübârek, Ahmed ve 1 s h a k böyle hükmedenlerdendirler,’ demiştir. Tuhfetü’I-Ahvezî yazarı da burada şunları söyler: “Taberâni’ nin Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet ettiği şu mealdeki hadîs de bu hadîsi takviye eder:

“Bulutlu bir günde bir yolculukta biz Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) İle beraber kıbleden başka bir yöne doğru durup na­maz kıldık. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı bitirin­ce güneş görüldü. Bunun üzerine biz: Yâ Resûlallah! Kıbleden baş­ka bir yöne doğru namaz kılmışız, dedik. O (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) :

«Şüphesiz sizin namazınız hakkıyla Allah katma kaldırılmıştır.» buyurdu.”

Ebü’t-Tayyib el-Medenî: ‘Bizim Hanefi âlim­lerimiz bununla hükmederek, kıblenin hangi yönde olduğunu bilme­yen kişi gereken araştırmaları yaptıktan sonra kanâat ettiği yöne dönüp namaz kılar. Bilâhere hatalı durduğunu anlasa bile kıldığı nama?,! iade etmez. Çünkü mükellef olduğu şey, araştırma yapıp na­maz kılmaktır. Kişi de bunu yapmış, demişlerdir,’ der.

Şafiî: Hatalı yöne doğru kılındığı anlaşılan namazın iadesi gerekir. O namazın vakti henüz çıkmamış iken veya vakti çıktıktan sonra durumun anlaşılması farketmez. Çünkü kıbleye doğru dur­mak şarttır. Â m i r’ in hadisi ise zayıftır, demiştir.

Sübülü’s-Selâm sahibi Şafii’ nin sözünü naklettikten sonra : Azhar olanı Â m i r’ in hadîsi ile amel etmektir. Çünkü bu hadis M u â z’ in hadîsi ile kuvvet bulur. Hattâ yalnız başına da delil sayılır.

Hadiste anılan âyet-i celile’nin iniş sebebinin başka şeyler oldu­ğu rivayetleri de vardır. Diğer taraftan âyetin meali hakkında da değişik yorumlar vardır. Bu sebeple âyet, hadîsteki hüküm için ke­sin bir delil değildir. Zâten kesin delil olsaydı bu hüküm hususun­da âlimler arasında bir ihtilâf söz konusu olamazdı.

Âyetin yorumlan ve iniş sebepleri hakkında geniş izahat isteyen­ler tefsir kitablarına baş vursunlar. [47]

61 – Namaz İçindeyken Tükürenin Babı

1021) Târik bin Abdillah el-Muhâribi[48] (Radıyallâhü a«/r,)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sollallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu

demiştir :

«Namaz kıldığın zaman sakın önüne ve sağına tükürme. Lâkin solun (boş ise o taraf) a veya (sol) ayağm altına tükür.»”

1022) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)\en: Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidin kıble duva­rında bir balgam gördü. Bunun üzerine orada kilere yönelerek:

«Sizden birisine ne oluyor ki kalkıp Rabb’ine yönelir (namaza) durur sonra önüne balgam atar? Sizden herhangi birisi kendisine dönülüp yüzüne karşı balgam atılmasından hoşlanır mı? biriniz tü­kürdüğü zaman soluna tükürsün. Yahut (mendil gibi bir) elbisesi içine şöylece tükürsün.» buyurdu.

Râvi demiştir ki: (Bu hadisi bana rivayet eden râvi) İsmail el­bisesi içine tükürüp elbisesini ovalamak suretiyle yapılacak işi ba­na gösterdi.”

1023) Huzeyfe (Radıyallâhü ank)'(\en rivayet edildiğine göre Şebes[49] bin Reb’î önüne tükürürken kendisi görmüş ve :

Yâ Şebes! Önüne tükürme. Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bunu menediyordu ve şöyle buyurmuş, demiştir:

«Şüphesiz adam kalkıp namaza başladığı zaman, namazdan çı­kıp gidinceye veya fena bir şey işleyinceye kadar Allah Teâlâ ona yönelir, (rahmeti ile ona) teveccüh eder.[50]

1024) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) namazda iken elbisesinin içine tükürdü. Sonra ovaladı. [51]

İzahı

Târik (Radıyallâhü anh)’m hadisini Ti r m i z i, E b ü Dâvûd ve Nesâî de az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini Müslim de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd da benzer lafızla bir hadîsi Ebû Said-i Hudri (Radıyallâhü anh) den rivayet etmiştir.

Huzeyfe (Radıyallâhü anh) in hadîsi zevâid nevindendir. Bu hadîsteki; cümlesi ile: “Dîne muhalif bir şey ihdas etmek.

yapmak yâni günah işlemek» kasdedilmiştir. Bu cümle ile abdestin bozulması anlamının kasdedilmesi ihtimâli uzaktır. Ancak, ihtiyaç yok iken ve irâde içinde bile bile abdest bozmak anlamını çıkarmak da mümkündür. Yâni cümleyi böyle yorumlamak hatıra gelebilir.

Bu takdirde; *lrjb£ abdest bozar anlamını taşır.

Enes (Radıyallâhü anh)’in hadîsinin benzeri Ebû D â-vüd’un süneninde rivayet edilmiştir.

Namaz esnasında, namaz dışında, mescid içinde ve dışında tü­kürmek, balgam atmakla ilgili hadîslerin açıklaması, bunun dînî hükmü ve bu husustaki âlimlerin görüşleri: “Mescidler ve Cemaatlar’1 kitabının 10. babında rivayet edilen (761 – 764) nolu hadîsler bahsin­de beyan edildiği için oraya bakılabilir. [52]

62 – namazda (secde yerindeki) çakıllara el sürmek babı

1025) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre Re­sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Namaz içinde çakıllara el süren kimse abesle iştigal etmiş olur.»”

1026) Muaykıb [53] (Radıyallâhü ank)’âen rivayet edildiğine göre :

Namaz esnasında çakıllara el sürmek hakkında Resûlullah (Sal-Jallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Eğer çakıllara (mecburen) el sürecek olursan tek bir defa (el sür).»”

1027) Ebû Zerr (Radıyallâhü ü«A,)’den rivayet edildiğine göre Re-sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz namaza başladığı zaman, şüphesiz ona rahmet yönelir. Bu nedenle sakın (secde yerindeki) çakıllara el sürmesin.» [54]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’nin hadîsinin müellif­ten başka kimler tarafından rivayet edildiğini görmedim. Hadîs, na­maz içinde çakıl taşlarını ellemenin doğru bir hareket olmadığına delâlet eder. Sindi: Cuma namazı bahsinde; «ve abesle iştigal eden için sevâb yoktur.» buyurulmustur.Cuma sevabını gideren bir harekette çirkinlik bulunur. Bilhassa hutbeyi dinlemekten alıkoyarsa şüphesiz yasak bir hareket sayılır, demiştir.

M u a y k ı b (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini Kütüb-i Sitte sa-hiblerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmişlerdir. B u h â r î’ nin rivayeti meâlen şöyledir:

“Secde yerinin toprağını (elile) düzelten adama Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) : «Eğer (secde edeceğin) yerin toprağını düzeltmeye mecbur olursan, (elini) bir defa sür.»”

“Ebû Davud’un rivayetinde Peygamber (Sallallahu Aley­hi ve Sellem)’in buyruğunun meali şudur:

«Sen namazda iken çakıllara elsürme. Eğer bilmecburiyc yapa­cak olursan çakılları tesviye etmek üzere bir defa el sürmek yeter.»

Buhâri ve Ebû Davud’un rivayetinden anlaşıldığı gibi secde yerindeki toprağı ve çakıl taşlarını tesviye etmek için na­maz içinde secde yerine bir defa el sürmek caizdir, câizliğin sebebi de secde ederken eziyete mâruz kalmamaktır.

Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) in hadisini Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Ahmed ve îbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı: Namaza giriş sayesinde kişiye yöneltilen ilâ­hî rahmetin kesintiye uğramaması için secde yerindeki çakıl taşla­rını tesviye etmekle meşgul olmamak gerekir. Secde yerindeki top­rak ve kum da çakıl taşları hükmündedir. Bunları tesviye etmekle meşgul olmak namazdaki huzur ve huşuun kesilmesine, dolayısıyla rahmetin kesilmesine yol açar, demiştir-.

El-Menhel yazarı daha sonra şöyle der:

“Bu bâbta rivayet olunan hadîsler, namaz içinde, secde yerinde­ki çakılları, toprağı, kumu ve benzeri şeyleri tesviye etmenin kerâ-hatine ve zaruret hâlinde bir defa el sürmenin câizliğine delâlet eder.

Bu husustaki âlimlerin görüşüne gelince:

l. Ömer, Câbir, Mesrûk, İbrahim en-Na-haî. Hasanı Basri ve cumhura göre secde yerindeki çakıllara el sürmenin mekruhluğuna hükmetmişlerdir.

Mâlik’ ten: Secdeden başını kaldırınca alnına yapışık top­rağın yüzüne dökülüp dağılmasıyla eziyete mâruz kalacak adamın, secde yerine el sürmesinde bir beis olmadığını söylediği rivayet edilmistir. EI-Muvatta’da Ebû Ca’fer el-Kâri’ den rivayet ettiğine göre kendisi şöyle demiştir: Ben Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)’ı secde için eğildiği zaman alnını koya­cağı yerdeki çakıllara hafifçe elini sürerken gördüm.

Zahiriye mezhebine mensup âlimler, hadislerin zahiri ile hükmederek bir defadan fazla çakıllara el sürmek haramdır, demiş­lerdir.

Abdullah bin Mes’ud, Ebû Hüreyre, Hu-zeyfe ve Ebû Zerr (Radıyallâhü anhüm), bir defa el sür­meye ruhsat verenlerdendirler.

îbn-i Huzeyme, kendi sahihinde rivayet ettiğine göre C â b i r (Radıyallâhü anh) : Namaz içinde çakıllara el sürmenin hükmünü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe sorduk. Buyur­du ki:

«Bir defa, bunu yapmaktan sakınman tümü kara gözlü olan yüz deveden daha hayırlıdır.»

Secde yerindeki çakıllara el sürme yasağının hikmetine gelince, namaz kılana yönelen ilâhi rahmetten dönüp başka şeylerle meşgul olmamak ve rahmetten alacağı nasibi kaçırmamaktır.

Bâzıları demiş ki: Bunun hikmeti secde mahallinde bulunan ça kılları basıp toprağa gömmek veya temizlemekle, üzerlerinde secde edilmesinden hoşlanan çakılları mahrum etmemektir. Nitekim İ b n-i E b i Ş e y b e ‘ nin rivayetine göre Ebû Salih: Secdeye varmak istediğin zaman çakıllara el sürme. Çünkü her çakıl, üzerin­de secde edilmesini sever, demiştir.

Bir kısım âlimler de: Çakıllara elsürüp secde yerini düzenlemek tavazua aykırıdır, demişlerdir. [55]

Hadîslerden Çıkarılan Hükümler

  1. Zaruret olmadıkça, namazda iken secde yerine el sürmek mekruhtur. Abesle iştigaldir.
  2. Zaruret hâlinde bir defa el sürmek caizdir.
  3. Namaza durana ilâhi rahmet yönelir. [56]

63 – Humre (Küçük Hasır) Üzerinde Namaz Kılmak Babı

1028) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy’m eşi Meymûne (Radtyallâhü anhâ) şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) humre üzerinde namaz kılardı.” [57]

İzahı

T i r m i z i’ den başka Kütüb-i Sitte müelliflerinin hepsi bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Humre : Bu kelime 632 nolu hadîste de geçmiş ve orada tarif edil­miştir. El-Menhel yazarı bu kelimenin mânâsı hakkındaki âlimlerin sözlerini şöyle nakleder:

“Mİsbah’ta: Humre secde yeri kadar küçük olan hasırdır, demiş, H a t t â b i de : Üzerinde namaz kılınan seccadedir. Söylendiğine göre seccade, namaz kılanın yüzünü yerden koruyup örttüğü için örtünme anlamını taşıyan bu isim ve’rilmiştir, der. Nihâye’de ise : Secde edildiğinde yüzün hizasına gelen yeri kaplayan büyüklükteki hasır veya hurma yaprağı gibi bitkiden mamul seccadeciktir. Bü­yüklüğü bu kadar olmazsa ona humre adı verilmez. İpleri hurma yaprakları ve benzeri madde altında gizli kaldığı için ona bu isim verilmiştir, der. Diğer taraftan sünen-i Ebü Dâvüd’da îbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)’dan rivayet edilen bir hadisten anla­şıldığına göre normal seccadeye de humre denilir.”

Hulasa görüldüğü gibi humre küçük veya normal hasır secca­deye denilebilir.

Hadîs, hasır üzerinde secde etmenin ve namaz kılmanın meşru­luğuna delâlet eder.

îbn-i Battal demiştir ki: Hasır üzerinde namaz kılma­nın câizliği hususunda muhtelif îslâm memleketlerinde bulunan fikıh âlimleri arasında hiç bir ihtilâf yoktur. Yalnız Ömer bin A b d i 1 a z i z’ in* toprak getirip hasır seccadesinin secde yerine koyduğu toprak üzerine secde ettiği rivayeti vardır. Bu da olsa olsa kendisinin aşırı tevazuundan ileri gelmiş olabilir ki bu hal İslâm âlim­lerine muhalefet sayılmaz.

Hasır, kilim, halı gibi sergiler üzerinde namaz kılmak hususun­daki âlimlerin sözlerini bundan sonraki iki hadîsin tercemesinden sonra nakledeceğiz.

1029) Ebû Saîd(-i Hudrî (RadıyaHâhii üwAJ’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hasır üzerinde namaz kılmıştır.”

1030) Amr[58] bin Dînâr (Radıyallâhü a»*;’deri; Şöyle demiştir: (Abdullah) bin Ab bas (Radıyallâhü anhümâ), Basra’da iken yay­gısı üzerinde namaz kılmış ve sonra arkadaşlarına : Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem), yaygısı üzerinde namaz kılardı, demiştir.” Not : Zevâid’de belirtildiğine göre bu hadisin senedindeki râvi Zam’a zayıf­tır, Müslim O’nun hadîsini rivayet etmiş, ama orada Zam’a’nın beraberinde başka râvi vardır. Yalnız değildir. Ahmed, îbn-i Main ve başkaları da Zam’a’nın zayıflığını söylemişlerdir. [59]

İzahı

Ebû S a î d (Radıyallâhü anh)’in hadisini Müslim ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir. Amr (Radıyallâhü anh’ın hadîsini de Ahmed rivayet etmiştir.

Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)’in hadîsi. Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in hasır üzerinde namaz kıldığına delildir.

Amr (Radıyallâhü anh)’ın hadîsinde geçen Bisat kelimesini yaygı olarak terceme ettim.

Bisat: Yere serilen sergi demektir. Yâni bisat’ın lügat anlamı ha­sır, kilim, seccade, halı gibi eşyanın hepsini kaplar.

T i r m i z i Humre, Hasır ve Bisat için ayrı ayrı bâblar açmış­tır. Bisat üzerinde namaz kılmak babında E n e s (Radıyallâhü anh)’den bir hadîs rivayet ettikten sonra: Sahâbilerin ve onlardan sonra gelen âlimlerin çoğu tüylü ve tüysüz yaygılar üzerinde namaz kılmakta bir sakınca görmemişlerdir, demiştir.

Bâzı âlimler Bisat kelimesi ile hasır kasdedildiğini söylemişlerdir.

El-Menhel yazan da: “Hayvani ve nebatî olan bütün yaygılar hasır hükmünde olup hepsinin üzerinde namaz kılmanın câizliği bu. hadislerden anlaşılıyor. Ahmed, Evzâi, Şafiî, İshak ve Fıkıhçıların Cumhurunun kavli budur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hasır ve başka şeyler üzerinde namaz kıldığı sahih hadîslerle sabittir.

Tabiîlerden bir cemâat çıplak yer üzerinde namaz kılmayı arzu-lamışlar ve her hangi bir şey üzerinde namaz kılmayı mekruh say­mışlardır. Said bin el-Müseyyeb ve Muhammed bin Si ri.n’in yaygı üzerinde namaz kılmanın sonradan ihdas edilen bir şey olduğunu söylediklerini îbn-i Ebî Şeybe ri­vayet etmiştir.

Câbir bin Zeyd’in de nebati olan yaygılar üzerinde namaz kılmayı müstahap ve hayvani yaygılar üzerinde namaz kıl­mayı mekruh adettiği rivayet olunmuştur.

Urve bin Zübeyr ise çıplak yerden başka bir şey üze­rinde secde etmekten kerahet ediyordu.

M â 1 i k i 1 e r’ e göre rahat verici ve refahlı sergi üzerinde namaz kılmak mekruhtur. Hasır ve benzeri şeyler üzerinde ise mek­ruh değildir. Mamafih çıplak yerde namaz kılmak daha iyidir. M â -1 i k : Soğuk ve sıcak gibi bir özür olmadıkça pamuk veya keten­den mamul elbise ve aba üzerinde secde edilemez demiştir.” diye ma­lumat verir. [60]

64 – Sıcakta Ve Soğukta Elbise Üzerinde Secde Etmek Babı

1031) Abdullah bin Abdirrahman (Radtyallâhü anh) (babası vasıta­sıyla dedesinden naklen) şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize geldi. Beni Abdfl-Eşhel mescidinde namaz kıldırdı. Secde ettiği zaman ellerini elbise­sinin üzerine koyduğunu gördüm.”

Not : Bundan sonra gelen rivayette olduğu gibi bunun senedinde;

= «Abdullah bin Abdirrahman’dan, O da babasından, O da dedesi Sabit bin eş-Sa-nut’tan…» ifâdesi vardır. Senedin aslı böyle olunca muttasıl bir sened olmuş olur. diye Zevâid’de açıklama vardır. (76)

(76) Çünkü senedde sahâbi olan flk râvi Sabit bin es-Samit ve onun râvisi olan oğlu Abdurrahman’ın ismi geçmiyor. Ancak Abdurrahman’ın râvisi olan oğlu Abdullah’ın ismi vardır.

1032) Abdullah bin Abdirrahman bin Sabit bin es-Sâmi’ten. O da babası (Abdurnthman)dan, O da dedesi (Sabit) (Raıityullâhü tirtfıüm)'(\en rivâ-yel ettiğine yöre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir elbiseye bürünmüş olarak, Benî Eşhel kabilesi içinde namaz kılmış, (secde ederken) el­lerini elbisesinin üzerine koyup çakılların soğukluğundan korunmuş­tur.”

Not : Zevâid’de : Bu senedde bulunan İbrahim bin İsmail el-Eşheli’nin ha­dislerinin münker olduğunu Buharı söylemiştir. Başkası da onu zayıf saymıştır. Ahmed ve el-İcli İse onu sıka göstermişlerdir. Diğer râvi Abdullah bin Abdurrah-man aleyhinde konuşanı veya onu sıka göstereni görmedim. Geri kalan ravileri sıkadır, diye bilgi verilmiştir. [61]

İzahı

Sindi de: Hulâsa toprak üzerinde secde etmek hadisi sabit­tir. Konuşma konusu, elbise üzerinde secde etmenin caiz olup olma­masıdır. Bunu caiz görenlerin kavlinin yolu vardır, demiştir.

1033) Enes bin Mâlik (Radtvaüâhü <ıw//)’den: Şöyle demiştir: Sıcaklığın şiddetli zamanlarında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kılardık. Birimiz (secde yerinin hara­retinden dolayı) alnını yere iyice koymaya muktedir olmadığı za­man (büründüğü) elbisesinin bir tarafını yere yayarak üzerinde sec­de ederdi. [62]

İzahı

Bu hadîsi Kütüb-i Sittc sahiplerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmişlerdir. Bundan önceki hadîs soğuktan korunmak için elbise­nin bir tarafı üzerinde secde etmenin cevazına delâlet ettiği gibi bu hadîs de sıcaktan korunmak için aynı şeyi yapmanın câizliğine de­lâlet eder.

Hadisin: «…alnını iyice yere koymaya muktedir olmadığı za­man…» cümlesi, çıplak yere secde etmenin asıl olduğuna işaret eder. Çünkü bu cümlede, elbisenin bir tarafı üzerinde secde etmek, alını çıplak yere koymanın güçlüğüne bağlanmıştır.

Elbisenin bir tarafı üzerinde secde etmenin hükmü hakkındaki âlimlerin görüşleri.

  1. Ebû Hanîfe ve Cumhur’a göre kişi, büründügü elbi­senin bir tarafı üzerinde secde edebilir. Delilleri de bu bâbtaki ha­dîslerdir. Cumhur: Hâkim ve Beyhakî’ nin rivayet et­tikleri Habbâb bin el-Eret tRadıyallâhü anhJ’in aşa­ğıdaki hadîsi bu hükme muarız değildir. Çünkü H a b b â b ‘ in hadîsindeki Sahâbîlerin şikâyeti bir elbise üzerinde secde etmek iz­ni için değil, sıcağın şiddeti kırıhncaya kadar öğle farzını tehir et­mek içindir. Eğer şikâyetleri bir elbise üzerinde secde etmekle gide­rilmiş olsaydı, bu izin verilecekti, diye yorum yapmışlardır. «üt

= (Üzerinde secde ettiğimiz) kızgın taşların alınlarımızdaki ha­rareti Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e şikâyet ettik. (= Hâ­limizi arzettik) de O, şikâyetimizi gidermedi. (= Bir çâre bildir­medi.)-

  1. Ş â f i î’ ye göre, bürünülen elbiseden namazdaki eğiliş ve kalkışlarda kişi ile beraber, hareket eden kısımlar üzerinde secde et­mek caiz değil, hareket etmeyen (yâni yere yayılıp kalan) kısımlar üzerinde secde etmek caizdir. Şafii’ nin zayıf olan bir kavline göre hareket etmeyen kısım da hareket eden kısım gibidir. Şafii, bu bâbtaki hadislerde sözkonusu edilen elbiseden maksat namaz es­nasında kişiden ayrı olan elbisesidir. Büründügü elbise değildir, de­miştir. Ama bu yorum hadisin zahirine uygun görülmüyor. Çünkü : “Elbisesi” tâbirinden hatıra ilk gelen şey, bürünülen elbisedir. İ b n – i E b î Ş e y b e ‘ nin 1 k r i m e yolu ile tbn-i A b b â s (Ra-dıyallâhü anh)’dan rivayet ettiği su mealdeki hadîs de hadîsin zâhiri mânâsım teyid eder: “Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yerin sıcaklığından ve soğukluğundan, fazla kısmı ile korunduğu bir elbise içinde namaz kılmıştır.

Şafiî’ nin delili ise yukarda nakledilen Habbâb (Ra-dıyallâhü anh)’ın hadîsidir.

İhtiyaç yok iken elbise üzerinde secde etmek Ebû Hanîfe ve Cumhur’a göre mekruhtur. [63]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Namaz maslahatı için namazda az hareket caizdir.
  2. Kişi, büründügü elbisenin bir tarafı üzerinde secde edebilir.
  3. Namazda huşuun devamı için gayret edilmelidir. Çünkü ye­rin hararetinden dolayı huşu gitmesin diye Sahâbiler elbiseleri üze­rinde secde etmişlerdir. [64]

65 – (İkaz İçin) Namazda Sübhanallah Demek Erkeklere, El Çırpmak Da Kadınlara Uygundur, Babı

1034) Ebû Hüreyre (Radıvallâhii anh)\en rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Sübhânallah demek erkeklere, el çırpmak da kadınlara uygun­dur.»”

1035) Sehl bin Sa’d es-Sâirlî (Radıyallâhü anhümâ)’âan rivayet edil­diğine göre Resûlullah (Sallatlahü Afcvfıİ ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sübhânallah demek erkeklere; el çırpmak da kadınlara uygundur.»”

1036) (Abdullah) bin Ömer (Radıyaliâkü anküınâ)’iVdu; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), el çırpmak hakkında kadınlara ve sübhânallah demek hakkında erkeklere ruhsat vermiş­tir.”Bu hadîsin senedinin hasen olduğu Zevâid’de belirtilmiştir. [65]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’nin hadîsini Kütüb-i Sitte sahihleri ve A h m e d rivayet etmişlerdir.

Sehl (Radıyallâhü anh)’in hadîsini de T i r m i z î ‘ den baş­ka Kütüb-i Sitte sahipleri ve Mâlik, el-Muvatta’da rivayet et­mişlerdir.

I b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsi ise zevâid türün-dendir.

Kişi namazda iken vuku bulan bir durum karşısında namazda ol­duğunu sezdirmek veya herhangi bir uyarıda bulunmak için işaret verecek. Bu bâbtaki hadisler, erkeklerin sübhânallah demekle, ka­dınların ise el çırpmakla işaret vermelerinin uygun olduğuna hük­mederler. Meselâ, kör adamı tehlikeye karşı uyarmak, yanılanı uyar­mak, içeri girmek isteyene izin vermek ve kapı çalana içerdekinin namazda olduğunu sezdirmek için hadislerde belirtilen şekilde işa­ret verilir. Teşbih, zikir niyeti ile edilir.

Kadınların, seslerini yükseltmeleri sakıncalı olduğu için el çırp­maları uygun görülmüştür. El çırpmak umumiyetle kadınlara yakı­şır bir iş olduğundan erkeklerin el çırpmaları uygun görülmemiştir. [66]

Namazdaki Uyarı Hakkında Âlimlerden :

  1. Şâfiîler ve Hanbeliler bu hadîslerin zahiri ile hükmederek demişler ki: Sübhânallah sözü namazdaki zikir nevin­den olduğu için çokça tekrarlansa dahi namaza zarar vermez. Fa­kat el çırpmak namaza yabancı bir hareket olduğu için çok yapılır­sa namaz bozulur. Teşbih edilirken sırf ikaz niyetiyle edilmez. Niyet zikir olacak. İkaz kendiliğinden gerçekleşir.
  2. Hanefiler ve M â li ki ler demişler ki: Kadınlar da erkekler gibi teşbih ederçjk ikazlarını yayarlar el çırpmazlar. Ka­dınların el çırpması M â 1 i k i 1 e r’ e göre mekruh, Ebû H a -n i f e’ ye göre ise namazı bozar.

Bu âlimler derler ki, Sehl bin Sa’d (Radıyallâhü an-hümâJ’ın uzun metin hâlinde rivayet ettiği hadîste şöyle buyurul-

muştur:

= «Namaz içinde iken kime bir şey peyda olursa sübhânallah desin. Çünkü sübhânallah deyince ona dönülür. El çırpmak ancak kadınlara aittir.»

Bu hadîste erkek, kadın ayırımı yapılmadan «kime bir şey…» buyurulmuştur. Bu ifâdenin şümulüne kadınlar da girer. Hadisin son kısmının mânâsı ise şudur :

«El çırpmak kadınların namaz dışındaki işidir. Eğlence için yap­tıkları bir harekettir. Namaza yakışmaz.»

Bu bâbta rivayet edilen hadislerin Ş â f i i i e r ‘ le H a n b e 1 i -1 e r’ in görüşlerini teyid ettikleri Kurtubi ve Ibn-i Ab-d i’ I – B e r r tarafından ifâde edilmiştir. Müellif de bu görüştedir.

Birinci görüşteki âlimler derler ki, Sehl (Radıyallâhü anh) ‘in hadisi bizim delilimizdir. Şöyle ki, bu hadîsin başkısmında anlatıldı­ğı gibi Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) Benî A m r kabilesinde sahâbilere namaz kıldırmaya başladıktan sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek birinci saf fa girince cemâat, durumu E b û Bekir (Radıyallâhü anhJ’a sezdirmek için el çırpmaya başlamıştır, çok kimse el çırpmış. Nihayet E b û Bekir durumu sezince geri çekilmiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imamlığa geçmiştir. Namazdan sonra Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) cemaata:

«Size ne oluyordu? Niçin bu kadar çok kişi el çırptı. Kime bir şey arız olursa sübhânallah desin. Çünkü sübhânallah deyince kendisine dönülür, dikkat edilir. El çırpmak kadınlara mahsustur.» buyurmuş­tur.

Hadisteki: «El çırpmak kadınlara mahsustur.» cümlesinin mâ­nâsı şudur: Kadınlara namaz içinde bir şey arız olursa onlar el çır­parlar (siz erkekler böyle yapmayın sübhânallah deyin). [67]

Hadîslerden Çıkarılan Hükümler

  1. Erkekler namazda ikaz mâhiyetinde (ve fakat zikir niyeti ile) sübhânallah diyebilir.
  2. Kadınlar ikaz için el çırpabilirler.
  3. Az hareket namazı bozmaz. [68]

66 – Ayakkabılarla Namaz Kılmak Babı

1037) İbn-i Ebî Evs (Radıyallâhü anft)’den; Şöyle demiştir: Dedem Evs (es-Sakafi) namaz kılarken zaman zaman namaz es­nasında bana işaret ederdi. Ben de ayakkabılarını kendisine verir­dim ve derdi ki i

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i ayakkabıları ile namaz kılarken gördüm.”

Not : Hadisin senedinin sahih olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

1038) Amr bin Şuayb (bin Muhaınmed bin Abdi İlah bin Amr bin el’Â$)’dan, O da babası (Şuayb)’den, O da dedesi (Abdullah bin Amr) (Radt-yallâkü anhümyden; Şöyle demiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i (bazen) yalın ayak ve (başka zamanlarda) ayakkabılarım giymiş olarak namaz kı­larken gördüm. [69]

İzahı

Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anhümâ)’ın hadi­sini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Tercemede paren tez içi ifâdelerle belirttiğim gibi A m r’ m babası Şu ay b’ tır. Şuayb’ın babası Muhammed’ dir. Muhammed’in babası da Abdullah bin Amr bin el-As (Radıyal­lâhü anhümî’dır. Amr, babası Ş u a y b ‘ dan rivayet etmiştir. Ş u a y b de babası Muhammed’ den değil, dedesi A b -d u 1 1 a h (Radıyallâhü anh)’dan rivayette bulunmuştur. Bu ne-

denle seneddeki: = «dedesinden» sözündeki zamir Şua y b ‘ e râci ise Ş u a y b ‘ m dedesi Abdullah’ tır. Zâ­ten ilk râvi de Abdullah’ dır. Ancak bu takdirde ehlinin ma­lumu olduğu üzere «Tefkikü’z-Zamîr» yapılmış olur. Arap edebi­yatında mecbur kalınmadıkça bu yola gidilmez. Şayet mezkûr za­mir A m r’ e râci ise mânâ şu olur: Ş u a y b de bu hadisi A m r’ in dedesinden rivayet etmiştir. A m r’ m dedesinden mak­sat birinci dedesi olan Muhammed değil, iKinci dedesi olan Abdullah’ tır.

Hadîs Resûl-i Ekrem (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) in bazen ya­lın ayak olarak namaz kıldığına, diğer bâzı vakitlerde ayakkabıla­rını giymiş olarak namaz kıldığına delâlet eder.

El Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şunları söyler:

“Hadis, ayakkabı ile de yalın ayak da namaz kılmanın cevazına delâlet eder. Aynı zamanda : «Ayakkabılarınızla namaz kılın.> mea­lindeki hadislerde buyurulmuş olan emrin vücup için değil de mü-bahlık için olduğuna delâlet eder. Yâni ayakkabılarla kılabilirsiniz demek oluyor.

Kadı I y â z : Ayakkabı ile namaz kılmak mubah bir ruh­sattır. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Sahâbiler böy­le yapmışlardır. Ancak ayakkabıların necis olduğunun bilinmemesi şarttır. Eğer necis olduğu bilinirse bununla namaz kılınamaz’ de­miştir.

Namazda ayakkabı giyen sahâbiler arasında, Hz Ömer bin el-Hattâb, Osman bin Affân, Abdullah

bin Mes’ud, Üveymir bin Sâide, Enes bin Mâlik, Seleme bin el-Ekva’ ve Evs es-Sakafi (Radiyallâhü anhüm) bulunur. Tabiilerden de S a î d bin e 1-Müseyyeb, el-Kâsım, Urve bin Zübeyr, Sa­lim bin Abdillah, Atâ bin Yesâr, Atâ bin Ebi Rabah, Mücâhid. Tâvûs, Kadı Şüreyh, Ebıİ Miclez, Ebû Amr eş-Şeybâni, el-Esved bin Yezid, İbrahim en-Nahaî, İbrahim et-Teymi, Ali bin el-Hüsey.in ve oğlu Ebû Ca’fer (Radıyailâhü anhüm) ayakkabıyla namaz kılmışlardır.”

1039) Abdullah (bin Mes’ud) (Radtyatlâhü mıh )den; ^öyle demiştir: Şüphesiz biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i ayakka­bılarla ve mestlerle namaz kılarken gördük.”

Not : Zevâid’de Ebû ZurVdan naklen bildirildiğine göre bu hadîsin İsnadın-daki râvi Ebû İshak’m hafızası ömrünün son zamanlarında karışmış ve Zühayr bin Muâviye bin CÜfeyc’in ondan rivayeti de o zamanlarında olmuştur. [70]

67 – Namazda Saç Ve Elbiseyi Toplamak Bâbı

1040) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyailâhü anhümâ)fdan rivayet edil­diğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«(Namaz kılarken) saç ve elbiseyi (durumu bozulmasın veya toz­lanmasın diye) toplamamakla emrolundum.*”

1041) Abdullah (bin Mes’ud) (Radıyallilhü a«A^’den; Şöyle demiştir: (Namaz kılarken) saç ve elbiseyi toplamamakla ve pis yere bas­maktan dolayı abdest almamakla emrolunduk.

1042) Medîne-i Münevvere halkından Ebû Sa’d71 bir adanı (Radıyallâhü ««/f^’den rivayet edildiğine göre ben şunu gördüm demiştir:

Hasan bin Ali (bin ©bi Tâlib) (Radiyallâhü anhümâ) (bir gün) saçlarını tepesinde toplamış olduğu halde (ayakta) namaz kılarken; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in mevlâsı Ebû Râfi’ (Radı-yallâhü anh) Onu gördü. Ebû Râfi1 onun saçlarını salıvererek veya onu böyle yapmaktan menederek:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), erkeğin saçlarını tepe­sinde toplamış olduğu halde namaz kılmasını yasaklamıştır, dedi. [72]

İzahı

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) in hadîsini B u h â r î, Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.

Ebû*i Mes’ud (Radıyailâhü anh)’m hadîsini müelliften başka kimlerin rivayet ettiğini bilmedim. Tuhfetü’l-Ahvezî yazarı bu hadisin sahih bir sened ile İ b n – i M â c e h tarafından tahriç edildiğini bildirmiştir. Bu hadîste geçen :

«Pis yere basmaktan dolayı abdest almamakla emrolunduk.» fık­rasından maksat şudur: ‘Abdestli iken necis olan bir yere basmak­la abdest bozulmaz. Abdesti yenilemeye gerek yoktur.’ Bilindiği gi­bi necasetin bulaştığı yeri yıkamak gerekir.

Ebû R a f i’ in hadîsini Tirmizî ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.

Aks: Bu hadiste mazi fiili geçen bu kelime, saçları başın tepe­sinde toplamak, saç örgülerini başın etrafına dolamak, saçın uzanan uçlarını kıvırıp kök kısmının arasına sokmak mânâlarına gelir. Bu mânâların hangisi alınırsa alınsın erkeğin, saçlarını böylece topla­mış olarak namaza durmasının yasakhğı burada rivayet olunan ha­dislerden anlaşılmaktadır.

Saçları ve elbiseyi toplamanın yasaklanmasının hikmeti hakkın­da âlimler şöyle demişlerdir:

Saçların ve elbisenin secdeden hisselerini almalarıdır. Toplamak ise bunların secde etmelerine mânidir.

Hattâbî: “Ebû Râfi’ (Radıyallâhü anh) ‘in Hasan bin Ali (Radıyallâhü anh) in saçlarını salıvermesinin sebebi Hz. Hasan (Radıyallâhü anh)’in secde ederken saçlarının da secdeye varması ve saç örgülerinin yere değmesidir. Nitekim 1 b n – i E b i Ş e y b e’ nin sahih bir sened ile Abdullah bin M e s’u d (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiğine göre bir gün 1 b n – i Mes’ud mescide girmiş ve bir adamı, saçlarını tepesinin başında toplamış olarak namaz kılarken görmüş. Adam nama­zı bitirdikten sonra tbn-i Mes’ud Ona:

“Namaz kılacağın zaman saçlarını toplama. Çünkü senin saçla­rın da seninle beraber secde eder ve her saç telinin secde edişi do­layısıyla sana bir ecir vardır, deyince adam: Ben saçlarımın tozlan­masından korkuyorum, demiş. İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) da “Saçlarının tozlanması senin için daha hayırlıdır”, diye cevap vermiş­tir,” der.

El-Menhel yazan H a t t â b i’ nin mezkûr sözünü naklettik­ten sonra şöyle der:

“Ebû R â f i’ in hadîsi, saçlarını toplamış olarak erkeğin na­maza durmasının mekruhluğuna delâlet eder.

Hanefiler, Şâfiîler ve Hanbelîler’e göre, kişi saçım ister namaz için toplasın, ister başka maksatla toplasın böy­le namaz kılması mekruhtur.

M â 1 i k’ e göre, kişi namaz için böyle yapmış ise mekruhtur, aksi takdirde mekruh değildir.

İbnü’l-Münzir’in dediğine göre Hasan-ı Basri: Böyle kılınan namaz iade edilir, demiştir.

N e v e v î: Sahih hadîslerde ve sahâbilerden yapılan nakille­rin zahirinde saç toplamanın namaz için olması kaydı yoktur. Şu halde namaz için olsun, olmasın saçları toplamış olarak namaza dur­manın mekruhluğu gerekir, demiştir.

Ashâb-ı Kiram (Radıyallâhü anh) dan saçları toplamanın mek­ruhluğuna hükmeden cemâat içinde, Ömer, Osman, Ali, Huzeyfe, İbn-i Ömer, Ebû Hüreyre, îbn-i Mes’ud ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm) vardır. Tabiilerden îbrâhim Nahaî de aynı görüştedir.

Mezkûr kerahet erkeklere mahsustur. Kadınlara şümulü yoktur. Çünkü kadınların saçı avrettir. Örtülmesi gerekir. Kadın, saçını çöz­düğü zaman dağılır ve icabında iyice örtülmesi güçleşir, dolayısıy­la saçının görülmesi ile namazı bozulur.”

Namazda elbiseyi toplamak da saçları toplamak gibi mekruhtur. Fazla harekete yol açarsa icabında namazın bozulmasına sebep ola­bilir. Elbisenin tozlanmaması, üstünün bozulmaması düşüncesi na­mazın huşûuna ters düşer. Bu da ayrı bir sakıncadır. [73]

68 – Namazda Huşu Babı

Huşu: Sakin durmak, boyun eğmek, korkmak, yere bakmak, se­sini alçaltmak gibi mânâlara gelir. Tuhfetü’l-Ahvezî yazarı ‘Namaz­da huşu’ babında : Huşu, sükûnet ve alçak gönüllülüktür. Bâzıları; Huşu ile Hudû kelimelerinin mânâları ile birbirine yakındır, çünkü hudû bedenin eğilmesidir. Huşu ise beden, göz ve sesin eğilip alçal-masıdır, demişler. Bir kısım ilim adamları da; hudû, zahirî eğilmek­tir; huşu ise mânevi ve ruhî eğilmektir, demişlerdir. Ama ikisinin eş manâlı olması kuvvetlidir. Çünkü bir hadiste Peygamber (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem) meâlen şöyle buyurmuştur:

«Eğer onun kalbi huşu duysaydı, dış organları da huşu duya­caktı.»

1043) (Abdullah) bin Ömer (RadtyaUâkü anhümâ)’dtn rivayet edil­diğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Gözlerinizin hızla kör olmaması için (namaz içinde) onları se­mâya dikmeyiniz.»”

Not : Bu isnadın sahih ve râvîlerinin sıka oldukları Zevâid’de bildirilmişti?. Nesâi, (el-Müctebâ adlı) küçük süneninde bu hadisi Enes bin Mâlik (R.A.)’den ri­vayet etmiştir.

1044) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir gün ashabına na­maz kıldırdı. Namazı bitirince cemaata mübarek yüzünü döndürerek :

-Bâzı kimselere ne oluyor ki (namaz kılarken) gözlerini semâya dikerler.» buyurdu. Bu husustaki (uyarıcı) sözleri o kadar şiddet­lendi ki nihayet: Böyle yapanlar ya yaptıklarından kesinlikle vazge­çecekler ya da Allah onların gözlerini muhakkak kör edecektir.» bu­yurdu.”

1045) Câbir bin Senıûre {Radiyallâhİi anh)'(\en: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:

«Namazda gözlerini göğe diken bir takım kimseler ya (bundan) kesinlikle vaz geçecekler, yahut gözleri, kör olmadan kendilerine dönmiyecek.

1046) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü atıhümâ)'<\an\ Şöyle de­miştir :

İnsanların en güzellerinden olan güzel bir kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in arkasında namaz kılardı. Bâzı kimseler, o kadını görmesinler diye ön saffa geçerlerdi. Bir takım kim­seler de en son saffta olsun diye geri kalırlardı ve rükû’a vardığı za­man koltuğu altından (kadına) şöyle bakarlardı. Bunun üzerine Al lah Teâlâ o kadınla ilgili durum hakkında:

«Andolsun ki sizden Öne geçenleri biliriz. Andolsun ki geri kalan­ları da biliriz.» (Hicr: 24) âyetini indirdi. [74]

İzahı

Bu bâbtaki ilk hadisi Tabarâni ve Ibn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Notta belirtildiği gibi N e s â î de bunu E n e s (Radıyallâhü anhKden rivayet etmiştir.

‘ ikinci hadisi Buharı, Nesâî, Ebû Dâvûd ve Ah-m e d de rivayet etmişlerdir.

C â b i r (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Müslim ve Ebû D â v ü d az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’ın hadisini T i r m i z î ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

Bu bâbtaki hadîsler, namazda bulunması gerekli huşûu giderici hareketlerin ve bilhassa gözlerin semâya dikilmesinin veya koltuk al­tından gerilere yahut sağa sola bakmanın yasaklısına delâlet ederler. Hadîsler, namaz içinde gözleri semâya dikmenin, gözlerin kör ol­masına sebebiyet verebildiğine delâlet ederler. Bu tehdidin hikmeti, böyle hareket etmenin namazdaki huşûa aykırı düşmesidir. Hikme­ti hakkında şöyle de denilebilir: Melekler namaza duranlara nur in­dirirler. Semâya bakan gözler, indirilen nurlara ilişince dayanarmya-rak kör olur. Körlük ile manevî körlük kasdedilmiş olabilir.

İkinci ve üçüncü hadîs, semâya bakmaktan vazgeçmek veya gözlerin kör olmasından birisinin behemehal vuku bulacağını haber verir.

Hadîslerdeki çetin tehdidten namaz içinde semâya bakmanın ha-ramlığı hükmü çıkarılabilir. Çünkü gözlerin kör olması cezası, an­cak haram bir şeyi işlemekten olabilir. İbn-i Hazm, bu ha­dîslere dayanarak semâya bakmanın namazı bozduğunu söylemiştir.

Dört mezhep âlimleri: Namaz içinde semâya bakmak mekruh­tur, demişlerdir. Her hâlde onlara göre kör olmak tehdidi, onun ha-ramlığım gerektirmez.

Namaz içinde gözleri semâya dikmek, bu hadîslerle yasaklandı­ğı için namaz içinde duâ edilirken, ister kıraat veya ister başka zi­kirlerle meşgul olunurken, bu hüküm vardır.

N e v e v î, bu yasaklama hakkında icmâ bulunduğunu söy­lemiştir.

Kadı I y â z : Namaz dışında duâ edilirken gözleri semâ­ya dikmenin mekruhluğu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bir cemâat mekruhtur demişse de âlimlerin çoğu bunu caiz görerek de­mişler ki: K â’ b e namaz için kıble olduğu gibi gök de duâ için kıbledir. Bu nedenle duâ edilirken elleri semâya kaldırmak mekruh olmadığı gibi, gözleri semâya dikmek de mekruh değildir, diye bilgi vermiştir.

Son hadîste iniş sebebi bildirilen âyetin yorumu ve iniş sebebi hakkında başka rivayetler de mevcuttur. Geniş bilgi edinmek için tefsir kitablanna baş vurulması tavsiye edilir. [75]

69 – Bir Tek Elbise İçinde Namaz Kılmak Babı

1047) Kbû Hüreyre (Radtvallâhü anh)\ien: Şöyle demiştir: Eir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e gelip:

Yâ Resul al lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! Birimiz bir tek el­bise içinde namaz kılar, dedi. (Bunun hükmünü sordu.) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Herbiriniz ikişer elbise bulur mu?» buyurdu. [76]

İzahı

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ah-med ve Beyhaki de bu hadîsi benzer lafızlarla rivayet et­mişlerdir.

Ebû Dâvûd’un rivayeti meâlen şöyledir : “Bir tek elbise içinde namaz kılmanın hükmü Resülullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) e soruldu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: «Her birinizin ikişer elbisesi var mı?» buyurdu.” El-Menhel yazarı şu malumatı vermiştir:

” S e r a h s î el-Mebsut’ta anlattığına göre soru sahibi Sev-ban1 dır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in: «Herbiri-niz ikişer elbise bulur mu?» sorusu olumsuzluk anlamında bir istif­hamdır. Yâni bulamayanlarınız vardır. $u halde bu cevap, bir elbise içinde namaz kılmanın câizliğini ifâde eder.

Hadîs bir elbise içinde namaz kılmanın cevazına delâlet eder.

N e v e v i : Tek bir elbise içinde namaz kılmanın câizliğini hu­susunda herhangi bir ihtilâf yoktur. Yalnız Abdullah bin M e s ‘ u d (Radıyallâhü anhümâ)’den hikâye edilen ve sıhhatli ol­duğunu bilemeyeceğim bir muhalif söz vardır. Âlimler iki elbise için­de namaz kılmanın efdaliyeti üzerinde icma’ etmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ve Sahâbiler (Radıyallâhü anhüm)’in tek bir elbise içinde namaz kılmaları sebebine gelince, bazen birden fazla elbisenin bulunmayışı, bazen de başka elbise bulunduğu hal­de bir elbise ile namaz kılmanın cevazını beyan etmek içindir. Ni­tekim B u h â r î ‘ nin rivayet ettiğine göre; Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâî bir elbise içinde namaz kıldırmış, namazdan sonra kendisine Yâ Ebâ Abdillah! Bidan yere bırakılmış olduğu halde (onu umuzuna alrmyarak) bir elbise içinde namaz kılıyorsun? diye­rek garibseyen olmuş. Kendisi de: Evet, sizler gibi bilmiyenlerin be­ni görmelerini (bunun caiz olduğunu öğrenmelerini) sevdim.” diye cevap vermiştir.

Ibn-i Ebi Şeybe’ nin, senedle rivayet ettiğine göre Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh> :

“Ben Suffe ehlinden 70 sahâbî gördüm, tek bir elbise içinde na­maz kılıyorlardı. Kimisinin elbisesi diz kapaklarına ulaşırdı, kimisi­nin ki daha aşağılara ulaşırdı. Rükû’a vardıkları zaman avret mahal­linin açılması endişesiyle elbisesini tutarlardı.” demiştir.

Rivayet edildiğine göre Abdullah bin Mes’ud (Ra­dıyallâhü anhümâ) ile Übeyy bin Kâ’b, Hz. Ömer (Radıyallâhü anhüm) yanında bir elbise içinde namaz kılınıp kılın-mıyacağı konusunda ihtilâf etmişler. Ubeyy (Radıyallâhü anh), bir sakınca yoktur, demiş. î b n – i Mes’ud (Radıyallâhü anh) ise:

“Bir elbise içinde kılmanın câizliği, halkın elbiseler bulamadığı zamanlara âit idi. Birden fazla elbise bulacakları zaman namaz iki elbise içinde kılınır..’1 demiş. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) minbere çıkarak: Doğrusu Übeyy (Radiyallâhü anh) in dediğidir. İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) un dediği değildir, demiştir.”

O zamanlarda hülle denilen tam takım elbise iki parçadan iba­ret idi. îzar adı verilen parça bele bağlanır, Ridâ denilen parça da omuza alınırdı.

Bir elbise içinde namaz kılınırken O elbisenin vücûdun göbek ile diz kapağı arasını ve omuzlara kadar yukarı kısmını örtmesi esas­tır. Çünkü Buhârİ, Müslim, Ebû Dâvûd veNer s â i’ nin Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet et­tikleri bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bir kısmı omuzlar üzerinde bulunmayan tek bir elbise İçinde herhangi biriniz namaz kılmasın.»

Cumhura göre bu hadîsteki nehiy tenzihen mekruhluk içindir. Omuzlan da örtebilecek bir elbise varken yalnız göbekle diz kapa­ğı arasını örten bir elbise içinde kılınan namaz sahih olmakla bera­ber mekruhtur. $âyet yalnız avret yerini örtebilecek bir elbisesi bu­lunan ve başkaca elbisesi bulunmayan kişinin bu elbise içinde na­maz kılmasında kerahet yoktur.

A h m e d ve bâzı selef âlimlerine göre omuzlarını da örtmeye muktedir olduğu halde, burayı örtmeden namaz kılanın namazı sa­hih değildir.

Yukarıda belirtilen durum muvacehesinde âlimler tek bir elbi­se içinde namaz kılındığında giyilen eİbise îzar ise yâni bele bağ^ lanmış durumda ise uçlarına çapraz olarak omuzlar üzerine koyup bağlamak gerekir. Şayet ridâ ise yâni omuzlara alman elbise ise sağ omuz üzerindeki ucu sol koltuk altından arkaya ve sol omuz üzerindeki ucu sağ koltuk altından arkaya geçirip bel üzerinde veyâ göğüs üzerinde bağlamak şeklinde olabilir ki bu nevî giyinişe Teveşşüh, istimal ve îltihaf denilir.

Omuz üzerine alınan tek elbisenin göbekle diz kapağı arasında­ki avret mahallini örtmesinin gerekliliği malumdur.

1048) Ehû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), boynuna doladığı tek bir elbise içinde namaz kılarken kendisi O’nun yanma girmiştir.”

demiştir :

1049) Ömer [77] bin Ebî Seleme (Radıyallâhü anhümây&en; Şöyle

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i (bir defa) iki ucu­nu çapraz olarak omuzları üzerine koyduğu bir tek elbise içinde na­maz kılarken gördüm. [78]

İzahı

Ebû Saîd-i Hudrî {Radıyallâhü anhJ’nin hadîsini Müslim ve Ahmed de aynı mânâyı ifâde eden benzer la­fızlarla rivayet etmişlerdir.

Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve Ahmed de ben­zer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Bu iki hadîste ‘Teveşşüh, kökünden alınan ‘Müteveşşih’ kelimesi kullanılmıştır. M ü s 1 i m’ in rivayetinde ‘Müştemil, Ebû D â -v û d’ un rivayetinde ‘Mültehif, kelimeleri kullanılmıştır. Hepsinin kökleri olan Teveşşüh, İstimal ve İltihaf aynı mânâda kullanılmıştır. İlk hadîsin izahında belirtildiği gibi bu kelimelerle kasdedilen mânâ, omuzlara alınan ridanın sağ omuz üzerindeki uç sol koltuğun altın­dan ve sol omuz üzerindeki uç da sağ koltuğun altından geçirilerek arkada veya göğüs üzerinde uçları birbirine bağlamaktır. Ridayı böy­lece boyunu dolamanın hikmeti vücûdun üst kısmının örülmesi rü-kû’a gidildiğinde göbekten aşağı avret mahallinin, sahibi tarafından görülmemesini ve rükû’a veya secdeye gidildiği zaman ridanın ye­re düşmemesini sağlamaktır.

Bu iki hadîs de uçları omuzlar üzerine çapraz olarak konan, bo­yuna dolanan tek bir elbise içinde namaz kılmanın câizliğine delâ­let ederler.

Elbise bol ve geniş olduğu takdirde rida olarak giyilip namaza durulur. Şayet elbise dar ise izar olarak giyilmelidir. Yâni bele bağ­lanıp mümkünse uçları çapraz olarak omuzlar üzerine alınır ve en­se tarafında bağlanır. Çünkü Buhâri’ nin Câbir (Radıyal­lâhü anh)’den rivayet ettiği bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Tek bir elbise içinde namaz kıl­dığın zaman eğer elbise geniş ise iltihaf et (ona bürün), dar ise be­line bağla.»

Ahmed’in bir rivayetinde ise Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Seİlem) şöyle buyurmuştur:

-Elbise geniş ise uçlarım omuzlara çapraz olarak at. Buna mü­sait değil ise böğürlerine bağla ve ridâsız olarak namaz kıl.»

1050) Keysân [79] (Radtyallâhü anhy’den; Şöyle demiştir :

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i Bi’r-i Ulyâ’da bir elbise içinde namaz kılarken gördüm.[80]

1051) Keysân (Radtyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî’i (mübarek göğü-sü üzerinde) topladığı bir tek elbise içinde öğle ve ikindi namazları­nı kılarken gördüm.Zevâid’de : Bunun isnadı hasendir. tbn-i Mâce’de yanında Keysân (R.A.)’ın bu ve bundan önceki hadîslerinden başka hadîsi yoktur. Bu iki hadîs bir hadîstir. Kütüb-i Sitte’nin diğerlerinde Keysân’dan rivayet olma hiç bir î>.adis yok­tur, denilmiştir. [81]

70 – Kur’an(dakî Tilavet) Secdesi Babı

1052) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

Âdem oğlu secde âyetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ağ-Uyarak ve, Vay hâlime! Âdem oğlu secde etmekle emrolundu. (Em­re uyup) Secde etti. Bu nedenle Cennet Onadır. Ben de secde etmek­le emrolundum da secde etmekten imtina ettim. Cehennem ateşi ba­nadır, diyerek (oradan) uzaklaşır.»”

1053) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle de­miştir :

Ben (bir gün) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ya­nında idim. Bir adam O’na gelerek: Ben bu gece rüyamda gördüm ki. Ben bir ağacın gövdesine doğru namaz kılıyorum. Secde âyetini okuyup secde ettim. Benim secde etmem nedeni ile ağaç da secde etti. Ağacın (secdede) :

= «Ali a hım bu (secde.) ile benim bir günahımı düşür, bununla bana bir ecir yaz ve bunu benim için (yüce) katında azık (sevap) kıl dediğini işittim.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Fundan sonra ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i secde âyetini okuyup sec­de ederken gördüm ve efendimizi secdede, adamın ağaçtan naklet­miş olduğu (mezkûr) sözün mislini okurken işittim. [82]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’nin hadisini Müs­lim de rivayet etmiştir. Bu hadîste geçen ‘Veyl’ kelimesi azab, zil­let, belâ, cehennem deresi gibi mânâlara gelir. Beddua da kullanı­lır. Yazıklar olsun, vay hâline gibi sözlerle mânâlandırmak mümkün­dür. Zamiri şeytana racidir.

Hadis, secde âyeti okununca secde edilmesinin faziletine, şeyta­nın zikirden kaçıp uzaklaştığına, îman ve ibâdetin Cennete vesile ol­duğuna, küfür ve isyanın cehenneme sürükleyici olduğuna delâlet eder.

î b n – i Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini T i r m i z î, Hâkim ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. T i r m i z İ’ nin rivayetinde duanın sonunda :

(Aleyhisse-

lâm)’ın secdesini kabul ettiğin gibi benim secdemi de kabul eyle.» İlâvesi vardır.

Tuhfetü’l-Ahvezi yazan şu malumatı verir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e gelen adamın Ebû S a İ d – i Hudrİ (Radıyallâhü anh) olduğu, M i r e k tara* fından açıklanmıştır. Gelen zâtın bir melek olduğu kavli hayli uzak­tır. (Sindi de beyân edildiğine göre Tıybi, Turbeştl’nin : Bu gelen adam Ebû Saîd-i Hudrİ (Radıyallâhü anh)’-dir. Zâten bu hadis ondan da rivayet edilmiştir, dediğini nakleder.)

Adamın yaptığı secde namazdaki secde olabilir. Kuvvetli olan ih­timal, yapılan secdenin tilâvet secdesi ve okunan secde âyetinin ‘Sâd’ süresindeki âyet olmasıdır. (Çünkü Tirmizi’ nin rivâ-yetindeki duanın son kısmında D â v û d (Aleyhisselâm)’ın sec­desinden bahsedilir. Sâd süresindeki secde âyetinde de Dâvûd (Aleyhisselâm)’ın secdesinden bahsedilir.”

Bu hadiste secde âyetinin okunması hâlinde secde edilmesinin ve anılan duanın tilâvet secdesinde okunmasının meşruluğuna, sec­denin sevabın kazanılmasına, günahın bağışlanmasına ve âhiret için Allah katında bir azık olmasının umulduğuna delâlet eder.

Duada geçen ‘Zuhr1 kelimesini azık olarak terceme ettim. Bun­dan maksat mânevi azık olan sevabtır.

1054) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallâkü ank)’âen; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), secde ettiği zaman:derdi. [83]

İzahı

Bu hadîsi, Müslim, Nesâî, Şafiî-, Ahmed ve Dârekutnî uzun metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. O rivâ-» yetlerde İftitah tekbîrinden sonra rükû’da, rükû’dan kalkarken sec­dede ve selâmdan önce yapılacak dualar da anılıyor. O rivayetlerde namaz secdesi yapılırken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in bu duayı okuduğu bildirilmektedir. Buradaki rivayet umumîdir. Yâ­ni namaz secdesi veya tilâvet secdesi kaydı yoktur. Bâzı rivayetler­de bu duada ziyâde vardır. [84]

71 – Kuran Secdeleri Sayısı

1055) Ebü’d-Derdâ’ (Kadtyalİâhü anhyden rivayet edildiğine göre: Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber (Kur’an tilâveti münâsebetiyle) on bir secde etmiştir. En-Necm (sü­resindeki secde) onlardan birisidir.”

1056) Ebüd-Derdâ’ (Radıyallâhü anhyûen; Şöyle demiştir: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber on bir secde ettim. Onlar içinde el Mufassal (bölümün) den hiç bir âyet yoktu. Onlar (in bulunduğu sûreler:) El-A’raf, er-Ra’d, en-Nahl, Be­nî İsrail (= İsrâ), Meryem, el-Hac, el-Furkan, en-Nemi, es-Secde, Sad ve Fussilat sûrelerinin secdeleridir.Bu senedin râvilerinden Osman bin Pâid’in zayıf olduğu Zevâid’de bil­dirilmiştir. [85]

İzahı

Ebüd-Derdâ (Radıyallâhü anh)’ın ilk hadisini T i r m i z i ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Ebû Davud’un rivayetinde buradaki son cümle yâni «En-Necm secdesi onlardan bi­risidir.» kısmı yoktur. T i r m i z i, bu hadîsin garib olduğunu söy­lemiştir.

En-Necm sûresinin sonundaki: âyetinin Sec­de âyetlerinden olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır.

İbn-i Ömer, îbn-i Abbâs, Atâ’, Ebû Sevr, Hasanı Basri, Said bin Cübeyr, Said bin el-Müseyyeb, İkrime, Tavus ve Mâlik (Radı­yallâhü anhüm), en-Necm âyetinde secde olmadığını söylemişlerdir. Delilleri de Ebû Dâvûd’un rivayet ettiği:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Medine-i Münevve-re’ye intikalinden bu yana Mufassal sûrelerin hiç bir âyetinde secde etmedi.” mealindeki İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘m ha­disidir. Fakat el-Menhel yazarı hadîsin zayıflığını gerekçeli olarak nakletmiştir. Diğer bir delil de Ibn-i Mâceh hâriç diğer Kü-tüb-i Sitte’de rivayet edilen Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) in şu mealdeki hadîsidir:

«Fen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in huzurunda en-Necm sûresini okudum. O, secde etmedi.”

En-Necm âyetinde secde vardır, diyen âlimler Zeyd (Ra­dıyallâhü anh) ‘in hadisine şöyle cevap verirler:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) en-Necm âyeti okun­duğunda muhtemelen abdestsiz idi, yahut vakit kerahet vakti idi veyahut secde etmemenin câizliğini beyân etmek içindi.

EI-Fetih yazarı, secde etmemenin câizliğini beyan etmek ihtimâli en kuvvetli olan ihtimaldir. Şafiî bu sebep ve hikmet kesindir, demiştir, der.

Âlimlerin bir kısmı en-Necm âyetinde secde vardır, demişlerdir. T i r m i z î bu kavli kuvvetli bularak: En sahih olanı budur, der. Hanefi, Şafiî âlimleri, bir rivayete göre A h m e d , böyle demişlerdir. Sevrî, İbnül-Mübârek, îshak, E 1 -Leys ve Dâvûd böyle hükmedenlerdendirler. (Radıyallâhü anhüm).

Bunların delilleri ise Buharı, Müslim, Ebû Dâ­vûd, Nesâî ve başkalarının rivayet ettikleri Abdullah bin M e s’u d (Radıyallâhü anh)’m şu mealdeki hadisidir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke’de en-Necm sûresini okudu ve secde etti. Bir yaşlı hâriç orada bulunan mümin ve müşrik herkes secde etti. Yaşlı herif ise yerden bir avuç çakıl ve­ya toprak alıp alnına götürdü ve: Bu bana yeter dedi. Sonra (Bedir savaşında) bu yaşlının kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm.”

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet edilen hadîsler de bu gruptaki âlim­lerin delillerindendir.

1057 nolu Amr bin el-As (Radıyallâhü anh)’in hadisi bu grubun delillerinden birisidir.

Ebü’d-Derdâ’ nın ikinci hadîsi Zevâid türündendir. Bu­rada on bir secdenin bulunduğu sûreler anılmıştır. Ancak birinci ha­dîsteki en-Necm sûresi anılmadığı gibi, olmamasının gerektiği zım­nen ifâde edilmiştir. Çünkü burada :

“On bir secde içinde el-Mufassal sûrelerden hiç bir şey yoktur.” deniliyor. En-Neem sûresi Mufassal sûrelerden sayıldığı için bu sû­renin hâriç tutulduğu tasrih edilmiş olur.

Mufassal: Kur’an-ı Kerîm’in sonundan itibaren bir bolü yedisine denir. K u r’ a n ‘ in bu bölümü sık sık besmelelerle birbirinden ayrılan sûreler hâlinde olduğu için bu ismi almıştır. Çün­kü kelimenin sözlük mânâsı ayrılan demektir.

K u r’ a n ‘ m mufassal bölümünün başlangıç sûresine gelince Hanefî, Mâliki ve Şafiî mezheblerine göre Hucurât sûresi, H a n b e 1 i mezhebine göre Kâf sûresi bu bölümün baş­langıcıdır. Her iki kavle göre en-Necm sûresi bu bölümdendir.

1056 nolu hadîste anılan on bir secde âyeti şunlardır:

  1. A’raf 206
  2. Ra’d 15
  3. Nahl 50
  4. Beni İsrail = İsrâ 109
  5. Meryem 58
  6. Hac l8
  7. Furkan 60
  8. Neml 26

Bu sûrede Süleyman (Aleyhisselâm)’dan bahsedildiği için hadîste Süleyman ismi sûre ile birlikte geçmektedir.

  1. Secde 15
  2. Sad 24

Hanefî âlimlerine göre bu âyeti takip eden 25. âyetin so­nunda secde edilir.

  1. Fussılet 37

Bir kavle göre bunu takip eden 38. âyetin bitiminde secde edilir.

Yukarıda geçen secde âyetlerinden «Sâd» süresindeki hâriç di­ğerlerin hepsi âlimlerin ittifakı ile secde âyetidir. Yâni bu âyetlerde tilâvet secdesi yapılır

«Sâd» süresindeki âyette yapılacak secde, Hanefi âlimleri, Mâlik, Süfyân, İbnü’l-Mübârek, İshak’ve Cum­hura göre tilâvet secdesidir.

Ş â f i i’ ye göre bu secde tilâvet secdesi değil, şükür secdesi­dir. Namaz dışında mezkûr âyet okununca secde edilir. Namaz için­de okununca secde edilmez, edenin namazı bozulur. Meşhur kavline göre A h m e d de böyle demiştir. A tâ’ ve Alkarna’ dan da bu hüküm rivayet edilmiştir.

El-Menhel yazarı “Sâd süresindeki secde” babında iki tarafın de­lillerini ayrıntılı olarak zikretmiştir. Geniş malûmat için oraya mü­racâat edilmesi tavsiye olunur.

1057) Amr bin el-As (Radıyalühü anh)’den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Şallallahü Aleyhi ve Sellem), O’na Kur’an-ı Kerîm’de bulunan onbeş secde âyetini öğretmiştir. Bunlardan üç tanesi Mu­fassal bölümünde, iki tanesi de Hac sûresindedir. [86]

İzahı

Ebû Dâvûd, Dârekutni, Hâkim ve Beyhakî de bu hadisi rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarı şöyle der:

“Hadîsin : cümlesinin mânâsı =

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona, her birisinde secdenin zikredildiği onbeş Kur’an âyetini öğretti.” Bu cümleden kas-dedilen mânânın: “Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona, her birisinde secdenin zikredildiği onbeş Kur’an âyetini huzurda oku­masını emretti.” olması muhtemeldir. Nihâye’de : Adam üstadının huzurunda K u r’ a n veya hadîs okuduğu zaman:

= “Falan zât bana okutturdu” der, denilmiştir.”

Hadiste sözü edilen onbeş âyetten on biri bundan önceki hadi­sin izahı bahsinde bulundukları sûrelerle birlikte gösterilmiştir. Ka­lan dördünden, Mufassal bölümünde olan uçü şunlardır:

  1. Necm sûresinin son âyeti.
  2. İnşikâk 21
  3. Alak sûresinin son âyeti.

Hac sûresinin ilk secde âyeti bundan önceki hadîsin izahında geç-mistir. îkincisi de : diye biten 77. âyettir.

Bu ikinci âyetin secde âyeti olup olmadığı hususunda ihtilâf var­dır. Bu hadis, secde âyeti olduğunu söyleyenler için delildir. Tir-mizi, Ebû Dâvûd ve başkalarının Ukbe bin Âmir (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri bir hadis de bunlarm delili­dir. Ömer bin el-Hattâb ve oğlu Abdullah (Ra­dıyallâhü anhümâ) ‘nm :

«içinde iki secde âyetinin bulunmasıyla Hac sûresi üstün tutul­muştur.» mealindeki hadis de bir delildir.

tbnü’İ-Mübârek, Şafii, Ahmed, Dâvûd ve İs hak böyle hükmetmişlerdir.

îbn-i Abbâs, Ebû Hanîfe, Küfe âlimleri, M â -likîler ve Süfyan-ı Sevrİ’ye göre ikinci âyet secde âyeti değildir. [87]

Kur’an’daki Secde Âyetlerinin Sayısı Hakkındaki Âlimlerin Kavilleri

  1. Ebû Hanife ve M a 1 i k I 1 e r’ den 1 b n – i V e -h e b’ e göre secde âyetleri on dörttür. Yukarda anılan onbeş yer­den Hac süresindeki ikinci secde âyeti müstesnadır. Yâni o âyet oku­nunca secde edilmez.
  2. $âfiler, Hanbelîler ve Davud’a göre secde âyeti ondörttür. Mezkûr onbeş âyetten Sâd süresindeki âyet müstesnadır. Onlara göre Sâd secdesi şükür secdesidir. Namaz için­de secde yapılamaz. Namaz dışında okununca şükür niyeti ile sec­de etmek meşrudur.
  3. Mâliktler’e göre secde âyetleri onbirdir. Mufassal kıs­mındaki üç âyet ve Hac süresindeki ikincisi bunlarca secde âyeti de­ğildir.
  4. El-Leys, İshak, Îbnü’l-Münzir, Maliki-ler1 den îbn-i Habîb ve İbn-i Veheb’e göre yu­karda anılan onbeş âyetin hepsi secde âyetidir. A h m e d’ in bir rivayeti de böyledir. [88]

Hangi Namazda Secde Âyeti Okununca Tilâvet Secdesi Yapılır?

  1. Âlimlerin cumhuru, farz, nafile, gizli namaz, açık namaz, imam, münferid farkı gözetmeksizin secde edilir, demiştir.
  2. Ebû Hanife, Ahmed, Mâlikiler’ den İbn-i Habîb demişler ki imamın gizli namazlarda secde âyetini oku­yup secde etmesi mekruhtur. Çünkü cemâatin şaşırması endişesi var­dır. Fakat açık namazlarda kerahet yoktur.
  3. Mâlik ve arkadaşları demişler ki gizli olsun, açık olsun farz namazlarda imamın ve münferidin secde etmesi mekruhtur. [89]

Tilâvet Secdesinin Hükmü

Cumhûr’a göre tilâvet secdesi sünnettir. Ömer, S e İmânı Fârisî, İbn-i Abbâs, İmrân bin Husayn, Mâ­lik, Şafiî, Eyzâî, Ahmed, İshak, Ebû Sevr ve Dâvûd (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmedenlerdendirler.

Ebû Hanife (Radıyallâhü anh) ise vâcibtir, demiştir. Fıkıhçıların cumhuru : Tilâvet secdesini yapmak için abdestli olmak şarttır, demişlerdir. [90]

Secde Âyetini İşitenin Hükmü

  1. Ebû Hanîfe’ye göre secde âyetini işiten kişi, dinle­meyi niyet etmemiş olsa bile secde etmesi gerekir.
  2. Mâlik ve Ahmed’e göre dinlemek niyeti şarttır.
  3. Şafiî: Dinlemek niyeti olmasa bile işitenin secde etmesi sünnettir, demiştir.

Hane fîler, Şâfiîler ve Mâli kiler: Okuyucu secde etmese bile işiten veya dinleyen secde eder, demişlerdir. Han-beliler ise: Okuyucu secde etmezse dinleyen de etmez, demiş­lerdir.

1058) “… Ebû Hiireyre (Radıyallâhü ««/r/den: Şöyle demiştir: Biz Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber:sûreîerindeki secde âyetlerinde secde ettik.”

Not : Bunun senedindeki îbn-i Minâ’nm meçhul olduğunu Îbnü’l-Kattân söy­lemiştir. [91]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Âhmed ve B e y h a k i de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. îbnü’İ-Kattân, İ b n – i M î n â ‘ iutı meçhul olduğunu söylemiş ise dle bundan do­layı hadisin zayıflığı iddia edilemez. Çünkü başka yollarla da riva­yet edilmiştir. Meselâ : Müslim başka bir senedle, N e s â î ayr» iki senedle rivayet, etmiştir.

Hadîs, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Medi-ne-i Münevvere’ye teşrif ettikten sonra Mufassal sûrelerde-ki secde âyetlerinde secde ettiğine delâlet eden kuvvetli delillerden­dir. Çünkü Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’in sohbetle şe-refyab olmasının hicretin 6. yılına rastladığını Ebü Dâvûd söy­lemiştir.

1059) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir: Şüphesiz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

süresindeki secde âyetinde secde etti.

Râvi Ebû Bekir bin Ebî Şeybe: Bu hadîs, Yahya bin Said’den ri­vayet edilmiştir. Yahya’dan başkasının bunu zikrettiğini hiç bir kim­seden işitmedim, demiştir. [92]

İzahı

Bu hadisin benzerini Buhârî, Müslim, Ebü Dâ­vûd, Nesâi ve başkaları da değişik senedlerle rivayet etmiş­lerdir.

Buhârî’ deki metnin meali şöyledir:

“Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) (bir namazda); o

(sûresini) okuyup ondan dolayı secde etmiş. Kendisine bu (secde­nin sebebi) nedir? diye sorulmuş O da: Eğer ben Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’i (bu sûrede) secde ederken görmemiş ol­saydım, secde etmezdim, diye cevap vermiştir.”

Bu hadîs de Mufassal sûrelerde secde bulunduğunun delilidir. [93]

72 – Namazı Tam Kılmanın (Beyânı) Babı

1060) Ebû Hüreyre (Radtyaltâhü ö»/f/den; Şöyle demiştir: (Bir gün) Bir adam[94] Mescid’e girerek (iki rek’at) namaz kıl­mış. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de mescidin bir tara­fında imiş. Adam namaz kıldıktan sonra (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e) gelerek selâm vermiş. O, da:

«Ve aleyke'(s-Selâm) dön de (yeniden) namaz kıl. Çünkü sen namaz kılmış olmadın.» buyurmuş. Adam dönüp (tekrar) namaz kıldıktan sonra gelerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e selâm vermiş. O, da:

-Ve aleyke'(s-Selâm) dön de (yeniden) namaz kıl. Çünkü sen hâlâ namaz kılmış olmadın.» buyurmuş. (Adam tekrar namaz kılıp gelmiş. Selamlaşmadan sonra kıldığı namazın yine olmadığını anla­yınca) üçüncü (görüşme)de adam:

Şu halde bana öğret Yâ Resülallah! demiş. O, da :

«Namaza kalkacağın zaman abdestini tam al. Sonra kıbleye doğ­ru durup tekbir al. (Namaza böylece başladıktan) sonra Kurandan sana kolay olanı oku. Sonra rükû* edip uzuvların yatışıncaya kadar rükû hâlinde kal. Sonra (başını) kaldırıp kemikler mafsallarında yerleşinceye kadar ayakta dik dur. Sonra secdeye vararak uzuvlar yatışmcaya kadar secdede dur. Sonra başını kaldır ve kemikler maf­sallarında yerleşinceye kadar otur. Sonra (tekbir hâriç) bunu na­mazının bütün rek’atlerinde yap.» buyurmuştur. [95]

İzahı

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ne-sâî, Dârekutnî ve Tahavî de bunu rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der:

Mescide giren zâtın Hallâd bin Râfi’ olduğu îbn-i E b i Ş e y b e’ nin rivayetinde tasrih edilmiştir. El-Hâf ız: O, Hallâd bin Râfi’ el Ensâri (Radıyallâhü anh) ‘dır. Bedir savaşında şehit olduğu rivayet edilmiştir. Hicretin ikinci yılı vuku bulan Bedir savaşında vefat eden Hallâd (Ra­dıyallâhü anh)’m namaz kılışı ile ilgili olayın, hicretin 7. yılı Müs­lüman olan Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) tarafından ri vâyet edilmesinde bir mahzur yoktur. Çünkü Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’in bu hadîsi olaya şahit olan bazı sahâbilerden mürsel olarak rivayet etmiş olması muhtemeldir. Nitekim Buhârî, Ubeydullah bin Numeyr (Radıyallâhü anh) ‘den, Tir­mizî de Rufâa bin Râfi’ (Radıyallâhü anh)’den riva­yet etmiştir.

Mescide giren zâtın iki rek’at namaz kıldığı Nesâ i1 nin ri­vayetinde belirtilmiştir. Bu namazın Tahiyyetül-Mescid namazı olma­sı kuvvetle muhtemeldir.

Adam önce Allah hakkı olan “Tahiyyetül-Mescid” namazını kıl­mış, sonra Efendimiz hakkı olan selâmı vermiştir. Zâten bu namazı kılmadan mescidde efendimize selâm verenlere, efendimiz, anılan na­mazın selâm vermeden önce kılınmasını emretmişti.

Adam tadil-i erkâna riâyet etmedifti için kıldığı namazın sahih olmadığı ve namaz kılmış sayılmadığı buyurulmuştur. Adam üç defa aynı şekilde namaz kıldıktan sonra yine de olmadığını anlayınca, doğrusunun öğretilmesini istemiştir,

Adamın hatalı kılışının yanılgıdan, dalgınlıktan veya. acele et­mesinden ileri geldiği muhtemel olduğu ve adam öğrenme isteğinde bulunmadığı için efendimiz ilk defasında tâlim buyurmamıştır. An­cak adam üçüncü defasında bir rivayetle belirtildiği gibi:

«O halde bana göster ve öğret. Çünkü ben ancak isabet de hatâ da işleyen bir beşerim» de­mekle bildiğinin bu kadar olduğunu ve doğrusunun öğretilmesini is­teyince efendimiz öğretmiştir.

Hadisin: = «Sonra Kur’an’dan sana kolay olanı oku.» cümlesi namazda Fatiha okumanın farz olmadığı­na hükmeden âlimler için delildir. Bu konuda geniş malumat 5. ki­tabın 11. babında 837-843 nolu hadîsler bahsinde geçmiştir.

Hadiste öğretilen işlerin hepsinin tam olarak yapılmasının ve rü-kü’dan kalkıp doğruluşta, secdede ve iki secde arasındaki oturuşta vücûdun bir süre hareketsiz durmasının gerekliliği anlaşılır.

Şâfiiler, M ali ki ler, Ahmed, Dâvûd-i Za­hirî ve Hanbeliler’ den Ebû Yûsuf böyle hükmet­mişlerdir.

Ebû Hanife ve Muhammed, anılan bekleyişler farz değildir. Yalnız rükû’ ve secdede vâcibtir, onsuz kılman namaz sa­hihtir, ama böyle yapan kimse günah işlemiş olur, demişlerdir. Bun­lara göre itidal yâni rükû’dan doğrulmak ve iki secde arasında tam doğrulup oturmak sünnettir. Rükû’dan doğrudan doğruya secdeye git­mek ve iki secde arasında hafif baş kaldırmak kâfidir. Delil olarak :

«Rükû edin ve secde ediniz.» âyetini göstermiş­lerdir. Fakat itidal ve iki secde arasındaki oturuş hakkında vârid olan bu hadîs ve benzeri sahih hadîsler bunların kavlini reddeder. Mezkûr âyet, hadîslere muhalif bir hüküm ifâde etmez. Çünkü âyet, itidal ve bekleyişten bahsetmemiştir. Hadîsler bunların gerekliliğini hükme bağlamışlardır.

lbn-i Dakîk’i’1-îyd: ‘Hadîste zikredilen şeylerin na­mazın farzları olduğu ve zikredilmeyen şeylerin farz olmadığı husu­sunda fıkıh âlimleri defalarca bu hadîsi delîl göstermişlerdir.Hadişte zikredilen şeylerin farziyeti açıktır. Çünkü yapılması emredil­miştir. Zikredilmemiş şeylerin farz olmamasının sebebine gelince, bir şeyin yapılması emredilmedikçe onun farz olmaması asıldır. Ayrıca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bilmeyen adama namaz kı­lınışını öğretiyor. Öğretme mevkiindeki zât, bilmeyen kişiye nama­zın farzlarını tarif etmek, açıklama yapmak ve gerekeni öğretmek durumundadır. $u halde yapılması mecburî olan şeyler, hadiste an­latılanlardan ibarettir. Adam namazın bir kısmını (yâni tâdili erkâ­nı) hatalı yapmış, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise, yalnız hatalı kısmı anlatmakla yetinmiyerek, diğer kısmı da anlat­mıştır. Bu da gösteriyor ki efendimiz yapılması gereken şeylerin tü­münü anlatmıştır.

Durumun böyle olduğu anlaşılınca, bu hadiste mezkûr olan bir hususun namazın faydalarından olup olmadığı konusunda fıkıhçı-lar arasında bir ihtilâf belirdiği zaman biz bu hadîsi delîl göstererek o şeyin farziyetine hükmederiz. Keza: Burada anılmayan bir şeyin farziyetini söyleyen olduğunda bu şey hadîste bulunmadığı için farz değildir, diyebiliriz. Çünkü yukarda belirtildiği gibi, öğretme maka­mında olunduğu halde bu şey anılmamıştır.

Tahkik ehli, bu hadisin bütün rivayetlerini incelemelidirler. Han­gi rivayetinde ne gibi ilâve varsa onları da hesaba katmalıdır,’ de­miştir.’

El-Hâfız, el-Fetih’te: Bu hadîsin Ebû Hüreyre ve R u f â a (Radıyallâhü anhümâ)’dan olan bütün rivayetlerini topla­dım. Rivayetlerde gördüğüm ilâveleri not ettim. Âlimlerin ittifakı ile farz olan niyet ve son oturuş burada açıkça anılmamıştır. Farz ol­duğu ihtilaflı olanlardan da son teşehhüd ve efendimize salâvat yok­tur, demiştir.

Namazın farzlarından olup bu hadîste anlatılmayan noktalar, herkesçe bilindiği için anlatılmamıştır, denilebilir. [96]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Her karşılaşmada selâmlaşmak meşrudur. Karşılaşma sık sık da olsa hüküm budur.
  2. Öğretimde yumuşaklık ve tatlılıkla güzel anlatış esas tutul malıdır.
  3. Hükümlerde eksik olan kimse kusurlarını itiraf etmelidir. (Bu hüküm bâzı rivayetlerden alınmadır.)
  4. Hakiki âlimlerin emirlerini kabul etmek ve uymak gerekir.
  5. Yalnış kılınan namazın iadesi gerekir.
  6. Müftüye bir şey sorulduğunda cevap verilirken soran kişinin muhtaç olduğu bâzı noktalar sorulmamış olsa bile anlatılmalıdır.
  7. Tekbirle namaza girmek, namazın bütün fiili rükünlerinde tâdili erkâna riâyet etmek, namazın her rek’atında kıraat farzdır. Bu hususlar ilgili bâblarda anlatılmıştır.

1061) Muhammed bin Amr bin Atâ’ (Radtyallâhü a«/r)’den; Şöyle

demiştir:

İçlerinde Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)’nin bulunduğu on sa-hâbî’nln bulunduğu bir yerde Ebû Humeyd es-Sâidî [97](Radıyallâ­hü anhüm)’den şöyle söylerken işittim i Ebû Humeyd oradaki sahâ-bîlere i

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namaz kılışını he­pinizden daha iyi bilirim, dedi. Sahâbîler On a >

— Neden (sen daha iyi bilirsin)? Sen hepimizden daha çok Onun izini takip etmiş değilsin. Hepimizden önce Onun sohbetinde bulunmuş da değilsin, dediler. Ebû Humeyd (Radıyallâhü anh) :

— Hayır, ben Onun kılışını hepinizden daha iyi bilirim, dedi. Sa­hâbîler, Ona:

— Öyle ise anlat (bakalım), dediler. Ebû Humeyd (Radıyallâhü anh) :

— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) namaza kalktığı za­man tekbir alırdı. (Tekbir alırken) ellerini omuzlarının hizasına ka­dar kaldırarak biraz öyle durdururdu. Sonra okurdu. Sonra tekbir alır ve ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Sonra rükû ede­rek, avuçlarının içini diz kapaklarının üzerine bırakır, onlara daya­nırdı. Basını ne bel hizasından aşağı indirir, ne de yukarı kaldırır,

ense İle beli bir hizada tutardı. Sonra: diyerek ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırdı. (Omurganın) bütün ke­mikleri mafsallarında yerleşinceye kadar (ayakta dururdu.) Sonra (secde için) yere inerdi. (Secdede) kollarını yanlarından uzak tutar­dı. Sonra (secdeden) başını kaldırırdı ve sol ayağını yere yatırarak üstünde otururdu. Secde ettiği zaman her iki ayağının parmaklarını, (uçları kıbleye ve altları yere gelecek şekilde) eğerdi. Sonra (ikinci defa) secde ederdi. Sonra tekbir alarak sol ayağı (m yere yatırarak) üstünde ve (omurganın) her kemiği yerine dönünceye kadar oturur­du. Sonra ayağa kalkardı. Ve ikinci rek’atte bunun mislini yapardı. Sonra ikinci rek’atten (üçüncü rek’ate) kalktığı zaman namaza baş­larken yaptığı gibi ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Son­ra namazının kalan re k’ati er ini böylece kılardı. Nihayet ardından selâm verilecek secdeyi yaptıktan sonra sol ayağını geri çekerek (= al­tından sağ tarafına doğru çıkararak) sol yanı üstünde müteverrik olarak otururdu, dedi. Sahâbiler:

— Doğru söyledin. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), an­lattığın şekilde namaz kılardı, dediler. [98]

İzahı

Buhâri, Tirmizi, Ebû Dâvûd, A h m e d, Ta-havi, îbn-i Hibbân ve Beyhakî de bu hadisi uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.

Ebû Humeyd (Radıyallâhü anh) ‘in beraberinde bulunan sahâbîler arasında Ebû Katâde (Radıyallâhü anh) den başka, Ebû Üseyd-i Saidi, Sehl b. Sa’d-i Saİdi, M u -hammed b. Mesleme ve Ebû Hüreyre (Radıyallâ­hü anhüm) ‘nin de bulunduğu Ebû Dâvûd’un rivayetlerinden anlaşılıyor.

Ebû Humeyd (Radıyallâhü anh) ‘in : “Ben hepinizden da­ha iyi bilirim.” sözünden maksadı, vereceği malûmatın dinleyiciler tarafından kabul edilmesini sağlamaktır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile uzun sohbette bu­lunmak veya O’nun izini itine ile takip ederek çokça arkasında na­maz kılmak O’nun namaz kılışını daha iyi bilmeye vesile olduğundan Sahâbîler Ebû Humeyd (Radıyallâhü anh) ‘a “Bu İki nokta de sen bizden ileri değilsin” demişlerdir.

Hadisten çıkan fıkıh hükümleri tercemeden anlaşıldığı için tek­rarlamaya lüzum yoktur. Tâdil-i Erkânla ilgili özlü malûmat bu ki-tabta geçen ve mezkûr farzlar için ayrılan özel bâblarda anlatılmış­tır. Fihristte bu bâblann yerini bulup oralara müracaat etmek müm­kündür

1062) Amrete (Radıyallâkü cm/ra/dan; Şöyle demiştir: Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâ)’ye, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in namaz kılışı nasıl idi? diye sordum. Dedi ki ı

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), abdest almak İstediğin­de ellerini su kabına koyduğu zaman Allah’ın ismini anardı ve ab-destini tam (ve mükemmel) alırdı. Sonra kıbleye doğru ayakta du­rarak tekbir alır ve ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Sonra rükû ederdi. (Rükûda) ellerini diz kapaklarının üzerine koyar ve kollarını (yanlarından) uzak tutardı. Sonra başını kaldırıp belini doğrultu rdu ve ayakta kalışı sizinkinden biraz daha uzun sürerdi. (Secdede) ellerini kıbleye doğru (yere) koyar, gördüğüm kadarıyla olanca gücüyle kollarını (yanlarından) uzaklaştırırdı. Sonra başını kaldırıp (yere döşediği) sol ayağı üzerinde oturur, sağ ayağını da dikerdi. Sol yanı üzerine eğilmek (oturmak) ten kerahet ederdi. [99]

73 – Yolculukta Namazı Kısaltmak Babı

Kasır, Taksir ve İksar-ı Salât ı Yolculuk hâlinde dört rek’atlı farz namazları kısaltıp iki rek’at olarak kılmaktır. Sabah ve Akşam farz­larında kısaltma olmaması, icma’ ile sabittir. Kasır, yalnız öğle, ikin­di ve yatsı namazlarının farzlarında me$lüdur.

1063) Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: “Muhammed (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)’in diliyle sabit Oldu­ğu üzere (dört rek’atlı) farz namaz yolculukta iki rek’attir, Cuma farzı iki rek’attir, Bayram namazı iki rek’attir. Bu tamamdır, kasır değildir.”

1064) Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyattâhü ank)’den: Şöyle demiştir:

Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin diliyle sabit olduğu üzere (dört rek’atli) farz namaz yolculukta iki rekattır. Cuma farzı iki rek’attir, iki bayram namazı ikişer rekattır. Bu tamamdır, kasır

değildir.

1065) Ya’lâ bin Ümeyye (Radtyallâhü anh’den[100] ; Şöyle demiştir Ben, Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)’a! Allah î

= -Yer yüzünde yolculuk ettiğiniz zaman kâfirlerin size eziyet ve zarar vermelerinden korkarsanız namazınızı kısaltmanızdan do­layı size günah yoktur.101 Halbuki şimdi halk güven içindedir. (Halkın güvenlik içindeyken namazı kıseltmalarına) ne dersin? diye sordum. Ömer (Radıyallâhü anh) : Senin şaştırın şu işe ben de şaşmıştım da bunu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’e sormuştum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöylo buyurmuştu:

«Bu, Allah’ın size verdiği bir sadakadır. Onun için siz Allah’ın sadakasını kabul ediniz.» dedi. [102]

İzahı

1063 ve 1064 noda geçen Ömer (Radıyallâhü anh)’m hadi­sini Nesâi, Ahmed ve İbn-i Hibbân da rivayet et­mişlerdir.

El-Menhel yazarı Y âl â (Radıyallâhü anh)’in hadisini açık­larken şöyle der:

“Y a’l â (Radıyallâhü anh) e şunu demek istemiştir: ‘Anılan âyette namazın kısaltılması için kâfirlerin fitnesinden korkmak se­bep olarak gösterilmiştir. Kâfirlerin fitnesinden korkmak tehlikesi kalmamıştır. Şu halde halk niçin hâlâ namazı kısaltıyor? Bunun se­bebini bana bildirir misin?

Ömer (Radıyallâhü anh) bu işe kendisinin de şaştığını ve Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e konuyu sorduğunu, Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle cevap buyurduğunu Ya’-1 â (Radıyallâhü anh)’a anlatmıştır.

Namazı kısaltmanın sadaka oluşundan maksat, yolculuk zorlu­ğundan dolayı bu işin ilâhi bir ikram ve rahmet olmasıdır.

Tercemede bulunan parentez içi ifâdeler, Ebû Davud’un rivayetinden alınmadır.

Bu bâbta rivayet olunan hadisler, yolculuk hâlinde dört rek’at­li farz namazların iki rek’at olarak kılınmasının meşruluğuna delâ­let ederler. Ancak yolculuk hâlinde kılınacak, öğle, ikindi ve yatsı farzlarının doğrudan doğruya iki rek’at olarak mı farz kılındığı, yok­sa hazer hâli gibi dört rek’atli olarak farz kılınıp sonradan mı iki rek’ate indirildiği hususunda âlimlerin ihtilâfı vardır. (Eğer baştan iKi rek’at olarak farz kılınmış ise, yolculuk hâlinde böyle kılmak, Fıkıh dilinde Azimet olur. Şayet kolaylık olsun diye sonradan iki rek’ate indirilmişse buna Ruhat denilir.)

Sahâbüerden Ömer, Ali, İ bn-i Abbâs, İbn-i M e s ‘ u d , İbn-i Ömer ve Câbir (Radıyallâhü anhüzn); ‘Azimet’tir demişlerdir. Hanefî âlimleri de böyle hükmetmişler­dir. Bu gruptaki âlimlerin delil gösterdikleri hadîslerden birisi (1063 ve 1084) nolu) Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsi ve diğeri İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’ın (gelecek olan 1068 nolu) hadisidir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in (1067 nolu) ha­dîsi de delil gösterilmiştir. Dördüncü delîl de Buhâri, Müs­lim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve başkalarının  i ş e (Ra-dıyallâhü anh) ‘dan rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:

«Namaz hazerde ve seferde ikişer rek’at olarak farz kılınmış, se­ferdeki namaz öyle kalmış, hazerdeki namaz arttırılmıştır.» Akşam namazı, Ahmed bin Hanbel’in rivayetinde belirtildiği gibi bu hükümden müstesna kılınmıştır. Yâni o, baştan beri üç rek’at olarak tutulmuştur.  i ş e (Radıyallâhü anh) ‘nin hadîsini açıkla­yan âlimlerin beyânına göre M i r â c gecesi ikişer rek’at olarak kılınması emri verilmiş, tbn-i Hibbân, Buhâri, Bey-h a k i ve İbn-i H ü z e y m e ‘ den rivayet edilen  i ş e (Ra­dıyallâhü anh) ‘nin başka bir hadisinde açıklandığı üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine’de yerleştikten sonra öğle, ikindi ve yatsı farzları dört rek’ate çıkarılmıştır.

Osman, Sa’d bin EbiVakkâs, Âişe, Hasan-ı B a s r i, meşhur kavline göre Mâlik, Şafiî, Ahmed bin Hanbel, Ebû Sevr ve Dâvûd: Yolculukta na­mazı kısaltmak Ruhsattır demişlerdir. Beyhaki’ nin rivayet ettiğine göre Selmân-i Fârisî1 nin de dâhil olduğu on iki sahâbi böyle demişlerdir. Enes, Misver bin Mahreme, Abdurrahman bin el-Esved, î bn ü’ 1-M üs e y y e b ve Ebû K u 1 â b e de ‘Ruhsat’tır, diyenlerdendirler.

Bu görüşteki âlimlerin birinci delili (1065 noda geçen) âyet-i ke­rîmedir. Bunlar derler ki, âyette:

«Namazı kısaltmakta cünah (= günah) yoktur.» buyurulmuştur.

Cünahın yokluğu, yalnız mubah anlamında kullanılıyor. (El-Menhel yazan bu hususta uzun izahat vermişse de buraya aktarmaya gerek görmedim.)

Bu gruptaki âlimlerin ikinci delili (1065 nolu) Ömer (Radı-yallâhü anh)’in hadîsidir. Şöyle ki.- Eğer yolculuk namazı doğrudan doğruya iki rek’at olarak farz kılınmış olsaydı Ömer (Radıyallâhü anh)’m ve râvisi Y a’l â (Radıyallâhü anh)’in şaşmasında mânâ yoktu.

Üçüncü delîl Müslim’in İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mîna’da dört rek’allı namazı iki rek’at olarak kıldı. Ondan sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) böyle kıldı. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ‘den sonra Ömer (Ra­dıyallâhü anh) böyle kıldı. Ömer (Radıyallâhü anh)’den sonra Os­man (Radıyallâhü anh) hilâfetinin ilk zamanlarında böyle kıldı. Bi-Iâhere dört rek’at olarak kıldı.”

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) imama uyduğunda dört rek’at; yalınız başına kıldığında iki rek’at kılardı. Eğer seferde kı­saltmak Azimet olsaydı Osman (Radıyallâhü anh) bunu ter­ke tm ezdi. Sahâbiler de onun terkinde kendisine uymazlardı.

Bu gruptaki âlimler, birinci grubun delil olarak gösterdikleri Âişe (Radıyallâhü anhâ)’nin : «Namaz ikişer rek’at farz kılındı.» hadîsini ve Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in : «Yolculukta namaz iki rek’attir.» hadîsini yorumlayarak: Bundan maksad, istiyenlerin böy­le kılabilmeleridir.

N e v e v i : Hadîslerin arasım bulmak için bu yorum yolunu tutmaktan başka yol yoktur. Âişe (Radıyallâhü anh) ‘nin, kısalt­ma hadîsini rivayet etmesi yanında, yolculukta namazı dört rek’at olarak kılması, bu yorumu kuvvetlendirir. Demek ki Âişe (Ra­dıyallâhü anhâ) ve Osman (Radıyallâhü anh) iki şekilde kıl­mayı caiz görmüşlerdir. Misafirin iki rek’at olarak kıldığı namaza kasırh namaz ismini vermekte tüm müslümanlann icmâ’ etmesi ve zikredilen âyette kısaltma tâbiri bu yorumu te’yid ettiği gibi birin­ci grubun delil gösterdiği Âişe (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsi­nin zahirini tutmak, K u r’ a n ‘ m nassına ve müslümanların ic-mâına ters düşer. Âhâd hadîsi K u r’ a n ‘ m nassına veya icmâa muhalif olduğu zaman o hadisin zahirini terk etmek vâcib olur, der.

Bu gruptaki âlimler, Ömer (Radıyallâhü anh)’in (1063 –1064 nolu) hadisinde geçen: cümlesini: «Sevabı tamdır,

noksan değildir.» şeklinde yorumlamışlardır.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in (1067 nolu) hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yolculukta dört rek’atli farzları hep iki rek’at olarak kıldığı hususuna gelince Peygamber nın rivayetleri bunu ifâde ederler Öele ittnrfi I! » dört rekate ç.kanlmasmdan bir sûr7S0nra aoes nn, çen) Kasır Âyeti inince yolculuk hâlLde

“Sefer namazı iki rek’at olarak Mirâc gecesinde değil, Kasır Ayetinden sonraki durumun Miraç gecesindeki duruma dönüşmesini ifâde etmektir.Bu söz kısaltmanın Azîmet olmasını gerektirmez der.

1066) Ümeyye bin Abdillah bin Hâlid[103] (Radıyallâhü a»AJ’den rivayet edildiğine göre kendisi Abdullah bin Ömer (Radtyattâkü anhümâyya.:

Biz hazerdeki namazın ve korku hükmünü Kur an’da buluyoruz. Fakat yolculuk (hâlindeki) namazın hükmünü Kur’an’da bulamıyo­ruz, diye sormuş, Abdullah (Radıyallâhü anh) kendisine:

Biz hiç bir şey bilmezken Allah bize Muhammed (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’i Peygamber olarak gönderdi. Bunun için Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasıl yaparsa, biz de ancak Ondan gördüğümüz gibi yaparız, diye cevap vermiştir. [104]

İzahı

Bu hadîsi N e s â î de rivayet etmiştir.

Soru sahibi: Hazerdeki namazın hükmünü Kuranda buluyo ruz derken, Kur’an’da namazla ilgili mutlak emirleri kasdetmiştir. Mutlak emirler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in tatbi­katı ve kavli hadîsleriyle açıklanmıştır. Bu itibarla hazerde kılınan farz namazların rek’at sayısı, soru sahibince de bilinmektedir.

Korku namazı derken 1065 nolu hadîste geçen Nisa sûre­sinin 101 nolu âyeti kasdedilmiştir. Namazı kısaltmaya âit bu âyette: «Kâfirlerin fitnesinden korkarsaniz . • ifâdesi bulunduğu için düş­mandan korkulduğunda seferde kılınan kısaltılmış namaza korku namazı denilmiştir. Soru sahibi korku yokken seferde kısaltılmış olarak kılınan namazın, bu âyetin hükmüne dâhil olmadığı zanniyle bu soruyu sormuştur. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), cevap verirken söz konusu namazın da bu âyetin hükmüne dâhil olduğu yolunda cevap vermiyerek daha etkin ve genel bilgi verici tarzda cevap vermiştir. Yâni şer’i bir hükmün varlığı için Kur’an’da bir nassm bulunması şart değildir. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in fiilî, şer’î bir hüküm için Kur’an gibi delildir. .Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), düşman korkusu olmaksızın yolcu­lukta namazı kısaltmıştır. 1 b n-i Ömer (Radıyallâhü anh) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu tatbikatı delîl olarak bize kâfidir, diyerek cevap vermiştir. Başka konular için de durum aynıdır.

1067) (Abdullah) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâyâen; Şöyle de­miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şu belde (Medîne-i Mü­nevvere)’den çıktığı zaman Ona dönünceye kadar (akşam farzı ha­riç hiç bir farzı) İki rekatten fazla kılmazdı.”

1068) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)’dan; Şöyle de­miştir :

Allah, sizin Peygamberiniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in lisa-niyle hazerde dört rek’at ve seferde iki rek’at olarak (dört rek’atli namazı) farz kılmıştır. [105]

İzahı

Bu hadîsi Müslim ve Nesâî de rivayet etmiştir. Öğ­le, ikindi ve yatsı farzlarının hazerde dört rek’at olarak farziyeti ve seferde iki rek’at olarak kılınması konusuyla ilgili geniş ma’lumat ve bu hadisin, yolculuk hâlindeki kısaltılmış namazın Azimet oldu­ğunu savunan âlimler için delil gösterildiği hususuyla ilgili geniş ma’lumat yukarda verilmiştir. [106]

74 – Yolculukta İki Farz Namazı Beraber Kılmak Babı

Fıkıh dilinde “Cem-i Salât” diye irâde edilen, iki farz namazı beraber kılmaktan maksat öğle ile ikindi farzını ya öğle farzı vak­tinde veya ikisini ikindi namazı vaktinde; Keza akşam ile yatsı farz­larını da ya akşam vaktinde veya ikisini yatsı vaktinde birlikte kıl­maktır. İkindi farzı öğle vaktine ve yatsı akşam vaktine alındığın­da öne alınmış olduğu için buna “Cem-i Takdim” denilir. Bunun aksi­ne öğle farzı ikindi vaktine ve akşam farzı yatsı vaktine tehir edil­diğinde buna “Cemi Tehir” denilir. Cem-i Salât’ın caiz olup olma­dığı hususunda âlimler arasında bulunan ihtilâfı hadîs tercemesin-den sonra açıklayacağım.

1069) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan: Şöyle de­miştir :

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir düşman O’nu takip etmezken, hiç bir düşman korkusu yokken ve O’na acele etti­recek hiç bir sebep yokken yolculukta akşam ile yatsı farzlarını be­raber kılardı.”

1070) Mtıâz bin Cebel (Radtyallâhü anh )’den; Şöyle demiştir: Tebük savaşı yolculuğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lenı) öğle ile ikindi farzlarını keza akşam ile yatsı farzlarını bera­ber kılmıştır. [107]

İzahı

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘in hadisini A h m e d ve B e y h a k i de rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbâs (Radıyal­lâhü anh)’in Müslim’ deki rivayetlerinin birisi, M u â z bin Cebel (Radıyallâhü anh)’m hadisinin benzeridir. Bâzı rivayet­lerinde: “Korku ve yolculuk hâli olmaksızın…” kaydı mevcuttur. Bu rivayetler Nesâî, Tahavî ve Mâlik’in Muvatta’ındk. mevcuttur. Bunların izahı ve âlimlerin yorumları çok geniş olup babımızın konusu dışında kaldığı için bu konuya değinmiyeceğim.

Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Müs­lim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Ahmed, Beyhakî ve Mâlik de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler uzundur. Ebû D â v û d ‘ un bir rivayeti meâJen şöyledir:

“Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel]em) Tebük savaşı yolculuğunda konakladığı bir yerde iken öğle vakti olunca öğle ve ikindi farzını beraber kıldıktan sonra yola devam ederdi. Henüz Öğle vakti girme­miş iken, konakladığı yerden yola çıktığı zaman öğle farzını ikindi namazı vaktine kadar geciktirirdi. İkindi vakti olunca namaz için mola vererek ikisini beraber kılardı. Akşam farzında da şöyle idi: Konak yerinden hareket etmeden önce güneş batarsa önce akşam ve yatsı farzlarını beraber kılar, sonra yola çıkardı. Güneş batmadan yola çıkarsa yatsı farzını kılmak üzere mola verinceye kadar akşam farzını tehir ederek ikisini beraber kılardı. [108]

Seferde Cemi Salât Hakkında Âlimlerin Görüşleri

  1. Selef ve halefin cumhuru “Cem-i Salât”ın câizliğine hükme-derek : Bu hususta Arafat ve Müzdelife ile başka yer­ler arasında bir fark yoktur. Yolculuk hâlinde öğle ile ikindi na­mazları birleştirilebilir. Keza akşam ile yatsı farzları da birleştirile­bilir. Bunda takdim ve tehirin farkı yoktur.

Sa’d bin E bi Vakkâs, İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Ebû Musa el-Eş’ari, Usâme bin Zeyd, Ömer, Osman, Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Ebû Sevr (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmedenlerdendirler. Bunla­rın delilleri Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)’ın 1070 nolu hadîsi ile Beyhaki ve İsmâili1 nin sahih senedle E n e s (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir : “Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta olduğu zaman öğle vakti olunca öğle ve ikindi farzlarını beraber kılar, sonra yola devam ederdi.”

El-Menhel yazarı başka delilleri de zikretmişse de ben bu ka­darla yetiniyorum. El-Menhel yazarı daha sonra şöyle der :

“Nevevi; Cem-i Salât Sahâbîler ve Tabiîler arasında meş­hur olan ve uygulanan şeylerdendir, demiştir.

  1. Hasan-i Basrî, îbrâhîm en-Nehai, Şirin, Mekhûl, Ebû Hanif e ve arkadaşları demişler ki: ‘Cem’i Salât caiz değildir. Yalnız arafe günü ikindi namazını öne alarak öğle namazı ile birlikte kılmak caizdir. Bir de Müzdelife’de akşam farzını yatsı vaktine tehir etmek caizdir. Arafe ve MüzdeIife’deki cemi salât, seferi olan ve olmayan herkese caizdir.’ Ş â f i î 1 e r ‘ den el-Müzeni’ nin de böyle dediği rivayet olun­muştur.

Bu grubtaki âlimlerin delillerinden birisi. Buharı ve Müs­lim” in İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) den rivayet et­tikleri şu mealdeki hadîstir: “Kendisinden başka İlâh olmayana ye­min ederim ki, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir farz namazı vaktinin dışında kılmamıştır. Yalnız Arefe’de öğle ile ikin­diyi ve Müzdelifede akşam ile yatsıyı cem etmiştir.”

İkinci delilleri Mü si im’in Ebü Katâde (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) buyurmuş ki: -Uyku hâlinde (vakti çıkıncaya kadar namazı geciktirmekte) taksirat yok­tur. Taksirat, başka namazın vakti girinceye kadar bir namazı uya­nıkken geciktirmekle olur.»” Bu âlimler, bir de namaz vakitlerinin tâyinine ait hadisleri delil göstermişlerdir.

Arefe ve Müzdelife dışında cem-i salât’a âit vârid olan hadîsleri de şöyle yorumlamışlardır : Bu hadislerden kasdedilen mânâ şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), birinci na­mazı vaktinin sonunda, ikinci namazı da vaktinin başında kılmıştır. Dolayısıyla bu iki namaz, sûreten birleştirilmiştir. Hakiki birleştir­me yoktur. Müslim’in İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’-den rivayet ettiği şu mealdeki hadis bu yorumun delilidir.’ Düşman korkusu ve yolculuk yokken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) öğle ile ikindi farzlarını ve akşam ite yatsı farzlarım beraber kılmıştır.’ Hazerde yağmur yokken iki namazı gerçek mânâda cem etmenin câizliğini hiç kimse söylememiştir. Şu halde hadislerdoki cemi salât’tan maksat hakiki değil sûretendir.

El-Menhel yazarı Cumhûr’un bu gruptaki âlimlere verdiği cevâbı nakletmiş ise de buraya aktarmadım. [109]

75 – Yolculukta (Farza Bağli» Sünnetleri Kılmak Babı

1071) Hafs bin Asım bin Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anhum)’-den; Şöyle demiştir:

Biz yolculukta (amcam Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anh)’in beraberin dey dik. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) bize namaz kıldırdı. Farzdan sonra (sünnet kılmadan) kendisi de, biz de dönüp gittik. İbn-i Ömer (Hadıyallâhü anh), dönüşünde cemâatin bir kısmının (kalkıp) namaza durduklarını görünce: Bunlar ne yapıyorlar? di­ye sordu. Ben de: Sünnet kılıyorlar, dedim. İbn-i Ömer (Radıyallâ­hü anh) : ‘Eğer ben (yolculukta) Sünnet kılmış olsaydım farzımı (ka-sırlı değil) tam kılardım. Ey kardeşimin oğlu! Ben Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ile arkadaşlık ettim. Vefat edinceye kadar yolculukta iki rek’at (farz) dan fazla (sünnet namaz) kılmadı. Son­ra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile arkadaşlık ettim. O da iki rek-atten fazla kılmadı. Sonra Ömer (Radıyallâhü anh) ile arkadaşlık et­tim. Kendisi de iki rek’atten fazla kılmadı. Ondan sonra Osman (Ha­dıyallâhü anh) ile arkadaşlık ettim. O da iki rek’atten fazla kılmadı. Pu zâtlar vefat edinceye kadar durum böyleydi. Allah Teâlâ da:

“Ey Mü’minler! Andolsun ki sizin için Resûlullah en güzel örnektir buyuruyor’ dedi. [110]

İzahı

Buhar i, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Mâ­li K ve Beyhakİ de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Hadîste H a y s a (Radıyallâhü anhâ)’nm bahsettiği İb n-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ile olan yolculuğu M e k k e’ ye doğru yaptıkları bir seferdir. Bu durum Müs lim’rn rivayetinde be­lirtilmiştir. Bâzı rivayetlerde şöyle deniliyor .-

‘İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) bize öğle namazını iki rek’at olarak kıldırdıktan sonra kendisiyle beraber kalkıp eşyamızın yanı­na varıp oturduk. Oturduktan sonra İbn-i Ömer (Radıyallâhü an­hümâ), bâzı kimselerin sünnet kılmaya kalkmış olduklarını görün­ce ı Bunlar ne yapıyorlar? diye sordu…’

I b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in bu soruyu yöneltmek­ten maksadı yolculuk hâlinde sünneti kılmalarını uygun görmediğini açıklamaktır.

îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in : “Eğer ben sünnet kıl­mış olsaydım…” sözünden maksadı, farzlara bağlı sünnetlerdir. Di­ğer nafile namazlar değildir. Çünkü kendisinin yolculukta nafile namazları kıldığı sabittir. Nitekim B u h â r i’ nin kendisinden ri­vayet ettiğine göre şöyle demiştir :

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) binek hayvanının sır-tındayken yüzü hangi yöne dönerse dönsün nafile namazı kılar, sec­de için başıyla işaret ederdi. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) de bunu yapardı.’

Hadîsin: “…İki rek’atten fazla kılmazdı.” cümlesinden maksad, farz namazlara bağlı olan sünnetleri kılmazdı. Bu ifâde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yolculuk ederken dört rek’atli farz­larını dâima kısalttığına ve vakit namazlarına bağlı sünnetleri yol­culukta hiç kılmadığına delâlet eder.

Osman (Radıyallâhü anh) ‘in son zamanlarında yolculuk yapar­ken dört rek’atli farzları kısaltmadan kıldığı sabittir. Bu sebeple bu hadîste :

“Osman (Radıyallâhü anh) da iki rek’atten fazla kılmazdı.” şek­linde geçen cümleden maksad, yolculukta farza bağlı sünnetleri hiç kılmadığını belirtmektedir.

Yolculukta farza bağlı sünnetlerin kılınıp kıhnmaması hususun­da âlimlerin görüşleri:

  1. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ve diğer bâzı âlim­lere göre yolculukta farza bağlı sünnetleri kılmak müstahab değil­dir. Delilleri de bu hadîstir.
  2. Cumhura göre müstahabtır. Delilleri de sünnetlerin kılınma­sına âit hadislerdir. Bir de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Sahâbîlerin bir yolculuk esnasında gün doğuncaya kadar sabah namazı için uyanmamaları üzerine kazaya kalan sabah farzını kı­larken ona âit iki rek’at sünneti kıldıklarına dâir hadîstir.

îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in : ‘Eğer ben sünnet kıl­mış olsaydım farzım tam kılardım.* sözüyle ilgili olarak e 1 – H â f ı z ,el-Fetih’te şöyle der: İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anhJ’in mak­sadı şudur: Eğer kendisi farzını tam olarak kılmakla farza bağlı sün­netleri kılmak hususunda serbest bırakılmış ve bunlardan birisini tercih etmek durumunda olmuş olsaydı farzını tam olarak kılmayı, sünneti kılmaya tercih edecekti. Farzı kısaltmaktan amaç işi kolaylaş­tırmaktır. Bunun için İ b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) sünnet­leri kılmazdı. Farzını da tam yapmazdı.

Cumhur, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in farza bağlı sünnetleri kıldığım görmediğine dâir İ b n – i Ömer (Radıyal­lâhü anh)’in sözüne şöyle cevap vermiştir:

Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve SellemTin, çadırında veya kal­dığı yerde sünnet kılmış olması ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in bunu görmemesi muhtemeldir. Veyahut Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) bâzı seferlerinde sünnet kılmazdı. Tâ ki bu­nun câizliğini halk bilsin.

Hulâsa yolculuk hâlinde farzlara bağlı sünnet kılmak hususun­da âlimler ihtilâf etmişlerdir:

t bn-i Ömer {Radıyallâhü anh)’e göre gündüz hiçbir su­retle kılınmaz. Gece yerde veya binek hayvanı sırtında kılmak caiz­dir.

Selef âlimlerinin kahir çoğunluğuna göre gece ve gündüz binek hayvanı sırtında olsun, yerde olsun kılınır.

Üçüncü bir kavle göre hiç kılınmaz.

T i r m i z i : Sahâbîlerin bir kısmı yolculukta farza bağlı olma­yan nafileyi kılmayı uygun görmüşlerdir. Ahmed ve İsha k’ın kavli de böyledir. İlim ehlinden bir cemâat da farzlardan önce ve sonra sünnet kılmama hükmünü vermişlerdir, demiştir. Cumhur ve diğer üç mezheb imamları da Ahmed bin H a n b e 1 ‘ in kavli gibi hükmetmişlerdir.

1072) (Ahriullah) bin Abhâs (Hudt\nUâhü <ıtthünıâ)\an: Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazer namazını ve se­fer namazını farz kılmıştır. Biz hazerde farzdan önce ve sonra sünnet kılardık. Seferde de farzdan önce ve sonra sünnet kılardık.Hadîsin isnadının ha sen olduğu Zevâid’de bildirilmiştir. [111]

76 – Yolcu, Bir Şehirde İkamet Ettiği Zaman Kaç Gün Namazını Kısaltır? Bâbı?

1073) Abdurrahnıaıı bin Iluıncyd ez-Zührî (Kathyaliûhiı anhümıi)’-den ; Şöyle demiştir :

Ben es-Sâib bin Yezîd (Radıyallâhü anh) a :

Mekke’de ikamet etmek hakkında ne (hüküm) işitmişsin? diye sordum. Dedi ki t Ben el-Alâ’ bin el-Hadramî (Radıyallâhü anh)’den şöyle söylerken işittim: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;

«Sadır tavâfmdan sonra muhacir için (Mekke’de) üç (gece ikâ­met etmeye ruhsat vardır. [112]

İzahı

Buhâri, Müslim ve Nesâi de Sâib (Radıyal­lâhü anh)’in hadisini rivayet etmişlerdir.

Sadır tavafı, hacıların memleketlerine dönüşlerinde yaptıkları Veda tavafıdır. M i n â’ dan M e k k e ‘ ye dönüşte bu tavaf ya­pılır, böylece hac ibâdeti bitirilmiş olur. Mekke fethinden ön­ce Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), M e k k e’ den M e d i n e’ ye hicret etmiş olan muhacirler için veda tavafı ya­pıldıktan sonra yalnız üç gün M e k k e ‘ de ikâmet edebilecekle­rini bildirmiştir. Umre için gidenler de umre bittikten sonra ancak üç gün Mekke’de kalabilirlerdi.

N e’ v e v i, bu hadîsi delil göstererek : Muhacirlerin Mek­ke’de üç günden fazla ikâmet etmeleri haramdır, demiştir. Cum­hurun içtihadının da bu merkezde olduğu Kadı I y â z tarafın­dan nakledilmiştir. Mekke’ nin fethinden sonra Muhacirlerin M e k k e’ de ikâmet etmelerinin caiz olduğuna bir çok âlim fetva vermiştir. Bu duruma göre muhacirlerin üç günden fazla M e k -ke’de ikâmet etmelerine âit bu yasak, Mekke fethinden ön­ce içindir. Çünkü fetihten önce Hicret vâcib kılınmıştı. Mekke fethinden sonra ise Hicret durumu kalmamıştır.

Sindi şöyle der: Bu hadîsten anlaşılıyor ki Muhacir üç ge­ceden fazla M e k k e’ de kalacağı zaman M e k k e’ de ikâ­met etmiş sayılır. Yâni yerleşmiş sayılır. Allah’ın emriyle Medi­ne’ye hicret ettikten sonra muhacirin M e k k e ‘ de yerleşmesi izni yoktur. Bu nedenle yerleşmiş sayılmaması için dört gece M e k -k e’ de kalmasına müsaade edilmemiştir. Şu halde dört gece bir yerde kalmaya niyetlenen kişi, mukîm sayılır. Mukîm ve seferi sa­yılmak için sınır dört gündür. Dört günden az olan süre sefer sû­resi, dört gün ve daha fazlası mukîm sayılma süresidir. Bundan sonraki hadislerde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in M e k k e’ de on veya onbeş gün ikâmet etmesi mese­lesine gelince, başlangıçta bu kadar süre kalmak niyeti olmadığı ih­timali vardır. Veyahut bu süre, yalnız M e k k e ‘ de değil, M e k -k e ve çevresinde geçirilmiştir. Bunun için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî kasır namazını sürdürmüştür.

1074) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir;

(Veda haccı seferinde) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) Zilhicce ayının dördüncü günü sabahı Mekke’ye vardı. [113]

İzahı

Buhârî ve Müslim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu yolculuğunda Zil­hicce ayının sekizinci günü sabahı Mekke’ den M i n â’ ya çıkmıştır. Bu durumda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dört gece M e k k e’ de kalmış oluyor. Bu yolculuğunda Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in dâima kasır namazını kıldığı bilinmektedir. Mukîm sayılmamak için bir yerde dört günden az kal­manın gerekliliğini söyliyen âlimler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in M e k k e ‘ deki kalışının tam dört gün olmayabil­diğim, çünkü Zilhicce’ nin dördüncü günü sabahı Mek­ke’ye girdiği vakit ne ise, sekizinci günü o vakitten daha önce, yâni dört gün tamamlanmadan önce M i n â’ ya çıkmış olması mümkündür.

1075) Abdullah İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâyd&n; Şöyle de­miştir :

(Mekke fethinde) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mek­ke’de ondokuz gün ikâmet ederek (dört rek*atli farz namazları) iki­şer rek’at olarak kıldı. Biz de ondokuz gün kalacağımız zaman nama­zımızı ikişer rek’at kılarız. Bundan fazla kıldığımız zaman dörder rek’at kılarız.”

1076) Abdullah İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan: Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fetih yılı Mekke’de on-beş gece ikâmet ederek namazı kasır yapardı. [114]

İzahı

İbn-i Abbâs {Radıyallâhü anh)’m ilk hadisini Buhâ-ri, Ebü Dâvûd, Tirmi zi, Nesâi ve başkaları da rivayet etmiştir.

tkinci hadîsi de Ebü Dâvûd ve Nesâi de rivayet et­mişlerdir

Ebü Davud’un İmrân bin Husayn (Radıyal­lâhü anh)’dan olan rivayetinde ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in M e k k e ‘ de onsekiz gece ikâmet ettiği bildirilmiştir. Ei-Menhel yazarı, bu konuda şöyle der:

Fetih yılı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in M e k-k e ‘ deki ikâmet sûresine âit hadîslerde ihtilâf vardır. Onbeş, on-yedi, onsekiz, ondokuz ve yirmi gün rivayetleri vardır. Beyhaki: Rivayetlerin en sahihi on dokuz gün rivayetidir, demiştir. İ m â -mü’1-Harameyn ve Beyhaki bu rivayetler arasındaki ihtilâfı şu yorumda bertaraf etmişlerdir. Ondokuz gün olduğunu söy-liyenler, giriş ve çıkış günlerini saymışlar, onyedi gün olduğunu söy-liyenler giriş ve çıkış günlerini saymamışlar, onsekiz gün olduğunu söyleyenler giriş ve çıkış günlerinden birisini saymamışlardır. On beş gün olduğunu söyliyenler ise asıl sürenin on yedi gün olduğunu zan­nederek giriş ve çıkış günlerini düşmüşlerdir. Yirmi gün olduğunu söyliyenlerin isnadı sahîh ise de bundaki sıka râvi, cemaata muha­lefet ettiği için rivayeti şazdır. Ondokuz gün olduğu rivayeti çok ol­duğu için en kuvvetli rivayettir.

Fetih yılı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in M e k-k e ‘ deki ikâmetine âit hadîsler, bir şehirde misafir kalan ve her gün işinin biteceğini umarak memleketine dönmek niyetinde olan kişinin on sekiz güne kadar namazını seferi kılacağına delil göste­rilmiştir. Şafii 1 e r’ in meşhur kavli budur.

Ebû Hanîfe, Mâlik, Ahmed bir rivayete göre Şafii, işinin bitmesini bekliyen ve her gün biteceğini uman şahis misafir olduğu yerde kaldığı sürece seferi sayılır, demişlerdir. El Menhel yazan bu husustaki delilleri zikretmiştir.

1077) Enes bin Mâlik (Radtyalâhü ank)'<\en; Şöyle demiştir: Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in beraberinde Me­dine’den Mekke’ye (Veda haccı için yola) çıktık. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) (dört rek’atli farz namazları) Medine’ye dönüşümüze kadar ikişer rek’at olarak kıldı.

Râvi demiştir ki: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Mekke’de kaç gün kaldığını sordum. Enes (Radıyallâhü anh) : On gün diye cevap verdi. [115]

İzahı

Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi ve B e y h a k i de bu hadi­si rivayet etmişlerdir. El Menhel yazarı şöyle der:

Hadîste beyan edilen on günlük sürenin tamamının Mekke içinde değil, Mekke, Minâ ve Arafat’ta geçirildiği kasdedilmiştir. Çünkü bu yolculuk Veda Haccı yolculuğudur. Sahih hadislerle sabit olduğu üzere Peygember (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) Zilhicce ayının dördüncü günü M e k k e’ ye var­mış, aynı ayın sekizinci günü Mekke’ den M i n â ‘ ya çıkmış, bir gece M i n â ‘ da kaldıktan sonra dokuzuncu günü Arafat’a çıkmış, onuncu gün M i n â ‘ ya dönmüş, onüçüncü gün M i n â’ -dan ilişiğini keserek M e k k e’ ye gelmiş ve bir gün sonra da Mekke’ den Medine yoluna çıkmıştır.

Beyhaki: Enes (Radıyallâhü anh)’in maksadı, on gün­lük sürenin Mekke, Minâ ve Arafat’ta geçirilmiş olduğunu bildirmektir. Çünkü sahih hadislerden anlaşıldığı gibi Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zilhicce’ nin dördüncü günü M e k k e’ ye varmış. Mekke’ de üç gün ikâmet et-

mistir. Mekke* ye geliş günü ve oradan M i n i ‘ ya çıkış günü, ikâmet günlerinden sayılamaz. Dokuzuncu gün Minâ’ dan Arafat’a çıkmış, güneş battıktan sonra oradan Müzdeli-f e ‘ ye dönerek, sabaha kadar geceyi Müzdelife’de geçir­miş, sabahleyin oradan M i n â ‘ ya vararak Minâ’ daki me-nâsiki tamamladıktan sonra ayni gün M e k k e ‘ ye giderek rükün tavafını yapmış ve tekrar M i n â’ ya dönmüş, M i n â’ da üç gece ikâmet etmiş, sonra tekrar M e d î n e ‘ ye dönerek sabah na­mazından, önce veda tavafını yapıp Medine yoluna çıkmıştır. Görüldüğü gibi bu seferinde hiç bir yerde dört gün ikâmet etme­miştir. Bu yolculuğunda namazlarını kasır etmiştir. E n e s (Ra-dıyallâhü anh)’in hadîsi, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadîsine ters düşmez. Çünkü E n e s (Radıyallâhü anh)’in ha­dîsi, Veda Haccı yolculuğuna aittir. İbn-i. Abbâs (Radıyal­lâhü anh) ‘in hadîsi ise Mekke fethi yolculuğuna aittir. [116]

Bir Yerde İkâmet Eden Yolcunun Kaç Gün Kasır Yapacağı Hususunda Âlimlerin Görüşleri

  1. Şafii, E n e s (Radıyallâhü anh)’in (1077 nolu) hadi­sine ve (1073 nolu) S â i b (Radıyallâhü anh)’in hadisine daya­narak demiştir ki: Giriş ve çıkış günleri hâriç dört günden az bir müddet bir yerde ikâmet etmeye niyet eden yolcu seferi sayılır. Dört gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kişi, namazını kasırlı değil tam kılar. Ebû Sevr, İbnü’l-Müseyyeb ve bir riva­yete göre A h m e d de böyle demişlerdir.
  2. M â 1 i k İ 1 e r de dört gün ikâmete niyet eden kişinin se­feri sayılmayacağını söylemişlerdir. Bunlara göre giriş ve çıkış gün­leri dört güne dâhildir.
  3. İbn-i Ömer, Ebû Hanîfe, Sevrî, Müzenî ve Leys bin Sa’d (Radıyallâhü anhüm) demişler ki: On beş günden az bir süre için ikâmet etmeye niyet eden, seferidir. Bir yerde on beş gün veya daha fazla kalmaya niyetlenen kişi seferi sa­yılmaz.
  4. Ahmed bin Hanbel’e göre bir yerde yirmi iki veya daha fazla vakit namazını kılmaya niyet eden, seferi olmaktan çıkar. Daha az sayıdaki namaz için ikâmete niyetlenen seferi sayı­lır. Onun kavli Mâlik ve Şafiî’ nin kavline yakındır.”

El-Menheî yazarı her grubun delillerini zikrederek geniş izahat vermiştir. İsteyenler oraya müracaat edebilirler. [117]

77 – Namazı Terkeden Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1078) Câbir bin Abdillah (Radıyailâhü anhümâ)’dan rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sallollahü Aleyhi ve Seüem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kul ile küfür arasında (yalnız) namazı terketmek vardır. [118]

İzahı

Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da bunu riva­yet etmişlerdir. İlk bakışta hadîsin ifâde tarzı müşkil görülür. Çün­kü kul ile küfür arasında namazı terketmek değil namaz kılmak var­dır. Eğer kasdedilen mânâ kul ile küfür arasında bulunan engelin belirtilmesi olursa normal ifâde tarzı: «kul İle küfür arasında namaz kılmak vardır.» şeklinde olur. Şayet, namazı bırakmanın küfre gö­türücü bir vâsıta olduğunu belirtmek istenirse hadisteki ifâde tarzı en uygun olanıdır. Bâzı âlimler böyle yorumlamışlardır.

Namazı terketmenin küfre götürücü bir vâsıta olduğunu ifâde eden hadîsin yorumu hakkında S u y û t i şöyle der:

  1. Hadis, namazı bırakmanın mübahlığım itikat edenler hak­kındadır. (Namazın farziyetini inkâr edenin küfre gittiği malûmdur.)
  2. Namazı terketme işi kâfire yakışır bir iştir.
  3. Namazı -bırakan kişi kâfir gibi cezalanmayı haketmiştir ki, bu ceza onun öldürülmesidir.

Bâzıları da Hadîs ağır tehdit için böyle buyurulmuştur. Kasdedi­len mânâ şudur: Namazı bırakan kişi zahiren kâfire benzer. Ken­disi ile kâfir arasında görünüşte fark yok*,”:1. Namaz mü’mini kâfir­den ayırt eden açık bir alâmettir, demişlerdir.

Namazı terkedenin şer’î hükmüne gelince, namazın farziyetini inkâr ettiğinden dolayı terkeden kişi âlimlerin icmaı ile kâfir olmuş olur. Tembelliğinden, işlerinin çokluğundan ve buna benzer nedenlerle namaz kılmayan, fakat farziyetini kabul eden kimseye verile­cek ceza ve onun hakkındaki şer’i hüküm ise şöyledir:

  1. Mâlik ve Şafiî’ye göre şer’î hakim namaz kılma­yana tevbe edip namaza başlamasını emredecektir. Buna rağmen kılmamakta israr ederse ceza olarak öldürülür ve müslüman ölüsü hakkında yapılan dinî görev onun cenazesi hakkında tatbik edilir. Yâni kâfir değil fâsık bir mü’min sayılır.
  2. Ahmed bin Hanbel’ den rivayete göre namazı kıl­mamakta israr eden kişi kâfir olur. H z . Ali (Radıyallâhü anh)’-nin de böyle hükmettiği rivayet edilmiştir. Îbnü’l-Mübârek, İshak bin Rehaveyh ve başka bir grup âlimin kavli de budur. Onlar bu ve benzeri hadislerin zahiri ile amel etmişlerdir.
  3. Ebû Hanife, Küfe âlimleri ve $â f i i 1 e r’ den e 1 – Mü z e n i’ ye göre namazı terkeden kişi öldürülmez de hap­sedilir, tazir ve terzil edilir. Tevbe edip muntazam namaz kılınca sa­lıverilir.

1079) Büreyde[119] (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Alevhi ve Scllrm) şöyle buyurdu, demiştir:

«Bizimle onlar arasında (aktediJen) ahit, namazdır. Kim namazı terkederse küfre gitmiş olur. [120]

İzahı

N e s â i’ nin de rivayet ettiği bü hadîsle ilgili olarak N e s â i’ -nin şerhinde S u y u t i şöyle der:

“E1 – H â f ı z : ‘Bu hadis, namazı terkedeni kınayan, onu küf­re gitmek tehlikesinden sakındıran bir tehdittir. Yâni namaza kar­şı beslediği tembelliği sürdürdüğü takdirde bu hal onu küfre götürecektir. Beyhaki: Burdaki küfürden mürad hakîkî küfür olmayıp kanını akıtmayı helâl eden bir ağır suç olabilir. Çünkü ri­vayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beş vakit namaz kılmayı, kişinin kanının haram kılınması sebeblerinden saymış demiştir,’ der.

Nihâye’de deniliyor ki, ‘Hadîs, namazın farziyetini inkâr eden­ler hakkındadır, diyenler vardır. Hadîsin münafıklar hakkında bu-yurulduğunu söyleyenler de olmuştu. Çünkü münafıklar gösteriş için namaz kılarlardı. Zahiren müslüman olup dinî vecîbeleri görü­nürde yaptıkları için onlar hakkında bir ceza ve hüküm tatbik edil­miyordu. Eğer namazı terketmiş olsalardı zahiren de küfürlerine hükmetmeye bir engel kalmazdı.

Bâzıları da: Hadîs, farziyetine inandığı halde namaz kılmayan veya bile bile vakti çıkıncaya kadar tehir edenler hakkındadır, de­mişlerdir. Ahmed bin Hanbel böyle diyenlerden olduğu için hadîsin zahiri ile amel ederek namaz kılmayanların küfrüne hükmetmiştir.’,,

Sindi de : ‘Hadisteki âhitten maksat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mü’minlerden aldığı ahit ve misaktır. Çünkü mü’minler, namaz kılacaklarına dâir Efendimize biat etmişlerdi.

Hadisteki küfürden maksat, sûreten küfür ve kâfirlere benze­mektir. Çünkü namaz kılmayan mü’min ile kâfir arasında görünüş­te bir fark yoktur. Fakat namazına devam eden mü’min günün beş vaktinde kâfirden ayırtedilir.’

Sindi daha sonra yukarda nakledilen yorumlan anlatır.

1080) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} şöyle buyurmuştur :

«Kul ile şirk arasında namazı bırakmaktan başka hiç bir şey yoktur. Bu itibarla kul namazı bıraktığı zaman şirk etmiş olur.»”

Not: R&vi Yeztd bin Ebân er-Rakkâ*i’nin zayıflığı nedeni ile isnadın zayıf­lığı Zevâid’de bUdir«miştir. [121]

78 – Cuma (Namazı) Nın Farziyeti Hakkındaki Bâbı

1081) Câbir bin Abdillah (Radtyaliâhü anhümâ)’f\an ; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize şu hutbeyi irad buyurdu:

«Ey İnsanlar! Ölmeden Önce Allah’a tevbe ediniz. Meşgul olma­dan önce sâlih amellere koşunuz. Rabbinizi çok anmakla ve gizli -açık bol sadaka (vermek) ile O’nun, sizin üzerinizdeki hakkı yerine ulaştırınız ki nzıklan asınız, yardım olunasınız ve İslah olunasınız. Bilmiş olunuz ki içinde bulunduğum bu yılın bu ayının bu gününde ve burada kıyamet gününe kadar Allah size Cuma namazını şüphesiz farz kıldı. Ben hayatta İken veya benden sonra, başında âdil veya zâlim bir devlet başkanı varken kim Cuma namazını küçüm-siyerek veya farziyetini inkâr ederek bırakırsa Allah onun işini dü­zene sokmasın ve işinde ona bereket vermesin. Bilmiş olunuz ki tev­be etmedikçe böylesinin ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de hiç bir hayrı (sahihtir.) Kim de tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder (veya kabul eylesin). Bilmiş olunuz ki, hiç bir kadın hiç bir erkeğe namaz kıldıranı az. Hiç bir bedevi hiç bir muhacire imam ola­maz. Hiç bir fâsık, hiç bir mü’m in (= fâsık olmayan) e namaz kıldı-ramaz. Meğer ki fâsık zor kullanır, mümin de onun kılıcından ve copundan korktuğu zaman (mü’min uyar.)-“Hâvilerden Ali bin Zeyd bin Cüd’ân ve Abdullah bin Muhammet! el-Adevl zayıf oldukları için isnadın zayıflığı Zev&id’de bildirilmiştir. [122]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisi B e y h a k i de rivayet etmiştir. Cuma namazının farziyeti Kitab, Sünnet ve îcmâ’ ile sabittir.

= «Ey imân edenler! Cuma günü Cuma namazı için ezan okun­duğu zaman Allah’ı anmaya gidiniz.[123] âyeti Cuma namazının farziyetine delâlet eder.

Müteaddit sahih hadîsler de Cuma namazının farziyetine delil­dir. Buradaki hadîs gibi bu kitabın 93. babında rivayet edilen ha­dîsler de bu hükmün delillerinden sayılır.

Hadisteki: «Meşgul olmadan…» ifâdesindeki meşguliyet ile has­talık, yaşlılık gibi engeller kasdedilmiştir.

Hadîs, Allah Teâlâ’yı her zaman anmanın, gizli ve açık olarak sadaka vermenin Allah’a karşı ödevler ve Allah Teâlâ’nın hakları ol­duğuna delâlet eder, bu ödevlerin ihlâslı yapılmasının, mü’minin rız­kının bollanmasına, eksik ve kusurlarının onarılmasına ve ilâhî ina­yete kavuşmasına vesile olduğu müjdesini verir.

Hadîste, Cuma namazını küçümsiyerek veya farziyetini inkâr ederek terk edene beddua ediliyor ve yaptığı ibâdetle tüm hayratın kabul olunmıyacağı haber veriliyor. Çünkü farziyetini inkâr veya istihfaf etmekle kişi tslâmiyetten çıkmış olur. Usûlü dâiresinde îman tecdidi ve tevbe etmedikçe hiç bir ibâdeti makbul ve sahih sayıla­maz.

Hadîsin son kısmında kadının erkeğe, bedevinin muhacire ve fâ-sıkın, fâsık olmayana imamlık etmesi yasaklanıyor.

Kadının erkeğe imamlığının sahih olmadığı ma’lumdur. Muhâ-cirîn-i Kiram (Radıyallâhü anhüm)’ün ilim ve fazilet sahibi oluşla­rı, bedevilerin genellikle câhil oluşları nedeni ile bedevilerin muha­cirlere namaz kıldırmaları, keza fısk ve fucûra mübtelâ olanın böyle fenalıkları işlemeyenlere imamlık etmeleri yasaklanıyor. Bu yasak ise âlimlerin çoğunluğunca kerahet anlamındadır. Çünkü fâsıkın ar­kasında fâsık olmayanın namazı, keza bedevî’nin arkasında muha­cirin namazı sahihtir.

1082) Abdurrahman bin Ka’b bin Mâlik (Radtyallökü ankümâ)’dan, Şöyle demiştir :

Babam (Kâ’b)ın gözleri kaybolunca onu ben yederdim. Onu Cu­ma namazına (her) götürdüğümde Cuma ezanını işitince Ebû Ümâ-me Es’ad bin Zürâre için istiğfar ve duâ ederdi. Ben ondan bunu işit­tiğim halde bir süre bekledim. (Hikmetini sormadım.) Sonra içimden dedim ki = Vallahi benim bu bekleyişim bir acizliktir. Kendisi ne za­man Cuma ezanını işitirse Ebû Ümâme için istiğfar ve duâ ettiğini hep işitiyorum da: ‘Nedir bu.*? diyerek hikmetini sormuyorum. Son­ra daha önce kendisini her Cuma günü götürdüğüm gibi yine götür­düm. Ezanı işitince her zaman yaptığı gibi yine (Ebû Ümâme için) istiğfar etti. Ben de ona :

Babacığım! Cuma ezanını ne zaman işitirsen Es’ad bin Zürâre için duâ ediyorsun. Bunun sebebinin ne olduğunu bana bildiriver, dedim. Kendisi:

Ey oğulcuğum! Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), henüz Mekke’den teşrif etmemiş İken, Nakiü’l Hadamât (mıntıkasın)daki Beni Peyâda’ya âit Harrr (köyü)nün Hezm (denilen semtinlde bize ilk Cuma namazını kıldıran zât odur. dedi. Ben:

Ogün (Cuma nanıa/ında) kaç kişi idiniz? diye sordum. Dedi ki: Kırk erkek (idik.) [124]

İzahı

Ebû Dâvûd, Hibbân, Beyhakî, Dârekutni ve e 1 – H â k i m de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Hadiste geçen Es’ad bin Zürâre bin Adi bin Ubeyd Ebü Ümâme el-Hazrecî (Radıyallâhü anh) Ensâr-ı Kirâm’ın ilk müslümanlarındandır. M e k k e’ ye bir iş için gittiğinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i işitmiş ve arkadaşı Zekvân bin Abdülkays ile beraber Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüşmüşler. Bu görüşme es­nasında müslümanlığı kabul ederek M e d î n e ‘ ye dönmüşlerdir Böylece müslümanlığı Medi ne’ye ilk getirenler bunlardır. Es’ad (Radıyallâhü anh) her iki Akabe görüşmelerinde bulun­muştur. Akabe görüşmelerinin yapıldığı gece Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ile ilk biat eden, hicretten sonra sahâbî-lerden ilk vefat eden, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından cenaze namazı ilk kıldırılan ve Bakî mezarlığına ilk defte-dilen sahâbi olduğu söyleniyor.[125]

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Nakîü’l-Hadamât: Medine-i Münvvere dolayların­da bulunan bir bölgenin adıdır.

Benî Beyâda: Ensâr-ı Kirâm’ın bir koludur.

Harre: Medine-i Münevvere’ye bir mil mesafede bulunan bir köyün adıdır. Ensâr’ın bu kolu o köyde idiler.

Hezm: Bu köyün içindeki bir mevkiin adıdır.[126]

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hicretten önce En­sâr-ı Kirâm’ın Cuma namazı kıldıkları ve ilk Cuma’nın Harre köyünde Es’ad bin Zürâre (Radıyallâhü anh) tarafın­dan kıldırıldığı bu hadîsten anlaşılıyor.

El-Menhel yazarı şöyle der:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e k k e’de iken Cuma namazı farz kılınmış idi. Fakat müşriklerin yüzünden orada Cuma namazını kıldırmak imkânı bulunamadı. (Hicret esnasında Küba’ dan M e d î n e ‘ ye giderken, Rân û n â deresinde ilk Cuma’yı kıldırdığı rivayet olunur.) Sahâbılerin bir kısmı hicret edin­ce Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara Cuma namazı­nı kılmalarını emretti. Onlar da kıldılar.

Bâzı âlimler bu hadisi delîl göstererek Cuma namazının sıhhati için 40 erkeğin bulunması şarttır, demiş ise de bu hadis delîl olmaz. Çünkü hadîste, kırk kişiden eksik olunca Cuma namazının kılınmı-yacağına dâir bir hüküm yoktur. O günkü cemâatin kırk kişiden oluş­ması bir tesadüf eseri olabilir. Muayyen olayların umumî hükümler için delîl olamıyacağı usul âlimlerince kabul edilmiştir. [127]

Cuma Namazının Sıhhati İçin Kaç Kişilik Cemâat Gerekir?

  1. Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre imamdan başka üç kişilik bir cemâat gerekir. Üç kişide aranan vasıf, dinen imamlık yapabilmeleridir. Evzâî, el-Müzeni, Süyûtî ve S e v r î de böyle demişlerdir.

Ebû Yûsuf ve el-Leys’e göre imamdan başka iki kişilik cemâat kâfidir.

  1. Mâ 1 ikî le r’e göre imamdan başka 12 kişilik erkek ce­mâatin bulunması şarttır. Bunlarda aranan vasıflar ise: Erginlik ça­ğına varmış olmak, hür olmak, yolcu olmamak ve o yerde temelli yerleşmek niyeti ile ikâmet etmektir.

Zuhrî, Evzâî, Muhammed bin el-Hasan ve Rabia da böyle demişlerdir.

  1. Şâfiîler, Hanbelîler ve İshak: İmamla be­raber en az kırk kişilik cemâat şarttır. Cemaatta aranan vasıflar Mâliki mezhebindeki vasıflara benzer.”

El-Menhel yazarı her grubun delillerini naklederek mukayese yapmış ve başka görüşleri de nakletmiştir.

1083) Huzeyfe ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhümâ)'<\en rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Allah bizden öncekilerini Cuma gününden sapıttırdı. (İbâdet günü olarak) Yahudiler için Cumartesi günü var. Pazar günü da Hristiyanlarındır. Artık bunlar kıyamet gününe kadar bizden geri kalmış oldular. Biz dünya ehlinin en sona kalanlarıyız. Ve (kıyamet günü) başa geçip bütün yaratıklardan evvel haklarında hüküm veri­lecek olanlarız.»”

Kâ’b bin Mâlik (R.A.)in Hâl Tercemesi

Ensâr-ı Kiram’dan olan bu zât Akabe görüşmelerinde bulunup Peygamber (S.A.V.)’e bîat eden bahtiyarlardandır. Uhud savaşına katılmış ve aldığı on kü­sur yaradan akan kanlar içinde savaş meydanından geri taşınmıştır. Muâviye (R.A.) devrinde vefat etmiştir. Tebük savaşma, özür olmaksızın katılmayan ve bu hatâ­dan dolayı yaptıkları tevbenin kabul buyurulduğu inen âyetle (Tevbe sûresi : 118. ayet) tevsik edilen 3 zâttan birisidir. Şairliği meşhurdur.

Peygamber (S.A.V.) ve Üseyd bin Hudayf (R.A.)’den rivayeti vardır. Râvhe-ri ise, Abdullah, Abdurrahman, Ubeydullah ve Muhammed adlarındaki dört oğlu ile îbn-i Abbâs, Cabir, Ebû Ümfime, el-BahilI ve başkalarıdır. (Radıyallfthü an-nüm.) [128]

İzahı

Müslim ve Nesâî de bunu rivayet etmişlerdir. Hadîsin baş kısmında:

«Allah bizden öncekilerini Cuma gününden sapıttırdı.- buyurul-muştur. Buharı ve Müslim’in yine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den merfu1 olarak rivayet ettikleri bir hadîsin meali şöyledir:

«Biz (ehli kitaba nazaran) en sonraya kalmışız. (Dünyaya geliş­te böyle olduğumuza rağmen) kıyamet gününde (faziletçe) en ba­şa geçecek olanlarız. Şundan dolayı ki, Bizden evvel onlara kitap verildi. Sonra Allah’ın onlara farz kıldığı gün bu (Cuma günü) iken onlar bu gün hakkında ihtilâfa düştüler (başka günü tazim ettiler) Bize o günü değerlendirmek için Allah hidâyet verdi. Artık onlar bu hususta bizden geri kalmış oldular. Yahudilerin ibâdet cünü ya­rındır. Hıristiyan!armki yarından sonradır.»

Nevevî, Kadı Iyâz’ın şöyle dediğini nakleder: Hadîsin zahirine göre Allah Teâlâ Yahudilere ve Hristiyanlara Cuma gününün tazimini farz kılmış ve bu günün tesbitini onların içtihadına bırakmıştır. Günün tesbiti hususunda yaptıkları ictihadda ihtilâfa düşmüşlerdir. Allah Teâlâ onlara bu hususta hidâyet ver­memiştir. Sonra Allah Ümmet-i Muhammediyyeye Cuma gününün ta’zimini emrederken günü de tâyin etmiştir. Yapacakları ictihadla bulmasına terketmemiştir. Böylece günü ilâhî inayetle tanıyan üm­metimiz günün ta’zimini yaparak bol bol feyiz almışlardır. Rivayete göre Musa (Aleyhisselâm), Yahudilere Cuma gününü ta’zim et­meyi emretmiş. Fakat onlar Musa (Aleyhisselâm) ile münâkaşa ederek Cumartesinin tazime daha lâyık olduğunu iddia etmişler. Bu­nun üzerine Yahudilere münâkaşa etmemesi için Musa (Aley­hisselâm)’a talimat verilmiştir. Yahudiler böylece Cuma gününden sapmışlardır. Eğer tazim için Cuma günü ismen tâyin edilmiş ol­saydı, Yahudilerin ve Hıristiyanların buna muhalefet etmeleri mâkul olmazdı.’

Nevevî daha sonra şöyle der :

‘Ehl-î Kitabın Cuma gününü tazim etmekle emrolunduklarında Cuma gününün ismen ve apaçık olarak onlara tanıtılmış olması müm­kündür. Onlar bu emri aldıktan sonra emre uymak mecburiyetinin varlığı ve bu günü başka bir günle değiştirme yetkisinin kendilerin­de bulunması hususunda ihtilâfa düşmüş olabilirler ve nihayet Yahûdiler Cuma gününü Cumartesi günü ile değiştererek Cuma yeri­ne Cumartesi’yi tazim etmişler, Hıristiyanlar da Cuma yerine Pazar gününü tazim etmeye girişmişler. Böyle olması muhtemeldir, der. Yukarıdan beri verilen ma’lumat terceme ettiğim hadîsin:

«Allah bizden öncekilerini Cuma gününden sapıttır di… * cüm­lesinin açıklamasına ışık tutar kanaatındayım.

Hadisin : «Artık onlar kıyamet gününe kadar bizden geri kalmış­lar.» cümlesinin mânâsı şu olabilir: Cumartesi ve Pazar günü, Cuma gününden sonra geldiği için bizim kutsal günümüz onlannkinden öncedir, böylece onlar bu bakımdan bizden geri kalmış oldular.”

îkinci bir ihtimal: “Bol bol feyiz ve sevap kazanmaya vesile olan haftanın en mübarek günü Cuma günüdür. Biz bu günü Allah’ın yar­dım ve hidâyeti ile tanımış olduk. îyi değerlendirdik. Böylece sevap kazanmak alanında çok ilerledik. Ehl-i Kitab ise bu feyizli günü ta­nımadılar, sapıttılar, dolayısı ile bu mübarek günü değerlendirme­diler, bunun sevabından mahrum kaldılar ve böylece hayat boyunca sevap kazanmak bakımından bizden geri kaldılar.

Hadîsin: «…Bütün yaratıklardan önce haklarında hüküm veri­lecek olanlarız.» cümlesi ile ilgili olarak S i n d î şöyle der: “Yâ­ni bu ümmet diğer ümmetlerden sonra dünyaya geldiği halde Ahiret günü hepsinden önce, hasredilecek, evvelâ onun hesabı görülüp hük­me bağlanacak, cennete öncelikle girecektir. [129]

79 – Cuma Gününün Fazileti Babı

1084) Ebû Lübâbe[130] bin Abdilmünzir (Radtyallâhü anhyden riva­yet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn), şöyle buyurdu, demiştir:

«Şüphesiz Cuma günü, Allah katında günlerin büyüğü ve en aza­met lisidir. Allah katında Kurban bayramı ve Ramazan bayramı gün­lerinden daha büyüktür. Onda beş meziyet vardır. Allah, Âdem (Aley­hisselâm) ı o gün yarattı, Allah, Âdem (Aleyhisselâm)’ı (Cennetten) yere o gün indirdi, Allah, Âdem (Aleyhisselâm)’ı o gün öldürdü. O günde öyle bir saat vardır ki, (mü’min) kul haram bir şey isteme­dikçe Allah Teâlâ’dan ne isterse mutlaka Allah verecektir. Kıyamet o günde kopacaktır. Yüce makama erişen melekler, gök, yer, rüzgâr­lar, dağlar ve deniz Cuma gününden korkarlar. (Anılan varlıklar­dan) bu günden korkmayan tek bir ferd yoktur.»”

Not: İsnadının hasen olduğu Zevâid’de bildirilmiştir. [131]

İzahı

Hadîs, Cuma gününün bütün günlerden üstün olduğuna delâlet eder. Müslim, Tirmizî, Ebü Dâvûd, Nesâi ve başkalarının rivayet ettiği ve;

«Güneşi doğan en hayırlı gün Cuma günüdür. Âdem (Aleyhisselâm) onda yaratıldı…»

diye başlıyan hadîs de bu üstünlüğü ifâde eder, bu hadîste anılan me­ziyetleri bildirir, bu arada başka meziyetleri de belirtir.

Hadîs Cuma gününün bayram günlerinden de daha büyük ol­duğunu bildirir.

Günlerin en faziletlisinin Kurban bayramı günü olduğu hususun­da rivayet bulunduğu gibi Arefe günü hakkında da benzer riva­yetler vardır. El-Menhel yazarı Cuma günü fazileti babında bu ri­vayetleri naklederken : Bu rivayetlerin Cuma’nın faziletine ait Ebû Hü r e y r e (Radıyallâhü anhJ’ın hadîsine muhalif değildir. Çün­kü Cuma’nın faziletine âit hadîs, haftanın en üstün gününün Cuma günü olduğunu bildirir, der. Burada e 1 -1 r a k î’ nin Cuma fazi­letine âit hadîsin Kurban Bayramı ve Arefe günü fazileıine âit ha­dîslerden daha sahih olduğunu söylediğini nakletmiştir.

N e v e v i de Arefe gününün yılın en faziletli günü olduğu­nu, Cuma gününün fazilet bakımından bunu takip ettiğini söyler. Bi­lindiği gibi müellifimizin rivayetinde Arefe gününden bahsedilme­miş, Cuma gününün iki bayram günlerinden üstün olduğu bildiril­miştir.

Hadiste anılan beş meziyete gelince el-Menhel yazarı bu hususta şu bilgiyi vermiştir:

l. Âdem (Aleyhisselâm)’ın Cuma gününde yaratılmasın­dan maksat ona ruh üfürülmesidir.

  1. Âdem (Aleyhisselâm)’in Cuma günü cennetten yere indi­rilmesidir. Âdem (Aleyhisselâm) Hindistan’in Seren-d i p denilen yerine indirilmiştir. Onun cennetten çıkarılıp yere in­dirilmesi de bir meziyettir. Çünkü bu olay bol hayra vesile olmuş­tur. En büyük hayır Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in dünyaya şeref vermesidir.

Îbnü’l-Arabi, Tirmizî’ nin şerhinde: ‘Âdem (Aleyhisselâm)’in cennetten çıkması, insan neslinin meydana gel­mesine vesile olmuştur. Bu arada nice peygamberler, velîler ve sâlih-ler doğmuştur. Âdem (Aleyhisselâm)’in cennetten çıkması bir kovulma mâhiyetinde değil, bir takım hikmetli işlerin hâsıl olması amacını taşır. Nitekim tekrar cennete girer,’ demiştir.

  1. Âdem (Aleyhisselâm)’in Cuma günü vefat etmesidir. Ne­reye defnedildiği kesin olarak belli değildir. Hindistan’da, Mekke’ nin Ebû Kubeys mağarasında ve K u d ü s ‘ te defnedildiği rivayetleri vardır. Âdem (Aleyhisselâm)’in ölümü Cuma’nın meziyetlerindendir. Çünkü el-Hâkim ve Beyha-k î’ nin tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet ettikleri

mevkuf bir hadiste= «Ölüm mü’min için bir ne-, d iyedir.- buyurulmuştur.

  1. Haram bir istekte bulunmamak şartı ile yapılacak duaların mutlaka kabul buyurulacağı bir saatin Cuma gününde mevcut ol­masıdır.

(Bu saatin hangi zamana rastladığı kesinlikle malûmumuz de­ğildir. Bâzı rivayetlere göre imamın minbere çıkıp oturduğu zaman ile Cuma farzının selâmı arasındaki süredir. Diğer bazı rivayetlere göre Cuma günü gün batmadan biraz önceki zamandır. Sahâbîlerle tabiîlerin cumhurunun ikinci rivayetle hükmettikleri nakledilmiştir. EI-Menhel yazarı bu saat için açılan özel bâbta bu konu ile ilgili riva­yetleri ve âlimlerin görüşlerini genişçe anlatmıştır.)

  1. Kıyametin Cuma günü kopmasıdır. Bu da Cuma’nın meziyet­lerinden sayılmıştır. Çünkü mü’minler için kıyamet günü iki büyük nimet vardır. Birisi ebedî cennete kavuşmalarıdır. Diğeri de din düş­manlarının cehennem cezasına çarptırılması ve adaletin tecelli et­mesidir.”

Hadisin sonunda bütün meleklerin, gök’ün, yerin, rüzgârların, dağların ve denizin dâima Cuma gününden korktukları belirtiliyor. Ebû Davud’un rivayetinde meâlen:

«Cinler ve insanlar hâriç yürüyen her canlı kıyametin kopması endişesi içinde her Cuma günü şafaktan gün doğuşuna kadar bakıp durur.» buyurulmuştur.

Bu rivayet, kıyametin Cuma günü şafak ile gün doğuşu arasın­daki zaman içinde vuku bulacağına ve Allah’ın verdiği ilham ile tüm canlıların bunun şuuru içinde Cuma günlerinin anılan zama­nında kıyametin kopması endişesini duyduklarına, yalnız insanlarla cinlerin bu korkuyu taşımadıklarına delâlet eder. İnsanlar ve cinler bunu bilmediklerinden dolayı değil, aşırı gafletlerinden dolayı bu korkuyu duymazlar.

Müellifin rivayetinde canlı olmayan varlıkların da bu korku için­de oldukları bildirilmiştir. Buna benzer hükümler Kur’an’da da

mevcuttur. Meselâ;

= «Hiç bir şey yoktur ki Allah’a hamd ederek teşbih etmesin. Lâkin siz onların teşbihlerini anlıyamazsınız.[132]

Hadîs, bütün mahlûka tın günleri ve kıyametin Cuma günü ko­pacağını bildiklerine ve duygu, idrak sahibi olduklarına delâlet eder.

1085) Şeddâd [133] bin Evs (Radtyallâhü ank)’6en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Şüphesiz Cuma günü en faziletli günlerinizdendir. Âdem (Aley-hisselâm) onda yaratılmıştır. Nefha (ikinci sûr üfürülmesi) onda­dır. Ve sa’ka (birinci sûr üfürülmesi) ondadır. Artık onda benim üze­rime bol bol salavât getiriniz. Çünkü (o günkü) salavâtınız bana sunulur.» Bir adam i

Ya Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), senin bedenin yer tarafından yenmişken (Şeddâd dedi ki) yâni çürümüşken bizim sa­la vatımız nasıl sana sunulur, diye sordu. Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) :

«Allah, Peygamberlerin cesetlerini yemesini yere yasak etmiştir.»

buyurdu. [134]

İzahı

Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed, Hâkim, Ibn-i Hibbân ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzıların­da ilk râvi Evs bin Evs (Radıyallâhü anh) ‘dır.

Kıyamete yakın günlerde İsrafil (Aleyhisselâm) Sûr’a üfürecek, bununla yerde ve gökte canlılardan ne varsa hepsi ölecek, yalnız dört büyük melek kalacaktır. Z ü m e r sûresinin 68. âyetinde

= «Ve Sûr’a muhakkak üfürülecektir. Göklerde ve yerde kim varsa hemen öl üve re çektir. Allah’ın dilediği kimseler müstesna…»

bu olaydan haber veriliyor. îbn-i Cerîr-i Taberi’ nin Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhümâî’den rivayet ettiği­ne göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ bir gün bu âyeti okumuş, âyette sûr üfürülmesi sonucunda ölmeyeceği haber verilen­lerin kimler olduğu kendisine sorulmuş. Ve bunlar Cebrail, Mîykâîl ve Azrail’ dir, cevabını vermiştir. Sûr’a uf üren de İsrafil olduğu için onun da hayatta kaldığı ve bu âyette müs­tesna kılınanlardan olduğu malûmdur. Enes (Radıyallâhü anh)’m bu hadîsi çok uzun olup sûr üfürülmesinden sonra M î k â i I, Azr â,î 1 ve Cebrail (Aleyhisselâm)’m öleceğinden de bahse­der.

Bu sûr üfürülmesi ilk üfürme olduğu için buna Nafha-i Ûla de-nir.Bu üfürme ile âyette de bildirildiği gibi bütün canlılar öleceğin­den dolayı bu üfürmeye Sa’ka da denir. Hadîsimizde Sa’ka diye ge­çer. Sa’ka’nın sözlük mânâsı: İnsanın, işittiği çok şiddetli bir sesten dolayı bayıl m asıdır. Bazen de ölümüne sebep olur. Bu kelime daha sonra çoğu zaman ölmek anlamında kullanılmıştır.

Hadîste Sa’ka diye geçen olay Sür’a ilk üfürme olayıdır. Bu olayın Cuma günü vuku bulacağına bu hadis delildir.

Bâzıları: Sa’ka ile Musa (Aleyhisselâm)’ın bayılması olayı kasdedilmiştir, derler. Bu olay A ‘ r a f sûresinin 143. âyetinde an­latılmıştır. Buna göre bu olay da Cuma günü vuku bulmuştur. Olay özetle şöyle olmuştur:

Musa (Aleyhîsselâm) Allah Teâlâ’nm zâtını görmek istemiş, Allah da ona buyurmuş ki:

«Yâ Musa! Sen bana bakmaya dayanamazsın. Dağa bak eğer dağ yerinde durabilirse sen de beni görebileceksin. Bunun üzerine Allah dağa tecelli edince dağ paramparça olmuş, Musa da bayılıp ye­re düşmüştür.»

Hadîsteki: “Nafha” ile ikinci sûr üfürülmesi olayı kasdedilmiş­tir. Bu da Cuma günü vuku bulacaktır. Bununla bütün canlılar diri-lip haşrolacaklardır.

Sûr’a birinci üfürme ile ilgili yukarıdaki âyetin son kısmında ikinci üfürmeden de şöyle bahis buyurulmuştur:

= «Sonra muhakkak tekrar

Sûr’a üfürülecek. O anda bütün ölüler (dirilip) kalkacaklar ve ba­kı saçaklardı r.-

Bu üfürme olayına Nafha-i Saniye ve Nafha-i Baas denilir.

Hadîsin : «O günkü salavâtımz bana sunulur.» cümlesinin mâ­nâsı açıktır. Yâni hediyeler ve ikramlar ilgililere takdim edildiği gi­bi Cuma günü okunan salavât-i Şerifeler hediye gibi Efendimize tak­dim edilir.

Hadisteki; fiilinin asli; dir. İrmam masdarından alın­madır.

İrmam: Bir şeyin yenmiş olmasıdır. Bu fi’lin mânâsı: “Sen yer tarafından yenmişsin, yenmiş olacaksın.” Râvi Ş e d d â d Arapların bu sözle toprakta çürümüş olmayı kasdettiklerini; cümlesi ile ifâde etmiştir.

Mezkûr fi’lin; «Yok olmuşsun, yok olmuş olacaksın» ola­rak okunabildiğim söyleyenler de vardır.

Soru sahibi, çürümüş cesede veya mücerred ruha sunuşu kavra­yamadığından durumun aydınlatılmasını istemiş, bunun üzerine Pey­gamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), peygamberlerin cesedlerinin toprakta çürümediğini ve çürümeyeceğini bildirmiştir. Bunun mâ­nâsı peygamberlerin, kabirlerde yaşamalarıdır.

El-Menhel yazarı Peygamber’imizin kabirde yaşamasına devam edeceğine dâir bir çok hadisleri Cuma gününün fazileti .babında zik­retmiştir.

Hadisin Fıkıh Yönü

  1. Birinci ve ikinci defa sûr üfürülmesi olayı Cuma günü ola­caktır.
  2. Cuma günü Efendimize bol bol salavât edilmelidir.
  3. Okunan salavât Efendimize kabirde sunulur.
  4. Yer peygamberlerin cesedterini çürütmez.

1086) Ebû Hüreyre (Radtyattâhü anh)’âen rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Büyük günahlar işlenmedikçe iki Cuma arasında işlenen (kü­çük) günahlara Cuma (namazı) keffâret olur. [135]

İzahı

Müslim de müteaddit senedlerle bunu daha uzunca riva­yet etmiştir. Oradaki rivayetlerde beş vakit namazın da, namazlar arasında işlenen (küçük) günahlara keffâret olduğu ilâvesi vardır. Müellifin Ebû Eyyub-i Ensâri (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet ettiği 598 nolu hadiste de beş vakit namazın ve Cuma na­mazının bu fazileti bildirilmiştir.

Hadisin zahirine göre hafta içinde büyük bir günah işlendiği tak­dirde Cuma namazı küçük günahlara keffâret olmaz. N e v e v İ “Taharet Kitabı» mn 5. babında şöyle der:

“Bu konuda rivayet edilen hadislerden maksat vakit namazları arasında ve iki Cuma namazı arasında işlenen küçük günahlara bu namazların keffâret olduğu ve fakat büyük günahlara keffâret ol­madığıdır. Büyük günah işlendiği takdirde küçük günahların mezkûr namazlarla bağışlanmıyacağı mânâsı kasdedilmiştir. Vakıa bu mâ­nâ muhtemel ise de hadislerin sunuşu buna mânidir.

Kadı Iyâz: Küçük günahların anılan namazlarla bağışlan­ması, ehl-i Sünnet mezhebidir. Büyük günahlar ise ancak usûlüne uy­gun tevbe ile veyahut Allah’ın rahmet ve ikramı ile bağışlanabilir, de­miştir.

Bâzı rivayetlerde Ramazan orucu da anılıyor, yâni iki Ramazan ayı orucu, aralarındaki küçük günahlara keffâret olduğu hükmü vardır.

Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Vakit namazları aradaki günah­lara keffâret oluyorsa Cuma namazları neye keffâret olur? Keza Ra­mazan aylarındaki oruçlar neye keffâret olacak?

Âlimler bu soruyu şöyle cevaplamışlardır: Bunların hepsi kef­fâret olmaya elverişlidir. Bunların birisi, keffâret olacağı bir günah bulursa ona keffâret olur, bulamazsa ve adamın büyük günahı da yoksa, derecesinin yükselmesine ve sevap kazanmasına vesile olur. Büyük günahı varsa bunu da hafifletmesini Allah’tan umarız.

80 – Cuma Günü Guslü Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1087) Evs[137] bin Evs es-Sakafî (Radtyallâhü anA/den rivayet edil­diğine göre kendisi demiş ki; Ben Resûlullah (SaiiaUakü Aleyhi ve Seltemi’den işittim, buyurdu ki:

«Kim Cuma günü eşi ile cinsî temas edip boy abdestini alır, (Cuma namazı için camiye) erken gider; (orada) ibâdetle meşgul olur (veya hutbenin başına yetişir); yürüyerek gider ve bineğe hiç bin­mez; imama yakın oturur; (hutbeyi) dinler ve hiç konuşmazsa, (at­tığı) her adıma karşılık (gündüzü) oruçlu ve gecesi ibâdetle geçiri­len bir yıllık amelin sevabı kazanmış olur. [138]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, Hâkim ve Bey-haki de bunu rivayet etmişlerdir. Tirmizî bunun hasen ol­duğunu söylemiştir.

Hadisin: cümlesindeki fiil şeddeli;, ola­bildiği gibi şeddesiz; de olabilir. Her iki şekilde mânâsı terce-

mede belirtildiği gibi: «Kim eşi ile cinsî temas ederse…* olur. Cuma namazına gitmeden önce bu işin yapılmasının sevaba vesile kılın­ması hikmeti Cuma namazına gidilirken nâ mahreme bakmak arzu­sunun dindirilmiş olmasıdır.

Mezkûr cümle başkaca bir kaç şekilde yorumlanmıştır. Birinci­si yukardaki sayılırsa:

  1. Kim başkasına boy abdestini aldırırsa…

Su da birinci mânâyı andırır. Çünkü kişi eşi ile cinsî temas ya­pınca iki tarafa da gusül gerekir. Böylece kendisi gusül yapacağı gibi eşine de gusül aldırmış olur.

Kişi Cuma namazı için gusül aldığı gibi Cuma’ya gidecek olan başka bir din kardeşine tavsiyede bulunmak suretiyle onun da Cuma guslünü almasına vâsıta olursa kanaatımca yine bu cümlenin gere­ğini yapmış sayılır.

  1. Kim abdest alırsa… veyahut kim başını yıkarsa… (ikinci cüm­leyi de eklersek) ve sonra boy abdesti alırsa…

N e v e v î, el-Mühezzeb şerhinde : ‘Hadîsin başındaki; fiili şeddeli ve şeddesiz olarak rivayet olunur. Muhakkjk âlimlere göre şeddesiz olması tercihe şayandır. Mânâsı bakımından ise en uygun ve ihtiyar edileni: ‘Başı yıkamak’ anlamıdır. Eb û Dâvüd’ un; «Kim Cuma günü ba-

şım yıkar ve boy abdesti alırsa…» şeklindeki rivayeti bu yorumu te-yid eder. Araplar, önce başlarını yıkamayı, ondan sonra boy abdes­ti almayı itiyad ettikleri için bu rivayette baş yıkamak kaydı kon­muştur,’ der.

Hadîsin : filini “(Cuma namazına) erken giderse” diye ter­leme ettim. İ b n ü ‘. 1-Enbâri, bu cümleyi sadaka vermek mâ­nâsına yorumlamıştır. Yâni: “Cuma namazından önce sadaka veJ rirse…”

Hadîsin : cümlesi de iki şekilde yorumlanmıştır: Birinci yo­rum : “Erken gidenlerin yaptığı gibi camide namaz kılmak, Kur’an okumak vesâir tâatlarla meşgul olursa…” ikinci yorum: “Hutbenin baş kısmına yetişirse…”

Hadîsin : cümlesi ile Cuma namazına yayan giden kim­senin yolda kısmen de olsa hiç bilmemesi isteniyor. Şu halde yolun bir kısmını binerek giderse vaad buyurulan fazileti alamâzT

Hadîsin bundan sonraki kısmında imama yakın bir yerde otur­mak, hutbeyi dinlemek ve dünya ile ilgili hiç bir şeyi konuşmamak şartı koşuluyor. Bunlardan birisi olmazsa anılan ecir kazanılmış ol­maz.

Hutbe okunurken konuşmak Ebû Hanîfe, Mâlik ve Cumhur’a göre haramdır. Sahih hadîsler de bu hükmü gerektirir. Şafiî mezhebine göre tenzihen mekruhtur. [139]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Cuma günü boy abdesti alınmalıdır.
  2. Cuma namazına erken ve yaya olarak gidilmelidir. Kısmen de olsa binerek gidilmemelidir.
  3. Camide imama yakın oturmalı ve hutbeyi dinlemelidir. Hut­be esnasında başka şeylerle meşgul olunmamalıdır.
  4. Hadîste anılan şartlar dâiresinde Cuma namazına gitmek bü­yük sevap kazandırır.

1088) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaüâhü ankümâydan; Şöyle de­miştir :

fien, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den, minber üze­rinde şöyle buyururken işittim:

-Kim Cuma namazına gelirse (önce) gusül etsin.»

1089) Ebû Saîd-İ Hudrî (Radıyallâhü anhyûen rivayet edildiğine gö­re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurmuştur :

“İhtilâm olma çağına gelmiş olan herkese Cuma günü guslü vâcibtir. [140]

İzahı

t b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) in hadisini T i r m i z î de rivayet ederek hasen – sahîh olduğunu söylemiştir. Buhâri, Müslim, Tirmi zi ve Mâlik ile başkaları bu hadîsi Ömer (Radıyallâhü anh)’den rivayet etmişlerdir. Ayrıca benzeri­ni Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyhakî, Ebû Hü­re y r e (Radıyallâhü anh)’den rivayet etmişlerdir. Bunların riva­yeti meâlen şöyledir:

“Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) den rivayet edildiğine göre Ömer (Radıyallâhü anh), bir gün Cuma hutbesini okurken bir adam (Müslim’in rivayetinde gelen zâtın Osman bin Affân olduğu tasrîh edilmiştir) camiye girdi. Ömer (Radıyallâhü anh) (adamı kasdede-rek) Cuma namazına erken gelmekten men mi oluyorsunuz? diye tenkit etti. Adam: Ben ezan sesini işitir işitmez hemen abdest al­makla meşgul oldum (gecikmem bundan oldu) dedi. Ömer (Radı­yallâhü anh) (geç kalmak kusuru yanında) bir de (gusül etmemek ve) abdestle yetinmek var? Siz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-Iem)’den: «Biriniz Cuma namazına geleceği zaman gusletsin.» bu­yururken işitmediniz mi? dedi.”

H a t t â b i : Bu hadîs Cuma guslünün vacip olmadığına delil­dir. Eğer vacip olmuş olsaydı Ömer (Radıyallâhü anh), O s-m a n (Radıyallâhü anh)’in geri dönüp gusletmesini emredecekti. Ömer (Radıyallâhü anh) ve orada hazır olan sahâbîlerin susma­sı, peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gusletmekle ilgili ver­diği emrin vâciblik için değil, müstehablık için olduğuna delâlet eder. Ömer (Radıyallâhü anh), Osman (Radıyallâhü anh) ve ora­da bulunan muhacirler ile Ensâr’ın bir vacibin terki üzerinde top­lanmaları düşünülemez, demiştir.

El-Fetih’te $ â f i î’ den naklen şöyle söylenmiştir.

‘Osman (Radıyallâhü anh), gusül etmediği için Cuma na­mazını terketmediğine ve gusül için camiden çıkmasını Ömer (Radıyallâhü anh) emretmediğine göre ikisi de Cuma guslüne âit emrin müstehablık için olduğunu biliyorlarmış.’

Hafız: ‘İbn-i Huzeyme, Taberî, Tahavî, îbn-i Hibbân, İbn-i Abdi’1-Berr ve diğer müel­liflerin çoğu ve mesele hakkında aynı sonuca varmışlardır. Hattâ âlimlerin bir kısmı: (Camide bulunan sahâbîlerin Ömer (Ra­dıyallâhü anh) ile Osman (Radıyallâhü anh)’a bu meselede muvafakat etmeleri, Cuma namazının sıhhati için guslün şart olma­dığı hususunda icmâ’ mâhiyetini teşkil eder, demişlerdir. Zâten H a t t â b i ve başkaları: Gusül etmeksizin Cuma namazının sıh­hati hakkında icmâ’ vardır, demişlerdir.

T a b e r i bâzı âlimlerin Cuma guslünün vâcibliğine hükmet­tiklerini, ancak Cuma namazının sıhhati için şart olmadığını söyle­diklerini nakletmiş,’ demiştir.

Hulâsa Ebû Hüreyre, Ammâr bin Yâsir, H a -san-ı Basri ve Zahiriye mezhebine mensup âlimler. Cuma guslünün vücûbuna hükmetmişlerse de âlimlerin selef ve ha­lef cumhuru, sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Cumhurun delille­rinden birisi, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in yukarıya mealini aldığımız Ömer (Radıyallâhü anh) ve Osman (Ra­dıyallâhü anh) ile ilgili hadisidir. İkinci delît, 1091 nolu E n e s bin Mâlik (Radıyallâhü anh) ‘in rivayet ettiği ve Tirmizi, Ebû Dâvûd ve N e s â i ile başkalarının Semûre bin Cün-d ü b (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri hadisdir.

Diğer bir delil M ü s 1 i m ‘ in de rivayet ettiği 1090 nolu ha-dîsdir. El Menhel yazarı, cumhurun başka delillerini de zikrettikten sonra şöyle der :

“Cuma guslünün yapılmasını emreden hadislere karşı cumhurun cevabı şudur: ‘Cuma guslünün vâcib olmadığını ifâde eden hadîs­ler ile Cuma guslünü emreden hadislerin arasını bulmak için, veri­len emrin müstahablık için olduğuna hükmetmek gerekir. Guslün vâcipliğini ifâde eden hadîslerdeki ‘vücub’ sözünü kuvvetli sünnet anlamıyla yorumlamak îcab eder. Bu vücubtan maksat, yapılmama­sı hâlinde cezalanmayı gerektiren vücub değildir. Yorumladığımız an­lamda vücub kelimesi Arap dilinde kullanılır. Meselâ kişi arkada­şına : Senin hakkın bana vâcibtir. Seni ziyaret etmek bana vâcib ol­du, derken dediğimiz mânâyı kasdeder.”

1089 nolu -Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) ‘m ha­disini T i r m i z i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhaki rivayet etmiştir. Bu hadiste Cuma guslünün vâcib olduğu bildirilmiş­tir. Yukarda anlattığım gibi cumhura göre vâciblikten maksat, kuv­vetli sünnet olup terk edilmemesinin gerekliliğini ifâde etmektir. Gus-Ietmeyenin günaha girdiği anlamında değildir.

E 1 – A y n i: Bâzı arkadaşlarımız, Cuma guslünün vâcibliğine zahiren delâlet eden hadîslerin, (1091 nolu) hadis ve benzerleriyle mensuh olduğunu söylemişlerdir, demiştir. Cumhura göre Cuma gus­lünün müstahabhğı, Cuma namazına gidenlere mahsustur. Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ‘in (1090 nolu) hadîsi cumhur için bir delildir.

Cuma namazına gitmeyen kadınlar ve Cumaya gitmesi farz ol­mayan yolcu, hasta ve benzeri kimselerin de Cuma guslünü yapma­larının müstehapliğını söyleyen âlimlerin (1089 nolu) hadîsi delil gösterdiklerini el-Fetih sahibi e E1 – H â f ı z beyân etmiştir. Fakat cumhura göre bu hadîs delil gösterilemez. Çünkü hadîsteki: «İhtilâm olma çağına gelen…» ifâdesi, bu hadîsin hükmünün erkeklere mün­hasır olduğuna delildir. Çünkü ihtilâm, genellikle erkeklerin ergin­lik çağına varmalarının belirtisidir. Kadınların belirtisi ise umumi­yetle aybaşı âdetidir. [141]

81- Cuma Guslünü Yapmamak Hakkındaki Ruhsata Ait Gelen Hadîsler Babı

1090) Ebu Hüreyre (Radt>ıallâhü anhr^ rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim güzelce abdest aldıktan sonra Cuma namazına gidip (ima­ma) yakın durur ve (hutbe okunurken) susup (hutbeyi) dinlerse o Cuma ile diğer Cuma arasındaki (küçük) günahları bağışlanır. Bu­na ilaveten üç günlük (küçük) günahı da bağışlanır. (Hutbe okunur­ken) çakıl taşlarım elleyen kimse şüphesiz sevabtan mahrum olmuş olur.

1091) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Cuma günü abdest alan kimse bu (abdest ruhsatı) ile yetinmiş olur, fazilet kazanmış olur. Bu (ruhsat) ne güzeldir. Farzı yeterince yapmış olur. Kim de guslederse gusül daha faziletlidir.Râvi Yezîd bin Eban er-Rakkâşî zayıf olduğu için isnadın zayıflığı Zevâ-ld’de bildirilmiştir. Diğer hadîs kitablarmda bu hadîs metni;

cümlesi müstesna Âişe ve Semûre bin Cündüb (R.A.) tarafından rivayet edilmiştir. [142]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Müslim, Ebû Dâvüd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

«Güzelce abdest almak-tan maksat şartlarına ve âdabına riâ­yet etmektir.

Hadisteki: «Diğer Cuma» tâbiri ile bir önceki Cuma kasdedil-raiştir.

«Çakıl taşlarını ellemek» ten maksat çakıl taşlan ile oynamak ve­ya secde yerindeki çakılları tesviye etmek veya gidermektir. Cuma namazı kılınan o zamanki camilerin tabanı döşeli olmadığı ve çakıl taşları üzerinde namaz kılındığı için çakıl taşlan ifâdesi vardır. Top­rakla meşgul olan veya cami döşemesi ile meşgul olan, bununla eğ­lenen de aynı durumda düşünülür. Çünkü bütün mesele hutbeyi dinlemeyip mâlâyani şeylerle meşgul olmaktır.

Hadîsteki ‘Lağa’ fi’li ‘Lağıv’ kökünden alınmadır. Lağıv: Mute­ber olmayan söz ve işlerdir, abesle iştigaldir.

Nihâye’de: Hadîsteki cümlenin mânâsı şudur : “Çakıl taşları ile oynayan kimse konuşmuş sayılır.” (Hutbe esnasında konuşan kim­se ise Cuma için va’d edilen sevabtan mahrum kalır.) Bâzılarına gö­re mânâ şöyledir: “…kişi, doğru yoldan sapmış olur.” Bir kısım âlim­ler de şöyledir, demiştir: “…kişi, dilediği sevabı kaçırmış olur.” Asıl mânâ, birincisidir, denilmiştir.

E n e s (Radıyallâhü anhVın hadîs metni ise bir çok yoldan Semûre bin Cündüb, Âişe, Abdurrahman bin Semûre, Ebû Said-i Hudrî ve Câbir (Ra­dıyallâhü anhüm)’den rivayet edilmiştir. Müellifimizin rivayetinde

bulunan ziyâdesi diğer rivayetlerde yoktur. En meşhur rivayet, Ebû Dâvûd, Tirmizi ve N e s â i’ nin Semûre (Radıyallâhü anh)’den ettikleri rivayettir.

Hadîsin : li-i lafzındaki zamir mercii ve car ile mecrurun bağ­landığı mukadder fiil hakkında değişik yorumlar vardır. El-Menhel yazarı şöyle der :

Zamirin mercii abdest almakla yetinme ruhsatıdır. Mukadder fiil de: J^aiJİ Jllî — Fazilete kavuşur fiilidir. Mânâsı şöyledir:

“Cuma günü abdest alan kişi, abdest almakla iktifa etmek ruhsa­tı ile Cuma’mn faziletine kavuşmuştur.” Bâzıları: Zamirin mercii

‘Sünnet’ lazfıdır. Mukadder fiil de : «tuttu- fiilidir ve cümle­nin mânâsı: “…abdest alan kişi sünneti tutmuştur.” şeklindedir, de­miş ise de bu mânâ uygun değildir. Çünkü sünnet olanı abdest al­mak değil gusül etmektir. Abdest almak farzdır.

Ha11âbi: Hadis, Cuma günü gusletmenin vacip olmayıp fa­ziletli olduğuna ve abdest almakla yetinmenin câizliğine açık bir de­lildir, demiştir. [143]

82 – Cuma Namazına Tehcir (Erken Gitmek) Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1092) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)’ûen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Cuma günü olunca mescidin kapılarının her birisinde melekler bulunur. Bunlar- (mescide gelen) insanları, ilk geleni, ondan sonra ilk geleni (birinci, ikinci, üçüncü diye) gelişleri sırasına göre yazar­lar. İmam (minbere) çıkacağı zaman melekler defterleri dürerek hutbeyi dinlerler. Artık namaza tehcir eden (erken gelen), bir deve, ondan sonra gelen, bir sığır, ondan sonra gelen, bir koç sadaka et­miş gibidir. (Nihayet bir tavuk ve bir yumurtayı zikretti. Râvi Sehl, rivayetinde şunu da ilâve etti.) İmam minbere çıktıktan sonra mes­cide gelen, artık yalnız namaz sevabını almak için gelmiş olur.İsnadın sahih olduğu Zevâid’de bildirilmiştir. [144]

İzahı

Buharı ve Müslim, Sehl (Radıyallâhü anh)’in ilâ­vesi müstesna bunu aynen rivayet etmişlerdir. Kütüb-i Sitte’nin di­ğerlerinde de buna benzer lafızlarla ve az bir değişiklikle rivayet edilmiştir. Müellifimiz bunu hem Hişâm bin Ammâr1 dan hem de Sehl bin Ebi S e h 1′ den rivayet etmiştir. Hadi­sin sonundaki;

= «İmam minbere çıktıktan sonra gelen, artık yalnız namaz se­vabını almak için gelmiş olur» fıkrasını Sehl rivayet etmiş, H i -ş â m etmemiştir.

Tehcir: Sindi’ nin açıklamasına göre bazılarınca sabah­tan hemen sonra Cuma’ya gitmektir. Bazıları da: Öğleye doğru Cu-ma’ya gitmektir, demiştir.

Nevevî: Doğrusu budur ki tehcir erken namaza gitmektir, der.

Buhâri ve Müslim’in rivayetlerinde Cuma’ya giden­lerin sıralanışında birinci saat, ikinci’ saat, üçüncü saat, dördüncü saat ve beşinci saat ifâdesi kullanılmıştır. Bizim müellifimizin riva­yetinde ise saat tâbiri kullanılmamış, ancak tehcir eden bir deveyi, ondan sonra gelen ve bundan sonra gelen… ifâdesi kullanılmıştır.

M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde saatlar ve Revâh ifâdesi kullanıl­mıştır.

Revân { Nevevî’ nin açıklamasına göre sabahleyin gitmek

anlamında kullanılmıştır.

E1 – E z h e r i: Arap dilinde Re vah j Öğleden evvel, öğleden son­ra ve geceleyin gitmek mânâlarında kullanılır, demiştir. Şu halde Revah’m lügat mânâsı gitmektin Fakat burada sabahleyin yâni öğ­leden önce gitmek anlamında kullanılmıştır. Nevevî, Revâh’la ilgili bu bilgiyi verdikten sonra şöyle der:

“Cuma namazına erken gitmek mes’elesi hususunda âlimler ara­sında ihtilâf meşhurdur. Şöyle ki:

Mâlik ve arkadaşlarının çoğunun mezhebi, Kadı Hü­seyin ve Şâfiiler’ den Îmamü’l-Harem e yn’e göre hadisteki saatlardan maksat, öğle vakti girdikten sonraki kısa sürelerdir. Revâh da öğle vakti girdikten sonra gitmektir. Bunlara göre Revah’ın lügat mânâsı da budur.

Şafiî, onun arkadaşları, Mâlikıler’ den î b n – i H a -b i b ve âlimlerin cumhuruna göre Cuma namazına günün ilk saa-tında gitmek müstahabtır. Bunlara göre hadîsteki saatlar da günün başlangıcından başlar. Revan gitmek demektir. İster öğleden evvel, ister sonra ister gece olsun fark etmez. Hepsine Revah denir. Hadisin gerektirdiği doğru mânâ budur. Çünkü hadîste Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) :

«Melekler birinci saatta geleni yazarlar… sonra ikinci… sonra üçüncü… sonra dördüncü… sonra beşinci…» buyurmuştur. Ne-s â î’ nin rivayetinde altıncı saatta gelenler… de var. Hadîsin de­vamında :

«İmam (minbere) çıkınca melekler defterleri dürerler ve artık bundan sonra gelenleri yazmazlar.» buyuruluyor. Öğle vaktinin gir­mesi ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma’ya çıktığı ma’lumdur. Bu çıkış vakti hadîsteki altıncı saatin bitiminden sonra­ya rastlar. Şu halde öğle vakti girdikten sonra gelene söz konusu faziletten ve sadaka sevabından hiç bir şey yoktur.

Diğer taraftan, saatların anlatılmasından maksat Cuma’ya er­ken gitmeye teşvik, ilk saffın faziletini kazanmak, Cuma namazının vaktini cami içinde beklemek sevabını elde etmek, zikir, nafile na­maz ve K u r’ a n okumak gibi taatlarla meşgul olmak fırsatını vermektir. Öğle vakti girdikten sonra mescide girenin bunların tü­münü yapması mümkün değildir. Zâten öğle vakti girdikten sonra mescide giden için bir fazîlet yoktur. Çünkü o sırada ezan okunmak­tadır ve ezan okunduktan sonra geri kalmak haramdır.

Tehcir ve saatların başlangıcı nedir. Bu hususta arkadaşlarımız arasında ihtilâf vardır. Bâzılarına göre bu sûre fecrin doğuşu ile başlar. Bir kavle göre gün doğması ile başlar. En sıhhatli kavil birin­cisidir.

Fecir veya gün doğuşundan imamın minbere çıkacağı ana kadar geçen süre 5 eşit parçaya, N e s â i’ nin rivayetine göre 6 eşit par­çaya bölündükten sonra birinci bölüm birinci saat olmuş olur. Di­ğer bölümler de böyle düşünülür. Bir bölümün başında veya sonun­da gelen kişi o saat için tâyin edilen deve mi, sığır mı, koç mu ne ise onun sevabı verilir. Ama bölümün başında gelenin sadakası da­ha mükemmel, bölümün ortalarında gelenin ondan az mükemmel olur. Bölümün bitiminde gelenin ise mükemmel olmaz. Bu da tıpkı cemaatla namaz kılanın sevabı gibidir. Meselâ üç kişi ile cemâat olan ile on bin kişi ile cemâat olanın her ikisinin namaz fazileti tek ba­şına kılanın fezîletinden 27 veya 25 derece üstün olmakla beraber binlerce mü’minin katıldığı cemâatin sevabı ile 2-3 kişilik cemaa­tın sevabı bir olur mu?

Mescidlerin kapılarına gelen meleklerin Ha faza meleklerin­den başka olduğunu âlimler söylemiştir.”

1093) Semûre bin Cündüb (Radıyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem), Cuma’yı ve (buna) erken gitme misâlini, (sadaka olarak) deveyi boğazhyana, sığırı bo-ğazlıyana, koyunu boğazhyana, benzeterek beyan buyurdu. Bu ben­zetmeyi yaparken nihayet tavuğu da zikretti.[145]

1094) Alkarna (Radıyallâkü anh)’âen; Şöyle (İtmiştir :

»en Abdullah (bin Mes’ûd) (Radıyallâhü anh) iie beraber Cuma namazına gittim. Kendisinden önce gitmiş olan üç kişiyi (mescidde) bulunca: (Ben) dört kişinin dördüncüsüyüm. Dördüncü olan (ilâhi ikram ve rahmetten) uzak değildir. Şüphesiz ben Resûlullah (Saîlal­lahü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyururken işittim, dedi:

«İnsanlar Cumalara birinci, ikinci ve üçüncü olarak erken gi­diş sırası ölçüsüne göre kıyamet günü Allah’a yakın (rahmet ve ikramına yakın) makam sahibi olurlar.» Sonra Abdullah: (Ben) dört kişinin d ördü ne usuyum, dördüncü olan (ilâhi ikram ve rahmetten) uzak değildir, dedi.Zevâid’de şöyle denmiştir : Bunun isnadı söz götürür. Çünkü râvi Ab-dü’l-Mecld bin Abdilazlz’in rivayetini Müslim, kendi sahihine almış ise de alman rivayet başka râvi ile teyid edildiği için almıştır. Çünkü bu râvi MÜrciye mezh3-binin aşırılarından olup halkı bu mezhebe davet ederdi. Bununla beraber cum­hur, Ahmed, İbn-i Maîn. Dâvud ve Nesâi onu sıka saymışlar; Ebû Hatim de onu orta ve İbn-i Ebi Hatim ise zayıf saymışlardır. İsnadın diğer ricâh sıkadır. Bu nedenle isnad hasendir. [146]

İzahı

Bu hadîsi İbn-i Ebi Asım da rivayet etmiş t>ftfr:-ZefV£td türündendir. Cuma namazına erken gidenlerin, erken gidiş derece­sine göre kıyamet günü Allah katında O’na yakın otururlar, demek­ten maksat Allah Teâlâ’nın rahmet ve ikramına yakınlıktır, yoksa sanıldığı gibi Allah Teâlâ’nın zâtına yakın otururlar demek değildir. Çünkü Allah yerden pâk ve nezihtir. Hâşa Allah surdadır, burda de­ğildir denmez. Allah Teâlâ mekân’a muhtaç değil ve bundan münez­zehtir.

Hadis Cuma namazına erken gitmenin faziletini ifâde eder. Er­ken gitmenin kıyamet günü ilâhî rahmet ve ikrama kavuşmaya ve­sile olduğunu müjdeler. Herkes gidiş nisbetine göre payını almış ola­caktır. [147]

83 – Cuma Günü Süslenmek Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1095) Abdullah[148] bin Selâm (Radıyallâhü ank)’den rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir Cuma günü minber üze­rinde şöyle buyururken, kendisi (kulağı) ile) işitmiştir :

«Herhangi birinizin, iş elbisesinden başka Cuma günü için bir takım elbise satın almasında hiç bir sakınca yoktur.Zevâid’de belirtildiğine göre bunun İsnadı sahih ve ricali sikalardır. Ebû Dâvûd başka bir senedle rivayet etmiştir. [149]

İzahı

Müellif bu hadîs için iki sened zikretmiştir. Birinci senedde M u -hammed bin Yahya, Abdullah bin Selâm’ dan rivayet etmiş görülüyor. Halbuki Abdullah (Radıyallâhü anh) H. 43. yılı vefat etmiş, M u h a m m e d ise 47. yılı doğmuştur. Bu sebeple senedde bir inkıta’ vardır. Fakat ikinci sened muttasıldır. Çünkü mezkûr Muhammed, anılan A b d u 11 a h ‘ m oğlu Yûsuf tan, Yûsuf da babasından rivayet etmişlerdir. Ebû D â v û d ‘ un rivayet ettiği sened’de sırayla şu zatlar vardır: Ebû Dâvûd, Vehb bin Cerîr, Vehb’in babası C e r i r, Yahya bin Eyyub, Yezid bin Ebî Habîb, Mu­sa bin Sa’d, Yûsuf bin Abdillah bin Selâm, Ebû Dâvûd bu arada başka senedlerle de rivayette bulun­muştur.

Mâlik ve Beyhakî de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Hadîsin: cümlesindeki: “Mâ” harfini olumsuzluk edatı olarak yorumlıyarak terceme ettim. Hadîsten kasdedilen mânâ şudur.- İş elbisesinden ayrı olarak Cuma günü için bir takım elbise edinmek mubahtır. Yâni israf sayılmaz. Ebû Davud’un ri­vayetinde : «eğer (maddi imkân) bulursa» kaydı vardır. Bundan sonra rivayet olunan  i ş e (Radıyallâhü anhâVnin aynı mealdeki hadisinde bulunan; kaydı da bu mânâyı ifâ­de eder.

Hadîs şöyle de yorumlanabilir: “Herhangi birinizin, iş elbisesin­den başka Cuma günü için bir takım elbiseyi satın almasında, mâli durumu müsait ise bir külfet (ve güçlük) yoktur.”

  • cümlesindeki “Mâ” istifham için olabilir. Buna göre meal şöyle olur.

“Ne olur, her biriniz iş elbisesinden ayrı olarak Cuma günü için bir takım elbise alı verse?”

Bu takdirde hadîsten maksat, maddi durumu müsait olanları Cu­ma günü için özel elbise edinmeye teşviktir. Hadis, Cuma günü özel elbise giymenin müstahablığına delil olur.

Hadîsteki: “İki elbise” kelimesini “Bir takım” diye terceme ettim. Çünkü Arapların bir takım elbisesi iki parçadan ibaret idi. Izar dedikleri parçayı bellerine bağlarlardı. Ridâ dedikleri par­çayı da omuzlarına alırlardı ve ikisine Hülle derlerdi.

Hadîs Cuma namazı için süslenmenin ve en güzel elbiseyi giyme­nin meşruluğuna delâlet eder.

1096) Âişe (Radtyallâhü ankâyden; Şöyle demiştir:

Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve S^Uem) Cuma günü halka hutbe okumuş da onların üzerinde nimâr[150] hırkalarını görmüş ve Re-sülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:

«Her hangi biriniz maddî imkân bulursa iş elbisesinden başka Cuma günü için bir takım elbise edinmesinde hiç bir sakınca yoktur.”

1097) Ebû Zerr (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre: Pey­gamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim Cuma günü (usulüne uygun olarak) iyice gusleder, güzelce temizlenir, en güzel elbiselerinden bir takım giyer, ev halkına ait güzel kokudan Allah’ın yazdığı payı sürünür, sonra Cuma namazı­na varır, usulünce hutbeyi dinler ve yan yana oturan iki kişinin ara­sını açmaz (eziyet etmez) ise o Cuma ile diğer (geçmiş) Cuma ara­sındaki (küçük) günahları bağışlanır.İsnadının sahih ve ricâlmın sıka olduğu Zevâid’de belirtilmiştir. [151]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîsin bir benzerini Buharı, Se1mânı Fârisî (Radıyallâhü anh)’den merfü’ olarak rivayet etmiştir.

Hadîsin: cümlesi, boy abdestini güzelce al­mayı ifâde eden bir önceki cümlenin tefsiri mâhiyetinde olabildiği gibi bıyıklarla tırnakları kesmek, koltuk altı kıllarını yolmak, etek traşı olmak, başı ve bütün vücûdu güzelce yıkamak, anlamında da kullanılmış olabilir.

Güzel koku sürünmekle ilgili olarak M ü s 1 i m ‘ in Ebû S a î d – i Hu d r i (Radıyallâhü anh)’den merfû’ bir rivayetinde :

«ve bulabildiği hoş kokulu bir şey sürünmek…- diğer rivayetinde; «Kadınlara mahsûs kokudan da olsa sürünsün.» buyurulmuştur. Rengi zahir olup, râyihası hafif kokuların kullanılması kadınlara mahsûstur. Bu çe­şit kokuları kullanmak erkekler için mekruh olduğu halde başkası bulunmadığı takdirde bu konuyu Cuma namazı için kullanma izni verilmiştir. Şu halde müellifin rivayeti ruhsat mahiyetindedir. Yâni başka koku bulunduğu takdirde kişi ev halkından kadınlara ait olan kokuyu sürünmemelidir. Sürünse kerahet işlemiş olur. Fakat başka koku bulamadığı zaman, bulabildiği kokuyu sürünsün.

Cuma namazına gidenin o Cuma ile bir önceki Cuma arasında işlemiş olduğu küçük günahların bağışlanması, bu hadîste aşağıdaki işlerin yapılmasına bağlanmış ve bu işlerin hepsinin müstahabhğı-na delâlet etmiştir :

  1. Cuma namazına gitmeden önce şartlarına ve âdabına riâyet ederek güzelce gusletmek.
  2. Vücudu güzelce temizlemek, giderilmesi gereken kılları gider­mek, tırnakları kesmek ve iyice yıkanmak.
  3. En güzel elbiselerden bir takım giymek.
  4. Mümkünse kadınlara mahsûs olmayan güzel bir koku sü­rünmek, değilse bunu sürünmek.
  5. Hutbe okunurken susup hutbeyi dinlemek, başka şeylerle meş­gul olmamak.
  6. Yan yana oturan iki kişinin arasını açmamak yâni hiç kim­seye eziyet etmemek.

1098) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü nahiimâ)’âan rivayet edil­diğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz bu Cuma, Allah’ın müslumanlara tahsis buyurduğu bir bayram günüdür. Artık Cuma namazına gelmek istiyen kimse boy abdesti alsın. Ve eğer güzel koku varsa ondan sürünsün. Misvak kullanmayı hiç bırakmayınız.»”

Not: Bunun senedindeki Salih bin Ebi’l-Ahdar’m gevşek olduğunu cumhur söylemiştir. Diğer ricali sikalardır. Zevâid’de bu bilgi verilmiştir. [152]

84 – Cuma (Namazı) Vakti Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1099) Sehl [153] bin Sa’d (Radtyallâhü anhümâ)’dan şöyle demiştir: Biz Kaylûlet istirahatı ve gada yemeği işini dâima cuma nama­zından sonra yapardık. [154]

İzahı

Kütüb-i Sitte sahihleri, Ahmed, Dârekutnî ve Bey-haki bunu rivayet etmişlerdir. T i r m i z i’ nin rivayetinde :

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken” kaydı vardır.

Kaylûlet i Gündüzün ortasında uyumaktır. Bu vakitte sırf istira­hat etmeye de denilir.

Gadâ: Gündüzün ortasından önce yenen yemektir.

Öğle vakti olmadan önce cuma namazı kılınabilir, diyen H a n -beli âlimleri ve î s h a k bu hadîsi delil göstermişlerdir. Bun­lar derler ki: Kaylûlet ve Gadâ’mn zamanı gündüzün ortasıdır.İbn- i Kuteybe : Öğle vakti olduktan sonra istirahat etmeye ve uy maya Kaylûlet denmez. Yemek yemeye de gada denmez, demişti Şu halde öğle vakti olmadan cuma namazı kılımyormuş.

Cumhur: Hadîsten maksat cuma namazının hiç tehir edilmede ve öğle namazının vakti girer girmez hemen kılındığım ifâde etmei tir. Sahâbîler, cuma günleri sabahleyin cuma namazına hazırlanma! la meşgul oldukları ve cuma namazına çok erken gittikleri için öğ yemeğini ve istirahatını cumadan sonraya bırakırlardı. Hadisten ma] sat, öğle yemeği ve istirahat işinin öğle vaktinin girdiği ilk anınd yapıldığını ifâde etmek değildir, ki bu hadîs cuma namazının öğ] vaktinden önce kılındığına delâlet etsin, demiştir. .

Sübülü’s-Selâm’da t Bu hadîs, cuma namazının öğle vaktinde önce kılındığına delâlet etmez. Böyle bir mânâ çıkarılamaz. Çünk Mekke ve Medine halkı dâima öğle namazından sonra öğ le yemeğini yer ve istirahat ederlerdi. Evet Resûl-i Ekrem (Sallalle hü Aleyhi ve Sellem) cemâat toplanıncaya kadar öğle namazını bâ zen geciktirirdi. Fakat cuma namazını hiç geciktirmezdi. Öğlenin il] vaktinde kıldırırdı, demiştir.

1100) Seleme[155] bin el-Ekvâ’ (Radtyallâhüanh)’den; Şöye demiştir:

Biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in beraberinde cuma namazını kılardık. Namazdan sonra döndüğümüzde bizi gölgeliyecek kadar duvarlar gölgesini göremezdik. [156]

İzahı

Tirmizî1 den başka Kütüb-i Sitte sahibleri, B e y h a k î ve Dârekutnî bunu az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Hadîs, cuma namazından çıkılıp evlere dönüldüğünde duvarla­rın gölgesinin bulunmadığını ifâde etmez. Çünkü ne öğleden evvelne de öğleden sonra duvarlar gölgesizdir. Hadis, cuma namazından sonra cemâat dağıldığında, duvarların gölgesinin az olduğundan ora­dan geçenin gölgeden istifâde edemediğini ifâde eder. Durum bu olunca cuma namazının öğlenin ilk vaktinde edâ edildiğine bu hadîs de delil olmuş olur.

1101) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sdlem)’in müezzini Sa’d[157] el-Karaz (Radtyailâhü anky&en rivayet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Sa’d (Ra-dıyallâhü anh), cuma günü gölge nalın tasması kadar olunca ezan okurdu.”

Not: Zevâid’de bildirildiğine göre âlimler bu hadîsin senedindeki râvî Ab-durrahman bin Sa’d’ın zayıflığına İcma’ etmişler, babası olan diğer rftvi Sa’d bin Ammar ise İbnü’l-Kattan onun hakkında : Ne bunun hâli ne de babası Ammar’ın hâli bilinir, demiştir. [158]

İzahı

Bu hadîs de cuma ezanının öğle vakti girince okunduğuna ve do­layısıyla cuma namazının öğle vakti girdikten sonra kılınacağına de­lâlet eder.

Şirâk: Nalın tasmasıdır. Tasma ince olduğundan ve ezan vak­tinde görülen gölge az olduğu için tasmaya benzetilmiştir. Demek ki o esnada gölge ince bir şerit hâlinde bulunurmuş.

Şirâk: Çayırlıkta bulunan ince yolcağız anlamına da gelir. Bu mânâ da muhtemel ise de bu ihtimali âcizane zayıf görüyorum. Çün­kü alçak olan o günkü duvarların gölgesi ezan okunacağı zaman bir ince yol kadar olursa ezanın öğle vaktinin başlangıcında değil biraz gecikme ile okunduğu anlamını ifâde eder. Bir de ezandan sonra hutbe okumak ve namaz kılmak için geçen süre de hesaba katılır­sa namazdan çıkıldığında gölgenin istifade edilebilir bir miktara ulaş­ması düşünülebilir. Halbuki diğer hadîsler namazdan çıkıldığında gölgenin geçene faydalı olamıyacak kadar az olduğuna delâlet eder­ler.

1102) Enes (bin Mâlik) (RadtyaUühü anhyûen: Şöyle demiştir:

Biz cuma namazını kılar, sonra (evlerimize) döner ve Kaylûiet istirahatını yapar idik.”

Not : İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid’de bildirilmiştir. [159]

İzahı

Bu hadîs, 1099 nolu S e h 1 (Radıyallâhü anh)’in hadîsine ben­zer. Orada Kaylület’in izahı yapılmıştır. Bu hadîs de diğeri gibi sa-hâbîlerin cuma günleri cuma namazına sabahtan hazırlanmakla meş­gul oldukları ve erken namaza gittikleri nedeni ile öğle istirahatını cuma namazından sonraya bıraktıklarına delâlet eder.

Hulâsa cuma namazının vaktini bildiren hadîsler, cuma namazı­nın öğle vakti girdikten sonra kılındığına delâlet ederler. Bu sebep­le Ebû Hanîfe, Şafii, Mâlik bununla hükmetmişler­dir. Sahâbilerin cumhuru ile tabiilerin cumhuru ve bunlardan son­ra gelen âlimlerin cumhuru da bu hükmü vermişlerdir. Cumhurun delillerinden birisi Seleme (Radıyallâhü anhâ)’nin 1100 nolu hadisidir. Diğer bir kuvvetli delil Buhârî, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhakî’ nin rivayet ettikleri Enes (Radı yallâhü anh)’in şu hadîsidir:

“ResüluJlah (Sallallahü Aleyhive Sellem), cuma namazını güneş (semânın ortasından batıya) kaydığı zaman kıldırırdı.”

Nevevî: Şafiî şöyle demiştir, der : ‘Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir, Ömer, Osman ve bunlardan sonra gelen imamlar (Radıyallâhü anhüm), tüm Cumala­rı dâima öğle vakti girdikten sonra kıldırmışlardır.”

Hanbelîler ve îshâk, Cuma namazının öğle vakti girmeden önce kılınabileceğini söylemişlerdir.

Bunların delillerinden birisi S e h 1 (Radıyallâhü anh)’ın 1099 nolu hadîsidir. Bu hadisi açıklarken delil oluşunu ve Cumhur’un ce­vabını bildirmiştim. Diğer bir delîl de Ahmed, Müslim ve N e s â î’ nin C â b i r (Radıyallâhü anhJ’den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma namazını kıl­dırırdı. Sonra biz develerimizin yanına giderdik. Güneş semânın or­tasından batıya kayınca develerimizi ağıla sokardık.”

Cumhur bu hadîsi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma namazını öğle namazı gibi serinliğe tehir etmediği ve öğlenin ilk vaktinde kıldırdığı anlamında yorumlamışlardır. Bu yorumun de­lili de diğer hadîslerdir. Aksi takdirde hadîsler arasında bir tenakuz bulunur. Tenakuzun bulunduğu farz edilse dahi diğer hadîsler daha kuvvetli olduğu için onlarla amel edilir. Bu hadîs de onlara uygun yorumlanırsa tenakuz kalmaz ve hadislerin hepsi ile amel edilmiş olur. H a n b e 1 î 1 e r’ in gösterdikleri Abdullah bin S e y d â n ‘ in hadîsini cumhur zayıf görmüştür. Dâreku tnî ve A h m e d ‘ in rivayet ettikleri bu hadîsin mealini buraya ak­tarmaya lüzum görmedim. [160]

85 – Cuma Günü Hutbesi Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1103) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (cuma namazından ön­ce) iki hutbe okurdu. İki hutbe arasında biraz otururdu (bu oturu­şunda konuşmazdı). Bişr, rivayetinde: “ayakta iken” cümlesini İlâve etmiştir.”

1104) Amr [161] bin Hüreys (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Een Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i minber üzerinde

tıutbe okurken ve (mübarek) başında siyah bir sarık varken gör

iüm.”

1105) Câbir bin Semûre (Radıyallâhü «»///den; Şöyle elemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta hutbe okurdu. Ancak şu var ki biraz otururdu. Sonra kalkardı.”

1106) Câbîr bin Semûre (Radıyollâhü ö«/r^’den; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ayakta hutbe okurdu. Sonra otururdu. Daha sonra ayağa kalkardı, (ikinci hutbede) âyet­ler okurdu ve Allah’ı anardı. Onun hutbesi ne uzundu ne kısa idi. Cuma namazı da ne uzundu ne de kısaydı. [162]

Hadîslerin Îzahı

î b n – i Ömer (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini Buhâri, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Dâre-kutnî ve Beyhaki benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bü­tün rivayetler, efendimizin iki hutbe okuduğuna, hutbeler arasında oturduğuna ve hutbeleri ayakta okuduğuna delâlet ederler.

C â b i r (Radıyallâhü anh)’m hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Bâ­zı rivayetlerde lafız farkı var ise de hepsinden Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in ayakta iki hutbe okuduğu, hutbeler arasın­da oturduğu, hutbede âyet okuduğu ve Allah’ı andığı anlaşılır.

Amr bin el-Huveyris (Radıyallâhü anhl’ın hadîsi­ne başka kitaplarda rastlayamadım. Zevâid türünden sayılmadığı-na göre Kütüb-i Sitte’nin diğerlerinde bulunması gerekir. Bu hadîs de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in minber üzerinde hut­be okuduğuna delâlet eder

Bu hadîslerin ihtiva ettikleri hususları maddeler hâlinde aşağıya aldıktan sonra her husus için âlimlerin görüşlerini nakledeceğim.

  1. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma namazından önce iki hutbe okurdu.
  2. Hutbeleri ayakta okurdu.
  3. İki hutbe arasında biraz otururdu.
  4. ikinci hutbede K u r’ a n ‘ dan âyetler okur, Allah’ı anardı.
  5. Hutbeleri minber üstünde okurdu.
  6. Hutbesi ve namazı mutedildi.
  7. Cuma namazından önce iki hutbe okumak hususundaki âlim­lerin görüşleri:

a) Mâliki, Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre cuma namazından önce iki hutbenin okunması farzdır ve cuma na­mazının sıhhati için şarttır. Hutbeler okunmadan kılınacak cuma namazı sahih değildir.

Delilleri de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in her cu­ma günü namazdan önce dâima iki hutbe okumuş olduğuna delâlet eden sahih hadîslerdir.Bir de Buhâri ve A h m e d ‘ in rivayet ettikleri efendimizin «Beni namaz

kılarken gördüğünüz gibi namaz kılınız, hadîsidir. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in iki hutbe okumadan bir defa olsun cu­ma namazı kıldığı sübût bulmuş değildir.

Bunların bir delili de; aüijS’i JHyunl» … = « Allah’ı anmaya gi­diniz» mealindeki Cuma sûresinin 9. âyetidir. Çünkü cuma eza­nından sonraki zikir hutbedir, diye bu âlimler yorum yapmışlardır.

b) Hanefî âlimlerine göre bir hutbe kâfidir. İkinci hutbe sünnettir. Z e y 1 â î : Bir kaç sahâbînin tek hutbe okudukları ve kimsenin onlara itiraz etmediği rivayet edilmiştir, der. E vzâi, İshak bin Râhaveyh, Ebû Sevr, lbnü’1-Mün-z i r ve bir rivayetinde A h m e d ‘ in böyle hükmettiklerini e 1 -I r a k i anlatmıştır,

  1. Hutbelerin ayakta okunmasının hükmü;

a) Cumhura göre ayakta okumak şarttır.

Delilleri bu bâbda rivayet edilen hadîsler ve benzeri hadîslerdir. N e v e v i : Çünkü hutbe Cumanın iki farzından birisidir. Namaz gibi bunda da ayakta durmak gerekir, demiştir.

b) Hanefi alimleri ile bir rivayete göre A h m e d, hut­beyi ayakta okumak sünnettir, demişlerdir. Çünkü Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in ve H u 1 e f â – i R â ş i d i n ‘ in tat­bikatı budur, vâcib değildir. Çünkü yalnız tatbikatın bu oluşu vâcib-liği gerektirmez. Başka delil de yoktur. N e v e v i’ nin : Çünkü, hutbe Cumanın iki farzından birisidir. Namaz gibi bunda da ayak­ta durmak gerekir, sözüne şöyle cevap verilebilir: Kıbleye doğru durmak namazın şartlarından olduğu halde, hutbenin şartı olma­makla hutbe namaza muhalif olur. Bu nedenle hutbe namazdan zi­yâde ezana benzer.

  1. iki hutbe arasında oturmak;

a) Cumhûr’a göre, oturmak sünnettir, oturmaksızın Cuma hut­beleri sahihtir.

b) Şâfii1er’e göre hutbeler arasında oturmak şarttır. On-sız hutbe sahih değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) lıutbeleri arasında oturmayı hiç terk etmemiştir.Şâfiî1er bu gerekçe yanında : hadîsini delil göstermiş­lerdir.

El-Ayni, Şâf iiler’e cevaben: İbn-i Battal’in dediğine göre Muğîre bin Şube CRadıyallâhü anh)’nin hutbeler esnasında oturmadığı rivayet olunmuştur. Eğer oturmak şart olsaydı, Muğîre (Radıyallâhü anhJ’nin bunu bilmemesi düşünülemez. Faraza bilmeseydi orada bulunan sahâbîlerin ve tabii­lerin buna müdâhale etmemesi düşünülemez, dedikten sonra e I -Aynî sözüne şöyle devam eder: ‘İki hutbe arasında oturmak farz dır, diyenin elinde hiç bir delil yoktur. Çünkü söz konusu oturuş hatip için bir dinlenmedir. Hutbe’den bir parça değildir. Hutbe, ya­pılan konuşmadır. Şafii’ den başka kimse bu oturuşun farziyeti-ne hükmetmemiştir. Bu hüküm icmaa muhaliftir… Ş â f iî’ nin, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sırf dâimi tatbikatını ge­rekçe göstererek iki hutbeyi ve bunlar arasındaki oturmayı farz kıl­ması ve iki hutbeden önce minber üzerinde oturmayı farz sayma­ması şaşılacak şeydir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ’in minbere çıktığında oturması sabittir.1 4. Hutbede âyetlerin okunması;

a) Şafii: İki hutbeden birisinde bir âyet okumak farzdır. Kaf sûresini okumak müstahabtır, demiştir. Şafii’ nin I r a k’ lı arkadaşları ve H a n b e 1 i’ lerden e 1 – K a d ı, her iki hutbe­de de âyet okumak gerekir, demişlerdir.

b) Cumhûr’a göre, hutbede K u r’ ö n okumak vacip değil­dir. Daha önce de belirtildiği gibi sırf tatbikatın böyle oluşu bunu gerekli kılmaz.

  1. Hutbelerin minber üstünde okunması;

Hutbenin minber üzerinde okunmasının meşruluğu hususundaki cumhurun kavline göre hatip, halife olsun başkası olsun farkı yoktur. [163]

Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellemj’in Minberi

El-Menhel yazan ‘Minber edinmek, babında efendimizin minbe­rini tarif ederken ezcümle şunu söyler :

“Bütün tarihçilerin sözleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’in minberinin üç basamaklı olduğunu gerektirir. Minberin yük­sekliği iki zira, uzunluğu iki zira ve genişliği bir zira idi. Birinci ve ikinci basamağın yüksekliği yarımşar zira, üzerinde oturduğu üçün­cü basamağın yüksekliği bir zira idi. Bu basamağın uzunluğu ve ge-nişliği de birer zira idi.

M u â v i y e (Radıyallâhü anh) devrinde Medîne’i Mü­nevvere valisi olan M e r v â n zamanına kadar Minber-i Nebevi böyle idi. Nihayet M e r v â n minberin alt kısmına 3 ba­samak ilâve ederek basamak sayısını altıya çıkardı. Olay şöyle ce­reyan etmiştir: Muâviye (Radıyallâhü anh), minberin söktü­rülerek Şam’a gönderilmesi için M e r v a n ‘ a emir vermiş, M e r v a n da minberi söktürmüş ve Şam’a göndermeyi dü­şünürken güneş tutulmuş, Medine karanlıkta kalmış, gündüz olmasına rağmen yıldızlar görülmüş ve şiddetli bir fırtına kopmuş­tur. M e r v â n bunun üzerine Medine cemaatına bir hita­bede bulunarak :

Ey Medine halkı! Siz Emirü’l-Mü’min’in minberi Şam’a göndermemi istediğini sanıyorsunuz. Halbuki Emir, Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in koymuş olduğu minberi değiştirmenin hatalı olduğunu bilir, Emîr’in bana emri, Minberi büyütmek ve yük­seltmektir, demiş ve bir marangoz çağırtarak mezkûr ilâveyi yap­tırmıştır.

Nihayet h. 654 yılı Mescid-i Nebevi’de vuku bulan yangında Mescid ile beraber minber de yandı.

Yangın olayından sonra Yemen Meliki Muzaffer 656. yılı yeni minber yaptırmış, yirmi yıl sonra Mısır Meliki Zahir Baybars, Muzaffer’in minberini kaldırtarak yeni bir minber yaptırmıştır. H. 820. yılı Mısır pâdişâhı Melik M ü -e y y e d yeni bir minber göndermiştir.”

  1. Hutbesi ve namazı mutedil idi.

Yâni cuma hutbesi, cemâati yoracak kadar, uzun değildi, me­ramı ifâde etmiyecek kadar kısa da değildi, diğer hutbeleri kadar uzun değildi.

Keza, cuma namazı da böyleydi. Diğer namazlara göre ne kısa sayılırdı, ne de uzun.

Cuma hutbesinin kısa kesilmesine ve cuma namazının uzatılma­sına dâir Peygamber (Sallallahü Aleyhiv© Sellem) ‘in hadîsini Müs­lim rivayet etmiştir. Meali şöyledir:

“Ammâr (Radıyallâhü anh)den rivayet edildiğine göre kendisi: Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVden şöyle buyururken işittim: “Adamın namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkıh bilgisinin alâmetidir. Şu halde namazı uzatınız ve hutbeyi kısa kesiniz.»

M ü s 1 i m ‘ in bu hadisi, babımızda rivayet olunan C â b i r {Radıyallâhü anhJ’in hadîsine muhalif değildir. Çünkü C â b i r (Radıyallâhü anh)’in hadîsinin mânâsı hutbe ile namazın birbirine denk olması değildir. Maksat Cuma hutbesinin diğer hutbelere nis-beten ve Cuma namazının da diğer namazlara nisbeten mutedil ol­malarıdır.

C â b i r (Radıyallâhü anh)’in 1105 sayılı hadisindeki;

biraz otururdu.” cümlesi ile iki hutbe ara­sındaki oturuş kasdedilmiş ise bu oturuşun şer’î hükmünü 3. madde­de anlattım. Cümlenin böyle yorumlanması muhtemeldir. Ve C â -b i r (Radıyallâhü anh)’in 1106 nolu hadisine uygun ve benzeri olur.

İkinci ihtimal: Mezkûr cümle ile minbere çıkarken hutbeye baş­lamadan önce biraz oturmak mânâsının ifâde edilmesidir. Mezkûr cümle bu yoruma da müsaiddir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in minbere çıkarken biraz oturduğu Buhârî, Ebû Da-vüd, Nesâi ve başkalarının rivayet ettikleri îbn-i Ömer {Radıyallâhü anh)’in bir hadisi ile sabittir. Bu oturuşun gayesi, bu esnada okunan ezanın bitmesini beklemektir.

Bu oturuş cumhurun kavline göre sünnettir.

1107) Sa’d (el-Karaz) (RadıyaUâhü «n/r^’den: Şöyle demiştir : Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) savaşta hitabede bulu­nurken (eline) yay (alarak on) a dayanırdı ve Cumada hutbe okudu­ğu zaman (eline aldığı) asaya dayanırdı.Râvi Abdurrahman bin Sa’d zayıf olduğu için isnadın zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. [164]

İzahı

Hadîs hutbe okuyanın eline asâ alarak buna dayanmasının meş­ruluğuna delâlet eder. Ebû Dâvûd, Ahmed ve Beyha-k i’ nin el-Hakem bin Hazm el-Külefî namındaki bir sahâbî’den rivayet ettikleri bir hadiste de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma hutbesini okurken asaya veya yaya da­yandığı bildirilmiştir. Asâ mı yay mı yolundaki tereddüt râviden ileri gelmiştir.

El-Menhel yazarı şöyle der:

‘Hadis, hatibin hutbe okurken asâ veya benzeri bir şeyi eline alıp ona dayanmasının meşruluğuna delâlet eder. Bundaki hikmet, elin abesle iştigal etmesinden uzak kalmasıdır. Fıkıhçıların bu konudaki görüşleri şöyledir:

  1. Hanefîler’e göre sulh yoluyla fethedilmiş olan belde­lerde hatip eline bir yay veya bir asâ alır, savaşla fethedilmiş bel­delerde ise hatip sol eline kılıç almalıdır. Böyle yapmak sünnettir.
  2. Mâ1iki1er : Hatibin hutbe okurken sağ eline asâ, yay veya kılıç alarak buna dayanması müstehabtır. Hatip minbere da-yanmamahdır, demişlerdir.
  3. Şâfiî1er : Hatibin anılan şeylerden birisini sol eline al­ması ve sağ elini minberin kenarı üzerine bırakması müstehabtır. Çünkü selef ve halef âlimleri böyle yapmışlardır. Eğer bir şey bula­mazsa sağ elini sol elinin üzerine bağlar veya ellerini yanlarına sa­lıverir. Sağ eliyle minberin kenarını tutması ve sol elini salıverme­sinde de beis yoktur, demişlerdir.

Hanbelîler de: Hatibin kılıç, yay ve asâ’dan birisini eli­ne alıp ona dayanması sünnettir. Sol eline alması ve sağ elini min­berin kenarı üzerine koyması veya salıvermesi de münâsiptir, demiş­lerdir.

1108) Alkarna (Radtyaİlâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ayakta mı, oturarak mı hutbe okurdu? diye Abdullah (bin Mes’ud) (Radıyallâhü anh)’a soru sorulmuş. Abdullah (Radıyallâhü anh) da (soru sahibine) :

Sen : «ve seni ayakta bıraktılar» âyetini okumu­yorsun, diye cevap verdi.”

Ebû Abdi 11 ah (yâni müellifimiz) demiştir ki; Bu hadîs garibtir. Çünkü râvi İbn-i Ebi Şeybe’den başka hiç kimse bunu rivayet etmi­yor.İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid’de bildirilmiştir. [165]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hutbeyi ayakta okuduğuna delâlet eder. Hutbenin ayak­ta okunması ile ilgili ayrıntılı bilgi bundan önceki izah bölümünde verilmiştir.

Bu hadiste, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hutbeyi ayakta okuduğuna delil olarak Cuma sûresinin il. âyetinde geçen : nazm-ı celil gösterilmiştir. Ayetin tamamının meali şöyledir:

«Ve bir ticâret veya bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip seni (hutbe okurken) ayakta bıraktılar. De ki: Allah’ın katındaki, eğlenceden de, ticâretten de hayırlıdır ve Allah rızık verenlerin en hayır Usıdır.»

1109) Câbir bin Abdillah (RadıyaUdhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minbere çıkacağı za­man (oradakilere) selâm verirdi.Seneddeki tbn-i Lahia’nuı zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. [166]

İzahı

Hadîs, hatibin minbere çıkarken cemaata selâm vermesinin meş­ruluğuna delâlet eder.

Hatibin minbere çıkarken oradakilere selâm vermesi, Şafiî ve A h m e d ‘ e göre sünnettir. Ş â f i i’ ye göre ayrıca hatip minbere çıktıktan sonra ve henüz müezzin içerdeki ezanı okumaya başlamadan önce ikinci kez cemaata selâm vermesi sünnettir.

Ebû Hanîfe ve Mâlik’e göre hatibin selâm vermesi sünnet değildir. Bunlar selâma âit rivayeti zayıf görmüşlerdir.[167]

86 – Hutbeyi Dinlemek Ve Onun İçin Susmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1110) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) çöylc buyurdu, demiştir:

«Cuma günü imam hutbe okurken sen arkadaşına (sadece) ‘sus’ dediğin zaman (yine) lağv (=: Abes ile iştigal) etmiş olursun. [168]

İzahı

Kütüb-i Sitte sahihleri, Mâlik, Ahmed ve Beyhakl de bunu rivayet etmişlerdir.

Lağv t Faydasız sözdür. Bir kavle göre günâh işlemektir. Diğer bir kavle göre doğru işten sapmaktır. Burada lağvdan maksat, cu­manın fazilet ve sevabını giderici harekettir.

Hadîs, cuma hutbesi okunurken irşâd dâhil, her tür konuşma­nın yasak olduğuna delâlet eder. Bu husustaki âlimlerin görüşleri şöyledir:

1 – Mâlik, Evzâi, Ebû Yûsuf, Muhammed, A h m e d ve bir çok âlim, hutbe okunurken her tür konuşmanın haramlığına hükmetmişlerdir.

2 – Şafii âlimlerinin meşhur kavline göre hutbe esnasında konuşmak haram değil mekruhtur. Bu ve benzen hadîsleri faziletin kemâlini giderici olarak yorumlamışlardır. Yâni konuşma, fazilet de­recesini düşürür.

3 – Ebû Hanif e: İmam minbere çıktığı zamandan hut­beyi bitirinceye kadar geçen sürece konuşmak haram ve susmak vâcibtir, diyerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in:«İmam (minbere) çıktığı zaman

artık hiç bir namaz ve hiçbir konuşma yoktur- hadisini delil gös­termiştir.

Kemâl Îbnü’l-Hümâm: Bu hadisin merfu1 oluşu ga-ribtir. Malum olanı, bu sözün Z ü h r î’ ye âit olduğudur. Malik, el-Muvatta’da bunu rivayet etmiştir. İb n – i E b i Şeybe, kendi kitabında Alî, İbn-i Abbâs ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümJ’den yaptığı rivayete göre bu üç sa-hâbî, imamın minbere çıkmasından sonra namaz kılmayı ve konuş­mayı mekruh görmüşlerdir. Sahâbînin sözü hüccet değildir. Onun ak­sine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir hadîsi bulunma­dıkça sahâbînin sözünü taklîd etmek bizce vâcibtir, demiştir.

El-Menhel yazarı bunu naklettikten sonra :

Sahâbî bu gibi sözleri, içtihada dayalı söylemez. Bu nedenle mer­fu’ hükmündedir, demiştir.

İbn-i Abdi 1-Berr, Zühri’ nin : = ‘İmamın minbere çıkması

namaz kılmayı, hutbeye başlaması da konuşmayı keser.’ sözünü nak­lederken : Bu söz, susma ve namazı kesme emrinin bir ictihad mâ­hiyetinde olmayıp hadîse dayalı olduğunu gösterir. Çünkü Zühri kesin bildiği bir bilgiyi aktarmış olarak delil göstermiştir. Şahsi iç­tihadı olarak göstermemiştir. Ömer (Radıyallâhü anh) ve baş­kalarının zamanında yapılan bir uygulamayı yansıtır, der.

4 – Ebû Yûsuf ve Muhammed: İmam minbere çıktığı ve henüz hutbeye başlamadığı süre içinde; keza hutbeyi bi­tirdikten sonra ve henüz namaza başlamadığı süre içinde konuşmak­ta sakınca yoktur, demişlerdir. Âlimlerin ekserisi bu görüştedirler.

Şafiî: İmam minber üzerindeyken hutbeye başlamadıkça konuşmakta beis yoktur, imam hutbeye başladığı zamandan hutbeyi bitirinceye kadar konuşmayı hoş görmem. Hutbe ile namaz arasın­daki zamanda konuşmakta beis yoktur. Edebe en uygun olanı, hut­benin başlangıcından namazın bitimine kadar hiç konuşmamaktır. Hele imam hutbe okurken bir adamın konuşmasını hiç sevmem, de­miştir.

E1-Hâfız : Hutbe esnasında her türlü konuşmayı yasaklıyanlar, bu hadîsi delîl göstermişlerdir. Hutbeyi işitenler hakkında cumhurun hükmü budur, demiştir.

1111) Übeyy bin Ka’b (Radıyallâkü an/rj’den: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü (hutbesin­de) ‘Tebâreke’ sûresini ayakta okudu. Allah’ın günleri (nde vuku bu lacak büyük olaylardan bahis) ile bize (uyarıcı) nasi hatta bulunda. Ebü’d-Derdâ veya Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) beni dürterek:

Bu sûre ne zaman indirildi. Ben bu ana kadar bu sûreyi işitme­dim, dedi. Übeyy (Radıyallâhü anh) Ona:

Sus! diye işaret etti. Bunlar namazdan dönüp gidince soru sa­hibi (Übeyy (Radıyallâhü anh) ‘a) ı

Ben bu sûre ne zaman indirildi diye sana soru sordum. Sen ba­na bildir m edin? dedi. Übeyy (Radıyallâhü anh) :

Bu günkü namazından senin için bu sorudan başka hiç bir ka­zancın yoktur, dedi. Soru sahibi Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)”e giderek kendisiyle Übeyy (Radıyallâhü anh) arasında hut­be esnasında geçeni anlattı ve Übeyy (Radıyallâhü anh)’in namaz­dan sonra kendisine söylediği sözü nakletti. Übeyy (Radıyallâhü anh) demiştir ki t Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel I em) :

«Übeyy doğru söylemiştir.» buyurmuştur.İsnadının sahih ve ricfihnın sıka olduğu Zevâld’ds bildirilmiştir. [169]

İzahı

A h m e d de bu hadîsi rivayet etmiştir. Hadîs, hutbe esna­sında din ile ilgili konuşmaların bile yasak olduğuna delâlet eder. Übeyy (Radıyallâhü anh)’a soru soran sahâbînin E b ü’d-D e r d â veya E b û Z e r r (Radıyallâhü anh) olduğunda râ-vî tereddüt etmiştir. Übeyy (Radıyallâhü anh) Tebâreke-sûresinin ne zaman indiğini soran sahâbiye ‘Sus’ dememiş ancak bu kelimeyi ifâde eden bir işaret yapmıştır. Bu sorunun bile Cuma fa­ziletinin kaçırılmasına sebebiyet verdiği Übeyy (Radıyallâhü anh) tarafından bildirilmiştir. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e yapılan müracaatta Peygamber Efendimiz Übeyy (Radıyallâhü anh)’i doğrulamıştır. [170]

87 – İmam Hutbe Okurken Mescide Giren Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1112) Câbir bin Abdülah (Radtyallâhü anhümâ/dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (cuma günü) hutbe okurken Süleyk[171] el-Catafâni (Radıyallâhü anh) mescide girdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Namaz kıldın mı?» diye sordu. Süleyk (Radıyallâhü anh) :

— Hayır! dedi. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «O halde iki rek’at kıl» buyurdu.

Râvi Amr. rivayetinde Süleyk (Radıyallâhü anh)’ı ismen zikret-memiştir.[172]

1113) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyalâhü anh)’den; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (cuma günü) hutbe

okurken bir adam geldi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

Ona:

— «Namaz kıldın mı?» diye sordu. Adam:

— Hayır! dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «İki rek’at kıl» buyurdu.”

1114) Ebû Hüreyre ve Câbir (Radtyallâhü anhiimâ)’dan; Şöyle söy­lemişlerdir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okurken Süleyk el-Ğatafânî (Radıyallâhü anh) geldi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona:

— «Sen gelmeden Önce iki rek’at namaz kıldın mı?» diye sordu. Süleyk (Radıyallâhü anh) :

— Hayır, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— “İki rek’at namaz kıl ve bunları hafif tut» buyurdu. [173]

İzahı

Câbir (Radıyallâhü anh) ‘in ilk hadîsini Buhâri, Müs­lim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutni ve Bey-h a k i de rivayet etmişlerdir. Rivayetlerin bir kısmında Süleyk (Radıyallâhü anh)’in ismi belirtilmemiştir. Bâzı rivayetlerde:

= «Kalk da namaz kıl.» ifâdesi geçmektedir.

Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)’in hadisini Ebû Dâvûd hâriç, Kütüb-i Sitte sâhibleri rivayet etmişlerdir.

C â b i r (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radı­yallâhü anh)’in 1114 nolu hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Dârekutnî ve Bey haki de rivayet etmişlerdir. E b ü Dâvûd’un Câbir (Radıyallâhü anh)’den olan bir rivayetin­de şu ilâve vardır:

= «İmam hutbe okurken biriniz (mescide) geldiği zaman iki rek’at namaz kılsın ve bunları hafif tutsun.»

Bu bâbtaki hadîsler, hutbe esnasında mescide girenin iki rek’at “Tahiyyetü’l-Mescid” kılmasının meşruluğuna delâlet ederler.

Tirmizî, Ebü Saîd (Radıyallâhü anh)’in hadîsini ri­vayet ettikten sonra: Bu hadîs hasen – sahihtir. îlim ehlinin bâzısı­nın uygulaması bu hadîse göredir. Şafiî, Ahmed ve İshak bununla hükmetmişlerdir. Bâzı âlimler : İmam hutbe okurken mes­cide giren hemen oturur, hutbeyi dinler, namaz kılmaz demişlerdir. Süfyan-ı Sevrî ve Küfe ehlinin kavli budur. Birinci kavil daha sahihtir, demiştir.

Tuhfe müellifi, Nevevi’ nin M ü s 1 i m ‘ in şerhinde şöyle dediğini nakletmiştir: M ü s 1 i m ‘ in rivayet ettiği bu hadîslerin hepsi Şafii, Ahmed, İshak ve hadisçilerin Fıkıhçılannın kavline delildir. Bu zâtların kavline göre cuma günü imam hutbe okurken mescide girenin iki rek’at Tahiyyetü’l-Mescid namazı kıl­ması müstahabtır. Kılmadan oturması mekruhtur. Bir an önce hut­beyi dinlemesi için bu namazı hafif tutması müstahabtır. H a s a n – i B a s r i ve diğer bâzı Mütekaddimînin mezhebinin bu olduğu nak-ledilmişdir. El-Kadî’ nin dediğine göre Mâlik, El-Leys, Ebû Hanife, Sevri, sahâbilerle tabiîlerin cumhuru, bu namazı kılmamaya hükmetmişlerdir. Ömer, Osman ve A 1 i {Radıyallâhü anhümKden bu yolda rivayet vardır. Bu grup­taki âlimlerin delili, imamı dinlemek ve susmak hakkındaki delil­dir. Bunlar, bu bâbta rivayet edilen hadisleri tevil etmişlerdir, de­miştir.

Tuhfetü’J-Ahvezî yazarı ve El Menhel yazarı, her iki grubun de­lillerini, yorumlarını ve birbirlerine vermiş oldukları cevablan çok geniş almışlardır. Netice her ikisi, birinci gruptaki âlimlerin görü­şünü tercih etmişlerdir. [174]

88 – Cuma Günü Cemâatin Üstünden Atlamaktan Nehiy Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1115) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü hutbe okur­ken bir adam mescide girdi ve cemâatin üstünden atlamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Ona) :

«(Artık) otur! Sen hem (cemaata) eziyet ettin hem de geç kal­dın.» buyurdu. [175]

İzahı

Ahmed ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir. Ebû D â v û d ve N e s â i de; (Artık otur! Sen ce­mâate) eziyet ettin.» lafzını rivayet etmişlerdir. Onların rivayetinde; ‘ = «Hem de geç kaldın» cümlesi yoktur. Müellif bunu C âbir bin Abdalla h’tan diğerleri ise A d d u 1 1 a h bin ETü s r (Radıyallâhü anhümâ)’den rivayet etmişlerdir.

Hadisin zahirine göre Cuma günü cemâatin üstünden atlıyarak ön saflara geçmek haramdır. El-Menhel yazarı şöyle der :

“Ebû Hâmid’in nakline göre Şafiî bunu haram say­mıştır. Bâzı âlimler : Büyük günahlardandır, demiştir. N e v e v î de Zevâidü’r-Ravda’da: Muhtar kavle göre haramdır. Çünkü sahih ha­dîsler bunu yasaklamış, demiştir.

Şafii mezhebinin meşhur kavline göre hutbeye başlanmış olsun olmasın ön saflarda boş yer varken oraya geçmek için cemâa­ti yarmak mekruh değildir. (Erken gidenlerin boş yerleri doldurma­sı beklenirken bunu yapmadıkları için kusur onlarındır.) Boş yer yok ise cemâatin üstünden atlamak mekruhtur.

Hanbeliler de Şafii ler gibi hükmetmişlerdir.

Hanefî ler’e göre, imam hutbeye başlamadıkça ve kimse­ye eziyet etmedikçe cemâatin üstünden ön saflara geçmekte beis yok­tur. Aksi takdirde geçmek sakıncalıdır. Ancak önde boşluk varsa zaruret icabı geçilir.

Maliki ler’e göre imam minbere çıkıp oturduktan sonra ilerdeki bir boşluğu doldurmak için bile olsa cemâatin üstünden at­lamak haramdır- İmam henüz minber üzerinde oturmamış iken iler­deki bir boş yere oturmak için cemâatin üstünden atlamak caizdir. Bir boşluğu doldurmak için değilse mekruhtur.

Bu ayrıntılara dâir bir delil yoktur. Tercihe şayan hüküm, hutbe esnasında olsun, henüz hutbeye başlanmamış olsun cemâatin üstün­den geçmenin yasak kılınmasıdır. Çünkü bu geçiş, oturanlara eziyet verir. Ancak geçmek isteyen kişi imam ise veyahut ilerde bir boş yer bulunur, başkaca boş yer yok ve oraya geçmek için cemâatin üstün­den atlamaktan başka bir çare yok ise bunda sakınca olmamalıdır.’1

El-Menhel yazarı yukarıdaki âlimlerin görüşlerini ve son parag­rafta kendi kişisel görüşünü anlattıktan sonra şöyle der:

“Hadiste Cuma günü kaydının zahirine göre cemâatin üstünden atlama yasağı Cuma namazına mahsustur. Hükmün umumî olması muhtemeldir. Cuma namazında izdiham fazla olduğu için bu kayıt konmuş, diğer namazları hükümden istisna etmek için değildir, deni­lebilir. Bu son ihtimâl zahiridir. Çünkü yasaklama sebebi cemaata eziyet etmektir. Bu sebep başka namazlarda da olabilir.

En-Neyl yazarı: Bu sebebe göre anılan yasaklama hükmü ilim ve benzeri toplantılar için de vâriddir, demiştir.”

1116) Muâz[176] bin Enes (el-Cühenî) (Radıyallâhü anh)’den riva­yet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştin

-Kim Cuma günü (mescidde oturan) halkın üzerinden atlayıp geçerse, o kimse cehennem yolu üzerinde köprü ittihaz edilir. [177]

İzahı

T i r m i z i de bunu rivayet etmiştir.

Köprü ittihaz edilmesinden maksat kıyamet günü cehennem yo­lu üzerinde yere yatırılıp üzerinde halkın basa basa gitmesidir.

Hadisteki: fiili meçhul için okunursa mânâ “İttihaz edilir.” demektir. Cümle de yukarda anlatılan mânâyı ifâde eder. Mezkûr fi’lin:”İttihaz eder.” diye malum binası olarak okunması

mümkündür. Böyle de rivayet vardır- Bu takdirde cümlenin mânâsı şu olur: “…yaparsa cehennem’e gitmek için kendisine bir köprü itti­haz etmiş olur. [178]

89 – İmam Minberden İndikten Sonra Konuşmak Hakkında Gelen(Hadisler) Babı

1117) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü <tnh)’den. Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü (hutbeden sonra) minberden indiği zaman ihtiyaç olduğunda konuşurdu. [179]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhakİ de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler biraz uzuncadır. Ebû D â v ü d ‘ un rivayeti meâlen şöyledir:

“Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i minberden iniyor, cemaattan bir adam ihtiyacı hakkında O’nunla konuşuyor. O da ayakta bekliyor ve adamın işi bitince, O namaza başlıyor iken gördüm.”

Hadîs, hutbe bittikten sonra ve henüz namaza başlamamış iken imamın konuşmasının câizliğine delâlet eder.

El-Menhel yazarının dediğine göre Ata’, Tavus, Z ü h -ri, Bekr el-Müzeni, Nahai, Mâlik, Şafii, Is-hak ve Yakup böyle hükmetmişlerdir. I b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in de böyle dediği rivayet olunmuştur.

Hanefi âlimlerinden Ebû Yûsuf ile Muhammed de : Bunda beis yok, demişlerdir. Âlimlerin çoğunun görüşü budur.

Ibnü’l-Arabi: Bence en sahihi, hutbeden sonra konuşma­maktır. Çünkü cuma gününde duaların makbul olduğu saatin, ima­mın minbere çıktığı anla namazın kılındığı an arasındaki sürede Olduğunu Müslim rivayet etmiştir. Artık bu zamanın zikir ve düâ ile geçirilmesi uygun olanıdır, demiştir.

El-Menhel yazarı: Bu hadis, namaz bitinceye kadar susmayı em­reden hadislere muhalif değildir. Çünkü bu hadîs, ihtiyaç hâlinde konuşmaya izin verir, demiştir.

Sindi: Bu ve benzerî hadîslerin zahiri hutbeden önce ve son­ra olsun, imamın sustuğu başka zaman olsun konuşmanın yasaklığına delâlet eder, demiştir. [180]

90 – Cuma Namazındaki Kıraat Hakkında gelen (Hadîsler) Babı

1118) Ubeydullah [181] bin Ebî Râfi’ (Radıyallâhü anhümâydan ri­vayet edildiğine göre şöyle demiştir:

(Medine-i Münevvere valisi) Mervân [182] (bin el-Hakem) (Radıyallâhü anhümâ), Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’a Medine vali­liği vekâletini vererek Mekke’ye gitti. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) bize Cuma namazım kıldırdı. (Fatihadan) sonra birinci rekatta el-Cumua, sûresini ve son rek’atte, el-Münafikûn sû­resini okudu* ‘

Ubeydullah demiştir ki t Ebu Hüreyre (Radıyallâhü anh) namaz­dan dönüp gidince ben ona yetişerek dedim ki: Ali (Radıyallâhü anh) in Küfede Cuma namazında devamlı okuduğu iki sûreyi oku dum. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) dedi ki: Ben Resûlullah (Sal lallahü Aleyhi ve Sellem)’den bu iki sûreyi (cumada) okurken işit tim.”

1119) Ubeydullah bin AbdiIIah (bin Utbe) (Radtyallâhü ankümâ)’-dan, rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Dahhâk[183] bin Kays (Radıyallâhü anh), Numan bin Be-şîr (Radıyallâhü anhümâ)’ya mektup yazarak Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma namazında (birinci rek’atte okuduğu) Cuma sûresi ile beraber (ikinci rek’atte) ne okuduğunu bize bildirin diye sordu? Numan:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma namazı (mn ikin-ci rekatında; (sûresini okurdu, diye cevap

verdi.”

1120) Ebû İnebe el-Havlânî (Radtyallâhü tf«/r/den: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma namazında (bi­rinci rek’atte)!sûresini ve (ikinci rek’atte); sûresini okurdu.”

Not : Zevâid’de : Râvi Said bin Sinan zayıftır. Hadisin aslı Buhari, Müslim ve diğer kitablarda, başka bir sened ile rivayet edilmiştir, diye bilgi vardır. [184]

Hadîslerin İzahı

1118 nolu Ubeydullah bin Ebî Râfi’ (Radıyallâhü anh) ‘m hadîsini Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Ne-sâî ve Beyhaki de az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir. Hep­sinden, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in Cuma namazının ilk rek’atinde Cuma sûresini ve ikinci rek’atinde el Münâfikûn sûre­sini okuduğu anlaşılır.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’ın sözü sanki bir soru­nun cevabıdır. Çünkü Ubeydullah (Radıyallâhü anh) : Ali (Radıyallâhü anh) ‘in Kûfe’ de devamlı okuduğu mezkûr sûre­leri okudun! derken; bunun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’e dayalı bir yönü var mı demek istemiş?

Bu iki sûreyi cuma namazında okumanın hikmetini el-Menhel yazarı şöyle anlatır:

“Cuma sûresinde Cuma ile ilgili hükümler, Mü’minlere övgü, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gönderilmesinin fazi­letleri ve ibâdete teşvik vardır. Münâfikûn sûresinde de, mü­nafıklar, tevbe etmeyişlerinden ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e kendilerinin günahlarının bağışlanması yolunda duâ ve is­tiğfar etmesi için müracaat etmeyişlerinden dolayı kınanıyor ve güzel nasihatlar ihtiva ediyor.”

1119 nolu Ubeydullah bin Abdillah’ın hadîsini Mâlik, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.

Dahhak (Radıyallâhü anh) ‘in yazışma suretiyle N u ‘ m a n (Radıyallâhü anh)’a mezkûr soruyu sorduğu M ü s 1 i m ‘ in riva­yetinde de belirtilmiştir.Dahhâk (Radıyallâhü anh) ve çevre­si Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in cumanın ilk rek’atin-de Cuma sûresini okuduğunu bildikleri için yalnız 2. rek’atte ne oku­duğunu sormuşlardır.

1120 nolu Ebû tnebe (Radıyallâhü anh)’in hadisini A h -med, Ebû Dav û d, Nesâi ve Beyhaki, Ebû îne-b e (Radıyallâhü anh)’den değil Semûre bin Cündüb (Radıyallâhü anh)’den başka bir senedle rivayet etmişlerdir.

Bu hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma na­mazının ilk rekatinde El-A’lâ sûresini ve ikinci rek’atte El-Ğâşiye sü­resini okuduğuna delâlet eder.

Bu bâbta rivayet olunan hadislerden alınan netice şudur ki cu­ma namazının ilk rek’atinde Cuma sûresini, son rek’atte El-Münâfi-kûn sûresini; yahut ilk rek’atte Cuma ve son rek’atte El-Ğâşiye sû­relerini veyahut ilk rek’atte El-A’lâ ve ikincisinde El-Gâşiye sûrele­rini okumak sünnettir. Bunlardan hangilerinin afdal olduğu hususun­da ihtilâf vardır.

  1. Şafii ve Ahmed. Cuma ve MÜnâfikün sûrelerini ter­cih etmişler.
  2. Mâlik, Cuma ve Gaşiy e sûrelerini ihtiyar etmiştir.
  3. Hanefi âlimleri : İmam vakit namazlarında olduğu gibi Cuma namazında da istediği yerden okur. Bu rivayetlerin hepsi sa­bittir. Şunu buna tercih etmenin nedeni yoktur, demişlerdir. [185]

91 – Cuma Namazından (Yalnız) Bir Rekate Yetişen Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1121) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Cuma namazının bir re k’atine yetişen kimse o rek’ate bir rek’at eklesin.»”

Not: İsnadındaki râvi Ömer bin Habib’in zayıflığı hususunda âlimlerin itti-.fak. ettikleri Zevâid’de bildirilmiştir.

1122) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ««/f/den rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Namazın bir rek’atine yetişen kimse, (o namaza) yetişmiş olur. [186]

İzahı

Zevâid türünden olan ilk hadisi Dârekutni ve Beyha-k i de rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarının nakline göre bunla­rın rivayetlerinde şu ziyade vardır:

«Eğer kişi. Cuma namazı cemaatına teşehhüdde yetişirse, dört rek’at kılsın.»

Bu ziyade ile beraber düşünülürse hadîsten çıkarılan hüküm şu olmuş olur: Cuma namazına geç kalan kişi mescide vardığında ce­mâat Cuma namazının bir rekatını kılmış ise, gelen şahıs hemen ima­ma uyar, cemaatla beraber bir rek’at kılar. îmam selâm verdikten sonra kalkar bir rek’at daha kılar ve selâm verir. Şayet cemâat iki rek’atı kılmış ve teşehhüd için oturmuş iken, cemaata yetişirse, imam selâm verdikten sonra kalkar dört rek’at öğle namazını kılar.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in ikinci hadîsini T i r -mizi, Ebû Dâvûd, Nesâi. Beyhaki ve Dârekut-n i de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd1 un rivayetinde hadişin ikinci cümlesinde; = «O namaza yetişmiş olur.» buyurulur. Yâni: kelimesi vardır. Bu kelimenin anlamını ter-cemede parentez içine aldım.

Hadisin ilk cümlesi olan:Namazın bir rek’atina yetişen» cüm­lesindeki namazdan maksat cuma namazı olabilir. Babımıza uygun olanı budur. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhî’ın ilk hadîsi, cuma namazına âit olduğu için ona mutabakat da hâsıl olur.

Namaz kelimesi umumi olarak yorumlanabilir. Yâni cuma na­mazı olsun vakit namazı olsun, hepsinin hükmü aynidir. Umumî mâ­nâda düşünülünce cuma namazını da kapsamına almış olur. Ve ha­dis, yine bu baba mutabakat halindedir. El-Menhel yazarının nak­len beyânına göre Z ü h r i ikinci yorumun doğru olduğunu söyle­miştir.

Hadîsin ikinci cümlesi olan «… O namaza yetişmiş olur.» ifâdesi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Zahir olan yorum şudur:

Cuma namazının bir rek’atine yetişen kimse cuma namazına ye­tişmiş olur. Yâni imam selâm verince kalkar bir rek’at daha kıldık­tan sonra selâm verir. Cumanın bir rek’atine de yetişemeyen, mese­lâ teşehhüdde cemaata yetişen kimse cuma namazına yetişmiş sa­yılmaz. Yâni imam selâm verince kalkıp dört rek’at namaz kılar. Bu yorum bir önceki hadîsin Dârekutnî ve Beyhakî’ nin rivayetlerine uygun olur.

Şayet hadîsteki namaz vakit namazlarını da kapsıyan şekilde yo­rumlanırsa ikinci cümlesini aşağıdaki şekillerde yorumlamak müm­kündür :

  1. Cemaatla namaz kılınırken yalnız bir rek’atine yetişen kim­se cemâatin faziletine yetişmiş olur.
  2. Henüz vakit çıkmadan farz namazın bir rek’atine yetişen ve kalan rek’atleri vakit çıktıktan sonra kılan kimse o namazı vaktin­de kılmış olur, kazaya bırakmış sayılmaz. [187]

Cuma Namazının Bîr Rekatine Yetişen Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri

  1. Şâfiîler, Mâlikîler, Ahmed, Hanefi’ ler-den Muhammed, ayrıca İshak, Ebû Sevr, Züh-ri, Evzâi, Sevrî, îbn-i Mes’ud, İbn-i Ömer, Enes, Said bin el-Müseyyeb, el-Esved, A lk a-me. Hasanı Basrî, Urve bin Zübeyr, Nahaî ve lbnü’l-Münzir (Radıyallâhü anhüm)’a göre cuma na­mazının bir rek’atine yetişen kişi, imamın selâmından sonra kalkar, bir rek’at daha kılarak selâm verir ve cuma namazına yetişmiş olur. Şayet teşehhüdde cemaata yetişirse imamın selâmından sonra dört rek’at kılar ve Cuma namazına yetişmiş sayılmaz. Kıldığı namaz o günkü öğle farzı yerine geçmiş olur.
  2. El-Hakem, Hammâd, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf demişler ki: Teşehhüdde imama yetişen kimse cuma na­mazına yetişmiş olur. imamın selâmından sonra kalkıp iki rek’at kı­lar ve selâm verir.

Bu grubun delili Buhâri, Müslim ve diğerlerinin riva­yet ettikleri Efendimizin şu hadîsidir :

«Yetişebildiğiniz! (imamla) kılı­nız, kaçırdığınızı da (imamın selâmından sonra) tamamlayınız.»

Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf: Bu hadis umumi olu­şu itibariyle henüz imam selâm vermeden teşehhüdde ona yetişen kimseye şâmildir. Çünkü bu hadise göre teşehhüdde imama yetişen şahıs niyet etmiş olduğu cuma namazını tamamlamak zorundadır. Hattâ imama sehiv secdesinde yetişen kişi de bu hükme tâbidir, de­mişlerdir.

Birinci grup, mezkûr hadisin bu bâbta rivayet edilen hadîslerle hususilik kazandığını yâni cuma namazının bu umumî hükümden is­tisna edildiğini söylerler. [188]

Cuma Namazının Bir Rek1 Atinden Daha Bir Miktarına Yetişen Nasıl Niyet Eder?

  1. Hanefi âlimlerine göre meselâ teşehhüdde imama uyan kimse cuma namazına niyet ederek namaza başlar ve imamın selâ­mından sonra kalkıp iki rek’at kılarak selâm verir, kıldığı namaz cuma namazı sayılır,
  2. Şâfiîler ve Hanbeliler’ den Muhammed: İkinci rek’atın rükûundan sonra, imama uyan kimse cuma namazı niyeti ile namaza başlar, imamın selâmından sonra dört rek’at kılarak selâm verir, demişlerdir. Yâni Cumaya niyet etmiş, fakat öğleyi kılmış olur.
  3. Hanbeliler: Durumu yukarda anlatılan kimse, eğer öğleye niyet etmiş ise ve öğle vakti girmiş ise, imam selâm verince, adam dört rek’at kılar ve kıldığı öğle namazı sayılır. Şayet niyet ederken Cumaya niyet etmiş ise veyahut henüz öğle vakti girmeden cuma namazına başlamış ise kıldığı namaz nafile sayılır, demişler­dir.
  4. Mâ1iki1er: Anılan adam, Cuma’ya niyet edecek ve imam selâm verince öğle namazı olarak tamamhyacak, demişlerdir.

1123) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaüâhü anhümâ)’&dr\ rivayet edil­diğine göre. Resûluüah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Cuma namazının veya başka namazın bir rek’atine yetişen kim­se o namaza yetişmiş olur.» [189]

İzahı

Nesâi ve-Dârekutni de bunu rivayet etmişlerdir. Bu hadis, umumidir. Cuma namazı olsun başka namaz olsun bir rek’atı cemaatla kılan kimse cemâatin faziletine kavuşmuş olur, veya o na­mazı edâ etmiş, yâni kazaya bırakmadan kılmış olur. Hadis daha önceki hadîslere benzediği için oradaki izahla yetineyim. [190]

92 – Cuma Namazına Ne Kadar Mesafeden Gelineceğine Dair Varid Olan Hadîs Babı

1124) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü önA«wiö)’dan; Şöyle de­miştir :

Küba ehli Cuma günü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in (mescidine gelerek) beraberinde Cuma namazını kılarlardı.Bunun senedindeki Nâfi’nin râvisi olan Abdullah’ın zayıf olduğu Ze-vâid’de bildirilmiştir. [191]

İzahı

Cuma namazının kılındığı şehirde oturan ve seran özürlü olma­yan erkeklere cuma namazı farzdır. Şehir içindekilerin evleri ezan sesini işitmeyecek kadar camiden uzak olsa bile âlimlerin icmâı ile cuma namazına gitmek mecburiyetindedir. Şehrin dışında oturanla­ra cumanın farz olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır.

El-Menhel yazarı bu ihtilâfla ilgili olarak şunları söyler:

  1. Amr bin el-As, Saîd bin el-Müseyyeb, Ahmed ve İshak (Radıyallâhü anhüm) : Şehir dışındakiler cuma ezanını işitir durumda iseler onlara cuma namazı farzdır, işit­mez derecede uzakta ise farz değil, demişlerdir. Ş â f i il e r de ayni şeyi söyliyerek : Ezan sesini işitmek hususunda muteber olan du­rum şudur: Rüzgârın esmediği ve seslerle gürültülerin kesildiği bir vakitte şehrin kenarında müezzin ezan okurken, şehrin dışında ve o yönde bulunan mükellef, kulağını ezan sesine verdiği takdirde ezan sesini işitirse Cuma namazına gitmesi farzdır, işitmezse farz değildir, demişlerdir.
  2. Ibn-i Ömer, Ebû Hüreyre, Enes, el-Ha-san, Ati’, Nâfi’, îkritne, el-Hakem ve Evzâi (Radıyallâhü anhüm) : Şehrin dışındaki kimse, şehirde cuma nama­zını kıldıktan sonra, akşam karanlığından önce evine ulaşabilirse cu­ma namazına gitmesi farzdır, demişlerdir.
  3. Zeyd bin Ali, el-Bdkır, Ebû Hanife ve re’y ehli: Şehrin dışında olanlar ezan sesini işitseler bile onlara cu­ma namazına gitmek farz değil, deirtişler.Hanefî1er’den Muhammed, Şâfiîler gibi: Ezan sesini işitme farzdır, de­miştir.
  4. Mâlik ve el-Leys: Şehirden âzami üç mil uzakta bulunana farzdır, demişlerdir.
  5. İbnü’1 – M ü n z i r , Rabia ve bir rivayete göre Züh-r i bu mesafeyi dört mil olarak tayin etmişlerdir.1

El-Menhel yazarı bu arada başka kavilleri de nakletmiştir.

Küba, Medine-i.Münevvere’ye 2-3 mil mesafe­dedir. Buranın cemaatının cuma namazı için Medîne-i Mü­nevvere’ye gittikleri bu hadiste bildirilir. [192]

93 – Özürsüz Olarak Cuma Namazını Terkeden Hakkındaki Bâb

1125) Sahâbîlik şerefine mazhar olmuş olan EbiTl-Ca’d ed-Demrî[193] (RadıyaUâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :

«Her kim pek önemsemediğinden dolayı Cuma namazını üç defa t erkede rse kalbi mühürlenir.-” [194]

İzahı

Tirmizi, p b û Dâvûd, Nesâi, Bey h ak î, Dâ-remî ve el-Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.

Tehavün Bu kelimenin sözlük mânâsı istihfaf ve küçümsemek­tir. Hadîsteki bu kelime ile bu mânâ kasdedilmemiştir. Çünkü, Cuma namazını küçümsemek küfrü mûcibtir. Bu nedenle burada kastedilen mânâ, tembellik ederek önem vermemektir. E 1 -1 r a k i: Te-havünden maksat, özürsüz olarak terketmektir, demiştir.

Tabı’: Mühürlemektir. Burada kasdedilen mânâ Hayrın ulaşmasına engel olan kasvet, katılık ve kararmaktır. E b û M u â z : Kalbin mühürlenmesinden maksat, günahlar yüzünden kalbin kapkara bir hale düşmesidir, demiştir. E 1 -1 r a k i de.: Kalbin mühürlenmesi, onun, münafık kalbine dönüşmesidir, demiştir.

Hadîsin zahirine göre, üç Cumayı aralıklı da terk edenin kalbi mühürlenir. Bâzı âlimler böyle hükmetmişlerdir.

Üst üste üç Cumayı terkedenlerin kasdedilmiş olması da muh­temeldir. 1127 nolu hadis ve B e y h a k i’ nin C â b i r (Radıyal-lâhü anh)’den ve D e y 1 e m i’ nin E n e s (RadıyaUâhü anhî’den ri-

vâyet ettikleri:-Özürsüz olarak üst üste üç Cumayı terk edenin kalbini Allah mü­hürler.» hadîsi, son ihtimali te’yid eder.

Üç Cumaya kadar kalbin mühürlenmemesi ilâhî bir müsamaha ve kulun doğru yola yönelmesine bir fırsattır.

1126) Câbİr bin Abdillah (RadıyaUâhü anküvtâydan rivayet edildi­ğine göre; Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Zaruret (şer’î özür) olmaksızın üç defa Cuma namazını terke-denin kalbini Allah mühürler.[195]

1127) Ebû Hüreyre (Radtyallâhii anh)'(\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) $öyle buyurdu, demiştir :

«Herhangi birinizden hiç umulur mu ki: (Şehirden) bir iki mit uzakta, davar sürüsünü ittihaz etsin, orada ot temin imkansızlaşır da daha uzaklara gitsin, sonra Cuma namazı vakti olur da kendisi gelip kılmasın, (ikinci) Cuma olur da (yine) kılmasın, (üçüncü) Cuma olur da gelip kılmasın. (Hiç birinizden umulmayan bu hareket) ni­hayet (sahibinin) kalbinin mühürlenmesine sebep olur.»

Not : Râvi Ma’dİ bin Süleyman zayıf olduğundan isnadın zayıflığı Zevald’de belirtilmiştir. [196]

İzahı

Zevâid türünden olan bunu tbn-i Huzeyme de rivayet etmiştir. Hadîs üst üste üç Cumayı özürsüz terketmenin kalbin mü­hürlenmesine sebep olduğuna şehirden iki milden daha uzakta bu­lunanlara Cuma namazına gitmenin farz olduğuna ve hayvancılık­la iştigal etmenin Cuma namazına gitmemek için bir mazeret sayıl-mıyacağına delâlet eder.

Hadîste geçen Subbe: At veya koyun – keçi veya deve sürüşüdür. Bu sürüdeki davar toplamı 20 ilâ 30 veya on ile kırk arasında değişir. Bu kadarlık sürüye Seriyye de denilebilir.

Şehir dışındakilerin Cuma namazına gitmeleri ile ilgili âlimlerin görüşlerini bundan önceki bâbta anlattım.

1128) Semûre bin Cündüb (RadtyaUâhü anh)’ûen rivayet edidiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Bile bile (bir) Cuma namazına gitmeyen kimse bir altını sadaka olarak versin, (buna) gücü yetmezse yarım altın tasadduk etsin.»” [197]

İzahı

Nesâî, Ebû Dâvûd, el-Hâkim ve Beyhaki de Semûre (Radiyallâhü anhJ’nin bu hadisini değişik senedle rivayet etmişlerdir.

Hadîs, bilerek ve hatırlıyarak bir Cuma namazına gitmeyenin bu keffareti ödemesini emretmiştir. Bu emir mendübluk içindir. Vü-cüp için değildir. Çünkü Cuma namazı kılınmayınca onun yerine öğ­le namazı kılınır. Hadîste anılan keffâret, Cuma namazına gitme­mek günâhını hafifletmek içindir, kökünden gidermek için değildir. Zira vârid olan sahih hadîslerden anlaşıldığı gibi özürsüz Cumayı ter-ketmek büyük günahlardandır. Cuma namazına özürsüz olarak git­memenin günahından kurtulmak için o günkü öğle namazını kılmak, varsa bir altını sadaka olarak dağıtmak ve bir daha gitmemezlik et­memek kararı ile tevbe etmek şarttır.

Bir altını sadaka veremeyen kimse, maddî imkânları yarım altı­ vermeye elverişli ise bunu yapması menduptur. [198]

94 – Cuma Farzından Önce (Kılınacak/ Namaz Hakkında Gelen (Hadîs) Babı

1129) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü ankümâ)’da.n \ Şöyle de­miştir :

ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Cuma farzından önce dört rek’at namaz kılardı. Bu dört rekatın arasında selâm vermezdi.Zevâid’de: Bu isnad, zayıf râviler zincirinden kuruludur. Çünkü r&vî-lerden Atiyye’nfn zayıflığı hususunda ittifak edilmiştir. Haccac, tedliscidir, Mübeş-şİr bin Ubeyd, Kezzabtır, İbnü’I-Velİd olan Bakiyye de tedliscidir, denmiştir. [199]

İzahı

Hadîs, Cuma farzından önce dört rek’at sünnet kılmanın meşru­luğuna delâlet eder. Tirmizî de: îbn-i Mes’ud (Ra­dıyallâhü anhJ’den rivayet edildiğine göre kendisi Cuma farzından önce ve sonra dörder rek’at namaz kılardı. İbnü’l-Mübârek ve S e v r i böyle hükmetmişlerdir, der.

Cuma farzından önce sünnetin kılınmasına hükmeden âlimlerin delillerinden bir kısmı da 87. bâbta geçen (1112 -1114) nolu ve Süleyk el-Catafânî (Radıyallâhü anh) ile ilgili hadîslerdir.

Buhârî ve Müslim’in Abdullah bin Muğaffel (Radıyallâhü anh)’den merfu’ olarak rivayet ettikleri:

»”%& ûrJİil Af ûy = «Her ezan ile ikamet arasında bir namaz vardır.» hadîsidir.

Cumadan evvel sünnet vardır, diyen âlimlerin delilleri yanında şu beyanları da vardır:

Cuma namazı öğle namazından bedeldir. Öğle namazı için mev­cut sünnet, Cuma namazı için de aynen mevcuttur.

El-Menhel yazan Cuma farzından önce sünnet vardır diyenlerin delillerini ve yoktur diyenlerin bu delillere itirazlarını uzunca izah et­miştir. Hülâsa olarak:

Mâlik, meşhur kavline göre Ahmed ve Şafiî’ nin bazı arkadaşları: Cuma farzından önce, sünnet yoktur, demişlerdir. Bu husustaki dört mezhebin hükmü şudur;

  1. Hanefî mezhebine göre dört rekat sünnet bir selâmla

kılınır.

  1. Şafiî mezhebine göre iki rek’at müekked ve iki rek’at gayr-ı müekked olmak üzere dört rek’at sünnet kılınır. İkişer rek’at-ten selâm vermek daha faziletlidir.
  2. Hanbelî mezhebine göre asgari 2 ve azamî 6 rek’at sün­net kılınır. Ama bu namaz. Cumaya bağlı râtib türünden değildir.
  3. Mâliki mezhebine göre Cuma farzından önce sünnet yoktur. [200]

95 – Cuma Farzından Sonra (Kılınacak) Namaz Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1130) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivayet edildi­ğine göre :

Cuma farzını kılınca (mesciddenî dönüp giderdi de evinde İki rek’at namaz kılardı. Sonra demiştir ki: Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem), böyle yapardı.”

1131) Sâlinvin babası (tbn-i Ömer) (Radıyallâhü anhümâyâan; Şöy­le demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). Cuma farzından sonra (evinde) iki rek’at namaz kılardı.”

1132) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre-Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sefam) şöyle buyurdu; demiştir :

«Cuma farzından sonra namaz kıldığınızda dört rek’at kılınız.»” [201]

İzahı

î b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in ilk hadîsini Müslim, Nesaı ve Tirmizi de rivayet etmişler. Ebû Dâvûd ve B e y h a k i de benzerini rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ve^Beyhakî’nin rivayetinde hadîsin başında şu ziyâde vardır:«İbn-İÖmer (Radıyallâhü anhü-mâ) Cuma’dan önceki namazı uzun tutardı.*

rid”Cuma>dan önce sünnet vardır, diyen âlimler için bir de İ b n – i Ömer (Radıyallâhü anh)’in ikinci hadîsini M ü s -lım.Tirmizî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Ebû Davudve Nesâi de bunu rivayet etmişler, bunların rivaye­tinde : “evinde” ziyâdesi vardır. Tercemede bu ziyâde parentez içi ifâde ile gösterilmiştir. Bu ziyâde, efendimizin Cuma’dan sonraki ıkı rek’atı evinde kıldığını belirtir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Müslim Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâi ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler şöyledir :

«Cuma’dan sonra kim na­maz kilacaksa dört rek’at kılsın.»

Âlimler bu hadîsteki emrin mendubluk için olduğunu söylemiş­lerdir. Bu hadis Cuma’dan sonra dört rek’at sünnet kılmanın müstahablığına delâlet eder. Bunun mescidde veya evde kılınmasına dâir bir kayıt yoktur.

Bu bâbtaki ilk iki hadis Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sel-lem)’in Cuma’dan sonra, eve dönüp orada iki rek’at kıldığına delâlet eder. Son hadîste, Cuma’dan sonra dört rek’at kılınması emredil­miştir.

N e v e v i bu hususta özetle şöyle der:

‘Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem), bâzı vakitlerde Cu­ma’dan sonra yalnız iki rek’at kılmakla en azın iki rek’at olduğunu beyan etmiştir. Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)’in ekseri zamanlarda Cuma’dan sonra dört rek’at kıldığı ma’lumdur. Çünkü dört rek’at kılmayı bize emreden ve bizi buna teşvik eden odur. Hal­buki Onun hayra düşkünlüğü ve ibâdete iştiyakı, bizimkinden çok fazladır.’

El-Irâki, Nevevî’ nin bu sözüne itiraz ederek Cuma­dan sonra Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem}’in ekseri vakit­lerde dört rek’at kıldığının mâ’lum olmadığını hattâ sanılmadığmi, çünkü Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma’dan sonra evinde iki rek’at kıldığının sabit olduğunu söylemiştir. El-Irâkî sözlerine devamla: Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ‘in dört rek’at kılmayı emretmesi, kendisinin dört rek’at kılmasını gerektir­mez, demiştir.

EI-Menhel yazarı, Nevevi ve El-Irâkî’ nin özetini buraya aldığımız sözlerini naklettikten sonra şöyle der :

“Velhâsıl Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem), Cuma’dan sonra dört rek’at namaz kılmayı ümmetine emretmiştir. Bu emir üm­metine mahsustur. Yâni zâtına şumûlü yoktur. Kılınacak dört rek’a-ti evde kılmak kayıt ve şartını koşmamıştır. Ibn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anh)’in hadîsinde belirtildiği gibi Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)’in sadece iki rek’at kılması, ümmeti için dört rek’a-tin meşru kılınmasına mâni değildir.

Z e r k â n i’ nin nakline göre îbn-i Battal şöyle de­miştir: Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma namazın­dan sonra iki rek’at namazı evinde kılmasının hikmeti şudur: Cu­ma namazı öğle namazından bedel olduğu için mescidde sünnet kıl­mayı terk etmiş, tâ ki yanlış anlaşılmasın. Çünkü Cuma farzından sonra hemen aynı yerde iki rek’at sünnet kılsaydı bunun öğle nama­zından kısılmış iki rek’at olduğu sanılırdı.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Cuma farzından he­men önce mescidde iki rek’at sünnet kılmaması da bu endişeden do­layı olabilir.

Cuma’d an sonraki sünnetler hakkında âlimlerin görüşleri t

Bu bâbtaki hadîsler, Cuma’dan sonra sünnetin meşruluğuna de­lâlet ederler. Bu husustaki âlimlerin görüşleri şöyledir:

  1. Hanefî âlimlerine göre Cuma’dan sonra dört rek’at sün­net kılınır. Ve iki rek’atte bir selâm verilmez. Dört rek’atin bitimin­de selâm verilir. îbn-i Mes’ûd (Radıyallâhü anh) ve Ne-h a İ’ den bu kavil nakledilmiştir.
  2. Şafiî âlimlerine göre ikisi müekked ve ikisi gayri müek-ked olmak üzere dört rek’at sünnet kılınır. İkişer rek’atte selâm ver­mek daha sevaptır. Eğer Cuma’dan sonra öğle namazını kılarsa, Cu­madan sonraki sünneti kılmaya gerek kalmaz. Çünkü kılacağı öğle farzından önceki sünnet, Cuma sünneti yerine geçer.
  3. H a n b e 1 î âlimlerine göre Cuma’dan sonraki sünnet en az iki ve en çok altı rek’attir.
  4. Mâliki mezhebine göre Cuma namazına bağlı sünnet yoktur.

Bu bâbtaki hadisler, Mâliki âlimlerinin aleyhinde delildir.

Bu bâbtaki hadîsler, Cuma namazından sonraki sünnetlerin mes­cidde veya evde kılınabileceğine delâlet eder. Rivayetlerin ekserisi evde kılınmasına aittir. Efdal olanı da budur. Çünkü nafilelerin ev­lerde kılınmasına teşvik edici hadîsler vardır. [202]

Zuhr-İ Âhir Kılmak Meselesi

Türkiye’de Hanefî ve Şafiî mezhebleri mensup­larının bulunduğu ma’lumdur. Birden fazla camide Cuma namazını kılan Ş â f i i 1 e r, bundan sonra öğle namazını kılarlar. H a -n e f i 1 e r de Zuhr-i Ahir kılarlar. Bu husustaki mezheblerin görüş­lerini özeti iyerek buraya almayı uygun gördüm :

Bü husustaki bilgiyi Abdurrahman el-Cezîrî’ nin te’lif ettiği dört mezhebin fıkhına âit kitabın “Cuma” bahsinden ak­tarıyorum :

“Müslümanların bir yerde toplu halde Allah’a ibâdet etmeleri, müslümanlar arasında bulunması gereken muhabbet, şefkat, saygı ve yardımlaşma bağlarının kuvvetlenmesi ve bu duygulara ters dü­şen duyguların bertaraf edilmesi gibi pek çok hikmetlere binâen Cu­ma namazı farz kılınmıştır. İhtiyaçtan fazla mescidlerde Cuma na­mazının kılınması, bu hikmetlere ters düşer. Bunun izahına gerek gör­müyorum.

Bâzı İslâm âlimleri: İhtiyaç olmaksızın Cuma namazı bir çok ca­mide kılındığı takdirde, ihtiyâca cevap verecek ve daha önce Cuma namazı kılınan camilerdeki Cuma sahihtir. Diğerleri sahih değildir. (Meselâ bir şehir halkından Cuma namazına gidenler için on cami kâfi iken on beş camide Cuma namazı kılındığı takdirde, namazi ilk kılan on cami cemâatinin Cuması sahihtir. Geç kalan beş cami cemâa­tinin Cuması sahih değildir, öğle namazı kılmaları gerekir.) Bu hu­sustaki mezheblerin görüşleri şöyledir:

1 – Hanefî mezhebine göre müteaddit yerlerde kılınan Cu­ma namazı sahihtir. Yerlerin çokluğu, Cumanın sıhhatına zarar ver­mez. Hattâ hepsinin bir anda kılması mecburiyeti de yoktur. Lâkin bir mescidde Cuma namazını kılanlar, başka câmilerdekilerin daha önce kıldıklarını bildikleri zaman Zuhr-i Ahır niyetiyle dört rek’at namaz kılmaları vâcibtir. Bu dört rek’ati bir selâmla kılarlar. Avam taba­kasının bunu farz olarak itikat etmemesi için bu namazın evde kı­lınması efdaldır. Bilindiği gibi Hanefi mezhebinde vâcib, farz kadar kuvvetli değildir. İstersen zuhr-i ahiri kılmanın sünneti mü-ekkede olduğunu söyliyebilirsin. Şayet başka camilerin daha erken Cumayı kıldıklarından şüphe edilirse zuhr-i ahîr niyetiyle dört rek’at namaz kılmak mendubtur. Her rek’atte Fatiha’ dan sonra bir sûre veya üç kısa âyet okumak gerekir. Çünkü bu namazın nafile ol­ması muhtemeldir.

Cuma farzından sonra Cumanın dört rek’at sünneti kılınmalıdır. Ondan sonra zuhr-i ahîr kılınmalı, daha sonra öğle vakti sünneti ni­yetiyle iki rek’at kılınmalıdır.

2 – Şafiî mezhebine göre Cuma namazı kılınan yerlerin sa­yısı tam ihtiyaca göre ise hepsinin Cuması sahihtir. Cumadan sonra öğle namazı kılmaları menduptur. Şayet yer sayısı ihtiyaçtan fazla ise ihtiyaç fazlası olanların Cuması sahîh değildir. İlk kılan ve ih­tiyaca cevap verecek sayıdaki yerlerin Cuması sahihtir. Namazdan geç çıkan diğerlerininki sahîh değildir. (Yukarıda Hanefî mez­hebinin görüşü anlatılırken paren tez içinde verilen misal, burası için de verilebilir.)

Eğer bütün camilerdeki cemaatların aynı anda Cuma farzına baş­ladıkları tesbit edilirse veya muhtemel ise yahut da hangi cemâatin önce ve hangisinin sonra başladığı meçhul ise hepsinin Cuması bo­zulur. Bu takdirde ihtiyaç fazlası yerlerin kapatılması ve ihtiyaca kâfi gelen yerlerde cemâatin toplanıp Cuma namazını yeniden kılma­ları gerekir. Bu mümkün olmadığı takdirde o günkü öğle namazını kılmaları gerekir.

3 – Mâliki mezhebine göre bir şehirde müteaddit mescidler bulunup hangisinde daha önce Cuma namazı kılınmış ise her hafta Cuma namazını o mescidde kılmak mecburiyeti vardır. Bu hükmün dört şartı vardır. Mâliki mezhebi mensupları memleketimizde bulunmadığı için bu şartları aktarmaya gerek görmüyorum.

4 – H a n b e I i mezhebi âlimleri, Şafii mezhebi âlim­lerinin görüşlerine yakın bir görüşe sahiptirler. Bunlara göre Cuma namazı kılman yerlerin sayısı, tam ihtiyaca göre ayarlanmış ise Cu­madan sonra öğle namazı kılmak evlâdır. Şayet Cuma namazı kılı­nan yerlerin sayısı ihtiyaçtan fazla ise devlet yetkilisinin Cuma için izin verdiği camilerdeki Cuma namazı sahihtir. Şu şartla ki: Onun izin verdiği camilerin sayısı ihtiyaçtan fazla olmamalıdır. Aksi takdir­de izin alanlardan, Cumayı ilk kılanlarınla sahihtir. Diğerleri sahih değildir. Kimlerin önce kıldıkları bilinmezse Şafii mezhebinde olduğu gibi tekrar şartlara uygun olarak Cuma için toplanmaları mümkün olmadığı takdirde o günkü öğle namazını kılmaları gerekir. [203]

96 – Cuma Günü Namazdan Önce Halka Halinde Oturmak Ve İmam Hutbe Okurken İhtibâ Biçiminde Oturmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1133) Amr bin Şuayb’ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-dtyattâhü anhüm)’den: Şöyle demiştir :

Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü namazdan önce mescidde halka biçiminde oturmaktan nehly etmiştir.” [204]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir.

Cemâatin camide halka biçiminde oturması yasaklanmıştır. Çün­kü Cuma namazına erken gitmek ve ön safları sırayla düzenli bir şe­kilde doldurmak emri vardır. Halka biçiminde oturmak, bu emrin ye­rine getirilmesine engel olur. Cumhur, buradaki nehyi mekruhluk an­lamında yorumlamıştır. YaSak olan halka teşkili umumîdir. Yâni ister müzakere için ister va’zı veya K u r’ a n -1 dinlemek için ol­sun, ister başka maksatlarla olsun hüküm değişmez.

Hadîste bu tür oturmanın yasaklığı “Cuma namazından önce” kaydına bağlanmıştır. Şu halde Cuma gününden başka günlerde na­mazdan önce böyle oturmak, keza Cuma günü namazdan sonra bu tür oturmak yasak değildir. Müslim ve Beyhakî’ nin Ebû Vâkid el-Leysî (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîs de buna delâlet eder:

“Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün ashabı arasın­da oturuyorken üç kişi geliverdi. Gelenlerden birisi (sâhâbîlerin teş­kil ettikleri) halkada boş bir yer bularak orada oturdu. Diğer birisi hemen oturuverdi. Râvi demiştir ki: Halkanın arkasında oturdu, de­diğini zannediyorum birisi ise gidiverdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına:

«Şu gelen üç kişinin durumundan size haber vereyim. Halkada oturan adam barınmak istedi. Allah da onu barındırdı. Halka arka­sında hemen oturuveren ise haya etti. Allah da onu utangaçlığına karşılık mükâfatlandırdı. Beklemeyip gidiveren ise yüz çevirdi. Al­lah da ondan yüz çevirdi.» buyurdu.”

Dünya işleri için mescidde halka kurmak ise caiz değildir. Çün­kü mescidler ibâdet için yapılmıştır.

Bir de îbn-i M e s ‘ u d (Radıyallahü anh) ‘un şu mealdeki hadîsi bu maksatla mescidlerde halka kurmanın caiz olmadığına de­lâlet eder:

«Dünyanın sonuna doğru bâzı kimseler mescidlerde halka halka oturacaklardır. Onların emelleri dünyadır. Sakın onların yanında oturmayınız. Çünkü, Allah’ın böylelerine İhtiyacı yoktur.»

1134) Amr bin Şuayb’ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radt-yallâkü anküm)’den ; Şöyle demiştir :

Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü ihtibâ bi­çiminde oturmaktan nehiy etmiştir.* Râvi demiştir ki: Yâni imam hutbe okurken.Zevâid’de beyan edildiğine göre bu hadisin isnadındaki râvi Bakiyye tedllsçîdir. Onun şeyhi (Abdullah bin VâkidDyi Tirmizl sıka saymışsa da meç­huldür. [205]

İzahı

Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed, el-Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Şu farkla ki: Bunlar Abdul­lah bin Amr (Radıyallâhü anhî ‘dan değil M u â z bin E n e s (Radıyallâhü anhJ’den rivayet etmişlerdir. Ebû D â -v û d ‘ un rivayet ettiği metin meâlen şöyledir:

”Cuma günü İmam hutbe okurken hubvet biçiminde oturmaktan Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nehiy etmiştir.”

Hubvet i “İhtibâ” masdarından alınma bir kelimedir. İki kelime de aynı mânâyı taşır.

İhtibâ ve hubvet, kişinin kabaları üzerinde oturup bacaklarını dikerek ellerini önden bağlamasıdır. Veyahut kuşak gibi bir şeyi be­line dolıyarak bacaklarının önüne geçirerek oturmasıdır. Araplar dinlenmek için böyle oturmayı âdet edinmişlerdir.

Cuma günü hutbe okunurken bu biçim oturuşun yasaklanmasm-daki hikmet, abdestin bozulmasına elverişli ve uykuyu celbedici ol­masıdır.

E1 – A y n i: Duvara veya başka bir şeye dayanmak da mekruh-luk bakımından ihtibâ gibidir, demiştir.

Ubâde bin Nesih, Evzâi, Mekhûl, Atâ’ ve Hasan-ı Basrî’ nin dâhil olduğu âlimlerden bir cemâat, hut­be okunurken böyle oturmanın mekruh olduğuna hükmetmişlerdir. Delilleri de bu hadîslerdir. Sindi: Birinci hadîsteki “Yuhallaka” fi’lini traş olmak anlamında yorumlamak hatâsına düşen bâzı kim­seler, kırk yıl gibi uzun bir zaman Cuma günü başını traş etmekten imtina etmiştir. Halbuki bu fi’il traş olmak değil, halka biçiminde oturmak nıânâsmdadır, demiştir.

Ebû Dâvûd’un rivayet ettiği bir hadise göre sahâbîlerin bir kısmı hutbe okunurken ihtibâ biçiminde oturmuşlardır. Ebû Dâvûd; İbn-i Ömer, Enes bin Mâlik, Şüreyh, Sa’saa bin Sûhân, Said bin el-Müseyyeb, İbrahim en-Nahâî (Radıyallâhü anhüm) gibi zâtlar bu bi­çimde oturmuşlardır, der.

Ebû Dâvûd’un Ya’lâ bin Şeddâd (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği bu hadîs, ihtibâ biçiminde oturmanın câizli-ğine hükmeden âlimler için delildir.

El-Menhel yazarı, ihtibânın câizliğine hükmedenler arasında Salim bin Abd i İlah, Kasım bin Muhammed, Atâ’, İbn-i Şirin, Amr bin Dinar, Ebû Z ü -beyr, îkrime bin Hâlid, Ahmed bin Hanbel ve İshak’m bulunduğunu ve Hanefi, Mâliki ile Ş â -f i i mezheblerinin bu olduğunu söylemiştir.

Bu gruptaki âlimler: İhtibânın yasaklığına âit hadîsler zayıftır. Delil olamazlar, demişlerdir.

T a h a v i : Sahâbîlerin uyguladıkları ihtibâ biçimiyle yasak olan ihtibâ biçiminin arasındaki farkın şu olduğunu söylemiştir: Ya­sak olan ihtibâ, hutbeye başlandıktan sonra yapılacak olan ihtibâdır. Çünkü hutbe esnasında ihtibâ etmek, hutbeyi dinlemeye mâni olabi­lir. Sahâbilerin caiz gördükleri ihtibâ ise, henüz hutbeye başlama­dan önce bu biçim oturmak ve hutbe bitinceye kadar vaziyeti değiş­tirmemektir. [206]

97 – Cuma Günü Ezan Hakkında Gelen (Hadis) Babı

1135) Sâib bin Yezîd (Radıyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yalnız bir tek müez­zini vardı. Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (cuma günü minbere) çıktığı zaman müezzin ezan okurdu ve (hutbeden sonra minberden) indiği zaman ikamet getirirdi. Ebû Bekir ve Ömer (Ra-dıyalâhü anhümâ) da (halifeyken) beyleydiler. Osman (Radıyallâhü anh) (halîfe) olunca ve cemâat çoğalınca çarşıdaki Zevrâ adlı bina üstünde üçüncü çağrıyı (şimdi okunmakta olan ilk ezanı) ilâve etti. Osman (Radıyallâhü anh) minbere çıktığı zaman müezzin ezan okur­du ve minberden indiği zaman müezzin ikâmet ederdi.” [207]

İzahı

Bunu, Buhar i, Tirmizi, Nesâi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Buharı” nin rivayeti meâlen şöyledir:

“Cuma günü ilk nida (ezan) Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem), Ebû Bekir ve Ömer (Radıyallâhü anhümâ) zamanlarında imam minbere oturduğu vakit başlardı. Osman (Radıyallâhü anh) (halîfe) olup halk da çoğalınca Zevrâ’ üzerinde (okunan) üçüncü çağrıyı (eza­nı) ilâve etti.”

Zevrâ’: Buhâri’ nin dediği gibi M e d î n e ‘ nin çarşı­sında bir yerin adıdır. Müellifimizin, Taberânî’ nin ve İ b n – i H u z e y m e ‘ nin rivayetine göre çarşıdaki bir evin adıdır.

Hadîsin çeşitli-rivayetlerinden anlaşıldığına göre Resûiullah (Sal­lallahü Aleyhive Sellem) devrinde ve Ondan sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh) zamanlarında Cuma günü imam minbere çıkıp oturduğu zaman ezan okunurdu. Daha önce ezan okunmazdı. Osman (Radıyallâhü anh) halife olunca bu durum Ebû Naîm’in rivayetinde belirtildiği gibi bir müddet devam etti. Sonra cemâat çoğalınca Cuma günü öğle yak­tı olunca mescide yakın olan Zevrâ’ adlı evin damında ezan okunmasını halife emretmiştir, tmam minbere çıkınca daha önce olduğu gi­bi ikinci kez ezan okunmuş ve hutbenin hitamında ikâmet edilmiştir. Meşruluk bakımından ilk ezan sonuncu olduğu için hadîste Zevrâ’ üzerinde okunan ezana üçüncü çağrı denilmiştir. Bunun üçüncü sa­yılması, hutbeden sonra okunan ikâmetin ikinci çağrı olarak hesap­lanması nedeniyledir. Osman (Radıyallâhü anh) zamanında ih­das edilen ezana bâzı rivayetlerde ilk ezan denilmiştir. Çünkü okunuş sırası bakımından ilk ezandır. Bâzı rivayetlerde bu ezana “İkinci” de­nilmiştir. Bunun nedeni açıktır. Çünkü ikâmet hesaba katılmasa ve imam minbere çıktığında okunan ezana birinci ezan denilirse vaktin girişinde okunan ezan ikinci olur.

Bu gün Cuma vaktinde minarelerde okunan ezan, Osman (Radıyallâhü anh) zamanında ihdas edilen ezandır. Bu ezan, Os­man (Radıyallâhü anh) ‘in içtihadıyla ihdas edilmiştir. Buna bidat demek pek doğru olmaz. $âyet bidat olduğu kabul edilse bile bid’at-ı hasene’dir. Aslında bid’at dememek gerekir. Çünkü müteaddit riva­yetlerle sabit olduğu gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} :

«Benim sünnetime ve benden sonra Hulafâ-i Râşidîn’in sünnetine uyun.uz.» buyurmuştur. Diğer taraftan Osman (Radıyallâhü anh)’in bu içtihadı, bütün sahâbîlerin susması ve sükuti icmâıyla meşru olmuştur. Hiç bir sahâbî tarafından itiraz edildiğine dâir ri­vayet yoktur. Bu sebepledir ki asırlardan beri devam edegelmiştir.

Hadîste : – “Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yalnız bir tek müezzini vardı” denilmektedir. Ebû Dâvûd’un rivayetinde bu cümle şöyle geçer:

ResûluIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in yalnız tek bir müezzini vardı. (O da) Bilâl (Radıyallâhü anh)’di.

El Menhel yazarı şöyle der:

“Yâni Cuma namazında yalnız Bilâl (Radıyallâhü anh) müezzinlik yapardı. Hadîs böyle yorumlanınca Bilâl (Radıyal­lâhü anh)’den başka Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in îbn-i Ümm-i Mektum, Ebû Mahzura, Sa’d el-Karaz ve Ziyâd bin el-Hâris (Radıyallâhü an-hüm) adlarında başka müezzinleri vardı diye itiraz edilemez. Çünkü bu zâtlar Cuma günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in müezzinliğini yapmazlardı. İbn-i Ümm-i Mektûm (Ra­dıyallâhü anh) şafak sökünce sabah ezanını okurdu. Başka vakit­lerde okumazdı. Nitekim Buhâri1 nin rivayetinde :

İbn-i Ümm-j Mek-tûm’un ezanını işitinceye kadar (sahurda) yeyiniz ve içiniz.» buyu-rulmuştur. Ebû Mahzura (Radıyallâhü anh) Mekke’­de müezzindi. Sa’d e 1 – K a r a z (Radıyallâhü anh) ise; Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onu Küba mescidine mü­ezzin tâyin etmişti. Ziyâd bin el-Hâris (Radıyallâhü anh) ise kendi kavmine ezan okumak için ezanı öğrenmişti. E 1 – A y -n i bu bilgiyi vermiştir.

îbn-i Habib el-Mâliki: Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) minbere çıkıp oturduğu zaman üç müezzin ardarda ezan okurlardı. Üçüncü müezzin ezanı bitirince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalkıp hutbe okurdu, demişse de bu husus sahih bir yoldan rivayet edilmemiştir. Buradaki S â i b (Radıyallâhü anh) ‘in rivayeti İbn-i H a b ! b ‘ in sözünü reddeder. E 1 – H â -f ı z ve Şafiî de İbn-i H a b i b ‘ in dediğinin muttasıl bir tarik ile vârid olmadığını söylemişlerdir.

Ahmed’in Sâib (Radıyallâhü anh)’den olan bir rivaye­tinde :

“Ne Cuma namazında ne de vakit namazlarında Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in Bilâl (Radıyallâhü anh)’dan başka mü­ezzini vardı.” denilmiştir.”

Şu halde beş vakit namazda müezzinlik görevini devamlı yapan Bilâl (Radıyallâhü anh) idi. İbn-i Ü m m – i Mektüm (Radıyallâhü anh) sabah namazında fecir doğunca ezan okurdu. Fe­cir doğmadan önce ilk ezanın Bilâl (Radıyallâhü anh) tarafın­dan okunduğu rivayet edilmiştir. Cuma namazında ise ezan ve ikâ­met görevini Bilâl (Radıyallâhü anh) yapardı. [208]

98 – İmam Hutbe Okurken Cemâatin Ona Yönelmesi Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1136) Adiyy bin Sâbit’in babası (Sabit) (Radtyallâhü anhümâ)>âan\ Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minber üzerinde hutbe için ayakta durduğu zaman Ashabı, yüzlerini O’na döndürürlerdi.İsnaddaki ricalin sıka oldukları, fakat hadisin mürsel olduğu Zevaid’-de bildirilmiştir. [209]

İzahı

Bu hadîs, Zevâid türündendir. İmam hutbe okurken cemâatin, yüz­lerini ona döndürmelerinin meşruluğuna delâlet eder. T i r m i z i aynı başlıkla açtığı bâbta îbn-i Mes’ûd (Radıyallâhü anh)’-den şu hadîsi rivayet etmiştir :

= Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minber üzerinde doğrulduğu (= ayağa kalktığı) zaman biz yüzlerimizi Ona döndürür­dük. T i r m i z i Sahâbilerin ve onlardan sonra gelen âlimlerin tatbikatı bu hadîse göredir. Hutbe okunurken imama yönelmeyi müs-tahab görürler. Süfyân-ı Sevrî, Şafii, Ahmed ve î s h a k ‘ in kavli budur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’-den bu konuda sarahaten bir şey sabit değildir. Çünkü İbn-i M e s ‘ u d (Radıyallâhü anh)’m hadîsindeki râvi Muhammed bin e 1 – F a d 1 zayıftır.’ demiştir.

T i r m i z i’ nin şerhi Tuhfetüi-Ahvezî’de şu ma’Iumat vardır: “Hadisin ‘Yüzlerimizi Ona döndürürdük’ mealindeki cümlesiyle ilgili olarak Îbnü’l-Melik: Yâni Ona bakardık. Şu halde ce­mâatin hatibe, hatibin de cemaata bakması sünnettir, demiştir.

Ebü’t-Tayyib el-Medeni, Tirmizi’ nin şerhin­de : Bu cümleden maksad, cemâatin minber etrafında halka kurma­sı değildir. Çünkü Cuma günü halka kurmak yasaklığı hakkında ha­dîsler vardır. Bu cümleden maksad, safları bozmadan hatibe bakmak­tır. B u h â r î’ nin bayram hutbesi hakkında Ebû S a i d – i H u d r î (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği şu hadîs, dediğim yo­rumu te’yid eder: “Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce bayram namazını kıldırır, sonra namazdan dönüp cemaata karşı ayakta dururdu. Cemâat da saflarında oturmuş halde beklerlerdi.”

Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh) ‘den Buhârî’ nin rivayet ettiği “Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün minber üze­rinde oturdu. Biz de Onun etrafında oturduk.’ mealindeki hadîs ise, bunu Cuma ve bayramdan başka bir zamana yorumlamak mümkün­dür, demiştir.”

Tuhfetü’l-Ahvezî yazarı daha sonra şöyle der:

“îbn-i Mâceh’in rivayet ettiği Adiyy bin Sabit (Radıyallâhü anh) ‘in (136 nolu) hadisi ile ilgili olarak t b n – i Mâ­ceh’in şöyle dediği en-Neyl’de bildirilmiştir; ‘Ben bu hadisin mut­tasıl olduğunu umuyorum. A d i y y ‘ in babası (Sabit) sahâbî değildir. (Bu nedenle mürseldir.) Ancak “babası” kelimesiyle Adiyy (Radıyallâhü anh)’in öz babası değil baba babasının kasdedilmesi hâlinde hadis muttasıl olur. Çünkü müteahhirin âlimlerden olan bâzı hadis hafızlarının görüşüne göre Adiyy (Radıyallâhü anh)’in baba babası sahâbîdir.’

Şafiî ve Hanbelî gibi Hanefî âlimlerinin kavli de cemâatin hatibe bakmasının müstahablığıdır. E 1 – K a r î’ el-Mir-kat da; ‘Hutbe okunurken cemâatin hatibe yönelmesi müstahabtır. Lâkin fazla izdiham nedeniyle bilâhere safların düzeltilmesi güç oldu­ğundan dolayı bu günkü tatbikat, cemâatin kıbleye doğru durması­dır. Bununla beraber cemâatin imama yönelmesi, onların kıbleye doğ­ru durmasına mâni değildir. Bayram namazı bahsinde gelecek olana hadîs de bunu te’yid eder. Şöyle ki: Hatîb cemaata karşı ayakta du­rur. Cemâat da saflarında oturdukları yerde hatibe bakarlar. Bu tat­bikat, yalnız Mescid-i Haram’da imamın bulunduğu yön­den başka yönlerde ve K â b e ‘ ye doğru duran cemâat için müm­kün değildir.’ demiştir.

İki Hâl Tercemesi

Adiyy bin Sabit el-Ensârî el-Kûfî. babasından ve ana babası Abdullah bin Yezid el-Hıtmt’den rivayet etmiştir. Ravileri de el-A’meş, Yahya bin Sald el-Ensart ve Zeyd bin Ebi Enise’dir. cemâat onu sıka saymıştır. Ibn-i Karnin dediğine göre 116. yılı vefat etmiştir. Kütüb-i Sitte sahihleri bunun rivayetlerini almışlardır. (Hu-l&sa: 263)

Sabit el-Ensârî. babasından rivayet etmiştir. Babasının isminde ihtilaf olmuş­tur. Bâzıları, Kays bin el-Hâtim’dir, demiştir. Muhammed bin Maîn ise Onun adı Dinar’dır, demiştir. Râvisi, oğlu Adî’dir. Zehebİ, Mizân’da Şöyle der : Sabit, Adi’ nin babasıdır, denmiş ise de doğrusu, Ad!’nin babasının adı Ebân’dır. Ebân da Sâ-bit’in oğludur. Sâbit’in babasının adı da Kays bin el-Hatlm el-Ensâri’dir. Adi, baba babası dlan Sâbit’e mensup olmakla meşhur olduğu İçin ona Adi bin Sâbİt denmiştir. (Hulâsa : Sah. 57) [210]

99 – Cuma Gününde (Duanın Makbul Olduğu) Umulan Belirli Saat Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1137) Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü ünh)\en; Şöyle demiştir:

ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Cuma gününde öyle bir saat vardır ki O saata rastlıyarak onda namaz kılıp Allah’tan hayır dileyen her müslüman adamın dileğini Allah bahşeder.» buyurdu. Ve (O saatin) kısa olduğunu anlatmak için (mübarek) eliyle işaret etti.”

1138) Amr bin Avf el-Müzeni (Radtyallâhü unh)\en. Şöyle de­miştir :

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den işittim. Bu­yurdu ki:

— «Cuma günü gündüzünde bir saat vardır. Mü’min kul onda Allah’dan ne isterse behemehal onun dileği verilir.»

— Hangi saattir? diye soruldu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Cuma namazına ikamet edildiği zamandan, namazdan çıkı-lıncaya kadardır.» buyurdu.”

1139) Abdullaiı bin Selâm (Radtyallâhü anh)>den; Şöyle demiştir Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in oturduğu bir mecliste Den dedim ki, Şüphesiz biz Allah’ın Kitabında (Tevrat’ta) şunu bu­luyoruz : Cuma gününde öyle bir saat vardır ki onu denk getirerek onda namaz kılıp Allah’tan bir şey dileyen her mü’min kulun dileğini Allah bahşeder.’ SeIâm demiStir ki: Bu sözüm üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Yahut bir saatin bir parçasıdır.» diye bana işaret buyurdu. Ben i

^ Doğru söyledin, (veya bir saatin bir parçasıdır) diye sözümü tas­hih ettim. (Bu arada) Ben:

— Bu saat hangi saattir? diye sordum. O:

— «Gündüz saatlarınm sonuncusudur.» buyurdu. Ben:

— Gündüzün son saati namaz saati değildir, dedim. O:

— «Hayır (namaz saatidir.) Çünkü mü’min kul namaz kıldığı ve namazdan sonra gelecek namaz vaktini beklemek niyetiyle yerin­de oturduğu sürece şüphesiz o fazilet bakımından namaz içinde sa­yılır.» buyurdu.”

Not : Bu hadisin İsnadının sahih ve ricalinin sıka olduğu Zevâtd’de bildirilir. [211]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in hadîsini B u h â r İ ve Müslim de rivayet etmişlerdir.

N e v e v i bu hadîsin şerhinde şöyle der:

“Bir rivayette; lafzı yoktur. Bir rivayette: «O kısa bir saattir.-, bir rivayette = «O saatin kı­sa olduğunu anlatmak üzere eliyle işaret etti.» denilmiştir.

E 1 – K â d ı : Selef âlimleri bu saatin vakti hususunda ihtilâf etmişlerdir. Keza; . cümlesinin mânâsında da ihtilâf etmiş­lerdir. Bâzı âümler: Bu saat ikindiden sonra güneş batıncaya kadar-

dır ve; ‘nin mânâsı «namaz kılar» değil «dua eder» demektir.’ nün mânâsı da «ayakta durur» değil «dua ve ibâdete devam

eder» demektir, demişlerdir.

Bir kısım âlimler de: İmamın minbere çıktığı zamandan namaz bitinceye kadar olan süredir, demişlerdir.

Başka bir grup âlim de : Cuma namazına ikâmet edildiği zaman­dan, namazdan çıkıhncaya kadar geçen süredir, demişlerdir.

1 Bunlara göre; fi’li namaz kılar anlamındadır.

Bâzıları da: Cuma gününün son saatidir, demişlerdir. Başka tür söyliyenler de vardır.’ demiştir.

Kadı 1 y â z , sözlerine devamla : Yukarıda aldığım kavilleri açıklayan hadisler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den ri­vayet edilmiştir. Bütün bu zamanların mezkûr saatin şümulüne gir­diği anlamı kasdedilmiştir. Çünkü o sürenin çok az olduğu belirtil­miştir. Mezkûr saat, bu vakitler esnasındadır, demiştir.

Sahih olanı, hattâ doğrusu Müslim’in Ebû Musa (Ra­dıyallâhü anh)’dan merfu’ olarak rivayet ettiği Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in şu hadisi ile beyan edilenidir:

minbere otur-duğu an İle namazın bitimi arasındaki süredir.»”

A m r bin Avf (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Bu hadîse göre mezkûr saat, Cuma namazına ikâ­met edildiği an başlar ve namazın bitimi ile son bulur.

Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anhi’ın hadîsi Zevâid türündendir. Buna göre mezkûr saat, Cuma gündüzünün son saatidir.

Ebü Davud’un Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ânh)’den rivayet ettiği uzunca bir hadîste Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh) in hadisine kısmen benzeyen şu parça vardır:

“Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Kâ’b bin el Ahbâr (Radıyallâhü anh), mezkûr saatin yılda yalnız bir Cuma gününde bulunduğunu söyledi. Ben: Hayır. Her Cumada bu saat vardır, de­dim. Kâ’b (Radıyallâhü anh) Tevrat’ı tetkik ettikten sonra: Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğru söylemiş, dedi. Ben bilâhe-re Kâ’b (Radıyallâhü anh) ile aramızdaki konuşmayı Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh)’a anlattım. Abdullah (Radıyallâhü anh) :

— Bu saatin hangi saat olduğunu bilirim dedi. Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh) :

— O saati bana bildir, dedim dedi. Bunun üzerine Abdullah (Ra­dıyallâhü anh) :

— Cuma gününün son saatidir, dedi. Ben:

— Bu saat nasıl Cuma gününün son saati olur? Oysaki Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) .

«Bu saati denk getirerek onda namaz kılan bir kul…- buyurmuş­tur. Halbuki şu dediğin saatte namaz kılınmaz, dedim. Abdullah (Radıyallâhü anh) :

— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurmamış mı ki: «Bir yerde oturup namaz kılmak için bekliyen bir kimse, namaz

kılınıncaya kadar namazda sayılır.» dedi. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ben :

— Evet Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öyle buyurmuş­tur, dedim. Abdullah (Radıyallâhü anh) da:

— Bu odur, dedi.”

Ebû Dâvûd’ dan mealini yukarıya aldığım Ebû Hü­reyre (Radıyallâhü anh)’nin hadîs parçası dikkate alınırsa 1139 nolu Abdullah (Radıyallâhü anh) in hadisindeki :

‘Bu saat hangi saattir? diye sordum’ sözünün Abdullah (Radıyallâhü anh)’in olmayıp, râvisi olan Ebû Selem e ‘ nin sözü olması ve buna verilen cevâbın da Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) ‘e âit olmayıp Abdullah bin Selâm (Radı­yallâhü anh) a âit olması; keza bundan sonra devam eden karşılıklı konuşmanın bu iki zâta âit bulunması muhtemeldir. Fakat terceme ederken bu ihtimâlin açık bir belirtisi görülmediği için mezkûr ko­nuşmayı Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh) ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arasında cereyan etmiş ola­rak gösterdim. Zâten mezkûr saatin Cuma gününün son saati oldu­ğuna dâir merfu’ rivayet vardır. Keza namaz kılmak için oturduğu yerde bekliyen kişinin fazilet bakımından namaz içinde sayıldığına dâir merfu1 rivayetler vardır.

Tuhfetü’l-Ahvezî yazarı mezkûr saat hakkında şöyle der: “Âlimler, bu saatin hangi saat olduğu hususunda ihtilâf etmiş­lerdir. Hafız îbn-i Hacer, el-Fetih’te bu hususta kırktan fazla kavil rivayet ettikten sonra: Şüphe yok ki mezkûr kavillerin en kuvvetlisi, Ebû Musa (Radıyallâhü anh) ‘in hadisi ile Ab­dullah bin Selâm (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsidir, demiş­tir. Ebû Musa (Radıyallâhü anh)’in hadîsinden maksad; mez­kûr saatin minber üzerinde oturduğu an ile namazın bitimi arasın­daki süre olduğuna dâir M ü s 1 i m ‘ in kendisinden rivayet ettiği hadîstir. Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anhî’ın ha­dîsinden maksad da, mezkûr saatin, ikindiden sonra gün batışına kadar olan süre olduğuna dâir. Tirmizî, Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettikleri Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘nin hadîsi içinde bulunan Abdullah bin Selâm (Ra­dıyallâhü anh)’in hadisidir.

EI-Hâfız İbn-i Hacer, Taberi’nin: Mezkûr saat hakkında rivayet olunan hadîsler içinde en sahihi, Ebû Musa (Radıyallâhü anh)’m hadîsidir ve bu saat hakkında söylenen kavil­lerin en meşhuru, Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh)’in kavlidir, dediğini söylemiştir.

Hafız, daha sonra: ‘Bu iki hadisin dışında kalan rivayetler ya ikisine veya birisine muvafıktır yâhud isnadı zayıftır veyahut mev­kuftur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in önceden bu saa­ti bildiği, sonradan unutturulduğu yolundaki Ebû S a î d (Radı-yâllahü anh) in hadisi, bu iki hadise muarız değildir. Çünkü Bey-haki ve başkalarının rivayet ettiği gibi unutturulma olayı vuku’ bulmadan önce Ebû Musa ve Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anhümâ)’nın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’-den işitmiş olmaları muhtemeldir.

Bu iki rivayetten hangisinin daha kuvvetli olduğu hususunda da ihtilâf olmuştur. Müslim, Beyhakî, Îbnü’l-Arabi ve bir cemâat E b û Musa (Radıyallâhü anh) ‘nın hadîsini ter­cih etmişlerdir. Ahmed, İbn-i Abdi’1-Berr, Ishak, Şafiî ve bir cemâat Abdullah bin Selâm (Radıyallâ­hü anh) ‘in hadîsini tercih etmişlerdir.

Said bin Mansûr’un sahih bir senedle E b û Sele­me bin Abdurrahman’ dan rivayet ettiğine göre sahâ-bilerden bir cemâat, toplanarak mezkûr saatin hangi saat olduğu hu­susunda müzâkere etmişler, Cuma gününün son saati olduğunda it­tifak ederek dağılmışlardır.

Bâzı âlimler, her iki rivayeti fırsat bilerek bu iki saati iyice de­ğerlendirme yolunu tercih etmişlerdir.’ demiştir.

Gazali de makbul saatin sabit olmayıp Cuma günü içinde dolaştığı yolundaki kavli tercih etmiştir. Muhibb-i Taberi ve tbn-i Asâkîr de bu görüşü paylaşmışlardır.

El-Menhel yazarı da: Sahâbîlerin ve Tabiilerin cumhuruna göre bu saat, Cuma gününün son saatidir, demiştir. [212]

100 – On İki Rek’at Sünnet Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1140) Âîşe (Radıyallâhü anhâ)’dan rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim (her gün şu) on iki rekat sünnet kılmaya devam ederse cennette onun için bir ev yapılır, öğle farzından önce dört rekat, öğle farzından sonra iki rekat, akşam farzından sonra iki rekat, yat­sı farzından sonra iki rek’at ve sabah farzından önce iki rek’at.-“

1141) (Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)”m muhterem eşle­rinden) Ümmâ Habîbe bint-i Ebî Süfyân (Radtyallâhü anhümâ)’daxı rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhive Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim (her) gün ve gecede on İki rek’at (sünnet) kılarsa cennette onun için bir ev yapılır.»”

1142) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü )*den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim (her) günde (farzdan başka şu) on iki rek’at (sünneti) kı­larsa cennette onun için bir ev yapılır. İki rek’at sabah farzından önce, ikişer rek’at Öğle farzından önce ve sonra, iki rek’at (zan ediyo­rum dedi ki) ikindi farzından önce, iki rek’at akşam farzından sonra ve iki rek’at (zan ediyorum dedi ki) yatsı farzından sonra.»”

Not: îsnadmdaki Îbnti’l-Asbah&nl’nin zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. [213]

İzahı

 i ş e (Radıyallâhü anh)’nin hadîsini Tirmizî ve Ne-s â î de rivayet etmişlerdir.

Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anh)’nin hadisini Müs­lim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâi, Ahmed, el-Hâkim ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

Burada olduğu gibi bâzı rivayetlerde bu rek’atlerin yerleri belir­tilmemiştir. T i r m i z i’ nin rivayetinde bu yerler aynen  i ş e (Radıyallâhü anh)’nin hadisindeki gibi zikredilmiştir. N e s â î’ nin rivayetinde de yerler zikredilmiştir. Şu farkla ki -Yatsı d an sonra iki rek’at» yerine «ikindiden önce iki rek’at» denilmiştir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’m hadîsini Nesâi de rivayet etmiştir. Zevâid sahibinin bunu Zevâid türünden sayma­sının nedenini bilemedim. Bu hadîste gösterilen yerlerin  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ‘nin hadisindeki yerlerden farklı durumu, görüldü­ğü gibi bu hadîste öğle farzından önce iki rek’at gösterilmiş ve diğer iki rek’at yerine ikindiden önce iki rek’at gösterilmiştir. Toplam yine on iki rek’at tir.

El-Menhel yazarı şöyle der

“Beş vakit farz namaza tâbi sünnetlerin 12 rek’at olduğuna bu hadisler delildir. Hasanı Basri’ nin sabah namazından ön­ceki iki rek’at ile akşam namazından sonraki iki rekatın vücûbuna dâir kavli bu hadislerle reddedilmiştir. Ümmü Habibe (Ra­dıyallâhü anhâ) ‘nin hadisindeki ihtilâfı bilmiş oldunuz. Şöyle ki: T i r m izi’ nin rivayetinde yatsıdan sonraki iki rek’at var, ikin­diden önceki iki rek’at yoktur. Nesâi’ nin rivayeti bunun tam aksinedir.

Bu rivayetlerin tümünde anlatılan sünnetlerin hepsini tutmak sa­hihtir. Hepsi ile amel edilince günlük sünnet 14 rek’at olur. Halbuki anılan sevabın on iki rek’atle hâsıl olduğu belirtilmiştir. Şöyle deni­lebilir. Rivayetler muhtelif olduğu için ondört rek’at kılınmadıkça mezkûr vakitlerde kılınması Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından emredilen on iki rekatın kılındığı kesin söylenemez.

Mezkûr sünnetlere devam eden kimse için mükâfat olarak cen­nette köşk yapılması, farzlarını eksiksiz yapması halindedir. Farzlar­da noksanlığı varsa bu noksanlığı sünnet namazları ile doldurulur. Nitekim Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’ın rivayet ettiği bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­muştur :

«Kişinin tam kılmadığı farz namazının eksiklikleri onun kıldığı sünnetlerinden doldurulur.» [214]

Farza Bağu Sünnet Namaz Hakkında Dört Mezhebin Görüşleri

  1. Hanefi mezhebine göre beş vakit farz namaza bağlı sün­net namaz on iki rek’attir. Görüşleri  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ‘nin hadîsine tamamen uyuyor. Yâni sabah farzından önce iki, öğle far­zından önce dört, farzdan sonra iki, akşam ve yatsı farzlarından son­ra ikişer rek’attir.

Bir de mendup olanı vardır. O da şunlardır: İkindi farzından önce iki veya dört rek’at, akşam farzından sonra altı rek’at, yatsı farzından önce ve sonra dörder rek’at.

Öğleden önceki dört rek’at sünnet, yatsıdan önceki ve sonraki dörder rek’at bir selâmla kılınır. Fakat ikindiden önceki dört rek’at ve akşamdan sonraki altı rek’at namazda iki rek’atten bir selâm ve­rilebildiği gibi hepsi bir selâmla da kıhnabilir.

  1. Şafii mezhebine göre farz namazlara bağlı sünnetler, müekked ve gayr-i müekked olarak ikiye ayrılır. Müekked sünnet­ler, sabah farzından önce iki, öğle farzından önce ve sonra ikişer, ak­şam ve yatsı farzlarından sonra ikişer rek’at olmak üzere toplam on rek’attir. Bunların delili ise Buhâri, Müslim, Ebû Dâ­vûd, Nesâi ve Beyhakî’ nin î b n – i Ömer (Radı­yallâhü anh)’den rivayet ettikleri merfu’ bir hadîstir: Bu hadise gö­re Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğleden önce, Öğleden sonra, akşam ve yatsıdan sonra ikişer rek’ati evinde kılardı.

Gayri müekked olan sünnet de şunlardır: Öğleden önce ve son­ra (müekkedden başka) ikişer, ikindiden önce dört, akşam ve yatsı farzlarından önce ikişer rek’at olmak üzere toplam on iki rek’attir.

  1. Mâliki mezhebine göre farzlara tâbi nafileler revâtib ve gayr-i revâtib olmak üzere ikiye ayrılır.

Revâtib: Öğle farzından önce ve sonra, ikindi farzından önce ve akşam farzından sonra kılınan nafilelerdir. Bunlar belirli bir sayı ile tahdit edilmemiştir. Lâkin en efdalı, öğle farzından önce ve sonra dörder, ikindi farzından önce dört, akşam farzından sonra altı rek’at­tir. Bunlar kuvvetli mendup sayılır.

Gayr-i Revâtib ise, sabah farzından önce iki rek’attir. Buna < ağîbe denir. Rağîbe, kuvvet bakımından sünnetten aşağı ve müstahabtan yukarıdır. Bir de yatsıdan sonra ve vitirden önce kılınan ve şefi’ de­nilen nafile de gayr-i revâtib sayılır. En az iki rek’attir. En çoğu için sınır yoktur. Bu namaz mendup türündendir. Vitir de gayr-ı revâtib-den sayılır…

  1. Hanbe1î mezhebine göre vakit namazların^ bağlı sün­netler Kâtibe ve Gayr-i râtibe olmak üzere ikiye ayrılır. Râtibeler ay­nen Şafiî mezhebindekilerdir. Gayr-i râtibeler ise öğle farzın­dan önce ve sonra dörder, ikindiden önce dört ve yatsıdan sonra dörder rek’attir. [215]

101 – Sabah Farzından Önceki İki Rekat (Sünnet) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1143) İbn-i Ömer (Radtyallâkü a«A«mâ)’dan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şafak (yeri) aydınla­nınca (sabah farzından önce) iki rekat kılardı.”

1144) İbn-i Ömer (Radıyaüâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah (farzın) dan ön­ce ezan sesi Onun kulaklarında imiş gibi (çarçabuk) iki rek’at kı­lardı,”

1145) (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin muhterem eşlerin­den Hafsa bint-i Ömer (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah namazı için ezan okunduğu zaman, farza kalkmadan önce hafif tuttuğu iki rek’at kı­lardı.”

1146) Âişe (Radtyallâhü anhâyâan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldığı zaman iki rek’at kıldıktan sonra namaza çıkar (gider) di.”

Not: İsnadın sahih ve ricalinin Buhâri ile Müslim’in ricali olduğu Zev&id’de bildirilmiştir.

1147) Alî (Radtyallâhü üKA)’den; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ikâmet edileceği zaman iki rek’at kılardı.Zayıflığına ittilak edilmiş olan el-Hâris bin Abdillah el-A’ver bu isnad-da bulunduğu için isnadın zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. [216]

İzahı

î b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in ilk hadisini N e s â i de rivayet etmiştir. İkinci hadîsin müelliften başka kim tarafından ri­vayet edildiğini bilemiyorum.

İlk hadis, şafak yeri ağardığı zaman Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in sabah sünnetini kıldığına delâlet eder. İkinci hadis de bu sünneti hafif tuttuğuna delildir. Hadîsteki: “Ezan sesi kulakla­rında imiş gibi…” tâbiri, iki rek’atı hafif tuttuğundan kinayedir. Yâ­ni namaz çağrısı kulaklarında bulunan kişi, namaza yetişmek için kıldığı namazı hafif tuttuğu gibi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu iki rek’atı hafif tutardı.

H a f s a (Radiyallâhü anhâ)’nın hadîsi Ebû’Dâvûd hâriç Kütüb-i Sitte sâhibleri tarafından rivayet edilmiştir.

Bu hadis de efendimizin sabah farzından önce kıldığı iki rek’a­tı hafif tuttuğuna ve farza yakın bir zamanda kıldığına delâlet eder.

 i ş e ve Ali (Radıyallâhü anhümâJ’nın hadîslerinin ze-vâid türünden olduğu Sindi1 den anlaşılıyor. Bunlar da bu bâb-ta rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sabah farzı için mescide çıkmadan önce abdest aldıktan sonra iki rek’at kılıp ondan sonra Mescide gittiğine, keza bu iki rek’atı ikâmet edileceği zamana yakın kıldığına delâlet eder.

Mezkûr iki rek’at hakkındaki dört mezhep âlimlerinin görüşlerr .bundan önceki bâbta anlatılmıştır.

Mezkûr iki rek’atın hafif tutmasının hikmetine gelince el-Menhel yazarı şöyle der:

“Kurtubi: Bunda acele edilmesinin hikmeti, sabah farzının ilk vakitte edâ edilmesinin sağlanmasıdır, demiştir.

Bâzıları: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazı­nı hafif tuttuğu iki rek’atla başlattığı gibi gündüz namazını da hafif bir namazla başlatmış, tâki geceyi bol nafilelerle geçirsin ve farzla meşgul olmak için bundan başlasın, demişlerdir.”

Hadisler sabah sünnetinin hafif tutulmasının meşruluğuna delâ­let ederler. Cumhurun mezhebi de budur. [217]

102 – Sabah Farzından Önceki İki Rek’atte Okunan (Sûreler) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1148) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an*/den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah farzından önce­ki iki rek’atte (Fatihadan sonra) : ve; sûrelerini okurdu.’*

1149) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümây&dn: Şöyle demiştir: Ben bir ay Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e baktım.

Sabah farzından önceki iki rek’atte (Fatihadan sonra); sûrelerini okurdu.”

1150) A işe (Radt yatla fıü anhâ)’dan ; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah farzından Önce iki rek’at kılardı ve şöyle buyururdu :

«Bu iki sûre ne güzeldir. Sabah farzından önceki iki rek’atte

(Fatihadan sonra) okunur. (Bu sûreler); (sûreleri)dir.Zevâid’de şöyle denmiştir : İsnaddaki el-Cüreyrl’yi, Buhâri ve Müslim kendi sahihlerinde hüccet saymışlardır. Fakat ömrünün sonlarında hafızası karış-mıştır. İsnadın diğer râvîieri sıkadır. [218]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘in hadisini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Beyhaki ve Tahevî de ri­vayet etmişlerdir.

I b n – i Ö me r (Radıyallâhü anh) ‘in hadisi de N e s â i hâ­riç Kütüb i Sitte sâhibleri tarafından rivayet edilmiştir.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsi ise Zevâid türündendir.

Sabah farzından önce kılman iki rek’atte okunduğu haber veri­len Kâfİrûn ve İhlâs sûrelerinin Fatihadan sonra okunduğu malum olduğu için hadîslerde bu durum tasrih edilmemiştir.

Mezkûr namazın ilk rek’atinde Fâtiha’dan sonra Kâfir un süre­sinin ve ikinci rek’atın Fatihasından sonra İhlâs süresinin okunma­sının müstahab olduğuna hükmeden cumhur için bu hadîsler delildir.

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve başkalarının İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ‘dan rivayet ettiklerine göre; Peygamber ^Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah farzından ön-

çeki iki rek’atın birincisinde,[219] âye­tini ve ikincisinde[220] âyetini okuduğu çok vâki olmuştur.

Bu hadis mezkûr âyetlerin anılan namazda okunmasının müsta-habhğına delâlet eder.

Başka âyetleri okuduğu rivayetleri de vardır.

Bu hadîsler, mezkûr namazda Fâtiha’dan sonra Kâfirûn ve İhlâs sûrelerinin veyahut baş kısımlarını yukarda yazdığım âyetlerin okun­masının müstahablığına delâlet eder.

Cumhurun görüşü de budur. Bunun dışındaki görüşler ise şun­lardır :

  1. M â 1 i k’ in meşhur kavline göre, bu namazda yalnız Fatiha okunmalıdır, buna sûre veya âyet eklenmemelidir. Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anh)’in da böyle dediği rivayet olunmuştur. Bunun delîli de Buhârî, Müslim, Mâlik, Nesâî ve başkalarının rivayet ettikleri şu mealdeki  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ‘nm hadîsidir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah farzından önce­ki iki rekatı o derece hafif tutuyordu ki: ‘Acaba Fâtiha’yı okudu mu?’ diyordum.”

  1. Zahirîye mezhebine mensup bâzılarına göre Fatiha okunmaz, yalnız Kâfirûn ve İhlâs sûreleri okunur. Bu görüş her na­mazda Fâtiha’nın okunmasının gerekliliğine âit hadîslerle merduttur.
  2. Zâhiriyye1 nin bâzısı ile Ebû Bekir el-Asam ve îbn-i Aliyye’ye göre hiç bir şey okunmaz. Bu da mer­duttur.

Bâzı âlimler demişler ki: Gece okumasını itiyat ettiği âyetleri veya sûreleri gece okumamış olan bir kimsenin bunu mezkûr namaz­da okumasında beis yoktur. Çünkü Ibn-i Ebî Şeybe, H a -san-ı Basrİ’ nin böyle hükmettiğini rivayet etmiştir. Mücâhid ve Sevri de böyle demişlerdir. Ebû Hanîfe de: Geceden kalma hizbimi bazen sabah namazı sünnetinde kılmışım-dır, demiştir. [221]

103 – Namaz İçin İkamete Başlanacağı Zaman Farzdan Başka Namaz Kılınamaz1 Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1151) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Namaz için ikâmet edileceği zaman (O) farzdan başka hiç bir namaz kılınmasın (veya kılınmaz.)»” [222]

İzahı

B u h â r i’ den başka Kütüb-i Sitte sahipleri, Beyhakİ, Dârimi ve Tahavi bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

cümlesinin mânâsı: «Namaz için ikâmete başla-

nacağı zamanadır. Nitekim İbn-i Hibbân’ın Amr bin Di nâr” dan olan rivayetinde :

«Müezzin ikâmet etmeğe başlayacağı za­man…» buyurulmuştur cümlesindeki olumsuzluk, nehiy (yasaklama) anlamında

olabilir. Yâni ikâmet edilecek farzdan başka bir namaza başlamak yasaktır.

İkâmetten önce başlanmış olan namaz bu yasağın şümulüne gir­mez. Aksi takdirde o namazı bozmak gerekir. Halbuki; o = «amellerinizi bozmayınız.» âyeti başlanmış bir ibâdeti bozmayı yasak kılmıştır.[223]

Mezkûr cümledeki olumsuzluk asıl mânâsında İbkâ edilebilir. Ar­tık cümlenin mânâsı şöyle olur:

«… İkâmet edilecek farzdan başka başlanacak namaz sahih değil (veya mükemmel bir namaz sayılmaz.)»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir gün sabah farzını kıldırırken mescide girip sabah sünnetini kıldıktan sonra cemaata iltihak eden kişiyi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikaz eder­ken; sabah sünnetini yeniden kılmasını emretmediği, bundan sonra gelen Abdullah bin Serûs (Radıyallâhü anh)’ın hadî­sinden anlaşılmaktadır. Şu halde o zâtın kıldığı sünnet sahih sayıl­mıştır. Bu olay, hadîsimizdeki olumsuzluğun, namazın mükemmelli­ği ile ilgili olduğuna delildir. Yâni ikâmete başlandıktan sonra kılı­nacak başka namaz sahih ise de mükemmel değildir.

İkâmete başlanınca, ilgili farzdan başka bir namaza durmanın yasaklanmasının hikmeti, başından itibaren farza yetişmek, iftitah tekbirinin faziletine kavuşmak, imâma muhalefet gibi yanlış yorum­lara meydan vermemektir.

Hadis ikâmete başlanınca, ikâmet edilen farzdan başka her han­gi bir namaza durmanın caiz olmadığına delâlet eder. Bu hususta sabah namazı sünneti ile başka namazlar arasında bir fark yoktur. Bu konuda âlimler arasında ihtilâf vardır. Tuhfetü’l-Ahvezî sahibi âlimlerden dokuz kavil rivayet etmiştir. El Menhel yazan da bunla­rın çoğunu anlatmıştır. Bunu şöyle özetleyebiliriz :

  1. Ömer, Ebû Hüreyre, Urve bin Zübeyr, İbn-i Sirîn, Said bin Cübeyr, İbnü’1-Mübâ-rek, Şafiî. Ahmed ve İshak (Radıyallâhü anhüm)’a göre ikâmete başlanınca, başka namaza durmak mekruhtur.
  2. Ibn-i Abdi’l-Berr ve Zahiriyye mezhebine göre, ikâmete başlanınca sünnete durmak caiz değildir. Sabah sün­neti ile başka sünnet arasında fark yoktur.
  3. îbn-i Mes’ûd, îbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Ebü’d-Derdâ, Mesrûk, Hasan-ı Basri, M e k -hûl, Mücâhid, Evzâi, Ebû Hanife ve arkadaşla­rı (Radıyallâhü anhümJ’a göre imam sabah farzını kıldırırken, far­zın son rek’atinde imama yetişeceğine inanan kişi mescidin dışında veya içinde önce sabah sünnetini kılabilir. Bunların delili, bu hadi­sin sonunda Beyhakİ’ nin rivayet ettiği:

— «Sabah sünneti müstesna» ziyâdesidir. Fakat Beyhakİ, bu ziyâdenin aslı yoktur. Çünkü râvileri zayıftır, demiştir.

El Menhel yazarı bu grubun başka delillerini de zikretmiştir.

  1. Mâlike göre, ilk rek’atte imama yetişmemek endişesi yok ise mescidin dışında sabah sünneti kılınır. İlk rek’atı kaçırma endişesi var ise sünnet kılınmadan hemen imama uyulur. Sevrl de böyle demiştir. Şu fark ile ki S e v r i’ ye göre söz konusu hal­de sabah sünneti mescidin dışında kıhnabildiği gibi mescidin içinde de kılınabıiir

El-Menhel yazan ile Tuhfetü*l-Ahvezî yazarı birinci kavlin tercih edildiğini söylemişlerdir.

1152) Abdullah bin Sercîs[224] Radtyallâhü anh)’den rivayet edil-e eöre:

diğine göre:

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün) sabah farzı­nı kılmakta iken: bir adamı,sabah farzından Önceki iki rekatı kıl­makla meşgul olarak görmüş ve namazı kıldıktan sonra adama:

«(Ey Filân)! Sen bu iki namazından hangisini namaz sayıyor­sun?» buyurdu.” [225]

İzahı

Müslim, N e s â i ve Tahavi de bunu rivayet etmişler­dir. M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde şu ziyâde vardır:

«Yalnız kıldığın namazı mı, yoksa bizimle birlikte kıldığını mı?»

El-Menhel yazarı şöyle der:

“Hadîsin mânâsı şudur: Sen hangi namazı kasdederek mescide geldin, kendi başına kıldığın sünnet için mi, yoksa bizimle beraber kıldığın sabah farzı için mi? Eğer kendi başına kıldığın sünnet için geldi isen bunu evde kılmak daha iyidir. Şayet farz için geldi isen, gelir gelmez niçin buna başlamadın da sünnetle meşgul oldun?

Bu soruyu yöneltmekle, adamın farza başlamayı geciktirmesi ve sünnetle meşgul olmasının hatalı olduğu bildirilmiş olur.

Hadîs, îmam farza başlamış iken gelen adamların ilk rek’atte ima­ma yetişeceklerini zanetseler bile sünnete durmamalarına ve hemen farza başlamalarına delildir ve bâzı âlimlerin: İlk rek’atte imama yetişeceğine inanan kimse önce sabah sün^jptini kılar, keza diğer bir kısım âlimlerin: ‘Son rek’atte imama yetişeceğine inanan kimse önce sabah sünnetini kılar’, diye verdikleri hükmü reddeder.

İmama bir veya iki rek’atte yetişeceğine inanan kimse önce sa­bah sünnetini kılar, diyen âlimler, bu hadisi tevil ederek. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in itiraz sebebi, adamın sabah sünne­ti îte sabah farzını ard arda ve aynı yerde kılması veyahut sabah sünnetini, farza durmuş olan cemâatin saffı içinde kılmasıdır, demiş­lerdir. Fakat bu yorumlar tutarlı değildir. Çünkü hadisin zahirine göre imam farza durmuş iken nafileye başlamak, doğru görülmüyor. Beyhakî’ nin rivayetinde Abdullah bin Sercis (Ra-dıyallâhü anh) :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah namazını kıl­dırmakta iken; bir adam mescide girdi ve saffa ulaşmadan sabah sün­netini kıldı…” demiştir. M ü s 1 i m’ in rivayetinde de adamın, mescidin bir kenarında sabah sünnetini kıldıktan sonra cemaata ka­tıldığı bildirilmiştir. Bu iki rivayet, adamın sünneti ve farzı başka başka yerlerde kıldığına delâlet eder.”

1153) Abdullah bin Mâlik bin Buhayne (e!-Ezdî) (Radtyallâhü anh)’-den; Şöyle demiştir :

(Bir gün) sabah namazı için İkâmet edilmiş iken Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) sünnete durmuş olan bir adamın yanın­dan geçti ve ona bir şey söyledi. Ne buyurduğunu bilemedim. Namaz­dan çıkınca biz bu adamın etrafında toplanarak: Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), sana ne buyurdu, diye sorduk. Adam şöyle dedi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana buyurdu ki ı

Nerede ise sabah namazını dört (rek’at) kılacaksınız.»” [226]

İzahı

B u h â r i ve Müslim de bunu az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir. Buradaki rivayete göre Resûlullah (SallaJlahü Aleyhi ve Sellem) in adamla konuşması namazdan sonra değil, o adam sünnet kıldığı esnada olmuştur. İkâmet edildiği vakit farza durmak zamanı gelmiş olur. Bu zaman zarfında sünnet ile farz ard arda kılınınca sabah farzı dört rek’at imiş gibi bir durum görülebilir.

Hadîs, ikâmet edildiği vakit, farza durmanın icap ettiğine ve baş­ka namazla meşgul olmanın hatâ olduğuna delâlet eder. Bâzı riva­yetlerde, râvi Abdullah (Radıyallâhü anh)’in bir gün sünnet kılarken müezzinin ikâmet etmeye başladığı ve Resûlullah (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem)’in kendisini çekerek:

— «Sabah namazını dört rek’at mı kılıyorsun?» buyurduğu bildiril­mektedir. Ahmed, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân ve Hâkim ile başkasının rivayet ettiği bu kıssa, müellifin riva­yet ettiği kıssadan ayrı olduğu için bir çelişki söz konusu değildir. [227]

104 – Sabah Farzından Önceki İki Rekat (Sünnet) 1 Kaçıran Kimsenin Bunu Ne Zaman Kaza Edeceğine Dâir Gelen (Hadîsler) Babı

1154) Kays bin Amr[228] (Rad,yallahü anh)\,n: Şöyle demdir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir *ün) bir adam sabah farzından sonra iki rek’at namaz kılarken görmüş ve Peygam­ber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:

— «Sabah namazını iki defa mı (kılıyorsun)?» buyurmuş, adam da O’na :

— Ben sabah namazından Önceki iki rek’atı kılmamış idim de onu kıldım, cevabını vermiştir. Râvi demiştir ki, Peygamber (Sallallahü

Aleyhi ve Sellem), (bu cevabtan sonra) susmuştur.” [229]

İzahı

Tirmızî, Ebû Dâvûd, Dârekutni, el-Hâkim ve Beyhaki de bunu rivayet, etmişlerdir.

Sabah namazından sonra sünneti kılan zâtın râvi Kays (Ra­dıyallâhü anh)’in kendisi olduğu T i r m i z î’ nin rivayetinde tas­rih edilmiştir. Hattâ o rivayette Kays (Radıyallâhü anh) Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sorusunu cevaplayınca Peygam-

ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in = «Hâl böyle olunca bir beis yoktur.» buyurmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in susması takrir ve tasvip anlamım taşır. Yâni adamın sabah farzından sonra ve henüz güneş doğmamış iken sabah sünnetini kılmasını Peygamber (Sallal­lahü Aleyhive Sellem) uygun görmüştür. Mezkûr sünnetin kaza edil­mesi hususunda âlimlerin kavilleri şöyledir:

l. Güneş doğmadan kılmanın veya doğduktan sonra kaza et­menin müstahablığıdır. İbn-i Ö me r, A tâ’, Tavus, İbn-i Cüreyc, Şafii, Ahmed ve îshak (Radıyal­lâhü anhüm) böyle demişlerdir. Delilleri bu hadistir. Bir de Tirmi-z i’ nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den merfu’ olarak rivayet ettiği şu hadîstir:

= «Sabah sün­netini kılmamış olan bir kimse bunu güneş doğduktan sonra kılsın.»

Bu gruptaki âlimler: Sabah farzından sonra gün doğuncaya ka­dar namaz kılma yasağını bir sebebe dayanmayan mutlak nafile tü­rüne tahsis etmişlerdir.

  1. Güneş doğup bir veya iki mızrak boyu kadar yükseldiği va­kit ile güneşin istiva yâni gök ortasına varacağı zaman arasındaki süre için kaza edilmesinin müstahablığıdır. Sabah farzından sonra ve henüz güneş doğmamış veya doğmuş da bu kadar yükselmem iş iken kılınmaz. Kasım bin Muhammed, Evzâî, Mâ­lik, Hanef iler’ den Muhammed bin el-Hasan (Radıyallâhü anhümî’ün kavli budur.

Bu grubun delili T i r m i z i’ nin mezkûr hadisidir. Bunlara göre gün doğmadan kılınmaz. Çünkü bu vakitte namaz kılmaktan nehiy edilmiştir.

  1. Sabah sünneti farzdan önce kılınmayınca sonradan kaza edil­mez. Ancak farzla beraber kazaya kalmış ise, güneş henüz gök or­tasına varmamış iken sabah farzından önce onun sünneti kaza edi­lir. Sonra farz kaza edilir. Ebû Hanİfe ve Ebû Yûsuf (Radıyallâhü anhümâ)’nın kavli budur.

Bunların delili de B u h â r î, Müslim ve başkalarının ri­vayet ettikleri îmran bin Husayn {Radıyallâhü anh)’in şu mealdeki hadîsidir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir yolculuğunda sa-hâbîlerle beraber sabah namazına uyanamamışlar ve nihayet güne­şin harareti ile uyanmışlar, konakladıkları yerden hareket ederek bi­raz gittikten sonra müezzine ezan okumasını emir buyurmuş, ezan okunduktan sonra sabah farzından önceki iki rekatı kılmış, sonra ikamet edilerek sabah farzı kılınmıştır.”

1155) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü tzn/tj’den; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), uykuda kalarak sabah sünnetini kaçırmış ve güneş doğduktan sonra bunları kaza etmiştir.Zevâid’de : îsnadındaki râvîler sikalardır. Ancak râvi Mervân bin Mua-viye tedlis ederdi. Burda an’ane ile rivayet etmiştir. Evet Buhârî ve Müslim kendi sahihlerinde Mervan’dan rivayette bulunmuşlardır, diye bilgi verilmiştir. [230]

105 – Öğle (Namazı) Farzından Öncekî Dört Rekat (Namaz) Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1156) Kaabûs[231] (bin ebi’l-Mahârık) (Radtyallâhü anh), babası Ebü’l-Mahânk (Radtyallâhü anh)’den rivayetle şöyle demiştir:

Babam (Ebü’l-Mahârık), Âişe (Radıyallâhü anhâl’ya haber gön­dererek: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in (sünnetlerden) devamlı kılmaktan en çok hoşlandığı namazın hangisi olduğunu sormuş ve Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle cevap vermiştir: Resûlullah (Sallallahü AJeyhi ve SeJlem) öğle farzından önce dört rek’at kılar­dı. Bundaki kıyamı (= Kıraati) uzun tutardı ve rüku’ ile secdelerini güzel yapardı.Zevâid’de bildirildiğine göre senedindeki Kaabûs (R.A.)’un sıka veya zayıf olduğu hususunda ihtilâf vardır. İbn-i Hibbân ve Nesâi onu zayıf sayarken îbn-i Muin ve Ahmed, sıka saymışlardır. Senedin kalan ricâh sikalardır. [232]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadis Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öğle farzından önce dâima dört rek’at sünnet kıldığına de­lâlet eder. Diğer taraftan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in iki rek’at kıldığı rivayeti vardır. Şu halde bazen iki rek’atle yetindiği, kuvvetle muhtemeldir. Sünnet olanı ise dört rekattır. Zahir olan ne­tice budur.

Hadisten zahiren anlaşılan bu dört rekatı bir selâmla kılmış ol­masıdır. Bundan sonraki hadîste bu durum açıkça belirtilmiştir.

Buhâri ile Müslim’in Âişe (Radıyallâhü anhâ) dan rivayet ettikleri bir hadiste Âişe (Radıyaİlâhü anhâ) şöyle de­miştir :

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Öğle namazının far­zından önce dört rek’at ve sabah namazının farzından önce iki rek’at (sünneti) hiç bırakmazdı.”

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in öğle farzından ön­ce iki rek’at (sünneti kıldığına dâir 1 b n – i Ömer (Radıyallâhü anh)’den olan rivayet, bu rivayetlerden farklı görülmüş ve Ayni bu hususta şunları yazmıştır;

l. I b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in iki rek’atı unutup iki rekatı rivayet etmesi.

  1. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bazen iki, diğer zamanlarda dört rek’at kılması.
  2. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in evde dört ve mes-cidde iki rek’at kılması Âişe (Radıyallâhü anhâ)’nın evdekini, 1 b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) “m de mesciddekini rivayet et­mesi gibi değişik yorumlar muhtemeldir.

Bütün bu ihtimallere göre öğleden önceki sünneti dört rek’atten düşürmemelidir. Çünkü İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yalnız mesciddeki hâline muttali idi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ise hem mesciddeki hem de evdeki hâline muttali idi. îkisi de muttali oldukları durumu bildir­mişlerdir’

1157) Ebû Eyyub (el-Ensârî) (Radıyallâhü anh)’âen: Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), öğle vakti girince öğ­le namazının farzından önce dört rek’at (namaz) kılardı, dört rek’a-tın arasında selâm vermezdi. Ve şöyle buyurdu =

«Güneş, gök’ün ortasından batıya kaydığı zaman şüphesiz semâ­nın kapıları (o dört rek’at için) açılır.»” [233]

İzahı

Ebû Dâvûd, Tirmizi, Tahavi ve Taberi de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. T a b a r â n i’ nin el-Kebîr ve el-Evsat’ta rivayet ettiğine göre Ebû Eyyûb (Ra­dıyallâhü anh) şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) bana misafir olduğu sürede öğle farzından önce dört rek’ati dâi­ma kıldığım gördüm ve şöyle buyurdu:

«Güneş semânın ortasından zail olunca (batıya kayınca) semâ­nın kapıları açılır ve öğle namazı kılınmadıkça hiç bir kapısı kapan­maz. O saat içinde benim için hayrın (semâye) yüksel m 3sini seve­rim.”

Hadiste anlatılan dört rek’at, öğle farzından önce kılınan sünnet­tir. Bu sünnet kılınırken iki rek’atte bir selâm verilmeyip dördünün bitiminde selâm verildiği bildiriliyor. Semânın kapılarının, o nama­zın göklere çıkarılması için açıldığı Ebû Davud’un rivayetin­den anlaşılıyor. Bundan maksad, onun kabul buyurulmasıdır.

Hadis, öğle namazından önce dört rek’at sünnetin kılınmasının çok müstahap olduğuna, faziletinin azametine ve iki rek’atte bir de­ğil, dört rek’atın bitiminde selâm verilmesinin daha faziletli olduğu­na delâlet eder. Hanefi âlimlerine göre efdal olanı dört rek’a­tın bir selâmla kılınmasıdır. Diğer üç mezhebe göre iki rek’atten se­lâm vermek daha faziletlidir. [234]

106 – Öğleden Önceki Dört Rekatı Kaçıran Hakkındaki Bab

1158) Aişe (Radtyallâhü ankâ)ydan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle farzından önceki

dört rek’at (sünnet) i kaçırdığı zaman, öğle farzının sonundaki iki

rek’atten sonra onu kılardı.”

Ebû AbdiIIah (Müellifimiz) demiştir ki: Bu hadîsi Şubeden yal­nız Kays rivayet etmiştir. [235]

İzahı

T i r m i z i bunu iki senedle rivayet etmiştir. Kays bin Rabı’in Şube aracılığı ile Hâlid el-Hazzâ’dan olan rivayetinden sonra Tirmizi de müellifimiz gibi ‘Bunu Ş û -be1 den yalnız Kays bin Rab Tin rivayet ettiğini biliyoruz, der ve Abdurrahman bin Ebi Leylâ (Radıyal-lâhü anh)’ın da bunun bir benzerini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiğini kaydeder. T i r m i z i’nin riva­yetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öğleden önceki sünneti öğlenin son sünnetinden sonra kıldığı tasrih edilmemiş sa­dece öğle farzından sonra kıldığı bildirilmiştir. T i r m i z î’ nin lafzı şudur: T i r m i z i’ nin şerhi Tuhfe yazarı kitabımızdaki rivayete da­yanarak T i r m izi’ deki bu rivayeti aynı şekilde yorumlamıştır. Yâni bu rivayetten maksad, öğle farzından önce kılmadığı sünneti öğlenin son sünnetinden sonra kılardı, der.

Tuhfe yazarı şöyle der:

“Hadis, farz namazların ilk sünnetlerinin devamlı kılınmasının meşruluğuna ve farzın vaktinin bitimine kadar bu sünnetlerin vakit­lerinin devam ettiğine delâlet eder. Çünkü eğer farzın kılınması ile ilk sünnetin vakti çıkmış olsaydı farzdan sonra kılınması kaza sayı­lırdı. Ve son sünnetten önce kılınacaktı. Halbuki son sünnetten son­ra kılındığı bu hadîsle sabit olmuştur. El-Iraki bu mânâyı çı­kararak Ş â f i 11 e r’ ce sahih olanı budur, demiştir. Daha sonra: Bunun aksi de söylenebilir. Yâni eğer farzdan sonra da ilk sünnetin vakti devam etmiş olsaydı, son sünnetten önce kılınmalı idi. E 1-I r â k i ilk mânâya taraftar olmuştur.”

Hanefi âlimlerine göre öğle farzının ilk sünnetinin vakti öğ­le farzının kılınması ile sona erer. Farzdan sonra kaza olarak kılı­nır. H a n b e I i mezhebi de böyledir.

Hanefî âlimlerinin bir kısmı öğlenin ilk sünneti son sün­netinden önce kaza edilir, demişler ise de, Ebû H a n i f e ve Ebû Yûsuf’a göre son sünnetten sonra kaza edilmelidir.

Şafiî âlimlerine göre farzların ilk sünnetinin vakti yukarda da işaret edildiği gibi farzların vaktinin bitimlerine kadar devam eder. [236]

107 – Öğle Farzından Sonraki İki Rekatı Kaçıran Hakkında Bir Bâb

1159) Abdullah bin el-Hâris (Radıyallâhü anh)’t\en) ; Şöyle demiştir: Muâviye (Radıyallâhü anh), (bir gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in muhterem eşi) Ümmü Seleme (Radıyallâhü an­hâ)’ya (bir elçi) gönderdi. Ben elçi ile beraber gittim. Elçi Ümmü Se­leme (Radıyallâhü anhâ)ya sordu. Ümmü Seleme (Radıyallâhü an-hâ) şöyle cevap verdi:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (zekât toplamak üze­re) bir memur göndermiş idi. (Bir gün) öğle namazı için benim odam­da abdest alıyordu. Onun yanında çok muhacir vardı. Onların hâli­ne çok ihtimam gösteriyordu. Bu esnada kapı çalındı. O da kapıya çıktı. Sonra öğle farzını kıldırdı ve tahsildarın getirdiği zekâtı tak­sim etmeye oturdu. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki: O, ikindi namazına kadar bu işle meşgul oldu. İkindi farzını kıldır­dıktan sonra odama girdi ve iki rek’at (namaz) kıldı. Sonra buyur du ki:

-Tahsildarın işi ile meşguliyetim dolayısı ile bu iki rek’atı Öğle na­mazından sonra kılmadım, ikindiden sonra kıldım.»”

Not: Zevâid’de şöyle denmiştir : Bunun senedindeki râvi Yezid bin Ziyâd’ın sıka olduğu hususunda ihtilâf vardır. Bu nedenle isnad hasen olur. Ancak bu râvi tedlis ederdi, bunu da an’ana ile rivayet etmiştir. Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd bu hadisi başka lafızlarla rivayet etmişlerdir. [237]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisin bir benzerini î b n – i E b i Şeybe, Abdullah bin el-Hâris (Radıyallâhü anh) ‘-den meâlen şöyle rivayet etmiştir:

“Abdullah demiştir ki: Ben İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ile beraber Muâviye (Radıyallâhü anh) m yanına girdik. Muâviye (Radıyallâhü anh), İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’ı taht üzerinde oturttu ve: İkindi namazından sonra halkın kılmakta olduğu iki rek’at, ne namazdır? diye sordu. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) :

Bu, İbnü’z-Zübeyr (Radıyallâhü anh) in halka verdiği fetva ile­dir, diye cevap verdi. Muâviye, İbnü’z-Zübeyr (Radıyallâhü anh) e (adam) gönderip sordurdu. İbnü’z-Zübeyr (Radıyallâhü anh); Bunu Âişe (RadıyaHâhü anhâ) bana söylemiştir diye cevap verdi. Muârİye, Âişe (Radıyallâhü anhâ) ye gönderdi. O da: Ümmü Seleme (Radı­yallâhü anhâ) bana haber vermiştir, deyince, Muâviye (Radıyallâhü anh) bu kere Ümmü Seleme’ye adam gönderdi. Ben de elçinin be­raberinde gittim.”

Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)’ya gönderilen elçinin Kesir bin es-Salt (Radıyallâhü anh) olduğu sahih bir se-nedle T a h a v î’ nin Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)’den olan şu rivayetinden anlaşılmıştır:

“Muâviye (Radıyallâhü anh) minber üzerinde iken Kesir bin es-Salt (Radıyallâhü anh)’a: Âişe (Radıyallâhü anhâ)’ya git de Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ikindiden sonra kıldığı iki rek’atin (mâhiyetini) sor, dedi. Ebû Seleme (Radıyallâhü anh) de­miştir ki: ‘Ben de onunla beraber kalktım. İbn-i Abbâs (Radıyallâ-hü anh) : Abdullah bin el-Hâris (Radıyallâhü anh) a: Sen de onun­la beraber git, dedi. Bunun üzerine hepimiz Âişe (Radıyallâhü anhâ) -ya varıp sorduk. Kendisi: Ben bilemem, dedi…” Mezkûr hadîsin devamı nakledilmiştir.

Buhâri. Müslim ve Ebû Dâvûd’un rivayet et­tikleri Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsi, bir hayli uzundur. Bu rivayetin özeti şudur :

‘Küreyb Mevlâ İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm), üç sahâbi tarafından Âişe (Radıyallâhü anhâ)’ya gönderilerek ikindiden sonraki iki rek’atın hükmü sorulmuş, Âişe (Radıyal­lâhü anhâ) : Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)’ya sor, demiş. Niha­yet Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) ya vâki müracaat neticesinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bu hususta şöyle buyur­duğu, anlaşılmıştır:

“Ey Ebû Ümeyye kızı [238], ikindi namazından sonra kıldığım iki rek’at namazı sormuştun . Bana, Abdül’1-Kays kabilesinden bâzı kimseler, (kendi kabilesine mensup bir cemâatin müslüman olduğu­nu bildirmek için) gelmişlerdi ve beni öğlenin son iki rek’atını kıl­maktan alakoymuşlardı. Bu kıldığım iki rek’at (sünnet) öğlenin o son iki rek’atıdır.”

El-Menhel yazarı şöyle der:

“Namaz kılmanın yasak olduğu vakitte bir sebebe bağlı nafile namazın kılınmasının mekruh olmadığına hükmeden Şafii mez­hebine mensup âlimler bu hadisi delil göstermişlerdir. $ â f i i 1 e r: Anılan vakitte, bir sebebe bağlı olmayan nafileyi kılmak mekruhtur, demişlerdir. (Sebebe bağlı nafile için misâl olarak, abdest almak se­bebiyle kılınacak iki rek’atlık abdest sünneti, mescide girmek sebe-bile kılınacak iki rek’atlık Tahiyyetü’l-Mescid sünneti gösterilebilir.)

Ş â f i i 1 e r yine bu hadisi delil göstererek : Farzlara bağlı sün­netler, vakitlerinde kılınmadığı zaman kaza edilmesi müstahabtır, de­mişlerdir.

E b û H a n î f e ile Mâlik ise : Yasak vakitlerde ne sebebe bağlı sünnetler, ne de bağlı olmayan nafileler kılınır. Farzlara bağlı sünnetlerden yalnız sabah namazının sünneti kaza edilir, demişler dir.

A h m e d de : Yasak vakitlerde hiç bir nafile namaz kılınmaz. Sebebe bağlı olan ile olmayan arasında fark yoktur. Farzlara bağlı sünnetler bunun dışındaki zamanlarda kaza edilir, demiştir.

Üç mezheb imamları: Bu hadîsin hükmü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e mahsustur, demişlerdir.

El-Menhel yazarı, mezkûr hadiste anlatılan, öğlenin son sünne­tinin ikindi namazından sonra kılınması mes’elesinin Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’e mahsus olduğuna delil gösterilen riva­yeti nakletmiştir. Ahmed ve Tahavî’ nin rivayet ettikleri delil şudur:

“Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e: = «Şu halde bu iki rek’atı

vaktinde kılmadığımız zaman kaza edelim mi?’ diye sormuş, Resûlul-

lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), «Hayır» buyurmuştur.

Tahavî: ‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den baş­kası öğlenin son sünnetini kaçırdığı zaman, ikindiden sonra kaza ede-miyeceği bu rivayetten anlaşılıyor. Şu halde mezkûr hüküm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e mahsustur. Başkası bunu ikindi namazından sonra kaza edemez ve başka nafile de kılamaz* demiştir.

B e y h a k i bu rivayetin zayıf olduğunu söylemiş ise de, bu söz sıhhatli değildir. Çünkü senedin ricali sikalardır.

Mezkûr hadîsimizdeki hükmün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “e mahsus olmadığını kabul etsek bile, bu hadis yalnız öğlenin son sünnetinin ikindi namazından sonra kaza edilmesinin câizliğine delâlet eder. Sebebe bağlı bütün sünnetlerin böyle olduğuna delâlet etmez.” [239]

108 – Öğle Farzından Önce Dört, Sonra Da Dört (Rek’at) Kılan Hakkında Gelen (Hadîs) Babı

1160) (Mü’minlerin anası) Ümmü Habîbe (Radtyallâkü anttaydım rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyur­du demiştir :

“Kim öğle farzından önce dört (rek’at) ve öğle farzından sonra dört (rek’at sünnet) kılarsa Allah onu cehennem ateşine haram eder.” [240]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâi, Hâkim ve Ah med de bunu rivayet etmişlerdir. Tirmizî ve Ebû Dâ vûd ‘ un rivayeti şöyledir:

  • = “Kîm ö^e farzın­dan önceki dört rek’at ile sonraki dört rekatı devamlı kılarsa…”

N e s â i’ nin bir rivayetinde : – .Allah onun etini cehennem ateşine haram eder.» buyurulmuştur.

Tirmizi ve Ebû Davud’un rivayetinden anlaşıldı­ğı gibi bu yüce fazileti elde etmek için mezkûr dörder rek’at sün­neti dâima kılmak gerekir. Yalnız bir iki defa kılmak bu fazileti ka­zanmak için kâfi değildir.

-Cehennem ateşine haram edilmesi- ifâdesi çeşitli şekillerde yo­rumlanmıştır. Tuhfe yazarı şöyle der:

‘Bu cümle ile kasdedilen mânâ hakkında ihtilâf edilmiştir. Mak­sat, buna devam edenin hiç cehennem ateşine girmiyeceği mi, yok­sa cehenneme girmesi mukadder olsa bile ateşin onu yakmıyacağı mı, veyahut ateşin onun bütün vücudunu kapsamıyarak, kısmen do­kunabileceği mi?

En iyisi bunu hakiki mânâsına yorumlayarak mezkûr sekiz rek’at sünnete devam edenin cehennem ateşinde yanmayacağını ifâde et­mektir. Allah’ın fazlı daha geniş, rahmeti de daha umumîdir.’

El-Menhel yazarı ise cümleyi şöyle yorumJar: ‘Maksat, bu rek’atlere devam etmenin, cehennem ateşini gerekti­ren günahları işlemeye engel olmasıdır. [241]

109 – Gündüz Kılınması Müstehap Olan Sünnet Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1161) Asım bin Damra es-Selûlî (Radtyallâhü ö«A/den; Şöyle de­miştir :

Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemt’in gündüz kıldığı sünnet namazı Ali (Radıyallâhü anh)’den sorduk. O:

— Bu sünneti (devamlı) kılmaya gücünüz yetmez dedi. Biz Ona i

— Sen bize bildir, biz bundan gücümüzün yettiği miktarı alı­rız, dedik. O dedi ki:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) sabah farzını kılınca, artık namaz kılmayı tehir ederdi. Nihayet güneş ikindi namazı vak­tinde şuradan yâni batı ufkundan ne kadar (irtifada) ise güneş o kadar şuradan yâni doğu ufkundan yüksek olunca kalkar iki rek’at (sünnet) kılardı. Bundan sonra namaz kılmayı geciktirirdi. Ta öğle namazı vaktinde güneş şuradan (yâni batı ufkundan) uzak olduğu miktar şuradan yâni doğu ufkundan yüksek olunca kalkıp dört rek’at (sünnet) kılardı. Güneş gök ortasından ayrılınca (= öğle vakti girin­ce) de öğle farzından önce dört rek’at (sünnet) kılardı. Öğle farzın­dan sonra da iki rek’at (sünnet) kılardı ve ikindi farzından önce dört rek’at (sünnet) kılardı. Bu dört rekatın ilk iki rek’atı ile son iki rek’a-tını, Mukarrabîn meleklere. Peygamberlere ve bunlara tâbi olan müs-lümanlarla mü’minlere selâm vermekle birbirinden ayırırdı.

Ali (Radıyallâhü anh) : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemt’in gündüz sünneti işte şu on altı rek’attır. Buna devam eden az­dır, dedi.

Râvi Vekî’ demiştir ki: Babam şunu da ilâve etmiştir: Habib bin Ebi Sabit (şeyhine hitaben) : Ey Ebâ İshak! Senin bu hadîsin, se­nin şu mescidin dolusu altından bence daha sevimlidir, dedi.” [242]

İzahı

Tirmizi ve Nesâî de bunu rivayet etmişlerdir. Yalnız hadîsin: diye başlayan son paragrafı yoktur. Di­ğer lafızlarında mânâyı etkilemeyen az bir değişiklik vardır.

Tuhfe yazarı hadisin şerhinde şöyle der:

“Hadîsten anlaşılıyor ki, ikindi vaktinde güneş batı ufkundan yüksek olduğu kadar doğu ufkundan yükselince (yâni kuşluk zama­nı) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki rekat sünnet kı­lardı. Bu namaz duhâ (= kuşluk) sünnetidir. îşrak sünneti olduğu da söylenmiştir: Fakat ben derim ki: ‘Eğer işrak namazından mak­sat, güneş doğduktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in kıldığı namaz ise, bu hadîsteki namazın o namaz olmadığı açıktır. (Çünkü hadîsteki namaz güneşin doğuşundan bir hayli za­man sonra kılınırdı. Hadîs bunu açıkça belirtiyor.)

İncâhü’1-Hace sahibi hadisteki iki rek’at namaza ‘Küçük kuşluk namazı* adını vermiş ve öğleye doğru kılındığı bildirilen dört rek’at hk namaza ‘Büyük kuşluk namazı* ismini vermiştir.”

Öğle namazının zamanı güneşin semânın ortasından batıya doğru bir miktar kaydığı mûlumdur. O sırada güneşle batı ufku arasında ne kadar mesafe varsa öğleye yakın bir zamanda güneş ile doğu ufku arasında o kadarlık mesafe olduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in dört rek’at sünnet kıldığı hadîste belirtiliyor.

Hadiste, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öğle farzın­dan önce dört, sonra iki ve ikindi farzından önce dört rek’at kıldığı bildirilmiştir.

İkindinin dört rek*atlik sünnetinin ortasında meleklere, Peygam­berlere ve mü’minlere selâm vermesi ifâdesi iki şekilde yorumlan­mıştır.

Birinci yorum: İkinci rek’atte teşehhüde oturmasıdır. Çünkü te-şehhüdde:

«Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına» deniliyor. ‘Sâlih kullar’ ifâdesi Peygamberleri, melekleri ve mü’minleri kapsar.

İkinci yorum ikinci rek’atte selâm vermek ve dolayısıyla namaz­dan çıkmaktır.

Tuhfe yazan bu hususta şöyle der:

” E 1 -1 r a k î : ‘Bâzıları bu ifâdeyi teşehhüd okumakla yorum­lamışlardır. Çünkü teşehhüdde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’e ve sâlih kullara selâm vermek vardır. îshak bin İb­rahim böyle yorum yapmıştır. Zira onun görüşüne göre gündüz sünnetleri dörder rek’at kılınır. Fakat İ s h a k’ in bu yorumu biraz uzaktır, demiştir. Tirmizi: Bilâkis 1 s h a k ‘ in yoru­mu açık ve yakın olanıdır. Hattâ bu yorum doğru olanıdır. Çünkü Peygamberler, namaz kılanın yanında değiller ki kişi namazın so­nunda selâm verirken onlara selâm vermeye niyetlensin. Hâl böyle olunca hadisteki selâm ile nasıl namaz bitimindeki selâm kasdedilir? Benim görüşüm ve bilgim budur. Allah daha iyi bilir, demiştir.

El-Mirkât yazarının beyânına göre Bağavi, lbnü’1-Me1ek ve T ı y b î de bu yorumu te’yid etmişlerdir.

îbn-i Hacer el-Mekki-Heysemî: ‘Hadisin lafzı bu yoruma mânidir. Hadisteki ifâdeden maksad, namazdan çıkmak için verilen selâmdır, başka bir mânâ kasdedilmemiştir. Bu sebeple iki rek’atın sonunda kişi selâm verirken sağında, solunda ve arka­sında bulunan meleklere ins ve cinlerden mü’min olanlara selâm et­meye niyet eder, demiştir.

îbn-i Hacer’in yorumuna şu itiraz vardır: Bu yoruma göre kişi namazdan çıktığında “Esselâmü aleyküm” derken Peygam­berlere de selâm vermeye niyetlenmesi gerekir. Halbuki Peygamber­ler orada hazır değiller, kişinin ne sağında ne solunda ne de arkasın-dadırlar.” [243]

110 – akşam farzından önceki iki rek’at hakkında gelen hadîsler babı

1162) Abdullah bin Muğaffel (el-Müzenî) (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­du, demiştir :

«Her iki ezan (yâni her iki ezan ile ikâmet) arasında bir namaz vardır.»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu üç defa buyurdu. Üçüncü defasında : -Dileyen kimse için- buyurdu.”

1163) Enes bin Mâlik (Radtyaiiâhü anh)\en. Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken (akşam farzı için) müezzin gerçekten ezan okurdu. (Ama) kalkıp akşam farzından önceki iki rek’at (nafileyi) kılanların çokluğu nedeni ile okunanın ikâmet olduğu sanılırdı.” [244]

İzahı

Abdullah (Badıyallâhü anh)’ın hadîsini B u h â r î, Müslim, Nesâi, Ebû Dâvûd, Tir mizi ve Bey-haki de rivayet etmişlerdir.

Tercemede işaret ettiğim gibi -iki ezan-dan maksat, ezan ve ikâ­mettir. İkâmete de ezan denmiştir. Çünkü ezan vaktin girdiğini ilâm olduğu gibi ikâmet de namaza başlamanın ilâmıdır. Hadîsin zahirine göre mânâlandırmak doğru değildir. Zira her iki ezan arasında farz

namaz vardır. Halbuki hadîsin sonundaki: -Dileyen için»

kaydı bu namazın vacip olmadığına delâlet eder. Şu halde hadîsteki namazdan maksat nafile namazdır.

Hadis, emir mahiyetindedir. Yâni her ezan ile ikâmet arasında bir nafile namaz kılınız.

Hadîsin • “İki ezan” ifâdesini zahirine göre bırakmak mümkün­dür. Bu takdirde şöyle yorum yapmak gerekir: Her iki ezan arasın­da (Farzdan başka) bir nafile namaz kılınız.

Hadîs, umumîliği ile her farzdan önce bir nafile namazın kılın­masının m usta hab lığına delâlet eder. Bu genel hükmün içine akşam namazından önceki nafile de girer. Bundaki hikmet de ezan sesini işiten ve hazır olmayan kimselerin cemaata yetişmesine bir nafile ile fırsat vermektir. Ezandan hemen sonra ikâmet edilirse orada bu­lunmayanların cemaata yetişmesi güçleşir. Bu hikmetin yanında başka hikmet ve faydaların mevcudiyeti malumdur.

Enes (Badıyallâhü anhJ’in hadisi Buhâri, Müslim ve Nesâi’ nin büyük süneninde başka lafızlarla rivayet edilmiş­tir. Mü s li m’ in rivayeti meâlen şöyledir: “Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Biz Medine’de idik. Müezzin akşam ezanını oku­duğu zaman sahâbller acele direklere doğru durup iki rek’at (nafile) kılarlardı. Öyle ki, namaza duranların çokluğu nedeni ile yabancı adam mescide girdiğinde farzın kılınmış olduğunu sanırdı.”

Hadîs, akşam farzından önce iki rek’at nafile kılmanın müsta-hablığına delâlet eder. [245]

Bu Husustaki Âlimlerin Görüşleri

El-Menhel yazan şöyle der:

“Sahâbîlerden, Tabiilerden ve fıkıhçılardan bir cemâat bu nama­zın müstahablığına hükmetmişlerdir. Abdurrahman bin Avf, Übeyy bin Kâ’b, Enes, Câbir, Abdurrah­man bin Ebî Leylâ, Hasan-ı Basri, Ahmed ve î s h a k (Radıyallâhü anhüm), böyle diyenlerdendirler. Hanefi ve Şafiî muhakkikleri ile hadis ehli de bununla hükmetmiş­lerdir. Müstahablığına dâir M â 1 i k) ‘in de bir kavli vardır.

Başka bir cemâat bunun müstahab olmadığına hükmetmişlerdir. Mâliki ve Hanefî mezheblerınin meşhur kavli budur. Şa­fiî 1 e r’ in bir kavli de böyledir. Hulafâ-i Râşidîn (Ra­dıyallâhü anhüm)’den de bu kavil nakledilmiştir.

Nahâî: Ne Ebû Bekir, ne Ömer, ne Osman (Radıyallâhü anhüm) kılmıştır. Ali, İbn-i Mes’ûd, A m -mâr, Huzeyfe ve Ebû Mes’ud (Radıyallâhü anhüm) gibi seçkin sahâbîler K û f e” de idiler. Bunların hepsini gören bir zât bana haber verdi ki bunların hiç birisinin akşam farzından ön­ceki sünneti kıldığını görmemiştir.”

El-Menhel yazarı iki grubun delillerini ayrıntılı olarak beyan et­tikten sonra şöyle der:

Bu ma’Iumatı edindikten sonra, bilmiş oldum ki hak, bu nama­zın mustahabhgına hükmedenlerin elindedir. Çünkü bu nama ^allallahü Aleyhi ve Sellem) *in emri, fili ve Z£i iîe sabittir. Nitekim İbn-i Hibbân’ın, Ibn-i Muftaffa! (Radıyallâhü anhümâ)’dan rivayet ettiğine göre Peygamber lahü Aleyhi ve Sellem) akŞam farzındaf önce iki rekat kılmıştır.

E 1-Haf ,z, el-Fetih’te: Delillerin toplam., sabah sünnetinde olduğu gibi bu namazın da hafif kıhnmasınm müstahabhğına defa let eder, demiştir. [246]

111 – Akşam Farzından Sonraki İki Rekat Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1164) Aîşe (Radtyallâhü onkâ)’âan; Şöyle demiştir Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam namazını(n far­zını mescidde) kılardı sonra odama dönüp ik. rek’at (sünneti) kı-

1165) Râfi’ bin Hadîc (Radtyallâhü a«A/den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}, Benî Abdil-Eşhel kabi­lesinde bizim yanımıza teşrif etmişti. Mescidimizde bize akşam nama­zını kıldırdı. Sonra:

«Bu iki rek’at (sünnet) i evlerinizde kılınız.» buyurdu.”

Not: Zevâid’de şöyle denmiştir : ‘Bunun senedi zayıftır. Çünkü îsmâil bin Ayyâş’m Şamlılardan olan rivayeti zayıftır. Ravî Abdülvahhab ise kezzabtır.’

Sindi de: îsmâil bin Ayyâs’ın Şamlılardan değil, Şamlı olmayanlardan olan rivayetinin zayıflığı doğru olanıdır, demiştir. [247]

İzahı

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ‘nin hadîsini, Müslim uzun bir metin hâlinde rivayet etmiştir.

Râfi’ (Radıyallâhü anh) ‘in hadisi Zevâid türündendir. An­cak Ebû Dâvûd, Nesâî, Ahmed ve Tahavî bu­nun bir benzerini Kâ’b bin Ucre (Radıyallâhü anh)’den rivayet etmişlerdir. O rivayetin meali şöyledir:

“Kâ’b bin Ucre demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Benî Abdil-Eşhel mescidine geldi. Orada aksam namazını kıldırdı. Cemâat namazını bitirince, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onların sünnet kılmaya başladıklarını gördü ve: -Bu namaz evlerde kılınmalıdır.» buyurdu.” Bu hadîsin senedindeki râvi tshak bin Kâ’b de meçhuldür.

Akşam namazının son sünneti hakkında sahih olan bir hadis de İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ‘nın şu hadisidir:

= “Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam farzından sonraki iki rek’at (sünnet) i evinde kılardı.” Buhârî ve Müs­lim rivayet etmişlerdir.

Benî Abdi’l-Eşhel kabilesi Ensâr-ı kirâm’ın bir kolu­dur.

tbn-i Ebi Leylâ bu hadislerin zahirini tutarak; Akşam namazının son sünnetinin mescidde kılınması caiz değildir, demiştir. Ahmed de onun bu hükmünü beğenip tasvip etmiştir.

Cumhur i Bu hadislerdeki emir mendubluk içindir, demiştir. Cum-hur’a göre tüm nafilelerin ve bilhassa akşam namazının son sürmetinin evde kılınması daha efdaldır. Çünkü evde kılmak, gösterişten uzak ve ihlâsa yakın olanıdır. Bir de namaz sayesinde evler bereket­lenir.

Bu hüküm, itikâf a yâni ibâdet maksadı ile bir süre camide dur­maya niyet edenleri kapsamaz. îtikâfa giren kimse zaruri hailer dı­şında tüm zamanını camide geçirmek durumunda olduğu için sün­netlerini de camide kılar. Bu hususta âlimler müttefiktir.

Her iki hadis, sünnetlerin evlerde kılınmasının daha faziletli ol­duğuna delâlet eder. [248]

112 – Akşam Farzından Sonraki İki Rekat (Sünnet) Te (Fâtiha’dan Sonra) Okunan (Sûreler) Babı

1166) Abdullah bin Mes’ud (Radtyallâhü anhyden; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam farzından son­raki iki rek’atte (Fâtiha’dan sonra) : (sürelerin)i okurdu.” [249]

İzahı

Tirmizi de bunu benzer lafızlarla rivayet etmiştir. Ti r-m i z İ’ nin rivayetinde tbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) meâlen şöyle der:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in akşamın son ün-netinde ve sabah namazının sünnetinde (Fâtiha’dan sonra) KAfirûn ve İhlâs sûrelerini okuduğuna kaç defa şahit olduğumu sayamam/

Hadîs, akşam namazının son sünnetinde Fâtiha’dan sonra ilk rek’atte Kâfirûn ve son rek’atte İhlâs sûrelerini okumanın müstahab-lığına delâlet eder. Sabah namazının sünnetinde de bu sûreleri oku­manın müstehabhğuıa Tirmizi’ nin rivayeti delildir. [250]

113 – Akşam Farzından Sonraki Altı Rekat (Sünnet) Hakkında Gelen (Hadîs) Babı

1167) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)’den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Setlem), şöyle buyurmuştur :

«Kim akşam namazın (in farzın) dan sonra altı rekat (sünnet) i, arasında fena söz söylemeden kılarsa bu (sünnet), onun için on iki yıllık ibâdete denk tutulur.»” [251]

İzahı

Tirmizî ve îbn-i Huzeyme de bunu rivayet etmiş­lerdir.

Tuhfe yazan şöyle der:

“Tıybi’ nin dediği gibi, akşamın son iki rek’atımn bu altı rek’atın içinde olduğu anlaşılıyor. El-Karİ: Kişi akşamın mü-ekked olan iki rek’atlik son sünnetini kılıp selâm verir. Kalan dört rek’ati dilediği gibi kılar, demiştir. Yâni isterse onu da böyle kılar. Dilerse dört rek’ati bir kılıp yalnız sonunda selâm verir.

Hadîsin: “Arasında fena söz söylemeden” kaydından maksat bu altı rek’at namazı kıldığı esnada kötü söz söylememektir. 1 b n-i H a c e r : Yâni iki rek’atten bir selâm verince o sırada fena söz söylememektir, demiştir.

Hadîsin: -On İki yıllık…» ifâdesi T ı y b î’nin dediğine göre teşvik ve tahrik kabilindendir. Kadı Iyâz ise: Anılan zaman­da kılınan az ibâdet başka zaman ve ahvalde yapılan ibâdetten kat kat faziletli olması umulur, demiştir. [252]

114 – Vitir (Namazı) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1168) Hârice bin Huzâfe el-Adevî[253] (Radtyallâhü an*)’den; Şöy­le demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (sabah namazı için evinden çıkıp) yanımıza geldi ve:

«Şüphesiz Allah, hakkınızda dünya ve içindekilerin tümünden daha hayırlı olan bir namaz ile size ihsanda bulunmuştur. Bu, vitir namazıdır. Allah Teâlâ bu namazı yatsı namazıyla fecrin doğuşu arasında kılmayı size meşru etmiştir.» buyurdu. [254]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhakî, Dâ-rekutnî ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.

«…hakkınızda dünya ve içindekilerin tümünden daha hayırlı olan bir namaz…» diye terceme ettiğim :

cümlesindeki “Naam” genellikle “develer” anlamında kullanılır. “Hu-mur” “Kırmızılar” demektir. Bu iki kelimenin mânâsı, “Kırmızı de­veler” demektir. Ve cümlenin asıl mânâsı;

«Şüphesiz o namaz, sizin için kırmızı develerden daha hayırlıdır.»

demektir. Araplar yanında malların en kıymetlisi kırmızı develer ol­duğu için bu ifâde kullanılmıştır. Bu cümle, tercemede verdiğimiz an­lamdan kinayedir. [255]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Vitir namazını kılmaya teşvik edilmiştir,

2 – Vitir namazı vâcib değildir. Çünkü eğer vâcib olmuş olsay­dı ifâde tarzı teşvik mâhiyetinde değil, gereklilik mâhiyetinde ola­caktı. Meselâ: “Allah size farz kıldı; veya vâcib kıldı.” gibi bir ifâde kullanılacaktı.

3 – Vitir namazının vakti yatsı namazı ile şafak sökmesi ara­sındaki vakittir. Îbnü’l-M ünzi r’in dediği gibi bu hususta âlimler müttefiktirler.

1169) Alî bin Ebî Ta’lib (Radtyallâhü a«A>’den; Şöyle demiştir:

Şüphesiz vitir namazı behemahal yapılması gerekli değildir. Farz namazlarınız gibi de değildir. Lâkin Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazı kılmış, sonra buyurmuştur ki:

«Ey Kur’an ehli! Vitir namazını kılınız. Çünkü Allah vitirdir t= birdir) ve vitri sever.»” [256]

İzahı

Tirmizi, Ahmed ve Hâkim de bunu rivayet etmiş­lerdir. Ebû Dâvûd ve Nesâî ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe âit olan kısmını rivayet etmişlerdir. Bunlarda A 1 i (Radıyallahü anh) a âit olan kısım yoktur.

Hatm: Nihâye’de bu kelime yapılması behemahal gerekli olan, lüzumlu ve vâcib diye tarif edilmiştir.

Hadîsini «Ey Kuran ehli!» hı tabıyla, okur-yazar olan ve olma­yan tüm mü’minler kasdedilmiştir. Hepsine K uran ehli denil­mesinin sebebi, hepsinin Onu tasdik etmesi, emirlerine uyması ve yasaklarından sakınmasıdır.

H a 11 â b i’ nin dediği gibi bu hitab ile K u r’ a n -1 hıfze­denlerin kasdedilmiş olması muhtemeldir. Vitir namazı, bütün mü’­minler hakkında meşru olmakla beraber, hafızların daha şerefli ve önemli olması nedeniyle hitap bunlara tahsis edilmiştir.

Hadisin «Çünkü, Allah Vitirdir…» cümlesindeki vitirden maksat; birdir ve tektir. Yâni Allah, zâtında tektir, bölünmez; sıfatlarında tek­tir, benzeri ve misli yoktur; fiillerinde tektir, ortağı ve yardımcısı yoktur.

Hadisin «…vitri sever- cümlesinden maksad; vitir namazını ka­bul buyurur ve sahibini mükâfatlandırır.

Hadîsteki emir, sahâbilerin, tabiîlerin ve onlardan sonra gelen­lerin cumhurunca mendupluk anlamına yorumlanmıştır. Hattâ Kâdi Ebû Tayyıb: Bu emrin mendupluğu tüm âlimlerin kav­lidir, demiştir. Şeyh Ebû Hâmid de: Vitir Sünnet-i mü-ekkededir. Ne farzdır, ne de vâcibtir. Ebû Hanife hâriç, imamların kavli de budur, demiştir. .Cumhurun delillerinden birisi bu hadistir. Bundan önceki hadîs de ayrı bir delildir.

El-Menhel yazarı, cumhurun kavlini ve delillerini zikrettikten sonra Ebû Hanife’ nin vitir namazının vâcibliğine hükmet­tiğini beyân ederek delillerini zikretmiştir. Kitabımızın 1188 ve 1190 nolu hadislerinin de onun delilleri olduğunu söylemiştir. Daha sonra Ebû Hanife’ nin delillerine yapılan itirazları zikretmiştir.

1170) Abdullah bin Mes’ud (Radıyallahü anh)yden rivayet edildiğine göre (kendisi) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/emyin şöyle buyurduğunu söylemiş :

«Şüphesiz Allah vitirdir (tekdir), vitri sever. Ey Kur’an ehli! Vi­tir namazınızı kılınız.»

Bir a’râbi, Abdullah (Radıyallahü anh)’a: Resûlullah (Sallalla­hü Aleyhi ve Sallem) ne buyuruyor? diye sormuşi Abdullah (Radı­yallahü anh)

— Bu hüküm ne sanadır, ne de arkadaslarınadır. (Hafızlara mahsustur) demiştir.” [257]

İzahı

Ebû Dâvûd ve Beyhakî de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.

Hadisin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe âit olan kıs­mı, bir önceki hadiste geçen metin gibidir.

A’rabînin sorusu, Ebû Davud’un rivayetinde; «Ey İbn-i Mes’ud! Sen ne diyorsun?» şeklindedir.

îbn-i Mes’ud (Radıyallahü anh)’un Arabi’ye verdiği ce vabın anlamı şudur : Vitir namazıyla ilgili bu hüküm, Kur’an-ı hıfzedenlere mahsustur. Sana ve senin arkadaşlarına, yâni senin gi­bi Kur’an-ı hıfzetmemiş olanlara şümullü değildir.’

İbn-i Mes’ud (Radıyallahü anh)’un cevâbına göre ha­dîsteki vitir namazı üe*gece namazı kasdedilmiştir. Ve Kur’an ehlinden maksad, hafızlardır. Çünkü İbn-i Mes’ud (Radı­yallahü anh)’un görüşüne göre vitir, geceleyin Kur’an okuyan hafızlar için sünnettir.

Bir önceki hadîste belirttiği gibi cumhura göre K u r’ a n’ a inanan herkes, Kur’an ehlindendir. Ve vitir namazı her mümin için sünnettir. [258]

115 – Vitir Namazında (Fâtîha’dan Sonra) Okunan Sûreler Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1171) Übeyy bin Kâ’b (Radtyallâhü unA/den: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazını (Fâtiha’ süreleriyle kılardı.”

1172) îbn-i Abbâs (Radtyallâhü anh)’âan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazını (Fatiha’-dan sonra); ve; süreleriyle kılardı.

… Senediyle İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâJ’dan bunun misli rivayet edilmiştir.”

1173) Abdülaziz bin Güreye[259] (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle de­miştir :

Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vitir namazında (Fâtiha’dan sonra) ne okuduğunu Âişe (Radıyallâhü anhâl’ya sor­duk. Dedi ki: O Fâtiha’dan sonra ilk rekatte ve üçüncü rek’atte; sûrelerini okurdu, diye cevap verdi.” [260]

İzahı

Bu bâbta rivayet edilen Übeyy (Radıyallâhü anh)’in hadî­sini Ebü Dâvûd, Nesâi, Ahmed ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

I b n – i Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini tirmizl, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

Abdülaziz (Radıyalâhü anh) ‘in hadîsini T i r m i z î, Ebû Dâvüd, İbn-i Hibban, Beyhakî, Dâre-kutni ve Hâkim rivayet etmişlerdir.

Bütün hadîsler; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in, vi­tir namazında Fâtiha’dan sonra ilk rek’atte A’lâ [261]ikinci rek’atts

Kâfirûn[262] ve üçüncü rek’atte İhlâs[263] sûrelerini okuduğunu beyân ediyorlar. Bunlardan  i ş e (Radıyallâhü anhâ)nin hadî­si, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, vitrin son sûresin­de İhlâs süresiyle beraber onu takip eden Felâk ve Nas[264] sûrele­rini de okuduğuna delâlet eder.

Bu hadisler, vitrin üç rek’atinde mezkûr sürelerin okunmasının müstahablığına delâlet ederler. Mâlikîler ve Şâfiîler, Â i ş e (Radıyallâhü anhâVnin hadîsiyle hükmetmişlerdir. Hane-filer ve Hanbelîler, diğer hadîslerle amel etmişlerdir. Yâni vitrin son rek’atinde Felâk ve Nâs sûrelerinin okunmamasına hükmetmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ekseriyetle bu sü­releri okuduğu, bazen de başka sûreleri okuduğu rivayet edilmiştir.

El-Menhel yazarı, gerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’in ve gerekse bâzı sahâbilerin, vitir namazında başka sûreler okuduklarına dâir rivayetleri zikretmiştir. [265]

116 – Vitir Namazını Bir Rekat Olarak Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1174) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü ankümâ)’âan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazını ikişer iki­şer rek’at olarak kılardı ve bir rek’at vitir kılardı.”

1175) Ebû Miclez (Radıyallâhü anh)’m, (Abdullah) bin Ömer (Ra­dıyallâhü anhümâ)’âan rivayet ettiğine göre; İbn-i Ömer, Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir :

Gece namazı ikişer, ikişer (rek’at) dır, vitir (namazı) da bir rek’-attir.”

Ebû Miclez: Ben, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâî’ya:

— Söyleyiver! Eğer uykudan gözümü aç am azsa m,. Söyle baka­lım! Yâ eğer uyuya kalsam? dedim. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhü-mâ), bana:

(Vitrini) Şu yıldızın (gözükmesi) vaktinde kılı versene, dedi.

Ben başımı (semâya) kaldırdım. Baktım ki (işaret ettiği) Si-mâk [266] yıldızı (görülüyor.) Sonra İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhü-mâ) hadîsi tekrarlıyarak: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, dedi:

    Gece namazı ikişer ikişer rek'attir. Vitir (namazı) da fecirden önce (kılınan) bir rek'attir.»" [267]

İzahı

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in ilk hadisini B u h â r İ, Müslim ve Tirraizî de rivayet etmişlerdir.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) in ikinci hadîsini, Buhâ-rî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî, Mâ­li k ve T a h a v î de benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. An­cak Kütüb-i Sitte’deki rivayetlerde Ibn-i Ömer (Radıyallâ­hü anh) ile râvisi Ebû Miclez (Radıyallâhü anh) arasında cereyan eden konuşma rivayet edilmemiştir.

Buhârî ve Ebû Davud’un Ibn-i Ömer (R*-Öiyallâhü anh)’den rivayeti meâlen şöyledir:

Birisi Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe gece namazını (n kaç rek’at olduğunu veya kaç rek’atten sonra selâm verildiğini sordu* Buyurdu ki:

namazı ikişer ikişer (rek’at) dır. Biriniz sabah namazı vak­tinin girdiğinden (şafak’ın sökmesinden) korktuğu zaman tek bir rek’at kılar. Bu rek’at, onun evvelce kılmış olduğu rek’atleri tek leş­tir ir.»

Her iki hadisteki: «İkişer ikişer rekat» ifâdesinden maksat her iki rek’atten sonra selâm vermek olabilir. Müslim ve A h m e d’in rivayetine göre Ibn-i Ömer (Radıyallâ-hu anh) böyle yorumlamıştır, ilk anda hatıra gelen de budur. Eğer böyle yorumlanırsa hadîs, tek bir rek’at olarak vitir namazını kıl­mak caizdir, diyenler için bir delildir. Müellifin bu hadîsleri bu bâb-ta zikretmesi kendisinin de mezkûr ifâdeyi anlattığım biçimde yorum­ladığına işaret sayılabilir.

Tek bir rek’atle vitir namazı kılınmaz. Üç rek’atı bir niyetle kıl­mak ve yalnız sonunda selâm vermek gerekir, diyen âlimler mez­kûr ifâdeden maksat her iki rek’atin sonunda teşehhüde oturmaktır, demişlerdir.

El-Hâfız, bu ifâdeyi, her iki rek’atten sonra selâm vermek anlamında yorumlıyarak : ‘Cumhur, her iki rek’atten sonra selâm ver­mek hükmünü ifâde eden bu hadîs, efdal olanı beyan etmek içindir, diye yorum yapmışlardır. (Yâni efdal olan şekil her iki rek’atten sonra selâm vermektir.) der.

Hadîs, en hafif şekli göstermek için buyurulmuş olabilir. Çünkü her iki rek’atten sonra selâm vermek dört veya daha ziyâde rek’at-lerden sonra selâm vermekten hafiftir.’ demiştir.

EI-Menhel yazarı şöyle der:

“Bu hadis, gece namazında her iki rek’atten sonra selâm verme­nin efdal olduğuna delâlet eder. Mâlik, Şafiî, Ahmed, Ebû Yûsuf ve Muhammed böyle demişlerdir. Gündüz sünneti de böyledir.

Ebü Hanîfe’ye göre gece ve gündüz sünnetlerinde dört rek’atten sonra selâm vermek efdal olanıdır.”

Bu hususta geniş tafsilâtı inşaalllah 1318 -1325 nolu hadisler bah­e vereceğiz.

El-Menhel yazarı daha sonra şöyle der:

“Vitir namazı tek bir rek’at olarak kılınabilir, diyen Mâlik S â f i i (Rahimehumullah) ‘nin delillerinden birisi bu hadîstir. Cuiîı-hur’un kavli de budur.

Ebû Hanîfe ve arkadaşları: Tek bir rekat, vitir namazı olamaz. Tek rek’ath hiç bir namaz yoktur, diyerek şu delillere da­yanmışlardır :

  1. N e s â i’ nin rivayetine göre;

Âişe (Radıyallâhü anhâ) : ‘Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem), vitrin iki rek atinde selâm vermezdi’ demiştir.

  1. El H â k i m’ in rivayetine göre;

Âişe (Radıyallâhü anhâ) : ‘Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) vitir namazını üç rek’at olarak kılar ve yalnız sonunda selâm verirdi/ demiştir.

Hanefî âlimlerinin İhn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in ha­dîsine verdikleri cevâbı T a h a v i şöyle anlatır: Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir rek’atı daha önce kıldığı iki rek’at­le beraber kılmıştır. Böylece hadislerin arası bulunmuş olur.”

Hanefi ler Hadîsteki: tek rek’atı kılmış olduğu rek’atleri teklestirir.” cümlesi, tek rek’atin, daha önce kılınan rek’atlere bitişik ol­duğuna bir belirtidir. Tek bir rek’at kılan kimse, daha önce kıldığı rek’atleri selâmla aralamış ise, onun kıldığı son rek’at, diğer rek’at­leri nasıl tekleştirir, demişlerdir?

Hanefilerin, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh> hadisi Be ilgili bu yorum hadisin zahirine muhaliftir.

Hadîs, şafak m sökmesi ile vitir namazının vaktinin çıktığına de­lâlet eder.

İkinci hadîsin; cümlesinin mânâsı: -Vitir bir rek’attir.» Bu cümle tek bir rek’at olarak vitir namazı kılınır, diyenler için açık bir delildir. Başka tür yorum uzaktır.

îlk hadîsteki: cümlesinin zahirî yukardaki cümleye uygundur. Çünkü ilk hatıra gelen mânâ : «Ve bir rek’atla vitir nama­zını kılardı.» şeklidir.

İkinci ihtimal: «Ve bir rek’atle tekleştirirdi.»

1176) El-Muttaüb bin Abdülah (Radtyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir :

Bir adam, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)’ya :

— Ben vitir namazını nasıl kılayım? diye sordu. İbn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anhümâ) :

— Tek bir rek’at vitir kıl, diye cevap verince, adam:

— Halkın (kılacağım tek rek’atli namaza) büteyrâ ( = güdük) demelerinden korkarım, dedi. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) : dedi. Yâni: (Tek bir rek’atli) bu namaz, Allah ve Re­sulünün sünnetidir. ( Meşru kıldıkları bir ibâdettir.)”Zevâid’de belirtildiğine göre, hadisin isnadındaki râviler sıkadır. Fa­kat sened munkatidir. Nitekim Buhârî: El-Muttalib’in her hangi bir sahâbîden ha­dis dinlediğini bilemiyeceğim, demiştir. [268]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs de vitir namazının bir rek’at ola­rak kılınmasının meşruluğuna delâlet eder.

Büteyrâ s Beter’in ism-i tasgiridir. Beter î Kesik demektir. Bütey­râ’ : Kesikcik, olur. Sindi: ‘Büteyrâ namaz, tek rek’atli namaz diye tarif edilmiştir. Bâzıları demişler ki, iki rek’at olarak niyet edi­lip tek rek’at olarak kesilen namazdır.’ demiştir.

Buhârî’ nin: “Kitabü’l-Mağazf’de rivayet ettiğine göre Sa’d bin Ebi’l-Vakkâs (Radıyallâhü anh) ‘in vitir namazını tek rek’at olarak kıldığını rivayet etmiştir. E 1 – A y n i: Sa’d (Radıyallâhü anh) ‘m bu namazına İbn-i Mes’ûd (Ra­dıyallâhü anh) :

— “Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken gör­mediğimiz şu güdük namaz nedir?” diye itirazda bulunduğunu söy­lemiştir. Dârekutnî’de beyan edildiğine göre;

“Kays bin Ebî Hazım (Radıyallâhü anh) -. Bu nasıl namaz?” de­yince, Sa’d (Radıyallâhü anh) ‘Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) ‘i, vitir namazını tek rek’at olarak kılarken gördüm.’ diye cevap vermiştir.

Yine B u h â r i “Kitabü’l-Menâkıb”da S â i b bin Y e -z i d (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiğine göre M u â v i y e (Radıyallâhü anh) yalnız bir rek’at vitir kılmış, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) da onun bu fiilini tasvip etmiştir.

Vitir namazının kılmışı ve rek’at sayısı hakkındaki âlimlerin gö­rüşlerini 1190-1192 nolu hadîsler bahsinde inşaallah anlatırım.

1177) Âişe (Radıyallâhü ankâyûzn; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her iki rek’atın sonun­da selâm verirdi ve bir tek rek’at olarak vitir kılardı.”

Not: İsnadın sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid’de bildirilmiştir. [269]

117 – Vitir Namazındaki Kunût (Duası) Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1178) Hasan bin Ali (bin Ebî Tâlib) (Radtyattâkü ankümâ)’dan; Şöyle demiştir:

Vitir (namazı) kunutunda okumakta olduğum şu cümleleri ba­na, dedem ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), öğretmiştir:

= Allah’ım! Dünyada ve âhirette dertten âzâd eylediklerin me yânında beni de azat eyle. (Veya sevdiğin) adamlar meyânında be­nim işlerimi de düzenle (veya beni de sev), hidâyete erdirdiklerinle beraber beni de erdir. Kaderin şerrinden beni sen koru. bana verdiğin nimetleri bereketlendir. Şüphesiz (dilediğinle) hükmedersin, sana hükmedilemez. Şüphesiz sevdiğin (kul) zelil olmaz, sen her tür ek­sikliklerden paksın. Ey Rabbimiz! İhsan (ve iyiliğin) boldur, zâtına lâyık olmayan her şeyden nezih ve temizsin.” [270]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân, el-Hâkim, Dârekut-nî ve B e y hia ki de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler­de cümlelerin sıralanışında takdim, tehir vardır. Ebû Dâvûd, Nesâi, ve Tirmizi’ deki cümlelerin sıralanışı şöyledir:

cümlesi Ebû Dâvûd’un rivayetinde mev­cuttur. El-Menhel yazarı bu ziyâdenin sabit olduğunu söylemiştir.

Beyhaki ve Tabarâni’ njn rivayetlerinde mevcuttur. E 1 – H â f ı z da et-Telhîs’te muttasıl bir senedle yaptığı rivayetle bu ziyâde mevcuttur.

cümlesi Nesâi ve Tirmizi’de: diye geçer.

cümlesi yerine Tirmizi ve Ebû D â v û d ‘ da cümlesi bulunur.

Nesâi’ nin rivayetinde mezkur cümlelerin sonunda:

cümlesi vardır. Tuhfe yazarı mezkûr cümlelerin şerhinde şöyle der: cümlesinin mânâsı:

«Allah’ım! Beni hidâyet üzerinde sabit kıl, bundan ayırma.» Ve­yahut : «Allah’ım! Benim için hidâyet sebeplerini artır.»

lafzından maksad şudur: «Hidâyete erdirdiğin Peygam­ber ve veliler arasında.. –

İbnü’l-Melek: ‘Yâni: Dosdoğru yola erdirdiklerin arası­na beni kat.’ demiştir.

Afiyet, Muafiyet: Îbnü’l-Melek, bu kelimeden maksat, kötülüklerin defidir. (Biz bunu dertden azâd olmak diye terceme ettik.)

fiili, “Tevelli” kökünden alınmadır. “Tevelli” sevgi, koruma, işi düzenleme anlamlarını ifâde eder. Cümlenin mânâsı şudur:(.

“Allah’ım! Sevdiğin, koruduğun ve İşlerini güzel düzenlediğin kul^ lar arasında beni sev, koru ve işlerimi düzenle.”,

“Kaderin şerrinden beni koru” cümlesinden maksat: ‘Kaderin şer cilveleri karşısında sabırsızlık ve öfkelenmek gibi nizama aykı­rı hareketlerden beri koru.’ demektir. Kaderin kendisinden korunmak kasdedilmemiştir. Çünkü bilindiği gibi hayır olsun, şer olsun kader ne ise aynen gerçekleşir, bunun değişmesi söz konusu değildir. Bu cümleden maksat, Kaderi ilâhiyye karşı isyan etmemek ve sabret­mektir. Bu husus için Allah’tan yardım dilemektir.

-Şüphesiz senin sevdiğin (kul) zelil olmaz.»

cümlesindeki “Vâleyte” fiilinin kökü olan “Muvalât” kelimesi ile il­gili olarak Tuhfe’de şöyle deniliyor :

‘Muvâiât: Muadât’ın zıddıdır. (Yâni düşmanlığın zıddı olan mu­habbettir.)

îbn-i Hacer: Yâni, senin sevdiğin kullar, âhiret günü ve­ya dünya ve âhirette zelil olmazlar. Dünyada hakarete uğrasalar, başlarına belâ ve .musibetler gelse dahi buna bakılmaz. Çünkü gö­rülen zillet zahiridir, hakîki değildir. Zîra zahiren hakaret ve zillet sayılan haller, Allah katında ve velîler gözünde en büyük izzet ve şereftir, yüceliktir. Önemli olan da Allah ve sevdiklerinin nazarmda-ki haldir. Bunun içindir ki, Peygamberler (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’in başına çok acaib belâlar ve pek garib sıkıntılar gelmiştir.

“Senin düşmanlık ettiğin kimse âhirette veya dünya ve âhirette aziz olamaz.” Böylesine dünya nimetlerinden ne kadar çok verilirse verilsin, Allah’ın emirlerine uymadığı ve yasaklarından sakınmadı­ğı için Allah ve sevgili kulları katında aziz ve şerefli olamaz.’

T i r m i z i bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle der: “Kunût hususunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den bundan daha güzel bir şeyin sabit olduğunu bilmiyoruz. Vitir nama-zındaki kunût hakkında âlimler ihtilâf etmiştir. Abdullah bin M e s’ û d (Radıyallâhü anh) bütün yıl vitir namazında Kunut duasını okumayı ve Kunût’un vitir namazının (son rck’atinin) rü-ku’undan önce okumayı seçmiştir, tlim ehlinin kavli budur. S ü f-yân-ı Sevrî, İbnü’l-Mübârek, îshak ve Küfe ehli bununla hükmetmişlerdir.

A1i (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre kendisi yal­nız Ramazan ayının son onbeş gününde vitir namazında Kunût dua­sını okurdu ve Kunüt’u rüku’dan sonra ederdi. Bâzı âlimler de böy­le hükmetmişlerdir. Şafiî ve Ahmed böyle demişlerdir.”

El-Menhel yazarı bu hadîsin şerhinde şöyle der:

“Hadîs, vitir namazında Kunût okumanın meşruluğuna delâlet eder. Hadisin zahirine göre bu hususta Ramazan ayı ile başka za­manlar arasında fark yoktur. Hanefîler ve Hanbelîler böyle hükmetmişlerdir.

İbn-i Mes’ud, Ebû Hanîfe, Süfyân-ı Sev­rî, İbnü’l-Mübârek, îshak, Kûfeliler Berâ1,

Ebû Musa, İbn-i Abbâs, Enes. Ömer bin A b-dülaziz, Ubeyde, Abdurrahman bin Ebî Ley­lâ ve Hamid et-Tavil (Radıyallâhü anhüm), Kunût’un rüku’dan önce okunmasına hükmetmişlerdir.

Bir cemâat, Kunût duasının yalnız Ramazan ayının son yansın­da vitir namazında okunmasına hükmetmişlerdir. Alî, îbn-i Sirîn, Said bin Ebi’l-Hasen, Zühri, Yahya bin Sabit, Mâlik ve Şafiî bu grubtaki âlimlerden­dirler.

Kunût’un rüku’dan önce mi sonra mı okunması hususunda, yu­karda işaret ettiğim gibi ihtilâf vardır:

Hulefâ-i Râşidîn ve Said bin Çubeyr gibi zâtlar, rüku’dan sonra olduğuna hükmetmişlerdir. Â h m e d bin H a n b e 1′ in kavli ve Şafiî mezhebinin meşhur kavli budur.

îbn-i Mes’ud, Süfyân-i Sevrî, tbnü’1-Mû-bârek, Ebû Hanîfe ve yukarıda isimleri geçen âlimler, rü­ku’dan önce olduğunu söylemişlerdir.

(El-Menhel yazarı, bu arada bunların delillerini zikrettikten son­ra şöyle der:)

Kunût’un rüku’dan önce veya sonra okunmasına dâir rivayetler arasında bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü iki şekil de mubah kâbilindendir. Artık rüku’dan önce de okunabilir, rüku’dan sonra da. Çünkü ikisi de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî’den vâ-rid olmuştur. Nitekim rüku’dan önce ve sonra Kunût etme hükmü, Enes (Radıyallâhü anh)’e sorulmuş, kendisi:

“Biz rüku’dan önce de sonra da Kunût ederdik” diye cevap ver­miştir.” (1183 nolu hadîstir.) [271]

Kunût Hakkındaki Dört Mezhebin Görüşleri

Vitir namazı Hanefiler’e göre vâcib, diğer üç mezhebe göre sünnettir. Kunût duasına gelince :

1 – Hanefiler’e göre vitrin son rek’atinin kıraati bitin­ce el kaldırıp tekbir almak ve Kunût okumak vâcîbtir. Kunût Al­lah’a övgüyü ve duâayı ihtiva eden sözlerdir. Lâkin îbn-i M e s’ -u d (Radıyallâhü anh)’den rivayet edilen şu sözleri okumak sün­nettir.

«Allah’ıml Biz Senden yardım ve mağfiret dileriz. Senden hidâ­yet üzere sabit kalmamızı dileriz. Sana imanımız var. Sana tevekkül ederiz. Tüm övgü vasıfları ile seni överiz. Sana şükrederiz. Sana nan­körlük etmeyiz. Sana muhalefetle isyan edeni başımızdan atarak ter-kederiz. Allah’ım! Yalnız sana ibâdet ederiz. Ancak senin için namaz kılar, secde ederiz. Koşmamız ve çabalamamız yalnız sana yaklaşmak içindir. Senin rahmetini umarız. Senin azabından korkarız. Şüphesiz senin azabın kâfirlere yapışır.»

Bundan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e, âline ve ashabına salavât okunur.

Ayrıca büyük âfetler ve musibetler geldiğinde sabah namazında ve ikinci rükû’dan sonra imamın Kunût etmesi sünnettir.

2 – Şafii mezhebine göre yıl boyunca sabah farzının ikinci rek’atinde rükû’dan kalkınca Kunût okumak sünnettir. Keza Rama­zan ayının son yarısında vitir namazının son rek’atinde yine rükû’-ın kalkınca Kunût etmek sünnettir. Kunût, Allah’a övgü ve duayı kapsayan sözlerden meydana gelir. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den vârid olan lafızları okumak sünnettir. Bu la­fızlar, hadlsimizdeki lafızlardır. Ancak hadisteki lafızlardan sonra şunu ilâve etmek sünnettir.

Belâ ve musibetler zamanında bütün vakit namazlarında Kunût okumak hem imam hem münferid için sünnettir.

3 – Hanbeliler’e göre vitrin son rek’atinin rükü’undan kalkınca Kunût etmek, yıl boyunca sünnettir. Ramazan ayı ile diğer aylar arasında bir fark yoktur. Vârid olan lafızları okumak daha ef-daldır. Vârid olan lafızlar, yukarıdaki iki Kunût’tur.

Vitir namazı dışındaki namazlarda Kunût etmek mekruhtur. Fa­kat müslümanlara taundan başka bir belâ geldiği zaman devlet rei­si veya vekilinin beş vakit namazda Kunût etmesi sünnettir. Ku­nût, vitrin son rek’atinin rükü’undan önce okunabiliyor ise de, ef-dal olanı rükû’dan sonradır.

4 – Mâ1iki mezhebine göre Vitir namazında Kunût yoktur. Sabah namazında Kunût okumak menduptur. Rükû’dan önce okuıv malıdır. Unutarak rükû’a varınca Kunüt etmediğini hatırlarsa Ku­nût için geri dönülmez. Rükû’dan kalktıktan sonra Kunût edilir.[272]

Geniş malûmat için Fıkıh kitablarına müracaat edilmesi gerekir.

1179) Ali bin Ebî Tâlib (Radıyattâhü anhyden; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vitir namazındn sela­mın) dan sonra şöyle derdi:

«Allah’ım! Senin öfkenden, senin rızâna sığınırım. Senin asa­bından senin afvine sığınırım, sentin cezan)dan sana sığınırım. Şa­na Iâyıkı veçhile hamd-ü sena edemem. Sen zâtını övdüğün yüce va­sıflara ve üstün kemalâta sahipsin.» [273]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâi, Hâkim, D â re­mi, îbn-i Hibbân ve İbn-i Huzeyme de bunu rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu duayı vitir nama­zının selâmından sonra okuduğu N e s â i’ nin rivayetinde açıkça belirtilmiştir.

Hadisin : “Senin öfkenden…” cümlesinin mânâsı şudur : “Senin öfkeni mucip şeylerden, senin rızânı mucip şeyleri işle­mekle, kendimi korumaya çalışırım. Senin azabını mucip şeylerden, senin afvını mucip şeyleri yapmakla korunmaya çalışırım. Senin aza­bından senin zâtına sığınırım. cümlesinden maksad şudur: “Sana hamdü sena etmeyi gerektiren nimetleri saymıya gücüm yetmez.” [274]

118 – Kunutta Ellerini Kaldırmayanın (Beyânı) Babı

1180) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhyûen; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yağmur duasından başka hiç bir duasında ellerini (havaya) kaldırmazdı. (Yağmur dua­sında) koltuk altlarının beyazlığı görülecek kadar ellerini (havaya) kaldırırdı.” [275]

İzahı

Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Dârek.utnî, Hâkim ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağmur duasından başka hiç bir duada ellerini kaldırmazdı. Lâkin bu hadîsin zahiri yağmur duasından başka dualarda ellerin havaya kaldırılmasına dâir gelen çok sayıdaki hadislere ters düşer.

Buharı ‘Dualar Kitabının’ bir babını duada ellerin kaldırılma­sına tahsis ederek müteaddit hadîsleri rivayet etmiştir. El-Münzirî de bu konuda bir küçük kitab te’Iif etmiştir. N e v e v i: Bu konu­da sayılmayacak kadar hadîs vardır. Ben Buhâri ve Müs­lim’ den otuz kadar hadîs topladım, demiştir.

Müellifimiz de bundan sonraki babı buna tahsis ederek bir hadîs rivayet etmiştir.

Hadîslerin arasını bulmak hususundaki âlimlerin yorumunu bun­dan sonraki bâbta rivayet olunan hadîsin izahında anlatacağım. [276]

119 – Dua Ederken Ellerini Kaldıran Ve (Sonunda) Ellerini Yüzüne Sürenin Babı

1181) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümây&a.n rivayet edil­diğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selietn) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sen duâ ettiğin zaman avuçlarının içitni havaya kaldırmak) ile duâ et. Avuçlarının dışları (nı havaya kaldırmak) ile duâ etme. Duaya son verdiğin zaman avuçlarının içlerini, yüzüne sür.Râvi Sâllh bin Hassân’ın zayıflığı dolayısıyla isnadının zayıflığı Zevâr id’de belirtilmiştir. [277]

İzahı

Zevâid yazarı bunu zevâid türünden saymış ise de bu türden de­ğildir. Çünkü Ebû Dâvûd bunu ‘Duâ’ babında rivayet etmiş­tir. Lafızları farklı olmakla beraber mânâları aynidir. Ebû Da­vud’un rivayeti şöyledir:

= -Duvarları (süslemek üzere kumaşlar, halılar ve benzerleri ile) örtmeyiniz. (Din) kardeşinin kitabına izin almadan bakan kim­se cehennem ateşine bakmış (buna müstahak olmuş) olur. Avuçla­rınızın içleri (ni havaya kaldırmak) ile Allah’a dua ediniz. Avuçları­nızın dışları ile Allah’a dua etmeyiniz. Duanıza son verdiğiniz zaman avuçlarınızın içlerini yüzlerinize sürünüz.-

Hadis, dua edilirken avuçların içlerini semâya doğru açmanın, elleri havaya kaldırmanın meşruluğuna ve dua ederken avuçların içi yere dönük olacak şekilde elleri havaya kaldırmanın yasaklığına de­lâlet eder. Bunun hikmeti, avuç açmanın Allah’a muhtaçlığın, tavâ-zuun ve dilemenin bir ifâdesi oluşudur. Ellerin tersini havaya kaldır­mak ise, dilenen şeye rağbet etmemek ve buna önem vermemek an­lamını ifâde eder.

Hadisin zahirine göre, hayırlı bir şeyin istenmesi veya bir şerrin defedilmesi için duâ edilirken avuçların içini havaya doğru açmak meşrudur. T ı y b î böyle demiştir.

İbn-i Hacer ise hadîsteki emri, bir hayırlı şeyin verilmesi yolunda yapılacak duaya hamlederek şöyle demiştir: Çünkü bir şe­yi kazanmak için istekte bulunan kimseye uygun olanı, baş vur­duğu zâta doğru elini açması ve gönül alçaklığı ile ellerini, uzatıp bol ihsanla doldurulmasına çalışmasıdır. Kişi bir şerrin defi için duâ ede­ceği zaman ellerinin tersini semâya doğru kaldırması ve avuçlarının içini yere çevirmesi sünnettir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) böyle yapmıştır.

Bunun hikmeti bir şeyin verilmesi dilenirken bunun alınması­nın umulduğunu avuç açmakla belirtmektir. Bir şerrin defi için elin ters çevirilmesi, o şerrin kovulmakta olduğunun umulduğunu ifâde eder.

Duâ bitince etlerin yüze sürülmesinin hikmeti de şudur: Duâ edi­lirken, rahmeti ilâhi ellerin üzerine iner. Bu rahmet en şerefli uzuv olan yüze de ulaşsın diye eller, yüze süniHhr. [278]

Hadîslerin Arasını Bulmak

Bu hadis, duâ edilirken avuçların içi semâya bakacak tarzda el­leri havaya kaldırmanın meşruluğuna delâlet eder.

Bundan önceki babta geçen Enes (Radıyallâhü anh)’in haslîsinin zahirine göre yağmur duası hâriç Peygamber (Sallallahü Aley­hi Ve Sellöm) duâ ederken ellerini havaya kaldırmazdı.

Buâ ederken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in ellerini havaya kaldırdığı bir çok hadîsle sabittir. Bu hadîslerle Enes (Ra­dıyallâhü anh)’in hadisi arasında görülen zahiri çelişkinin bertaraf edilmesi yolunda el-Menhei yazarı şu yorumu beyan eder:

E n e s (Radıyallâhü anhî’ın gayesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yağmur duasında ellerini havaya çok kaldırdı­ğını, diğer dualarda bu kadar kaldırmadığını ve normal bir şekilde kaldırdığını ifâde etmektir.

Veyahut Enes (Radıyallâhü anh)’ın gayesi yağmur duâ-sındaki ellerin kaldırılışı diğer zamanlardaki kaldırılışından tamamen farklıdır. Yâni yağmur duasında ellerin tersi semâya doğru ve avuç­ların içi yere doğru tutulurdu. Bu tür kaldırış yağmur duasından baş­ka dualarda olmazdı. Çünkü diğer dualarda avuçların içi semâya doğ­ru tutulurdu.

Hadîslerin arasını bulmanın imkânsızlığı faraza düşünülecek olursa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in duâ ederken elle­rini kaldırdığına dâir hadisler, kaldırmadığına dâir hadislere tercih edilir. Çünkü müsbit (bir olayın olduğunu beyan eden) hadisler, nâ-fi (o olayın olmadığını açıklayan) hadislere tercih edilir. [279]

Hadisin Fıkıh Yönü

  1. Duâ ederken elleri havaya kaldırmak meşrudur..
  2. Avuçların içini semâya doğru tutmak meşrudur. Avuç içini yere doğru çevirmek yasaktır.
  3. Duanın bitiminde elleri yüze sürmek meşrudur.

Kunutta El Kaldırıp Kaldırmamak Hususundaki Âlimlerin Görüşleri

A h m e d , Rey ehli ve tshak: Kunût’ta ellerin kaldırılması sünnettir, demişlerdir. N e v e v i’ nin dediğine göre Şafiî-1 e r’ in sahih kavli de budur.

Mâlik ve Evzâî’ nin dâhil olduğu bir ilim cemaatına göre Kunût’ta el kaldırmak yoktur. [280]

120 – Rükû’dan Önce Ve Sonra Kunut Okumak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1182) Übeyy bin Kâ’b (Radtyallâhü anAJ’den: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vitir namazını kılardı, (vitrin son rek’atinde) rükû’dan önce Kunut okurdu.”

1183) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre : Kendisine sabah namazındaki Kunut hakkında soru sorulmuş;

Kendisi: Biz rükû’dan önce de sonra da Kunut okurduk, diye cevap

vermiştir. İsnadının sahîh ve ricalinin sıka olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

1184) Muhammed (bin Şîrîn) (Radtyallâhü anh)\en rivayet edildi­ğine göre şöyle demiştir:

Ben Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)’a (sabah namazındaki) Kunüt durumunu sordum. Dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi vs Sellem) rükû’dan sonra Kunût okumuştur.” [281]

İzahı

Übeyy (Radıyallâhü anh)’ın hadisini Ebû Dâvûd ve N e s â i de rivayet etmişlerdir.

Vitir namazında Kunût duasının rükûdan önce okunduğuna hükmeden Hanefi âlimleri, bu hadîsi delil göstermişlerdir.

Enes (Radıyallâhü anh)’in ilk hadîsi Zevâid türündendir. Tahavi de rivayet etmiştir. İkinci hadîsini Buhâri, Müs­lim, Nesâi, Ebû Dâvûd ve Tahavi de rivayet et­mişlerdir. Ebû Dâvûd’un rivayeti meâlen şöyledir :

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında Ku­nut okumuş mu? diye Enes (Radıyallâhü anhl’a sorulmuş, kendisi t Evet diye cevap vermiş. Bunun üzerine : Rükû’dan önce mi, sonra mı? diye sorulmuş, kendisi: Rükû’dan sonra diye cevap vermiştir. Râvi Müsedded : ‘(Kunut okunması) az bir müddet (sürmüş)’ kaydını ilâve etmiştir.”

Enes (Radıyallâhü anhl’in ilk hadîsi, sabah namazında Ku-nut’un rükû’dan önce de, sonra da okunabileceğine delildir. İkinci ha­dîsi ise, Kunut’un rükû’dan sonra okunmasına delildir.

Sabah namazında Kunut okunup okunmaması ihtilaflı bir mes’e-ledir. 117. bâbta anlattığım gibi sahâbîlerden ve tabiîlerden bir ce­mâat, sabah namazında Kunut’un meşru olduğuna hükmetmişlerdir. Mâlik ve Şafiî’ nin kavli de budur.

Yine sahâbîlerden ve tabiîlerden bir cemâat: Bir belâ olmadıkça sabah namazında Kunut okumak meşru değildir, demişlerdir.

El-Menhel yazarı, iki grubun delillerini uzunca nakletmiştir.

Sabah namazında Kunut vardır, diyen âlimlerin bir kısmı: Rü­kû’dan sonra okunur, demişlerdir. Böyle hükmedenlerin başında Hulafâ-i Râşidin, Ebû Kılâbe, Şafiî ve Mâ­li k i 1 e r’ den İ b n – i H a b î b bulunur.

Rükû’dan öncedir, diyen âlimlerin başında İ b n – i A b b â s, Beri1, Ömer bin Abdülaziz, îbn-i Ebi Leylâ. Mâlik ve tshak (Radıyallâhü anhüm) bulunur.

El-Müdevvene’de beyân edildiğine göre sabah namazındaki Ku­nut hakkında Mâlik: Kunut, rükû’dan önce de, sonra da oku­nabilir. Ben şahsen rükû’dan önce okumayı tercih ederim, demiş­tir.

El-Menhel yazarı: Kunût’un rükû’dan sonra okunması tercihe şa­yandır. Çünkü merfû hadislerle sabittir, demiştir. E 1 – H â k i m ‘ in rivayetine göre Hasan-ı Basrî: Ben Bedir ehlinden yirmisekiz zâtın arkasında sabah namazım kıldım. Hepsi rükû’dan sonra Kunut okurdu, demiştir. Fakat e 1 – H â f ı z, bu hadîsin is­nadının zayıf olduğunu söylemiştir.

Dört mezhebin bu husustaki görüşlerini 1178 nolu hadisin izahın­da anlatmıştık. [282]

121 – Gecenin Sonunda Vitir (Namazını) Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1185) Mesrûk (Radıyallâkü ank)’den: Şöyle demiştir: Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâî’ye, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vitir namazını (ne vakit kıldığını) sordum. Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ) dedi ki j O, gecenin evvelinde, ortasında, her vaktin­de vitir kılmıştır. Ömrünün sonlarında vitir namazı seher vaktine doğru biterdi.”

1186) Alî (bin Ebî Tâlib) (Radtyallâhü anft)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gecenin her vaktinde,

gecenin evvelinde ve ortasında vitir namazını kılmıştır. Vitri seher

vaktine doğru sona ermiştir.”

1187) Câbir (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre, Resûlul-lalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Gece uyanamıyacağından korkanlarınız, gecenin evvelinde vitir namazını kılsın, sonra uyusun. Gece sonunda uyanacağını umanla­rınız vitir namazını gecenin sonunda kılsın. Çünkü gece sonundaki Kuran okumada melekler hazır olur. Gece sonunda Kuran okumak ef daldır.» [283]

İzahı

Âişe (Radıyallâhü anhâ)’nin hadisini Kütüb-i Sitte sahipleri, Ahmed ve Beyhakî rivayet etmişlerdir. Bu hadis, Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gecenin muhtelif zamanlarında vitir namazını kıldığına ve ömrünün sonlarında vitir namazını gece­nin sonuna bıraktığına delâlet eder. Ömrünün sonunda vitir nama­zını gecenin sonuna bıraktığı için efdal olanı budur.

Bu hadîs, gecenin tümünün vitir namazı için vakit olduğuna de­lâlet eder. Lâkin cumhura göre vitir namazı vaktinin başlangıcı yat­sı namazından sonradır. Yâni yatsı farzı kılınmadıkça vitir namazı vakti girmiş olmaz.

Ebû Hanîfe’ye göre yatsı vakti olunca vitir namazı vak­ti olmuş olur. Lâkin bile bile vitir namazı yatsı namazından önce kılınamaz.

A 1 i (Radıyallâhü anh)’in hadîsi, Âişe (Radıyallâhü anhâ)’-nin hadisine benziyor. Müelliften başka kim tarafından rivayet edil­diğini bilemedim. Zevâid türünden olması muhtemeldir.

Câbir (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Müslim, Tirmizî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

T i r m i z İ’ nin’ rivayetinde hadîsin son kısmı şöyledir:

«Çünkü gecenin sonunda kuran okuma mahdûredir. (= Yâni rahmet melekleri hazır bulu­nup dinlerler). Gece sonundaki kırâet efdaldır.»

Müs1im’ in rivayetinde son cümle şöyledir: «Çünkü gece sonundaki namaz meşhudedir. (= Yâni kılınırken rahmet melekleri hazır bulunup şehâdet ederler.) Bu vakitteki namaz efdaldır.»

Bu hadîs, gecenin sonunda uyanmamaktan korkan kimsenin ge­ce uyumadan önce vitir namazını kılmasını ve gece sonunda uyana­cağını ümid edenin vitrini o vakte bırakmasını hükme bağlar.

Nevevi, bu hadisin altında şöyle der: ‘Gece sonunda uya­nacağına güvenen kimsenin vitrini bu vakte tehir etmesinin ve bu­na güvenemiyenin uyumadan önce kılmasının efdal olduğuna açık de­lildir. Doğrusu budur. Mutlak olan hadîsler buna göre yorumlanma-lıdır.'[284]

122 – Vitir Kılmadan Üyuyakalan Veya Unutanın Babı

1188) Ebû Saîd-i Hurin (Radtyallûkü anh)\en rivayet edildiğine uü-re. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Set/em) şiiyle buyurdu, demiştir:

-Her kim vitir namazını kılmadan {fecir doğuncaya kadar) uyu-yakalırsa veya unutursa, sabahladığı zaman veya hatırına geldiği zaman kılsın.»” [285]

İzahı

Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Hâkim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Vitir namazını kılmadan uyuyup şafak’doğuncaya kadar uyan­mayan, keza vitir namazını unutup şafaktan sonra hatırlayan kim­senin vitir namazını kılacağına bu hadis delildir. Uyuyan kimse uyan­dığı zaman, unutan kişi de hatırlayınca kılacaktır.

El-Menhel yazarı, bu hadisin şerhinde aşağıdaki bilgiyi vermiştir: “Hadis, vitir namazının vâcibliğine hükmedenlerin delîllerinden-dir ve vitir namazının kaza edilmesinin meşruluğuna delâlet eder.

Sahâbîlerin, tabiilerin ve onlardan sonra gelenlerin cumhuru, vi­tir namazının kaza edilmesinin meşruluğuna hükmetmişlerdir. Sa’d bin Ebî Vakkâs, Alî, tbn-i Mes’ûd, İbn-i Ömer, Ubâde bin Sâmit, Âmir bin Rabîa, Ebû Derdâ’, Muâz bin Cebel ve İbn-i Abbâs gibi sahâbüer (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmedenlerdendirler. Ke­za İbrahim en-Nehâi, Sevri, dört mezheb imamları, Evzâi ve îshâk da böyle demişlerdir. [286]

Vaktinde Kılınmayan Vitir Ne Zaman Kaza Edilir ?

Bu hususta ihtilâf vardır. Şöyle ki:

1 – İbn-i Abbâs, Mesrûk, Hasan-ı Basrî, Nehai, Mekhûl, Katâde, Mâlik, Ahmed ve İ s h â k (Radıyallâhü anhüm) : Fecirden sonra ve sabah namazın­dan önce kaza edilir, demişlerdir.

Tirmizi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’den: Jl }% j*i = «Sabah namazından sonra vitir namazı

kılmak yoktur.» hadisi rivayet edilmiştir. Bâzı âlimler bununla hük­metmiştir. Şafii, Ahmed ve t s h â k bunlardandır, de­miştir.

El Menhel yazan, bu âlimlerin delillerini zikrettikten sonra söz­lerine devamla şöyle der:

İbn-i N a s r, sahâbîlerden ve diğerlerinden bir çok eser zik­rederek bunların fecirden sonra ve sabah namazından önce vitir kıldıklarını nakletmiştir.

2 – N a h a i’ ye göre güneş doğmadıkça sabah namazından sonra da olsa vitir kaza edilir.

3 – Şa’bi, el-Hasan, Tavus, Mücâhid ve H a m m â d : Vitir namazı sabah namazından sonra da, güneş doğ­duktan sonra da öğle vaktine kadar kaza edilebilir, demişlerdir, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’den de bu kavil rivayet edil­miştir.

4 – İbn-i Hazm, unutmak veya uyuyakalmak nedeniy­le veya bile bile kılmamak arasında fark olduğunu söyliyerek şöyle demiştir: Eğer bilerek terk ederse kaza etmez. Fakat diğer hallerde gece veya gündüz ne zaman isterse kaza eder.

5 – Şafiî mezhebinin meşhur kavline göre gece de gündüz de kaza edebilir.

6 – Hanefi âlimleri : Kerahet vakitleri dışındaki zamanlar­da kaza edilir, demişlerdir.

El-Menhel yazarı, yukardaki ihtilâfları ve delilleri zikrettikten sonra: Tercihe şayan kavil, kerahet vakitleri dışında her zaman ka­za edilebilmesi şeklindeki kavildir. Böyle hükmedildiğinde delillerin arası bulunmuş olur. Hadîs, uyuyakalana ve unutana âit ise de bile bile kılmıyanın kaza etmesi daha tabiidir. Nitekim farz namazın ka­za edilmesinde cumhurun kavli bu merkezdedir. Yâni bile bile farz namazı terkedenin kaza etmesi gerekir, der.”

1189) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâkü anh)’âen rivayet edildiğine gö­re, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:

«Henüz sabahlamamışken (= fecir doğmamışken) vitir namazım kılınız.»

Ravi Muhammed bin Yahya i Bu hadîs delildir ki; Abdurrahmanın hadîsi (= bir önceki hadis) vahidir, demiştir. [287]

İzahı

Bu hadîsi Müslim, Tirmizî ve Nesâî de riva­yet etmişlerdir.

Hadîs, vitir namazının fecirden önce kılınmasının gerekliliğine delâlet eder. Hadîsin zahirine göre fecirden sonra vitir kılınamaz. Sindi: ‘Müellif, fecirden sonra vitir kılmanın caiz olmadığına ve vaktinde kılınmayınca kaza edilemiyeceğine bu hadisi delil gös­termiş ise de, bunun delil olarak gösterilmesi zayıftır,’ demiştir. Çün­kü hadîs vitir namazının edâ vaktinin fecirle son bulduğunu hükme bağlamış olur. Fecrin doğmasıyla vitrin edâ vakti çıkmış olur. Bu­nun için fecre kadar vitir namazını geciktirmemelidir.

Bâzı âlimler, bu ve benzeri hadisleri delil göstererek: Vitri kıl­madan fecre kadar uyuyakalan veya unutan yahut bile bile terke-den kimse fecirden sonra kaza edemez. Çünkü vitir farz değildir. An­cak vaktinde kılınır. Vakti çıkınca kaza edilemez, demişlerdir. A t â’, böyle diyenlerdendir.

1189 nolu hadîsi müellife rivayet eden Muhammed bin Yahya bu hadîsi Abdurrahraan’ın rivayet ettiği (1188 nolu) hadisin vâhî olduğuna delâlet eder demiştir. Fakat el-Menhel yazan; Abdurrahman’m zayıflığının; Ebû Dâvûd ve H â k i m ‘ in rivayetinde Muhammed bin Mutar-r i f’ in mutabaatıyla ve T i r m i z i’ nin rivayetinde Abdul­lah bin Zeyd’in mutabaatı ile giderildiğini söylemiştir. Çün­kü Tirmizi’ nin rivayetinde Abdurrahman bin Z e y d yerine Abdullah bin Zeyd râvi gösterilmiştir. EbûDâvûd ve Hâkim’in rivayetlerinde ise Abdur­rahman yerine Muhammed bin Mutaarrif rivayet etmiştir. [288]

123 – Üç, Beş, Yedi Ve Dokuz Rekat Olarak Vitir (Namazını) Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1190) Ebû Eyyııb-i Ensârî (Radıyallâhü a«A>’den rivayet edildiğine göre. Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sel/em) $Öyle buyurdu, demiştir :

-Vitir (namazı ilâhi) bir haktır. Artık dileyen beş rek’at vitir kıl­sın, dileyen üç rek’at vitir kılsın, dileyen bir rek’at vitir kılsın.»” [289]

İzahı

Ebû Dâvud, Nesâî, Ta havi, Dârekutni, Beyhaki ve el-Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir. Ebû Davud’un rivayetinde ilk cümle şöyledir :

-Vitir, her müslümanın zimmetinde sabit (ilâhi) bir haktır-

Sindi: Vitir namazının vâcib olduğuna hükmedenler bu ha­disi delîl gösterebilirler. Çünkü, ‘Hak’ -. Zimmette sabit ve yapılması lüzumlu olan şeydir. Bâzı rivayetlerde vitir kılmayanlar hakkında tehdit de vardır, vitrin vacip olmadığını hükmedenler ise ‘Hak’: Sa­bit ve meşru’ demektir. Vitir kılmayan hakkında buvurulan;

= «Vitir kılmayan bizden değildir.» tehdidinin

yorumu şudur: “Vitir kılmayan, bizim sünnetimiz ve yolumuz ehlin­den değildir. (Veyahut sünnetimizden yüz çevirmek ve hoşlanmamak üzere vitir kılmayan bizden değildir…)” demişlerdir.

Hadisin : -Artık dileyen beş, dileyen üç rek’at…» cümleleri ile il­gili olarak el Menhel yazan şunları söyler:

“EI-Hâkim’in Âişe (Radıyallâhü anh)’den rivayeti ile sabit olduğu üzere Peygamber vitir namazını beş rek’at kıldığı zaman beşinci rek’atten başka hiç bir rek’atte oturmazdı ve yalnız beşinci rek’atten sonra selâm verirdi. Buradaki cümle böyle yorumlanmalı-dır. Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)’in dördüncü rek’atten sonra teşehhüde oturması ve teşehhüdden sonra selâm vermeden beşinci rek’ate kalkıp bu rek’ati de kıldıktan sonra teşehhüde otur­ması ve selâm vermesi şeklinde yorum yapmak da mümkündür.

Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)’in vitri üç rek’at ola­rak kıldığı zaman bunu yine bir teşehhüd ve bir selâmla kıldığı, el-Hâkim’in Âişe (Radıyallâhü anhâ)’den rivayeti ile sa­bittir. Şu halde üç rek’atla ilgili cümleyi buna göre yorumlamak uy­gun olur. Ömer (Radıyallâhü anhî’ın vitir kılışı böyle idi. M e -dine halkı bu vitir şeklini ondan almışlardır.

Vitir üç rek’at olarak kılındığı zaman iki teşehhüd ve bir se­lâmla kılınması yorumu muhtemeldir. Ebû Hanife ile arka­daşları ve Sevri’ nin kavli budur.

Üç rek’at vitirle alâkalı olarak el-Hâkim ve Dârekut-n i’ nin rivayet ettikleri Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’ın şu merfû hadîsi değişik şekillerde yorumlanmıştır.

= «Vitri üç rek’at olarak kılmayın. Beş veya yedi (rek’at olarak) kılınız. Akşam farzına benzetmeyiniz.»

Ebü Hanife ve arkadaşları; bu hadisteki nehiy, tenzihen mekruhluk içindir. Gaye gece namazını kılmayıp yalnız üç rek’atlık vitirle yetinmemektir, demişlerdir.

Diğerleri : Bu yorum hadîsin zahirinden uzaktır. Hadisteki ne­hiy, vitir üç rek’at olarak kılındığı zaman akşam namazı gibi iki te­şehhüd ve bir selâmla kılınması içindir. Fakat üç rek’at bir teşeh­hüt ve bir selâmla kılındığı zaman akşam farzından farklı olmuş olur. demişlerdir.

Hadîs, bir rek’atla vitir kılınabildiğine delildir. Bu konuda gelen bâzı hadîsler 116. bâbta rivayet olunmuştur.

1191) Sa’d bin Hişâm (bin Âmir el-Ensârî)[290] (Radıyallâhü an-hutnâ)'(\an rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

— Ben Âişe (Radıyallâhü anhâ)’ya:

Ey Müzminlerin anası! Bana Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem)’in vitir namazını(n keyfiyetini, vaktini ve rek’at sayısını) an-latıver, diye dilekte bulundum. Dedi ki:

Biz Onun için misvakini ve abdest suyunu hazırlardık. Geceleyin Allah dilediği zaman Onu uykudan kaldırırdı. (Uykudan uyanınca) misvak kullanır, abdest alır ve dokuz rek’atı (üst üste ve aralarında selâm vermeden) kılardı. Sekizinci rek’ate kadar teşehhüde oturmaz­dı. Sekizinci rek’atten sonra (teşehhüde) oturup, Rabbine duâ ederdi. Allah’ı zikreder, ham d eder ve Ona duâ ederdi. Sonra selâm verme­den ayağa kalkarak, ayakta dururdu. Dokuzuncu rek’atı kıldıktan sonra oturup Allah’ı anar, Ona hamdeder, Rabbine duâ eder ve Pey-gamber’ine salâvat getirirdi. Sonra bize duyuracak şekilde selâm ve­rirdi. Selâmdan sonra iki rek’atı oturarak kılardı. İşte hepsi on bir rek’attir. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yaşlanıp etlenin­ce yedi rek’at vitir kılardı. Ve bundan selâm verdikten sonra iki rek’atı (oturarak) kılardı.” [291]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâİ, Ahmed ve Ta­na v î de bunu rivayet etmişlerdir. Rivayetlerde az lafız farkı var­dır. Bâzı rivayetler çok uzundur. Ve başka konulara da değinilmiş­tir. Onları buraya aktarmaya gerek görmüyorum.

Hadîsin; «O’nun vitri hakkında fetva ver»

cümlesi yerine Müslim’ de; «Onun vitrinden bana haber ver» buyurulmuş, Ebû Dâvûd1 un rivayeti;

«O’nun vitrini bana tahdîs et» şeklindedir.

M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde; cümlesi yoktur. Ebû D â -v ü d ‘ un rivayetinde hadisin son kısmı şöyledir :

= «O, yaşlanıp etlenince, vitrini yedi rek’at olarak kılmaya baş­ladı. Yalnız altıncı ve yedinci rek’atlerde (teşehhüde) oturdu. Ve yalnız yedinci rek’atten sonra selâm verdi. Selâmdan sonra iki rek’at daha oturarak kıldı. İşte hepsi dokuz rek’attir…»

Hadîs, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in dokuz rek’at vitir kıldığını, hepsini bir niyet ve bir selâmla îfa ettiğini, yalnız se­kizinci ve dokuzuncu rek’atte teşehhüde oturduğunu, teşehhüdde Al­lah’ı anarak, hamdederek duâ ettiğini, açıktan selâm verdiğini, se­lâmdan sonra iki rek’at daha ve oturarak kıldığını, yaşlanıp şişman­ladıktan sonra 7 rek’at vitir kıldığını, yine son iki rek’atte teşehhüde oturduğunu, yalnız yedinci rek’atten sonra selâm verdiğini, selâm­dan sonra ayni şekilde iki rek’at daha kıldığını beyan eder.

Hadîsin : “Vitirden sonra oturarak iki rek’at kılmakla” cümlesi ile ilgili olarak N e v e v i şöyle der:

‘Kadı Iyâz’m nakline göre Evzâi ve Ahmed bu hadisin zahirini tutarak vitirden sonra iki rek’atı oturarak kılmayı mubah görmüşlerdir. Ahmed: Ben bu iki rek’atı kılmam, kı­lınmasından da kimseyi menetmem, Mâlik, kılınmasını kabul etmemiştir, der. N e v e v i daha sonra şöyle der :

‘Bence doğrusu budur ki Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) vitirden sonra namaz kılmanın ve oturarak namaz kılmanın câizliğini beyan etmek için bu iki rek’atı oturarak kılmıştır. Pey­gamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) devamlı bunu kılmamıştır.

Bir iki defa veya bir kaç defa kılmıştır. Hadisteki;”Na­maz kılardı” ifâdesi seni aldatmasın. Çünkü âlimlerin ekserisi ve usûlcülerin muhakkıklari; fö lafzı tekrarlamak ve devamlılık mâ­nâsını gerektirmez. Mazi bir fiildir. Bir şeyin geçmişte vuku buldu­ğunu ifâde eder. Eğer o şeyin tekerrür ettiğine delâlet eden bir delil

bulunursa devamlılık mânâsı verilir, yoksa; jli” kelimesi beheme­hal bunu ifâde eder, denmez…”

N e v e v i daha sonra bu fiilin devamlılık ifâde etmediğine dâir hadîslerden müteaddit örnekler verir.

1192) Ümmü Seleme (RadtyaUâhü ankâ)’ı\ar\; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yedi veya beş (rek’at) olarak vitir kılardı. Bu rek’atler arasında ne selâm ne de konuşmak­la ara verirdi.” [292]

İzahı

Nesâi ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir. Bu ha­dîs de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vitir namazını yedi veya beş rek’at olarak kıldığına ve yalnız son rek’atten sonra selâm verdiğine delildir.

Bu bâbta rivayet edilen hadislerden çıkarılan sonuç Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vitir namazının bir, üç, beş, yedi ve dokuz rek’at olarak kılınabileceğini bildirmiştir.

Bu husustaki imamların görüşleri şöyledir :

  1. Ebû Hanîfe’ye göre vitir namazı üç rekattır. îkinci rek’atte teşehhüde oturulur. Selâm verilmeden üçüncü rek’ate kalkı­lır, bunun kıraati bitince tekbir alınarak ve eller kulaklara kadar kaldırılıp bağlanır. Sonra Kunût duası okunur ve rüku’a gidilir…
  2. M â 1 i k ‘ e göre vitir namazı bir rekattır.
  3. Şafii ve Ahmed’e göre asgari, bir rekattır. Üç, beş, yedi, dokuz ve en çok onbir rek’at kılınabilir. Bunlara göre üç rek’at kılındığında şu iki şekilde kılmak caizdir.

a) Önce iki rek’at kılınıp selâm verilir. Sonra tek rek’at kılınır.

b) Üç rek’at bir niyetle kılınır, ikinci rek’atte teşehhüde oturul­madan ve selâm verilmeden üçüncü rek’ate kalkılır. Üçüncü rek’at­ten sonra teşehhüd okunur ve selâm verilir.

Beş, yedi, dokuz veya onbir rek’at kılındığı zaman üç şekilde kı-hnsbilir.

a) Her iki rekatın sonunda teşehhüde oturulur ve teşehhüdden sonra selâm verilir. Son tek rek’at ayrı kılınır.

b) Hepsine bir niyet edilir. Yalnız sondan ikinci rek’atte teşeh­hüde oturulur. Teşehhüdden sonra selâm verilmeden ayağa kalkılır, sonuncu rek’at de kılınıp teşehhüdden sonra selâm verilir.

c) Hepsine bir niyet edilir. Yalnız sonuncu rek’atte teşehhüde oturulur ve teşehhüdden sonra selâm verilir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yaşlanıp şişmanla­dıktan sonra vitir namazını yedi rek’at kılması, el-Menhel yazarının beyânına göre vefatından bir yıl önce başlamış ve vefatına kadar de­vam etmiştir. [293]

124 – Yolculukta Vitir Kılmak Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1193) Salim,in babası (Abdullah bin Ömer) (Hadivalfâhü anhümâ)’dan; Şöyle dernijtir :

”Resûlullah fS.i.. tJlahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta (dört rek’at-lı farzları) iki rek’ut olarak kılardı. Bu iki rek’ate bir şey ilâve et­mezdi. Geceleyin teheccüd namazını kılardı.’ (Salim diyor ki) ben (babama) dedim ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (yol­culukta vitir namazını da kılıyor (mu) du? Pabam : Evet, dedi.”

İsnadında Câbir el-Ca’fi’nin bulunduğu ve kezzabın biri olduğu Ze vâid’de bildirilmiştir. [294]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadis Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)’in dört rek’atlı farz namazları yolculuk hâlinde iki rek’at ola­rak kıldığına, farzların ilk ve son sünnetlerini yolculukta kılmadığı­na, gece namazını ve vitrini seferde de kıldığına delâlet eder.

1194) (Abdullah) bin Abbâs ve (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâyûan: Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem), (dört rek’atlı farzları) yolculuk hâlinde iki rek’at olarak meşru kılmıştır. İki rek’at, tamdır, kısaltılmış değildir. Yolculukta vitir namazını kılmak sünnettir.” [295]

İzahı

Hadisin bu lafızlarla, Kütüb-i Sitte’nin (İb n – i M â c e ‘ den başka) hangisinde rivayet edildiğini göremedim. Fakat dört rek’atli farzların yolculukta iki rek’at olarak meşru kılındığına ve bunun kı­saltılmış olmayıp tam olduğuna dâir sahih hadîsler Kütüb-i Sitte’de vardır. Bir kısmı 73. bâbta 1063 -1068 numaralarla geçmiştir.

Sindi: Hadîsteki ‘Sünnet’ kelimesi ile istilahî mânâ kasdedil-memiş, meşru mânâsı kasdedilmiştir. Sünnet, meşru mânâsına yo­rumlanınca, vacip ve sünneti kapsar. Hadîsin bu bâbta zikredilmesi de bu yorumu teyid eder. Sünnet, böyle yorumlanınca, vitir namazı­nın vacip olmadığı mânâsı bu hadîsten çıkarılamaz, demiştir.

Daha önce belirttiğim gibi vitir namazı Ebû Hanîfe’ye göre vacip, diğer üç imama göre sünnettir. Hadîs diğer imamların görüşü için de delil gösterilebilir. Şöyle ki, yolculukta dört rek’atli farzlar iki rek’at olarak kılınır. Farzlara bağlı sünnetler yolculukta kılınmayabilir. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)’in kılmadığı sabittir. Acaba yolculukta vitir namazı kılınır mı, bırakılır mı? Ha­dîs, vitir namazını, farzlara bağlı sünnetlerden ayırmış ve ikamet hâ­linde sünnet olan vitir, yolculuk hâlinde de sünnettir, kılınmalıdır, hükmünü ifâde eder. denilebilir. [296]

125 – Vitirden Sonra Oturarak İki Rek’at (Namaz) Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1195) Ümmü Seleme (Radıyallâh üanhâ)’dan\ Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem), vitirden sonra hafif tuttuğu iki rek’at (nafileyi) oturarak kılardı.”

Zevâid’de şöyle denmiştir : Bunun isnadı aleyhinde konuşulmuştur. Çünkü seneddeki râvilerden Meymûn bin Musa hakkında Ahmed : Ben bunun ri­vayetinde bir beis görmüyorum, demiş, Ebû Hatim : O çok doğru sözlüdür, de­miş. Ebû Dâvûd : Bunun rivayetinde beis yoktur, demiştir. Bâzıları ise onu gev­şek görmüştür. İbn-i Hibbân onu hem sikalar arasında hem de zayıflar arasında zikretmiş ve : Yalnız rivayet ettiğinde onun hadîsleri hüccet olmaz, hadisleri mün-kerdir, demiştir.

1196) Âişe (Radtyailâhü ankAyAsn-, Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vitrin tek rek’atını kı­lardı. Sonra İki rekatı kılardı. Bu iki rek’atın kıraatim oturarak eder­di. Kıraatten sonra rüku’ etmek istediği zaman uyağa kalkar, sonra rüku’a varırdı.”

Not : Bunun isnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevstid’rîe bildiril­miştir. [297]

İzahı

Bu bâbtaki iki hadisin Zevâid türünden olduğu Zevaid’de bildiril­miştir. Ancak ikinci hadîsin benzen Müslim, Ku Davûd ve N e s â i’ de mevcuttur. M ü s 1 i m ‘ in rivayeti şöyledir :

… Aişe (R.A)\ı\n rivayet edildiğine göre >tir :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (gece) on Üç rek’at na­maz kılardı (önce) sekiz rek’at kılardı. Sonra (tek rek’at) vitir kı­lardı. Sonra iki rek’atı oturarak kılardı. Bunda rükû etmek istediği zaman ayağa kalktıktan sonra rükû ederdi. Sonra sabah namazının ezanı ile ikameti arasında iki rekV (sabah sünneti) kılardı.”

El-Menhel yazarı Gece namazı’ babında rivayet olunan bu ha­dîs bahsinde şöyle der:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazından son­ra namaz kılmanın câizliğini beyan etmek için vitirden sonra söz ko­nusu iki rek’atı kılmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, B u h â r i ve M ü s 1 i m ‘ in merfu1 olarak rivayet ettikleri Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in «Gece nama­zınızın sonuncusunu vitir eyleyiniz.» emri mendupluk içindir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mezkûr iki rekatı de­vamlı kılmamıştır. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve başkalarından rivayet olunan sahih hadîslerle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece namazının sonuncusunun vitir olduğu sabittir. Bu hadisler ve bu emir muvacehesinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in söz konusu iki rek’atı devamlı kılması uzak bir ihtimaldir

K â d ı I y â z, mezkûr hadîsleri tutarak, söz konusu iki rek’-atle ilgili rivayeti kabul etmemiş ise de onun tutumu sıhhatli bir ha­reket değildir. Çünkü hadîsler sahih olduğunda aralarını bulmak mümkün ise tek yol, aralarını bulmaktır. Bu husustaki hadîslerin arasını bulmanın mümkün olduğu yukardaki yorumla açıklanmıştır.

îkinci hadîsten anlaşıldığına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitirden sonraki iki rek’ata oturarak başlardı. Kıraati bi­tirip rükû’ etmek istediği zaman ayağa kalkarak doğrulduktan son­ra rükû’a giderdi.

İmam Evzâi ve bir rivayete göre A h m e d , bu hadîs­lerin zahirini tutarak Vitirden hemen sonra iki rek’at namaz kılmak mubahtır, demişlerdir. Mâlik ve başkaları Vitirden hemen son­ra nafile kılmayı mekruh saymışlardır. Bu konudaki hadîslere karşı şöyle müdafaa yapmışlardır: Bu hadîslerin hükmü Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’e mahsûstur. Çünkü ümmetine, gece na­mazının sonuncusunun Vitir olmasını emretmiştir. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in fiili, ümmetine mahsûs sözüne muarız sayılamaz.” [298]

126 – Vitirden Sonra Ve Sabah Sünnetinden Sonra (Sag) Yan Üstünde Yatmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1197) Âişe (Radtyallâhü anhq)’dan; Şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i gecenin sonunda ancak yanımda yatmış olarak bulurdum.(Veya Ona rastlar­dım.[299]

(Râvî) Vekî’ demiş ki Âişe (Radıyallâhü anhâ) (‘gecenin sonun­da’ sözü ile) Vitirden sonrayı kasdetmiştir.” [300]

İzahı

Hadis Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vitirden son­ra yattığına delâlet eder. B u h â r î’ nin Vitir babında İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anhJ’den, M ü s 1 i m ‘ in de gece namazı babında Âişe (Radıyallâhü anh) ‘dan rivayet ettikleri benzer ha­dislerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vitirden sonra ve sabah sünnetinden önce sağ yanı üstünde yattığı beyan edilmiş­tir.

M ü s 1 i m ‘ in rivayeti meâlen şöyledir: Âişe (Radıyallâhü an­hâ) *den şöyle demşitir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin onbir rek’at namaz kılardı. Bunların bir rekatını tek kılardı. Vitir namazından boşalınca müezzin Ona gelinceye kadar sağ yanı üstünde yatardı. Müezzin geldikten sonra iki rek’at (sabah) sünneti kılardı.”

Ebû Davud’un Âişe (Radıyallâhü anhâ)’dan rivayet ettiği benzer hadîste de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Vitir ve ondan sonraki iki rek’atı (oturarak) kıldıktan sonra müezzin sabah namazının vaktinin girdiğini bildirmek üzere gelinceye kadar, (sağ) yanı üstünde yattığı ve müezzin gelip haber verdikten sonra hafif iki rek’at sabah sünnetini kılıp farzı kıldırmak için mescide çık­tığı bildirilmiştir.

Bu hadîsler sabah sünnetinden önce sag yan üstünde yatmanın meşruluğuna delâlet ederler.

1198) Âişe (Radtyallâhü d«/râ)’dan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah sünnetini kıldığı zaman sağ yanı Üstünde yatardı.”

1199) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anA/den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah sünnetini kıldığı zaman (sağ) yanı üstünde yatardı.” [301]

İzahı

Âişe (Radıyallâhü anhâ) ‘nın hadîsini Buharı, Müslim ve T i r m i z i benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. T i r m i z î’ -nin rivayetinde “Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sabah sünnetini evinde kıldığı” kaydı da mevcuttur.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizi, Ahmed ve Beyhaki de benzer lafız­larla rivayet etmişlerdir

Tirmizi ve Ebû Davud’un rivayetleri kavlî hadîs mâhiyetinde olup meali şöyledir:

‘Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Sizden birisi sabah sünnetini kıldığı zaman sağ yanı üzerinde yatsın.”,

İbn-i H a z m , mealini yazdığım hadisteki emri, vâciblik için yorumlamakla sabah sünnetinden sonraki yatışın vacip olduğunu söylemiştir. Cumhur, bu emri müstahabhk için yorumlamıştır. Cum-hur’un delili de Buhâri, Müslim, E b û Dâvüd ve başkalarının rivayet ettiği Âişe (Radıyallâhü anh) nin şu meal­deki hadîsidir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah sünnetini kıldı­ğı zaman eğer ben uykuda isem sağ yanı üzerinde yatardı. Şayet ben uyanık isem benimle konuşurdu.”

Bu hadîsin zahirine göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) uyanık olduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatmazdı. Şu halde yatmak vâcib değildir.

El Menhel yazarı, sabah sünnetinden sonra yatmak hakkında âlimlerin ihtilâf ettiklerini söyliyerek, bu husustaki görüşleri şöyle nakleder:

1- Sabah sünnetinden sonra sağ yanı üzerinde yatmak sün­nettir. Ebû Musa el-Eş’ârî, Raf i’ bin Hadîc, Enes, Ebû Hüreyre ve başka sahâbîler (Radıyallâhü an-hüm) ileîbn-i Sirîn, Saîd bin el-Müseyyeb, Urve bin Zübeyr ve başka tabiinin kavli budur. Şafiî ve A h m e d de böyle hükmetmişlerdir.

2 – Vâcibtir. Bu kavlin sahibi î b n – i H a z m ‘ dır. Ancak bunun tutarsız olduğunu yukarda anlattık.

3 – Abdullah bin Mes’ud ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhüm)’e göre bid’attır. Tabiîlerden Esved bin Yezid, İbrahim Nehaî ve Saîd bin Cübeyr’in bunu mekruh gördükleri rivayet olunmuştur. Mâlik ve Cum­hurun da bunu mekruh saydıklarını Kadı I y a z nakletmiştir. Bunlara göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yatışı, yor­gunluk nedeniyledir.

4 – Gece namazına kalkan kimsenin dinlenmesi için yatması müstahabtır. Gece namazına kalkmamış olan için meşru değildir. İbnü’l-Arabi bunu seçmiştir.

5 – Sabah sünnetini evinde kılan kimse için evinde yatması müstahabtır. Mescidde bunu yapmak müstahab değildir. Selef âlim­lerinin bir kısmı bununla hükmetmiştir. î b n – i Ömer (Radı­yallâhü anh)’in de böyle dediği rivayet olunmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in mescidde böyle yap­tığına dâir her hangi bir rivayetin olmaması, bu görüşü teyid eder. Bunun içindir ki îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), mescidde böyle yapmayı yasaklıyarak: Bu, bid’attır demiştir. Eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde böyle yapsaydı İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anh) ve îbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) gi­bi zatların bundan haberdar olmamaları akıldan uzaktır. Zâten bilin­diği gibi Peygamber (Sallalalhü Aleyhi ve Sellem), sünnetleri evde kılardı. Bu yatış, sabah sünnetinden hemen sonra olduğu için evde yapılırdı. [302]

127 – Binek Devesi Üzerinde Vitir Namazı Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1200) Saîd bin Yesâr[303] (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: (Mekke’ye yapılan bir yolculukta) ben (Abdullah) bin Ömer (Ra­dıyallâhü anhümâ)’nın beraberinde idim. (Gece sonuna doğru) ge­ride kalarak vitrimi kıldım. Sonra (Ona yetişince) niçin geri kaldın? diye sordu. Ben: Vitir namazını kıldım, diye cevap verince kendisi; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), senin için bir güzel örnek değil mi? dedi. Ben, evet (güzel örnektir.) dedim. Kendisi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), devesi üstünde vitir kılardı, dedi.”

1201) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazını devesi üstünde kılardı.İsnadındaki Abbâd bin Mansûr’un zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. [304]

İzahı

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadisi Kütüb-i Sitte sa­hipleri tarafından rivayet edilmiştir. Buhâri’ nin rivayetinde, söz konusu yolculuğun M e k k e’ ye yapılan yolculuk olduğu be-

lirtilmiştir. Hadîsin: cümleleri yerine oradaki cümle­ler şöyledir: = “Ben şafakın doğmasından korkunca (devemden) indim ve vitrimi kıldım. Sonra ona (= ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’e) iltihak ettim.” İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) niçin geride kaldığını sorunca Said (Radıyallâhü anh) ‘in verdiği cevap, orada şöyledir:

“Şafakın doğmasından korktum da (devemden) indim ve vitrimi kıldım.”

Râhile : Binek devesi demektir.

Bu bâbtaki iki hadîs, Vitir namazının yolculuk hâlinde binek hay­vanı üzerinde kılınmasının câizliğine delildir. İçlerinde Mâlik, Şafii ve Ahmed’in bulunduğu cumhurun kavli budur.

Hanefi âlimleri, yolculukta Vitir namazının hayvan üstün­de kılınmasını caiz görmemişlerdir. Çünkü vitir, onlara göre vâcib-tir. Farz namaz hayvan sırtında kıhnmadığı gibi Vitir de kılınmaz. Ancak şer’î bir zaruret varsa farz namazlar ve Vitir namazı hayvan üstünde kılınabilir, demişlerdir.

Hanefi âlimleri İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in yu­karıda rivayet olunan hadîsine şöyle cevap vermişlerdir:

Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) Vitrin vâcibliği görüşün­de değildir. Bu nedenle onun yanında Vitir namazı şâir nafileler gi­biydi. Yerde de hayvan sırtında da kılınması caizdi. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in hayvan üstünde Vitir kılmasına gelince; Yâ bu fiil Ona mahsus idi, veyahut Vitir namazının henüz fazla önem kazanmadığı zamanda olmuştu.

Cumhur, Hanef îler’in bu cevabını uygun görmeyerek şöyle demiştir: ‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hayvan üstünde Vitir namazı kılmasının, Vitrin henüz pek önem kazanma­dığı devreye mahsus olduğuna dâir açık bir delil yoktur. Bu tatbika­tın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e mahsûs olmaması asıl­dır, tbn-i Ömer (Radıyalâhü anh), deve üstünde Vitir kıl­dığı gibi, Vitir için hayvandan inip yerde kılana itiraz ederdi.’

Hanefîler’in delillerinden ikisi de Tahavi’ nin İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği şu mealdeki hadîsler­dir:

‘İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) yolculukta hayvan sırtında namaz kılardı. Vitrini yerde kılardı ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in böyle yaptığını söylerdi.’

‘İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) yolculukta devesi hangi yöne yö­nelirse yönelsin (nafile) namaz kılardı. Seher vakti olunca hayvan­dan inip Vitir kılardı.’

Cumhur: Bu rivayetler, hayvan sırtında Vitir kılmanın caiz olma­masını gerektirmez, demiştir. [305]

Hayvan Üstünde Sünnet Kılmak

Yolculuk hâlinde hayvan sırtında sünnet kılmak âlimlerin icmâı ile sabittir. Namaz esnasında yol istikâmeti kıble’ye ters düşse bile zarar vermez. Şu var ki Şafiî, Mâlikîler’ den İbn-i H a b i b ve bir rivayete göre Ahraed: Sünnete niyet ederken kıble’ye doğru durmak gerekir, demişlerdir. Diğer âlimler: Gerek­mez demişlerdir. Yolculuğun uzunluğu ve kısalığı farketmez. Yal­nız Mâlik’e göre uzun yolculuk şarttır. [306]

Hayvan Sırtında Farz Kılmak

El-Menhel yazarı, bu hususta aşağıdaki bilgiyi vermiştir:

  1. Hanefiler’e göre düşman veya yırtıcı hayvan korku­su, fazla çamurun bulunması, arkadaşlardan geride kalmak, hasta­lanmak gibi mazeretler dolayısıyla binek hayvanından inmenin im­kânsız olduğu hallerde zaruret nedeniyle binek üstünde farz namaz kılmak caizdir. Rüku’ için kişi eğilir, secde için daha fazla eğilir. Kıblesi hayvanın gittiği yöndür. Hayvanın veya binicinin altındaki palan ve benzerinin necaseti zarar vermez.
  2. Şâfii1er’ e göre zaruret olmadıkça hayvan sırtında farz namaz kılınmaz. Ancak hayvan durmuş iken üstünde namaz boyun­ca kıble’ye doğru durmak ve ayakta namaz kılmak, rüku’ ve secde yapmak mümkün ise farz namaz kılmabilir, aksi takdirde kılınmaz. Hayvan yürürken farz kılmak.sahih değildir. Zayıf bir kavle göre hayvan yürürken farz kılmak sahihtir. Hayvan, gemi gibidir. Çün­kü geminin içinde farz namaz kılmak, âlimlerin icmaı ile sabittir. Şayet kişi bir kafile içinde yolculuk ediyor ve farz için binek hayva­nından indiği takdirde kafileden ayrılacak ve zarara uğrayacak du­rumda ise, hayvan sırtında, imkân nisbetinde farzını kılacak, bilâhere o namazı iade edecektir.
  3. Mâliki Ie r’e göre hayvan sırtında kıble’ye doğru du­rulsa dahi farz namaz kılınamaz. Ancak savaş veya yırtıcı hayvan tehlikesi nedeniyle hayvandan inmek mümkün olmadığı takdirde, hayvandan inmeden farz kılınabilir. Tehlike atlatıldıktan sonra o na­mazın vakti henüz çıkmamış ise yerde tekrar kılınır. Yahut yer ça­mur olduğu için yerde kılmak mümkün değilse hayvan sırtında kılı­nabilir. Bütün bu hallerde namaz boyunca kıble’ye doğru durmak mümkün ise böyle durmak vâcibtir. Şayet mümkün değilse gidiş isti­kâmetinde kılınır.
  4. Ahmed ve îshak’a göre yerde kılmak mümkün ol­madığı takdirde hayvan sırtında farz kılmak caizdir. Aksi takdirde caiz değildir. [307]

128 – Gecenin Evvelinde Vitir Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Bâbı

1202) Câbir bin Abdillâh (Radıyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir (Radıyallâhü

anh)’a:

«Sen vitrini ne zaman kılarsın?» diye sordu. Ebû Bekir (Radıyal­lâhü anh) : Yatsıdan sonra, gecenin evvelinde diye cevap verdi. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sen Yâ Ömer! (ne zaman kılarsın?)» diye sordu. Ömer (Radı­yallâhü anh) : Gecenin sonunda, diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

-Yâ Ebâ Bekir! Sen mazbut (ihtiyatlı) olanı tutmuşsun. Yâ Ömer! Sen de kuvvet (yolunu) tutmuşsun.»

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre; rc’-flramber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir (Radıyallâhü anlı)’a şöyle buyurdu, demiş ve bunun mislini anlatmıştır.”

Not : Zevâid’de şöyle söylenmiştir : Bunun isnadı hasendir. İkinci rivayetin isnadı sahih, ricali de sikalardır. Ebû D&vûd bu hadisi Ebû Katâde (R.A.)’den ri­vayet etmiştir. [308]

İzahı

Müellif bu hadisi iki senedle rivayet etmiştir. Birinci senedin ilk râvisi Câbir (Radıyallâhü anhl’dir. Müslim, Tirmizî ve Ahmed de Câbir (Radıyallâhü anh)’den bunun ben­zerini rivayet etmişlerdir. Hâkim ve Beyhaki de îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’den benzerini rivayet etmişlerdir. T a-berâni ve Bezzâr da bir benzerini Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ise bir benzerini Ebû Katâde (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet etmiştir.

Bütün rivayetlerden çıkarılan sonuç şudur: Gece sonunda uyan­mamaktan korkan kimse için ihtiyatlı olanı gece uyumadan önce vitrini kılmasıdır. Gece sonunda uyanacağına güvenen için efdal ola­nı vitir namazını gece sonuna bırakmasıdır. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ihtiyatlı davranarak yatsıdan sonra vitrini kılardı. Ömer (Radıyallâhü anh) ise gece sonunda uyanacağına güvendi­ği için vitrini gece sonuna bırakırdı. Ömer (Radıyallâhü anh)’in şöyle söylediği el-Menhel’de nakledilmiştir:

“Şüphesiz akıllı adamlar vitrini gecenin evvelinde kılanlardır. Kuv­vetli adamlar da vitrini gece sonuna bırakanlardır. Gece sonuna bı­rakmak efdal olanıdır.” [309]

129 – Namazda Sehiv Etmek (Unutmak) Babı

1203) Abdullah (bin Mes’ud) (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle söyle­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz kıldırdı. Ya faz­la yaptı, yâ eksik yaptı. (Râvi İbrahim : Bu tereddüt bendendir, de­miştir.) Bunun üzerine:

— Yâ Resûlallah! Namaza bir şey mi ilâve edildi? denildi. Resû­lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben ancak bir insanım. Siz unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Biriniz unuttuğu vakit, oturduğu halde iki secde yapı versin- buyurdu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıble ye dönerek iki secde etti.» buyurdu.”

1204) İyâz [310] (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre, ken­disi Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)’a :

Birimiz namaz kılıyor da kaç rek’at kıldığını bilemiyor, diyerek soru sormuş. Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh.) da: Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Sizden birisi namaz kılacağı zaman kaç rek’at kıldığını bilemez­se, (kesin bildiği rek’at sayısına göre namazım tamamlasın ve selâm­dan önce) oturduğu halde iki secde etsin.»” [311]

İzahı

İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

t y â z {Radıyallâhü anh)’in hadisini ise Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd’un rivayetinde Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anhî ‘a soru soran zâtın ismi Hilâl bin İyâz olarak geçmektedir. Bu hadiste Ebû S a i d (Radıyallâhü anh) ‘in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği metin kı­sa olup 1210 numarada uzun ve tafsilâtlı olarak geçecektir.

Abdullah’ İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anhümâJ’un hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kıldırdığı na­mazı fazla mı, eksik mi kıldırdığı hususundaki tereddüdün râvî î b -rahim N e h a i’ ye âit olduğu hadîste belirtilmiştir. Yâni îbrahim, Alkarna bin Kays’ tan aldırı rivayette Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in yapmış olduğu sehiv secde­sinin sebebini namazdaki fazlalık mı eksiklik mi olduğunda tereddüt etmiştir. Bu hadiste İ b r â h i m ‘ in râvisi e 1-A’m eş’ tir. 1205 nolu hadiste İbrahim’in Alkame’ den olan rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in öğle namazını beş rek’at olarak kıldığı belirtilmiştir. Bu rivayette I b r â h i m ‘ in bir te­reddüdü yoktur. Burada İ b r â h i m ‘ in râvisi e 1 – H a k e m ‘ dir. Şöyle olmuş olabilir : İbrahim, el-A’meş’e rivayet eder­ken tereddüdü varmış, fakat e 1 – H a k e m ‘ e rivayet ederken na­mazda bir fazlalık olduğunu kesinlikle hatırlamış. Mamafih e I -A ‘ m e ş ‘ in rivayetinden de sehiv secdesinin sebebinin fazlalık ol­duğu anlaşılıyor. Çünkü bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e arzedilen soru : ‘Namaza birşey mi ilâve edildi?’ şeklindedir.

Sahâbîlerin bu soruyu sormaları sebebine gelince; Peygamber fSallallahü Aleyhi ve SellemJ’e namaz içinde ve dışında vahiy gele­bilirdi. Sahâbiler, bu durumu biliyorlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle farzını beş rek’at kıldırınca ilâhi bir emirle rek’at sayısının beşe çıktığını zan eden sahâbiler, durumu öğrenmek için bu soruyu sormuşlardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) verdiği cevapta durumun bir unutmadan meydana geldiğini bildir­miş, sonra iki secde yapmıştır.

Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in ibâdette se­hiv etmesinin câizliğine delâlet eder. El-Menhel yazarı, bu konuda şöyle der:

“1b n – i Dakîku’1-İyd: ‘Bilûmum âlimlerin mezhebi budur. Hadis de buna delildir. Bâzı kimseler: Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) ‘in sehiv etmesi caiz değildir, şer’î bir hükme esas olsun diye bile bile, fakat unutmuş suretiyle fazla rek’at kılmıştır, de­mişler ise de bu söz bâtıldır. Çünkü hadiste görüldüğü gibi Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizzat:

«Ben ancak bir insanım. Siz unuttuğunuz gibi ben de unutu­rum…» buyurmuştur. Diğer taraftan unutmuş suretinde görünerek bile bile fazla veya eksik kılmak namazı bozar.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in unutmasının câizli­ğine hükmeden âlimler: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in unuttuğu şeyin olduğu gibi bırakılması söz konusu değildir. Bunun tamiri için ya hemen, ya da bilâhere O’nun tarafından gereken açık­lama yapılır. Nitekim hadiste söz konusu unutma olayının hemen arkasından gerekli açıklama yapılmış ve tamir edilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in unutmasının hikmeti, bu konuda şer’î hükmün beyan edilmesidir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in konuşmalarında unutma mes’elesine gelince; şer’î hükümlerin tebliği ile ilgili konuş­malarında unutmasının mümkün olmadığı hususunda icmâ bulun­duğunu Kadı Iyâz ve Nevevî nakletmişlerdir. Vahiyle ilgisi olmayan; şer’î hükümlere mesned olmayan ve tebliğle alâkası bulunmayan konuşmalara gelince; bâzı âlimler: Bu tür konuşma­larda unutma caizdir. Çünkü tebliğ kabilinden ve şer’î hükümlere esas olan konuşma kabilinden değildir, demişler ise da Kadı I y â z : Şüphesiz hak ve gerçek olanı, hiç bir konuşmada Peygam­berlerin unutmasının caiz olmadığına hükmeden âlimlerin kavlini tercih etmektir. Peygamberlerin konuşmalarında bile bile gerçek dı­şı konuşmaları caiz olmadığı gibi yanılarak dahi olsa hilaf konuş­maları caiz değildir, demiştir.’ diye bilgi vermiştir.’

Namazda selâm verildikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’e :

‘Namaza bir şey mi ilâve edildi?’ diye sorulunca Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ben ancak bir insanım…» buyruğunu bu­yurduktan sonra iki secde yapmıştır.

1211 nolu î b n – i M e s ‘ û d (Radıyallâhü anhJ’un hadîsinde ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in önce iki secde yap­tığı, sonra: «Ben ancak bir insanım…» buyurduğu bildirilmiştir.

Buradaki hadîsin İ b n-i M e s’ û d (Radıyallâhü anh)’den itibaren dördüncü râvisi e 1 – A ‘ m e ş ‘ tir. Orada ise Mansur’-dur.

Mezkûr hadisler, diğer hadîs kitablarında aynı şekilde rivayet edildiği gibi her iki rivayeti te’yid eden başka senedler de vardır. Hu­lâsa bâzı rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce sehiv secdesi etmiş, sonra: «Ben ancak bir insanım…» buyur­muştur. Bâzı rivayetler de bunun aksinedir. B e y h a k î ve el-Hâfız, Mansûr’un rivayetini tercih etmişlerdir.

El-Menhel yazarı: maslahatı için yapılan konuşma namazı boz­maz diyenler için bu hadîs delîl olabilir demiştir.

Hadîsin zahirine göre sehiv secdesi vaciptir. Hanbelîler bununla hükmederek, emirde vaciplik asıldır. Burada da unutma nedeniyle secde edilmesi emredilmiştir.Eğer selâmdan önce yapıl­masını gerektiren bir durumdan [312] dolayı iken bile bile terk eder­se namaz bozulur. Şayet selâmdan sonra yapılmasını gerektiren bir durumdan dolayı ise bu secdenin terk edilmesi namazı bozmaz. Çün­kü bu secde namazın dışındadır, eksiklerini tamamlar Gerek selâm­dan önce yapılması icap eden sehiv secdesi gerekse selâmdan sonra yapılması icab eden sehiv secdesi unutularak terkedilip uzun zaman geçmeden hatırlanırsa hemen yapılır. Bu arada kişi yüzünü kıble’den döndürmüş olsa veya konuşma yapmış olsa bile zarar vermez. Fakat uzun fâsıîa verse veya mescıdden çıksa, veyahut abdesti bozuîsa ar­tık sehiv secdesi yapmaz. Kıldığı namaz da sahihtir.

Ebû Hanife ve arkadaşları: Sehiv secdesi vaciptir. Terk etmek günahtır. Ama namaz bozulmaz. Günahtan çıkmak için na­mazı iade etmek gerekir, demişlerdir. Zayıf bir kavle göre sünnettir.

Şâfiîler’e ve Mâ 1 i k i 1 e r’ in meşhur kavline göre sehiv secdesi sünnettir.

Ebû S a i d – i Hudri (Radıyallâhü anh)’in hadisiyle il­gili İzah 1210 noiu hadis bahsinde verilecektir. [313]

130 – Öğle Namazını Sehven Beş Rekat Kılanın Babı

1205) Abdullah (bin Mes’ud) (Radıyallâhü anh)’âen; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bize öğle namazını beş

rek’at olarak kıldırdı. Selâm verince kendisine:

— Namaz (rek’atlerin) da ilâve mi yapıldı? denildi. Efendimiz: «Ne o?» diye sordu. Kendisine durum anlatıldı. Bunun üzerine

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bacağını bükerek (secdeye

hazırlandı), iki secde etti.” [314]

İzahı

Buhâri, Müslim, Tirmizi, Nesâî, Ebû D â-vûd ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir.

Bâzı rivayetlerde : ‘Sahâbîler: Sen beş rek’at kıldın, dediler.’ diye geçer. Yine bâzı rivayetlerde:

‘Selâm verdikten sonra iki secde etti.* denilmiştir.

Bâzı âlimler, bu rivayeti delil göstererek: Her tür sehiv secde­si selâmdan sonradır demişlerse de, hadîs buna delâlet etmez. Çün­kü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm verinceye kadar, bir rek’ati fazla kıldığını bilmiyordu. Sahâbîler, kendisine soru sor­duktan sonra farkına vardı. El-Fet i h yazarı: Âlimler bu olay­da sehiv secdesinin selâmdan sonra edildiğinde ittifak etmişlerdir. Çünkü Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) sehiv ettiğini bil­mediği için selâm vermeden sehiv secdesi etmesi mümkün değildi. Sahâbîlerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e uyarak beşin­ci rek’ati kılmalarına gelince; Namazın rek’at sayısının bir ilâhi emir­le değişebileceğine ihtimal verdikleri içindir.

Hadîsin : cümlesi bâzı rivayetlerde: “Bacaklarını büktü” diye geçer. Bu cümleden maksat; bacaklarının va­ziyetini değiştirerek secde etmeye elverişli bir hâle getirmesidir. Bâ­zı rivayetlerde: “ve kıble’ye döndü.” ilâvesi vardır.

Hadîs, sehven bir rek’at fazla kılanın namazının bozulmadığına delâlet eder. El-Menhel yazarı bu konuda şu bilgiyi vermiştir:

“Nevevî: ‘Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Selef ile halefin cumhuru, sehven bir rek’at fazla kılmakla namazın bozulma­dığına hükmetmişlerdir. Hattâ selâmdan sonra farkına varan kişinin kılmış olduğu namaz sahihtir. Ve uzun bir ara vermeden hatırlayın­ca sehiv secdesi yapar. Şayet uzun ara verirse, bizce sahîh olanı, ar­tık secde etmemesidir. Eğer fazla rek’atin kıyamında veya rükûunda veya secdesinde, yahut herhangi bir yerinde iken durumu hatırlarsa hemen oturup teşehhüd eder ve sehiv secdesini ederek selâm verir’ de­miştir.

M â 1 i k î 1 e r’ e göre selâmdan çok sonra da durumu hatırla­yan kişi sehiv secdesi yapar.

Hanefîler şöyle demişlerdir: Dört rek’atli farzın son te­şehhüdüne oturmadan sehven beşinci rek’ate kalkan kişi, henüz be­şinci rek’atin secdesine varmadan farkına varırsa hemen teşehhüde oturur ve selâmdan sonra sehiv secdesi yapar. Şayet beşinci rek’atı secdeye bağladıktan sonra farkına varırsa başını secdeden kaldır­makla farzı bozulur, kıldığı namaz nafile olur. Bunun için de altın­cı bir rek’ati ekler. Çünkü tek rek’atli nafile meşru değildir.

Şayet dördüncü rek’ate oturduktan sonra bunun ilk oturuş oldu­ğu zannıyla ayağa kalkar ve beşinci rek’atin secdesine varmadan du­rumu hatırlarsa hemen oturup selâm verir. Eğer beşinci rek’atin sec­desine vardıktan sonra hatırlarsa farzı tamamdır. Çünkü o kişi yal­nız selâm vermemiştir. Selâm ise farz değildir. Bunun için beşinci rek’ate bir rek’at daha ekler, tâ ki o iki rek’at nafile olsun.” [315]

131 – İkinci Rekatten (Sonra Teşehhüde Oturmadan) Sehven Kalkan Kişi Hakkında Gelen Hadîs Babı

1206) (Abdullah) bin Buhayne [316] (Radtyallâhü anh)’den: Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bize) bir namaz kıldır­dı. Zannımca öğle namazıydı. İkinci rek’atte olunca (teşehhüde) otur­madan ayağa kalktı. Sonra selâm vermeden önce iki secde etti.”

1207) (Abdullah) bin Buhayne (Radıyallâhü anh)’âen; Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle namazının İkinci rek’atinde oturmayı unutarak ayağa kalktı. Namazını bitirip selâm vereceği zaman iki sehiv secdesi yaptı ve selâm verdi.” [317]

İzahı

Kütüb i Sitte sahipleri ve Beyhakî, îbn-i Buhayne (Radıyallâhü anhümâJ’nin hadîsini az lafız farkıyla rivayet etmişler­dir. Bütün rivayetlerden çıkarılan sonuç şudur:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} bir öğle farzının ikinci rek’atinden sonra teşehhüde oturmadan ayağa kalkmış ve namazını tamamhyarak selâmdan önce sehiv için iki secde yapmış, sonra selâm vermiştir.

Hadîs, namazdaki eksiklik dolayısıyla selâmdan önce secde edilir, diyenler İçin delildir. Ayrıca ilk teşehhüd ve onun için oturuşun, na­mazın farzlarından olmadığına delâlet eder. Çünkü eğer bunlar farz olsaydı, diğer farzlar gibi sehiv secdesiyle tamir edilemezdi. Sahâbî-lerle tabiîlerin cumhuru, Ebû Hanife, Mâlik ve Şafii böyle demişlerdir.

Ahmed ve Zahirîye mezhebi mensupları: Bunlar na­mazın vâciblerindendir. Sehiv secdesi ile tamir edilirler, demişlerdir.

Tirmizi ve Buhârî’ nin rivayetinde ‘cemaatın da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bu iki secdeyi yap­tıkları’ ilâvesi vardır.

1208) El-Muğîre bin Şube (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre: Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz (ilk teşehhüde oturmadan) ikinci rek’atten (üçüncü rek’-ate) kalktığı zaman tam doğrulmadan (farkına varırsa) hemen otu-ruversin. Ve tam doğrulunca (farkına varırsa) artık oturmasın. (Na­mazın sonunda) sehvin iki secdesini yapsın.-” [318]

İzahı

Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhakî, Tahavî ve Dârekutnî de bu hadîsi benzer cümlelerle rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd’un rivâyetindeki hadîs metni meâlen şöyledir:

«İmam iki rek’attefn sonra) kalktığı zaman eğer tam doğrulma­dan hatırlarsa hemen (teşehhüde) otursun. Eğer tam doğrulursa ar­tık oturmasın. Sehvin iki secdesini yapsın.»

El-Menhel yazan, bu hadîsin şerhinde şöyle der: “Hadis, açıkça bildiriyor ki namaz kılan kişi ilk oturuşu ve te­şehhüdü sehven terkettiği zaman tam doğrulmadıkça hatırladığında geri döner. Tam doğrulursa geri dönmez, sehiv secdesi yapar, Cum-hur’un kavli budur. Hanefî ve Şafiî âlimleri, böyle hük­medenlerdendirler. Bu iki mezhebe göre kişi tam doğrulduktan sonra geri dönerse namazı bozulur. Nevevî: ‘Cumhur, kesinlikle buna hükmetmiştir. Mu gire (Radıyallâhü anh)’in hadîsi buna delildir. Eğer bile bile geri dönerse namazı bozulur. Tam doğrulmamışsa dö­nebilir. Bu takdirde sehiv secdesini yapıp yapmıyacağı hususunda iki kavil vardır. En sahih olan kavle göre sehiv secdesi gerekmez. K a f f â 1 ve bir cemaata göre ayağa kalktığı zaman farkına var­dığında, tam doğrulmaya daha yakın ise geri döndükten sonra sehiv secdesini yapar. Eğer hatırladığında oturmaya daha yakın veya doğrulma ile oturmanın tam ortasında ise sehiv secdesi yapmaz,’ de­miştir.

Hanbeliler’e göre kişi tam doğrulup henüz kırâata baş­lamamış ise dönmemesi daha iyidir, dönebilir. Çünkü önemli ve asıl olan farz, ayakta durmak değil, ayakta okumaktır. Henüz bu farza başlamamıştır. Bütün bu hallerde sehiv secdesi yapar.

M âli kiler’e göre kişi ayağa kalktığında henüz elleri ve dizleri yerden ayrılmamışken hatırlarsa geri döner, sehiv secdesi de gerekmez. Eğer mezkûr uzuvlar yerden ayrıhrsa artık dönmez. Şa­yet dönerse namazının bozulup bozulmıyacağı hususunda ihtilâf var­dır, Tercih edilen kavle göre bozulmaz.’ Eğer tam doğrulduktan son­ra, hattâ Fâtiha’dan bir parça okumuşsa da döndüğünde namaz bo­zulmaz. Fakat Fâtiha’nm tamamını okuduktan sonra dönerse nama­zı bozulur.

Yukarıda anlatılan mezheplerin görüşleri imam ve tek başına namaz kılanlar hakkındadır. İmama uyana gelince; eğer bu adam sehven teşehhüdü terkedip ayağa kalkarsa ve imamı teşehhüde otur-muşsa, durum ne olursa olsun, dönmek zorundadır. Çünkü imama uy­ması gerekir. Mâlikîler, Hanefîler ve Hanbeliler böyle hükmetmişlerdir. Ş â f i î 1 e r ‘ ce en kuvvetli olan kavil bu­dur.” [319]

132 – Namazın (Rek’at Sayısın)Da Şek (= Tereddüt) Edip Şüphesiz Bildiği (Rekat Adedi)Ne Dönen Kişi
Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1209) Abdurrahman bin Avf (Radtyaüâhü anh)’den rivayet edildi­ğine göre kendisi:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den şöyle buyurur­ken işittim, demiştir:

«Biriniz (namaz kılarken) bir (rek’at mi) iki rek’at mi) üç (rek*at mi kıldığın) da şek edince kıldığını İki rek’at saysın. Ve üç (rek’at mi) dört (rek’at mi kıldığın) da şek ettiği zaman onu üç rek’at saysın. Sonra (bütün bu hallerde) namazından kalan (rek’atler)ı tamamla­sın. Ta ki fazla kıldığında şüphesi olsun. Sonra selâm vermeden Önce oturduğu yerde iki secde etsin.»”

1210) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine gö­re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz namazının rek’atlerinde şek ettiği zaman şekki atsın ve şüphesiz bildiği (rek’atleri)ne bina etsin. (Rek’atlerin) tamam oldu­ğuna inandığı zaman (selâmdan Önce) iki secde etsin. Eğer namazı tam idiyse (fazla) (iki sehiv secdesi ile beraber) bir nafile olur. Eğer namazı noksan idiyse o rek’at, namazını tamamlamak için olmuş olur. Ve namaz sonunda yaptığı iki (sehiv) secdesi de şeytan burnunun toprağa sürünmesi için olmuş olur.»” [320]

İzahı

Abdurrahman (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini T i r m i z î ve A h m e d de rivayet etmişlerdir.

Ebû Said (Radıyallâhü anh)’inhadîsini Müslim, Ah-med, tbn-i Hibbân, Hâkim, Beyhaki ve D a -r e k u t n i de rivayet etmişlerdir.

Abdurrahman (Radıyallâhü anh)’in hadîsine göre kişi namaz kılarken bir mi iki mi kıldığında veya iki mi üç mü kıldığın­da yahut üç mü dört mü kıldığında şek ederse, şüpheli olan sayıyı hesaba katmıyacak ve az olan rek’at sayısını esas alarak buna gö­re kalan rek’atleri kılmakla namazını tamamlayacak, nihayet bir rek’at fazla kıldığında şüphesi olmuş olur. Bilâhere selâmdan sonra sehiv secdesi edecektir.

Görüldüğü gibi bu hadis şek hâlinde az rek’at sayısına bina et­mek hükmünü getirmiş oluyor.

Ebû S a î d (Radıyallâhü anh)’in hadisine göre kişi, rek’at sayısında şek ettiği zaman şüpheli olanı atacak ve kesin bildiği rek’at sayısına bina edecek. Namazın tamamlandığına inanınca selâmdan önce sehiv secdesi edecek. Eğer şüpheyi gidermek için kıldığı rek’at hâriç, namazı tam ise kıldığı fazla rek’at ve namaz sonunda yaptığı sehiv secdesi, iki rek’at nafile yerine geçer. Bununla ilgili cümle, Ebû Davud’un rivayetinde şöyledir:

«Eğer namazı tamidiyse o fazla rek’at ile iki secde, bir nafile olmuş olur.»

Şüpheyi gidermek için kıldığı rek’at ile namazı tamamlanmış ise namazın sonunda yaptığı sehiv secdesi, şeytan burnunun toprağa sü­rülmesine vesile olur. Yâni şeytanın tahkir ve hiddetlendirilmesine vesile olur.

Hadisin: cümlesi, Ebû Dâvûd’ un rivayetinde : şeklinde ge­çer. Bunun mânâsı: O iki secde şeytanı hiddetlendirici ve tahkir edici olmuş olur.»

İrğâm: Toprağa sürmektir. Riğam: Topraktır.

Araplar: = ‘Allah onun burnunu toprağa sürsün.’ diyerek beddua ederler.

Yapılan sehiv secdesinin şeytanı tahkir ve hiddetlendirmesinin sebebi şudur: Şeytan, kişinin namazını karıştırıp kalbine şüpheler getirmekle namazını bozmaya çalışınca, bu iki secde şeytanın soktu­ğu karışıklığı ve şüpheleri gidermek için bir silâh olarak kullanılır. Şeytan, umduğunu bulamadan kovulur. Kişinin namazı tam olur. Üs­telik iki secde ilâve edilmiş olur. Böylece şeytan çatlatılmış olur.

Bu hadisten çıkarılan sonuç şudur: Rek’at sayısında şek eden ki­şi, şekki atarak kesin bildiğine bina eder. Bundan önceki hadisten çı­karılan sonuç, orada anlattığım gibi şekki atarak az sayıya bina eder. Az sayı kesin bilinen sayı olduğu için bu iki hadîsin sonucu aynı ol­muş olur.

Şimdi iki hadiste geçen “Şek” kelimesi hakkındaki âlimlerin gö­rüşlerini ve rek’at sayısında şek edildiğinde ne yapılacağı hususun­daki âlimlerin kavillerini sunmaya çalışacağım :

Şekk : Arap dilinde iki şey arasında tereddüt etmektir. Konumuz­dan misal vermek gerekirse, meselâ; namaz kılarken, kişi iki rek’at mı üç rek’at mı kıldığında tereddüt ederse; buna şek denilir. îki rek’at veya üç rek’at kıldığı hususundaki kanâati eşit olsun veya birisi kuv­vetli, diğeri zayıf olsun farketmez. Yâni verdiğim örnekte adamın yüzde elli kanâati iki rek’at ve yüzde elli kanâati üç rek’at olsun. Veyahut meselâ birisi yüzde yirmi, diğeri yüzde seksen olsun. Hep­sine şek denilir. îki tarafa âit kanâatin eşit olması yolunda meşhur olan şek tarifi, sonradan meydana gelen bir örf mahsulüdür. EI-Men-hel yazarının dediğine göre; şekkin bu son anlamı, usûl âlimlerince bilâhere kabul edilen bir ıstılahtır. Hadîs, sonradan kabul edilen is-tilahi mânâya yorumlanamaz. Lügat mânâsına yorumlanır.

Sindi şöyle der: Bizim Hanefi âlimlerimiz, buradaki “Şek”i iki tarafı eşit olan tereddüt anlamına yorumlamışlardır. Bir taraf kuvvet kazanarak zan-ı gâlib hâline gelince artık şek kalma­mış olur. (Verdiğimiz örneği Sindi’ nin nakline göre açıklaya­cak olursak şöyle demek gerekir: Kişi meselâ yüzde yetmiş ihtimal ile üç rek’at ve yüzde otuz ihtimal ile iki rek’at kıldığına kani ise zann-ı gâlib olan yüzde yetmiş ihtimali tutacak ve kıldığı rek’atleri üç olarak hesaplayıp namazı tamamlayacaktır.)

‘Şekk’in yukarıda yapılan tarifine göre ise, bu takdirde de az ve kesin olan iki rek’at esas tutularak ona göre namaz tamamlanır.’

“Şekk” kelimesini böyle tarif edenin namazını nasıl kılacağına dâir âlimlerin görüşünü el-Menhel’den naklen aşağıya alıyorum.

1 – Hanefi âlimleri, Evzâi ve Ş a ‘ b i’ ye göre ha-yatında ilk defa namaz rek’atlerindfi «öfc eden veyahut o namazda ilk defa şek eden kimse, namazını yeniden kılacaktır. İ b n – i A b b â s , İbn-i Ömer ve Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anhüm)’den bu kavil rivayet edilmiştir.

Namazda şek etmeyi alışkanlık hâline getiren kimse ise, kaç rek’at kıldığını araştıracak ve kuvvetli kanâatına göre hareket ede­cek. Eğer her iki ihtimâle âit kanâati eşit ise, az olan rek’at sayısına göre namazını tamamlayacak. Sonunda da sehiv secdesini yapacak­tır.

2 – Ş âf i II er’e göre rek’at sayısında şek eden kişi, şüp­heli rek’atı hesaba katmıyacak, az ve kesin olan rek’at sayısını dik­kate alarak ona göre namazını tamamlayacaktır. Şekkin iki tarafının eşit olması veya biş1 ihtimalin kuvvetli olması, neticeyi değiştirmez. Zann-ı Galip ile amel edilmez. Şek etmeyi alışkanlık hâline getirip getirmemesi de neticeyi etkilemez. Nevevi’ nin Şeyh Eb û H â m i d ‘ den naklen dediğine göre Ebû Bekir, Ömer, îbn-i Mes’ud, Said bin el-Müseyyeb, Atâ’, Şüreyh, Rabia, Mâlik ve Sevri (Radıyallâhü an-hüm)’ün kavli de budur.

3 – Mâlikİler’e göre rek’at sayısında şek eden kişi, az olan rek’at sayısına bina eder. Eğer şüpheli olan çok rek’at sayısına göre namazını tamamlarsa, namazı bozulur. Ancak hergün namazın­da şek ediyorsa, yâni bunu alışkanlık hâline getirmiş ise artık çok olan rek’at sayısına göre namazını ikmal edecek ve gördüğü şek’den vaz geçecek. Selâmdan sonra da, sehiv secdesi edecek.”

133 – Namazın (Rek’at Sayısın) Da Şek Edip Doğruyu Taharri Eden (Araştıran) Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1211) Abdullah bin .Mes’ud (Radıyattâhü anhyden: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) (bize) bir namaz kıl­dırdı. Fazla mı kıldı, eksik mi kıldı bilemJyeceğim. Efendimiz, na­mazdan sonra (durumu bize) sordu. Biz O’na (durumu) anlattık. Bu­nun üzerine Efendimiz bacağını büktü ve kıble’ye dönerek iki secde etti. Sonra selâm verdi. Selâmdan sonra yüzünü bize çevirerek :

«Eğer namaz hakkında yeni bir şey olsaydı ben size onu haber verirdim. Ben de ancak bir insanım sizin gibi unuturum. Bunun için ben unuttuğum zaman bana hatırlatınız. Ve hanginiz namaz (rek’at-lerin)da şek ederse doğruya en yakın olanı taharri etsin (araştırsın) de namazını onun üzerine tamamlasın. Selâm versin ve iki defa secde etsin» buyurdu.” [1]

İzahı

Bu hadîsi Buharı, Müslim, Nesâî ve Ahmed de az lâfız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Kılınan namazın öğle namazı olduğu. Abdullah (Radı-yallâhü anhJ’tan olan başka rivayetlerde belirtilmiştir. Nitekim mü­ellifin 1205 nolu hadisinde belirtilmiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhive Seilem) in kıldırdığı namazda fazlalık mı, noksanlık mı olduğu hususunda burada bir tereddüt kay­dedilmişse de diğer rivayetlerde fazlalık olduğu belirtilmiştir. Mü­ellifin yukarıda numarasını yazdığım hadîsinde fazlalık olduğu ke­sinlikle belirtilmiştir.

Bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) duruma muttali’ olunca sehiv secdesi yapıp selâm verdikten sonra sahâbilere hitaben: «Eğer namaz hakkında…» buyurmuştur.

1203 nolu hadiste ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)’in önce hitabede bulunduğu, sonra sehiv secdesi yaptığı belirtilmiştir. Buradaki rivayetin âlimlerce tercih edildiğine dâir gerekli bilgiyi orada vermiştik. Burada tekrarlamaya gerek görmüyorum.

Hanefi âlimleri bu hadisi delil göstererek: Rek’at sayısın­da şek eden kişi, eşit olan ihtimallerden hangisinin doğru olduğu hususunda gereken taharri (araştırma) yi yapar ye kuvvetli gördü­ğü ihtimâle namazını bina ederek tamamlar, demişlerdir.

El-Menhel yazarı bu konuda şöyle der:

“Taharri etmekten maksad, doğruya en yakın olan ihtimâli araş­tırıp sekten kurtulmaktır. Eğer araştırma sonunda durum aydınlığa kavuşursa ona göre hareket eder. Eğer tereddüdü aynen devam ederse, kesin olan az rek’at sayısını esas tutarak namazını tamam­lar.

Taharri ile kasdedilen mânâ hususunda ihtilâf vardır: Bâzıları: Taharri zann-ı galip ve kuvvetli ihtimâli tutmaktır, de­mişlerdir. M ü s 1 i m ‘ in yaptığı rivayetlerin zahiri buna uyar.

El-Fetih’te beyan edildiğine göre Ebû Hanife: Eğer şek ilk defa vuku bulursa kişi zann-ı galibe göre namazını tamamlar. Zann-ı galibi yoksa, yâni iki tarafı eşitse, kesin olan rek’at sayısına göre namazını tamamlar, demiştir.

Ş â f i i 1 e r : Taharri, rek’at sayısı hakkındaki zann-ı galibi tutmak değil, kesin olan az rek’at sayısını tutmaktır. Çünkü müslü-manm boynunda kesin borç durumunda olan namaz, ancak kesin bilgi ile ikmâl edilmekle onun zimmetinden çıkar, demişlerdir.

îbn-i Hibbân ise “Taharri” ile kesin bilgiye bina etme­nin ayrı ayrı şeyler olduğunu şöyle beyan etmiştir: ‘Bina etmek, me­selâ : Üç rek’at mı dört rek’at mı diye şek edilmesi hâline mahsus­tur. Bu takdirde kişi şekki atıp kesin bildiği rek’at sayısına bina et­mek zorundadır. Taharri ise, kişinin namazdan ne kıldığım bilmeme­si, hâline aittir. Bu takdirde gerekli araştırmayı yapar ve namazını zann-ı galibe bina eder. Şu halde taharri ile, kesin bilgiye bina et­mek, tamamen ayrı şeylerdir.

Taharri ve kesin bilgiye bina etmenin aynı şey olduğunu söyliyen Şafii, Dâvûd velbn-i Hazm’ın kavli nakledildikten sonra Nevevi’ nin şöyle dediği beyan ediliyor:

‘Cumhur: Taharri bir şeyi kasdetmektir, demiştir. Hadisin: cümlesinin mânâsı:

«Doğru olanı kasdetsin ve ona göre amel etsin* demektir. Doğ­ruyu kasdetmek, kesin bildiğine bina etmektir. O da az olan rek’at sayısıdır,’ demiştir.

En-Neyl yazarı: Bence ‘Az rekat sayısına bina etmek,’ ‘Kesin bilgiye bina etmek,’ ve ‘Doğruyu araştırmak’ emrini veren hadîsler arasında bir ihtilâf yoktur. (Bilindiği gibi 1209 nolu Abdurrah-m â n (Radıyallâhü anh)’ın hadîsi, az rek’at sayısına bina etmeyi; 1210 nolu E b û S a i d (Radıyallâhü anh)’in hadîsi, kesin bil­diğine bina etmeyi ve 1211 nolu Abdullah (Radıyallâhü. anh)’in hadisi, doğruya en yakın olanı taharri etmeyi emrediyorlar.) Çünkü lügatte taharri, doğruya en uygun olanı demektir. Rek’at sayısında şek belirdiği zaman Peygamber (Saljallahü Aleyhi ve Sellem) tahar-rî’yi, kesin bildiğine bina etmeyi ve az rek’at sayısına bina etmeyi emretmiştir. Lügat manâsıyla taharri etmek neticesinde şek çembe­rinden çıkmak mümkün ise; ki bu da ancak yakinen bilmekle müm­kündür. Şüphesiz taharri, az rek’at sayısına bina etmeye tercih edi­lir. Çünkü az rek’ate bina etmenin câizliği, gerçeğin hatırlanmaması şartına bağlıdır: Taharri neticesinde gerçek olanı hatırlanınca mes’e-le hallolmuş olur. Araştırma neticesinde doğrusu hatırlanmazsa, lü­gat manâsıyla taharri gerçekleşmemiş olur. Ancak az rek’at sayısı­na bina edilince lügat manâsıyla taharri de gerçekleşmiş olur. Şu hal­de hadisler arasında bir ihtilâf yoktur.’ demiştir.

Merhum müellifimizin, taharri ile ilgili hadîsi, ayrı bâbta riva­yet etmesi taharriyi H a n e f î’ ler gibi zann~ı gâlib mânâsına al­dığına bir işaret sayılabilir. Keza müellifin rivayet ettiği taharri hadîsindeki: “Doğruya en yakın olanı ta­harri etsin» cümlesinin zahiri de bu mânâya uygun görülür. Fakat Müslim’ deki cümle böyle değildir. Ordaki cümle :

«Doğruyu taharri etsin.» diye geçer. Müellifin bundan sonraki ha­dîsinde geçen cümle ise Müslim’ inkinin aynısıdır.

1212) Abdullah bin Mes’ud (Radtyallâkü ü«A)’den; Şöyle demiştir: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur t

«Biriniz namaz rek’atleri sayısında şek ettiği zaman doğruyu ta­harri etsin, sonra iki secde etsin.»

Tan afisi; Asıl olan budur. Bunu reddetmeye kimsenin gücü yet­mez, demiştir.” [2]

İzahı

N e s â i de bu hadisi rivayet etmiştir. Hadisin râvisi yine A b -dullah bin Mes’ud (Radıyallâhü anh)’dır. Bir önceki ha­dîse göre kısadır. Ancak yukarıda belirttiğim gibi bir önceki hadiste; «…doğruya en yakın olanı taharri etsin.» buyurulmuştur. Burada ise; -…doğru olanı taharri etsin.» buyurulmuştur. [3]

134 – (Dört Rek’atu Namazda) Sehven İkinci Veya Üçüncü Rek Atten Selâm Veren Hakkındaki Bâb

1213) (Abdullah) bin Ömer (Radtyattâhü anhümâ)’dan: Şöyle de­miştir :

Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (öğle veya ikindi na­mazında) iki rek’attefn sonra) unutarak selâm verdi. Zülyedeyn de­nilen bir adam. Efendimize:

— Yâ Resûlallah! Namaz kısaldı mı, yoksa unuttun mu? diye sordu. Efendimiz:

— «Ne namaz kısaldı, ne de ben unuttum.» buyurdu. Zülyedeyn: Efendimize t

— O halde (arzedeyim) : Sen İki rekat namaz kıldın!, dedi. Efen­dimiz, (bu kere orada bulunanlara) :

— «Zülyedeynin dediği gibi midir?» diye sordu. (Sahâbiler:)

— Evet diye cevap verdiler. Bunun üzeıine Peygamber (Sallal-lâhü Aleyhi ve Sellem) öne geçerek iki rek’at (daha) kıldırdı. Sonra sehvin iki secdesini etti.”

1214) İbn-i Şîrîn (Radtyallâkü anh)’den rivayet edildiğine göre; Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh) şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) bize öğle ve ikindi namazlarından birisini iki rek’at olarak kıldırıp selâm verdi. Sonra mescidin içinde bulunan ve (hutbe okunurken) dayandığı hur­ma kütüğüne doğru kalkıp ona dayandı. Cemaatın acele edenleri: Namaz kısaldı dedikleri halde mescidden çıktılar. Cemâatin içinde Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile Ömer (Radıyallâhü anh) de vardı. Bu iki zât. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e birşey söyle­mekten çekindiler. Cemâat arasında Zûlyedeyn ismi verilen elleri uzun bir adam da bulunuyordu. Bu adam:

— Yâ Resûlallah! Namaz kısaldı mı? Yoksa sen unuttun mu diye sordu. Bunun Üzerine Efendimiz:

— «Namaz kısalmadı, ben de unutmadım» diye cevap buyurdu. Zûlyedeyn (Radıyallâhü anh) :

— Şüphesiz sen ancak iki rek’at kıldın, dedi. (Bu defa) Efen­dimiz :

— «Zülyedeyn’in dediği gibi midir?» diye (oradakilere) sordu. (Onlar:)

— Evet, dediler, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) demiştir ki i Bu­nun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalk­tı. İki rek’at daha kıldı, sonra selâm verdi, sonra iki secde etti, sonra selâm verdi.” [4]

İzahı

1 b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsini E b ü D â -v û d da rivayet etmiştir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini T i r m i z i dışındaki diğer Kütüb-i Sitte sahipleri. Mâlik, Dârekutni ve İbn-i Hibbân rivayet etmişlerdir.

Kıldırılan namazın öğle namazı mı, ikindi namazı mı olduğu hususundaki tereddüt îbn-i Şirin (Radıyallâhü anh)’e aittir. Nitekim B u h â r î’ nin bir rivayetinde îb n – i S î r i n (Ra­dıyallâhü anh) : Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), hangi na­maz olduğunu ismen bana söylemişti, lâkin ben unuttum, demiştir. Bâzı rivayetlerde ikindi namazı olduğu zannı vardır.

El-Fetih yazarı: ‘Bu husustaki ihtilâfın râvilerden ileri geldiği açıktır. Olayın iki defa vuku bulduğu yolunda yapılan yorum, uzak­tır. N e s â î’ nin bir rivayetine göre tereddüt, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den gelmedir. Öyle anlaşılıyor ki Ebû Hü­reyre (Radıyallâhü anhî olayı anlatırken bazen tereddüt etmiş­tir. Bir başka zaman rivayet ederken zannı gâlib ile öğle namazı olduğunu, diğer bir zaman ikindi namazı olduğunu ifâde ederken ke­sin konuşmuştur. Bu şek, İ b n – i S i r î n (Radıyallâhü anh)’e de intikal etmiştir. Tereddüdün sebebi şu olabilir: Olayda bulunan şer’i hükümlere gereken önem verildiği için hangi namaz olduğu üzerin­de durulmamıştır. Çünkü şer’i hükümlerin değeri bakımından Öğle namazı ile ikindi namazı arasında bir fark yoktur. El-H ırbak kıssası hakkındaki 1mr â n (Radıyallâhü anh)’in (1215 nolu) ha­disinde olayın ikindi namazında vuku bulduğu hususunda ittifak var­dır. Eğer Zü 1 y e d e y n (Radıyallâhü anh) kıssası ile E 1 – H ı r -bak kıssasının aynı olay olduğunu ve bu iki ismin aynı zâta âit olduğunu söylersek olayın ikindi namazında meydana geldiği riva­yeti tercih edilir,’ demiştir. İ m r a n (Radıyallâhü anh)’ın hadî­sinin zahirine göre olay ayrıdır. Çünkü üç rek’atten sonra selâm ve­rilmiştir. Oranın izahına müracaat.

El-Menhel yazarı Zülyedey n (Radıyallâhü anh) in adı­nın el-Hırbâ k olduğunu söyliyerek âlimlerin ekserisinin bu görüşte olduğunu beyân etmiştir. Tıybî ise: Zülyedeyn (Radıyallâhü anh) ‘in lâkabı e 1 – H ı r b â k ‘ tır, adı ise Ümeyr’-dir, demiştir.

Aşiyy t Öğle zamanı ile Güneş’in batış zamanı arasındaki süre­dir. Bâzıları öğle ile ertesi günü sabahına kadar geçen süreye de­nildiğini söylemişlerdir.

Seraân: Namaz bittikten sonra cemaattan acele ederek mescid-den ilk çıkanlardır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olay günü dört rek’at-li farzın ikinci rek’atinden sonra selâm vermiş, sonra mescidin kıb­le yönünde bulunan hurma kütüğüne dayanarak ayakta durmuştur. Mescidde minber yapılıncaya kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu ağaca dayanarak hutbe okurdu. Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in o esnada kızgın olduğu bâzı rivayetlerde be­lirtilmiştir. El-Menhel yazarı: Müslümanların bir işinden dolayı kız­gın olduğu muhtemeldir, demiştir.

E b û Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh), efendimizin mübarek yüzündeki kızgınlığı sezdikleri için son­suz saygı ve ta’zimleri nedeniyle namazdaki durumla ilgili bir şey söylemekten çekinmişler. Fakat Zülyedeyn (Radıyallâhü anh)’in ilme düşkünlüğü kendisine galebe çalarak soru sormuştur.

Zülyedeyn kelimesinin lügat mânâsı ‘iki el şahabı’ demektir. Bu­radaki rivayette belirtildiği gibi kollarının uzunluğu dolayısıyla Ona bu lâkabın efendimiz tarafından verildiği el-Menhel’de söylenmiştir. Muhtemelen hayırseverliği ve cömertliği nedeniyle ona bu lâkap ve­rilmiştir. K u r t u b i böyle demiştir. İbn-i Kuteybe ise: O her iki eliyle ayni işleri yapabildiği için ona böyle denilmiştir, der.

Peygamber (Sallallahü Aleyh ve Sellem) namazı dört rekat ola­rak kıldırdığına inandığı için soruya cevap olarak : «Namaz kısal-madı, ben de unutmadım» buyurmuştur. Peygamberlerin bir şeyi unu­tup unutmıyacağı hususundaki gerekli izah 129. bâbta verilmişti.

Zülyedeyn {Radıyallâhü anh). Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e iki rek’at kıldırdığını bildirince efendimiz duru­mu cemaata sormuş, cemâat da Zülyedeyn (Radıyallâhü anh)’i doğrulamıştır.

Şöyle bir soru hatıra gelebilir. Zülyedeyn (Radıyallâhü anh) ve arkadaşları namaz içindeyken nasıl konuşmuşlardır? Bu­na şöyle cevap verilir: Onlar, namazda olduklarını kesinlikle bilmi­yorlardı. Çünkü rek’at sayısının bir ilâhî emirle dörtten ikiye inme­sini mümkün görüyorlardı. Bunun içindir ki: Namaz kısaldı mı? şek­linde soru sorulmuştur.

N e v e v î : ‘Sahâbilerin söz konusu konuşması, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’le bir konuşmadır. Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) ile konuşma bizce ve başkalarınca namazı bozmaz’, demiştir.

Sahâbilerin Zü 1 y e d e y n (Radıyallâhü anh)’i doğrulama­sı üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tekrar namaza durarak kalan iki rek’ati de kılmıştır. Ancak Ebû Davud’un bir rivayetinden anlaşıldığına göre sırf cemâatin sözüyle namaza durmamış, ancak Allah Teâlâ kendisine iki rek’atten selâm verdiğini hatırlatınca namaza durmuştur.

Hadîs, namazdaki eksiklik dolayısıyla yapılacak sehiv secdesinin selâmdan sonra olduğuna hükmedenler için delildir. Bundan önceki İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsi de buna delildir.

Sehiv secdesinin selâmdan önce mi selâmdan sonra mı yapıla­cağı hususundaki âlimlerin görüşlerini 136. bâbta nakledeceğiz.

1215) İmrân bin el-Husayn (RadtyaUâhü anhyden; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (birgün) ikindi farzı­nın Üç rek’atinde selâm verdi. Sonra kalkıp evine girdikten sonra elleri uzun bir adam olan el-Hırbâk ayağa kalkarak:

Yâ Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! namaz kısaldı mı? diye seslendi. Bunun üzerine Efendimiz hiddetli ve izarını[5] sü­rükleyerek hemen çıkıverdi de (ne olduğunu) sordu. (Durum) an­latılınca, efendimiz, terk etmiş olduğu o rek’atı kıldı. Sonra selâm ver­di. Sonra İki secde etti. Sonra selâm verdi.” [6]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizi ve Ah-m e d de bunu rivayet etmişlerdir.

El-Hırbâk, Namaz kısaldı mı’ diye seslenince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) izarını normal giymek için bile bekle­meden derhal dışarı çıktığından izarını sürüklemiştir.

El-Menhel yazarı şöyle der:

“Bu hadîs. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in ikindi na­mazının üç rek’atmı kıldıktan sonra selâm verdiğini açıkça bildirir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve İbn-i Ömer (Ra~ dıyallâhü anh)’den rivayet edilen mezkûr hadislere göre ise Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öğle veya ikindi namazının iki rek’atını kıldırınca selâm vermiştir. Hadisler arasında bir ihtilâf yok­tur. Çünkü olayın müteaddit olduğu açıktır. Şöyle ki E b ü Hü­reyre (Radıyallâhü anh)’in hadîsinde selâmın iki rek nten vuku bulduğu, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ru cazından çıkınca mesciddeki hurma kütüğüne dayanarak ayakta durduğu bil­dirilmiştir. İmrân (Radıyallâhü anh)’in hadisinde ise selâmın üç rek’atten vuku bulduğu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in namazdan çıkınca evine girdiği bildirilmiştir. 1 b n – i H u -z e y m e ve ona tâbi olanlar, olayın iki olduğuna taraftar olmuş­lardır.

Bâzıları ise olayın bir olduğunu söylemişlerdir. El-Fetih yazarı; ‘Benim nazarımda kuvvetli olan görüş budur. Çünkü e1 – A1âi, bâzı üstadlanndan naklettiğine göre bunlar 1 m r a n’ in hadîsini şöyle yorumlamışlardır:

= «İkindinin üç rekatının başında selâm vermiştir.” Fakat e 1 – A 1 â i bu yorumu uzak görmüştür…’,, El-Fetih yazarı bu yoruma taraftar ise de hadisin son kısmı bu­na mânidir. Çünkü hadisin sonunda. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in dönüp terkettiği bir rek’atı kıldığı açıkça bildirilmiş­tir. Eğer bu yorum sıhhatli olsaydı, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)’in dönüp iki rekat kılması gerekirdi. Hadisin sonunu böyle yorumlamak mümkün değildir kanısındayım.

Bu hadîs de sehiv secdesinin selâmdan sonra yapılmasına hükme­den âlimler için bir delildir. [7]

135 – Sehiv Secdelerinin Selâmdan Önce Olduğu Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1216) Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü anh)’âen rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Şüphesiz, şeytan birinize namaz esnasında gelerek, kendisi İle kalbi arasına girer (—namazım karıştırır.) Hattâ (biriniz) fazla ve­ya noksan kıldığını bilemez. Artık bu hâl olacağı zaman selâm ver­meden-önce iki secde ediversin. Sonra selâm versin.»

1217) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Şüphesiz şeytan âdemoğlu ile kalbi arasına girer. (Maksadından uzaklaştırır.) Artık, kaç rekat kıldığını bilemez. Bu hâl adamın ba­şına geleceği zaman selâm vermeden önce iki secde etsin. [8]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’ın hadisini Kütüb-i Sitte sahiplen bir birine yakın lâfızlarla ve müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir.

Müslim ve Ebû Davud’un rivayetlerinde:

= «oturarak» kaydı vardır. Yâni selâmdan önce oturduğu yerde iki secde etsin.

Hadîsin zahirine göre, fazla veya eksik rek’at kıldığında şek eden kimse sehiv secdesinden başka bir şey yapmakla mükellef değildir. E n e s (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘den bu hüküm rivayet edilmiştir. Hasan-ı Basrî ve seleften bir cemâatin kavli de budur. Fakat cumhur böyle dememiş­tir. Bundan önceki bâblarda izah edildiği gibi cumhurun bir kısmı: Şek edilince, rek’at sayısının az olduğu ihtimal esas tutularak, na­maz ikmal edilir, demişlerdir. Bir kısmı da : Kuvvetli ihtimal ve zann-ı galip esas alınarak namaz ikmal edilir, demiştir.

Bu ve benzerî hadîslerin mücmel olduğunu söyleyen cumhur bun­ların yukarda geçen hadîslere göre yorumlanması icap eder, demiş­lerdir. Yâni zann-ı galip veya az rek’at sayısı esas alınarak namaz ikmal edilmekle beraber sehiv secdesi yapılır. Maksat budur, deni­lecek.

Bâzı âlimler: Sehiv secdesinin selâmdan önce yapılmasına, bâzı­ları da selâmdan sonra edileceğine hükmetmişlerdir. Bu ihtilâfı ve tafsilâtı bundan sonraki bâb’a bırakıyoruz. [9]

136 – Sehiv Secdelerini Selâmdan Sonra Yapan Hakkında Gelen (Hadisler) Bâbı

1218) Alkame (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre: (Abdullah) bin Mes’ud (Radıyallâhü anh), sehiv secdelerini se­lâmdan sonra yapmış ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öyle yaptığını anlatmıştır.”

1219) Sevbân (Radtyallâhü anh)’ûen rivayet edildiğine göre kendisi : Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den işittim. Şöyle buyurdu, demiştir:

«Her sehiv için selâmdan sonra iki secde vardır.»” [10]

İzahı

îbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Müslim, Tirmizi ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Müs1 i m ‘ in î b n-i Mes’ud (Radıyallâhü anh)’den rivayeti şöyledir:

“…Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sehiv secdelerini selâm ve kelâm (= konuşma) dan sonra etti.”

Se vbân (Radıyallâhü anhî’ın hadîsini Ebû Dâ v û d , Dârekutnî ve Tahavî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin zahirine göre namazda yapılan her sehiv için iki secde yapılır. 1 b n-i E b î Leylâ bununla hükmetmiştir. Buna göre meselâ : 4 sehiv yapılırsa 4 defa sehiv secdesi yapılır. Toplam 8 secde olur.

Bâzıları: Sehiv çeşidi ayni olduğunda iki secde yeter, sehiv çe­şidi müteaddit ise her çeşit için iki secde yapılır, demişlerdir.

Cumhür’a göre sehiv sayısı ve nevileri ne kadar olursa olsun, hepsi için iki secde yapılır. El-Mühezzeb yazarı: Çünkü eğer her se­hiv için ayrı ayrı sehiv secdesi icap etseydi, sehiv yapıldığında he­men secde edilecekti. Secdenin, namazın sonuna bırakılması, namaz­daki bütün sehivlerin toplatıldığına delâlet eder, demiştir.

Cumhur, S e v b â n <Radıyallâhü anh)’ın hadisini zayıf gör­müştü. Çünkü senedindeki râvî îsmâil bin Ayyaş aley­hinde konuşulmuştur. Beyhaki: ‘Bu hadîsi yalnız îsmâil bin Ayyaş rivayet etmiştir. E 1 -1 r a k î, bu hadîsin muz-tarib olduğunu söylemiş, Zehebi de el-Esrem’in bu ha­dîsin mensûh olduğunu söylediğini nakletmiştir,’ der.

El-Menhel yazarı yukardaki nakilleri verdikten sonra şöyle der:

“Hadîs, sahih olduğu takdirde de yorumu şudur: ‘Tüm sehiv için iki secde yeter.’

Beyhaki’ nin  i ş e {Radıyallâhü anhâ)’dan rivayet ettiği: = İki secde, fazlalık ve eksikli­ğin tümünden bedel kâfidir.»

Sübülü’s-Selâm’da: ‘Hadîs, sehiv secdesini gerektiren haller sa­yısınca secde edilmesinin gerekliliğine delâlet etmez. Bilâkis, hadis, namazında sehiv yapan herkes için umumidir. Yâni kim namazda ne gibi bir sehiv yaparsa, onun için iki secde meşrudur. Sehiv sec­desi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sehiv yaptığı yer­lere veya sehiv nevine mahsûs değildir. Kişi başka bir nevi sehiv yapsa veya namazın başka yerinde yapsa yine sehiv secdesi etmesi meşrudur. Hadisi böyle yorumlamak, zahirine göre mânâlandırmak-tan evlâdır. Çünkü böyle yorumlanınca Zülyedeyn (Radıyal­lâhü anh)’ın hadîsine uygun olur.’ demiştir

E v z â î : Eğer namazdaki sehivler yalnız namazdaki fazlalık­lara âit ise veya yalnız noksanlıklarla ilgili ise iki secde yeter. Şa­yet bir sehiv fazlalıkla, diğeri de noksanlıkla ilgili ise dört secde ge­rekir, demiştir. Fakat bu ayırıma delâlet eden delil yoktur. [11]

Sehiv Secdesinin Selâmdan Önce Veya Sonra Yapılacağına Dâir Âlimlerin Görüşleri

  1. Hanefî âlimlerine ve Sevri’ ye göre sehiv secdesi selâmdan sonra yapılır. Ali, Sa’d bin Ebİ Vakkas, Ammâ-r bin Yâsir, îbn-i Mes’ud, İmrân bin Husayn, Enes ve Muğire bin Şube (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmeden Sahâbilerin bir kısmıdır. Bu hükme katılan tabiilerin bir kısmı Ebû Seleme bin Abdirrahman, Hasan-ı Basri, Nahai, Ömer bin Abdilaziz, Abdurrahman bin Ebi Leylâ ve Sâib (Radıyal-lâhü anhüm)’dür.

Bu gruptaki âlimlerin delilleri 1211,1213, 1214, 1215 ve 1218 nolu hadîslerdir. Bunlara göre sehiv hâli ister namazdaki bir fazlalıkla ilgili olsun; ister eksiklikle ilgili olsun hüküm budur.

  1. Şafii’ nin cedid kavline göre, sehiv nevi ister noksanlık, ister fazlalıkla ilgili olsun sehiv secdesi selâmdan önce edilir. As-hab-ı kiram’dan Ebû Hüreyre, Ebû Saîd-i Hudri, îbn-i Abbâs, Abdurrahman bin Avf ve Muâviye (Radıyallâhü anhüm)’ün kavli budur. Zühri, Mek -hûl, Evzâî, Leys bin Sa’d ve îbn-i Ebî Zi’b (Radıyallâhü anhüm) da bu hükme,katılmışlardır.Tirmizî : Medine-i Münevvere Fıkıhçılarının ekserisi böyle hük­metmiştir, der.

Bu grubun delilleri ise 1207, 1208, 1209, 1210, 1216 ve 1217 nolu hadislerdir.

  1. Mâlik, Ebû Sevr, el-Müzenî ve başka bâ­zı âlimlere göre eğer sehiv hâli bir noksanlıkla ilgili ise selâmdan önce secde edilir. Şayet bir fazlalık hâli için ise selâmdan sonra sec­de edilir. Şafiî mezhebinin böyle bir kavli de vardır. Fazlalık hâlinde secdenin selâmdan sonra yapılmasının delili 1211 nolu ve benzeri hadîslerdir. Noksanlık için secdenin selâmdan önce yapıl­masının delili de 1206 nolu ve benzeri hadîslerdir. Namazda hem noksanlık hem fazlalıkla ilgili sehiv olunca noksanlık hâli ağırlık kazanarak secdenin selâmdan önce yapılacağına Mâlik hük­metmiştir.

İbn-i Abdil Berr: ‘Mâlik’in kavline göre hük­medilince tüm hadislerin işlerliği sağlanmış olur. Bütün hadîsleri is­timal etmek bir kısmının diğer bir kısımla mensuh olduğunu iddia etmekten evlâdır. Fazlalık ve noksanlık hallerinin arasındaki fark görüş açısından açıktır. Çünkü noksanlık dolayısıyla edilecek secde, eksikliğin onarımıdır. Namazdan çıkıldıktan sonra tamir etmek mu­haldir. Fazlalık dolayısıyla edilecek secde ise şeytanı kızdırmak ve çatlatmak içindir. Bunun namazdan sonraya bırakılması uygundur. tbnü’l-Arabi demiş ki M â 1 i k’ in kavli daha isabetlidir, diye malûmat vermiştir.”

  1. Âhmed ve Şafiî’ nin arkadaşlarından Süleyman bin Dâvûd: Sehiv secdesi hakkında vârid olan her hadîs, vâ-rid olduğu sehiv hâlinde tatbik edilir. Hakkında hadîs vârid olma­yan sehiv halleri için yapılacak secde ise selâmdan önce edilir, de­mişlerdir.
  2. Bâzı âlimler de: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin selâmdan önce de, selâmdan sonra da sehiv secdesi ettiği sabittir. Bunun için kişi serbesttir. Dilerse selâmdan önce, isterse selâmdan sonra secde edebilir, demişlerdir. îbn-i Şeybe, Ali bin Eb î Ta1ib (Radıyallâhü anh) ‘m böyle dediğini rivayet etmiş­tir. Râfii de Şafiî’ den böyle bir kavil nakletmiştir.

Kadı Iyâz ve Şafii’ nin arkadaşlarından bir cemâat: Fazlalık veya noksanlık için selâmdan önce veya selâmdan sonra se­hiv secdesinin yapılabileceği hususunda âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. İhtilâf, efdal olanın hangisi olduğu hakkındadır, demiştir.

Sehiv secdesini gerektiren hallerle ilgili dört mezhebin görüşünü anlamak için fıkıh kitablarına müracaat edilmesi tavsiye olunur. Ben şunu belirtmekle yetiniyorum:

Namazdaki her noksanlık veya her fazlalık sehiv secdesiyle ona-rılmaz. Bu durumların bir kısmı namazı bozar, bir kısmı bozmadığı gibi sehiv secdesini de gerektirmez. [12] ‘

137 – Namaz Üzerine Bina Etmek [13] Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1220) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) <bir defa) namaza gel­di. İftitah tekbirini aldıktan sonra cemaata (vaziyetlerini bozmadan yerlerinde beklemeleri için mübarek elile) işaret etti. Bunun üzerine cemâat durum bekledi. O, da gidip boy abdestini aldıktan sonra (mü­barek) başından su damladığı halde (gelip) cemaata namaz kıldırdı. Namazdan dönüp gidince cemaata :

«Ben (evden) yanınıza cünüp olarak geldim ve namaza girince­ye kadar (durumu) hatırlamadım.» buyurdu.Zevâid’de: Ravi Üsâme bin Zeyd, zayıf olduğundan bunun senedi za­yıftır. Dârekutnl de, suneninde bunu Üsâme bin Zeyd yoluyla rivayet etmiştir, de­nilmiştir. [14]

İzahı

Hadîsin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’a âit olan kıs­mı Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi tarafından da rivayet edilmiştir. Ebû Davud’un Ebû Bekrete (Radıyallâhü anh)’dan olan bir rivayetinde Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)’in namazdan sonra şöyle buyurduğu kay­dedilmiştir. £> <^5 ^ı\j j£j \j\ Ul = «Ben ancak bir insanım ve ben cünüp idim.»

Dârekutni ve Beyhaki’ nin rivayetinde ise müelli­fin rivayetinde olduğu gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘e âit olan kısım mevcuttur.

Müellifin rivayeti ile Dârekutni1 nin rivayeti, Ebû Davud’un, Ebû Bekrete (Radıyallâhü anh) ile A t â’ bin Yesâr (Radıyallâhü anh)’dan olan rivayeti, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namaza girdikten sonra durumu ha­tırladığına delâlet ederler.

Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi’ nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) dan olan rivayetlerine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza durup tekbir al­ması beklendiği sırada ve henüz namaza girmeden durumu hatırla­mıştır. Ben bunlardan Buhâri’ nin Ebû Hüreyre (Radı­yallâhü anlı)’den olan rivayetini nakledeyim :

= «Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den ı Şöyle demiştir t Namaz için ikâmet edildi. Saflar ayakta dizildi. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evinden çıkarak yanımıza geldi ve namaz kıldı­racağı yer (= mihrab) da ayakta durunca cünüp olduğunu hatır­ladı. Bunun üzerine bize: «Yerinizden ayrılmayınız!» buyurduktan sonra dönüp boyabdestini aldı, sonra (mübarek) basından su dam­ladığı halde (evinden) yanımıza çıkageldi. Sonra Allâhü ekber’ di­yerek bize namaz kıldırdı.”

M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde bu nokta ile ilgili cümle şöyledir:

= «Nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namaz kı­lacağı yer (mihrab) da tekbir almadan Önce ayakta durduğu sıra (cünüp olduğunu) hatırladı ve hemen döndü de bize: «Yerinizden ay­rılmayınız!» buyurdu.

Hülâsa bâzı rivayetlerde efendimizin henüz namaza başlamadan, bir kısım rivayetlerde de namaza başladıktan sonra cünüplük hâlini hatırladığı bildirilmiştir.

M ü s 1 i m ‘ in şerhinde Nevevi: Hadisin :

= «tekbir almadan önce…» kaydı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in henüz namaza girmediği ve tekbir almadığı sırada duru­mu hatırladığını… sarâhatan ifâde eder. Buhâri1 nin bir rivâ-

yetindeki: “ve biz O’nun tekbir almasını beklediği­miz zaman…” ifâdesi de bunu açıkça belirtiyor. Ebû Dâvûd1 un rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namaza baş­ladıktan sonra anılan durumu hatırladığı belirtilmiştir. Artık Ebû D â v û d ‘ un rivâyetindeki; “namaza girmişti”

cümlesi ‘namaza girmeğe hazırlanmıştı* diye yorum yapmak suretiy­le rivayetler arasında görülen ihtilâf kaldırılır. Bu yorum muhtemel­dir. Fakat en kuvvetli ihtimal olayların ayrı olmasıdır. Hadîs, Pey­gamberlerin ibâdet ederken unutma geçirmelerinin câizliğine delalet eder, demiştir.

Müellifin rivayeti, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘ in tekbir aldıktan sonra durumu hatırladığına delâlet eder. Hadisler arasındaki ihtilâfı gidermek için yorum yapanlar buradaki:

=i “sonra tekbir aldı.” cümlesini: “Sonra tekbir almak istedi.» diye te’vil etmişlerdir.

Hadisin : “Sonra cemaata (yerlerinden ayrıl­mamaları için) işaret etti.” cümlesi yerine Buhâri: «Bize: Yerinizden ayrılmayınız!- buyurdu. Ebû Dâvûd’un rivayetinde: “Yerinizden ayrılmayınız! (an­lamını ifâde etmek için) eliyle işaret buyurdu.” denilmiştir.

Hadisin: “Sonra cemaata namaz kıldırdı.” cümlesi iki şekilde yorumlanabilir:

Birinci yorum : ‘Guslettikten sonra geldiğinde yeniden tekbir al­madan, namaza, kalındığı yerden itibaren devam etti.”

Şu yorum, babın başlığına uygun olan yorumdur. Çünkü; babın başlığındaki: ‘Namaz üzerine bina etmek’ ifâdesine, dip not olarak verdiğim mânâ bu yorumla gerçekleşir, Müellifin bu yoruma taraf­tarlığı babın başlığında kullandığı bu ifâdeden anlaşılır, denilebilir.

İkinci yorum : ‘Guslettikten sonra geldiğinde yeniden tekbir ala­rak cemaata namaz kıldırdı.’ Bu yorumagöre hadîsin, namaza bina etmekle ilgisi yoktur.

İbn-i Hibbân ikinci yorumu tutarak..- Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in boy abdesti almak için gitmesi ve dönünceye kadar cemâatin imamsız olarak o vaziyette ayakta durma­sı mahaldır, demiştir. [15]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Hadîsin zahirine göre, imamın unutarak abdestsiz namaz kıl­dırdığının anlaşılması ile cemâatin namazı bozulmaz. Böyle hükme­den Mâlik, Şafiî, Evzâî, Sevri ve Ahmed bu hadîsin mezkûr rivayetlerini delîl göstermişlerdir. E1-Esrem, Ebû Sevr, îshak, Hasan-ı Basrî, îbrâhim Nahai ve Said bin Cübeyr’in böyle söyledikleri nak­ledilmiştir. (Radıyallâhü anhüm).

El Menhel yazarı yukardaki grubun görüşünü naklettikten sonra sözlerine devamla şöyle der :

“Bu gruba dâhil olanlar : Çünkü, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk tekbiri alınca sahâbîler de tekbir alarak namaza girdi­ler ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gidip guslettikten sonra gelinceye kadar onlar namazlarında durdular, namazlarını boz­madılar, demişlerdir.

H a t t â b î de bu görüşü benimseyerek konu hakkındaki hadi­sin şerhinde: ‘İmam, cünüp olarak sehven namaz kıldırdığı ve ce­mâat durumu bilmediği zaman cemâatin namazı sahihtir. Bilâhare durumu öğrenince o namazı tekrar kılmaları gerekmez. İmam ise namazı tekrar kılmak zorundadır. Hadîsten çıkarılan hüküm budur. Çünkü hadîsin lafzından anlaşılan durum şudur: Sahâbîler Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaza başlamışlar, sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gusledip gelinceye kadar onların durmasını istemiş, sonra onların namazını ikmal et­tirmiştir. Namazın başlangıç parçası sahîh sayılmasaydU Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gusledip geldikten sonra kıldırdığı parçanın ilk parça üzerine bina edilmesi sahîh. olur muydu?

Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in kavli de budur. Arkadaşlarından bu konuda ona muhalefet eden kimse bilinmiyor.

Hadis, abdestsizlik hâlinde namaza bina etmek caizdir, diyenler için delildir,’ demiştir.

EI-Ayni, Hattâbî’ nin yukardaki sözünü reddederek özetle şöyle demiştir: ‘Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in gusülden sonra tekrar tekbir alarak cemaata namaz kıldırdığı zahir

olanıdır. Nitekim İbn-i Hibbân: cümlesini şöyle yorumlamıştır: “Yâni yeni bir tekbir alarak onlara namaz kıldırdı. Bâzılarının sandığı gibi, evvelce almış olduğu tekbiri esas tutarak kal­dığı yerden namazı tamamlamadı, mânâsı kasdedilmemiştir. Üstelik M ü s 1 i m’ in rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in henüz tekbir almamış iken durumu hatırladığı belirtilmiştir. Diğer taraftan namazın bir parçası sahîh olunca… sözünü de kabul etmiyoruz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in nama­za başlamış olduğunu kabul etsek bile, imamlıktan çekilirken baş­kasını yerine geçirmemesi ve yerinin boş kalması ile namaz bozul­muş olur. Namazın ilk parçası bozulunca o bozuk parça üzerinde te­sis edilecek parça da bozulur. Hak, budur ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yeni bir tekbirle onlara namaz kıldırmıştır. Ömer (Radıyallâhü anh)’in arkadaşlarından kimsenin muhalif olmadığı sö­zü de sıhhatli değildir. Çünkü Dârekutnî ‘nin bir rivayetine göre;

“Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anh), cünüp iken sehven cemaa­ta namaz kıldırmış sonra tekrar kılmış ve cemaata da tekrar kılma­larını emretmiştir.”

Ebû Hanîfe, Şa’bi ve Hammâd bin Ebi Sü­leyman ise imamın abdestsiz olduğu anlaşılmakla cemâatin na­mazı bozulur, demişlerdir. Bunların delilleri ise şunlardır:

Ahmed’in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘den mer-fû olarak rivayet ettiği: “İmam zâmındır.» Hadîsi.

Dârekutni’nin Saîd bin el-Müseyyeb1 den rivayet ettiği : :

= “Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüp olarak (sehven cemaata) namaz kıldırmış, sonra tekrar kılmış, cemâat da tekrar kıl­mışlardır.” hadisi ve A 1 i (Radıyallâhü anh)’ın yukardaki hadî­sidir.

Zahir olan, ilk grubun kavlidir. Çünkü Dârekutni: S a i d (Radıyallâhü anhî’in hadîsi mürseldir, râvisi E b û C â -bir e 1 – B e y a z i’ nin hadisleri metruktür, A 1 i (Radıyallâhü anhJ’nin hadîsini rivayet eden Amr bin Hâlid’in hadîs­leri de metruktür.

«İmam zâmındır» hadisinden maksat, cemâat imama uymuş iken, namazı ifsad etmeyen cemâatin hareketlerini imam yüklenmiştir. Bundan, imamın namazı bozulunca cemâatin namazı da bozulur mâ­nâsı çıkmaz, demiştir.”

El-Menhel yazarı görüldüğü gibi ilk görüşü tercih etmiştir.

2 – Şer’i hükümlerin tesisine vesile olmak üzere Peygamberle­rin ibâdette sehiv etmeleri hikmetlere bina’en caizdir.

3 – Vakit müsait ise cemaatın imamı beklemeleri meşrudur

4 – Cünüp kişi, guslünü derhal yapmayıp geciktirebilir. (Nama­zı kaçırmaya sebebiyet verirse tehiri yasaktır.)

5 – Cünüplüğünü unutarak mescide giren kimse durumu hatır­layınca teyemmüm etmeden derhal çıkmalıdır.

1221) Âişe (Radıyallâhü anhâ)\ian rivayet edildiğine göre; Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Namaz içinde iken bulantısız kusma, burun kanaması, bulantı-)ı kusma ve mezi çıkması hallerinden birisi kimin basma gelirse hemen dönüp abdest alsın. Sonra (gelip) namazının üzerine bina et­sin (kalan kısmını tamamlasın) ve bu esnada hiç konuşmasın.»

Not: Zevâid’de : Bunun senedinde bulunan İsmail bin Ayyaş, bunu hicazlı (îbn-i CÜreyc)den rivayet etmiştir. Hicazlüardan olan rivayeti zayıftır, diye bilgi verilmiştir. [16]

İzahı

Notta belirtildiği gibi bu hadîs zevâid nevindendir. Dârekut-n i de bunu rivayet etmiştir.

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Ruâf: Burun kanaması ve burundan gelen kan’dır.

Kalas ve Kals: Sindi şöyle tarif etmiştir: ‘Karından ağıza gelen ağız dolusu veya daha az kusmuktur. Ağıza geldikten sonra geri gitmedikçe ona Kay’ denmez. Eğer geri dönerse ona Kay’ denir.

A h t e r î: Kalas ve Kals ağızdan çıkan kusmuktur. Şöyle tarif edenler de vardır: Boğazdan ağıza gelen ağız dolusu veya daha az kusmuktur. Buna Kay’ denmez. Şayet geri dönerse o zaman Kay’ de­nir. Bir de Kay’ ile eş anlamlıdır diyenler vardır, demiştir.

Ahteri: Kay’ kelimesini de kusmuk diye mânâlandırmıştır.

Hanefî fıkıh kitablarından Fethü’l-Kadîr’de :

Kals: Bulantı halinde kusmaktır. Kay’: Bulantısız kusmaktır. Kalas kelimesi kals diye okunabilir. Hadiste bu kelime ve Kay” keli meşinin her ikisi de zikredildiği için bunlara ayrı ayrı mânâ vermek

daha uygundur.

Hülâsa i Yinilen ve içilen maddeler ve benzerleri mideden ağıza çıktığı zaman ağız dolusu olsun olmasın, dışarı atılsın, mideye ge­ri gitsin ve buna ne isim verilirse verilsin, bu hadise göre abdest bo­zulmuş olur.

Mezî i Az şehvet hâlinde görülen ince, beyaz bir sudur.

Hadis, kusmuk, burun kanaması ve mezînin çıkması ile abdestin bozulduğuna ve namaz esnasında başına bu hâl gelen bir kimsenin hiç konuşmadan gidip abdest aldıktan sonra gelip namazından eksik kalan kısmını tamamlayabileceğine delâlet eder.

Gerek burun kanaması veya kusmakla abdestin bozulup bozul­maması meselesi ve gerekse namaz esnasında abdesti bozulan veya abdestli olmadığını hatırlayan kimsenin abdest alıp namazının kalan kısmım kılması meselesi âlimler arasında ihtilâf konusu olduğundan bu hususu kısaca belirtmek isterim.

Ebû Davud’un süneninin ‘Kan’dan dolayı abdest almak’ bâbındaki C â b i r (Radıyallâhü anhJ’m hadîsi bahsinde el-Menhel yazarı şöyle der:

1 – Ebû Hanîfe, Sevrî, Evzâî, Ahmed, İs-ha k ve başka âlimler: Bedenden çıkan kan nerden çıkarsa çıksın abdesti bozar, demişlerdir.

Ha1lâbî : ‘Fıkıhçılann ekserisinin kavli budur. Bunların de­lili Dârekutni ve İbn-i Mâceh’in Âişe (Radıyal­lâhü anh)’dan rivayet ettikleri[17] hadistir. İkinci delil Buhâ-rî’nin Âişe (Radıyallâhü anhâJ’dan rivayet ettiği şu hadîstir: ( H a 11 â b İ bunun metnini zikretmiştir[18]. El-Ayni: Bu hadis bizim arkadaşlarımızın gösterdikleri en kuvvetli ve en sahîh hadîstir, demiştir. Üçüncü delil, Dârekutni’ nin T e m î m – i Darı (Radıyallâhü anh)’den merfu’ olarak rivayet ettiği;

«Her akıcı kan’dan dolayı abdest almak vardır.» hadîsidir, ‘demiştir.

Ön ve arka yollardan başka vücudun her hangi bir yerinden çı­kan kanla abdestin bozulduğuna hükmedenler arasında şu zâtlar bu­lunur : Hulefâ-i Râşidîn, denildiğine göre cennetle müj­delenmiş olan diğer altı sahâbî, İbn-i Mes’ud, İbn-i A b -bâs, Sevbân, Ebü’d-Derdâ, Zeyd bin Sabit, Ebû Musa el-Eş’arî ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhüm).

Şafii, kendi müsnedinde İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhVden şöyle dediğini rivayet etmiştir:

= «Burun kanaması, mezînin çıkması ve kusmak hallerinden birisi (namaz için­de) kimin başına gelirse, gidip abdest alır, sonra gelir ve namazının eksiğini tamamlar.»

2 – Ön ve arka yollardan başka vücûdun her hangi bir yerin­den çıkan kanla abdestin bozulmadığına hükmedenler arasında îbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Ibn-i Evfâ, Câbir, Ebû Hüreyre, Âişe, lbnü’l- Mü seyyeb, Salim bin Abdillah bin Ömer, Atâ, Mekhûl, Rabîa, Mâlik, Ebû Sevr, Dâvûd, Şafiî ve arkadaşları (Ra­dıyallâhü anhüm), bulunur. Sahâbîlerin ve tabiîlerin ekserisinin kav­li budur.

Bu grubun delillerinden birisi Buhârî, Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettikleri Câbir (Radıyallâhü anhJ’ın bir hadîsidir. (Hadîs uzundur. el-Menhel bunu şerh ve izah da etmiştir. Bu hadîste Ensar-ı kiramdan bir zât namaz içinde- iken düşman ta­rafından ard arda atılan üç okla yaralanmış ve kanlar akmış, buna rağmen namazını ikmal etmiştir, diye bilgi vardır.)

(kinci delîl Dârekutni’ nin rivayet ettiği E n e s (Radı­yallâhü anh)’ın şu mealdeki hadîsidir :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hacâmet yapmış, son­ra abdest almadan ve yalnız hacâmet yerlerini yıkayarak namaz kıl­mıştır.”

Üçüncü delil, M â 1 i k ‘ in el-Muvatta’da rivayet ettiği şu me­aldeki hadîstir:

“Abdullah bin Abbas (Radıyallâhü anhümâ) burun kanamasını geçirirdi, (namaz esnasında bu hal olurdu) kendisi namazdan ayrı­lıp kanı yıkardı. Sonra dönüp namazının eksiğini tamamlardı.” (El-Menhel yazarı tarafların başka delillerini ve her grubun diğer gru­bun delillerine vâki itirazları ile verilen cevapları izah etmiştir.)”

Kusmaya gelince bu husustaki ihtilâfı el-Menhel müellifi şöyle özetler :

“Kanla ilgili yukarda anlatılan ihtilâf Kay’ ve Kalas hakkında da mevcuttur. $öyle ki.

  1. Hanefî âlimlerine göre bunlar ağız dolusu olursa ab­dest bozulur, yoksa bozulmaz.
  2. Mâliki ve Safi i ler : Bunlar az olsun, çok olsun abdesti bozmaz, demişlerdir.
  3. Hanbeliler: Kay’ın çoğu abdesti bozar, azı bozmaz. Kalas’ın ne azı ne çoğu bozar, demişlerdir.”

Mezinin çıkmasıyla abdestin bozulduğu hususunda âlimler ara­sında ihtilâf yoktur.

Namaz esnasında abdesti bozulan veya abdestsiz olduğunu ha­tırlayan bir kimsenin namazdan ayrılarak konuşmadan gidip abdest aldıktan sonra hemen geldiğinde namazın kalan kısmını kılması hu­susundaki âlimlerin görüşlerine gelince;

  1. Mâliki, Şafii ve Hanbeli mezheblerine göre namaz esnasında abdesti bozulan veya abdestsiz olduğunu anlıyan kimsenin namazı bozulmuş olur. Abdest aldıktan sonra o namazı ye­niden kılmak zorundadır. Önceden kısmen kıldığı namazın kalan kıs­mını kılmakla yetinmesi caiz değildir. Bunların delili T i r m i z i, Ebû Dâvûd, Nesâi ve başkalarının rivayet ettikleri A 1 i bin Talk (Radıyallâhü anh)’in şu mealdeki hadîsidir: Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurmuş ki: «Biriniz namazda yelleneceği zaman namazdan çıksın. Abdest alsın ve namazı yeniden kılsın.» Bu grubtaki âlimler 1221 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’-nin hadîsini zayıf saymışlardır. Zayıflığın sebebi, yukarda anlatıl­mıştır.
  2. Hanefî âlimlerine göre söz konusu adamın abdest aldık­tan sonra namazının sadece kalan kısmını kılmakla yetinmesi caiz­dir. Ki buna; namaz üzerine bina etmek deniliyor. Fakat efdal olanı, yeniden namaz kılmasıdır. Bunların delili, Â i ş e (Radıyallâhü anhâJ’nin mezkûr hadisidir. Hadîsin senedinin zayıflığına sebep ol­duğu söylenen İsmail bin Ayyaş’in îbn-i Muin ve başkaları tarafından sıka sayıldığı savunulmuştur. Bu gruptaki âlim­ler Dârekutnî’ nin İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ‘dan rivayet ettiği şu mealdeki hadisi de delîl göstermişlerdir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdayken burnu kanadığı zaman abdest alırdı, sonra namazının kalan kısmını kılar­dı.” îbn-i Ebî Şeybe de bunun benzerini Ömer, Ebû Bekir, Alî, İbn-i Mes’ud, îbn-i Ömer ve Selmân-i Fârisi (Radıyallâhü anhüm) gibi sahâbîlerden mevkuf olarak; keza tabiîlerden Alkame, Tâvûs, Salim bin Abdillah, Said bin Cübeyr. Şâ’bî, İbra­him Nahai, Ata’, Mekhûl ve Saîd bin el-Mü-s e y y e b (Radıyallâhü anhüm) üzerinde mevkuf olarak rivayet etmiştir.

Bu grubun âlimleri, Alî bin Talk (Radıyallâhü anh)’in hadîsini şöyle yorumlamışlardır: Bu hadis, namaz içinde kasden ab-destini bozan kimse hakkındadır. [19]

138 – Namaz İçinde Apdesti Bozulan Kimsenin Nasıl Ayrılıp Gideceği Hakkında Gelen (Hadis) Babı

1222) Aîşe (Radıyallâhü anhâ)\ım rivayet edildiğine jföre: Peygam­ber (Sa/laJlahü Aleyhi ve Sellem) $üyle buyurmuştur:

«Biriniz namaz kılarken abdesti bozulunca elile burnunu tutsun sonra ayrılıp gitsin.»

… Senedi ile Âişe (Radıyallâhü anhâ) bunun mislini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet etmiştir.”

Not: Zevâİd’de şöyle denilmiştir : Bunun ilk isnadı sahih ve ricali sikalar­dır. İkinci sened zayıftır. Çünkü râvi Ömer bin Kays’ın zayıflığında ittifak etmiş­lerdir.

Müellif zevâid türünden olan bu hadisi iki senedle rivayet etmiştir. Birinci senedin sahih ve râvilerinin sıka oldukları, fakat ikinci senedin râvilerinden Ömer bin Kays’ın zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir.

Namaz İçinde abdesti bozulan kimsenin elini burnunun üstüne koyup böylece namazdan ayrılması mendupluk için emredilmiştir. Ta ki görenler, adamın burnu-nun kanadığını sansınlar. Başka tür abdestinin bozulduğunu anlamasınlar. Açık­lanması iyi sayılmayan şeylerin yalan olmayan bir şekilde örtülmesinin mendup-luğ-u bu hadisten anlaşılır. [20]

139 – Hastanın Namazı Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1223) İmrân bin Husayn (Radıyallâhü anhydan: Şöyle demiştir :

Ben nâsûr hastalığına mübtelâ idim. Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’e namazı (nasıl kılacağımı) sordum. Buyurdu ki:

«Ayakta kıl. gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan yatarak ki!.-“

1224) Vâil bin Hiicr (RadıyaHâhü anh)\et\, Şöyle demiştir:

Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i hastalığında oturduğu yerde sağ yana eğilmiş vaziyette namaz kılarken gördüm.Bunun senedindeki râvi Câbir el-Ca’fî’nin itham edilmiş bir kimse oldu­ğu Zevâid’de belirtilmiştir. [21]

İzahı

î m r â n (Radıyallâhü anh)’in hadîsi Müslim’ den baş­ka Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâvet edilmiştir.

Vâil (Radıyallâhü anh) in hadisi Zevâid türündendir.

İmrân (Radıyallâhü anhl’ın hadîsinde geçen “Nâsûr” keli­mesi, iki üç çeşit hastalığın ismidir. Burada Jy~,U diye geçmiştir. Bu kelime ile yâni S harfi ince olan kelime eş anlamlıdır. Kamus tercemesinde şöyle deniliyor: Nâsûr, şişen ve içi iltihapla do­lup devamlı akıntı yapan damara denir. Bir de göz pınarlarında be­liren bir hastalıktır ki gözler devamlı sulanır. Mak’ad çevresinde ve diş etlerinde çıkan ve devamlı kanayan apseye de nâsûr denilir. Mak’ad çevresinde görüldüğünde deşilen bir yara hâlini alır ondan devamlı cerahat akar. Bazen yarada bir kaç delik açılır. Bu yara ba­zen mesane çevresinde de görülebilir.

Burada kasdedilen mânâ, mak’ad çevresinde görülen hastalıktır. B u h â r i’ de bu kelime yerine “Bâsûr” ve bir rivayetinde “Bevâsir” kelimeleri geçer. Bevâsîr, bâsûr’un çoğuludur.

Pâsûr veya nâsûr hastalığı nedeniyle rahat namaz kılamayan İmrân (Radıyallâhü anh), nasıl namaz kılacağını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e sormuş, O da tercemede geçen şe­kilde cevap buyurmuştur.

Hadîsin zahirine göre ayakta durmaya gücü yeten kimse, otu­rarak namaz kılamaz. Ayakta zorluk dahi çekse gücü yettikçe otu­ramaz. Kadı I y â z’ in anlattığına göre Şafii böyle hük­metmiştir. Fakat dört mezhep âlimleri, hadisteki “İstitâa (güç yetme­si)” kelimesini daha geniş anlamda yorumlayarak şöyle demişler­dir. Ayakta durduğunda çetin zorluk çeken veya hastalığı artacak olan yahut geç iyileşecek olan veyahut yeni bir hastalığa tutulacak olan kimse, güçsüz sayılır. Yâni namazını oturarak kılabilir. Va­pur ve benzerinde ayakta durduğunda başı dönecek olan kimse de güçsüz sayılır. Oturarak namaz kılabilir.

Nevevi : ‘Gaziler mevzilerde ayakta namaz kıldıkları tak­dirde düşman tarafından görülecek ve bir sakınca arzedecek şekil­de ise, oturarak namaz kılarlar. Bilâhare o namazı tekrar kılacaklar. Çünkü bu durumlar ender görülür,’ demiştir.

Batma tehlikesi de güçsüzlük olarak kabul edilir. Nitekim Dârekutnî’ nin rivayetine göre î b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e:

Gemide ben nasıl namaz kılayım? diye sormuş. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) : «Boğulmadan korkmadıkça ayakta namaz kıl» buyurmuştur.

Ayakta durması yukarıda anlatıldığı gibi sakıncalı olan ve şer’an güçsüz sayılan kişi, oturarak namaz kılarken nasıl oturursa olur. Ebû Hanife, Züfer ve el-Müzeni iftiraş şeklinde oturmayı efdal görmüşlerdir.

İftiraş; sağ ayağı kıbleye doğru dikmek ve sol ayağı yere yatırıp üzerine oturmaktır.

Mâlik, Ahmed, Ebû Yûsuf, Muhammed. S e v r i ve İ s h a k ile Şafiî’ den bir rivayete göre bağdaş kurarak oturmak daha efdaldır. Oturmaya şer’an gücü yetmeyen kişi yan yatarak kılar. Dârekutni’ nin rivayetinde :

«Sağ yan üzerinde…» buyurulmuştur. Bu duruma göre sağ yan üzerinde veya sol yan üzerinde yatmak caizdir. El-Menhel yazarı, yatarak namaz kılmak hususunda âlimlerin görüşlerini şöyle nak-letmiştir:

l – Hanefî âlimlerine göre oturarak kılamayan kişi, sırt üstü veya yan yatarak namaz kılar. Sırt üstü yatmak daha efdaldır. Sırt üstü yatıldığında ayaklar kıbleye gelecek durumda olur. Kişinin namazda yapacağı işaretler, K â ‘ b e ile gök arasındaki istikâme­te doğru olmuş olur. Fakat kıbleye doğru yan yatan kişinin işaret­leri, ayaklarının istikâmetine yöneliktir. Yatarak namaz kılan kişi, rüku’ ile secdeye veya bunlardan birisine gücü yeterse, gücü nisbe-tinde bitoterı yapar. Gücü yetmezse eğilmekle ve işaretle kılar. Sec­de için yapacağı işaret, rüku’a nisbeten daha fazla olmalıdır.

Şâfiîler, Mâlikîler ve Hanbeliler.- Oturarak namaz kılamayan kişi, sağ yana ve kıbleye doğru yatarak kılar. Sağ yana yatması mümkün iken sol yana yatması caizdir. Eğer yan yata-nıazsa ayaklan kıbleye gelecek şekilde sırtüstü yatarak kılar, demiş­lerdir .Ş â f i î 1 e r’ e göre yan yatabilen kimsenin, sırtüstü yata­rak kılacağı namaz sahih değildir. Fakat Mâlik i ler1 le Han-b e 1 î 1 e r’ e göre mekruhtur. [22]

140 – Nafile Namazı Oturarak Kılmak Hakkında Bir Bâb

1225) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)’dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mübarek ruhunu kabzeden (Allah) a yemin ederim ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vefatına doğru kıldığı namazların ekserisini oturarak kılardı. Ve kendisince en sevimli amel, az bile olsa kulun devamlı işlediği sâlih amel idi.”

1226) Aişe (Radıyallâhü anhâ)’r\an; .Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (nafileyi kıldığında) oturarak kıraat ederdi. Rüku’ etmek istediği zaman, kalkarak bir in­sanın kırk âyet kadar okuyacağı bir süre ayakta dururdu, (sonra rüku’ ederdi.)”

1227) Âişe (Radıyallâhü a»hâ)’dar\: Şöyle demiştir: Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i yaşlanıncaya kadar gece namazının tümünü ayakta kılarken gördüm. Başka durumda kıldığım hiç görmedim. O, yaşlandıktan sonra oturarak kılmaya baş­ladı. Kırâatmdan kırk âyet veya otuz âyet kalınca kalkar, onu ayak­ta okurdu. Sonra rüku’ ederdi.İsnadının sahih ve ricalinin sıka olduğu Zevaid’de bildirilmiştir. [23]

İzahı

Ümmü Seleme (Radıyallâhü anh)’nin hadisini Nesâi re rivayet etmiştir. Bu hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in ömrünün sonuna doğru nafile namazının ekserisini oturarak kıldığına ve en makbul, sevimli amelin devamlı işlenen iyi amel oldu­ğuna delâlet eder.

Tirmizide H z. Hafsa (Radtyallâhü anhâ)’dan yapı­lan bir rivayette .

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, vefatından bir yıl öncesine kadar nafile namazlarında oturduğunu hiç görmedim. Ve­fat yılı, nafile namazlarında otururdu” denilmiştir.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin ilk hadîsini Nesâi, ikinci hadîsini de T i r m i z i hâriç Kütüb-i Sitte sâhibleri rivayet et­mişlerdir. Zevâid müellifi ve Sindi1 nin bunu neden zevâid tü­ründen saydıklarını anhyamadım. Buhâri’ nin  i ş e (Ra­dıyallâhü anhâ)’den olan rivayeti meâlen şöyledir:

“Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in yaslanıncaya kadar gece namazını oturarak kıldığını gör­memiş, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) yaşlandıktan sonra ise, kıraati oturarak yapardı. Rüku etmek istediği zaman kalkıp otuz-kîrk âyet kadar okuduktan sonra rüku’ ederdi, demiştir.” E b û D â v û d ‘ un rivayetinde A i ş e (Radıyallâhü anhâ) meâlen şöy­le demiştir:

‘Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in gece namazı­nın kıraatini oturarak yaptığını hiç görmedim. Nihayet yaşlanınca artık gece namazında oturup kıraat ederdi. Kırâatından kırk veya otuz âyet kalınca kalkar onu ayakta okurdu, sonra rüku’ ederdi.

Hadisteki ( ümlesi, Ebû Davud’un rivayetinde olarak geçer. Bu h â r i’ de ise olarak geçer. Bü­tün rivayetlerden kasdedilen mânâ “…sonra rüku’ ederdi.” demek­tir.

Âişe (Radıyallâhü anhâ) nin iki hadisi bir rek’atın bir kısmı­nı ayakta, bir kısmını da oturarak kılmanın câizliğine delâlet eder. Mâlik,Ebû Hanîfe, Şafii ve âlimlerin çoğu böyle demislerdir. Önce oturup sonr# kalkmak ile bunun arasında bir fark yoktur.

Bu bâbtaki hadisler, nafile namazların oturarak da kılınabilece­ğine delâlet ederler.

1228) Abdullah bin Şakîk el-Ukaylî (Radıyallâhü ank)’den: Şöyle demiştir :

Ben Âîşe (Radıyallâhü anhâ)’ya Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece namazının durumunu sordum. Âişe (Radıyallâhü anhâ) dedi ki: O, uzun bir gece ayakta, başka bir uzun gece otu­rarak (gece namazı) kılardı. Ayakta okuduğu zaman ayakta rüku’ ederdi. Ve oturarak okuduğu zaman oturarak rüku’ ederdi.” [24]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde: “ayakta okuduğu zaman” cümlesi yerine :ayakta namaz kıldığı zaman” cümlesi vardır. Keza : “oturarak okuduğu zaman”

cümlesi yerinde; “oturarak namaz kıldığı” cümlesi bulunur. Bu cümlelerdeki lafız farkı neticeyi değiştirmez.

El-Menhel yazarı şöyle der: Hanefî ve Mâliki mez­hebinin bâzı âlimleri bu hadisi delil göstererek : Nafile namazına ayakta başlıyan kişi, ayakta rüku’ etmeye ve oturarak başlıyan kim­se, oturarak rüku’ etmeye mecburdur. Başka şekilde yapması caiz değildir, demişlerse de; bundan önceki hadisler, bu görüşü reddeder.

Hadîsler arasında bir ihtilâf yoktur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kuvvet durumuna göre hadislerde geçen bütün şe­killeri uygulamıştır.

İbn-i Huzeyme: Bence hadîsler arasında bir ihtilâf yok­tur. Çünkü Abd i 11 ah bin Şakik (Radıyallâhü anh)’in rivayeti, kıraatin tümünü ayakta veya tümünü oturarak yaptığı za­mana yorumlanır  işe (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsi de kıraa­tin bir kısmının ayakta yapıldığı zamana yorumlanır. [25]

141 – Oturarak Namaz Kılanın Sevabı, Ayakta Namaz Kılanın Sevabının Yarısı Kadardır Babı

1229) Abdullah bin Amr (Radtyallâhü anhümâ)\nx\ rivayet edildiği­ne göre :

Kendisi (bir gün) oturarak namaz kılarken Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) onun yanından geçmiş, sonra :

«Oturarak kılınan namaz, ayakta kılınan namazın yarısı kadar­dır.» buyurmuştur.” [26]

İzahı

Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.

Hadisten kastedilen mânâ şudur: Kişinin oturarak kıldığı na­mazın sevabı, onun ayakta kıldığı namazın sevabının yarısı kadar­dır.

El-Menhel yazan şöyle der : Bu hadis, cumhura göre ayakta du­rabildiği halde oturarak nafile kılan kimseye aittir.

Ayakta duramadığından dolayı oturarak nafile kılanın sevabı, ayakta kılanın sevabı gibidir. Ondan eksik değildir.

Hadîs, farz namaza âit değildir. Çünkü ayakta durulabilirken oturarak kılınan farz bâtıldır. Ve böyle yapan kişi, günah işlemiş olur.

Nevevi : Ayakta durmaya muktedirken farz namazı otura­rak kılmanın mübahlığını iddia eden kişi, mürted olur. Zira, böyle adam faiz gibi haram olan bir şeyi helâl gören kimse gibi olur, de­miştir.

Ayakta .duramadığı için oturarak farz kılan veya oturamadığı için yatarak farz kılan kişinin sevabı, ayakta kılanın sevabı gibidir, ondan hiç bir şey eksilmez. Nitekim Buhâri, Ebû Musa (Radıyallâhü anh)’den merfu’ olarak meâlen şu hadisi rivayet et­miştir :

-Kul, hastalandığı veya sefere çıktığı zaman o kul sıhhatli iken veya evinde iken yaptığı amellerin sevabını sefer ve hastalık hâlinde de alır.»

M â 1 i k ‘ e göre hadîs, ayakta duramadığı için oturarak farz veya nafileyi kılan hakkındadır.

1230) Enes bin Mâlik {Radtyallâhü ank)’âen; Şöyle demiştir:

ResuluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün evden) çıktı da bir kaç kişinin oturarak namaz kıldıklarını gördü. Bunun üze­rine :

(Sevab bakımından) oturarak kılınan namaz, ayakta kılınan namazın yarısıdır» buyurdu.”

Not: İsnadının sahih olduğu ZevAid’de bildirilmiştir.

1231) İmrân bin Husayn (Radtyallâkü an/r/den rivayet edildiğine göre:

Kendisi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe oturarak na­maz kılan adamın durumunu sormuş; bunun üzerine efendimiz (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kim ayakta namaz kılarsa efdal olanı odur. Kim oturarak na­maz kılarsa ona ayakta namaz kılanın sevabının yarısı vardır. Ve kim yatarak namaz kılarsa onun sevabı, oturarak namaz kılanın se­vabının yarısı kadardır.» buyurdu. [27]

İzahı

Bu hadisi Müslim’ den başka Kütüb-i Sitte sahibleri riva­yet etmişlerdir.

Bâzıları bu hadîsi nafile namaza yorumlamışlardır. Yâni nafile namaz, bir özür olmaksızın oturarak veya yatarak kılınabilirse de sevap bakımından hadiste belirtildiği gibi kat kat farklıdır.

Hattabi : ‘Ben bu hadisi ayakta durmaya muktedir olanın kılacağı nafileye yorumlamıştım. Fakat hadîsin:

= «Kim yatarak namaz kılarsa…» cümlesi bu yorumu bozar. Çün­kü yatarak nafile kılmak yoktur. Âlimlerin buna fetva veren kimse­yi bilmiyorum. Eğer bu kayıt râviler tarafından ilâve edilmemiş ise, yâni efendimize âit ise oturabilen kişinin yatarak nafile kılmasının câizliğine delâlet eder. Bence bu hadîs farz namaz kılana aittir. Yâ­ni ayakta durmakta zorluk çekecek, ama bununla beraber ayakta durabilecek bir kimse, ayakta durmaya tahammül ederse, hadiste belirtildiği gibi sevabı kat kat fazladır,’ demiştir.

E 1 – î r â k i: Yatarak nafile kılmanın câizliğini Ş â fi i ler ve M â 1 i k i’ ler söylemişlerdir. Mesele her iki mezhebte ihtilâflıdır. H a t t â b i’ nin Alimlerden kimse böyle söylememiştir, sö­zü, bu mezheblerdeki görüşle reddedilir, demiştir.

Yukarıda görüldüğü gibi hadisin ikinci yorum şekli, bunun farz namaza âit olmasıdır. Yâni farz namazı oturarak kılmaya şer’an me­zun sayılan bir kimsenin zorluklara katlanarak ve olanca gücünü kullanarak ayakta kılması daha efdaldır. Bu kişi, oturarak kılmaya mezun ise, oturarak kıldığı takdirde alacağı sevab, yukarıda B u -h â r i’ den mealini naklettiğim hadis gereğince sağlıklı adamın ayakta kılacağı namazın sevabı kadardır. Ondan eksik değildir. Bu­nunla beraber hasta hâline rağmen zorluklara katlanarak ayakta kıl­dığı namazın sevabı, sağlıklı bir adamın ayakta kıldığı namazın seva­bından çok üstündür. Dolayısıyla bu hastanın oturarak kıldığı tak­dirde kazanacağı sevabtan üstün olmuş olur.

Güçlükle oturarak kılabilen kimse yatarak kılmaya mezun olma­sına rağmen zorluklara katlanıp oturarak kılan kişi için de durum aynıdır. [28]

142 – (Son) Hastalığında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi Ve Sellemkin Namaz Kılışı Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1232) Aişe (Radtyallâkü anhâ)’âun; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vefat ettiği hastalığa tutulduğu zaman (Ebû Muâviye demiştir ki: Hastalığı ağırlaştığı zaman) Bilâl (Radıyallâhü anh), O’na namaz vaktinin geldiğini ha­ber vermek üzere geldi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Ebû Bekir’e emrimi iletiniz. Cemaata namaz kıldırsın» bu­yurdu. Biz:

— Yâ Resûlallah! Ebû Bekir cidden yufka yüreklidir. Senin ye­rine geçtiği vakit ağlar ve bu yüzden (sesini cemaata) işittiremez. Bu nedenle Ömer’e emretsen de o namaz kıldırsa, diye ricada bulun­duk. (Efendimiz bu sözümüzden) sonra :

— Ebû Bekir’e emrimi iletiniz. Cemaata namaz kıldırsın. Ha-kîkatan siz, Yûsuf (Peygamber)’in günündeki kadınlarsınız» buyur­du.” Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki: Bunun üzerine biz Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) a emr-i nebevî’yi ilettik. Kendisi de (bu emir üzerine) cemaata namaz kıldırdı. (Ebû Bekir namaza başlayın­ca) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendinde bir hafiflik hissetti de iki adam arasında ve onlara dayanarak namaza gitti. Ayakları yerde sürünüyordu. Ebû Pekir (Radıyallâhü anh), O’nun geldiğini hissedince geri çekilmeye davrandı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona:

— «Yerinden ayrılma» diye işaret etti. Râvi demiştir ki Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ileriye geldi. Nihayet O’na yardım eden adamlar, onu Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) in yanına oturttu­lar. Artık Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) e uyuyordu, cemâat da Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’in namazına uyuyorlardı.”

1233) Aîşe (Radıyallâhü unAâ)’dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (son) hastalığında ce­maata namaz kıldırmak için Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’a emretti. Artık Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) cemaata namaz kıldırıyordu. Re­sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hafiflik hissederek (evden mescide) çıktı. O anda Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) cemaata namaz kıldırıyordu. Ebû Bekir {Radıyallâhü anh) O’nu görünce geri çekil­mek istedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona:

«Olduğun gibi dur.» diye işaret etti. Sonra Resûlullah (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) in yanında, onun hizasında oturdu. Artık Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namazına, cemâat da Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’in namazına uyarak kılıyorlardı.”

1234) Salim bin Ubeyrf (Radıyallâhü anh)’öen; Şöyle demiştir : Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (son) hastalığında ba­yıldı. Sonra ayılınca:

Namaz vakti geldi mi?» diye sordu.

— Evet, dediler. O:

— «Bilâl’a emrimi iletin, ezan okusun, Ebü Bekir’e de emrimi ile­tin, cemaata namaz kıldırsın» buyurdu. Sonra (yine) bayıldı. Daha sonra ayıldı ve :

— «Namaz vakti geldi mi?» diye sordu.

— Evet, dediler. O:

— «Bilâl’a emredin ezan okusun. Ebü Bekir’e de emredin ce­maata namaz kıldırsın.» buyurduktan sonra tekrar bayıldı. Sonra ayılınca s

— «Namaz vakti geldi mi?» diye sorri”

— Evet, dediler. O :

— «Bilâl’a emredin ezan okusun..Ebû Bekir’e de emredin cemaata namaz kıldırsın.» buyurdu. Bunun üzerine A işe (Radıyallâhü anhâ) . Gerçekten babam yufka yürekli bir adamdır. O makam (senin mih­rabın) da namaza duracağı zaman ağlıyacak, (cemaata kıraat sesi­ni) işittiremiyecektir. Keşke başkasına emretsen, diye ricada bulun­du. Sonra, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yine) bayıldı. Piraz sonra ayıldı ve:

— «Bilâl’a emredin ezan okusun. Ebü Bekir’e emredin cemaata namaz kıldırsın. Gerçekten siz Yûsuf (Peygamber) un günündeki ka­dınlarsınız.» buyurdu. Râvi demiştir ki ı Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in emri Bilâl (Radıyallâhü anh)’a iletildi, o ezan okudu. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’a da iletildi. O da cemaata namaz kıldırdı. Sonra Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) bir hafiflik duydu ve :

— «Benim için koltuğuma girip mescide götürecek adama bakı­verin* buyurdu. Bunun üzerine Berîre (Radıyallâhü anhâ) ve bir adam geldiler. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara da­yanarak gitti. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) Onu görünce gerilemek istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona işaret ederek:

— «Yerinde dur!» demek istedi. Sonra Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ileri geldi. Nihayet Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’in yanı başında oturdu ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) namazını biti­rinceye kadar, ( oturduğu yerde durdu. Sonra Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat etti.

Ebû Abdillah (yâni Müellifimiz) : Bu hadîs, garibtir. Nasr bin AH*den başkası bunu tahdis etmemiş, demiştir.”

Not : Bu hadîsin İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid’de bil­dirilmiştir.

1235) Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhiİtnâ)’dan; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği hastalığın­da Âişe (Radıyallâhü anhâ)’mn odasında idi. Bu esnada:

— «Bana Alî’yi çağırın» buyurdu. Âişe (Radıyallâhü anhâ) :

— Yâ Resûlallah! Sana Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’ı çağıralım (mı) dedi. O:

— «Onu çağırın» buyurdu. Hafsa (Radıyallâhü anhâ) :

— Yâ Resûlallah! Sana Ömer (Radıyallâhü anh)’ı çağıralım (mı) dedi.

O:

— Onu çağırın- buyurdu. Ümmü’1-Fadl (Radıyallâhü anhâ) :

— Yâ Resûlallah! Sana Abbâs (Radıyallâhü anh)ı çağıralım (mı) dedi. O:

— «Evet» buyurdu.

Bu zâtlar (Onun yanında) toplanınca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek başını kaldırıp baktı da bir şey söyleme­di. Biraz sonra Ömer (Radıyallâhü anh) :

— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanından kalkıp gidiniz, dedi. Bilâhere namaz vaktinin geldiğini Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’e bildirmek üzere Bilâl (Radıyallâhü anh) geldi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Cemaata namaz kıldırması için Ebû Bekir’e emrediniz.» bu­yurdu. Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anhâ) :

— Yâ Resûlallah! Gerçekten Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), yuf­ka yürekli, kırâattan tutuklu bir adamdır. Seni (namazda) göremi-yeceği zaman ağlıyacak, cemâat da ağlıyacak. Cemaata namaz kıl­dırması için keşke Ömer (Radıyallâhü anh) a emretsen, dedi. Sonra Ebû Bekir (Radıyalâhü anh) çıkıp cemaata namaz kıldırdı. Resûlul­lah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) kendisinde bir hafiflik hissederek iki adam arasında ve onlara dayanarak çıkıp (mescide) gitti. Onun ayakları yerde sürünüyordu. Cemâat Onu görünce Ebû Bekir (Ra­dıyallâhü anh)’ı teşbihle ikaz ettiler. Ebü Bekir (Radıyallâhü anh) da geri çekilmek için davrandı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) Ona işaret ederek :

— «Yerinde dur!» demek istedi. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ileriye gelip Ebû Bekir (Radıyallâhü anhl’ın sağ ta­rafında oturdu. Ebü Bekir (Radıyallâhü anh) ayakta durdu. Ebü Be­kir (Radıyailâhü anh) Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Selleml’e uyuyordu. Cemaat da.Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) in namazına uyu­yordu. İbn-i Abbas t Radıyallâhü anh) ; Resûlullah (Sallaiiahü Aley­hi ve Sellrim), Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’in ulaştığı yerden kırâata başladı, demiştir. Râvî Vekî: Sünnet böyledir, demiştir.

Râvi demiştir ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hastalığında vefat etmiştir.”

Not : Zevaid’de şöyle denmiştir : Bunun İsnadı sahih, ricali da sıka zâtlar­dır. Ancak şu var ki; Râvi Ebû Ishak. Ömrünün sonunda rivayetleri karıştırmıştı ve tedlisçi idi. Bunu da an’ane ile rivayet etmiştir. Buhârî de : Biz Ebû îshak’ın Erkam bin Şurahbil’den hadîs işittiğine dâir bir şey hatırlamıyoruz, demiştir. [29]

İzahı

Bu bâbta rivayet edilen Âişe (Radıyallâhü anhâJ’nin hadi­sini Buhâri, Müslim, Nesâİ ve Tirmizİ mütead­dit senedlerle ve muhtelif lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Son iki hadîs ise notlarda işaret edildiği gibi Zevâid türündendir.

Bütün rivayetlerden anlaşılan mânâ şudur:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) son hastalığında Âişe (Radıyallâhü anhâî’nin odasında yatmış, hastalığı ağırlaşınca cemaa­ta namaz kıldırmak için Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) i tâ­yin etmiştir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) buna taraftar olmamış ve bu görevin Ömer (Radıyallâhü anh)’a verilmesini teklif et­miştir. Gerekçe olarak da Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’in yufka yürekli oluşu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yerinde namaz kıldırması hâlinde ağlıyacağı, okumaktan tutulacağı ve cemaata sesini duyuramıyacağı gösterilmiştir. Bâzı rivayetlere gö­re H z. Hafsa CRadıyallâhü anhâ) da bu hususta  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’yi desteklemiştir. A i ş e (Radı’yallâhü anhâ)’-nin isteksizliğinin sebebi, kendisi tarafından şöyle açıklanmıştır : Pey­gamber (SallalJahü Aleyhi ve Sellem)’in bu emrine taraftar olma­mamın sebebi şudur: Onun hayatında makamına geçecek bir kim­senin halk tarafından sevilebileceğini düşünemezdim. Zanmmca kim Onun makamında durursa halk Onu uğursuz sayacak ve sevmiye-cektir. Bu nedenle bu. işin babama verilmesine taraftar olmadım.’  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin bunu arzulamamasının ikinci sebe­bi şuydu : E b û Bekir (Radıyallâhü anh)’in hilâfete liyâkati­ni herkes biliyordu. Bu nedenle E b û Bekir (Radıyallâhü anh)’in namaz kıldırmasının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’in vefatının yaklaşması için bir alâmet sayılması ve böyle bir durumdan hoşlanmamasıydı.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve arkadaşlarının, Yûsuf (Aley-hisselâmJ’un devrindeki kadınlara benzetilmesinin sebebi şudur:

Bilindiği gibi Züleyha, Mısır kadınlarına ziyafet çe­kerek son derece ikramda bulunmuştu. Fakat gayesi onlara ziyafet vermek değildi. Asıl gayesi, bu ziyafet vesilesiyle onlara Yûsuf (Aleyhisselâm)’u göstermek ve beslediği aşk ateşi bakımından ma­zur sayılmasının gerekliliğini ispat etmekti. Züleyha asıl maksadını gizlemişti. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) de Ebû Bek i r (Radıyallâhü anh)’in namaz kıldırmasını istememesinin asıl sebebini gizlemiş başka sebepler göstermiştir. Maksada ulaşmak için fazla İsrarda bulunmak hususunda da Züleyha’ya benzemiş-tir, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve arkadaşlarının Yûsuf (Aley-hisselâm)’un devrindeki kadınlara benzetilmesine âit hadîs metnin­deki cümlenin şerhinde Ne v e v î şöyle der: Yâni: Siz kadınlar istediğiniz bir şeyi İsrarla istemek dileğinize kavuşmak için peşine düşmek ve ona aşırı derece eğilmek hususunda o günkü kadınlara benziyorsunuz. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin başvurusu bir ri­ca, danışma ve yararlı olduğuna kanâat getirdiği hususa işaret ma­hiyetindedir. Bu anlamda ülü’I-emre başvurmanın câizliği hadîsten anlaşılıyor. Bu tür müracaat, uygun ifâde ile olmalıdır.

Esîf: Hadîste geçen bu kelime, çok üzgün, yufka yürekli ve ça­buk ağlayan demektir.

Hasîr t Tutuklu demektir. Yufka yürekliliğinden ve üzüntüsün­den okuyamıyacak duruma düşen kimse için bu kelime kullanılabilir.

Muhtelif rivayetlerden anlaşıldığına göre Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in son hastalığında E b û Bekir (Radi-yallâhü anh) üç gün ve toplam oniki vakit kıldırmıştır. Bu süre zar­fında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir defa veya iki defa mescide çıktığı hususunda muhtelif rivayetler vardır. 1 b n – i Hacer’in $âfii’ den olan rivayetine göre bir defa olmuş­tur. Müslim ve Dârekutnî’ nin rivayetlerine göre iki defa olmuştur. Bâzı rivayetlere göre bir defa yatsı namazında, ikinci defa öğle namazında olmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in koluna girip Onu mescide götürenlerle ilgili rivayetler de muhteliftir. Bâzı rivayetlere göre götüren zatlar, A b b â s (Radıyallâhü anh) ile A Iİ (Radı-yallâhü anh)’dir. Bâzı rivayetlere göre A 1 î (Radıyallâhü anh) veFadl bin Abbâs (Radıyallâhü anh), diğer bir kısım ri­vayete göre Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anh) ile F a d 1 bin Abbâs (Radıyallâhü anh). Diğer bir kısım rivayetlerde  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin cariyesi B e r i r e (Radıyallâhü anhâ) ile N ü v e b e (Radıyallâhü anhâ)’dir.

N e v e v î bu rivayetlerin birleştirilmesi yolunda şöyle de­miştir :

Rivayetlerde isimleri geçen bu zâtlardan cariyeler oda içinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e yardım ederek oda ka­pısına kadar gitmesini sağlamışlar, ondan sonra erkek zâtlar nöbet-leşerek Onun koluna girmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bayılmasıyla ilgili cümle peygamberlerin bayılmasının câizliğine delâlet ediyor. Çünkü bayılmak da bir hastalıktır. Peygam­berlerin hastalanması caizdir.

Müellifin rivayetlerinin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescide gidip E b û Bekir (Radıyallâhü anh)’in yanına oturunca E b û Bekir (Radıyallâhü anh) Ona uymuş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cemaata namaz kıldırmıştır. Hattâ 1235 nolu hadiste belirtildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza girince E b û Bekir (Ra­dıyallâhü anh)’in okuduğu süreyi bıraktığı yerden okumaya devam etmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturduğu yerden namaz kıldırdığı ve cemaata sesini duyuramadığı için E b û B e -k i r (Radıyallâhü anh) mübelliğlik yapmış oluyor. Şu halde ce­mâatin kendi namazlarında £bu Bekir (Radıyallâhü anh)’in namazına uymaUunadan maksat, namazlardaki harefceUarde onu görüp örnek almalarıdır. Yoksa zannedildiği gibi onların E b û B e -k i r (Radıyallâhü anh)’e uymaları değildir. Çünkü E b û B e -k i r (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e uyunca cemâatten olmuş olur. Cemâatin bir kısmının bir kısma uy­ması caiz değildir. Yâni imamın arkasında kılan bir kimseyi imam yapmak caiz değildir. Fakat bâzı rivayetlerde E b û Bekir (Ra­dıyallâhü anh)’in cemaata namaz kıldırdığı ve Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in, E b ü Bekir (Radıyallâhü anh) “m ar­kasındaki safta durduğu bildirilmiştir.

Tirmizi’ nin bir rivayetinde  i ş e (Radıyallâhü anh) meâlen :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) son hastalığında Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’in arkasında oturarak namaz kıldı.’ demiş­tir. E n e s (Radıyallâhü anh)’den rivayet olunan diğer bir riva­yette meâlen: “Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) son hasta­lığında üzerindeki elbiseye sarınmış olduğu halde Ebû Bekir (Ra­dıyallâhü anh)’in arkasında oturarak namaz kıldı” demiştir.

Hulâsa bâzı rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturduğu yerde imam olarak, diğer bir kısım rivayetlere göre Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’e uyarak namaz kılmış­tır. Bütün rivayetler sahih olduğuna göre öyle anlaşılıyor ki Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) son hastalığında iki defa mescide çıkmış, bir defasında imam, diğerinde memum olmuştur. [30]

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler

  1. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yürüyemeyecek derecede hasta olduğu halde iki zâtın yardımıyla mescide çıkması cemaatla namaz kılmanın faziletinin büyüklüğüne delâlet vardır.
  2. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) sahâbîlerin en efdalıdır.
  3. Ebü Bekir (Radıyallâhü anh)’in imamlıktan geri çe­kilmek istemesi, büyüklere karşı saygılı olmanın gerekliliğine delâlet eder.
  4. Ağlamak namazı bozmaz.Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir (Radıyallâhü anhi’in yufka yü­rekli olup çabuk ağladığını bildiği halde onu imamlığa geçirmiştir. Namazın ağlamakla bozulup bozulmadığı hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki;

Hanefî fıkıhçılarına göre, cenneti ve cehennemi hatırlaya­rak sesle ağlayanın namazı bozulmaz. Fakat başına gelen bir musîbet veya hastalığın verdiği ıztırap nedeniyle sesle ağlayanın nama­zı bozulur. Mâlik ve Ahmed’in de böyle dedikleri riva­yet olunmuştur.

Şafii mezhebine göre sesle ağlamak veya inlemekle ağızdan iki harf çıkarsa namaz bozulur, yoksa bozulmaz. Ağlamak ve inle­mek ister dünya hayatı ile ilgili olsun ister âhiretle ilgili olsun fark etmez.

  1. Şa’bi bu hadislerin zahirine bakarak cemâatin bir kısmı­nın, bir kısmına uymasının câizliğini söylemiştir. Ancak yukarda anlattığım gibi mezkûr hadîsler, buna delâlet etmez. Çünkü Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelip namaza başlayınca O, imam olmuş, Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) mübelliğlik yapmıştır. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak namaz kıl­dırdığı ve hastalık nedenile sesini cemaata duyuracak durumda ol­madığı için Ebû Bekir (Radıyallahü anh) O’nun tekbirle­rini ve hareketlerini cemaata duyurmak görevini yapmıştır. Cemâat, namazım Ebû Bekir’in namazına uydurmuştur.
  2. İmamın tekbirlerini cemaata duyurmak caizdir. Yâni mübel­liğlik yapmak meşrudur.
  3. Ayakta duranın, oturarak namaz kılana uyması caizdir. Bu hususta gerekli izah bundan sonra gelen ikinci bâbta anlatılacaktır.
  4. îmamın, cemaattan birisini yerine geçirmesi caizdir.
  5. Peygamberlerin bayılması caizdir. Çünkü bayılmak da bir hastalıktır. Peygamberlerin hastalanması çeşitli belâlara mübtelâ ol­ması caizdir. Ancak delilik, nefret ettirici veya tebliğ görevini gecik­tirici hastalıklar caiz değildir. [31]

143 – Resûlullah (Sallallahü Aleyhî Ve Sellemjtin, Ümmetinden Bir Adamın Arkasında Namaz Kılması
Hakkında Gelen (Hadîs) Babı

1236) Muğîre bin Şu’be (Radtyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir: (Tebuk savaşı yolculuğunda bir gün sabah namazı vaktinde) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (sahâbilerden) geride kal­mıştı. Sonra ikimiz, kafileye yetiştik. O esnada Abdurranman bin Avf (Radıyallâhü anh), cemaata (sabah farzından) bir rek’at kıldır­mış idi. Abdurrahman (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in geldiğini hissedince geri çekilmeye davrandı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı tamamlaması için ona işaret buyurdu. (Namazdan sonra) efendimiz, Abdurrahman’a:

İyi ettin, böyle yap!» buyurdu.” [32]

İzahı

Müslim bu hadisi Mesti ve İstihlaf bâblarında daha uzun metinler hâlinde rivayet etmiştir.

Olayın T e b û k seferinde vuku bulduğunu belirten M ü s -1 i m ‘ in istihlaf bâbındaki rivayette M u ğ î r e (Radıyalâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘ in ayak yoluna gidi­şini ve sonra abdest alışını anlatarak bunun bitiminde şöyle der .-

= “Muğire demiştir ki: Ben O’nunla beraber geldim. Nihayet kafileyi Abdurrahman bin Avf (Radıyal)âhü anh)’ı imamlığa geçir­miş olup naraai kıldırırken bulduk. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (sabah namazının) iki rekatinden birisine yetişti ve bu rek’ati cemaatla berabsr kıldı. Abdurrahman (Radıyallâhü anh) selâm verince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namazını ta­mamlamak üzere kalktı. Bu durum müslümanları telaşlandırdı. Bu­nun için de çok teşbih etmeye başladılar. Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem), namazını bitirince onlara döndü ve: «İyi ettiniz» ve­ya «isabet ettiniz» buyurdu. Namazı (ilk) vaktinde kıldıklarından dolayı onlara gıbta ediyordu.

Muğire (Radıyallâhü anh) demiştir ki •. (Biz cemaata yetiştiği­mizde) Ben Abdurrahman’ı geri çekmek istedim. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Bırak onu- buyurdu.”

M ü s 1 i m ‘ in “Mesh” bahsindeki rivayetinde metnin son kıs­mı şöyledir:

= “Abdurrahman; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “in geldiğini hissedince geri çekilmeye başladı. Fakat Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) «Onlara namaz kıldırmaya devam et» di­ye işaret buyurdu. Abdurrahman namazın sonunda selâm verince, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalktı. Ben de kalk­tım. Ve biz yetişemediğimiz rek’ati kıldık.”

N e v e v i : “Bu hadiste bir çok ilmî mes’eleler vardır. Bunla­rın bir kısmı şunlardır:

  1. Üstün olanın kendisinden dûn olana namazda uyması caizdir.
  2. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ümmetinden bi­risinin arkasında namaz kılması caizdir.
  3. Namazı ilk vakitte kılmak efdaldır. Çünkü bu olayda sana­bil er Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i beklemeden ilk vak­tin faziletini kazanmak için vaktin başında namaz kılmışlar. Efen­dimiz de onları tasvip etmiştir.
  4. imam geciktiği takdirde onun iyi huylu olduğuna güvenen cemâat, başkasını imamlığa geçirebilir. Ama imam bundan eziyet du­yar, veya bir nahoş durum doğar ise cemâatin birisini imamlığa ge­çirmesi caiz değildir. Bu takdirde ayrı ayrı olarak herkes kendi ba­şına namazını kılar, sonra cemâat durumu olursa, namazı tekrarla­mak müstehabtır.” [33]

144 – İmam, Kendisine Uyulsun, Diye İmam Edilir (Hükmü) Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1237) Âişe (Radtyallâhü anhâydan; Şöyle demiştir: ftesülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (bir ara) hastalandı ve ashabından bir grup Onu ziyaret etmek üzere yanına girdiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturduğu yerde namaza başladı. Ziyaretçiler de ayakta Ona uydular. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturun diye onlara işaret etti. Namazdan çıkınca buyurdu ki:

«İmam, kendisine uyulsun diye imam edilir. Artık o, rüku’a var­dığı zaman siz de varınız (başını rüku’dan) kaldırdığı zaman siz de (başınızı) kaldırınız. Ve oturarak namaz kıldığı zaman siz de otura­rak namaz kılınız.-1

1238) Enes bin Mâlik (Radıynllâkü atık) den; Şöyle demiştir;

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) attan düş­tü ve vücûdunun sağ tarafı berelendi. Biz Onu ziyaret etmek üzere yanına girdik. Bu arada namaz vakti geldi. Bize oturarak namaz kıl­dırdı. Biz de oturarak arkasında namaz kıldık. Namazı bitince:

-İmam, kendisine uyulsun diye imam edilir. Şu halde o, tekbir al­dığı zaman tekbir alınız, rükü’a vardığı zaman rükû’a varınız:

dediği zaman: deyiniz. Secde ettiği zaman secde ediniz ve oturarak namaz kıldığı zaman hepiniz otu­rarak namaz kılınız.» buyurdu.” [34]

İzahı

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsini Buhârî, Müs­lim, Tirmizi, Ebü Dâvûd ve Beyhaki de riva­yet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı: “Bu hadiste söz konusu edilen hastalığın (bun­dan sonra gelen) Enes (Radıyallâhü anh)’in hadisinde bildiri­len attan düşme hastalığı olması muhtemeldir. Hadiste anlatılan na­mazın farz namaz olduğu anlaşılıyor. Çünkü Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettiği Câbir (Radıyallâhü anhî’in uzunca bir hadisinde şöyle denilmiştir :

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün Medine’de at­lı olarak giderken bir hurma ağacının gövdesine çarpıp attan düştü ve ayağı yerinden çıktı. Biz Onu ziyaret etmek üzere yanına vardık. O sırada oturarak nafile kılıyordu. Biz arkasında ayakta durarak Ona uyduk. Bize bir şey söylemedi. Sonra bir daha Onu ziyaret etmek üzere yanına vardık. Biraz sonra oturarak farz namaza başladı. Biz de ayakta Ona uyduk. Fakat bize işaret etti, biz de oturduk.1,, de­miştir.

El-Menhel’in bahsettiği Câbir (Radıyallâhü anhJ’in hadisi 1240 numarada gelecek. Fakat biraz kısadır.

Enes (Radıyallâhü anh)’in hadisini Kütüb-i Sitte sahihleri, Mâlik ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Bu hadiste söz konusu edilen namaz, farz namazıdır.

Hadîsin : “Biz oturarak Onun arkasında namaz kıldık.” cümlesinin şerhinde el-Menhel yazan : Yâni cemâat

Onun arkasında ayakta durduktan ve oturmaları için işaret buyu-rulduktan sonra, demek istenmiştir.-Nitekim  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsinde bu durum belirtilmiştir. Bunun içindir ki Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîste :

«İmam kendisine uyulsun diye imam edilir… İmam oturarak na­maz kıldığı zaman hepiniz oturarak kılınız» diye beyanda bulun­muştur.

Bâzı rivayetlerde: «ayakta namaz kıldığı zaman ayakta namaz kılınız- cümlesi de varchr. Bundan son­ra gelen Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve C â b i r (Ra­dıyallâhü anh)’m hadislerinde de bu cümle mevcuttur. îmam ayak­ta namaz kıldırırken arkasında namaz kılanın ayakta durması mec­buriyeti, buna muktedir olması şartına bağlıdır. Ayakta duramadı­ğı takdirde oturarak veya kolayına gelecek şekilde durabilir.

Hadîsin zahirine göre iftitah tekbirinde rükû’a ve secdeye varış­larda cemâat, imamla beraber değil, onu takip etmekle mükelleftir.

îmam; dediği zaman cemâatin;diyeceğine dâir cümlesi; imamın ilk cümleyi, cemaatın da yalnız ikin­ci cümleyi söyleyeceğini hükme bağlamıştır. Ebû Hanîfe, M â 1 î k i 1 e r ve bir rivayete göre A h m e d böyle demişlerdir. Şafii ve Hanbeji âlimlerine göre imamla cemâat, her iki cümleyi söylemelidir.

Bu iki hadîs, cemâatin imama uymak mecburiyetinde olduğuna delâlet eder. Hattâ imam bir özür dolayısıyla oturarak namaz kılar­sa, hiç bir özrü olmasa dahi uyanların da oturarak namaz kılmaları gerekir. Bâzı âlimler böyle hükmetmişlerdir. El-Menhel yazarı bu ko­nuda özetle şöyle diyor .

“Jshak, Evzâî, İbnü’l-Münzir ve Zahiriye mezhebi mensupları: tmam namazı oturarak kılarken ayakta ona uymak caiz değildir, demişlerdir, tbn-i H a z m : Biz bununla hükmederiz. Ancak imamın yanında namaza durup mübelliğlik ya­pan kişi muhayyerdir. Selefin cumhuru bizim gibi hükmetmiştir. Câbir, Üseyd bin Hudayr ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhüml’den de bu hüküm rivayet edilmiştir. Sahâbi-lerden onlara muhalefet eden bir kimse bilinmemektedir… demiştir. Hanbeliler de: Oturarak namaz kıldırsın imam, tâyin edilmiş imam veya devlet reisi olduğu takdirde oturarak namaz kıldığında, özürü olmayan kimselerin bile oturarak arkasında namaz kılmaları caizdir, demişlerdir.

Hanefîler, Şâfiîler, Sevri ve başkaları: Ayakta duramadığından dolayı oturarak namaz kılanın arkasında ayakta namaz kılmak caizdir ve özrü olmayan cemâatin ayakta durması mecburîdir, demişlerdir. Bunların delilleri  i ş e (Radıyallâhü an-hâî’nin (1232-1233 nolu) hadîsleridir. Bu bâbta rivayet edilen ha­dislere gelince; bunların,  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin mezkûr hadîsleriyle mensuh olduğunu söylemişlerdir.

Ahmed bin Hanbel mensuhluk meselesini kabul et-miyerek hadîslerin hükümlerinin ayrı ayrı durumlara âit olduğunu söylemiş ve böylece hadislerin arasını bulmuştur. Ona göre bu bâb-taki hadîsler, görevli imamın bir hastalık nedeniyle oturarak kıldır­maya başladığı namaza aittir. Bu durumda cemâat oturarak ona uyarlar.

İkinci durum : Görevli imam ayakta namaza başladığı zaman ce­mâatin ayakta ona uyması gerekir. Namaz esnasında imamın otu­rarak devam etmesini gerektiren bir özür olsun olmasın netice de­ğişmez. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsinde söz konusu du­rum böyledir. Çünkü bu hadîste belirtildiği gibi Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) in son hastalığında Ebû Bekir (Ra­dıyallâhü anh) ayakta namaz kıldırmaya başlamış, namaz esnasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelip oturarak namazın kalan kısmını kıldırmaya başlamış, cemâat ayakta Onu takip etmiş­tir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cemâatin oturması için işaret etmemiş ve ayakta kılmalarına karşı susmakla bunu meş­ru kılmıştır.

M âli kil ere göre ayakta durabilen kimsenin ayakta dura­mayan kimseye iktidası sahih değildir. Yâni mazeret dolayısıyla otu­rarak namaz kılan kimseye ayakta durabilen kimse ne ayakta ne de oturarak uyamaz.

1239) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü atth)’den rivayet edildiğine göre kendisi; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;

«İmam kendisine uyulsun diye imam edilir. Şu halde o iftitah tek­biri aldığı zaman tekbir alınız, rükû’a vardığı zaman rükû’a varınız, dediği zaman; deyiniz. Eğer ayakta namaz kılarsa, siz de ayakta kılınız ve eğer oturarak namaz kılarsa siz de oturarak kılınız.»”

1240) Câbir (Radtyallâhü a»*)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalandı. Biz Onun arkasında (farz) namaza durduk. Kendisi oturarak kılıyordu. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) de tekbir alarak Onun tekbirini cemaata duyuruyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize baktı da bizi ayakta gördü. Bunun üzerine bize işaret buyurdu. Biz de otur­duk ve oturarak namazımızı Onun namazına bağlıyarak kıldık. O selâm verince ı

«Neredeyse siz İranlıların ve Romalıların yaptığını yapacaksınız. Kralları otururken onlar kralları huzurunda ayakta dururlar. Sakın siz öyle yapmayınız, imamlarınıza uyunuz. Eğer imam ayakta kılar­sa siz de ayakta kılınız ve eğer oturarak kılarsa siz de oturarak kı­lınız.» buyurdu.” [35]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) nin hadisini Ebû Dâ-v û d, Nesâi ve A h m e d de daha uzun metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. Müslim de bunun benzerini rivayet et­miştir.

Câbir (Radıyallâhü anh)’in hadisini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Ebû Davud’un rivayetinde bu hastalığın, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in attan düşmesi ve bir hurma ağacı gövdesine çarpması neti­cesinde ayağının bilek mafsalından çıkması hastalığı olduğu belir­tilmiştir.

İmam ayakta veya oturarak namaz kıldırırken cemâatin nasıl durmasının gerektiği hususundaki âlimlerin görüşlerini yukarda be­yan ettiğim için oraya müracaat tavsiye olunur. [36]

145 – Sabah Farzındaki Kunût Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1241) “… Ebû Mâlik el-Eşcâî Said bin Tarık [37] (Radtyallâhü an-hümâ)’dan; Şöyle demiştir:

Ben babam (Tarık)’a:

Ey babam! Şüphesiz sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem), Ebü Bekir, Ömer ve Osman (Radıyallâhü anhüm) (arkasında) ve beş yıl kadar burada Küfede Alî (Radıyallâhü anh) arkasında namaz kıldın. Bu zâtlar sabah namazında Kunût (duasını) okurlar (mı) di? dedim. Babam:

Ey oğulcuğum! Muhdestir (= sonradan icad edilmiştir.) dedi.” [38]

İzahı

T i r m i z i, Nesâî ye Ahmed de bunu rivayet etmiş­lerdir. N e s â i ‘nin rivayetinde Târik (Radıyallâhü anh)’ın cevabı meâlen şöyledir:

“Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’in arkasında na­maz kıldım. Kunût okumadı, Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) arkasın­da namaz kıldım Kunût duası okumadı, Ömer (Radıyallâhü anh)’m arkasında namaz kıldım. Kunût okumadı, Osman (Radıyallâhü anh) in arkasında namaz kıldım Kunût okumadı. Ali (Radıyallâhü anh) ‘m arkasında namaz kıldım. Kunut okumadı. Ey oğulcuğum şüphesiz sa­bah namazında Kunût okumak bir bidattir.

T i r m i z i, müellifin rivayetinin mislini zikrettikten sonra: Bu hadis, hasen – sahihtir. İlim ehlinin ekserisinin uygulaması buna göredir. Süfyan-i Sevrî demiş ki: ‘Eğer kişi Kunût oku­sa güzel olur, ok um asa yine güzel olur. S ü f y â n okumamayı seç­miştir. lbnü’1-Mü bârek sabah namazında Kunût okuma­mak görüşündedir, demiştir.

T i r m i z î’ nin şerhi Tuhfe’de: “Bu hadis, Kunût’un meşru olmadığına delâlet eder. Âlimlerin ekserisi bu görüştedirler. Bun­lar, bir musibet başa geldiğinde Kunût okumanın meşruluğu husu­sunda ihtilâf etmişlerdir. Tercihe şayan görüş Kunût’un musîbetİ3r zamanına mahsus olması ve böyle hallerde yajnız sabah namazında değil her namazda okunmasıdır. E 1 -1 r â k î bu kavli E b ü Bekir, Ömer, Osman ve Ali (Radıyallâhü anhüm) ‘-den hikâye etmiş ve: ‘Bu zâtlardan Kunût’un okunması sahih riva­yetle sabit olmuştur. Bir şeyin olduğu ve olmadığı yolunda rivayet­lerde çelişki olduğu zaman o şeyin olduğu rivayetine öncelik verilir, demiştir.’ diye bilgi vermiştir.”

Musibet zamanında Kunût okunur, diyen âlimlere göre bu hadîs, musibet olmadan Kunût okumanın meşru olmadığını beyan eder.

1242) Ümmü Seleme (Radtyallâhü anhâ)’âan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah namazında Ku­nût okumaktan menedildi (veya Kunût okumayı menetti.)”

Not : Zevâid’de şöyle denmiştir: Bu hadisin isnadı zayıftır. Seneddeki râvi-lerden Muhammed bin Ya’lâ, Anbese bin Abdirrahman ve Abdullah bin Nâfi’in zayıf olduklarını, keza Nâfi’in Ümmü Seleme (R.A.)’den hadis işittiğinin sahih ol-madiğim Dârekutni söylemiştir. [39]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîsi Beyhakî ve Dârekut-n i de rivayet etmişlerdir.

Hadîsteki : fiili “Nühiye” okunursa mânâsı: “Menedildi”; bu

fiil “Nehâ” okunursa mânâsı “Menetti” olur. Zahir olan ilk okunuş­tur. Buna göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Kunût okumaktan menedilmesi ile şu olayın kasdedildiği S i n d î’ de be­lirtilmiştir.

Gelen rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kunüt duasında bâzı müşriklere beddua ederdi. Bunun üzerine:

âyeti indi.’

B u h â r î’ nin rivayetine göre î b n – i Ömer (Radıyal­lâhü anh) şöyle demiştir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}, (Uhud savaşında ya­ralanıp dişi kırılınca) sabah namazının son rek”atında rükıt’dan başını kaldırıp; dedikten sonra Allahım!

Filana, filana ve filana lanet et! diye beddua ettiğini işittim. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) :

= «Allah’ın o müşriklerin tövbelerini kabul etmesi veya onları tftzip etmesi işiyle senin bir ilişkin yoktur. Çünkü onlar zâlimlerdir.» âye­tini indirdi.[40]

Buhâri1 nin hadîsinde filan, filan, diye aleyhlerinde beddua edildiği haber verilen üç müşrikin Safvân bin Ümeyye, Süheyl bin Amr ve Haris bin Hişâm oldukları Buhâri’ nin bir rivayetinde açıklanmıştır. Bunların üçü de son­radan M e k k e fethinde müslümanlığı kabul etmişlerdir B uh â-r i ‘ nin bir rivayetine göre; E n e s (Radıyallâhü anh) şöylo demiştir :

“Uhud günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in başı ya­rıldı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Peygamberini yaralayan bir kavim nasıl iflah olur.» buyurdu. Bunun üzerine : «^ y*i\ & dU ^^-J âyeti indi.

Sindi’ nin beyân ettiği yoruma göre Ümmü Seleme :Radıyallâhü anhâ)’nın kasdettiği mânâ: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Kunut duasında müşriklere beddua etmesi men edildi. >

Hadîsteki: fiili “Nehâ” diye okunduğunda hadisin mânâsı: “Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında Ku-nût okumayı yasaklamıştır.” demek olur ve hadis sabah namazında Kunût okunmaz diyenler için bir delil olur. Ancak senedinin zayıf­lığı yukarda belirtilmiştir.

1243) Enes bin Mâlik (Radıyaiiâhü aitti )’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah namazında bir ay Kunût (duasını) okuyup (onda) Arap topluluklarından bir top­luluğa beddua ediyordu. Sonra bıraktı.” [41]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Ahmed ve Bey-haki de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd’un rivayetinde Enes (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir : “Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , bir ay Kunût okudu sonra terketti”

El-Mcnhel yazarı şöyle der:

“Farz namazlarda bir ara okunmuş olan Kunût’un sonradan nes-hedildiğini söyliyen Hanefi âlimleri bu hadîsi de delil göstermislerdir. Lâkin Kunût’un neshedildiğine delâlet etmez. Çünkü ha­diste anılan ayda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Arap top­luluklarından bir topluluk aleyhinde beddua etmiş, sonra beddua etmeyi terketmiştir. Hadîsten kasdedilen mânâ Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in müşriklere beddua etmeyi bırakmasıdır. Yoksa, Kunut okumayı tamamen bırakması değildir.”

Bu duruma göre hadîsin : cümlesinin mânâsı: “Sonra bed­dua etmeyi bıraktı.” demektir.

Hâkim ve Dârekutni’ nin müteaddit yollarla yaptık­ları rivayetlere göre Enes (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir ay Kunut oku­yup müşriklere beddua etti. Sonra bıraktı. Sabah namazında ise dün­yadan ayrılıncaya kadar Kunut okumaya devam etti.”

Sabah namazında Kunut okunmaz diyen Hanefi âlimleri buraya mealini aldığım ve Hakim ile Dârekutni’ nin ri­vayet ettikleri hadîsin senedlerinin zayıf olduğunu söylemişler ve

babımızda geçen yukardaki hadîsin : cümlesini zahir olan mâ­nâsına göre kabul etmişlerdir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sonradan Kunut okumayı terketti.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in farz namazlarda Ku­nut okuması ile ilgili olarak Enes (Radıyallâhü anh)’den mü­teaddit ve muhtelif rivayetler mevcuttur. Bâzı rivayetlere göre Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edinceye kadar sabah namazında Kunut okumaya devam etmiş, diğer bâzı rivayetlere gö­re yalnız bir ay Kunut okumuştur. Bu nedenle Hafız, et-Telhîs’-de: Enes (Radıyallâhü anh) den Kunut’la ilgili yapılan rivayet­ler muhteliftir. Bunları delil göstermemek gerekir, demiştir.

EI-Hediy yazarı ise: Enes (Radıyallâhü anh) den rivayet edilen hadislerin tümü sahihtir. Aralarında ihtilâf yoktur. Kunut’un bir ay okunduğuna dâir rivayetlerden maksat, bâzı müşriklere yapı­lan bedduanın bir ay sürdüğü ve sonra terkedildiğini belirtmektir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dünyadan ayrılıncaya kadar Kunut’a devam ettiğine dâir rivayetler ise rüku’dan kalkın­ca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hamd, sena, zikir ve duada bulunduğunu ifâde ederler demiştir.

Hadiste geçen “Hayy” kelimesi topluluk ve cemâat demektir. Bu­nun çoğulu “Ahyâ’,,dır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir ay süre ile aleyh­lerinde beddua ettiği Arap topluluğunun kimler olduğu ve beddua­ya sebep olan olay B u h â r i’ nin yine E n e s (Radıyallâhü anhî’den rivayet ettiği şu mealdeki hadîsten anlaşılıyor:

“(Beni Süleym kabilesinin birer kolu olan) Ri1!, Zekvân ve Usayya, kendi düşmanlarına karşı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den yardım istediler. Peygamber tSallallahü Aleyhi ve Sel-lem de, ‘zamanlarının okuyucuları’ diye adlandırdığımız yetmiş ki­şilik Ensârîleri onların yardımına gönderdi. Bu sahâbîler, gündüz odun toplayıp rızıklarım temin ederler, geceleyin de ibâdetle meşgul olurlardı. Bu zatlar gidip nihayet Mauna kuyusunun yanına varınca, yardıma çağıran mezkûr müşrikler bunları hâince katledip büyük zulüm ettiler. Acı haberi duyan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) bir ay süre ile sabah namazında Ri’l, Zekvân, Usayya ve Benî Lehyan tooluluklarına beddua etti. Enes (Radıyallâhü anh) demiş­tir ki: Biz (şehid edilen) bu sahâbîler hakkında inen;

«Bizim Rabbımıza kavuştuğumuzu, Onun bizden razı olduğunu ve bizi memnun etti­ğini bizden kavmimize tebliğ ediniz.» âyeti okuduk. Sonra bu âyet neshedildi. Kunut duasının okunmasına başlamaya bu olay sebep oldu.” [42]

Sabah Namazında Kunut Okunup Okunmıyacağı Hususundaki Dört Mezhebin Görüşü

Bu hususta geniş izahat 1117 ve 1120 nolu bâblarda verilmiştir. Burada özetle şunu ifâde edeyim :

  1. Ebû Hani f e, Ahmed ve diğer bâzı âlimlere göre sabah namazında Kunut yoktur.
  2. Ş â f i i’ ye göre sabah namazının ikinci rekatında rüku’-dan sonra Kunut okumak sünnettir.
  3. Mâlike göre rüku’dan önce Kunut okunur.

Bu zâtların hepsinin delilleri malumdur. Hadîs kitablarının şerh­lerinde uzun uzadıya anlatılmıştır.

Müslümanların başına bir musibet geldiğinde, ilim ehlinin ekse-risince bütün vakit namazlarında Kunut okumak meşrudur. Musibet olmadığında öğle, ikindi, akşam ve yatsı farzlarında Kunut okun­maması hususunda ittifak vardır. Musibet yokken sabah namazında Kunut okunup okunmıyacağı hususundaki ihtilâf ise yukarda zikre­dilmiştir.

1244) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)\en: Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazın (m ikin­ci rükuun)dan başını kaldırınca:

-Allahım! El-Velîd bin el-Velîd’i, Seleme bin Hişâm’ı, Ayyaş bin Ebî Rabîa’yı ve Mekke’de bulunan zayıf mü’minleri kurtar. Allah’ım! Mudar kabilesine şiddetli baskı yap (= helak et, azap ver.) Yûsuf (Aleyhisselâm)’ın kıtlık seneleri gibi onların başına kıtlık yıllarını getirmekle tazip et.» diye duâ etti.” [43]

İzahı

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyh aJk i de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde, mez­kûr Kunut ve bedduanın yatsı namazında okunduğu belirtilmiştir. M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde yatsı veya sabah namazı kaydı yoktur. Yâni oradaki rivayette: ‘Namaz kelimesi umumi olarak geçmekte­dir. Kurtuluşları için duâ edilen zâtlardan :

El-Velîd bin el-Velid (Radıyallâhü anh), H a 1 i d bin e 1 – V e 1İ d (Radıyallâhü anh)’in kardeşidir. Bedir sa­vaşında müşriklerden yana savaşa katılmış ve esir edilmişti. Dört bin dirhem vermekle serbest bırakılmıştı. Bunun akabinde müslü-manlığı kabul edince kendisine: Fidye ödemeden önce müslüman ol­saydın daha iyi olmaz mıydı? denilmiş, kendisi de : Esirlikten kurtul­mak için müslümanhğı kabul ettiğimi sanacaktınız da ondan dolayı,diye cevap vermiştir. Müşrikler kendisini M e k k e ‘ de yakalayıp hapsetmişlerdi. Hadîste isimleri geçen diğer iki zatla sözleşip Mek-k e ‘ den kaçmayı başarmışlar, Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) de onların kaçtıklarına muttali olunca kurtuluşları için duâ etmiştir. N i s â b u r î’ nin Câbir (Radıyallâhü anh) ‘den riva­yet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rama­zan ayının 15. günü duâ etmeye başlamıştır.

Seleme bin Hişanı (Radıyallâhü anh), E b û C e h i 1′ in kardeşidir. îlk müslümanlardan olup Habeşi stan’a hicret edenlerdendir. M e k k e ‘ ye döndükten sonra E b û C e -h i T onu M e d î n e * ye gitmekten menedip ona işkence etmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun kurtuluşu için duâ ederdi. Bedir savaşından sonra iki arkadaşıyla birlikte kaçmayı başarmıştı. M û t e savaşında bulunmuş ve Resûl-i Ekrem (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) vefat edinceye kadar, Medine’ den ay­rılmamıştır. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) devrinde Şam dolaylarında Bizanslılarla yapılan savaşlara katılmış ve nihayet Ömer (Radıyallâhü anh) devrinde Şam dolaylarında sürdü­rülen savaşta, hicretin 14. yılı Muharrem ayında şehid ol­muştur.

Ayyaş bin Ebi Rabîa Amr bin el-Mugîre el-Mahzumi (Radıyallâhü anh) de Mekke müşriklerin­den çok işkence ve eziyet gören ilk mü si umanlardandır. Habe­şistan’a hicret etmiş zatlardandır. Bir kaç hadîsi vardır. Enes ve Abdurrahman bin Sabit (Radıyallâhü anhümâ) kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Y e r m u k veya Y e m â -m e savaşında şehîd olmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e k k e’ de bu­lunan zayıf mü’minler için de duâ etmiştir. Çünkü Mekke müş­rikleri nüfuzlu oimayan bâzı mü’minlerin M e d i n e’ ye göç et­melerine imkân vermemiş ve insanlık dışı zulüm ile işkence yapma­yı reva görmüşlerdir. A m m a r , babası Y a s i r , anası S ü -meyye ve Bilâl-i Habeşi (Radıyallâhü anhüm), Mek-k e müşriklerinin mezâlimine uğrayanlardandırlar. Bunlara ve ar­kadaşlarına yapılan işkenceleri anlatmak cildleri doldurur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu hadiste beddua ettiği bildirilen Mu dar ise bir müşrik kabilenin adıdır. Dedeleri M u d a r ismi ile tanınırdı. K u r e y ş müşrikleri anılan M u -d a r’ın torunlarıdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke’ nin müşrik Kureyşlerine beddua ederdi. Çünkü işkence­lerin ekserisi onlardan geliyordu.

Hadîste geçen “Vat’at” kelimesinin lügat mânâsı ayakla basmak­tır. Burada helak ve tazip etmek mânâsı kasdedilmiştir.

“Sinin” kelimesi “Sene”nin çoğuludur. Sene: Yıl, Sinin de yıl­lar demektir. Senenin asıl mânâsı kıtlıktır. Yûsuf (Aleyhisse-

lamTun seneleri ile; «Sonra o bol­luk yılların ardından yedi şiddetli kıtlıkla dolu yıl gelir ki [44]

âyetinde geçen yedi kıtlık yılları kasdedilmiştir. KastaUni: Bu yıllara Yûsuf (Aleyhisselâm)’un yılları demenin sebebi Y û -s u f (Aleyhisselâm)’un bu süre boyunca halkın işleri ve ihtiyaç­ları ile meşgul olmasıdır, demiştir. Söz konusu kıtlık yılları ile ilgili geniş malûmat için tefsir kitablafina müracaat edilmesi tavsiye olu­nur.

Efendimizin, Mekke müşriklerinin başına böyle kıtlığın gel­mesi için yaptığı beddua kabul olmuştur. Nitekim B u h â r İ, lbn-i M e s ‘ û d (Radıyallâhü anh) ‘den şunu rivayet etmiştir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Mekke müşriklerinin İslâmiyet’e sırt çevirdiklerini görünce.

“Allah’ım! Yûsuf’un yedi (kıtlık) yılı gibi bunların başına yedi (kıtlık) yılı gönder.” diye beddua etti. Bunun üzerine Kureyş*i öyle bir kıtlık yakaladı ki her türlü bitkiyi götürdü. Hattâ öyle (bir du­rum) oldu ki halk derileri, murdar hayvan etlerini ve İaşeleri yeme­ye başladılar. Açlıktan gözleri kararmış olan halk semâya baktık­ları zaman duman görürlerdi…”

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kurtuluşları için duâ buyurduğu zatlar da kurtularak salimen M e d i n e’ ye vardılar. Nitekim Ebû Davud’un rivayetinde bu hadîsin sonunda şu ilâve vardır:

“Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), demiştir ki: Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün sabah namazında bu zatların kur­tuluşu için duâ etmedi. Ben bunu O’na anlattım bunun üzerine ba­na buyurdu ki t «Sen onları görmüyor musun? Onlar geldiler.»” [45]

146 – Namazda Yılan Ve Akrebi Öldürmek Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1245) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu siyah iki hayvanı, akrep ve yılanı namazda öldürmeyi emretmiştir.” [46]

İzahı

Tirmizi, Ebû Dâvûd, Ne.saİ, Hâkim, Ahmed ve îbn-i Hibbân da bunu benzer lafızlarla rivayet etmiş­lerdir.

Hadiste siyah sıfatı zikredilmiş ise de hüküm umumidir. Yâni rengi ne olursa olsun yılan ve akrebi öldürmek meşrudur. Araplar genellikle yılana “siyah hayvan” dedikleri ve akreb de bununla bir­likte zikredildiği için veyahut Medine Akrebinin rengi siya­ha kaçtığı için “siyah” sıfatı zikredilmiştir.

Hadis, namazda yılan ve akrebi öldürmenin mekruhluk olmak­sızın câizliğine delâlet eder. Öldürmek işi bir vuruşta olsun, fazla hareketle olsun farketmez. M â 1 i k î 1 e r bununla hükmetmiştir. Ancak onlara göre bu hayvanlar namaz kılana eziyet edecek durum­da ise öldürülür. Aksi takdirde bunları namazda öldürmek mekruh­tur. Hasan’in Ebû Hanîfe1 den olan rivayeti de budur.

Hanefî âlimlerine göre bu hayvanları namazda öldürmek caizdir. Bunda kerahet yoktur. Öldürmek için az hareket ile çok ha­reket arasında bir fark yoktur.

Ş â f i i 1 e r’ e göre bunları öldürmek için fazla harekete ihti­yaç olursa namaz bozulur. Az hareketle öldürülürse bir sakınca yok­tur.

Hanbeliler’in sözlerinin zahirine göre bu hayvanları öl­dürmek hususunda az hareket ile, çok hareket arasında fark yoktur.

El-Menhel yazarı: Çok zarar veren ve öldürülmesi mubah olan diğer hayvanlar, yılan ve akreb hükmündedir, demiştir.

1246) Aişe (Radtyallâhü an/ta/dan; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} namaz kılarken Onu akrep soktu. Bunun üzerine ı

«Allah akrebe lanet etsin. Namaza duranı ve başkasını bırak­maz. Onu harem (mıntıkasın) da ve hill (harem dışındaki yer) de öl­dürünüz.» buyurdu.”

Not : Zevâid’de- şöyle denilmiştir : Bunun isnadında el-Hakem bin Abdülme-ült bulunur. Bu, zayıf bir râvidir. Fakat bu râvi tek başına kalmıyor. Çünkü tbn-i Huzeyme kendi sahihinde bu hadisi sırayla: Muhammed bin Beşş&r’dan, (O da) Muhammed bin Ca’fer’den, (O da) ŞuTre’den, (O da) Katâde’den bunun mislini rivayet etmiştir, Tirmizi de bunu Ebû Hüreyre (R.A.)’den rivayet ederek : Bu ha­dis hasendir. Bu bâbta îbn-i Abbas <R.A.) ve Ebû Râfi’ (R.A.)’den de rivayet var­dır, demiştir.

1247) Râfi’ (Radtyallâhü a«A/den rivayet edildiğine göre : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdayken bir ak­rebi öldürmüştür.Bunun senedindeki rtvi Mendel’in zayıf olduğu Zevaid’de bildirilmiştir. [47]

147 – Sabah Namazından Sonra Ve İkindi Namazından Sonra Namaz Kılmaktan Nehiy Babı

1248) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü atık /den; Şöyle demiştir:

Şüphesiz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), iki namaz­dan menetti. Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmaktan (men etti.)

1249) Ebû Saîd-i Hudri (Radtyaliâhü anh)yâen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Salallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«İkindi namazından sonra güneş batmcaya kadar hiç bir namaz olmaz ve sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar hiç bir na­maz olmaz.

1250) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyaliâhü anhümâydan; Şöyle de­miştir :

İçlerinde Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)’ın bulunduğu merdi (= Güvenilir, doğru ve çok dindar) bir çok adam —ki bence en merdisi Ömer (Radıyallâhü anh)’dır. Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in şöyle buyurduğuna benim yanımda şahadet ettiler (= Bana bildirdiler) :

«Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar hiç bir namaz olmaz ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar hiç bir na­maz olmaz.»” [48]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve Ebû S a î d (Ra­dıyallâhü anh)’m hadislerini Buhârî ve Müslim de riva­yet etmişlerdir, tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadisini de Buhârî, Müslim, Tirmizi, Ebü Dâvûd, Tahavî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

Bu hadisler, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmayı yasaklamışlardır.

İslâm âlimleri bu iki vakitte kaza namazlarının kılınmasının câ-izliğinde ittifak etmişlerdir. Delilleri de Buhârî, Müslim ve Ebû D â v û d’ un da rivayet ettikleri 696 nolu E n e s (Ra­dıyallâhü anh)’in hadisi ve 10. bâbta geçen diğer hadîslerdir. Ora­daki hadîsler, unutularak veya uykuda kalınarak vaktinde kılına-mayan namazların hatırlandığı veya uykudan kalkıldığı zaman kaza edilmesini emrederler.

Şu halde bu hadîsler nafile namazlar hakkındadır.

Hadîslerde “Namaz olmaz” denmiştir. Bundan maksat, bu vakit­lerde nafile namaz kılmayı menetmektir. Bu yasaklama mekruhluk içindir. Çünkü Kays bin Amr (Radıyallâhü anh) sabah na­mazından sonra iki rek’at namaz kılarken onu Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) görmüş ve : «Sabah namazının farzı iki rek’at­tır.» buyurmuş, bunun üzerine Kays (Radıyallâhü anh) kıldı­ğı namazın sabah sünneti olduğunu arz edince efendimiz sükût et­miştir. (1154 nolu hadîs) [49]

Bu İki Vakitte Nafile Kılmak Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri

  1. Ebû Hanîfe ve arkadaşları: Bu hadîsleri delîl göste­rerek bu vakitlerde her türlü nafile kılmak mekruhtur. Abdest na­mazı ve”Tahiyyetü’l-Mescid” namazı gibi bir sebebe dayalı nafileler­le böyle bir sebebe dayalı olmayan nafile arasında bir fark yoktur, demişlerdir.

Mâlik, Hasan-ı Basrî, Saîd bin el-Müsey-yeb ve Alâ bin Ziyâd da böyle demişlerdir.

Alî bin Ebî Tâlib, îbn-i Mes’ûd, Ebû Hü­reyre, Zeyd bin Sabit, İbn-i Ömer ve İbn-i Amr (Radıyallâhü anhümî’ın dâhil olduğu ashab’tan bir cemâat da böyle demiştir.

  1. Şafiî: Abdest almak, camiye girmek gibi bir sebebe da­yalı olarak kılınan abdest namazı ve “Tahiyyetü’l-Mescid” namazı gibi nafileler kılınır demiştir. Delili de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘in öğle namazının son sünnetini ikindi namazından sonra kılmasıdır. 1159 nolu hadîs buna aittir.

Cumhur, Şafiî’ nin gösterdiği delili kabul etmiyerek bu de­lil, Peygamber (Sallallahü aleyhi ve Sellem)’e mahsus bir hüküm ifâde eder, demiştin.

  1. Hanbeliler’e göre bu vakitlerde her çeşit nafile kıl­mak haramdır. Sebebe dayalı olanla olmayan arasında fark yoktur Yalnız tavaf sünneti müstesnadır. Çünkü tavaf sünnetinin her zaman kılınabileceği 1254 nolu hadisle bildirilmiştir.

İ b n – i A b b â s (Radıyallâhü anh)’ın hadisinde geçen “Mer­di” kelimesi ‘Rıza1 kökünden isnvi mefuldur. Yâni ‘kendisinden râzi olunmuş kişi’ demektir. Tercemede parentez içi ifâdeyle belirttiğim gibi burada kasdedilen mânâ : ‘Emniyeti, dürüstlüğü ve dindarlığı ile her yönden itimada şayan’ demektir.

Hadisin: cümlesinin mânâsı adamlar benim yanımda söylediler, bildirdiler.”

Yoksa sanıldığı Kibı. hukum vermeye esas tutulan şâhidlik mâ­nâsı kasdedilmemiştir. [50]

148 – Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Saatlar Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1251) Amr bin Abese[51] (Radıyallâhü amaden; şöyle demiştir • Bentbırgün) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yanına vararak: Allah katında başka saattan daha sevimli (makbul) bir saat var mı? diye sordum. Buyurdu ki:

-Evet. Gecenin tam ortası (en makbul saattir.) Artık (o zaman dan) şafak sökimceye kadar sen dilediğin kadar nafile kıl. Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar, bir de (doğduktan son­ra) kalkan gibi olduğu müddetçe ve parlayıncaya kadar namaz kıl­maktan vazgeç. Sonra direk kendi gölgesi üzerine kalkıncaya kadar {= güneş gök ortasına varıncaya kadar olan süre içinde) dilediğin kadar nafile kıl. Sonra güneş semânın ortasından sapıncaya kadar namaz kılmaktan vazgeç. Çünkü cehennem gündüzün tam ortasın­da tutuşturulur. Bundan sonra ikindi namazını kılıncaya kadar dile­diğin nafileleri kıl. İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmaktan vazgeç. Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasın­da batar ve şeytanın iki boynuzu ortasında doğar.»” [52]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed, Ta-havi ve Beyhaki de bunu uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.

Hadis, gece yarısından şafak sökünceye kadar olan zamanın na­file namaz ve şâir ibâdetler için en makbul zaman olduğuna delâlet eder. Allah katında çok sevimli ve daha makbul olmaktan maksat bu süre içinde yapılan ibâdetin Allah katında kabule daha şayan olma­sıdır.

Hadiste : Yeni doğan güneş kalkana benzetilmiştir. Çünkü o es­nada harareti yoktur, ışığı yayılmamış ve bakılabilir, durumdadır.

Hadîsin: -Direk kendi gölgesi üzerine kalkınca…» cümlesinden maksat gündüzün tam ortasıdır. Bilindiği gibi güneş doğduğu zaman her cismin gölgesi uzundur. Güneş yükseldikçe gölge kısalır ve is­tiva zamanı yâni güneş semânın tam ortasına vardığında gölgelerin kısalması son haddini bulmuş olur. Yere dikilen bir direğin gölgesine dikkat edilirse gölgesi kısala kısala istiva zamanı direğin gölgesi çok az olur. Mekke ve Medine ile bunların dolaylarında yılın en uzun günlerinde yaz mevsiminin başında yere dikilen dire­ğin gölgesi istiva zamanında kalmıyor ve o anda direk sanki gölge­sinin üzerine kalkmış olur. Hadîsin : -Di­rek gölgesi üzerine kalkıncaya kadar cümlesi bunu ifâde eder. Ve maksat, güneşin semânın ortasına geldiği anı ifâde etmektir ki bu ana “İstiva” zamanı denir.

Hadîsin : «Çünkü cehennem gündüzün tam ortasında tutuşturu­lur» ve: «Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasında batar ve iki boynuzu arasında doğar» cümlelerine gelince bu hususta Ha 11 â -b î şöyle der :

“Bir şeyin haram kılınması veya bir şeyden menetmek için ne­den olarak zikredilmiş olan bâzı hususlar var ki bunların anlamla­rını, gözlem ve duygu yolu ile idrak etmek mümkün değildir. Me­selâ cehennemin, gündüzün tam ortasında tutuşturulması ve güne­şin şeytanın boynuzları arasında doğması ve batması bu vakitlerde namaz kılmanın yasaklanması için neden gösterilmiştir. Biz kısır ak­lımızla ve duygu organlarımızla bunu idrak etmekten âciziz. Hâl böy­le olunca yapılacak şey bunlara îman etmek, verilen malûmatı ay­nen kabul etmek ve bunların hüküm kısmına yönelmektir.”

El-Menhel yazan : “Güneşe tapanlar güneş doğarken ve batar­ken ona secde ederler. Şeytan da bu durumu bildiği için güneş do­ğarken ve batarken başını ufukta güneşin hizasına getiriyor ki gü­neşe tapanlar secde ederken ona da secde etmiş olsunlar. Şeytanın boynuzlarından maksat başının iki tarafıdır. Şeytan ve askerleri bu sırada çok aktif davrandıkları için mü’minlerin namazlarını karıştı­rıp bozmaya hazırdırlar. O esnada putlara tapınılıyor. Bu nedenle o sırada namaz kılmak yasaklanmıştır.

Güneş semânın ortasına geldiği vakit, güneşe tapanlar ona sec­de ederler. Şeytan kendisine de secde edilsin diye güneşe yaklaşır. Kâfirler o sırada yaptıkları batıl secdelerle ilâhî azaba bir kat daha müstahak olmakla cehennemi tutuşturmuş olurlar. O müşriklere ben-zemesinler, diye mü’minler o saatta namaz kılmaktan menedilmiş-tir.”

Hadîs şu vakitlerde nafile namaz kılmayı menetmiştir:

  1. Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar.
  2. İkindi namazından sonra güneş batmcaya kadar.
  3. Güneş doğarken ve bir mızrak boyu yükselinceye kadar.
  4. Güneş semânın ortasına vardığı zaman ki buna ‘İstiva’ zamanı denir.
  5. Güneş batarken.

Bu beş vakitten ilk ikisinin başlangıcı kişinin namaz kılmasına bağlıdır. Yâni fecirden sonra ne zaman sabah namazını kılarsa, namazdan sonra yasak vakit başlamış olur. Keza ikindi vakti girdik­ten sonra ne zaman ikindi namazını kılarsa bundan sonra yasak va­kit başlamış olur.

Bu iki vakitte namaz kılmakla ilgili âlimJerin görüşlerini bundan önceki bâbta izah ettim.

Diğer üç vakit ise bağımsız ve sabittir. Bu üç vakitte namaz kıl­makla ilgili âlimlerin görüşlerini el-Menhel yazarı şöyle anlatır:

  1. Ebû Hanife ve arkadaşları: Bu vakitlerde hiç bir, na­maz kılınamaz. Ne farz, ne vacip, ne sünnet, ne de edâ olarak ne de kaza olarak kılınır. Kılınacak olsa bile fasittir, bâtıldır. Yalnız şu namazlar bundan müstesnadır, demişlerdir.

Günün ikindi namazı, cenaze namazı, tilâvet secdesi, bir de Ebû Yûsuf’a göre Cuma günü İstiva zamanı kılınacak nafile namaz.

(El-Menhel yazarı, istisna edilen namazlara âit delilleri zikret­miştir. Oraya müracaat edilsin.)

  1. Şafiî mezhebine mensup âlimler: Bu vakitlerde bir se­bebe dayalı olmayan nafile namaz kılmak mekruhtur. Fakat bir se­bebe dayanan nafile namaz ve farz namaz kıhnabilir. Ancak günün sabah namazını güneş doğacağı zamana ve ikindi namazını güne­şin batacağı zamana bile bile tehir etmek caiz .değildir, demişlerdir.
  2. Hanbelîler’e göre, bu üç vakitte hiç bir nafile kılı­namaz, kılınacak olsa bile bâtıldır, sebebe bağlı olan nafile ile bağ­lı olmayan nafile arasında bir fark yoktur. Yalnız Cuma günü istiva zamanı “Tahiyyetü’l-Mescid” namazı kıhnabilir. Bunlara göre cese­din bozulması tehlikesi olmadıkça bu üç vakitte cenaze namazını kıl­mak haramdır. Böyle bir zaruret olunca kıhnabilir. Bu vakitlerde, kazaya kalmış olan farz namazları kaza etmek kerâhetsiz olarak caizdir.
  3. Mâ likil er’e göre, güneş doğarken ve batarken bir se­bebe dayalı olanlar dâhil her türlü nafile namaz kılmak haramdır. Keza bozulma tehlikesi olmadıkça cenaze namazını kılmak da ha­ramdır. Fakat farz namazların edası da kazası da yapılabilir.

İstiva zamanına gelince bu vakitte her tür namaz kılınabilir. Z e r k â n î, el-Muvatt.a’ şerhinde şöyle der:. Cumhur ve üç mezheb imamları» istiva zamanında naıt ez kılmanın mekruhluğuna Malik ise bu hadîsi (yâni>1253 nolu Abdu1lah es-Sunabihi’nin hadisini rivayet etmesine rağmen istiva zamanında namaz kılmakta kerahet yoktur, demiştir.

1252) Ebû Müreyre (Radıyallâhii ıınh)\cw. Şıiyle demiştir : Safvân bin el-Muattal (RadryalJâhü anh), EesûlulJah (Sallalla hu Aleyhi ve Sellem) C :

— Yâ Resûlallah! Senin bildiğin ve benîm bilmediğim bir şeyi sana sormak istiyorum, dedi. Efendimiz t

— Nedir o?» buyurdu. Safvân (Radıyallâhü anh) :

— Gece ve gündüz saatlarından namaz kılmanın mekruh oldu­ğu bir saat var mıdır? diye sordu. Efendimiz :

— «Evet. Sabah namazını kıldığın zaman artık güneş doğunca­ya kadar namaz kılmayı bırak. Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu ile beraber doğar. Doğduktan sonra güneş senin başın üzerinde mız­rak gibi dik duruncaya kadar (geçen süre içinde) namaz kıl. Çünkü bu sırada kılınan namazda melekler hazır bulunur ve o namaz mak­buldür. Güneş senin başın üzerinde mızrak gibi (dik) olunca namaz kılmayı bırak. Çünkü o saat Öyle bir saattir ki, onda cehennem tutuş­turulur ve onda cehennem kapıları açılır. Güneş senin sağ başından sapıncaya kadar (devam eder). Güneş sapınca sen ikindi namazını kılana kadar kılınan namaz makbuldür. Ve melekler onda hazır bu­lunurlar. İkindi namazını kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar na m az kılmayı bırak» buyurdu.”

Not : Bunun isnadının hasen olduğu Zevâid’de bildirilmiştir.

1253) Ebû Abdillah es-Sunâbihî (Kati t yallah it anh)\Wx\ rivayet edil­diğine »<ire : Resûlullah (Saltali ahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir.

«Şüphesiz güneş, şeytanın iki boynuzu arasında doğar.” (Yahut buyurdu ki:

«Şeytanın iki boynuzu güneşle beraber doğar.») Güneş yükse­lince şeytan ondan ayrılır. Güneş semânın ortasında olunca şeytan güneşle beraber olur. Güneş batıya yönelince (yahut buyurdu ki : «ayrılınca») şeytan güneşten ayrılır. Güneş guruba yaklaşınca şey­tan onunla beraber olur. Güneş batım a şeytan ondan ayrılır. Bunun için bu üç saatta namaz kılmayınız.İsnadının mürsel ve ricalinin sıka <»!duyu Zevâid’de bildirilmiştir. [53]

İzahı

Ebü Abdillah (Radıyallâhü anh)’in hadîsi, güneş doğar­ken, batarken ve semânın ortasında olduğu 2-amanlarda namaz kıl­manın yasak olduğuna delâlet eder. Bunda geçen : ‘Şeytan boynuz larının güneşle beraberliği’ ile ilgili bilgi yukarıda verilmiştir. An­cak notta işaret edildiği gibi hadis mürseldir. Çünkü E b û Ab­dillah es-Sünâbihî (Radyallahü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S el J em) ‘i görmemiş, vefatından üç gece sonra Me­dine’ye varmıştır. Bu zâtın adı Abdurrahman bin U s e y 1 e’ dir. H i c âz’ hlar kendisinden rivayet etmişlerdir. Kendisi Ebû Bekir (Radıyallâhü anhl ve Ömer (Radı-yallâhü anhJ’den rivayet etmiş, kendisinden de Süveyd bin Gufle ve îbn-i Muhayrîz rivayette bulunmuştur. î b n-i S a’ d Onu sıka saymıştır. İbn-i Zehebî’ nin dediğine gö­re Abdülmelik’in hilâfeti devrinde vefat etmiştir.[54]

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’nin hadîsi de mezkûr üç vakitle beraber bir de sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar olan va­kitlerde namaz kılmayı yasaklar. [55]

149 – Mekke’de Her Vaklt Namaz Kılınabileceği Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1254) Cübeyr bin Mut’im (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Ey Abdi Menâf oğulları! Gece ve gündüzün herhangi bir saa-tında bu beyti (Kâ’be’yi) tavaf eden ve namaz kılan hiç kimseye mâ­ni olmayınız.»” [56]

İzahı

Hadis, gece ve gündüzün her saatmda K â ‘ h raeŞrûluğuna delâlet eder. Bundan önce mekruh olduğu bildirilen vakitlerde de Kâ ‘be ‘ nin tavaf edile­bileceği hususunda âlimler müttefiktir. Delil de bu hadîstir.

Hadîste geçen namaza gelince; bununla tavaf namazının kasde-dilmiş olması muhtemeldir. Tavafla birlikte zikredilmesi bu ihtimali kuvvetlendirir. Bütün namazların kasdedilmesi ihtimali de vardır.

Şafii âlimler ve A h m e d bu ve benzerî Ebû Z e r r (Radıyallâhü anhl’ın hadîsini delil göstererek mekruh vakitler dâhil gece ve gündüzün her saatında tavaf namazının kılınabildiğine hük­metmişlerdir. Diğer namazlar da aynı delil gereğince Mekk e ‘ de her zaman kıhnabilir, Mekke için mekruh vakitler söz konusu değildir, demişler.

Hanefîler ve Mâliki ler : Mekke, diğer şehirler gibidir. Mekruh vakitlerde orada da namaz kılınmaz, demişlerdir. Bu grubtaki âlimler, mekruh vakitlere ait hadîslerdeki umumîliği tu­tarak, onları bu hadîse tercih etmişlerdir.

El-Menhel yazarı ilk grubun görüşüne taraftar çıkarak hadîsle­rin arasını bulmak mümkündür. Bu bâbtaki hadîs ve benzerleri, mek­ruh vakitlere âit hadîsleri hususileştirmiş, denilebilir, diyor. [57]

150 – (Farz) Namazı (İhtiyar) Vaktinden Tehir Ettikleri Zaman Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1255) Abdullah bin Mes’ûd (Radıyallâhü unh)\en rivayet edildiği­ne göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir:

Namazı vaktinden sonra kılan cemaatlara yetişmeniz umulur. Eğer onlara yetişirseniz, bildiğiniz vakitte evlerinizde namazınızı kı­lınız. Sonra onlarla (tekrar) kılınız ve onlarla kıldığınızı nafile ya­pınız.»”

1256) Kbû /er (Hadıyatlâhü antr)’t\en rivayet edildiğine #üre; Pey­gamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur ;

«Sen namazını vaktinde kıl. Eğer imam, cemaata vaktinde namaz kıldırırken sen ona yetişirsen namazını onlarla beraber kıl. Bu du­rumda sen (vaktinde ve cemaatla) namazını kılmış olursun. Eğer böyle olmazsa, (yâni imam vaktinden sonra cemaata kıldıracaksa, sen vaktinde namazını kıl. Sonra onlarla da kıl.) artık onlarla (tek­rar) kıldığın namaz senin için nafiledir.»”

1257) U’bade bin es-Niimit (Radıydtlâhİİ anh)\Wn rivayet edildiğine güre; Peygamber (Saİlallahii Aleyhi ve Seilem), şöyle buyurmuştur:

«Bâzı işlerle meşgul olup namazı vaktinden geciktiren bir takım emirler olacaktır. (Siz namazınızı vaktinde kılınız ve) onlarla bera ber kıldığınız namazınızı nafile yapınız.»” [58]

İzahı

1 b n-i M e s’ û d (Radıyallâhü anhJ’ın hadîsinin benzerini Buharı, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Bey-h a k i de rivayet etmişlerdir.

Ebû Zer (Radıyallahü anh)’ın hadisini Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, No«âi ve Bey haki de rivayet etmişlerdir. Buradaki metin kısa olduğu için parentez içi ifâdelerle kasdedilen mânâyı anlatmaya çalıştım. Ebû Dâvûd’un riva­yetinde efendimiz’e ait metin şöyledir:

— Sen namazını vaktinde kıl. Sonra onlarla beraber kılmaya ye­tişirsen (tekrar) kıl. Çünkü onlarla kıldığın, senin için bir nafiledir.»

U b âd e (Radıyalîâhü anh)’m hadîsinin benzerini Ebû Dâ­vûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd’un rivayetinde efendimizin buyruğundan itibaren metin meâlen şöyle­dir:

«Şüphesiz benden sonra başınızda öyle emirler olacak ki bâzı şeylerle meşguliyetleri yüzünden namazı vaktinde kılmıyacaklar ve nihayet namaz vakti çıkmış olacaktır. O zaman siz namazınızı vak­tinde kılınız.»

Bir adam: Yâ Resûlallah onlarla beraber (tekrar) kılayım mı? diye sordu. Efendimiz:

«Evet. Eğer dilersen.» buyurdu.

Bu bâbtaki hadîslerde geçen.- “Namaz vaktinden” maksat ihti­yar vaktidir. Sıhhat vakti değildir. Yâni namazı geciktirmektir. Ta­mamen vakti çıkıncaya kadar kılmamak ve kazaya bırakmak değil­dir. ‘Namaz* Kitabının birinci babında 5 vakit namazın fazilet vak­ti, ihtiyar vakti ve sıhhat vaktinin bulunduğu ve en makbulünün fa-zîlet vaktinde, hiç olmazsa ihtiyar vaktinde namaz kılmanın ve da­ha sonraya bırakmamanın önemi anlatılmıştır.

N e v e v î : ‘Bu hadîslerde geçen tehirden maksat, namazı büs­bütün vaktinden çıkarmak değil, ihtiyar vaktinden sonraya bırak­maktır. Çünkü mütekaddimîn ve müteahhirîn emirlerden nakledil­miş olan durum, bâzı emirlerin namazı ihtiyar vaktinden sonraya bırakmalarıdır. Hiç bir emîrin namazı, vaktinden çıkardığı yâni ka­zaya bıraktığı naklolunmamıştır. Şu halde bu hadîsleri vuku bul­muş olan duruma uygun yorumlamak gerekir,’ demiştir.

El-Ayni; bu yoruma itiraz ederek: Fâsık halîfelerin ve zâ­lim sultanların değil, namazı kazaya bırakmak, büsbütün namazı terkettikleri bir gerçektir, demiştir.

Bence N e v e v î’ nin yorumu uygundur. Çünkü hadîslerde, bâzı emirlerin namazı vaktinden çıkararak kıldıracakları bildiriliyor ve ferdlerin evlerinde vaktinde namaz kıldıktan sonra onlarla berâber tekrar kılmaları uygun görülüyor. Demek ki hadislerde durum­ları anlatılan emirler namazı büsbütün bırakanlar değil, geciktiren­lerdir- Namazları tamamen vaktinden çıkararak bunları cemaatla beraber ve kaza durumunda kılmayı itiyad hâline getirmiş olan emir­ler bilinmediğine göre tehirden maksat, ihtiyar vaktinden çıkarmak olmalıdır

İmam namazları ihtiyar vaktinden çıkardığı takdirde ferdlerin ihtiyar vaktinde namaz kılmaları ve sonra cemaatla tekrar o nama­zı kılmajarının hikmeti vaktin faziletini kazanmak, cemaata muha­lefet etmemek, Ülü’1-emre karşı gelmemek ve müslümanlar arasın­da bulunması gerekli birliği zedelememektir.

Hadisler, ilk namazın farz yerine geçtiğini ve ikinci kez kılınan namazın nafile hükmünde olduğunu açıkça belirtirler. Cumhurun kavli de budur.

Mâ1ik î I e r ‘ in meşhur kavline göre kişi, hangisini kabul buyuracağını Allah Teâlâ’ya bırakarak ikinci defa namaza durur.

Hadislerdeki hüküm umumidir. Yâni sabah ve ikindi namazı da bu hükme dâhildir. Sabah ve ikindi namazlarından sonra namaz kıl­manın memnuluğuna ait 147. bâbtaki hadisler, bu-bâbtaki hadîsler­le hususileştirilmiştir. Yâni bu hüküm müstesnadır.

Hanefiler, sabah ve ikindi namazı tekrar kılınamaz. 147. bâbtaki hadîsler, tekrar kılmaya mânidir, demişlerdir. Onlara gö­re akşam farzı tekrar kılındığında imam selâm verince kişi bir rek’at daha ekler. Çünkü tek rek’ath nafile yoktur.

Mâlikiler ve Hanbelîler de: Üç rek’atlı nafile ol­madığını ve kılınan ikinci namazın nafile olması ihtimalini gerek­çe göstererek akşam namazı ikinci kez kılınmaz, demişlerdir[59]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. İmam, namazı müstehab vaktinden tehir ettiği zaman, kişi­lerin fazilet veya ihtiyar vaktinde münferiden namazlarını kılmala­rı ve cemâat faziletini kazanmak için ikinci kez imamla beraber kıl­maları matlûbtur.
  2. Günah olmayan hususlarda Ülü’1-emre itaat etmek matlûb­tur. Özellikle tefrika ve fitne çıkacak işlerden kaçınmalı
  3. Namazlarda fazilet vaktine ve cemaata önem verilmelidir.
  4. Namazı ihtiyar vaktinden geciktirmek fenadır.
  5. Hadîsler efendimizin mucizesini ihtiva eder. Çünkü Emevİ1er devrinden bu zamana kadar geçen sürede bâzı meşguli­yetler dolayısıyla namazları ihtiyar vaktinden çıkaran nice emirle­re rastlanmıştır[60]

151 – (Savaşta) Tehlike Zamanında Namaz Kılmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

Salâtü’1-Havf: Korku namazı diye adlandırılan savaş esnasında namaz kılmak demektir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘tarafından muhtelif şekillerde kılınmıştır. Bunlar incelendiğinde düşman saldırısına karşı gerekli tedbir alınmak suretiyle en ihtiyat­lı bir tarzda kılındığı görülür. Tehlike dolayısıyla namaz kılınırken ameli kesir denilen ve normal zamanlarda yapılması namazı bozan hareketler meşru kılınmıştır. Salât-ı Hafv, Nisa sûresinin 101. ve 102. âyetleriyle sabit olduğu gibi bu bâbta bir kısmı rivayet edilen sahih hadîslerle sabittir. Bu namaz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanına mahsus değildir. Çünkü ondan sonra da sahâbîler tarafından kılınmıştır. Bu bâbta bâzı şekilleri rivayet edilmiştir. Hep­si caizdir. Her imam bâzı şekilleri tercih etmiştir. Hadislerin terce-me ve izahına geçmeden önce memleketimizde mensubu bulunan Hanefi ve Şafii mezheblerine göre seçilmiş olan şekilleri kısaca anlatmak yararlı olur.

  1. Hanefi mezhebine göre düşman kıble yönünde olsun ol­masın şöyle kılınır :

İmam cemâati iki gruba ayırarak bir grubu düşmana karşı nö­bet beklemekle görevlendirir. Diğer grupla namaza durur. Namaza duran grup, iki rek’atli namazın bir rek’atini, üç ve dört rek’atli na­mazların iki rek’atini imamla beraber kıldıktan sonra namaza ara vererek gidip düşmana karşı duracak ve düşmana karşı bekliyen grup, gelip kendilerini bekliyen imama uyacaklar. İmam, bunlarla beraber kalan namazı kılıp, kendi namazı bitince imam selâm ve­recek ve düşmana karşı gidip duracak. İlk grup gelip kalan rek’at-leri kırâatsız olarak kılıp namazını tamamlıyacak ve selâm verecek. Bunlar tekrar nöbete geçtikten sonra ikinci grup gelip namazını ta­mamlıyacak ve selâm verecektir. İkinci grup mesbûkî durumunda olduğu için kalan rek’atleri kılarken kıraat yapacaktır.

Şiddetli korku hâlinde herkes süvari olarak ve kendi kendine namaz kılacaktır. Bu takdirde yaya yürümekle namaz bozulur.

Hanefi âlimleri bu şekli 1258 nolu İ bn-i Ömer (Ra-dıyallâhü anhJ’in hadisinden ve bunun benzeri olan İbn i M e s’-u d (Radıyallâhü anhJ’un hadîsinden almışlardır.

  1. Şafiî mezhebine göre düşman Kıble tarafında ise bütün cemâat iki saf hâlinde ve yüzleri düşmana dönük olduğu hal­de K ı b 1 e ‘ ye doğru imamla beraber namaza başlıyacaklar, bir­likte birinci rek’atin rükûunu yapıp doğrulduktan sonra imam ve ilk saf secde edecekler, ikinci saf ayakta bekliyecek. İmam ve ilk saf ikinci rek’ata kalkınca ikinci saftakiler secdeye varıp kalkacak­lar. İkinci rek’ata başlanınca ilk saf geriliyecek ve ikinci saf ilerli-yerek birinci safın yerini alacak. Sonra birlikte ikinci rekatın rü-kûuna varıp kalkacaklar. Daha sonra imamın arkasına geçmiş olan­lar, imamla beraber secdelerini yaptıktan sonra oturunca hâlen ikin­ci safta olanlar secdelerini yapıp teşehhüdde imama yetişecekler ve böylece namaz bitirilecek. Bu şekil 1260 nolu hadîs ve benzerlerine dayanmıştır.

Düşman kıble yönünden başka bir yönde ise namaz iki şekilde kıhnabilir:

a — imam cemâati iki gruba ayırarak her gruba birer defa tam namaz kıldıracak. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in Batn-ı Nahil’deki kıldırışı böyledir.

b — İmam bir grupla bir rek’at kıldıktan sonra ikinci rek’ata kalkınca bu grup imamdan ayrılarak herkes kendi kendine, kalan rek’atleri kılıp selâm verir ve düşmana karşı nöbete geçer. İmam ayakta ikinci grubu bekler. Nöbeti birinci gruba devreden ikinci grup, gelip imama uyacaklar ve imam bunlara bir rek’at kıldıra­cak ve oturacak; cemâat, oturmadan ikinci rek’ata kalkıp bunu kıl­dıktan sonra onları bekliyen imama teşehhüdde yetişecekler ve bir­likte selâm verecekler.

Mâlik, Ahmed ve Dâvüd da bu şekli tercih etmiş­lerdir.

Tehlike büyük olduğu takdirde herkes mümkün olduğu şekilde yaya veya binici olarak namaz kılacaktır.

1258) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü atı/tHtıtâ)'(\un rivayet edil-diğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salât-ı havf hakkında şöyle buyurdu, demiştir:

-İmam bir grubla namaza başlar, birlikte bir secde (rekat) ki Iarlar. Bir grup da namaza duranlar ile düşman arasında bulunur. Sonra emirle beraber bir rek’at kılmış olanlar gidip düşmana karşı (bekliyen ve) henüz namaz kılmamış olanların yerinde bulunacak. Bu defa namaz kılmamış olan grup gelip emirleri ile beraber bir sec­de (rek’at) kılacaklar. Sonra emir, kendi namazını bitirmiş olarak çıkıp gidecek ve her grup kendi kendine kalan bir rek’ati kılacaktır. Eğer daha şiddetli bir korku varsa herkes kendi kendine yaya ve­ya binici olarak namaz kılacaktır.»

Râvi demiştir ki: Secde ile rek’at kastediyor.” [61]

İzahı

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ne-sâi, Tahavî ve Beyhaki de bunu benzer lafızlarla ri­vayet etmişlerdir.

Ebû Hanîfe, Onun arkadaşları, E v z a i ve Mâl i-kiler’ den E ş h e b bu şekli seçmişlerdir. ElMenhel yazarının beyânına göre bu şekilde namaz kılınırken imam selâm verdikten şuura ikinci grubun düşmana karşı durmak üzere gitmesi ve birin­ci grubun geri dönerek kalan namazı eski yerlerinde kılması H a-n e f i’ lerce m«g£u$$piv Şayet geri dönmeyip oldukları yerde namazını tamamlarsa caizdir. İkinci grubun da daha sonra eski yer­lerine dönüp orada namazını tamamlaması menduptur.

İbnü’l-Hümâm, Fethül-Kadîr’de bu hadîsi ve İ b n – i M e s’u d (Radıyallâhü anhl’un hadîsini zikrettikten sonra: ‘Bu hadîslerin Ebü Hanife’ nin seçtiği kılış tarzının tamamına delâlet etmediği açıktır. Ebû Hanife’ nin görüşüne eksiksiz delâlet eden hadis, İ b n-i A b b â s (Radıyallâhü anh)’den ri­vayet olunan hadistir.’ demiştir.

1259) Sehl bin Ebî Hasme (Radıyallâhü anh)\en rivayet edildiğine göre; salât-ı havf hakkında şöyle demiştir :

İmam kıble’ye doğru namaza durur. Cemaattan bir grup da onunla beraber durur. Diğer grup düşmana karşı ve yüzleri namaz kılanlara dönük olarak bekler. İmam, namaza duranlara bir rekat kıldırdıktan sonra bunlar kendi kendilerine rüku’ eder, secdelerini aynı yerde yapıp (namazlarını bitirdikten) sonra düşmana karşı bekliyenlerin yerine giderler ve oradakiler gelir. İmam gelenlere bir rekat kıldırır ve birlikte iki secde ederler. Artık namaz imam için iki ıek’at olmuş olur, gelenler için de bir rekat olmuş olur. Sonra bun­lar bir rek’at daha kılar ve secdelerini yaparlar.

Muhammed bin Beşşâr demiştir ki -. Ben bu hadisi Yahya bin Saîd el-Kattân’a sordum. Yahya bana Şu’be’den (rivayet etti.) O da Abdurrahman bin el-Kâsım’dan (rivayet etti), O da babasından (ri­vayet etti), O da Salih bin Havvât’tan (rivayet etti), O da Sehl bin Ebi Hasme’den (rivayet etti.), O da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den Yahya bin Saîd (el-Ensâri)’in hadîsinin mislini riva­yet etti.

Muhammed bin Beşşâr demiştir ki: Yahya bin Saîd el Kattan bana dedi ki: Şube’nin hadîsini Yahya bin Said el-Ensâri’nin hadî­sinin yanına yazıver.1 Een Şu’be’nin hadîsini hıfzetmiş değilim. Lâ­kin Yahya’nın hadîsinin mislidir.” [62]

İzahı

Sehl (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizı, Beyhakî, Dâre-kutnî ve Tahavi benzer lafızlarla ve çeşitli senedlerle ri­vayet etmişlerdir.

Müellifimiz Yahya bin Saîd el-Kattân1 dan son ra birisi Yahya bin Saîd el-Ensârî’ den, diğeri Ş u ‘ b e ‘ den olmak üzere senedlerde az değişiklikle rivayet etmiş­tir. Birincisi Sehl’ den mevkuf olarak, ikincisi merfu’ olarak rivayet edilmiştir. Ancak ikincide hadîs metni rivayet olunmamıştır. Ebû Dâvûd da birisi Yahya bin Said el-En­sârî’ den, diğeri Yezid bin Numân’ dan oimak üzere iki tarîkle rivayet etmiştir. Orada Y a h y â’dan yapılan riva­yette : ‘İmam teşehhüde oturunca ikinci grubu beklemeden selâm ve­rir, ikinci grup da namazını tamamladıktan sonra selâm verir,’ denil­miştir. Y e z i d ‘ in rivayetinde : ‘İmam, oturarak ikinci grubu bek­ler. İkinci grup kalkıp ikinci rek’atini kıldıktan sonra imam bunlar­la selâm verir,’ denilmiştir.

Müellifin rivayetinde bu hususta bir serâhat yoktur. Fakat ifâ­de tarzı, imamın ikinci grubu beklememesine daha uygundur. Müel­lifin rivayeti, Yahya yoluyla olduğu için, Yahya’ dan olan Ebû Dâvûd’ daki rivayete uygun olarak yorumlanması terci-he şayandır. Ebû Dâvûd’un rivayetine göre Mâlik, Ye-z İ d ‘ in rivayetini daha sevimli görmüştür. El-Menhel’in naklen be­yânına göre Mâlik, Yahya’ nın rivayetini de beğenmiştir. Hulâsa iki şekilde olabilir. İmam isterse teşehhüdde ikinci grubu bek­ler, beraber selâm verirler. Dilerse onları beklemeden selâm verir. Cumhur ve Şafii, S e h 1′ in hadislerini, düşmanın K ı b 1 e ‘ den başka bir yönde olduğu duruma yorumlamışlardır.

Şafii, Mâlik ve Ahmed, Sehl’in hadîsinde ta­rif edilen kılış tarzını seçmişlerdir. Bu kılış tarzına “Zatür-Rikaa” kı­lışı denilmiştir. Çünkü Peygamber CSalIallahü Aleyhi ve Sellem J bu savaşta böyle kıldırmıştır.

l260) Câbir bin AbdilJah (Radtyaltâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ashabına salât-ı Havf’ı kıldırdı. Bütün cemaatla birlikte rüku’ ettikten sonra Hesûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ve Onun arkasındaki saf secde ettiler. Di­ğerleri ayaktaydılar. Efendimiz ikinci rekata kalkınca bekliyenler kendi kendilerine iki secde yaptılar. Sonra ön saf geriliyerek ikinci safın yerinde durdu ve ikinci saftaki!er ilerliyerek ön saffın yerin­de durdular. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hepsiyle rüku, etti. Daha sonra Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) ve Onun arkasındaki saf secde ettiler. Başlarını secdeden kaldırın­ca diğerleri de secde ettiler. Cemâatin tümü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber rüku’ etmiş o!du. Ve her grup bir rek’atin secdelerini kendi kendilerine yapmış oldular. Düşman Kıble yönündeydi.Câbir <R.A.)’in bu hadisinin isnadının sahih olduğu Zevâid’üe bildiril­miştir. [63]

İzahı

Bu hadis Zevâid türündendir. Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesâi, İbn-i Hibbân ve el-Hâkim bunun ben­zerini Ebû Ayyaş ez-Zürekî (Radıyallâhü anhi’den, daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. Ebû D â v û d’un rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Usfan ve Benî Süleym savaşlarında böyle kıldırdığı belirtilmiştir.

Düşman kıble yönündeyken böyle kılış tarzını Şafii, S ü f -yân-ı Sevri, Mâlik ve Ahmed uygun görmüşlerdir. Şafii hadiste anlatıldığı gibi safların yer değiştirmesinin efdal ol­duğunu söylemiştir. Safların yer değiştirmemesi de caizdir.

Bu kılış tarzını, babın başında Şafii mezhebine göre kılış şekillerini anlatırken açıklamıştık. [64]

152 – Küsûf (Güneş Ve Ay Tutulması) Namazi Hakkında Gelen Hadisler Babı

1261) Ebû Mes’ud (el-Ensârî) (Radtyatlâhü ank)’den rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sattattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Şüphesiz, güneş ve ay hiç bir insanın ölümünden dolayı tutul­maz. Tutulduğunu gördüğünüz zamnn hemen kalkıp namaz kılınız.’

1262) Numan bin Beşir (Raıityallâhu anh)\ien; Şöyle demiştir:

Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken güneş tu­tuldu. Efendimiz (evinden) endişeli ve ridasmi sürükliye sürükliye mescide geldi. Güneş açılıncaya kadar devamlı namaz kıldı. Sonra şöyle buyurdu :

«Bâzı insanlar, güneş ve aym ancak büyük bir adamın öiümü dolayısıyla tutulduğunu sanırlar. Halbuki öyle değildir. Şüphesiz gü­neş ve ay ne kimsenin ölümü ne de kimsenin hayatı için tutulur. Al­lah, yaratıklarından bir şeye baktığı zaman o şey Ona karşı huşu eder.»” [65]

İzahı

Ebû Mes’ûd (RadıyaJlâhü anh)’un hadisini B u h â r î ve Müslim de rivayet etmişlerdir.

N û m a n (Radıyallâhü anhJ’ın hadisinin birer benzerini Ebû Dâvûd, Nesâi, Tahavî, Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.

Küsûf : Ay ve güneşin tutulması demektir.

Husuf da bu mânâda kullanılır. Bazılarınca güneşin tutulması­na küsûf, ayın tutulmasına husuf denilir. Bilindiği gibi güneşin tu­tulmasının sebebi ayın yer ile güneşin arasına girmesidir. Ayın tu­tulmasına sebebi de yerin Ay ile Güneş arasına girmesidir. Güneş ve Ay tutulması dolayısıyla hadîslerde beyan edilen özel namazın kılın­ması sünnet ve icmâ1 ile meşru kılınmıştır.

Müslim, Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettik­leri bir hadis-i şerifte Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)’in îb-râhim isimli oğlu vefat ettiği gün güneş tutulmuş-, halk, İbra-h i m ‘ in ölümü dolayısıyla güneşin tutulduğunu söylemiş, bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küsûf namazım kıldırmış ve namazdan sonra Güneş ve Ay’ın herhangi bir insanın ölümü dolayısıyla tutuhmyacağını bildirmiştir. Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in oğlu İbrahim, hicretin sekizinci yı­lı Zilhicce ayında Hazret-i Mâriye-i Kıbtiyye’ den doğ­muş ve hicretin onuncu yılı onsekiz aylık iken vefat etmiştir.

N u m â n (Radıyallâhü anhJ’ın hadisinde, güneş tutulunca Pey­gamber (Sllalahü Aleyhi ve Sellem) ‘ in endişeli olarak evden çıkıp mescide geldiği belirtilmiştir. Buhâri ve Müslim’in Ebû Musa (Radıyallâhü anhl’dan yaptıkları bir rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in, kıyamet kopması endişesiyle kalkıp mescide geldiği belirtilmiştir. El-Menhel yazan; Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in, geçmiş ümmetlerin başına gelmiş olan azab-ların bir benzerinin, o günkü insanların başına gelmesi endişesini duyduğu veyahut bu gibi olaylar karşısında ümmetin endişe duyma­sını öğretmek için bu halde geldiğini ifâde etmiştir. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in ridâsım sürükliye sürükliye gelmesinin sebebi, acele etmesidir.

N û m a n (Radıyallâhü anh)”ın hadisinde güneş açılıncaya kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namaz kılmakla meşgul olduğu ifâde edilmiştir. Ebû Dâvûd’un rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namazı ikişer rek’at kıl­dığı ve her iki rek’attan sonra, güneşin açılıp açılmadığını sorduğu kaydedilmiştir.

Hadîsin «Allah yaratıklarından bir şeye baktığı zaman o şey Ona karşı huşu eder.» anlamını ifâde eden cümle, Ebû Dâvûd’un rivayetinde yoktur. Tahavi’ nin rivayetinde vardır. N e s â i’ -nin Kabisa e I – H i 1 â 1 i’ den yaptığı rivayette de bu ziyâde vardır.

İbnü’l-Kayyım, Miftahü’s-Saâde adlı eserinde : ‘Bu cüm­lenin bâzı ravilere âit olması muhtemeldir. Çünkü küsûf hadîsini on­dan fazla sahâbi rivayet etmiş, hiç birisinin rivayetinde bu cümle bu­lunmamıştır.’ demiştir. Kadı ; ‘ S ü b k i , Gazali’ nin bu cümleyi râvilere mal etmesine karşı çıkmiÇtır. Bu ziyâde Nesâi ve başka kitaolarda rivayet olunmuştur. Bu cümle, güneş ve ay’ın tutulması için filozofların gösterdikleri sebeple çelişki arzetmez. Çün­kü herşeyi bilen ve gücü herşeye yeten Allah Teâlâ’mn Güneş ve Ay’ın tutulması için maddi sebep gerçekleştiğinde bunlara tecellî et­mesi ve bu ilâhi emre Güneş ve Ay’ın boyun eğmesi normaldir. Hâl böyle olunca tutulmanın gerçek sebebi ilâhî tecellidir. Filozofların anlattıkları sebep maddî sebeptir,’ demiştir.

Kâinatı kudret elinde tutan ve Güneş, Ay ve yer küresi gibi var-lıklan bir intizâm ve hesap dâhilinde seyrettiren Allah Teâlâ’mn emir ve iradesiyle yerin Ay ile Güneş arasına girdiğini, keza Ay’ın yer ile Güneş arasına girdiğini Allah’a inanan hiç kimse inkâr etmez. Güneş ve ay açık iken olup biten ışık, ısı ve bilûmum olaylar ilâhî tecelli­nin çerçevesi içinde olduğu gibi, Güneş ve Ay’ın tutulması ve bunun­la ilgi’i sonuçlar, ilâhî tecellinin dâiresi dışında mı ki bu cümlenin, mezkûr olayların maddi sebeplerine ters düştüğü hatıra gelebilsin.

1263) Âişe (Radıyallâhü anhâyönn; Şöyle demiştir

ResûJuUah CSallallahü Aleyhi wfeH.ni) hayattayken güne, tutuldü. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescide çıkarak na­maza durdu ve tekbir aldı. Cemâat da Onun arkasında saf oldular. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıraatini uzun tuttu. Sonra tekbir alıp uzun bir rüku’ yaptı. Sonra başını kaldırıp;

dedi. Sonra ayakta durdu .ve uzun

kıraat yaptı. Bu kıraati ilk kıtaatından biraz az idi. Sonra tekbir alıp uzun bir rüku’ yaptı. Bu rüku’ ilk rüku’dan biraz kısa idi. Sonra (başını kaldırıp; dedi. Sonra son rekatta bunun mislini yaptı. Böylece dört rüku’ ve dört secdeyi tamam­ladı. Ve henüz namazdan çıkıp gitmeden Önce güneş açıldı. Namaz­dan sonra kalkıp halka hutbe okudu. (Hutbede) Allah’a lâyık oldu­ğu sözlerle hamd-ü sena ettikten sonra şöyle buyurdu :

«Şüphesiz güneş ve ay, (azameti ilâhiye’ye delâlet eden) Allah’ın âyetlerinden iki âyettir. Hiç bir kimsenin ölümü veya hayâtı dolayı­sıyla tutulmazlar. Siz, bunları tutulmuş iken gördüğünüz zaman na­maza sığınınız.» [66]

İzahı

Buhârî, Müslim, Tirmizi, Ebü D â v û d , . N e-s â î de bunu rivayet etmişlerdir. Buhârî ve Müslim’in rivayetlerinde hutbe buradakinden daha uzundur. Ebû D â v û d -un rivayetinde hutbe ile ilgili kısım yoktur.

Bu hadîse göre Küsûf namazı iki rek’attir. Her rek’atta iki kı­yam ve iki rüku’ bulunur. Kıyam ve rüku’lar uzun tutulur. İkinci rüku” ve ikinci kıyam, birincisinden nisbeten kısa olur.

Küsüf namazının her rek’atında üç, dört ve beş rüku’ bulundu­ğuna dâir rivayetler de vardır. Şu halde muhtelif şekillerde kılına-bilir. Rivayetlerin değişik olması nedeniyle, namazın keyfiyeti husu­sunda Fıkıhçılar çeşitli görüşler beyan etmişlerdir. Şöyle ki:

1 – Hanefîler, Sevrî ve Nahai; Küsüf namazı şâir nafileler gibi iki rek’attir, demişlerdir,

2 – Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Fıkıhçıların cumhû runa göre küsûf namazı iki rek’at olup her rek’atta iki rüku’ bulu

nur.

t bnü’l-Münzir tbn-i H u z e y m e , Hattâbî ve N ev e v î: Küsûf namazının keyfiyeti hakkında sâbıt olan

şekillerin hepsiyle amel etmek caizdir. Bu ihtilâf, mubah bir ihtilâf­tır, demişlerdir.

Hadîs, küsûf namazının cemaatla kılınmasının meşruluğuna de­lâlet eder. Hanefî âlimlerine göre küsüf namazı, Cuma nama­zını kıldıran imamın arkasında cemaatla kılınır. Bu mümkün olmaz­sa herkes kendi kendine kılar. Diğer üç mezhebe göre cemaatla ki-hnabildiği gibi, münferiden (tek başına) da kılınabilir.

Yukarıdaki izah, güneşin tutulması namazına aittir. Ay tutul­ması namazına gelince :

l -Hanef ilor’e göre bu namaz, şâir nafileler gibi iki rek’attır. Cemaatla değil, münferiden kılınır. Çünkü Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) hayattayken defalarca ay tutulmuş, fakat bunun için cemaatla namaz kıldığı rivayet olunmamıştır,

2 – Mâli k i 1 er’a göre de durum aynıdır.

3 – $ â f i î 1 e r ‘ e ve HanbelMer’e göre bu namaz, güneş tutulması namazı gibidir.

Hadiste : -Güneş ve Ay tutulduğu zaman namaza sığınınız.» buyurulmuştur. Yâni namaza koşunuz, bu olayın defi için namazdan yardım dileyiniz. İnsanların başına gelen belâ ve musibetlerin defi için namaz ve onun benzeri olan duâ ve istiğfar yapmak suretiyle Allah’a sığınmanın meşruluğu ve bu gibi ibâdetlerin başa gelen âfet­lerin defi için yararlı olduğu hükmü bu cümleden çıkarılabilir.

Küsûf namazının kılınmasına dair hu ve benzeri hadîslerde mev­cut emir, cumhurca mendubkık için yorumlanmıştır

Küsûf namazından sonra hutbe okumaya gelince; Bu hususla Fi kılıcıların görüşleri şöylediı :

1 – Ebu Hani i’e, Mâlik, Ebü Yûsuf ve bir ri­vayete göre a h m e d : Küsûf namazında hutbe okumak yoktur. Bu ve benzeri hadislerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küsûf namazı kılmayı emretmiş, fakat hutbe okumayı emretmemiş-tir. Eğer hutbe okumak meşru olsaydı bunu da emrederdi, Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hutbe okuduğu, bu hadîslerin zahirinden anlaşılıyor ise de; buyurduğu konuşma hutbe niyetiyle de­ğil, halkın yanlış anlamalarını tashih etmek içindir, demişlerdir.

2 – ŞâfiiIer Küsûf namazından sonra iki hutbenin okun ması müstahabtır, diyerek bu bâbla rivâye! olunan hadisleri delil göstermişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in küsüf namazından sonra irad buyurduğu hutbenin az bir kısmı burada rivayet edilmiş­tir. Buhâri ve Müslim’de nisbeten uzunca bir hutbe ri­vayet olunmuştur. Diğer hadîs kitablarında daha uzun metin mev­cuttur. İstiyenler oralara müracaat edebilirler. Hutbenin bir parçası da 1265 nohı hadiste

1264) Semûre bin Cündüb (Radıyailahıt tmlt)’den; Şüyle demişür :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (güneş tutulması ne­deni ile) bize küsûf namazını kıldırdı. Namazda O’nun sesini işitme­dik.” [67]

İzahı

Ebû Dâvûd, Nesâî, Ahmed ve Bey haki de bunu rivayet etmişlerdir. Bunların rivayeti çok uzundur namazın kı­lınış şekli tarif edilmiş ve Ebû Dâvûd ile Nesâî’ nin ri­vayetinde namazdan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in hutbe okuduğu da belirtilmiştir

Semûre (Radıyallâhü anh)’in : “Namazda Onun sesini işit­medik.” sözünden maksadı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in bu namazda kıraati gizli yaptığını ifâde etmektir. Bu itibar­la Küsûf namazında kıraatin gizli olduğuna delildir. Ebû Hâni f e , Mâlik, Ş â M i âlimleri ve Fıkıhçıların cumhuru bununla hükmetmişlerdir. Ebû Yûsuf, M u h a m m e d ve- Ah­med bu namazda açıklan okumaya hükmetmişlerdir

1265) Ebû Bekir (Radtyallâhü anh)’\n kızı Esma (Radtyallâkü an-hiimâ)’dan ; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bize Küsûf namazını kıldırdı, namaza durdu. Ayakta duruşu uzattı. Sonra rüku’ etti rü-kû’u da uzattı. (Rüku’dan başını) kaldırıp doğruldu, ayaktaki duru­şu uzattı. Sonra rüku1 etti. Rükuu (yine) uzattı. (Rüku’dan başım) kaldırdı. Secde etti. Secdeyi (de) uzattı. (Secdeden başını) kaldırıp (tekrar) secde etti. Secdeyi (yine) uzattı. Sonra başını kaldırıp ayağa kalktı. Kıyamı uzun tuttu. Rükua vardı. Bunu da uzun tuttu. (Rüku” dan başını) kaldırdı. Kıyamı (yine) uzattı. (Tekrar) rüku’a vardı,

Rükuu (yine) uzattı. Sonra (bağını) kaldırdı ve secdeye gitti. Secde­yi^ttı (Secdeden başın.) kaldırdı. Sonra (tekrar) uzun secde yap­tı. Sonra (namazı tamamlayıp) döndükten sonra şöyle buyurdu.

-Cennet bana o kadar yaklaştı ki ona cür’et etseydim size onun salkımlarından bir tanesini getirirdim. Cehennem ateşi de bana o ka­dar yaklaştı ki: Ey Rabbim! Ben de bunlar arasındayım’ demeyi başladım.»

Nâfi demiştir ki: Zannımca îbn-i Ebî Müleyke : Peygamber (Sal lallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir:

-Ve (cehennemde) bir kedinin tırmalayıp durduğu bir kadın gördüm. ‘Buna ne oluyor?’ diye sordum. Dediler ki: Bu kadın bu kediyi ölünceye kadar hapsetti. Ne ona yiyecek verdi, ne de yerin haşa­ratından bir şey yesin diye salıverdi.»” [68]

İzahı

Buharı, Müslim ve Ahmed de bunu rivayet et­mişlerdir. Bu da  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ‘ nın hadîsi gibi küsüf namazının iki rek’at olduğuna, her rek’atta uzun tutulan iki kıyam ve iki rüku bulunduğuna, bu namazın cemaatla kılınmasının meş­ruluğuna delâlet eder. Ayrıca bu namazdaki secdelerin uzun tutul­duğunu ve kadınların da bu namazın cemaatına katılmasının meş­ruluğunu ifâde eder.

Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in küsûf nama­zından sonra irad buyurduğu hutbenin bir parçasını ihtiva eder. Bu parçada cennet ve cehennemin efendimize çok yaklaştığı ifâde bu-yurulmuştur. Hafız İbn-i Hacer: Cennet ve Cehenne­min yaklaşmasına âit bu fıkra âlimlerce iki şekilde yorumlanmış­tır :

Birinci ihtimal: Efendimizle Cennet ve Cehennem arasındaki perdeler kaldırılmış, aradaki mesafe öyle katlanmış ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buraları çok yakından görüp seyret­miş ve isteseydi elini uzatıp Cennet meyvelerinden koparıp halka ve­rebilirdi.

İkinci ihtimal -. Cennet ve cehennem Allah’ın emri ile duvara yan­sıtılmış ve efendimiz aynaya bakar gibi duvara aksettirilmiş olan cennet ve cehennem şekline baktığında oraların ahvalini seyretmiş­tir.

Efendimizin • «Ben de bunlar arasındayım» cümlesinin mânâsı şu olabilir. Ben insanlar arasında bulunduğum müddetçe azap görme­melerine dâir bir ilâhî vaît vardır.

= «Sen onlar arasında iken Allah onları tâzib edecek değildir.» Âye­ti bu vâit hakkındadır. Efendimiz Cehennemi çok yakından seyredin­ce bu ilâhi vadi dile getirerek şefkatini izhar etmiş olur.

Üçüncü ihtimal: Efendimiz cehennemi çok yakından müşahede edince ilâhî haşyet dolayısıyla «Ey Rabbim! Ben de onlarla beraber miyim?» diyerek Allah’ın rahmetine sığınmıştır.

Ehl-i sünnet mezhebine göre cennet ve cehennem hâlen mevcut­tur. Buraların efendimize gösterilmesi Allah’ın kudretindedir. Za­man ve mekân mefhûmunun kaldırılması ile bir anda cennet ve ce­hennemin Habîb-i A’zama seyrettirilmiş olmasının akıldan uzak hiç bir yönü yoktur. [69]

153 – İstiska (Yağmur Dileme) Namazı Hakkında Gelen Hadîsler Babı

İstiska s Kuraklık olduğunda, istiğfar etmek, namaz kılmak ve duâ etmek suretiyle Allah Teâlâ’dan hayırlı ve bereketli yağmur di­lemektir. İstiska kitab, sünnet ve icmâ’ ile sabittir.

1266) İshak bin Abdilluh bin Kinâne[70] (Radıyallâhü anh)’den: Şöyle demiştir :

İstiska’daki namazı (n durumunu) (Abdullah) bin Abbas (Radı-yallâhü anhümâ)’ya sormam için emirlerden birisi benî ona gön­derdi, (îshak gidip tbn-i Abbas (Radıyallâhü anhümâ)’ya sorunca) ibn-i Abbas (Radıyallâhü anhümâ: O emîrin şahsen bana sorması­na ne engel var? dedikten sonra şöyle dedi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (istiska namazına) mütevazı, önemsiz giyimli, huşu içinde, yavaş yavaş yürüyerek ve boyun eğerek çıktı. Bayram­da kıldırdığı gibi iki rek’at namaz kıldırdı. Ve şu (bayram ve Cuma­daki) hutbeniz gibi hutbe okumadı.” [71]

İzahı

Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizi, Ahmed, Hâ­kim, Dârekutnî, İbn-i Hibbân ve Beyhakî de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. İshak’ı İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’a gönderen zâtın Medine emiri el-Velîd bin Utbe, râvi O s m a n ‘ in dediğine göre e 1 -Velîd bin Ukbe olduğu Ebû Dâvûd’un rivayetinde belirtilmiştir.[72]

Hadîs, istiska namazının iki rek’at olduğuna ve bayram nama­zına benzediğine delâlet eder. Ş â f i î 1 e r, bunu delil göstererek, istiska namazının bayram namazı gibi olduğuna ve bayram nama­zında olduğu gibi bunun ilk rek’atında yedi ve ikinci rek’atında beş tekbir alınmasına hükmetmişlerdir. $ â f i î 1 e r’ in ikinci delili Hâkim ve Dârekutnî’ nin Muhammed bin Ab­di 1 a z i z târiki ile yine İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’-den rivayet ettikleri bir hadîstir. Hadîste ilk rek’atta yedi ve ikin­ci rek’atta beş tekbir alındığı tasrih edilmiştir.

Mâlik, Ahmed, İshak, Ebû Sevr ve Cumhur: İstiska namazında zevâid tekbirlerinin bulunmadığına hükmetmiş­lerdir. Bunlara göre, istiska namazı, rek’at sayısı, açıktan okumak ve hutbeden önce kılınması bakımından bayram namazına benzetilmiş­tir. Dârekutnî ve Hâkim’in hadisi ise râvi Muham­med bin Abdilaziz’in zayıflığı nedeni ile delil olamaz.

İstiska hutbesinin diğer hutbeler gibi olmamasından maksat, bu­nun Cuma ve bayram hutbelerine benzememesidir. Çünkü bu hut­benin hemen hemen tümü duâ, istiğfar, tazarru ve yakarıştan iba­retti.

îstiska namazının meşruluğuna ve iki rek’at olduğuna Mâlik, Şafiî, Ahmed, Muhammed, bir rivayete göre Ebû Y ü su f, Selef ve halefin cumhuru hükmetmişlerdir. Bunlara göre istiska namazı sünnettir.

Ebû Hanife: İstiska namazı cemaatla kılınmaz. Bu namaz sünnet değil mendubtur. Kişilerin tek başına kılmaları caizdir, istis­ka namazı dua ve istiğfardan ibarettir, demiştir.

1267) Abbâd bin Temini “in amca;.. (Abdullah bin Zeyd bin Asım)[73] (Radıyallâhü anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre :

Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in istiska için musallaya[74] çıktığını, orada Kıbleye dönüp ri d asını çevirdiğini

ve iki rek’at namaz kıldırdığını müşahede etmiştir.

… Abbâd bin Temîm’in amcasından bunun misli Peygamber (Sallallahü I/- vhi vf Sellenı)\en rivayet edilmiştir. Süfyân’ın el-3Ies’ûdî’den rivayet ettiğine göre’ el-Mes’ûdî:

Ben, Ebû Bekir bin Muhammed bin Amr (Radıyallâhü anh) e: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ridâsının yukarı tara­fını mı aşağıya indirdi, yoksa ridâsının sağ yanını mı sol cepkenine aldı? diye sordum. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) : Hayır. Sağ yanını sol cepkenine aldı, diye cevap verdi, demiştir.” [75]

İzahı

Kütüb-i Sitte sâhiblerinin hepsi, A h m c d , Dârekutni ve Bey h a k î de bunu benzer lafızlarla rivayet etmiştir.

Ebû Davud’un rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in musallaya çıktığında cemaata iki rek’at namaz kıl­dırdığı, bu namazda açıktan okuduğu, ridâsını tahvil ettiği, ellerini kaldırın duâ ettiği, yağmur dilediği ve K ı b 1 e ‘ ye döndüğü ifâde edilmiştir.

İstiska namazında imamın açıktan okumasının müstahablığı hu­susunda İbn-i Battal, âlimlerin icmâını nakletmiştir.

Hadisin; cümlesi iki şekilde yorumlanabilir. Birisi:

‘Etek tarafını tutup omuza atmak ve ridânın yaka kısmını aşağıya salıvermektir. Diğeri: Ridânın sağ yanını sol cepkeni ve sol tarafını sağ cepkeni üzerine getirmek suretiyle çevirmektir. Hadisin terce meşinde belirtildiği gibi râvi el-Mes’ûdî bu cümleyle kaste dilen mânâyı râvi Ebû Bekir’e sormuş ve ikinci mânânın kastedildiği şeklinde cevap almıştır.

Bâzı rivayetlerde bu cümle verine; cümlesi vardır

Bunun mânâsı ‘Ridâsını tahvil etti’dir. Ridânın tahvili de iki şekilde yorumlanabilir. Ebû Davud’un bir rivayetinde; “Ridâsını tahvil etti” cümlesinden sonra : “Sağ yanını sol cepkeni ve sol yanını sağ cepkeni üzerine attı.” diye açıklayıcı bir cümle bulunuyor.

Ebû Dâvûd, Tahâvî ve Beyhaki’ nin diğer bir rivayetlerinde Abdullah bin Zeyd (Radıyallâhü anh) :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), üstünde siyah bir ha­mişe olduğu halde istiskaya çıktı. Hamîsanın etek tarafını tutup yu­karıya yâni omuzun a atmak istedi. Bu zor olunca mübarek cepkeni üzerine çevirdi” demiştir.

Ridâ tahvilinin keyfiyeti hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. M â 1 i k i’ ler ile Hanbeli’ lere göre ridânın tahvili, sağ ta­rafı sola ve sol tarafı sağa almak suretiyle çevirmektir. Ridâ yuvar­lak olduğu takdirde böyle tahvil edilmesine Şafiî’ ler de hük­metmiştir. Şayet dört köşeli ise böyle çevirmekle beraber, ridânın eteğini omuz tarafına ve omuz tarafını etek tarafına çevirmeyi Şa­fiî’ ler meşru görmüşlerdir. Hanef iler’ den Muham­med ise, imamın ridâsının etek tarafını omuzlara almasına ve omuz tarafını aşağıya sarkıtmasına hükmetmiş, cemâatin ridâ tah­vilini meşru görmemiştir. Ridâ, kaftan olduğu takdirde ters çeviril-melidtr, demiştir.

İstiska namazında ridâyı tahvil etmenin hikmeti, bu değişikliği hayra yorumlayarak Allah Teâlâ’nm kuraklık ve kıtlık hâlini de be­reketli yağmur ve bolluk hâline tahvil ve tebdil etmesini ummaktır. Hadis, duâ için Ki ble’ye dönüldüğü zaman ridânın tahvil edi­leceğine delâlet eder.

1268) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü a»A/den; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün istiskaya çık­tı. Bize ezansız ve ikametsiz olarak iki rek’at namaz kıldırdı. Sonra bize hutbe okudu. Ellerini kaldırarak ve yüzünü Kıbleye döndürerek Allah’a duâ etti. Ridâsını çevirdi, sağ yanı sol cepkeni ve sol yanı sağ cepkeni üzerine aldı.Bunun isnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları, Zevâid’de bildiril­miştir. [76]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs de istiska namazının iki rek’at olduğuna, hutbenin namazdan sonra okunduğuna, kible’ye dönüle­rek ve ridâ tahvil edilip Allah’a duâ edilmesinin meşruluğuna delâ­let eder. Ayrıca bu namaz için ezan ve ikametin meşru olmadığını ifâde eder. Bu hadis, duanın namazdan sonra yapıldığına delâlet eder. Ebû Davud’un İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) den rivayet ettiği 1266 nolu hadîsin benzerinde Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)’in duayı namazdan önce ettiğini ifâde ediyor.

Müellifin rivâyetindeki; kelimesini ‘boyun eğerek’ diye terceme ettim. Bu kelime; yalvararak, tazarru’ ve niyazda bulunarak anlamını da ifâde ediyor. Bu şekilde terceme edilebilir ve bu takdir­de İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in buradaki rivayeti de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in duayı namazdan önce yaptığına delâlet eder. El-Menhel yazarının dediği gibi, bu rivayetler arasında bir ihtilâf söz konusu değildir. Çünkü efendimizin bazen böyle, bazen öyle etmiş olması muhtemeldir. Yahut atıf edatı olarak kullanılmış olan ‘Sümme’ ve ‘Fe1 harfleri tertip ve sıralamayı ifâde etmez.

Şöyle de denilebilir: Hem namazdan önce hem namazdan son­ra duâ edilmiş olabilir. Bâzı rivayetler birisini diğer rivayetler de öbürünü ifâde etmiştir. [77]

154 – İstiskadaki Duâ Hakkında Gelen Hadisler Babı

1269) Şürahbîl bin es-Sımt (Radtyallâhü ank)’den rivayet edildiğine göre kendisi Ka’b (Radtyaliâhü anh ya.:

Yâ Ka’b bin Mürre! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’-den bize hadîs rivayet et. Ve (yanlış sözden) sakın, demiş; Ka’b (Ra-dıyallâhü anh) şöyle demiştir: Bir adam. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e gelerek: Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ’dan istiska et. (Yağmur dile) dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) ellerini kaldırarak i

= “Allahım! Bize âkibeti hayırlı, bol, umumî, âcil, geç kalmayan, yararlı ve zararsız bir yağmur ver.» diye duâ etti.

Râvi demiştir ki: İkinci Cuma namazını kılmadan evvel bol bol yağmurla ihya edildiler. Râvi demiştir ki: Sahâbîler, (tekrar) O’na gelerek (bu defa) yağmurun fazlalığından şikâyetçi oldular ve: Yâ Resûlallah! evler yıkıldı, dediler. Bunun üzerine Efendimiz:

«Allahım! Etrafımıza (yağsın). Üzerimize değil» diye duâ etti. Râvi demiştir ki: Bu duâ üzerine bulut parçalanıp şehrin sağına ve soluna çekildi.”

1270) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)Y\ar\; Şöyle demiştir:

Bir arabi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e gelerek-Ya Resûlallah! Sana öyle bir kavmin yanından geliyorum ki- ku­raklık dolayısıyla çobanları hayvan gütmeye gitmez ve erkek de­velerinden hiç birisi kuyruğunu kaldırıp indiremez, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hemen minbere çıka rak Allah’a hamd ettikten sonra;

= «Allah’ım! Eize can kurtaran, âkibeti hayırlı, umumi.bol, sır­sıklam eden, âcil ve gecikmesiz bir yağmur ver.» diye duâ etti. Son­ra minberden indi. Etraftan gelen herkes : (Bol yağmur ile) ihya edil­dik, dedi.”

Not : İsnadının sahih ve ricalinin sıka olduğu Zevâİd’de bildirilmiştir.

1271) Ebû Hüreyre (Radtyaltâkü anhyâen; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağmur için duâ etti. Ellerini öyle kaldırdı ki; Ben Onun koltuk altlarının beyazını gör­düm. (Veya bu beyazlık görüldü.)

Râvi Mu’temir, bunun istiskada olduğunu sanırım, demiştir.”

1272) (Abdullah) İbn-i Ömer (Rad’yallâhü anhütnâ)'<\an; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine’de minber üze rinde yağmur duasını okurken ve henüz minberden inmeden Medi­ne’deki bütün oluklar gürül gürül akarken ben mübarek yüzüne ba­ka baka şâirin; sözünü defalarca hatırlamışımdır. Bu söz Ebû Talibe aittir.” [78]

İzahı

K a’b (Radıyallâhü anh) in hadisinin benzerini B u h â r i ve Ebû Dâvüd, Enes (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet et­mişlerdir. Buhar î ve Ebû Davud’un rivayetine göre:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir Cuma günü min­ber üzerinde hutbe okurken, bir adam ayakta dikilerek:

Yâ Resûlallah! Hayvanlar helak oldu. Allah’a duâ et. Bize yağ­mur versin, dedi. Bunun üzerine efendimiz ellerini kaldırarak yağ­mur için duâ etti. Hava o esnada tamamen açıktı. Aniden bir rüzgâr esti ve bulut görüldü. Biraz sonra toplanan buluttan bardaktan bo-şanırcasına bol bol yağmur yağmaya başladı. Bir hafta yağmur ke­silmedi. Ertesi Cuma namazında yine Efendimiz hutbe okumak için ayağa kalkınca, bir adam ayağa kalkarak: Yâ Resûlallah evler yı­kıldı. Yağmurun kesilmesi için Allah’a duâ et, dedi. Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) tebessüm ettikten sonra;

«Etrafımıza (yağsın). Üzerimize değil.» buyurdu. Buluta bak­tım. Medine şehrinin etrafında halka hâline geldi.’

O rivayetlerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yap­tığı duanın metni, burada olduğu gibi zikredilmemiştir. Buhâri’-nin rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in;

«Allah’ım bize yağmur ver, Al­lah’ım bize yağmur ver, Allah’ım bize yağmur ver.- diye duâ ettiği ifâde edilmiş ve yağmurun kesilmesi için yaptığı duâ, buradakinin aynisidir.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in hadisi zevâid türündendir. Bu hadisteki duanın benzerini Ebû Dâvûd, Hâkim ve Beyhakî, Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anh)’-den rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’in hadîsinin benzerini Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd, Enes (Radıyal­lâhü anh)’den rivayet etmişlerdir.

Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Buhâri de rivayet etmiştir.

İ b n – i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve İ b n – i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsleri, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in yağmur talebi için minber üzerinde duâ ettiğine delâlet edi­yorlar. Buhâri ve Ebû Dâvûd’un Enes {Radıyallâ­hü anh)’den rivayet ettikleri hadîs ise Cuma hutbesinde yağmur dua­sının meşruluğuna delâlet eder.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’in hadîsi de yağmur için duâ ederken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ellerini kol­tuk altlarının beyazı görülünceye kadar kaldırdığına delildir.

Bu bâbtaki hadîsler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in duasının derhal kabul olunduğunu ifâde ediyorlar.

Yağmur talebi için istiskanın bir kaç türlü olabildiği, bu konu­da rivayet olunan hadislerden anlaşılıyor. El-Menhel yazarı, bu çe­şitleri şöyle sıralıyor :

îstiskanın en azı yağmur için duâ etmektir. Ortancası farz na­mazların arkasında yağmur için duâ etmektir. En mükemmeli, is-tiska niyetiyle iki rek’at namaz kılmak, iki hutbe okumak ve duâ et­mektir. Hutbeler namazdan önce veya sonra olabilir. Çünkü her iki şeklin meşruluğuna delâlet eden sahîh rivayetler mevcuttur. M â ~ likîler, Şâfiiler, Hanbelîler ve âlimlerin cumhu­ru önce namaz, sonra hutbe okumayı tercih etmiştir.

Buhâri ve Ebû Dâvûd’un Enes (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiklerine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağmur duasında ellerini kaldırırken avuçlarının içini yere döndürmüştür. Bunun hikmeti, kuraklık ve sıkıntının bol yağmur ve genişliğe çevrilmesidir.

İ b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) in hadisinde anılan Ebû T â 1 i b ‘ in beyti, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hak­kında söylediği 110 beyitlik bir medhiyyedendir. K a s t a 1 â n i’ nin Bey haki’ den naklen beyânına gör* Beyhakî, Enes (Radıyallâhü anh)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Bir a’rabî. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) ‘e gelerek: Yâ Hesûlallah! Allah’a yemin ederim ki bizim ne inildiyebîlecek bir devemiz kaldı, ne de bağırabilecek çocuğumuz, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalkıp ridâsını sürükliyo sürükliye minbere çıktı, ve Allah’tan yardım diledi… (bol bol yağmur gelmeye başlayınca) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Eğer Ebû Tâlib hayatta olsaydı çok sevinirdi. Onun şiirini kim okuyabilir?» buyurdu. Bunun üzerine Alî (Radıyallâhü anh) ayağa kalkıp:

Yâ Resûlallah! Bana öyle geliyor ki Sen onun şu sözünü kaste­diyorsun, dedi ve mezkûr beyti arkasındaki üç beyitle birlikte söy­ledi.”

Bu beyit Ebû Tâlib tarafından Peygamberimiz üzerinde medhiye olarak yazılmış çok değerli bir kasidedendir. Ebû Tâlib bu kasideyi Mekke müşriklerinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e amansız husûmet besledikleri ve inanan bir avuç müslü-manı Onun çevresinden uzaklaştırmak için insanlık dışı hareketleri reva gördükleri günlerde kaleme almıştır. Bu beytin mânâsı şöyledir: ‘O efendi beyazdır. Mübarek yüzü suyu hürmetine yağmur dilenir. Yetimlere yardımcı ve sığınaktır. Fakir dul kadınlar için güven kay­nağıdır.’

Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Ebû Tâlib, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in istiskaya çıktığı zamana yetişme­mişken Onun mübarek yüzü suyu hürmetine yağmur dileneceğini nereden bilmişti? Bilindiği gibi istiska, hicretten sonra meşru kılın­mıştır. Ebû Tâlib ise hicretten önce M e k k e’ de ölmüş­tür. Bu sorunun cevâbı şöyledir : İbn-i Asâkîr’in Celhe-me bin Arfata1 dan tahriç ettiğine göre C e 1 h e m e şöyle söylemiştir :

Mekke halkı kuraklık ve sıkıntı çektiği esnada ben Mekke’ye vardım. Kureyş, Ebû Talibe baş vurarak:

Yâ Ebâ Tâlib! Mekke çok kuru kaldı. Çoluk çocuklar perişan vaziyette. Gel de yağmur duasında bulun, dediler. Ebû Tâlîb yağ­mur duasına çıktı. Beraberinde güneş gibi nurlu, gencecik bir oğ­lan çocuğu vardı. (Peygamber Efendimizi kastediyor.) Bu nurlu ço­cuğun çevresinde bir kaç çocuk daha vardı. Ebû Tâlib bu çocuğun kolundan tutup Kâ’be’nin yanma vardı ve Onun sırtını Kâ’be’ye da­yadı. Çocuk duâ etmeye başladı. O esnada hava tamamen açık idi.

Birden bire şurada burada bulutlar görülmeye başladı ve sırsıklam edici yağmur yağdı. Mekke dereleri sularla taştı. Ebü Tâlib, bunun hakkında mezkûr beyti söyledi.

î b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) bu hadîste diyor ki: Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} M e d i n e ‘ de minber üze­rinde yağmur duasını edip henüz minberden inmeden bütün oluk­lar yağmurla dolup taşarken defalarca şâirin bu beytini yâd ede dur­dum. [79]

155 – İki Bayram Namazı Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1273) (Abdullah) bin Abbâs (RadtyaUâhü anhiimâyd&n; Şöyle de­miştir :

Ben şahadet ederim ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) bayram namazını hutbeden önce kıldırdı. Sonra hutbe okudu. Sonra (hutbede) sesini kadınlara duyuramadığını bildiğinden onlara yakın bir yere gidip onlara vaaz ve nasihat etti, sadaka vermelerini em­retti. Bilâl (Radıyallâhü anh) da (sadaka için elbisesinin eteğini) el­leri ile şöyle tutup açtı. Artık her kadın küpesini, yüzüğünü ve neyi varsa (Bilâl’ın eteğine) atmaya başladı.” [80]

İzahı

Müslim ve Ebû Dâvûd da bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Ayrıca Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve N e s â î bunun benzerini Câbir bin Abdi 1 lah (Ra­dıyallâhü anh)’dan rivayet etmişlerdir. Câbir (Radıyallâhü anh)’in rivayeti meâlen şöyledir:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ramazan bayramı günü önce bayram namazını kıldırdı. Sonra cemaata hutbe okudu. Allah’ın Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hutbeyi bitirin­ce yerinden ayrıldı ve kadınların yakınına vardı. Efendimiz Bilâl’ın koluna dayanarak, Bilâl da eteğini (sadaka için) açmış olduğu hal­de, efendimiz kadınlara vaaz buyurdu. Kadınlar da Bilâl’ın açtığı elbisenin içine sadaka atarlardı. Râvi demiştir ki artık kadın yüzü­ğünü atıyor ve tüm kadınlar bir şeyler atıyorlar da, atıyorlardı.”

tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve C â b i r (Radıyal-lâhü anh)’den yapılan bâzı rivayetlerde, “Fıtır günü” yâni Ramazan bayramı günü kaydı mevcuttur. Bayram namazının hutbeden önce kılınmasına dâir bâzı hadîslerde bu kayıt yoktur. Bu bâbta rivayet edilen diğer hadîslerde böyle bir kayıt yoktur.

Bu konuda rivayet edilen hadisler bayram namazının hutbeden önce kılınmasına delâlel ederler.

Kadı Iy âz : Bütün âlimler ve tüm fetva imamları bu hu­susta müttefiktirler. Aralarında her hangi bir ihtilâf yoktur. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in tatbikatı ve ondan sonra Hulefâ-i Râşidinin uygulaması böyledir, demiştir

E 1 – I r a k i da : Bayram namazının hutbeden Önce kılınma­sı tüm âlimlerin kavlidir, demiştir.

Namazdan önce hutbe okunduğu takdirde, Şafii ve H a n -b e 1 î mezheblerine göre okunan hutbe muteber sayılmaz, namaz­dan sonra tekrar okunması sünnet lir Hanefî mezhebine göre mekruh olmakla beraber muteberdir. Mâliki mezhebine göre muteberdir. Namazdan sonra tekrar okunması sünnettir.

Hadis, kadınların bayram namazına gitmelerinin meşruluğuna ve kadın cemâatin erkek cemaattan tamamen ayrı oturmalarının gerekliliğine delâlet eder. Çünkü kadın cemâat, Peygamber (Sallal­lahü Aleyhive Sellem) den uzak oturduklarından dolayı hutbeyi işi-temedikleri için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelJem) hutbeden sonra onların yakınına gitmiş ve onlara nasihatte bulunarak sada­ka vermelerini emretmiştir.

Kadınların verdiği sadakanın fılır sadakası olmayıp normal bir bağış olduğu M ü s 1 i m ‘ in îbn-i C ü r ey c tariki ile A 1 â ‘ -dan olan bir rivayetinden anlaşılıyor. Şöyle ki ibn i Cüreyc:

Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in emrettiği sa­daka fıtır sadakası mı? diye Atâ’ya sordum. Ata : Hayır. O gün için kadınların yapacağı bir teberru, diye cevap verdi.” demiştir.

Bilâl (Radıyallâhü anh) kadınların yaptıkları bağışları tes­lim almış, sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu fa­kirlere dağıtmıştır. Nitekim Ebû Davud’un îbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)’dan olan bir rivayetinde:

“Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınların yaptıkları bağışları müslümanların fakirlerine taksim etti.” denilir

Hadîste geçen “Hurs” veya “Hırs” kelimesi kulağa takılan hal­ka biçiminde altın veya gümüşten mamul küpedir.

Hadîs, kadının, kocasından izin almadan kendi malından sadaka çıkarmasının meşruluğuna delâlet eder.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhl’ın burada : “Ben şehâdet ederim…” sözünden maksadı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in böyle yaptığını gözleri ile görüp bunu bizzat müşahede et­tiğini ve kesin bilgiye dayalı haber verdiğini ifâde etmektir. Yoksa her hangi bir konu lehinde veya aleyhinde şahitlik etmek mânâsı kastedilmemiştir.

1274) (Abdullah) bin Abbâs (Uadtyaltâhü anhümâ) dan; Şöyle de­miştir :Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bayram günü bayram namazını ezans<z ve ikametsiz olarak kıldırdı.” [81]

İzahı

Ebû Dâvûd da bunu rivayet, etmiştir. Oradaki rivayette Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’in da bayram namazını ezansız ve ikâmetsiz kıldırdığı belirtilmiştir. Ayrıca Ömer (Radıyallâ-hü anh) veya Osman (Radıyallâhü anh)’in böyle yaptığı riva­yet olunmuştur. Ancak râvi Yahya el-Kattan, Ömer’in mi, Osman’ in mı? zikredildiği hususunda tereddüt etmiştir.

Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettikleri Câbir bin Semûre (Radıyallâhü anh)’in hadîsinde de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ezansız ve ikametsiz bayram namazını kıldırdığına C â b i r’ in defalarca şahit olduğu ifâde edilmiştir.

Tüm âlimler, bu hadîsleri ve benzerlerini delil göstererek bay­ram namazında ezan ve ikametin meşru olmadığına hükmetmişler­dir.

1275) Ebû Saûi(-i Hudrî) (Kadıyaltâhü anh)’den; Şöyle demiştir: (Medine valisi) Mervân[82] bayram günü minberi (musallaya) çıkartarak bayram namazından önce (minber üzerinde) hutbe oku­maya başladı. Eir adam ayağa kalkarak :

Yâ Mervân! Sen sünnete muhalefet ettin. Bayram günü minberi (mescidden musallaya) çıkarttın. Halbuki minber çıkarılmazdı. Na­mazdan Önce hutbeye başladın. Halbuki hutbe (namazdan) önce .okunmazdı, dedi. Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radıyallâhü anh) :

Bu adam kendisine düşen görevi ifâ etti, (çünkü) ben Resûlııl-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den işittim buyurdu ki:

«Kim bir münkeri görüp onu elile değiştirmeye muktedir ise, eli-le değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin. Dili ile de­ğiş tire mezse kalbi ile değiştirsin.Kalb ile değiştirmek İman ‘meyve­sin) in en zayıfıdır.»” [83]

İzahı

Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd ve Bey haki de bunu rivayet etmişlerdir.

  1. bâbta gelecek olan 1313 nolu hadîsin izahında belirteceğim gibi hava yağışlı olmadığı zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Hülafâ-i Râşidîn bayram namazını müsait bir meydanda kıldmrlardı ve 158. bâbta açıklanacağı üzere Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram hutbesini minber üzerinde okumazdı. Medîne valisi Mervân bayram hutbesi için mesciddeki minberi, bayram namazının kılınacağı meydana çıkart­tırmış ve bayram hutbesini okumak İçin minbere çıkmış. Bir de hut­beyi namazdan önce okumaya başlamış, bunun üzerine cemaattan bir zât valinin bu hareketine karşı çıkarak iki noktada sünnete mu­halefet ettiğini cemâatin huzurunda söylemiştir. Burada ‘Sünnet’ten maksat, Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem)’dan sabit olan yol­dur.

El-Menhel yazarının nakline göre valiye itiraz eden zâtın I m â -re bin Ruayba olduğu söylenmiştir.

Hadîsin zahirine göre bayram hutbesini namazdan önce okuyan ilk şahıs Mervân’ dır. Bâzıları Osman (Radıyallâhü anh)’in da böyle yaptığını söylemiş ise de e 1 – A y n î’ nin dediği gibi bu rivayet subût bulmamıştır. Bâzıları da bunu ilk yapanın Muâviye (Radıyallâhü anh) olduğunu söylemiştir. Şafiî’ nin riva­yetine göre Abdullah bin Yezîd el-Hıtmî:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir, Ömer ve Osman (Radıyallâhü anhüm) önce bayram namazını kıldırırlar di, ondan sonra hutbe okurlardı. Muâviye (Radıyallâhü anh) iş başına geçince hutbeyi öne aldı, demiştir.

Ebû S a i d t Radıyallâhü anh) : “Bu adam kendisine düşen görevi yaptı.” demekle valiye itiraz eden zâtın, mükellef bulunduğu marufu emretmek ve münkeri nehiy etmek vecîbesini yerine getir­diğini ifâde etmiştir.

“Münker” Şer’an kötü sayılan şeydir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’den sabit olan yola aykırı düşen her fiil, hareket ve söz münkerinin kapsamına girer. Böyle bir münkere karşı çık­maya da “İnkâr” denir.

Kadı I y â z : Cemaatın huzurunda adamın valiye itiraz et­mesi ve E b û S a î d ‘ in valinin hareketini münker sayması, hut­benin namazdan sonraya bırakılmasının Sünnet-i seniyye’ye ve H u -1 e f â – i R â ş. i d î n ‘ in tatbikatına uygunluğuna delâlet eder, de­miştir.

Münker bir şeyi değiştirmeye âit hadîsteki emir âlimlerin icmâı ile vâciblik içindir. Bu vücûp farz-ı kifâye nevindendir. Yâni bu gö­revi bâzı kimseler îfa ettiği takdirde diğerlerinden sorumluluk kal­kar. Hiç kimse yapmazsa toplumun tümü sorumluluk altında kalır.

Namaz, oruç, zekât gibi farziyeti herkesçe bilinen mârufu em­retmek ve içki, kumar, zina gibi haramlığı herkesçe malum olan mün-keri değiştirmek hizmeti yalnız din âlimlerine münhasır değildir. Bü­tün müslümanlar bu konuda sorumluluk taşır. Fakat farziyeti veya yasaklığı yalnız din âlimlerince bilinebilen ince meselelerde mârufu emretmek ve münkeri değiştirmek görevi ilim ehline aittir. Avam ta­bakası bundan sorumlu değildir.

Bir münkeri elile değiştirmeye muktedir olmayan, meselâ; elile müdâhale etmesi hâlinde daha büyük bir fitnenin doğmasından kor­kan kimse, diliyle değiştirsin. Şayet diliyle karşı çıkmak ve ikazda bulunmak daha fena bir duruma sebebiyet verecekse, artık kalble değiştirsin. Yâni kalben o münkerden nefret etsin ve giderilmesi için Allah’a duâ etsin.

Hadîsin; cümlesinin zahir mânâsı; “Münker­den kalben nefret etmekle yetinmek imanın en zayıf mertebesidir.”

Bu mânâ kastedilmemiştir. Çünkü; elile ve dilile münkeri değiş­tirmeye muktedir olmayan bir kimse yalnız kalben nefret etmekle mükelleftir. Gücünün yetmediği bir şeyle mükellef değildir. Dolayı­sıyla bundan dolayı îmanı en zayıf mertebeye düşmüş, denmez.

Mezkûr cümle muhtelif şekillerde yorumlanmıştır.

Sindi’ nin beyânına göre; bâzı âlimler, cümledeki ‘iman* kelimesini ‘Amel1 mânâsına yorumlamıştır. Yâni münkerden yalnız kalben nefret duymak münkerle mücâdele etmek bakımından en za­yıf olan ameldir.

Bâzıları da: Münkerden kalben nefret etmek îman meziyetleri­nin en zayıfıdır.’ diye yorum yapmışlardır.

El-Menhel yazarı da: Münkerden kalben nefret duymak îman meyvesi bakımından diğerlerinden zayıftır, diye yorum yapmıştır.

Münkeri el ile değiştirmek îmanın en kuvvetli meyvesidir. Dil ile değiştirmek îmanın mutedil bir semeresidir. Kalben nefret etmek ise en küçük ve az bir semeredir.

Kadı Iy âz: Hadîs, münkerin değiştirilmesi keyfiyeti için bir esastır. Artık münkeri değiştirmeye çalışan mü’min elinden ge­len her çareye baş vurmak durumundadır. Münkeri elile değiştirmek, kumar, saz, caz âletlerini kırmak, içkileri dökmek, gaspedilmiş olan malları gaspedenlerden tahsil etmek veya bunların îfâsı için emir ve talimat vermekle gerçekleşir. Eğer böyle yapmaktan daha bü­yük bir fitnenin doğacağından korkarsa mü’min, o münkeri dili ile değiştirsin. Bu da nasihat etmek, gerektiğinde tehdit etmek, korkut­mak ve hayra davet etmekle hâsıl olur. Münkeri sözle değiştirme­nin daha büyük bir fitneye sebebiyet vereceğinden korkan kişi ar­tık kalben nefret etmekle yetinir. Hadîsten kastedilen mânâ budur. Bâzıları, şartlar ne olursa olsun münkeri değiştirmek gerekir. Bu uğurda ölmek ve büyük zararları göze almak, gerekir, demişler ise de bu görüş hadîsten kastedilen mânâya aykırıdır, demiştir.

1276) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ondan sonra Ebû Be­kir ve ondan sonra Ömer (Radıyallâhü anhümâ) bayram namazını hutbeden önce kıldırırlardı.” [84]

İzahı

Ebû Dâvûd’ dan başka Kütüb-i Sitte’nin diğer yazarları bunu rivayet etmişlerdir. Bu da bayram namazının hutbeden önce kılınmasının meşruluğuna delâlet eder. T i r m i z i bu hadîsi ri­vayet ettikten sonra : Sahâbîlerin ve onlardan sonra gelen âlimlerin ameli böyledir. Her iki bayramda önce namaz kılınır. Sonra hutbe okunur. Hutbeyi namazdan önce okuyan ilk şahsın M e r v â n bin el Hu kem olduğu söylenir, demiştir[85]

156 – İki Bayram Namazında İmamın Kaç Tekbir Alacağı Hususunda Gelen Hadîsler Babı

1277) Resûlulah (Sallallahiı Aleyhi ve Sellem )’ln müezzini Sa’d cl-k;u;ı/ ( Raılıyalldlni tinh)’dt%w, Şiiylc «IcmMir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki bayramda (nama­zın) ilk rekatında kırâattan önce yedi ve son rek’atta kırâattan ön­ce beş (defa) tekbir alırdı.”

Not : Zevâid’de Abdurrahman bin İshak bin Ammar’ın hadîsinin senedi za­yıftır. Çünkü Abdurrahman bin Sa’d zayıftır Babasının hâli de bilinmiyor, denmistir.

1278) Amr bin Şuayb’ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radı-vallâhii art küm)’dan: Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram namazında (ilk rek’atta) yedi ve (son rek’atta) beş (defa) tekbir aldı.”

1279) Kesîr’in dedesi (Amr hin Av!” cl-Mü/cni[86] (Radtvaltâhii ankümâ)’t\a.n : Şöyle demiştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhive Sellem), iki bayramda ilk rek’­atta (kırâattan önce) yedi ve son rekatta (kırâalran önce) beş (de fa) tekbir aldı.”

1280) Âişe (Radtyallâhü anhâyfan; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), fıtır ve kurban bay­ramları namazında rükua âit iki tekbirden başka (ilk rek’atta) yedi ve (son rek’atta) beş (defa) tekbir aldı.” [87]

İzahı

Sa’d (Radıyallâhü anh)’ın hadîsi zevâid türündendir. B e y -hakî de rivayet etmiştir. Hadisin senedi zayıf ise de diğer ha­dîsler, bunun hükmünü teyid ederler.

Abdurrahman bin Amr (Radıyallâhü anh)’m ha­disini Ebü Dâvüd, Dârekutni ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Ebû Davud’un rivâyetindeki metin şöy­ledir :

= Abdullah bin Amr bin el-As (Radtyallâkü anhümâ)’âan rivayet edildiği­ne göre Allah’ın nebisi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Fitır bayram’ı namazında tekbir, ilk rek’atta yedi ve son rek’at-ta beş (defa) dır. (Her iki rek’attaki) kıraat (bunlardaki) tekbirler­den sonradır.»

Amr bin Avf (Radiyallâhü anh) ‘in hadisini Tirmizi – de rivayet etmiştir. T i r m i z i’ nin rivayetinde :

= «Kırâattan önce» kaydı mevcuttur. Yâni namazın her iki rek’a-tında tekbirlerin kırâattan önce alındığı tasrih edilmiştir.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ‘ nin hadîsini Ebû Dâvûd ve B e y h a k î de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd’un rivaye­tinde yedi tekbirin ilk rek’atta ve beş tekbirin ikinci rek’atta alındı­ğı belirtilmiştir.

Bu bâbtaki hadîsler, fıtır bayramı yâni Ramazan bayramı olsun, Kurban bayramı olsun her ikisinde kılınacak bayram na­mazının ilk rek’atında yedi ve son rek’atında beş defa tekbir alına­cağına ve her iki rek’atta tekbirlerin kırâattan önce alınacağına de­lâlet ederler.

Bu husustaki âlimlerin görüşleri:

Ramazan ve Kurban bayramı namazlarında ilk rek’­atta yedi ve son rek’atta beş tekbir alınacağına hükmeden âlimlerin başında Ömer, Alî, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd-i Hudrî, Câbir, îbn-i Ömer, îbn-i Abbâs, Âişe ve Medine’ nin “Fukahâ-i Seb’ası (yedi fıkıhçısı) (Radıyallâhü anhüm) gelir. Ömer bin Abdi 1-aziz, Zühri, Mekhûl, Mâlik, Evzâi, Şafii, Ahraed, Ishak ve el-Müzenî gibi tabiîler ve onlardan sonra gelenlerin kavli de budur. Bunlardan Mâlik, Ahmed ve e l-.M ü z e n i’ye göre ilk rek’atta alınacak yedi tekbir’e iftitah tekbiri dâhildir. Şafiî, Evzâî ve İshak’a göre dâ­hil değildir.

Yine Mâlik, Şafiî ve Ahmed’e göre her iki rek’-ata göre tekbirler kırâattan önce alınır. E 1 -1 r â k i’ nin dediği ne göre sahâbîlerin ve tabiîlerin ekserisinin kavli budur.

Hanefi âlimlere göre bayram namazlarında zevâid tekbir­leri her rek’atta üçtür* îlk rek’atta kırâattan önce ve iftitah tekbirin­den sonra alınır. İkinci rek’atta ise kırâattan sonra üç tekbir alınır. Sonra rüku’ için her zaman olduğu gibi tekbir alınır. Sahâbilerclen İbn-i Mes’ud, Ebû Musa el-Eş’ârî ve Ebû Mes’ûd el-Ensârî ile tabiîlerden S e v r i (Radıyallâhü anhüm)’ün kavli de budur. [88]

Zevâid Tekbirlerinin Hükmü

Cumhura göre bu tekbirleri almak sünnettir. Hanefiler’e göre vâcibtir, bilerek terkeden kişi günah işlemiş olur.

Geniş malûmat için fıkıh kitablarına baş vurmak gerekir. [89]

157 – İki Bayram Namaz1ndaki Kıraat Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1281) Numan bin Beşîr (Radıyallâhü an*)’den: Şöyle demiştir: Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} her iki bayram namazinda (Fâtiha’dan sonra) sûrelerini okurdu.”

1282) Ubeydullah bin Abdillah (RadtyaUâhü anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre :

Ömer (Radıyallâhü anh) bir bayram günü (namaza) çıkmış ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu gibi günlerde (Fati­hadan sonra) ne okuduğunu Ebû Vakıd el-Leysî (Radıyallâhü anh) a (adam) göndererek sordurmuş ve Ebû Vakıd: (Efendimiz),ve; sûrelerini (okurdu) diye cevap vermiştir.

1283) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan: Şöyle de-ir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), lıer iki bayram nama­zında (Fâtiha’dan sonra); sûrelerini okurdu.” [90]

İzahı

Nûman (Radıyallâhü anh)’m hadisini Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.

N û m a n (Radıyallâhü anh) ve İ b n – i A b b A s m«H, yallâhü anh),n hadîslerine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram namazlarında Fâtiha’dan sonra ilk rek’atta el-A’lâ sûresini ve ikinci rek’atta el-Câşîye sûresini okurdu. Ubeydul-1 a h (Radıyallâhü anh)’ın hadîsine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk rek’atta Kaı sûresini ve ikinci rek’atta el-Ka-mer sûresini okurdu. Bu hadîste Ö m o r (Radıyallâhü anh)’in Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in hangi sûreleri okuduğu­nu Ebû Vâkıd (Radıyallâhü anh)’a sorduğu bildirilmiştir. Ömer (Radıyallâhü anh) gibi bir zâtın bundan haberdar olması gerektiği halde bunu sordurmasının sebebi kendisinin bir şüpheye düşmüş olması ve bu şüpheyi gidermek için sordurduğu muhtemeldir. Yahut Ebû Vakıd (Radıyallâhü anh)’ın bunu bilip bilmedi­ğini anlamak için sordurmuş olabilir. Yahut cemâatin bunu duyma­sını ve öğrenmesini istemiş olabilir.

Hadîslerden anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) bazen bayram namazında el-A’la ve el-Ğâşiye sûrelerini bazen de Kaf ve el-Kamer sürelerini okurdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bayram namazlarında bu sûrelerin tamamını okuduğu el-Menhel’de belirtilmiştir.

Beyhakî ve Nevevî, Ubeydullah ın Hz. Ömer (Radıyallâhü anh)’i görmediğini söylediklerine göre hadîs münkatı1-dır. Lâkin Müslim ve Bey haki” nin rivayetine göre Ubeydullah bu olayı I\ b û Vâkıd (Radıyallâhü anh)’-den rivayet etmişitir. beydullah’ınEbû Vâkıd (Radıyal-lâhü anh) zamanına veriştiği sabittir. Bu sebeple hadis muttasıldır. [91]

158 – İki Bayramdaki Hutbe Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1284) Ebû Kâhil (el-Ah(ncsi) (Raılıyuilâhü anhyfan rivayet edildi­ğine göre şöyle demiştir:

Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i bir deve üstünde hutbe okurken ve devesinin yularını t ir habeşi tutmuş olarak gör­düm.”

1285) Ebû Kâhil (el-Ahmesî) (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle de­miştir :

Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i bir güzel deve üstünde hutbe okurken ve devesinin yularını bir habeşî tutmuş ola­rak gördüm.”

1286) Nubayt (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre kendisi hacca gitmiş ve :

Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i devesi üzerin­de hutbe okurken gördüm demiştir.”

1287) Müezzin Sa’d (Radıyallâhü atık)’den; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hutbede yer yer tekbir getirirdi. İki bayram hutbesinde çok tekbir getirirdi.”

Not: Râvî Abdurrahman bin Sa’d’m zayıflığı ve babasının hâlinin bilinme­mesi nedeniyle bu senedin zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir.

1288) Ebû Saîd-i el-Hudrî (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bayram günü (musal­laya) çıkardı cemaata iki rek’at bayram namazı kıldırıp selâm ver­dikten sonra ayakta durup cemaata yüzünü döndürürdü. Cemâat da oturmuş vaziyette olurdu Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Sadaka veriniz sadaka veriniz» buyururdu. En çok sadaka ve­renler kadınlardı. Bunlar küpelerini, yüzüklerini ve neleri varsa (verirlerdi.) Sonra Efendimiz savaş için asker göndermek istese ve­ya başka bir iş varsa cemaata anlatırdı bir emri yoksa dönüp giderdi.”

1289) Câbir (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fıtır veya Kurban bay­ramı günü (musallaya) çıkarak ayakta hutbe okudu. Sonra biraz oturduktan sonra (tekrar) ayağa kalktı (İkinci hutbeyi okudu.)”

Not: Zevâid’de şöyle denmiştir: Nesâi. Câbir (R.A.)’in bu hadisini küçük

süneninde rivayet etmiştir. Yalnız orada :veya Kurban bayramı günü» kaydı yoktur. İbn-i Mâceh’in süneninde bulunan İs­mail bin Müslim’in zayıflığı hususunda âlimler ittifak etmişlerdir. Bâvi Ebû Bahr da zayıftır. [92]

İzahı

Müellifin iki senedle rivayet, ettiği E b û K â h i 1 (Radıyallâhü anh) in hadîsini N e s â i de rivayet etmiştir.[93]

Hadis, bayram hutbelerini deve üstünde okumanın meşruluğu na delâlet eder. Devenin yularını tutan Habeşi’nin Bilâl (Ra dıyallâhü anh) olduğu S i n d i ‘ de beyan edilmiştir. Bir masla­hat için büyüklerin binek hayvanının yularını tutmanın meşruluğu bu hadîsten anlaşılır. Buna benzer hizmetler de böyledir.

N u b a y t (Radıyallâhü anh)[94] in hadisini E b û Dâ-v û d , A h m e d ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. E b û D â v û d ‘ un rivayeti şöyledir :

= … «Nubayt (Radıyallâhü anh) den rivayet edildiğine göre ken­disi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i Arafe’de Vakfe’de iken kırmızı bir” deve üstünde hutbe okurken gördüm.» demiştir.

Nubayt (Radıyallâhü anh) Veda haccında Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Selleml’e refakat etmiş ve bu hac seferinde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arefe günü Arafat’ta deve üs­tünde hutbe okurken Nubayt (Radıyallâhü anh) orada bulun­muştur. Ebû Dâvûd ve Ahmedin rivayetlerinde belir­tildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Arefe günü Ara­fat’ta okuduğu hutbeyi deve üstünde irad buyurmuştur. Bu hutbe bayramdan bir gün önce olduğuna göre, bu hadîsin bu bâbta zikre­dilmesinin gereği görülmüyor. Ancak müellifin rivayetinde hutbe­nin okunduğu yer ve zaman belirtilmemiştir. Efendimizin veda hac-cında bayram günü Mina’da hutbe okuduğu sabittir. Bu hut­be kastedilirse, hadîsin bu baba uygunluğu açıktır.

S ad (Radıyallâhü anh) in hadisi zevâid türündendir. Bu ha­dîsten anlaşılıyor ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bay ram hutbelerinde bol bol tekbir alırdı. Hadîsin zahirine göre diğer hutbeler de tekbirsiz değildir. Sindi böyle demiştir. Fakat ha­dîsin ikinci cümlesi birinci cümlenin beyanı olabilir. Bu takdirde hadîsin iki cümlesinde geçen hutbe ile bayram hutbesi kastedilmiş

olur. Hadîsteki; sözu ile hutbenin başı, esnası, orta lan ve sonu kastedilmiştir. Hadisin yorumu şöyle olur:

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram hutbesinin başında, ortasında, muhtelif yerlerinde ve sonlarında tekbir alırdı. Bayramlardaki hutbelerde çok tekbir alırdı.”

Hadîs, bayram hutbesinde bol bol tekbir almanın meşruluğuna delâlet eder.

Ebû S a i d {Radıyallâhü anh)’in hadîsini Buharı, Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadisin delâ­let ettiği hükümler şunlardır.

  1. Bayram namazını musallada kılmak sünnettir. Ancak yağış gibi bir mazeret olduğunda camide kılınması meşrudur. 167. bâbta bu noktaya değinilecek.
  2. Bayram namazı iki rek attır. .Cemaatla kılınması meşrudur.
  3. Bayram hutbesi, namazdan sonra okunur. Hatip ayakları üze­rinde durarak ve cemaata dönük olarak hutbe okur. Cemâat ise otur­duğu yerde hutbeyi dinler
  4. Hatip hutbesinde cemâati hayrata ve sadaka vermeye teşvik eder.
  5. Kadınlar kocalarından izin almadan kendi mallarından sada­ka verebilirler.
  6. İmam, hutbeden sonra cemâati ilgilendiren konularda konuş

ma yapabilir.

C â b ı r (Radıyallâhü anhlııı hadisini Nesâi de rivayet etmiştir. Yalnız oradaki rivayette : sözü yoktur. Ora-

daki rivayetin meali şöyledir:

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (musallaya) çıkarak ayakta hutbe okudu. Sonra biniz oturduktan sonra ayağa kalktı (tekrar hutbe okudu.)”

Bu hadîs de bayram hutbesinde hatibin ayakları üzere durması nın meşruluğuna delâlet eder. Ayrıca iki hutbe arasında kısa bir olu ruşla fasıla vermesinin meşruluğuna delâlet ndnr. [95]

159 – Bayram Namazından Sonra Hutbeyi (Dinlemek İçin) Beklemek Hakkında Gelen (Hadîs) Babı

1290) Abdullah bin es-Sâib[96] (Radıyallâhü a»*;’den: Şöyle de­miştir :

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) ile beraber bayram namazında hazır bulundum. O( bize bayram namazım kıldırdıktan sonra:

«Namazı bitirdik. Artık hutbe (yi dinlemek) için oturmak isteyen otursun. Gitmek isteyen gitsin.» buyurdu.” [97]

İzahı

Ebû Dâvûd, Nesâi, Dârekutni, Hâkim ve Beyhakİ de bunu rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı şöyle der:

“Hadîs, bayram hutbesinin vacip olmadığına delâlet eder. Çün­kü eğer vacip olsaydı, onu dinlemek için beklemek de vacip olacak­tı. Bütün imamlar, hutbenin vacip olmadığına hükmetmişlerdir.

Hutbeyi dinlemenin vacip olmaması, hutbeyi okumanın vacip ol­mamasını gerektirmez, denilemez. Çünkü hutbe cemaata yapılan bir konuşmadır. Bu konuşmayı dinlemek vacip olmayınca konuşmanın kendisi de vacip olmaz.[98]

160 – Bayram Namazından Önce Ve Sonra Namaz Kılmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1291) (Abdullah) bin Abbas (Radtyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (musallaya) çıkarak cemaata bayram namazını kıldırdı. Bayram namazından önce ve son­ra namaz kılmadı.”

1292) Amr bin Şuayb’ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra­dıyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hiç bir bayram günü bayram namazından önce ve sonra namaz kılmamıtir.Bunun senedinin sahih ve ricalinin sikalar olduğu Zevâid’de bildiril­miştir.

1293) Kbû Saîd-i Hudrî (Rudıyul/âhü anh)’den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Se.llallahü Aleyhive Sellem) bayram namazından ön­ce hiç namaz kılmazdı. Bayram namazından sonra evine dönünce iki rekat namaz kılardı.İsnadının sahih ve ricalinin sikalar olduğu Zevâid’de bildirilmiştir. [99]

İzahı

İbni Abbas (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini Kütüb-i Sitte yazarları, Ahmed, Hâkim, Dârekutnî ve Beyha-k i de rivayet etmişlerdir. Abdullah bin Amr (Radıyal­lâhü anh) ve Eb û S a t d (Radıyallâhü anh)’in hadîsleri Zevâid türündendir.

Bu hadîsler, bayram namazına bağlı sünnetlerin bulunmadığına delâlet ederler. Bu hususta âlimler müttefiktirler

Bayram namazından önce veya sonra nafile namaz kılmanın hük­mü hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır.

Ashab-ı kiram ve tabiîlerden bir cemâat, bayram namazından önce ve sonra nafile kılmayı mekruh saymışlardır. İbni A fo­ta â s (Radıyallâhü anh) ve İbni Ömer (Radıyallâhü anh) böyle hükmedenlerdendirler

Ashab ve tabiilerden diğer bir cemâat, bayram namazından ön­ce ve sonra nafile kılmanın câizliğine hükmetmişlerdir. E n e s , Büreyde bin el-Husayb ve Raf i’ bin Hadic bu cemaattandır.

Bir cemâat da bayram namazından sonra nafile kılmayı caiz gör­müştür. Ebû Mes’ûd el-Bedri, A İkame, Nahai, S e v r i ve Rey ehli böyle diyenlerdendirler.

El-Menhel yazarı bu arada her gruba dâhil bir çok sahâbî ve ta­biînin ismini zikrettikten sonra mezheblere mensup âlimlerin görüş­lerini anlatır. Görüşlerin özetleri şöyledir

  1. Hanofiler’e göre musallada bayram namazından önce ve sonra namaz kılmak mekruhtur. Bayram namazından önce evde kılmak da böyledir. Fakat bayram namazından sonra eve dönülün­ce kılmak mekruh değildir. Delil de î b n – i Mâ c e h ‘ in rivayet ettiği Ebû S a î d (Radıyallâhü anh)’in 1293 nolu hadîsidir.

E 1 – H a k i m de bu hadisi rivayet etmiş ve sahîh saymıştır. E 1 -Hafız, el-Fetih’te bu hadîsin hasen olduğunu söylemiştir.

  1. Ş â f i i 1 e r’ e göre bayram namazından önce ve sonra nafile kılmak bu hadîsler gereğince imam için mekruhtur. Fakat ce­mâat için mekruh değildir.
  2. Mâliki ler’e göre musallada nafile kılmak mekruhtur. Delil de bu hadîslerdir. Fakat yağmur gibi bir mazeret dolayısıyla bayram namazı camide kılındığı zaman bayram namazından önce ve sonra nafile kılmak caizdir. Cemâat için hüküm budur. Fakat imam için camide de olsa nafile kılmak mekruhtur.
  3. Hanbelîler’e göre de nafile kılmak mekruhtur. Nafile kılmanın mekruhluğuna hükmedenler bu bâbta rivayet

edilen hadîsleri ve benzerlerini delil göstermişlerdir. Caizdir diyenler ise bu hadîslerde bir yasaklama yoktur. Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve sellem)’in kılmamış olması bunun mekruhluğunu gerektirmez, demişlerdir. [100]

161 – Bayram Namazına Yürüyerek Çıkmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1294) Sa’d (el-Karaz) (Radıyallâhü anA/den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bayram namazına (musallaya) yürüyerek çıkar ve yürüyerek dönerdi.Râvi Abdurrahman’ın zayıflığı ve babasının hâlinin meçhul olduğu Ze­vâid’de bildirilmiştir.

1295) Abdullah bin Ömer (Radıyaltâhü anhümöJVlaıı: Şöyle demiştir :

ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bayram namazına (musallaya) yürüyerek çıkar ve yürüyerek dönerdi.Bunun senedindeki Abdurrahman bin Abdillah el Ömeri’nin zayıflığı kJ’de bildirilmişi îr

1296) Ali bin Ebi Talip (Radıynllâhii anh) den; şöyle demiştir:

Bayram namazına yürüyerek gitmek sünnettendir.”

1297) Ebû Râfi (Radıyallâhü anh)\en; Şüyle demiştir : Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bayram namazına yü­rüyerek gelirdi.Bunun râvilerinden Mendel ve Muhammed bin UbeydullalVın zayıflığı nedeniyle senedinin zayıflığı ve bu senedin gelecek bâbta (1300 nolu hadiste) gele ceği Zevâid’de belirtilmiştir. [101]

İzahı

Bu bâbtaki hadisler Zevâid türündendir. Yalnız A 1 i (Radı yallâhü anh) in hadisini T i r m i z i de rivayet etmiştir.

T i r m i z i, Ali (Radıyallâhü anh)’in hadisini rivayet et­tikten sonra hadisin hasen olduğunu, ilim ehlinin ekserisinin uygulamasının böyle olduğunu ve âlimlerin bir meşru mazeret olmadık ça bayram namazına yürüyerek gitmekten hoşlandıklarını söylemiş­tir.

Tuhfetü’l-Ahvezî müellifi de: ‘Ali (Radıyallâhü anh)’ın ha­dîsi merfû hükmündedir. Hadis, bayram namazına yürüyerek git­menin sünnet olduğuna delildir. Seneddeki râvi e 1 – H a r İ s – i Av a r’ m zayıflığı nedeni ile hadis zayıf ise de bu konuda bir kaç tane zayıf hadis rivayet edilmiştir. Bunlar birbirini takviye eder­ler.

Hanefiler, Şafiî, Süfyân-ı Sevrî, Ahmed ve diğerleri bayram namazına yaya gitmenin müstahablığına hük­metmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ’ın merfû ola­rak rivayet ettiği ve sahih olduğuna ititfak edilmiş olan:-Namaza gelmek istediğiniz za­man yürüyerek geliniz» hadisi de bu görüş için kuvvetli delildir. Hûfı/.-ı I r a k i : Bu hadis umumidir. Cemaatla kılınması meş­ru olan vakit namazları, Cuma, bayram, küsuf ve istiska namazları nın tümüne şâmildir. Sahâbilerden Ömer (Radıyallâhü anh) ve A 1 i (Radıyallâhü anh), tabiilerden İbrahim Nahaİ ve Ömer bin Abdilaziz ve imamlardan Süfyan. Şa­fii, Ahmed ve başkaları böylo hükmedenlerdendirler. Bayram namazından dönüşte de yürümek müstahabtır…’ demiştir. [102]

162 – Bayram Günü Bayram Namazına Bir Yoldan Gitmek Ve Başka Bir Yoldan Dönmek Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1298) Sa’d (el-Karaz) (Radıya/lâhii atıh)’âen; Şöyle demiştir:

Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her iki bayram (da na­maz için musallayla çıktığı zaman (gidişte) Saîd bin Ebi’l-As (Radı-yallâhü anh)’ın evinin yanından sonra çadırlarda ikamet edenlerin bulunduğu yoldan giderdi. Bayram namazından sonra başka bir yol­dan, Benî Zurayk yolundan dönerek Ammar bin Yâsir (Radıyallâhü anhJ’in ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhVnin evlerinin yanından el-Belâta çıkardı.”

Not : Zevâid’de belirtildiği gibi râvi Abdurrahman ve babasının zayıflığı ne­deniyle bu isnad zayıftır.

1299) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü ank)’den rivayet edildiğine sure :

Kendisi bayram namazına bir yoldan giderdi ve başka bir yol­dan dönerdi ve RcsüJııUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapar­lardı, derdi.”

1300) Ebû Râfi (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir :

Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) bayram namazına yü­rüyerek giderdi ve geldiği yoldan başka bir yoldan dönerdi.Bunun senedinde bulunan Mendel ve Muhammed bin Ubeydullah’m za­yıflığı nedeniyle bu isnadın zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. Bu isnad 1297 nolu hadiste de geçmiştir.

1301) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’âen; Şöyle demiştir: Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) bayram namazına çık­tığı zaman geldiği yoldan başka bir yoldan dönerdi.” [103]

İzahı

S a’ d (Radıyallâhü anh) ve Ebû R â f i (Radıyallâhü anh)’in hadîsleri zevâid türündendir.

S a’ d (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsinde geçen “Fesâtît” kelimesi “Fustâf’ın çoğuludur. Kıldan mamul çadırlardır. “Belât” evde veya evin dışında döşenen taşlardır. Bir de Medi ne’de bir semtin adıdır.

îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Ebû D â -vûd, Hâkim ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsini Tirmizi, Âhmed, Dâremî ve îbn-i Hibbân da rivayet et­mişlerdir. B u h â r i de bunun benzerini C â b i r (Radıyallâhü anh)’den rivayet etmiştir.

Bu bâbta rivayet edilen hadisler imam olsun cemâat olsun bay­ram namazına giden herkesin bir yoldan gitmesi ve başka bir yol­dan dönmesinin müstahabhğına delâlet ederler.Yolu değiştirmenin hikmeti her iki yolun ve buralarda bulunan insanlar ile cinlerin na­maza giden kişi lehinde şâhidlik etmesi, cemâatin uğraması ile de­ğişik yolların bereketlenmesi ve İslâm alâmetleri ve haşmetinin teş­hir edilmesidir. [104]

163 – Bayram Günü Taklis (Def Çalmak Ve Nagme İle Söz Soylemek) Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1302) Amir (Radtyallâhü arih)'<\çn rivayet edildiğine göre Iyâz el-Eşarî[105] (Radıyallâhü anh) el-Enbar[106] da bir bayram günü hazır bu­lunmuş ve (oranın halkına) :

Resulullah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) yanında taklis yapıl­dığı gibi niçin sizlerin taklis yaptığınızı görmüyorum? demiştir.”

Not : Zevâid’de şöyle denmiştir : Bunun senedindeki rical sikalardır. Iyâz el-Eş’ari’nin İbn-İ Mâceh yanında bundan başka hadisi yoktur. Kütüb-i Sitte sa-hiblerinden İbn-i Mâceh müstesna hiç birisi Iyaz’ın rivayetini tahriç etmemiştir.

1303) Kays hin Sari[107] (RadtyaUâhii tmh)’t\c\. Şöyle demiştir : Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), hayatta iken ne oldu ise ben muhakkak hepsini gördüm. Yalnız bir şey görmedim. (O da şudur:) Fıtır (bayramı) günü O’na taklis yapılırdı.Kays,’ın bu hadisinin senedinin sahih ve ricalinin sıka oldukları Ze­vâid’de bildirilmiştir. [108]

İzahı

Bu bâbtaki hadisler zevâid türündendir.

Taklîs : Def çalgısı eşliğinde ııagnıu ile .söz söylemektir. Sindi bu hususta şöyle der :

“Taklîs : Def çalmak ve tağanni etmektir. (Nağme ile söz söyle­mektir.) Emir şehre girdiği zaman Onun önünde oynayan kişiye mu-kallis, taklis de çeşitli oyunlarla emiri karşılamaktır, diyenler var­dır.

S u y û t i ‘ nin söylediğine göre hadîs râvilerinden Yûsuf bin A d i y y : Taklis, cariyelerle çocukların yol ağzında oturup def çalarak eğlenmeleridir, demiştir.

Ferah ve sevinçlerini açıklamak üzere bâzılarının Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem})’in huzurunda def çalarak şiir söyle­dikleri ve Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selleml’in bunu menet-medfgi anlaşılıyor. Nitekim, Efendimizin huzurunda def çalmayı ada­yan câriye adağını yerine getirmiş, Efendimiz de bunu reddetmemiş­tir  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin yanında şiir söyleyen iki câ-riyeyf de Efendimiz durdurmamıştır.”

Müslim1 in Âişe (Radıyallâhü anhâ)’den rivayeti şöy ledir-

“Ensar’ın cariyelerinden ikisi, Buâs (savaşı) günü ile ilgili ola ıak Ensar’ın söylemiş oldukları şiirleri benim yanımda tağanni eder­ken (= nağme ile söylerken) Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) odama giriverdi. Bu iki câriye şarkıcı değillerdi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem)’in odasında şeytan müz-mûru mu[109] diye azarladı. Bu durum bir bayram gününde oldu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yâ Ebâ Bekir! Her kavmin bir bayramı vardır. Bu (gün) de bi­zim bayramımızdır.» buyurdu.[110]

Hadisler bayram günü def çalmanın mübahlığına delâlet eder ler. N e v e v i: Bayram, sünnet düğünü ve evlenme gibi neş’e ve sevinç günlerinde def çalmanın mübahlığı Peygamber tSallallahü

Aleyhi ve Sellem)’in mezkûr hadîsindeki: tju^lj^ = «Bu, bizim bayramımızdır,» buyruğundan anlaşılır. Def.- Dâire şeklinde olup bir yüzü kapalı olan ve genellikle dervişlerin çaldığı bir âlettir. Davul­dan farklı yönü, davulun iki tarafının da deri ile kaplı oluşu, defin yalnız bir tarafının deri ile kaplı oluşudur. Def bazen pullu bazen pul­suz olur.

Tagannî; yâni nağme ile şiir söylemeye gelince, içki, kumar, ve fuhuş gibi kötülüklere teşvik edici veya şehveti uyandırıcı nitelikte olduğu takdirde mubah değildir. Söylenmesi ve dinlenmesi yasaktır. Ahlâk bozucu olmayan ve bir fitneye sebebiyet vermeyen tagannî mubahtır.

El-Fıkıh Ala’l-Mezâhıb adlı eserin “Kitabü’l-Hazar ve’1-Libaha”

bölümünde def ve benzeri eğlence âletlerini çalmak ve tagannî ile şiir ve benzeri söz söylemek hakkındaki âlimlerin görüşleri nakle­dilmiştir. Orada verilen bilgilerin bir kısmını özetliyerek buraya ak­tarmayı uygun buldum. Şöyle ki:

Hanefi âlimleri demişler ki: Haram olan tagannî, hayatta olan muayyen bir kadının güzelliklerini, içkilere teşvik edici özellik­lerini anlatan veya kişileri tahkir edici sözler gibi söylenmesi mubah olmayan cümlelerle yapılan tağannidir. Suların, denizlerin, dağların, çiçeklerin ve benzeri şeylerin güzelliklerini ve özelliklerini anlatan ve söylenmesi mubah olan başka konular hakkındaki sözlerle tağanni etmek caizdir.

Şu halde, tağannî’nin mekruhluğu ve onu dinlemenin günah sa­yıldığı yolunda Ebû Hanife’ den nakledilen fetva, haram olan tağanni nevine aittir. Zar, satranç ve benzeri âletlerle oynamak,tanbur, kanun, zurna, borazan ve benzerî âletleri çalmak Hanefî âlimlerince tahrimen mekruh sayılmıştır. Bâzıları haram saymışlar­dır.

(Hanefi âlimlerinden e 1 – H a s a n , evlenme düğünün­de pulsuz def çalmayı mubah saymıştır. Diğer Hanefi âlimleri düğünde def çalmaya âit rivayetleri, düğünü ilân etmekten kinaye­dir, diye yorum yapmışlardır. Hanefî âlimlerinin delillerinden

birisi; «Âdem oğlunun her çeşit oyun ve eğlencesi haramdır.» hadisidir. Bir rivayette bu hadisin sonunda şu ilâve vardır :

= «Ancak kişinin, esile oynaşması, atını eğitmesi ve ok atışı ya­rışması haram değildir.»

Şafii âlimleri: Fitne ve harama yol açmayan ve söylenmesi haram olmayan sözleri teğannî ile söylemek ve evlenmek, çocukları sünnet etme ve bayram gibi sevinç günlerinde def çalmak mubahtır, demişlerdir.

Mâliki âlimlerinin kavli de Ş â f i i 1 e r’ in kavline ben­zer.

H a n b e 1 i âlimleri her türlü çalgıyı yasak görmüşlerdir. Ta-ğannîyi de yukarda belirtilen şartlar dâiresinde mubah saymışlar­dır.

Âlimler, Kur’an-ı Kerim’i tağannî ile okurken harfleri tebdil edecek, harfler ilâve edecek veya buna benzer hallere yol açacak şe­kildeki tağanniyi haram saymışlardır.Geniş malumat için fıkıh kitablanna müracaat etmek gerekir. [111]

164 – Bayram Günü Harbeyi (Kısa Mızrakı Sütre Yapmak) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1304) (Abdullah) lıin Ömer (Huthyullâhü ■nıhn»tâ)\an; Şöyle de­mişi ir :

ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bayram günü sabahle­yin musallaya giderdi anaza (kısa mızrak) da Onun önünde götürü­lürdü. O, musallaya vardığı zaman (götürülen) anaza (kısa mız­rak) Onun önüne dikilirdi. Anaza (kısa mızrak)ye doğru bayram na­mazına dururdu. Böyle yapmanın sebebi şudur .• Musalla boş bir mey­dan idi. Onda sütre yapılacak hiç bir şey yoktu.”

1305) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü <mhumâ)\ar\: Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem), (açık yerde) bayram günü (namazı) veya başka bir namaz kıldığı zaman Onun Önüne harbe (kısa mızrak) dikilirdi. Harbeye doğru namaza dururdu. Ce mâat da O’nun arkasında bulunurdu.

(Râvi) Nâfi demiştir ki = Bunun içindir ki emirler de harbeyi itti haz etmişlerdir.”

1306) Eııes İtin Mâlik (KadtyaUâhü anh)d?n\ Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir harbe’yi sütre edi­nerek musallada bayram namazını kıldırdı.”

Not : Zevâid’de denildiğine göre el- Mizzi. el-Etrâf ta bu hadisin Nesâİ tara­fından rivayet edildiğini söylemiştir. Fakat bizim rivayetimizde bu yoktur. İbn-i Mâceh’in senedi sahih olup râvileri sıka zâtlardır. [112]

İzahı

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadisini Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’ın ilk ha­disinin; kısmı hâriç diğeri B u h a r i’ de mevcuttur. Bu kısım İbn-i H u-zeyme ve el-İsmaili’ nin rivayetlerinde de vardır.

Harbe ve Anaza: Ucuna yassı demir takılı kısa mızraktır.

Musalla açık bir meydan olduğu ve orada sütre yapılacak bir duvar ve benzeri bir şey bulunmadığı için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram namazını kıldırmak üzere musallaya çık­tığı zaman beraberinde bir harbe götürülürdü. Namaza duracağı za­man harbe O’nun önünde yere dikilirdi. Efendimiz için sütre olurdu. İmamın sütresi cemâat için de yeterlidir. Bu sebeple cemâat da süt-resiz olarak efendimizin arkasında namaza dururlardı.

Hadisin sonundaki ;Bunun içindir ki emirler de harbeyi ittihaz etmişlerdir’ bö/ü hadisten değil, râvi N â f i’ in sözüdür. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ittihaz ettiği harbe, bir rivayete göre N e a ş î tarafından hediye edilen harbedir. Diğer bir rivayete göre U h u d savaşında Z ü b e y r (Radıyallâhü anh) tarafın­dan öldürülen bir müşrike ait olan harbedir. [113]

Hadisten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri

  1. Nama/ için sütre ittilıy/ı meşrudur. Bu 1’on uda gem^ malu­mat 940-943 nolu hadîsler bahsinde verilmiştir.
  2. Zararları defetmek için gerekli silâhı bulundurmak, bilhassa yolculukta taşımak meşrudur. [114]

165 – Kadınların Bayramlarda Namaza Çıkmaları Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1307) Ümmü Atiyye[115] (Radıyallâhü ankâ)’dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kadınları Fıtır (Rama­zan bayramı) ve Kurban (bayramı) günlerinde (bayram namazına) çıkarmamızı emretti. Râvi dedi ki Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ) şöyle demiştir: Biz: Kadınlardan cilbabı (örtüsü) olmayan ne ede­cek? diye sorduk. Buyurdu ki:

«Onun kadın (din) kardeşi kendi cilbabından ona giydirsin.»”

1308) Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ)’6an rivayet edildiğine gö­re Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Atik (yetişkin) kadınları ve örtülü kadınları (evden) çıkarınız. Bayram (namazın) da ve müslümanların davetinde bulunsunlar. Ha­yız (ay başı âdeti) hâlindeki kadınlar cemâatin (bayram namazı kıl­dıkları) musallasından uzak dursunlar.»” [116]

İzahı

Kütüb-i Sitte sahipleri Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anh) ‘ in hadisini benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bu hadîste ge­çen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Fıtır günü : Ramazan bayramıdır. Bu gün münâsebetiyle fıtır sadakası çıkarıldığı için bu isim verilmiştir.

Nahr günü : Kurban bayramı günüdür. Nahr kelimesinin lügat mânâsı boğazlamaktır. Bu gün münâsebetiyle kurban kesildiği için bu isim verilmiştir.

Cilbab: Bu kelime çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Tuhfetü’1-Ah-vezî yazarı şöyle der .-

“El-Cezeri, ‘Cilbab: îzar ve ridadır. (Yâni belden aşağı ve belden yukarı giyilen iki parçadan ibaret bir kat elbisedir. Bu katlık eski Arap kıyafetine göredir.)

Bâzıları: Cilbab, çarşaftır, demiştir. Bâzıları: Cilbab, kadmın ba­şını ve belden yukarı vücudunu örten elbisedir, demiştir. Cilbab’ın çoğulu Celâbib’dir, demiştir.’

Kamus sahibi: Cilbab kadının çarşaf altında giydiği geniş göm­lek ve benzeri elbisedir. Yahut elbiseyi örtmek için üstte giydiği çar­şaf ve baş örtüsü gibi bir şeydir, elemiştir.

Avâtık : Âtık’ın çoğuludur. Atık : Erginlik çağına varmak üzere olan veya erginlik çağına yeni varan kadındır. Bâzıları: Atık, evli genç kadındır, elemiştir. Başka tür tarif edenler de vardır.

Hudûr s Hıdrın çoğuludur Hıdr, örtü demektir. Başka mânâları var ise de burada bu mânâ kasdedilmiştir.

Hüyyad : Haiti’m çoğuludur. Hâid, ay başı âdeti hâlindeki kadın­dır. Bazen bu âdeti görme çağına gelmiş olan kadın anlamında kul­lanılır. Yâni temizlik hâlinde de ona bu kelime kullanılır.

Hadîsin mânâsı:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınların örtülü ola­rak bayram namazı için musallaya ve müslümanların davetlerine çıkmalarını emretmiştir. Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ) cilbabı olmayan kadının durumunu sormuş, efendimiz, o kadının arkadaşı olan başka kadının kendi cilbabından ona giydirmesini emretmiştir. Buna âit:cümlesi iki tür mânâlandınlabilir :

Birincisi: Başka kadının onu da kendi cilbabımn altına geçirerek beraberce bir cilbabın altında örtünmeleridir.

İkincisi s Birden fazla cilbabı olan başka kadın bir cilbabını ema­neten o kadına giydirsin. E bu Dâvûd’ un;

«Onun kadın arkadaşı elbisesinin bir kısmını ona giydirir.» rivayeti birinci mânâyı teyid eder. İ bn-i H u z e y m e ‘ nin rivâyetindeki :

Onun cilbablarından bir tanesini…» ifâdesi ikinci mânâyı teyid eder.

Hadis, hayız âdeti hâlindeki kadınların musallaya yaklaşmama­larını emretmiştir. Bunun hikmeti, musallanın kanla kirletilmesini önlemek ve cemâati kan kokusu eziyetinden korumaktır. Bu emir cumhura göre mendubluk içindir. Çünkü musalla mescid hükmün­de değildir. Yâni hayızlı kadının mescide girmesi haram ise de mu­sallaya girmesi haram değildir. Zayıf bir kavle göre emir vücûb için­dir.

Hadis bütün kadınların bayram namazını kılmak ü/ero m usa I laya gitmelerinin meşruluğuna delâlet eder. Bu hususta bakire, dul, genç, yaşlı ve evli kadınlar arasında bir fark yoktur. Tabii, kadınla r in musallaya gitmelerinde bir sarkıntılık ve benzeri bir sakıncanın bulunmaması şarttır. Aksi takdirde gitmeleri meşru değildir. [117]

Kadınların Bayram Namazına Gitmeleri Hakkında Âlimlerin Görüşleri

El Menli* I ya/iıı i bu konuda özetle şöyle der:

Sevri, I b n ıi ” 1 M û b â r e k ve H a n e f i 1 e r ‘ den E b û Y ü s u i kadınların namaz için evden çıkmaları mekruhtur. demişlerdir M â I i k ‘ ten bir rivayet de böyledir. Yahya bin S a i d ve N a ha i’ nin de böyle söyledikleri naklolunmuştur Hanefi1er ‘ den İ b n ü” I H u m a m : Yaslı kadınlar bay ram namazına çıkarlar sene kadınlar çıkmaz, demiştir El-Mİrkut ta : Bu kavil, mutedildir. Ancak şu kayıtları eklemek gerekir Yaslı ka dınlar. şehvet çekici durumunda olmayarak, süs elbisesini giymemin olacak, eşinin müsaadesini almış olacak, bir kötülük endişesi olmayacak, ziynet eşyasını üstünde bulundurmayacak, güzel, koku sürün meyecek, aç il mı yacak, İslâmî hükümlere göre iyice örtünmüş olacak ve buna benzer tedbirleri almış olacaktır. Ebû Hanîfe de­miştir ki : Kadınlar evlerinde oturmalı, namaza çıkmamalıdır,’ diye malumat vardır.

Safiler: Genç kadınların ve güzel kadınların namaza çık­maları mekruhtur. Çünkü onlar için bir fitne korkusu vardır. Fakat diğer kadınların çıkmaları müstahabtır. Süs takınmayan yaşlı kadın­ların vakit namazlarına gitmelerini, bilhassa bayram namazına çık malarını müstahab görüyorum, demiştir.

M â 1 i k î 1 e r’ in görüşü Ş â f i î 1 e r ‘ in görüşüne yakındır. Ancak onlar yaşlı kadınların gitmelerini müstahab değil, caiz gör müşlerdir.

Hanbeliler: Güzel koku sürünmeden, ziynet ve şühret elbisesini giymeden kadınların namaza çıkmalarında bir beis yoktur, demişlerdir. Onların sözlerinin zahirine göre yaşlı kadınla genç ka din arasında bir fark yoktur.

En-Neyl’de: Kadı lyaz’in dediğine göre Ebû Be­kir, Ömer, Ali ve İ bn-i Ömer (Radıyallâhü an hüm) ;

“Kadınların bayram namazına çıkmaları onların üzerinde bulu­nan bir haktır, demişlerdir11 denilmiş En-Neyl yazan daha sonra Kadınların bayram namazına çıkmaları kayıtsız şartsız mekruhtur, demek tutarsız görüşlerle sahih hadisleri reddetmek olur. Genç ka­dınları ayırmak da hadislerin sarahatına aykırıdır, demiştir.

El Menhel yazan, en-Neyl’in kavlini naklettikten sonra : Kadın­ların bu devirde çıkmalarında ve erkeklerle toplanmalarında bulu­nan sakıncalar açıktır, der”[118]

Bayram Namazının Hükmü

  1. Hanefi âlimlerinin en sahih kavline göre. Cuma nama/ı kendilerine farz olanlara bayram namazı vâcibtir.
  2. H a n b e 1 i I e re göro bayram namazı erkeklere faiz ı kıfayedir.

C u m h u r’ a göre sünnet i müekkededir. El-Menhel’de her grubun delilleri zikredilmiştir:

1309) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle de-

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her iki bayramda kız­larım ve hanımlarım (bayram namazına) çıkarırdı.”

Not : Seneddeki râvilerden Haccâc bin Ertat’ın tedlisçiliği nedeniyle bu h« d!sm uyıfhgı Zevâid’de belirtilmiştir, Taberâni de bu hadisi rivayetedir[119]

166 – Bir Günde İki Bayram (Bayram Ve Cuma) Toplandığı Zaman Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1310) İyas bin Ebî Ramla eş-Şâmî (152) (Radtyallâhü ««A/den ri­vayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Bir adam (benim bulunduğum bir mecliste) Zeyd bin Erkam (Ra

nıyaJlahü anh)’a :

Bir günde (toplanan iki bayramı – bayram ve Cuma’yı) Kesti lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in beraberinde geçirdin mi? di­ye sordu. Zeyd (Radıyallâhü anh) :

Evet, diye cevap verdi. Adam :

Peki efendimiz (o gün) ne yapardı? diye sordu. Zeyd iRadıytü lâhü anh) dedi ki :

Efendimiz, bayram namazını kıldırdı. Sonra Cuma namazı hak­kında ruhsat vererek buyurdu ki:

«Cuma namazını kılmak isteyen kılsın.»” [120]

İzahı

Ahmed, Ebû Davûd, Nesâi, Hâkim, îbn-i Buzeyme, Zohebî, Beyhakî ve İbnü’1-Me dini de bunu rivayet etmişlerdir. Râvilerden I y â z ‘ in adaleti husu­sundaki ihtilâfı dip notunda belirttim. Bâzı rivayetlerde mânâyı et­kilemeyen az lafız farkı vardır.

İki bayramdan maksat, parantez, içi ifâde ile belirttiğim fibi Cu­ma ve bayramdır. Yâni Ramazan veya Kurban bayramının ilk gü nü Cuma’ya rastladığında hem bayram namazı hem Cuma nama­zı mı kılınacak? yoksa yalnız bayram namazı kılınacak da Cuma na mazı kılmrmyacak mı? soru bu husustadır.

Zeyd (Radıyallâhü anh)’a soru soran zâtın M u â v i y o bin Ebi Süfyan (Radıyallâhü anh) olduğu Ebû D â-v û d ‘ un rivayetinde belirtilmiştir.

Cuma’ya bayram denmiştir. Çünkü B e y h a k i’ nin Ebû H ü r e y r e (Radıyalâhü anh)’den rivayet ettiği bir hadiste Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma gününün Allah tara­fından mü’minlere bayram kılındığını beyan buyurmuştur.

Hadîs, bayram namazında bulunanların o günkü Cuma nama zina gitmemelerinin câizliğine delâlet eder.

El-Menhel yazarı bu hususta âlimlerin görüşlerini izah etmiştir. Özeti şudur :

1 – Hanbeliler Bayram namazını cemaatla kılanlar ü günkü Cuma namazını kılmıyabilirler. Ancak imam Cuma’yı kılmak zorundadır. Çü/ıkü (1311 nolu) hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :*ve biz in9aallah Cuma’yı kılıcılarız.» buyurmuştur, derler.

2 – Mâl i ki le r’ den iki rivayet vardır. Bir rivayete göre bayram namazı ile yetinilir. İkinci rivayete göre Cuma namazı sa­kıt olmaz Kılınması gerekir. Bu rivayet mezhebin meşhur kavlidir.

3 – Ebû Hanîfe’ye göre Cuma namazını kılmak gerekir.

4 – Şâfiîler’e göre şehir halkı Cuma’yı kılmak zorunda­dırlar. Bayram namazı Cuma namazı yerine geçmez. Fakat şehre yakın köyde oturup şehirde okunan ezan sesini duyanlar, sair Cuma’lara gitmekle mükellef oldukları halde o günkü Cuma na­mazına gitmekle mükellef değillerdir. Mezhebin meşhur kavli budur. Buna göre Cuma namazına gitmeye mecbur olmayanlar o günkü öğ­le namazını kılmakla mükelleftirler. Osman (Radıyallâhü anh) ve Ömer bin A b d i 1 a z i z ‘ in kavli de böyledir.”

Ebû Dâvûd ve Nesâî’ nin Ata bin Ebi Ra-b â h (Radıyallâhü anh)’dan rivayet ettikleri bir hadîse göre A t â (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:

“(Abdullah) bin Zübeyir [Radıyallâhü anh), bize Cuma gününe rastlayan bir bayram namazını gündüzün evvelinde kıldırdı. Sonra biz Cuma namazına gittik. Fakat İbn-i Zübeyr Cuma namazına gel­medi. Biz de namazımızı (cemaatla değil) tek tek kıldık. İbn-i Ab-bâs (Radıyallâhü anhümâ) o sırada Tâifteydi. Oradan dönünce biz olan durumu kendisine anlattık. Dedi ki: İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anhümâ) sünnete (yâni Efendimizden sabit olan yola) uygun yapmış­tır.

Şu halde bayram günü Cuma’ya rastladığı zaman bayram na­mazında cemaata katılanlar o günkü Cuma namazını kılmakla mü­kellef değildir, diyen âlimlere göre o günkü Cuma’ya gitmeyenler öğ­le namazını kılacaklardır.

1311) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü ankümd)’dan rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem.) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sizin bu gününüzde iki bayram toplanmıştır. Artık kim diler­se onun bayram namazı Cuma namazı yerinde de kâfidir. Biz inşa-allah Cuma namazını da kılıcılarız.»

“… Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir ve bunun mislini zikretmiştir.Bunun isnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid’de belirtil­miştir. Ebû Dâvûd kendi süneninde bu hadisi Muhammed bin el-Musaffa’dan bu senedle rivayet etmiştir. [121]

İzahı

Müellif bu hadîsi iki senedle rivayet etmiştir. Birisi t b n – i Abbâs (Radıyallâhü anh i a, dıgeu Ebû Hüreyre (Radı­yallâhü anh) ‘a ulaşır. İkisi de merfûdur. Ebû Davud’un /Mu-hammmed bin el-Musaffâ’ dan rivayeti E b ü Hü­reyre (Radıyallâhü anh) a yine merfû olarak ulaşır.

Hâkim ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir.

Bu hadîs de bundan önceki hadîsi teyid eder. Buna ilâveten, bay­ram namazını kılanların o günkü Cuma namazını da kılmalarının daha iyi olduğuna delâlet eder. Çünkü burada Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) o günkü Cuma namazını isteğe bağlamakla beraber kendilerinin Cuma’yı kıldıracaklarını bildiriyor. Şu halde kılmamak ruhsattır. Kılmak azimettir. Azimetle amel etmek efdaldır.

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hayatta iken iki bay­ram (bir günde) toplandı. (= bayram, Cuma gününe rastladı). Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cemaata bayram namazım kıl­dırdıktan sonra buyurdu ki:

(Bu günkü) Cuma namazına gelmek isteyen gelsin. Gelmeme yi isleyen gelmesin.R:ıvilerden Cübâre ve Mendel zayıf oldukları için senedin zayıflığı bildirilmeli. [122]

167 – Yağmur Olduğu Zaman Bayram Namazını Mescidde Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1313) Kluı Hürcyre (RadtyaUâhü anhyûen. Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hayatta iken bir bay­ram günü halk yağmurdan ıslandı. Bu sebeple efendimiz onlara bayram namazını Mescid’de kıldırdı,” [123]

İzahı

Ebü Dâvûd, Beyhaki ve Hâkim de bunu riva­yet etmişlerdir. Hadîsteki Mescid ile Mescid-i Nebevi kasdedilmiştir.

Hadis, havanın yağışlı. olması gibi bir mazeret bulunduğu za­man bayram namazının mescidde kılınmasının câizliğine delâlet eder. Bir özür olmayınca açık bir meydanda kılmak sünnettir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Şellem) devamlı surette bayram na­mazlarını şehrin dışında musallada kıldırmıştır. O’ndan sonra H u lafâ-i Râşidîn de böyle yapmışlardır. Ebû Han îf e, Mâlik, Şafiî ler1 den bir cemâat, Hanbeliler ve Cumhur’un kavli budur. Bunların delillerinden birisi de Beyha-k î’ nin Abdullah bin Âmir (Radıyallâhü anh)’den olan şu rivayetidir :

“Ömer bin el-Hattab (Radıyallâhü anlı) devrinde bîr bayram gü­nü Medine’deki halk yağmurdan ıslandı ve musallaya gitmekten im­tina ettiler. Ömer (Radıyallâhü anlı) cemâati mescidde topladı, on­lara bayram namazını kıldırdı. Sonra minbere çıkarak : Ey Omâat 1 Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cemâati musallaya çıkar­tarak orada onlara bayram namazım kıldırırdı. Çünkü musalla da­ha kolay ve geniştir. Mescid de cemâati almazdı. Yağış olunca mescîd daha elverişlidir, dedi.”

Ş â f i i 1 e r’ in bir kısmı, mescid cemâati alabilir genişlikte olursa, bayram namazını mescidde kılmak efdaldır, demişlerdir. Ya­ğış gibi zaruret olmasa da hüküm budur. Çünkü M e k k e’ de imamlar hep mescidde kıla gelmişlerdir. Mescid daha şerefli ve da­ha temizdir, demişlerdir. Bunlara göre mescid cemâati almazsa bay­ram namazını musallada kılmak efdal olur.

El-Menhel yazarı: “Bu ayrıntıya âit hiç bir delil yoktur. Şev-kani demiştir ki: ‘Mescidin cemâati alması ve almaması mücer-red bir tahmindir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in dâima bayram namazlarını musallada kıldırdığını İtiraf etmeye rağmen bu­na uymayıp bir tahminin peşine düşmek isabetli değildir.”

Kuvvetli olan ilk görüştür. Çünkü delilleri kuvvetlidir.

Musalla’nın Mescidden efdal olması hükmünden Mekke’-deki Mescid-i Haram müstesnadır. Çünkü âlimler Mescid-i Haram’da kılmanın efdal oluşu hususunda ittifak halindedirler.

Şafii: Bize şu haber ulaşmıştır : Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) Ramazan ve Kurban bayramlarında bayram namazı­nı musallada kıldırırdı. O’ndan sonra gelenler ve M e d i n e ‘ nin tüm halkı da böyle yapa gelmişlerdir. Diğer şehirlerde de aynı şey ye-pılagelmiştir. Yalnız Mekke halkı müstesna. Çünkü Seleften hiç bir kimsenin Mekke’ lilere bayram namazım musallada kıl­dırdığına dâir hiç bir haber bize ulaşmamıştır, der.

El-Fetih yazarı der ki: Şafii: Bunun sebebi Mekke Mes­cidinin çok geniş ve Mekke etrafının dar oluşudur, demiştir.” [124]

168 – Bayram Günü Silâh Taşımak Hakkında Gelen (Hadîs) Babı

1314) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhüntâ)’dan; Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (mü’minlere) düşman karşısında olmadıkları müddetçe İslâm memleketlerinde bayramlar­da silâh taşımayı yasaklamıştır.Bunun isnadındaki râvi Nail bin Necîh ve İsmail bin Ziyâd’m zayıf oldukları Zevâid’de bildirilmiştir. [125]

İzahı

Bu hadîs zevâid türündendir. Zevâid yazarı bunun iki râvisinin zayıf olduğunu söylemiştir. Ancak bu hususta Sindi şöyle der:

“Buharı kendi sahihinde zikrettiğine göre Hasan e1 Bâsri

= ‘Müminler silâh taşımaktan menedilmişlerdir. Düşmandan korktukları zaman müstesna.’ demiştir. Ve İbn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anhümâ) da Haccâc’a:

‘Sen silâhı öyle bir gün ta­şımışsın ki o gün silâh taşınmazdı.’ demiştir.

Buhâri’ nin şerhinde e 1 – A y n i’ nin zikrettiğine göre Abdürrazzâk mürsel bir isnadla şöyle rivayette bulunmuştur :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi müminlerin bayram günü silâhla çıkmalarını yasaklamıştır.”

Sindi yukardaki nakilleri yaptıktan sonra: Bu, gösteriyor ki mezkûr hadisin isnadı zayıf ise de bir aslı vardır, demiştir.”

Buhâri’ nin ‘Bayramda ve harem’de silâh taşımanın mek-ruhluğu’ babında şârih e 1 – A y n i şöyle demiştir :

“Bayram günü silâh taşımanın mekruhluğu, silâhı iftihar için ta­şıyan ve cemaata eziyet etmekten emin olmayan kimseler hakkında­dır. Şeyhimiz de böyle demiştir. Kimseye eziyet etmiyeceğine güve­nen ve iftihar vesilesi yapmayıp cihâd’a hazırlanmak için idman ve eğitim maksadıyla taşıyan hakkında değildir. Çünkü ‘Bayram günü hirab ve darak’ babında rivayet olunan hadîsler bayram günü mız­raklar ve kalkanlarla oynamanın meşruluğuna delâlet ederler.164. bâbta rivayet edilen hadisler de bayram namazında mız-rakı sütre etmenin meşruluğuna delâlet ederler.” [126]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. İslâm memleketinde bayram günlerinde başkalarını rahatsız edecek tarzda veya böbürlenmek niyetiyle silâh taşımak yasaktır.
  2. Düşman karşısında olunduğu takdirde silâh taşımak bayram gününde de meşrudur. [127]

169 – Her İki Bayramda Boy Abdestı Almak Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1315) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâU’dan: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fıtır bayramı günü ve kurban bayramı günü boy abdesti alırdı.Bunun senedindeki râvilerden Cübâre ve Haccâc bin Temîm’in zayıf­lığı Zevâid’de bildirilmiştir.

1316) EI-Fakîh bin Sa’d — ki sahâbİHk şerefine mazhar olmuştu — (Radıyallâhü anh)[128] şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fıtır bayramı günü, kur­ban bayramı günü ve arefe günü boy abdesti alırdı. (Râvi demiştir ki) el-Fâkih de bugünlerde boy abdesti almayı ev halkına emrederdi.” Not : Bunun senedindeki râvi Yûsuf bin Hâlid hakkında, İbn-i Mûin’in : ‘O, kezzab’tir, habistir, zındıktır’ dediği Zevâid’de bildirilmiştir.

Sindi de : ‘Ben derim ki, Yûsuf’u tekzib edenler çoktur. Ibn-i Hİbban’ın dedi­ğine göre hadis uydururdu,’ demiştir. [129]

İzahı

Bu bâbta rivayet olunan iki hadîsin Zevâid türünden olduğu ve senedlerinin zayıflığı notta belirtilmiştir.

Hadisler Ramazan bayramı ve Kurban bayramı günlerinde gus­letmenin meşruluğuna delâlet ederler. İkinci hadîs Arafe yâni Kur­ban bayramından bir önceki günde gusletmenin meşruluğuna delâlet eder.

El-Fıkh Ale’l-Mezahib’te beyân edildiğine göre her iki bayram günü gusletmek Hanefi, Şafii, Mâlik ve Hanbelî mezheblerine göre sünnettir. Ayrıntılı bilgi için oraya müracâat edi­lebilir. [130]

170 – Her İki Bayram Namazı Vakti Hakkındaki Bâb

1317) Abdullah bin lîüsr (Ruıhyallâhu <ıtıhümö)’âan rivayet edildiği­ne göre :

Kendisi Ramazan veya Kurban bayramı günü cemaatla beraber (musallaya) çıkmış da, imamın gecikmesine karşı çıkarak: Biz (Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bu saatta şüphe­siz bayram namazından çıkmış olurduk. O saat, nafilenin kılınabi­leceği (ilk) vakittir, demiştir.” [131]

İzahı

Ebû Dâvüd, Hâkim, Tabarâni ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.

Olayın Ramazan veya Kurban bayramında olduğu hususundaki tereddüt râviye aittir.

Sahâbi olan Abdullah bin Büsr (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra bir bayram günü namaz için musallaya çıkmış, imam bayram namazını ilk vaktinden tehir etmiş, bunun üzerine Abdullah (Radıyallâhü anh) imamın bu hareketine karşı çıkmıştır.

Hadisin : cümlesi Abdullah (Radıyal­lâhü anh)’in sözundendir. Bu cümledeki ‘Teşbih’ kelimesi ile nafile namaz veya kuşluk namazı kasdedilmiştir. Bilindiği gibi güneş do­ğarken nafile namaz kılınmaz. Güneş bir mızrak boyu kadar yükse­lince nafile kılınabilir. Bu vakit nafilenin kılınabileceği ilk vakittir. Abdullah (Badıyallâhü anh) ‘in işaret ettiği saat nafilenin kilınabileceği ilk vakittir. Yâni bayram namazının ilk vakti, nafile na­mazının ilk vaktidir.cümlesi Abdullah (Radıyallâhü anh)’ın râvisi Yezid bin Humeyr (Radıyallâhü anhJ’a âit ola­bilir. Yâni Abdullah (Radıyallâhü anhJ’ın işaret ettiği saat nafilenin kılınabileceği ilk saattir.

Bayram namazının ilk vaktinin, güneş doğduktan sonra nafile namazının kılınabileceği ilk vakit olduğu hususunda icmâ vardır.

El-Bahır yazarı: Bayram namazının ilk vakti güneşin etrafa ya­yıldığı zamandır. Güneşin semânın ortasına çıkacağı zamana kadar bayram namazı kılınabilir. Bayram namazı vakti hakkında her han­gi bir ihtilâfı bilmiyorum, demiştir. [132]

Bayram Namazının En Faziletli Vakti

Kurban bayramı namazını, güneşin bir mızrak boyu kadar çıktı­ğı vakitte kılmak efdaldır. Bunun erken kılınmasının hikmeti şudur: Kurban bayramı günü bir şey yemeden bayram namazına çıkmak efdaldır. Fazla gecikme nedeniyle, bâzı kimselerin acıkmaktan dola­yı rahatsız olmaları muhtemeldir. Erken kılınırsa herkes zamanın da evine döner, kurban kesecek olanlar kurbanlarını keserek ondan yerler. Kesmeyenler de kahvaltı ederler.

Ramazan bayramı namazı ise; güneş iki mızrak boyu kadar yük­selince kılınmalıdır. Efdal olanı budur. Bu gecikmenin hikmeti ise, Ramazan bayramı günü namaza çıkmadan önce bir şey yemek sün­nettir. Acıkmadan mütevellit eziyet duymak söz konusu değildir. Fit­resini vermemiş olanlara namazdan önce fitre çıkarmaları için bir fırsat ve imkân vermektir.

Hanefi, Şafiî ve Mâliki mezheblerinin kavli bu­dur. Bunların bir delili e 1 – H â f i z ‘ m et-Telhîs’te zikrettiği ve Amr bin Hazm’ın Cündüb (Radıyallâhü anh) ‘ten riva­yet ettiği şu hadistir:

= … -Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize fıtır günü, güneş iki mızrak boyu kadar yüksek iken ve kurban bayramı günü güneş bir mızrak boyu kadar yükselmişken namaz kildırırdı.»

M â 1 i k İ 1 e r’ e göre her iki bayram namazı için en efdal va­kit güneşin bir mızrak boyu kadar yükseldiği vakittir. [133]

171 – Gece Namazını İki (Şer) Rek’at Kılmak Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1318) (Abdullah) bin Ömer (Radtyalâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namazı iki­şer ikişer (rekat) kılardı.”

1319) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü a«A«wd)’dan rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : «Gece namazı ikişer ikişer (rek’at)dır.»”

Abdullah bin Büsr (R.A. )’ın Hâl Tercemesi

Abdullah bin Büsr bin Ebi Büsr el-Mâzinl Ebû Büsr sahâbl oğlu sahâbl’dir. Hadîslerinden birer tMiesini Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir. Râvîleri,, Ye-zid bin Humayr, Muhammed bin Ziyâd el-İlhani ve Ebü’z-Zâhiriyye’dir. Başka râ-vileri de vardır. Hicretin 88. yılı vefat etmiştir. 96. yılı vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Şam’da vefat eden son sahâbî’dir. (Hulâsa, Sah. 292)

1320) İbn-i Ömer (Radıvolâkü anhiimâ)’dan; Şöyle demiştir:

Gece namazı(nın kaçar rekatından selâm verileceği) Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe soruldu. O buyurdu ki:

«(Kişi,) ikişer ikişer (rekat) kılar. Şafakın doğmasından korka­cağı zaman bir rek’at vitir kılar (veya bir rekatla o gece namazını îekleştirir.)

1321) (Abdullah) bin Abbâs (Raâıyailâhü ankümâ)’dan: Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), geceleyin namazı iki­şer rek’at kılardı.” [134]

İzahı

Gece namazının ikişer rek’at. olarak kılınması hakkında mü­teaddit senedlerle rivayet edilen İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhl’ıa hadîsi benzer lafızlarla Kütüb-i Sitte’nin tümünde rivayet olunmuştur. İlk hadîs ayni senedle müellifin ‘Bir rek’atla vitir kıl­mak1 babında 1174 numara ile geçmiştir. Oradaki metnin sonunda; f*Sji jiHJ — «ve bir rek’at vitir kılar» ziyâdesi vardır. Geniş izah için oraya müracaat edilebilir.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’ın 1319 nolu hadîsi Kütüb-i Sitte’nin tümünde rivayet edilmiştir.

Bu bâbta ve bundan sonraki bâbta rivayet olunan hadislerde ge­çen : (^ta = “ikişer rek’at” kelimesi te’kit için iki defa tekrarlanmış­tır. Bunun mânâsı her iki rek’atın sonunda selâm vermektir. Çünkü Müslim ve Ahmed’in Ukbe bin Haris tarikiyle İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ‘dan olan rivayetlerinde :

= “İkişer ikişer sözü ile ne kastedildiği İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)’ya sorulmuş?” O da:

Her iki rek’atın sonunda selâm ve­rirsin” diye cevap vermiştir, deniliyor.

1320 nolu İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini B u -hârî, Müslim, Mâlik, Ebû Dâvûd, Nesâî ve T a h a v î de rivayet etmişlerdir. T i rm izi de bunun benze­rini el-Leys târiki ile İbn i Ömer (Radıyallâhü anh)’den rivayet etmiştir.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhl’ın hadîsini Nesâî de rivayet etmiştir.

Bu bâbtaki hadîsler geceleyin kılınan nafile namazında her iki rek’atın sonunda selâm vermenin sünnet olduğuna delâlet eder.

El-Menhel yazarının beyânına göre el-Hâf iz şöyle demiştir: ‘Cumhur, bu hadîslerdeki : ^^° y~* ifâdesini her iki rek’atın sonun-

da selâm vermek şeklinde yorumlamış ve böyle kılmanın efdal oldu­ğu beyan edilmiş, demiştir. (Yâni bu hadîsler, gece namazının her iki rek’atından sonra selâm vermenin daha efdal olduğunu beyan et­miş olur.)

Hadîsler, her iki rek’atın sonunda selâm vermenin daha kolay ve hafif olduğunu bildirerek böyle de kılınabileceğini beyan için ola­bilir.

Mâlik, Şâfıi, A h in e d , Ebü Yûsuf ve Mu-h a m m e d bu hadîsleri ve benzerlerini delil göstererek gece na­mazının her iki rek’atından sonra selâm ‘efdal olduğuna hükmetmişlerdir. Bundan sonra gelen bâbta âlimlerin görüşleri ay­rıntılı olarak bildirilecektir. [135]

172 – Gece Ve Gündüz (Nafile) Namazın İkişer İkişer (Rekat) Kılınması Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1322) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)’dan rivayet edildi­ğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : -Gece ve gündüz (nafile) namazı ikişer ikişer (rek’at)dır.»” [136]

İzahı

Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, îbn-i Hibban, îbn-i Huzeyme ve Dârekutni de bunu rivayet etmişlerdir.

Bu hadise göre gündüz nafilelerinde de gece nafileleri gibi iki şer rek’atin sonunda selâm vermek daha efdaldır. Ancak bunu İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’den rivayet eden N â f i ‘ Abdul­lah bin Dinar ve bir cemâatin rivayetinde; jl^Jlj = «ve gündüz…» kaydı yoktur. Yalnız Ali e 1-E z d i ‘ nin İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’den olan rivayetinde bu ziyâde vardır. Bu konuda İbn-i Abdi’1-Berr şöyle der:

*ve gündüz…» kaydını Alî e 1-E z d î’ den başka hiç kimse îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’den rivayet etme­miştir. Üstelik bu kayda itiraz etmişlerdir. Yahya bin Muin bunu zayıf sayarak: Nâfi Abdullah bin Dinar ve bir cemâat bu hadîsi; kaydı olmaksızın İbn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anh)’den rivayet etmişler, demiştir. N e s â i de : Bu ha­dîsin senedi güzeldir. Fakat İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in arkadaşlarından bir cemâat e 1 – E z d i’ ye muhalefet ederek;

jlfjlj ziyâdesini zikretmemişlerdir, der.

İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân ve el-Hâkim bunu sahih görmüşlerdir. B e y h a k î de : ‘Bu hadîs sahihtir, A 1 î e 1 E z d i’ yi Müslim hüccet saymıştır. Sika râvinin ziyâde­si makbuldür. Buharı’ den bu hadîsin durumu sorulunca : Bu hadîs sahihtir, diye cevap vererek e 1 – E z d î’ nin tarikiyle bunu rivayet etmiş ve: Bu hadîs Muhammed bin Şîrîn târikiyle de İ h, n-i Ömer (Radıyallâhü anhJ’den merfu’ ola­rak rivayet edilmiş, bunun senedindeki râvüerin tümü sika zâtlardır, demiştir.’ der.”

Hadîsin başka senedleri ve şâhidleri vardır. El-Hâf iz bun­ların bir kısmını et-Telhîs’te zikretmiştir. [137]

Gece Ve Gündüz Nafilelerinin Kaçar Rek’atından Sonra Selâm Verileceği Hususunda Âlimlerin Görüşleri

  1. Hanefîler’ den Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre gece namazında her iki rek’atin sonunda ve gündüz nafileleri­nin her dört rek’atından sonra selâm vermek efdaldır.
  2. Ebû Hanife ‘ ye göre gece ve gündüz nafilelerinin her dört rek’atından sonra selâm vermek daha efdaldır.

Ebû Hanîfe’ nin -delillerinden birisi Müslim ‘in M u â z (Radıyallâhü anh) ‘dan rivayet ettiği şu mealdeki ha­dîstir:

“Muâza (Radıyallâhü anh) Âişe (Radıyallâhü anhâ)’ya: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazını kaç rek’at kılardı? diye sormuş. Âişe (Radıyallâhü anhâ) :

Dört rek’at kılardı ve Allah’ın dilediği kadar fazlalaştırırdı, diye cevap vermiştir.”

Diğer bir delili de Ebû Dâvûd’un Âişe (Radıyallâhü anhâ)’dan rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir :

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece namazı hak­kında Âişe (Radıyallâhü anhâ)’ya soru sorulmuş, kendisi şöyls cm-inp vermiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatsı namazını cemaatla kıldıktan sonra aile efradının yanına dönerdi. Dört iâk’aı (nafile) kıldıktan sonra yatağına girerdi.”

Hanefî âlimleri bu bâbta rivayet edilen İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsine yukarıda anlatılan gerekçe ile cevap yermişlerdir.

  1. Şafii ve Ahmed’e göre tüm nafilelerde her iki rek’a­tin sonunda selâm vermek efdaldır. Bunların delillerinden birisi îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in buradaki hadîsidir. Buhâri; “Nafile namaz ikişer rek’attır” babında şöyle der :

“Ammâr, Ebû Zerr, Enes, Câbir bin Zeyd, İkrime ve Zühri’ nin tüm nafilelerde her iki rek’atm sonun­da selâm vermenin efdal olduğunu söyledikleri zikredilmiştir. Yah­ya bin Saîd el-Ensâri demiştir ki: Memleketimizde be­nim yetiştiğim bütün fıkıhçılar gündüz nafilelerinde her iki rek’atten sonra selâm verirlerdi.”

  1. Mâliki mezhebine göre bütün nafilelerde her iki rek’attan sonra selâm vermek matlubtur. Dört rek’atın sonunda selâm ver mek ise mekruhtur. El-Menhel yazarı âlimlerin görüşlerine mesned olan riolMleri “Gündüz namazı” babında zikretmiştir.

1323) Ûmmü Hanİ’ binti Ebî Talih[138] (KadtyaUâhü anhâ)'<\an: Şöyle demiştir :

lU’sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ (Mekke’nin) fetih gü­nü kuşluk nafilesini sekiz rek’at kıldı. Her iki rek’attan (sonra) se­lâm verdi.” [139]

İzahı

Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Mekke fethi hicretin 8. yılı Ramazan ayında olmuştur. Sübhatüddüha: Kuşluk namazı demektir.

Hadîs, kuşluk namazının sekiz rek’at olduğuna, bunu kılmanın ve her iki rekatın sonunda selâm vermenin müstehablığına delâlet eder. Hadîs gündüz nafilelerinin her iki rek’atinden sonra selâm ver menin efdal olduğunu söyleyenler için bir delildir.

Bâzıları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in fetih günü kıldığı namazın fetih namazı olduğunu söylemişler ise de, bu hadis bunu reddeder. Çünkü kılınan namazın kuşluk namazı olduğu bura­da tasrih edilmiştir.

1324) Ebû Saîd (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-(Nafilede) Her iki rek’atte selâm vermek vardır.»”

Râvi Ebû Süfyân es-Sa’dî’nin rivayetinin zayıflığı üzerinde âlimlerin-ittifak ettiklerini îbn-i Abdi’l-Berr’in söylediği Zevâid’de bildirilmiştir.

1325) El-Muttalib yâni İbn-i Ebî Vedâa[140] (RadıyaUâhii anh)’-den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

Bu duruma göre İbn-i Mâceh’in kastettiği râvi sahâbî olan el-Muttalib bin Rabia (R.A.)’dır.

-Gece namazı ikişer ikişer rek’attır. Sen her iki rek’atta teşeh-hüd okursun. Fakr-u zaruratını yalvararak açıklarsın, yoksulluğunu zilletle dile getirirsin. (Namazdan sonra) duâ ederken ellerini kaldı­rırsın ve Allahım bana mağfiret eyle, dersin. Kim bunu yapmazsa onun namazı (ecir ve fazilet bakımından) noksandır.»” [141]

İzahı

Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvûd. Dârekutni ve B e y h a k i de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Hadisteki : ifâdesinin mânâsının, İ b n – i Ömer (Radıyallâhü anh) tarafından açıklandığına göre her İki rek’atın sonunda selâm yermek olduğu 1321 nolu hadîsin izahında anla­tılmıştır. Bu duruma göre bu hadîs de gece namazında efdal olanın her iki rek’attan sonra selâm vermek olduğunu beyan etmiş olur.

El-Menhel yazarının beyanına göre maksad her iki rekatta te-şehhüdü okumak olabilir. Bu takdirde; cümlesi; ifâdesinin açıklaması olmuş olur.

Bu hadiste geçen bâzı fiilleri açıklayalım :fiilleri muzâri fiilleridir. Muzâraat harfi olan; «Te» hafifletmek için atılmıştır. Bunların aslı ve mânâsı şöyledir :teşehhüd okursun “fakirliğini açıklarsın.”

Bu fiil bazı rivayetlerde ; diye geçer.

Bunun masdarı olan “Bü’s” şiddetli ihtiyaç ve fakirliktir. Fakir­liği dile getirmektir. Kamusta “Tebaüs” fakirliği göstermektir. Huşu ve yalvarmak anlamında da kullanılır. Burada bu mânâ kasdedilmiştir.

“zilletini ve haklrliğini açıklarsın. “Duâ ederken ellerini kaldırırsın.”

“noksanlıktır.” Burada noksandır, mânâsı kasdedilmiş-tir. Yâni o namaz hususuz ve tavâzusuz kılındığı takdirde sahih ol­makla beraber sevap ve fazilet yönünden noksan sayılır. [142]

173 – Ramazan Ayı Kıyam (= Teravihle İhyası) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

Kıyam: Ramazan gecelerini ibâdetle ihya etmek veya teravih namazını kılmak demektir. Bu bâbta rivayet edilen hadîslerde geçen bu kelime ve bundan türeme fiillerin sözlük mânâsı kalkmak, ayak­ta durmak ve düzelmek gibi işlerdir. Burada kastedilen mânâya ge­lince, âlimlerin çoğu bunu teravih namazını kılmak anlamında yo­rumlamışlardır. Bâzıları da bunu Ramazan gecelerini ibâdet ve taat-la ihya etmek mânâsına yorumlamışlardır.

E1 – H â f ı z , el-Fetih’te: ” N e v e v i, kıyamı teravih nama­zını kılmakla yorumlamıştır. N e v e v i’ nin maksadı, teravih na­mazını kılmakla Ramazan kıyamı ve bunun için vâdedilen sevabın hâsıl olduğunu ifâde etmektir. N e v e v İ , Ramazan kıyamının teravih namazından başka ibâdetlerle oluşamıyacağını söylemek is­tememiştir. Böyle bir maksadı yoktur. Fakat e 1 – K i r m a n i, bu­nu garipsiyerek demiş ki: ‘Âlimler, Ramazan kıyamı ile teravih na­mazının kastedildiği hususunda ittifak etmişlerdir,’ diye bilgi verir.”

Hadislerdeki kıyam kelimesi kayıtsız olarak geçtiğine göre bu kelimeyi mutlak mânâya yorumlamak yâni Ramazan gecelerini ibâ­det ve taatla ihya etmek diye açıklamak daha uygundur, diyenler vardır. El-Menhel yazarı da buna taraftardır.

Âlimlerin çoğu Ramazan kıyamını teravih namazını kılmak şek­linde yorumladıkları için hadîsleri terceme ederken kıyamı, teravih namazını kılmak diye terceme etmek mümkündür. Ancak bu kelime­nin. Ramazan gecelerini ibâdetle ihya etmek diye yorumlanabilece­ğini hatırdan çıkarmayı hatırlatmak isterim.

1326) Ebû Hüreyre (Radıyailâhü anh)âen rivayet edildiğine güre: Resûlullah (SallaÜakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Kim inanarak ve sırf Allah rızasını dileyerek Ramazan orucu­nu tutar ve gecesini teravihle (veya başka ibâdetle) ihya ederse, onun geçmiş günahı bağışlanır.»” [143]

İzahı

Mâlik. Kütüb-i Sitte sâhibleri ve B e y h a k i bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Hadisin; kelimesi: “Allah ve Resulüne inanarak” veya “Ramazan orucunun hak oluşuna ve bu ibâdeti îfa etmek sonucunda ka­zanılacak sevaba âit ilâhî müjdeye inanarak” diye yorumlanmıştır. Her iki mânâ muhtemeldir.

Hadisin; kelimesi :

“Her çeşit riya ve gösterişten uzak ve tam bir İhlâsla Allah’ın rı­zasını dileyerek” diye yorumlanmıştır.

Hadîsin : “… Ramazan orucunu tutar…” cümlesinden maksat Ra­mazan ayı boyunca oruç tutmaktır. Özürsüz olarak Ramazanın bir gününü bile oruçsuz geçiren kimse için mezkûr sevab yoktur. Özre binaen oruç tutamayıp, tutamadığı günleri kaza eden veya şer’î hü­kümler çerçevesinde fidyesini ödeyen kimse ise mezkûr sevabı ka­zanır. Tıpkı ayakta duramadığı için oturarak namaz kılan gibi. Çün­kü buna ayakta namaz kılanın sevabı vardır.

Hadisin zahirine göre, îman ve ihlâsla Ramazan orucunu tutup gecelerini ibâdetle ihya edenin geçmiş küçük, büyük tüm günahları bağışlanır. El-Menhel yazarının beyânına göre İbnü’l-Münzir böyle hükmetmiştir. Fakat Nevevî, Müslim’in şerhinde : ‘Fıkıhçılarca bilinen meşhur görüş bu hükmün küçük günahlara mah­sus olup büyük günahlara şümullü olmamasıdır. Bâzılarına göre eğer küçük günah yoksa büyük günahların cezası hafifletilir’, demiş­tir.

Ramazan gecelerini ihya etmekten maksat, gecenin tamamını ibâ­detle geçirmek değildir. Gaye gecenin bir kısmını ibâdetle geçirmek­tir. Nitekim kıyamı teravihle yorumlayanların görüşüne göre tera­vih namazını kılan kimse geceyi ihya etmiş sayılır.

1327) Ebû Xerr(-ı Gıfarî) (Radıyallâhü anh)”den: Şöyle demiştir: Biz ResûluUah (Salla’lahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bir Ra­mazan (ayı boyunca) oruç tuttuk. (Ramazan ayından) yedi gece ka­lıncaya kadar hiç bir gecesinde bize teravih kıldırmadı (veya) gece­yi ihya ettirmedi. (Ay sonundan başına doğru) yedinci gece olunca yaklaşık olarak gecenin üçte birisi geçinceye kadar bize teravih kıl­dırdı. (Veya gecenin o kısmını ihya ettirdi.) Sonra o geceyi takip eden (sondan) altıncı gece oldu. (Ama) onda teravih kıldırmadı. Ni­hayet (sondan) beşinci gece oldu. (Ondan) yaklaşık gecenin yarısı geçinceye kadar bize teravih kıldırdı. Ben:

Yâ Hesûlallah! Bu gecemizin kalan yarısını da ihya etmemizi bu­yurmanızı temenni ediyoruz, dedim. Buyurdular ki:

“Şüphesiz, imam namazdan dönünceye kadar onunla beraber (yatsı farzını ve) teravihi kılan kimsenin bu ibâdeti bir geceyi (ta­mamen) ihya etmeye denk olur.”

Sonra o geceyi izleyen (sondan) dördüncü gece oldu da teravih kıldırmadı. Nihayet, onu takip eden (sondan) üçüncü gece oldu. O, (muhterem) eşlerini ve yakınlarını topladı. Cemâat da toplandı. Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) demiştir ki efendimiz o gece, bize kıldırdığı teravihi o kadar uzattı ki biz sahur yemeğini kaçıracağımızdan kork-tuk. Denilmiş ki: Felah nedir? Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) : Felah, sahur yemeğini yemektir, diye cevap vermiştir. Ebû Zerr (Radıyal­lâhü anh) demiştir ki; O geceden sonra efendimiz Ramazan ayının kalan iki gecesinde bize teravih namazından hiç bir şey kıldırmadı.” [144]

İzahı

Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Tahavi, Hâkim ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Tirmizi ve Ha-k i m bunun sahih olduğunu da belirtmişlerdir.

Hadisteki ‘Kıyam1 kelimesini teravih namazını kılmak anlamın­da terceme ettim. Bir önceki hadisin izahında belirttiğim gibi bu ke­limeyi ‘Geceyi ibâdetle ihya etmek’ anlamında yorumlamak müm­kündür.

Araplar günleri hesablarken ay sonunu esas alırlar. Onun içindir ki Ebü Zerr (Radıyallâhü anh) Ramazan ayının son yedi gecesini ilkine yedinci, ikincisine altıncı, üçüncüsüne beşinci… de­miştir.

Arabi ayların bazen 29, bazen 30 gün olduğu bilinmektedir. 28 veya 31 olması ihtimâli yoktur. Çünkü Arabi aylar gök ayının ye­nilenmesi esâsına bağlıdır. Şu halde her ayın 29 günü doldurması kesindir. 30. gün şüphelidir. Şüpheli günü hesaba katmamak gerek­tiği için Ebü Zerr (Radıyallâhü anh)’in dediği yedinci gece Ramazanın yirmi üçüncü gecesi, altıncı gere Ramazanın yirmi dör­düncü gecesi, beşinci gece, Ramazanın 25. gecesi, üçüncü gece, Ra­mazanın yirmi yedinci gecesi ve kalan geceler Ramazan’ın yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu gecesi olmuş olur.

Hâl böyle olunca bu hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’in Ramazan ayının yalnız yirmi üç, yirmi beş ve yirmi yedin­ci gecelerinde teravih namazını kıldırdığına veya bu geceleri cemaa­ta ihya ettirdiğine, ibâdeti Ramazan’ın 23. gecesi, gecenin üçte biri­sine, 25. gecesi gecenin yarısına ve 27. gecesi şafaka yakın bir zama­na kadar uzattığına delâlet eder.

Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) muhterem eşlerini ve yakınlarını da teravih namazı için toplamıştır. Büyük bir cemaata teravih kıldırmıştır.

Ebü Zerr (Radıyallâhü anh) yirmi beşinci gecenin tamâ­mını ihya etmek arzusunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e arzetmiş, efendimiz de yatsı ve teravih namazlarını imamla beraber kılan bir kimsenin sevabının o gecenin tümünü ihya edenin sevabına denk olduğunu müjdelemiştir.

Hadisin : cümlesinin mânâsı budur. Yalnız yatsı namazını imamla beraber kılanın sevabı ise yarım gecenin ihyâsına denk olur. Çünkü Müslim, Mâlik, Ti r-mizi ve Ebü Davud’un Osman bin Affân (Ra-dıyallâhü anh)’dan merfû olarak rivayet ettikleri bir hadîste Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

= «Kim yatsı namazını cemaatla kılsa gecenin yarısını ibâdetle ihya etmiş gibi olur. Kim yatsı ve sabah namazlarını cemaatla kılsa bir geceyi ibâdetle ihya etmiş gibi olur.»

Felah: Kurtuluş, mutluluk, zafere kavuşmak, devamlı kalmak ve sahur yemeğini yemek gibi müteaddit mânâlara gelir. Burada son mânânın kastedildiği E b û Z e r r (Radıyallâhü anh) tarafından ifâde edilmiştir. Bu kelimenin mânâsını soran zâtın hadis râvisi Cüb e y r (Radıyallâhü anh) olduğu Ebû Davud’un rivayetinde tasrih edilmiştir.

Suhür: Sahur yemeğini yemektir.

Sahur: Sahur vaktinde yenen yemekler ve içilen içeceklerdir.

El-Menhel yazan şöyle der :

“Teravih namazının camide cemaatla kılınmasının evde kılınma­sından efdal olduğuna hükmeden cumhur bu hadisi delil göstermiş­tir. Bu hadîs Nesâi ve Tabarânİ1 nin Zeyd bin Sâ-b i t (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri :

-Farz namaz hâriç, en faziletli namaz adamın kendi evinde kıldığı namazdır.» hadisinin hükmünü husûsileştirmiştir. Yâni teravih namazı da farz namaz gibi bu hadisten istisna edilmiştir.

Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in teravih na mazını aralıklı üç gece kıldırdığını ifâde eder.

Cumhurun bir delili de Ömer (Radıyallâhü anh)’ın, diğer sahâbilerin ve onlardan sonra gelenlerin teravih namazını camiler­de ve cemaatla kılmalarıdır.

Mâlik, Ebû Yûsuf, Şâfiiler’in bir kısmı ve di­ğer bâzı âlimler Z e y d (Radıyallâhü anh) ‘in yukardaki hadisini delil göstererek teravih namazını evde tek başına kılmanın efdal olduğuna hükmetmişlerdir. Tahavi bu kavli î b n – i Ömer, İbrahim Nahaî, İshak bin Süveyd, Urve, Saîd bin Cübeyr, Kasım, Salim, Nâfi ve baş­kalarından naklederek : Bu zâtların hepsi Ramazan ayında evde kıl­mayı imamla kılmaya tercih etmişlerdir. Doğrusu da budur, demiştir. Cumhur ise, yukarıda da anlattığım gibi Z e y d (Radıyallâhü anh)’m hadisini bayram namazı gibi cemaatla kılınması meşru kılı­nan sünnetlerden başka nafilelere tahsis etmiştir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in teravih namazını Me s c i d-i N e b e v i’ de cemaatla kıldığı sabittir. [145]

Teravih Namazı Kaç Rekattır ?

Teravih namazının rek’at sayısı hususunda âlimler arasında ih­tilâf vardır. El-Menhel yazarı bu ihtilâfı ve her grubun delillerin zikretmiştir.

Hanefî, Şafiî, Hanbelî âlimleri, meşhur kavline göre Mâlik, Dâvûd ve bir çok âlim teravih namazının yir­mi rek’at olduğuna hükmetmişlerdir. Her iki rek’atın sonunda selâm verilmeli ye her dört rek’attan sonra kısa bir istirahat oturuşu ya­pılmalıdır, istirahatlar nedeni ile teravih ismi verilmiştir. Çün­kü TerâulF kelimesi ‘Tervîha’nın çoğuludur, Tervîha: Asıl mânâsı : rahatlamaktır. Sonra teravih namazının dört rek’atına bu isim ve­rilmiştir. Çühkü bunun arkasında istirahat için biraz oturulur.

Bu grubun delillerinden birisi Beyhakî1 nin sahih bir is-nad ile es-Sâib bin Yezid (Radıyallâhü anh)’den riva­yet ettiği şu haberdir: “Sahâbîler, Ömer, Osman ve Ali (Radıyallâhü anhüm) devirlerinde teravih namazını yirmi rek’at ola­rak kılarlardı.”

T i r m i z i de: Âlimlerin ekserisi, teravih namazının yirmi rek’at olduğuna dâir Ömer (Radıyallâhü anh), A 1 i (Radı-yallâhü anh) ve başka sahâbîlerden rivayetler üzerinde karar kıl­mışlardır, demiştir.

Teravih namazının 8, 10, 16, 24, 34, 36 ve 40 rek’at olduğuna dâir görüşler de vardır.

İbn-i Abdi’l-Berr: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den teravih namazının rek’at sayısı hakkında bir tahdid vâ-rid olmamıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) zamanında ve Ömer (Radıyallâhü anh)’m devrinin ilk zamanlarında 8 ve 10 rek’at kılındığına dâir ri­vayetle amel etmek efdaldır. Bundan sonra efdal olanı Ö m er (Ra-dıyallâhü anh), Osman (Radıyallâhü anh ve Ali (Radıyal­lâhü anh) in zamanlarında uygulanan yirmi rek’at olarak kılmaktır, Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) H u 1 e f â – i R â -ş i d i n ‘ in sünnetine sıkı sarılmayı emretmiştir, der.

Teravih namazı, yatsı namazı ile şafak’a yakın zaman arasında­ki süre içinde kılınır. Cumhura göre en efdalı yatsının son sünnetin­den sonra ve vitirden önce kılınmasıdır. Hanefiler’e göre te-râvih’in vakti yatsı namazı ile vitir namazı arasıdır.

Teravih namazı diğer namazlardan farksız olduğu için namazın sünnetlerini ve adabını ihlâl edici bir hızla kılınmamalıdır. Bunu ace­le bitirmeye maalesef bâzı imamlar ve bir kısım cemâat âdeta yarı­şırlar. Hattâ bazen tâdil-i erkân bile terkediliyor ki namazın ifsadı­na kadar gidilmiş olur. Allah cümlemize şuur ihsan eylesin.

1328) En-Xadr bin Şeyban [146] (Radıyallâhü ank)’den ; Şöyle demiştir:

Ben Abdurrahman (bin AvIVin oğlu Ebû Seleme (Radıyallâhü anhümâ)’ya rastladım ve:

Ramazan ayı hakkında babandan dinlediğin bir hadisi bana zik­ret, dedim. Ebû Seleme (Radıyallâhü anh) : Peki. Babam bana anlat­tığına göre Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan ayını anlatarak şöyle buyurmuştur:

«(Ramazan ayı) Öyle bir aydır ki Allah Teâlâ, onun orucunu üze­rinize farz kıldı. Ben de onun kıyamım gecelerini teravih (veya baş­ka ibâdetle ihya etmeyi) sünnet kıldım. Artık kim inanarak ve sırf Allah rızâsını diliyerek orucunu tutar ve gecelerini teravih (veya başka ibâdet) le ihya ederse, anası kendisini doğurduğu gün gibi gü­nahlarından temizlenmiş olur.»” [147]

İzahı

N e s â i de bunu rivayet etmiştir.Hadis, Ramazan orucunun faziletini ve gecelerini ibâdetle ihya etmenin sünnet olduğunu, orucunu tutup gecelerini ihya edenin gü­nahlardan temizleneceğini ve anasından yeniden doğan çocuk gibi günahsız hâle geleceğini hükme bağlamıştır.

Hadisin bir kısmı 1326 nolu hadise benzediği için bununla ilgi­li açıklayıcı bilgi edinmek istiyenler oraya müracaat etsinler. [148]

174 – Gece İbâdetine Kalkmak Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

Ebû Seleme (R.A.)ın Hâl Tercemesi

Ebû Seleme bin Abdirrahman bin Avf ez-Zühri el-Medeni büyük bir âlimdir. Amr bin Ali, onun adı yoktur, demiş ise de et-Tehzîb’te adının Abdullah olduğu­nu söyleyenler vardır. Bâzıları isminin İsmail olduğunu söylemiştir. Bâzıları da adı ile künyesi birdir, demişler, diye bilgi verilmiştir. Ebû Seleme <R.A.) babasından, Üsâme bin Zeyd (R.A.)’den Ebü Eyyub-ı Ensâri (R.A.)’den ve bir cemaat­tan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de oğlu Ömer. ürve. el-A’rac, Satıl. Zührİ ve bir cemâat rivayet etmiştir, İbn-i Sa’d O. sıka, fıkıhçı ve hadisleri çok İdi. El-Hâkim Ebû-Abdillah onun fukaha-i Şeb’adan birisi olduğunu nakletmiştir, der. Hicretin 94. yılı vefat etmiştir. El-Fellâs’ın dediğine göre 104. yılı vefat etmiştir. (Hulasa : 451)

1329) Ehû Hüreyre (Radıyallâhü ank)Wen rivayet edildiğine göre; .Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«(Sizden birisi uyuyunca) şeytan geceleyin onun ensesine üç dü­ğümlü bir ip bağlar. O kimse uyanıp Allah’ı anarsa bir düğüm çö­zümlenir. Kalkıp abdest aldığı zaman bir düğüm (daha) çözülür. Na­maza durduğu zaman bütün düğümler çözümlenir. Artık (gece na­mazına kalkan) o kimse, düğümü çözük, hafif, gönlü hoş ve hayra ulaşmış olarak sabahlar. Eğer (Allah’ı anmayı, abdest almayı ve na­maz kılmayı) yapmazsa, uyuşuk, gönlü habis ve hiç bir hayra ulaş­madığı bir halde sabahlar.»” [149]

İzahı

Mâlik, Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Ne-s â i de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Kâfiye: Bir şeyin kâfiyesi onun sonu demektir. Bu nedenle şiirin sonuna kâfiye denilir. Burada başın kâfiyesi ile boyunun arkası yâ­ni ense kastedilmiştir. Uyuyan adamın ensesine şeytanın düğümlü ip bağlaması hakiki veya mecazı olabilir. El-Menhel yazarı hadîsin zahirini, hakîki mânâya daha yakın görmüştür. Sihirbaz kadınların ipleri düğümlemeleri ve üzerinde bir şeyler söyleyerek üfürmeleri malumdur. Şeytanın da ekserisi kadın olan sihirbazlar gibi ipleri düğümleyip bağlaması mümkündür.

Bu bağlama işi mecazi olabilir. Yani sihirbaz büyülediği kim­seyi etki altında tuttuğu gibi şeytan da uyuyan kişiyi âdeta büyüle-mişcesine ibâdetten ve Allah’ın anmaktan alıkoymak ister.

En-Nihâye yazarı : Maksat, şeytanın uyuyan kişinin uykusunu ağırlaştırması ve uzatmasıdır. Artık sanki onu bağlamış ve üç dü­ğümle düğüm lemistir, der.

Şeytandan maksat İblis olabilir. Bâzıları bunu uzak görerek: İb­lis milyonlarca insanın ensesine ip bağlamayı yetiştiremez, demişler ise de bunun garipsenmemesi gerekir. Çünkü Cenâb-ı Hak’ın îblis’e bu gücü vermesi mümkündür.

Bâzıları da şeytandan maksat îblis’in avanesi olan şeytanlardır. Artık bu işi herhangi bir şeytan veya her kişiye musallat olan be­lirli şeytan yapar.

Bu hadis Buharı1 nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den merfü olarak rivayet ettiği şu hadis’e ters düşmez:

= «Sen akşam yatağına gireceğin zaman Âyetü’l-Kürsî olan; âyetini sonuna kadar oku. Çünkü bunu okursan Allah tarafından bir muhafız (melek) senin başında devam­lı bekler ve sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz.» Çünkü bu bâb-taki hadîsi mânevi düğümlemeye ve Buhârî1 deki hadisi mad­di yaklaşmaya yorumlamak veya bunun tersine yorum yapmak müm­kündür. Yahut her iki hadîs de maddî yaklaşma ve düğümlemeye veya ikisi de mânevi alanda yorumlanır; Bu takdirde Buhâri’-deki hadîs burdaki hadisi husûsîleştirir. Yâni yatağa girerken Âye-tü’1-Kürsi’yi okuyanlar bu bâbtaki hadîsin hükmünden müstesnadır. Şeytan onların ensesine düğümlü ip bağlayamaz.

Hadîs, kişi, uyandığında Allah’ı anarsa ipin bir düğümünün çö­zümleneceğini bildirmiştir. Allah’ı anmak zikrin her çeşidi ile ger­çekleşir. Ku r a n okumak, Hadis okumak, dini ilimle meşgul ol­mak da buna dâhildir. .

Cünüp adamın uyandığı zaman boy abdesti almadan yalnız ab-dest alması ile düğüm çözülür mü?

Bâzıları hadîsin umumîliğine bakarak : Evet, demişlerdir. Bâzı­ları da: Hayır, demişlerdir. Bunlar derler ki: Uyananların büyük çoğunluğu cünüp olmayıp yapacağı iş abdest almak olduğu için ha­dis abdest almaktan bahsetmiştir. Cünüp ise ancak boy abdesti al­dığı zaman düğüm çözümlenir.

Hadîsteki zem, namaza kalkmaya niyetli olmayan kimseye mah­sustur. Çünkü kalkmaya niyetli olup uyanmayan veya kalkmayı îti-yad edindiği halde her nasılsa uyanamayan kimsenin kalkmışcasına sevap kazandığı ve onun uykusunun kendisi için Allah tarafından verilmiş bir sadaka olduğu Mâlik, Ebû Dâvûd, Nesâi ve B e y h a k i’ nin rivayet ettikleri  iş e (Radıyallâhü an-hâ) ‘nin merfû hadîsi ile sabittir. [150]

Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. Gece uykudan uyanınca Allah’ı anmak, abdest alıp namaz kılmak sünnettir.
  2. Bunu yapandan şeytan uzak durur ve bunu yapmak, bol ecir, mutluluk ve gönül hoşluğuna vesile olur.

1330) Abdullah (bin Mes’ud) (Radtyallâhü)’den; Şöyle demiştir: Sabaha kadar uyuyan ve (namaza kalkmayan bir adamın bu hâli) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e anlatıldı. Efendimiz: «Bu adamın kulaklarına şeytan işemiştir.» buyurdu.” [151]

İzahı

Buhârî, Müslim ve Nesâî de bunu rivayet etmiş-lerdir. Buhâri’ deki metinde :«o adam na-maza kalkmadı.» cümlesi, vardır ve; «kulaklarına ifâdesi yerine kulağına- ifâdesi bulunur.

Müellif hadîsi, bu bâbta rivayet ettiğine göre adam gece nama­zına kalkmıyormuş ve onun bu hâli Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeÜemJ’e şikâyet edilmiştir. Fakat sünnet olan gece namazına kalkmamak yüzünden bu azarlamanın buyurulması hikmeti açık de­ğildir. Bu nedenle Sindi: Bu adamın yatsı namazını kılmadan uyuduğu ve sabaha kadar uyuyakaldığı muhtemeldir. Bu takdirde farz namazı kaçırdığı için bu azarlamanın yapıldığı anlaşılır.

Süfyân-ı Sevri: Bizce bu adam farz namazı kılmayıp uyuya kalmıştır, der.

«Bunun kulaklarına şeytan işemiştir» cümlesinin açıklaması hu­susunda H a t t â b î şöyle demiştir. Bu cümle benzetmek içindir. Adamın uykusunun ağırlığı ve bu hâlinin namaz kılmaktan gaflet etmesine sebebiyet vermesi yönünden, kulağına işenip işitme duy­gusu bozulan kimse gibidir’

T a h a v i de: Bu hâl, şeytanın bu adam üzerindeki tahakküm derecesini ve onun da şeytana olan itaatini ifâde eden bir benzetme cümlesinin anlamıdır, demiştir.

Tı y b î de : Şeytan bu gafil adamın kulağını bâtıl şeylerle doldurmuş ve kulağında hak sözü işitmeye mâni bir sağırlık vermiş­tir, der

Ku r t u b i şeytanın işemesini hakiki mânâsına hamletmekte bir beis yok, demişte.

1331) Abdullah bin Aııır (bin el-As) (Radtyallâhü anhiimâ)’dan ri­vayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu. demiştir :

-(Yâ Abdullah!) Sen falan adam gibi olma. O gece namazına kal­kardı. Sonra gece namazına kalkmayı bıraktı.»”[152]

İzahı

Buhâri. Müslim ve Nesâi de bunu rivayet etmiş­lerdir.

Hadiste “Falan adam” diye kinaye yoluyla anılan şahsın kim olduğu bilinmemektedir. Muhtemelen bir râvi, o şahsın adını kesin bilmediği veya unuttuğu için bu ifâdeyi kullanmıştır. Yahut Peygam­ber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamın kusurunu gizlemek mak­sadıyla ismini zikretmemiştir.

Bâzı âlimlere göre şöyle de olabilir: Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh) evvelce gece namazına kalkmayı itiyad hâline ge­tirdiği halde bilâhare bunu terketmiş, Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) de durumu bildiği için kinaye yolu ile onu uyarmıştır. Yâni onu kastetmiştir.

Hadîs, gece namazına teşvik edicidir. Aynı zamanda şunu da be­lirtir : Gece namazına devam eden bir kimse sonradan bu güzel alış­kanlığı bırakmamalıdır.

Sindi de: “Hadîs şunu ifâde eder: Gece namazına uzun sü­reyi ayırmak, bazen tümünü terketmeye yol açar. Bu sebeple gece namazına normal bir zamanı ayırmak daha uygundur. Nitekim fa­lan adam gece namazına fazla vakit ayırıyordu. Sonra bunu tama­men bıraktı. Sen onun gibi olma. Normal bir süreyi ayır ki bunu sürdüresin.

Bu hadis üzerine Abdullah (Radıyallâhü anh) vefat edin­ceye kadar gece namazına devam etmiştir.” der.

1332) Câbir bin AbdiUah (RadıyaUâhü anhümâ)’dan rivayet edildi­ğine göre: Resûlullah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Dâvûd (Aleyhisselâm) m oğlu Süleyman (Aleyhisselâm) in ana­sı Süleyman (Aleyhisselâm)’a s Ey oğulcuğum! Gece çok uyuma. Çün­kü geceleyin çok uyumak adamı kıyamet günü fakir bırakır.»”

Not: Seneddeki râvi SÜneyd bin Davud’un ve onun şeyhi Yûsuf bin Mu-hammed’in zayıf oldukları Zevâid’de bildirilmiştir. Suyûtî : İbnü’l-Cevzi bu hadi­si mevzu hadisler arasında zikretmiş ve râvi Yûsuf bin Muhammed bin el-Münke-dir’in hadîsleri terkedildiği için böyle yaptığını söylediğini nakletmiştir.

Sindi : ‘Ben derim ki : Ebû Zur’a Yûsuf’un hadîslerini iyi görmüş, İbn-i Adi de onun hadisinde beis olmadığını umduğunu söylemiş,’ demiştir

1333) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhiimâ)’dan rivayet edildi­ğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :

«Kim gece çok namaz kılarsa gündüz onun yüzü güzel (nurlu) olur.»” [153]

İzahı

Bu hadîsin zevâid türünden olduğuna dâir bir bilgiye rastlama­dım. Bununla beraber müellifin süneninden başka Kütüb-i Sitte’nin her hangi birisinde bulamadım. Bu nedenle zevâid türünden olması kuvvetle muhtemeldir.

Sindi hadîsin mânâsı ve sıhhati konusunda şöyle der: “Hadîsin mânâsı şudur: Gece namazına devam eden ve bunu bol yapanın yüzünde ibâdet nuru ve kabul belirtisi görülür. Mâne­vi bir güzellik belirgin olarak müşâhade edilir. Hadîsin mânâsı Fe­tih sûresinin son âyetindekj :«Onlar, yüzlerindeki secde izi ile

tanınırlar.[154] nazm-i celîle uygundur. Müslümanlardan çok kim­se, gece namazına devam edenleri yüzlerindeki nurla tanır. Hulâsa, hadisin mânâsı mezkûr âyete uygunluğu ve teheccüd namazına de­vam edenlerin yüzünde belirgin olarak bulunan nurun müşahede edilmesi ile sabittir. Lâkin hadîs hafızları bu hadîsin bu metinle sa­bit olmadığını söylemişlerdir.

E1-Hâk i m : ‘Râvi Sabit bin Musa, Kadı Se­rik bin Abdillah’in yanına girmiş. Şerik bu sıra­da bir hadîsin metnini senedi ile beraber zikretmek üzere :söylüyormuş. Hadîsin senedini bitirmiş, sıra hadîsin metnini söyle­meye geldiği anda Şerîk, Sabit’in yüzüne bakmış, yüzü­nün teheccüd namazı nedeni ile nurlu olduğunu belirtmek üzere;

“Gece çok namaZ klIanm yüzü gündüz güzel ve nurlu olur.” demiş. Sabit ise bu sözün hadîs olduğunu zannetmiştir, demiştir.

Beyhaki de, Muhammed bin Abdirrahman bin Kâmil’ den tahriç ettiğine göre Muhammed şöyle demiştir:

Ben Muhammed bin Abdillah bin Nümeyr’e: — Sabit bin Musa hakkında ne dersiniz? dedim. Ken­disi :

— Sabit, faziletli, sâlih ve ibâdetle tanınmış bir hadîs şey­hidir, diye cevap verdi. Ben :

— Bu hadîsine ne dersiniz? dedim. Kendisi :

— Bu hadis, S â b i t’ in bir galatıdır. Fakat bundan başka galat olması sanılan hiç bir hadîsi yoktur. Hadîs imamları bu ha­dîsin bile bile değil, yanılma sonucu mevzu bir hadîs olduğu yolun­da ittifak etmiş gibidirler. Yalnız e I – K u d a î, Müsnedü’ş-Şihâb’-ta bunlara muhalif kalmak hadîsin Sabit olduğu temayülünü göstermiştir, diye cevap verdi.”

1334) Abdullah [155] bin Selâm (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem), (hicrette) Medine’ye geldiği zaman halk hızla O’na gittiler ve : Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) geldi, denildi. Ben de O’na bakmak için halk arasında geldim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yüzüne dikkat-la baktığım zaman O’nun yüzünün yalancı yüzü olmadığını bildim < = böyle tanıdım.) İlk sözü şu oldu i

-Ey insanlar! Selamlaşmayı yaygmlaştırınız, yemek yediriniz, geceleyin halk uyumuşken siz namaz kılınız. (Böyle yaparsanız) se­lâmla cennete girersiniz.»” [156]

İzahı

Tirmizİ ve Hâkim de bunu rivayet ederek Buharı ve Müslim şartı üzerine sahih olduğunu söylemişlerdir.

Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i görür görmez mübarek yüzünün bir yalancı yüzü olmadığını sezmiştir. İbâdetine düşkün ve gece nama­zına devam eden mü’minlerin yüzleri nurlu olur da Fahr-ı Kâinat efendimizin büyüklüğü, yüceliği, üstün risâlet nuru O’nun mübarek yüzünden fışkırmaz mı? Ne mutlu o nurlu yüzü görmek şerefine mazhar olmuş olan Ashab-ı Kiram’a. Ey Yüce Allah! Bizlere de ölüm­den sonra o mübarek yüzü görmek nimetini ve şefaatini nasip eyle.

Hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mü’minlerin selamlaşmayı yaygınlaştırmasını, yemek yedirmesini (bilhassa fakir­leri kollamasını) ve gece namazına kalkmasını emretmiş ve bunları yapanların, selâmlanarak cennete gireceklerini müjdelemiştir.

Hadisin : = «Selâmla cennete girersiniz.cümlesinden maksat melekler tarafından selâmlanarak veya birbiçj-nizle selâmlaşarak veyahut selâmetle cennete girersiniz. .

Sindi bu hadîsin Furkan sûresinin 63, ö4. 67 ve 75 nci rine uygun olduğunu şöyle anlatır:

H;ıtlisin; -Selamlaşmayı yuygınlaştırınız. “ve câhiller onlara takıldıkla

rı zaman selâmetle derler.[157] âyetine işarettir. Hadisin : «ve onlar kt mallarını harcadıkları /.a

man ne israf ne de darlık e do ı ler. Eunun arasında mutedil bir, hal de bulunmuş olurlar.[158] âyetine işarettir. Hadisin : «ve gece namazını kılınız…» cümlesi : «ve onlarki secde edici ve ayakta ibâdet edici olarak Rabları irin gecelerler.[159] âyetine işarettir. Hadisin : «Selâmla cennete girersiniz…» cümlesi; .— “^te onlar, sabırlarına karşılık, yüksek köşklerle mükâfatlanacaklar ve ora­da bir sağlık ve selâmet duâsıyla karşılanacaklardır.[160]âyetine işarettir. [161]

175 – Eşini Geceleyin (Namaz İçin) Uyandıran Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1335) Ebû Saîd(-i Hudrî) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhümâ)’datı rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­muştur :

«Geceleyin adam uyandığı, eşini uyandırdığı ve ikisi iki rek’at namaz kıldıkları zaman : ‘Ve Allah’ı çok anan erkeklerden ve kadınlardan’ (sayılırlar. Onlar arasında) yazılırlar.-“

1336) Ebû Hüreyre (Radjyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Geceleyin (uykudan) kalkıp namaz kılan, eşini de uyandırıp na­maz kılmasına vesile olan adama Allah rahmet eder (veya rahmet eylesin.) Eğer eşi kalkmamazlık ederse yüzüne su serpsin. Geceleyin (uykudan) kalkıp namaz kılan ve eşini uyandırıp namaz kılmasına vesile olan kadına da Allah rahmet eylesin (veya rahmet eder.) Eğer eşi kalkmamazhk ederse yüzüne su serpsin.»” [162]

İzahı

İlk hadisi, Ebû Dâvûd, Nesâi,1 îbn-i Hibbân ve e 1 – H â k i m de rivayet etmişlerdir.

Hadis, bir adamın uyanıp eşini de uyandırması ve ikisinin iki­şer rek’at namaz kılması hâlinde ikisinin de hadîste anılan âyetle övülen zümreye dâhil olacaklarını bildirir. Kadın uyanıp eşini uyan-dırırsa veya ikisi de kendiliğinden uyanırlarsa yahut bir başkası iki­sini uyandırırsa hüküm aynıdır. Yâni erkeğin, eşini uyandırması şart değildir. Gaye eşlerin gece namazına kalkmalarıdır. Genellikle er­kekler, eşlerini gece namazına kaldırdıkları için hadisteki ifâde böy­le buyurulmuştur.

Hadîs, gece namazına kalkan eşlerin asgarî ikişer rek’at namaz kılmaları hâlinde Ahzab süresinin 35. âyetinde övülen mü’minler zümresine girmiş olacaklarını müjdeliyor. Mezkûr âyette mü’minlerin övgüye lâyık meziyetleri sıralanıyor ve sonunda:

= … «ve Allah Teâlâ’yı çokça zikreden erkekler ve zikreden ka­dınlar için Allah Teâlâ bir mağfiret ve büyük mükâfat hazırlamış­tır.» buyuruluyor.

El-Menhel yazarı: Âllarfı zikretmekten maksat belirli bir zikir değil umumi mânâdaki zikirdir. Teşbih, hamd, kelime-i tevhîd, istiğ­far, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe salât ve selâm ge­tirmek, Allah Teâlâ’nın yaratıklarında tefekkür etmek, Kur’an, ha­dîs ve fıkıh okumak şâir dinî ilimlerle meşgul olmak bu anlama dâ­hildir. Zikrin çokluğu şahıslara göre değişir. Günlük olarak avam tabakası için zikrin asgarisi 300, tasavvuf ehli için en az 12.000 defa zikretmektir. Arifler için ise Allah’tan başka şeylerin onların kalbini meşgul etmemesidir. [163]

Hadîsin Fıkıh Yönü

Hadîs gece ibâdetine, hayır işlerinde yardımlaşmaya ve Allah Te­âlâ’yı bol bol zikretmeyi teşvik eder.

İkinci hadîsi Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Hibbân, Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.

Hadîs, gece namazına kalkan ve eşini uyandırıp onun da namaz kılmasına vesile olan erkek ve kadının ilâhî rahmete müstahak oldu­ğunu müjdeler. Hadîs, duâ mâhiyetinde olabilir. Yâni böyle yapana Allah rahmet eylesin.

Hadîs, eşin gevşeklik etmesi hâlinde yüzüne su serpilmesini tav siye eder. Çünkü su serpilmesi kalkmaya yardımcı olur.

Evden birisinin ev halkını gece namazına kaldırması teşviki ha­disten çıkarılabilir. Nitekim E b ü Davud’un ilk hadis rivayetinde; «karısını» ifâdesi yerine;«ev halkını ifâdesi vardır. [164]

İkinci Hadîsin Fıkıh Yönü

  1. ölülere rahmet okunduğu gibi dirilere de rahmet okumak meşrudur.
  2. Gece namazına kalkmak ve başkasını kaldırmak ilâhi rah­mete mazhar olmaya vesile olur. Gece namazına önce kişi kalkmalı ondan sonra başkasını teşvik etmelidir.
  3. Uyuyan kimseyi nafile namaz için uyandırmak meşrudur.
  4. Hayır yapmada gevşeklik edeni tahrik ve teşvik etmek meş­rudur. [165]

176 – Kur Anı Güzel Sesle Okumak Hakkında Bir Bâb

1337) Abdurrahman bin es-Sâib[166] (Radtyallâhü ankümâ)’ûan; Şöyle demiştir :

Sa’d bin Ebî Vakkas (Radıyallâhü anh) gözü kapanmış iken bi­ze (misafir olarak) geldi. Ben (yanına varıp) selâm verdim. ‘Sen kimsin? diye sordu. Ben (kim olduğumu) ona söyledim. Bunun üze­rine ı Merhaba kardeşimin oğlu! Kur’an-ı güzel sesle okur olduğunu haber aldım. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i şöyle buyu­rurken işittim, dedi.

-Şüphesiz bu (yüce) Kur’an, tesirli olarak inmiştir. Artık onu oku­duğunuz zaman ağlayınız. Ağlamanız gelmezse ağlamaya çalışınız. Onu okurken sesinizi güzelleştirmeye gayret ediniz. Kim Kur’an’ı gü­zel sesle okumaya gayret etmezse bizden değildir.Bunun senedinde bulunan ve adı İsmail bin Râfi’ olan Ebû Râfi’in zayıf ve terkedilmiş bir kişi olduğu Zevâid’de bildirilmiştir. [167]

İzahı

Zevâid türünden sayılan bu hadîsin Peygamber (Sallallahü^ Aley­hi ve Sellem)’e âit metnin son kısmı olan; cümlesinin bir benzeri olan: hadisini Ebû Dâvûd ve Tahâvi rivayet etmişlerdir.

Hazan ve Hüzün: Üzülmek, üzmek ve üzüntü gibi değişik mâ­nâlara gelir. Burada kastedilen mânâ kalbi mahzun eden ve gözü

yaşartan, demektir. Hadîsin; cümlesinden kastedilen mânâ şu olmuş olur. Kur’an, kalbi mahzun eden ve gözü yaşar­tan bir özellikle inmiştir. Mânâsını düşünerek ve huşu içinde oku­yan kimseye etki yaparak kalbini mahzun eder ve okuyucusunu ağ­latır.

Tagannî: Nağme ile söz söylemektir. Burada tağanni ile kaste­dilen mânâ, nağme ile Kur’an okumak değildir. Buradaki tağanni ile neyin kastedildiği hususunda âlimlerin söylediklerini el-Menhel’den naklen bilginize sunacağım: El-Menhel yazarı “Kıraat-ta tertU’in müstehabhğı” babında mezkûr hadîsin açıklamasını ya­parken şöyle der:

“Hadîsin mânâsı şudur: ‘Kur’an’ı ağır ağır ve tecvid kaidele­ri ıe uygun fj’iarak ve sisini güzelleştirerek okumak gerekir. Böyle yapmayan kimse bizim mükemmel yolumuzun mensuplarından değil­dir.’

Tağannî’den maksat sesi güzelleştirmek ve Kur’an’ı ağır ağır okumaktır ki buna tertîl denir.

Bâzıları.- Tertil, Kur’an’daki harflerin mahreçlerine ve tecvid kai­delerine riâyet etmektir, demişlerdir.

Bir kısım âlimler.- Tağannî’den maksat Kur’an’ı açıktan ve yük­sek sesle okumaktır, demişlerdir.

Tağanninin, Allah’ın azametini düşünerek ve korku duygusuyla okumak, Kur’an okumakla kederleri dağıtmak olduğu da naklolun-muştur.

Bir kısmı da tağannîyi istiğna anlamında yorumlamışlardır. Yâ­ni Kur’an dünya menfaatına âlet edilmemelidir. Okuyucu tok gözlü ve müstağni davranmalıdır.

İb n ü’l-Ce vzi’ nin nakline göre Şafii: Tağannî te­sirli ve göniün hüzün duyacağı tarzda okumaktır, demiştir.

Tağannî başka şekillerde de yorumlanmıştır. En yakın ve mü­nâsibi, harfleri ihlâl etmemek şartıyla güzel sesle okumak yorumu­dur.

Turbeşti, Tağannfnin müstağni olmak anlamıyla yorum­lanmasını tercih ederek: ‘Hadisin mânâsı; Tağanni etmeyen kişi, bi­zim sünnetimizin ehlinden ve işimizde bize uyanlardan değildir de­mektir. Bu ise bir tehdit mâhiyetini taşır. Halbuki Ümmet-i Muham-mediyye arasında ittifak vardır ki Kur’an okuyucusu sesini güzelleş-tirmese bile sevap kazanır. Şu-halde sevap kazanmasına rağmen na­sıl tehdide mâruz kalır?’ demiştir.

Tahavî de Turbeştı” nin görüşünü tercih etmiştir.

EI-Fetih yazan : ‘Kur’an okunurken sesi güzelleştirmek ve sesi güzel olanı tercih etmek hususunda bir ihtilâf yoktur. Delillerinden çıkarılan sonuç şudur: Kur’an’ı güzel sesle okumak matlubtur. Eğer okuyucunun sesi güzel değil ise gücü nisbetinde sesini güzelleştir­meye çalışmalıdır, der.

Hadîs, Kur’an-ı Kerîm okurken sesi güzelleştirmenin meşruluğu­na delâlet eder. E 1 – H â f ı z ‘ in dediği gibi bu hususta âlimler müttefiktir. [168]

Nağme Ve Musikî Makamla Kur’an Okumak

  1. Mâlik ve âlimlerin ekserisine göre nağme ve mûsiki ma­kamlarla Kur’an okumak mekruhtur. Çünkü Kur’an’ı huşu içinde mânâsını düşünerek ve kalbi mahzun edecek gözleri yaşartacak şe­kilde okumak gerekir.
  2. Ebû Hanîfe ve seleften bir cemâat hadîslerin zahiri­ne hükmederek nağme ile okumak caizdir, demişlerdir. Bunlar der­ler ki, nağme ile okumak daha çok kalbi mahzun eder, dikkatla din­lemeye sebep olur.

El-Fetih yazarı şöyle der:

<w”ur’an’ın nağme ile okunmasının câizliği hususunda selef âlim­leri arasında ihtilâf vardır. Mâ1iki1er’ den Abdülvahhab, böyle okumanın haramlığına Mâ1ik’ in hükmettiğini nakletmiş-tir. Ta bari, Mâverdi ve Hanbeliler’ den İ b n – i Hamdan bu kavli bir ilim cemaatından nakletmiştir.

M â 1 i k î 1 e r’ den, İbn-i Battal, Iyâz ve Kur-tubî, Şâfiîler’ den Gazâlî ve Mâverdî, Hane­fi 1 e r’ den e z – Z a h î r e sahibi gibi bir cemâatin bunun mek-ruhluğuna hükmettikleri naklolunmuştur. Hanbeliler1 den bir kısım âlimler de böyle hükmetmişlerdir.

İbn-i Battal, bunun câizliğini Sahâbilerden ve tabiiler­den bir cemaattan nakletmiştir. Şafiî’ nin kesin kavli de budur. Tahavi de Hanefîler’ den bu kavli nakletmiştir.

Yukarda anılan ihtilâf, nağme ile okunurken harflerin, mahreç­lerinden çıkarılmasına riâyet edilmek şartına bağlıdır. Çünkü Kur’-an’m tek bir harfi tağannî yüzünden ihlâl edilirse bunun haramhği hususunda âlimler ittifak halindedirler.

Nevevi,et-Tibyân’da: Uzatma nedeni ile kıraat sınırı aşıl­madıkça Kur’an’ın okunuşunda sesin güzelleştirilmesinin müstahab-lığına âlimler ittifakla hükmetmişlerdir. Bu sınır aşılırsa, hattâ tek bir harf fazla veya noksan okunursa o okuyuş haramdır.

Tağanni ile okumaya gelince, Şafiî bir yerde mekruh oldu­ğunu, başka bir yerde bunda beis olmadığım söylemiştir. Şafii’-nin arkadaşları demişler ki, Şafiî’ nin bu iki fetvası arasında ihtilâf yoktur. Çünkü bu fetvalar ayrı ayrı hallere aittir. Şöyle ki; ta­ğanni yüzünden kıraat sınırı aşılırsa haramdır, asılmazsa haram de­ğildir. Nitekim Mâverdi’ nin Şafiî’ den olan rivayetine göre tağannî ile okunduğu zaman bâzı harflerin mahreçlerinden baş­ka bir yerden çıkmasına sebep olursa haram olur. Hanbeliler’-den İ bn-i Hamdan da bu kavli nakletmiştir.’

El-Menhel yazarı yukardaki nakilleri daha ayrıntılı naklettikten sonra şöyle der:

Hulâsa yukarda verilen malûmattan şu sonuç alınıyor: Zamanı­mızın okuyucularının ekserisinin yaptığı gibi kıraat kaideleri ve tec-vid usulü dışına çıkılarak okumak haramdır. Bunda âlimlerin itti­fakı vardır. Harflerin mahreçlerine riâyet edilmeden fazla uzatma ve nağmelerle harfleri ziyâde veya noksan yaparak Kur’an okumak ve böyle okuyuşu dinlemek haramdır.” [169]

Hadisin Fıkıh Yönü

  1. Kur’an-ı Kerim’i kalbi mahzun edici ve gözleri yaşartıcı bir eda ve seda ile okumalı.
  2. Kur’an-ı Kerim’i okurken ağlamalı, ağlamak gelmediği tak­dirde, gelmesi için kişi kendini zorlamalıdır.
  3. Kuranı okurken sesi güzelleştirmelidir. Ancak kıraat usû­lünü ve âdabını ihlâl edici tağannî ile okumamalı.

1338) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem)’m zevcesi Âişe (Ra-dtvallâkii- anhâ) ‘den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir gece yatsıdan sonra (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yanı­na gitmekte) geciktim. Sonra gittim. Bana :

— «Nerede idin?» diye sordu. Ben :

— Senin ashabından bir adamın Kur’an okuyuşunu dinliyordum. Onun okuyuşunun ve sesinin mislini hiç kimseden işitmedim, dedim. Aişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki, bunun üzerine efendimiz o sa-hâbîyi dinlemek için kalktı. Ben de Onunla beraber kalktım. (Gidip onu dinledikten) sonra Efendimiz bana dönerek şöyle buyurdu:

Bu, Sâiim mevlâ Ebî Huzeyfe’dir. Allah’a hamd olsun ki bunun mislini benim ümmetimde kılmıştır.Bunun senedinin sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid’de bildiril­miştir. [170]

İzahı

Hadîs, zevâid türündendir. Kadının, erkeğin Kur’an okuyuşunu dinlemesinin caiz olduğuna delâlet eder. (Ancak fitne tehlikesi var­sa caiz olmadığı malûmdur.)

Hadîs Kur’an’ı güzel sesle okumanın övgüye lâyık bir meziyet olduğuna ve Salim (Radıyallâhü anhJ’ın Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in takdirine mazhar olduğuna delâlet eder.

Salim (R.A.)’ın Hâl Tercemesi

Salim Mevlâ Ebi Huzeyfe bin Utbe bin Rabia bin Abdi Şems (R.A.) aslen İranlıdır. Salim bin Makıl olarak da anılır. Bedir ehlinden olup kadir ve kıymeti büyük olan meşhur bir sahâbidir. Sabıkin-i Evvelindendir. Yâni ilk müslümanlar-dandır. Ensâr-ı Kiram’dan bir kadının azadlısıdır. Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı yâni azadlısı değildir. Ebû Huzeyfe (R.A.) onu evlâd aldığı, sonra evlâd edinme ya­saklandığı için ona mevlâ Ebi Huzeyfe denmiş. Ebû Huzeyfe oğlu denmemiştir. Seçkin ve büyük sahâbilerdendir. Ebû Huzeyfe onu evlâd edindiği İçin Kureyşlten, aslen İranlı olüuğu için acemden, hicret şerefine mazhar olduğu için muhacirler­den, ve Ensâr’dan bir kadının mevlâsı olduğu için Ensâr’dan sayılırdı.

Kurrâ’dan sayılır. Çünkü Buhâri ile Müslim Abdullah bin Amr bin el-As (R.A.)’dan Peygamber (S.A.V.)’m şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir : =«Kur’an-ı (şu) dört kişiden alınız (= onlardan öğreniniz), ibn-i Mes’ud, Sa­lim Mevlâ Ebî Huzeyfe, Übeyy bin Ka’b ve Muâz bin Cebel (R.A.)’den.»

Salim Ebû Bekir (R.A.) devrinde vuku bulan Yemâme savaşında şehid ol­muştur. (El-Menhel: Cild 4, Sah. 306)

1339) Câbir (Radıyallâkü anh)’âen rivayet edildiğine göre: Resûlul-]ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellent), şöyle buyurdu, demiştir :

«Kur’an okurken sesini işittiğiniz zaman Allah’tan korktuğu ka­nısına vardığınız adam şüphesiz Kur’an’ı en güzel sesle okuyanlar­dandır.Râvi İbrahim bin ismail’in ve kendisinden rivayet eden Abdullah’ın zayıflığı sebebi ile senedin zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. [171]

İzahı

Bu hadîs de zevâid türündendir. Hadîsten kastedilen mânâ şu­dur : Kur’an’ı okurken sesi güzelleştirmekten gaye okuyuşun gönül­lere korku vermesidir. Kur’an okurken ilâhî korku duyduğunu zan­nettiğiniz kimse şer’an matlub olan güzel okuyuşu gerçekleştirmiş sayılır.

1340) Fadâla bin Ubeyd (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sesi güzel cariyenin sesini efendisi nasıl iyice dinliyorsa güzel sesle Kuranı açıktan okuyan adamın sesini Allah Teâlâ daha iyi dinler.İsnadının hasert olduğu Zevâid’de bildirilmiştir. [172]

İzahı

Bu hadîs de zevâid türündendir.

Kayna: Câriye demektir. Sıhah’ta: Kayna, şarkıcı olsun, olma­sın câriye demektir. Bâzıları nağme ile söyleyen cariyeye mahsus­tur, demişler ise de böyle değildir, denmiştir.

Sindi, Kaynâ’mn güzel sesle söyleyen yâni şarkıcı câriye anlamına alınmasına taraftar olmuş ve bu hadîs de şarkıcı câriye anlamını teyid eder, demiştir.

El-Müncid yazarı: Kayna, şarkıcı câriyedir, demiştir.

Hadîs, câriye sahibinin, hararetle ve zevkle cariyesinin sesini dinlemesini Örnek vermiştir. Cariyenin sesi güzel olmazsa efendisi ondan hoşlanmaz ve dinlemez. Fakat sesi güzel olan câriye anlamı alınırsa örnek oluşu açık olur.

Hulâsa kastedilen mânâ şudur: Adam şarkıcı cariyesinin sesin­den nasıl hoşlanıyor ve şarkı okuyuşu makbule geçiyorsa Kur’an’ı gü­zel sesle okuyan mü’min açıktan Kur’an okuduğu zaman Allah Teâ­lâ o câriye sahibinden daha hoşlanır ve onun makbulüne geçer. Tabiî Allah’ın dinlemesi ve hoşlanması hakiki mânâda değildir. Bundan maksat Allah katında makbul olması ve bol mükâfatla karşılanma­sıdır.

1341) Kim Hüreyre (Radıyallâhü atıh)\iex\; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescide girdi ve bir adamın Kuran okuduğunu işitti. Bunun üzerine:

-Bu (okuyucu) kimdir?» diye sordu. Abdullah bin Kays (Radı-yallâhü anh)’dir denildi. Efendimiz:

-Gerçekten bu adama Dâvûd (Aleyhisselâm)’ın nağmelerinden bir nağme verilmiştir.» buyurdu.”

Not : Zevâid’de şöyle denmiştir : Ben derim ki bu hadîsin aslı Buhâri ve Müslim’de Ebü Musa (R.A.)’ın hadisindendir. Müslim’de ayrıca Büreyre (R.AJ’ın îıadisindendir. Nesâî’de ise Âişe (R.AJ’ın hadisindendir. Ebü Hüreyre (R.AJ’ın hadisindeki isnadın ricali sıka zatlardır. [173]

İzahı

Mizmar : Mûsikî âletidir. Zurna ve ney gibi üflenen ve ses veren âlet kısmıdır. Güzel ses mânâsında kullanılır. Burada kastedilen mâ nâ güzel ses, eclâ ve sedadır. Hadisteki ‘Âl-i Dâvûd’ tâbirinden mak sat, Dâvûd (AleyhisselâmJ’ın bizzat kendisidir. Onun yakın lan değildir. Çünkü kendisinin güzel sesi meşhurdur. Yakınlarının da güzel sesli oluşları meşhur değildir.

Buharı” nin rivayeti şöyledir :

1342) Berâ bin Azib (Radtyaîlâhü an Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

-Sesini güzelleştirmek suretiyle Kur’an (okuyuşunu) süsleyiniz.»” [174]

İzahı

Ebû Dâvûd, Nesâi, Dâremi ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir. Hadîsin zahirine göre mânâ şöyledir: Kur’-an’ı seslerinizle süsleyiniz. Bundan maksat ise Kur’an-ı Kerîm’i süs­lemek değil, sesi güzelleştirmek suretiyle okuyuşu süslemektir. Çün­kü güzel söz güzel sesle okunduğu zaman daha etkili olur. Nitekim e 1 – Hâkim’ in merfü olarak Berâ (Radıyallâhü anhj’den yaptığı bir rivayet şöyledir:

= «Kur’an’ı (güzel) seslerinizle güzelleştiriniz. Çünkü güzel ses Kur’an’m güzelliğini artırır.»

El-Menhel yazan bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der:

“Bâzıları bu hadîsin ters çevrilmiş olduğu görüşünü beyan et­mişlerdir. Bunlara göre hadîsin aslı:

ij = «Kur’an’Ia sesinizi güzelleştiriniz.» sebep de

Kur’an’ı Kerim’in sesle güzelleştirilmesi değil, sesin Kur’an-ı Kerîmle güzelleştirilmesinin uygunluğudur.

H a t t â b i şöyle der: ‘Hadîs imamlarından böyle yorum ya­panlar vardır. Onlara göre hadîs ters çevrilmiştir. Bu çeviri Arap dilinde mevcuttur. Meselâ Araplar : Deveyi suya arzettim derler. Mak­satları ise suyu deveye sunmaktır.. $ u’b e ‘ den rivayet edildiğine göre: Eyyûb beni bu hadîsi; şeklinde rivayet etmekten menetmiştir, demiştir. Hadîsi: şeklinde rivayet ederek doğrusu budur, diyenlerden birisi de Ta1h â ‘ dır. Doğrusu budur.

H a t t â b î, daha sonra hadîsin; şeklinde olan rivayeti senedi ile beraber zikretmiştir.

Hadîsi zahirine göre bırakmak daha iyidir. Çünkü H â k i m ‘ in rivayet ettiği B e r â (Radıyallâhü anhJ’ın merfû hadisinde yukar­da da işaret ettiğim gibi güzel ses Kur’an güzelliğini arttırır. Bun­dan önceki hadis de bunu teyîd eder. [175]

177 – Gece Hizbine Uyanmayan Hakkında Gelen Hadîsler Babı

Hizb: Kişinin âdet edindiği kıraat veya namaz yahut zikirdir.

1343) Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

  • (Gece) hizbini veya bir kısmını yapmadan uyuyakalıp bunu sa­bah namazı ile öğle namazı arasında (ki vakitte) okuyan kimse için geceleyin okumuş gibi (sevap) yazılır.»”

1344) Ebird-Derdâ (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi,ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Geceleyin kalkıp (nafile) namaz kılmak niyeti ile yatağına gi­ren ve sabah (namazı zamanın) a kadar uyuyakalan kimse için niyet ettiği namazdn sevabı) yazılır ve onun uykusu, Rabbı tarafın dan kendisine (verilen) bir bağış olur.-” [176]

İzahı

Ömer (Radıyallâhü anh) ‘in hadisini Ahmed, Müslim, Ebû Dâvüd, Tirmizi ve Beyhaki de rivayet etmiş­lerdir. NesâI de merfü ve mevkuf olarak rivayet etmiştir.Ti rmizi hadisin hasen – sahih, Nevevi de sahih olduğunu söy­lemişlerdir

Geceleyin âdet edindiği hizbinin tamâmını veya bir kısmını oku-yamayıp uyuyakalan bir kimse okumadığı hizbinin tamâmını veya kalan kısmını sabah namazı ile Öğle namazı arasındaki süre içinde okuyan kimsenin geceleyin okumuşcasına sevap kazandığı müjde­leniyor. Bu sevap Allah Teâlâ’nın bir ikramıdır. Tabiî bu ikram, uy­kusu ağır bastığı veya kalkmasına engel olan bir özürün doğması nedeni ile hizbini okuyamayan ve yatağına girdiğinde kalkmaya ni­yetli ulana mahsustur.

Hadis, gece hizbini itiyat etmenin ve uyuyakalmak veya başka bir mazeret dolayısıyla hizbini kaçıran bir kimsenin bunu kaza et­mesinin meşruluğuna delâlet eder. Bu hususta imamlar ihtilâf etmiş­lerdir. Şöyle ki :

l. Ebû Hanif e ve Ebû Yûsuf’a göre gece nama­zını veya ratip nafileleri kaçıran kimsenin bunu sabah namazı (gü neş doğup bir mızraH boyu kadar yükseldikten sonraki vakit) ile öğ­le vakti arasındaki süre içinde kaza etmesi müstahabtır. Bunların delili bu hadistir.

  1. Şafii, Hanefîler’ den Muhammed ve bir ri­vayete göre Ahmed bin Hanbel bunu gündüz kaza et­menin müstahab olduğunu söylemişlerdir. Bunların delili M ü s-1 i m ‘ in  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’den rivayet ettiği şu mealde ki hadistir :

“Bir ağrı veya başka nedenle Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazını kılamadığı zaman gündüz on iki rek’at nafile kılardı.”

Bu hadîste gündüz kelimesi mutlaktır. Yâni öğle vaktinden ön­ce veya sonra kaydı koşulmamıştır

  1. Mâlik ilere göre uykunun ağır basması #ibi bir ne­denle gece namazını kaçıran kimse sabah namazından Önce hatırlar­sa hemen kılar. Sonra namazını kılar. Sabah namazından sonra ha­tırlarsa veya daha önce hatırladığı halde sabah namazından önce kıl­mazsa, sabah namazından sonra kaza etmez.

Ebü’d-Derdâ (Radıyallâhü anhj’ın hadîsini N e s â i ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Ayrıca Mâlik, Ebû D â -vûd, Nesâi ve Beyhaki, Âişe (Radıyallâhü anhâ) ‘-dan merfü olarak ve şu metinle rivayet etmişlerdir.

= «Geceleyin namaz kılmak âdeti bulunan ve uyuyakalıp bunu kaçıran her kişi için o namazın sevabı vardır. Ve onun uykusu ona bir sadaka olmuş olur.»

Yâni gece namazını itiyat edinen ve uykunun ağır basması yü­zünden bunu kaçıran kimse sonra kaza etmezse o namazın sevabını almış olur. Ancak her hayır en az on kat arttırıldığı halde bu katla­ma sevabını alamaz. Şayet sonradan kaza ederse bu artıştan da ya­rarlanmış olur. Onun uykusu da Allah tarafından ona verilen bir bağış olmuş olur.

Hadis gece namazına kalkmaya ve buna niyetlenmeye teşvik eder. Bir hayra niyetlenip bir dünya meşguliyeti engeli olmaksızın başka bir mazeret dolayısıyla bu hayrı gerçekleştiremeyen kimsenin onu gerçekleştirmiş gibi sevap kazandığı sonucu da hadîsten çıka­rılır. [177]

178 – Kur’an’ın Kaç Günde Hatmedilmesinin Müstahab Olduğu Hakkında Bir Bâb

1345) Evs bin Huzeyfe[178] (Kadıya!tâhü a>th)\vı\ Şöyle demiştir: Biz, Sakîf hey’eti içinde (Medine’ye) Resûluliah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’in yanına geldik. Hey’et el-Ahlaf’ı Muğîre bin Su’be

(Radıyallâhü anh)’a misafir etti. Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Benî Mâlik’i kendisine âit bir çadıra yerleştirdi. Resûluliah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), artık her gece yatsı namazından son­ra yanımıza gelir ve ayakları üzerinde dikilerek bizimle konuşurdu.

(Ayakta yorulduğu için) sırayla ayaklarını dinlendirirdi. (= Vücû­dunun ağırlığını bir ayağına verir, biraz sonra diğer ayağına verirdi.) Konuşmasının ekserisi, kavmi olan Kureyş’ten başına gelen şeylere aitti ve şöyle buyururdu :

«Bizim hicretten önceki hâlimiz ile hicretten sonraki hâlimiz bir değildir. Biz hicretten önce zayıftık, hakarete mâruz kalırdık. Biz Medine’ye çıktıktan sonra bizimle onlar (Mekke müşrikleri) arasın­da savaş (her iki taraf için mukadder olan) nasibleri cereyan edi­yordu. Biz onlara galebe çalıyoruz, onlar bize galebe çalıyorlardı.»

Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Selem), bir gece yanımıza mu­tat vaktinden sonra geldi. Ben : Yâ Resûlallah! Bu gece bize gelmek­te geciktiniz, dedim. O ;

«Kur’an’dan hizbimi (vaktinde okumadığımı hatırlamakla) he­men okumam işi çıkıverdi. Ben de onu tamamlamadan çıkmaktan hoşlanmadım,- buyurdu.

Evs (Radıyallâ.hü anh) demiştir ki: Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ashabına: Siz Kur’an’ı ne şekilde hiziblere ayı­rıyorsunuz? diye sordum. Dediler ki: Üç, beş, yedi, dokuz, onbir ve onüç (sûreyi birer hizib), el-Mufassai [179] da bir hizib (yapıyoruz.)” [180]

İzahı

Ahmed, Ebû Dâvûd ve başkaları da bunu rivayet et­mişlerdir

Hadisteki bâzı kelimeleri açıklayalım :

Sakîf i T â i f’ te bir kabilenin adıdır. S a k i f kabilesi as­lında bu kabilenin babası olan Kays bin M ünebbi h bin Be k r’ in lâkabıdır.

Ahlâf : Sakif kabilesinden bir cemâattir. Kelime olarak ‘Halif’in çoğuludur. ‘Halif ise muahede eden demektir. Bu cemâat kendi ara­sında yardımlaşma ahdini yaptıkları için onlara bu isim verilmiştir.

Üsdü’I-Gâbe’de : Sakif iki kabileden oluşmuştur, Bunlar elAhlaf ve Beni Mâlik kabileleridir, demiştir.

Sakif kabilesi ilk zamanlarda müslüman olmamıştı. Hattâ Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in meşhur T â i f sefe­rinden sonra müslümanJiğı kabul eden bu kabilenin sevilen ve sa yılan siması Urve bin Mes’ud (Radıyallâhü anh) müs-lümanhğı kabul etti diye kabilesi tarafından şehid edilmişti. Nihâ yet son zamanlarda bu kabile de müslümanlığı kabul ederek bu ko­nuda 5 kişilik bir hey’eti M e d i n e ‘ ye gönderdi. Hey’et T e -bük savaşını müteakip Ramazan ayı içinde M e d i n e ‘ ye gel­di. Heyette e 1 – A h 1 â f kolundan iki ve Beni Mâlik ko­lundan üç kişi bulunuyordu. Hadîste işaret edildiği gibi e 1 – A h -1 â f koluna mensup olanlar el-Muğire bin Şube (Ra­dıyallâhü anh) a misafir oldular. Çünkü e 1 – M u ğ î r e (Radıyal­lâhü anh) onlardan idi. Beni Mâlik koluna mensup olanlar da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e misafir oldular. On­lar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e âit bir çadıra yerleş­tirildiler. Çadır ^ Mefici’d-i Nebevi de kuruldu.

Hey’et, bir süre daha putlara tapmak ve namazdan muaf tutul­mak gibi bir takım yersiz tekliflerde bulundular. Bu teklifler redde­dilince putlarının kendileri tarafından değil, gönderilecek görevliler eliyle kırdırılması teklifinde bulundular. Bu teklif olumlu karşıla nınca hey’et müslüman oldu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye Sel lem) Osman bin E bi’l-As (Radıyallâhü anh)’ı onlara emir olarak gönderdi. Ayrıca Ebü Süfyan bin Harb (Radıyallâhü anh) ve el-Muğîre bin Şu’be (Radıyal­lâhü anh) ‘ı putları kırmak için onlarla beraber gönderdi- Putlar te mizlendi ve İslâmiyet yerleşti.

Evs (Radıyallâhü anh) demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her gece yatsı namazından sonra yanımıza gelir ve ayakta bize konuşma yapardı. Ayaklan üzerinde durduğu için is­tirahat etmek amacıyla vücûdunun ağırlığını bir ayağına verir, ona dayanır. Biraz sonra diğer ayağına ağırlık verirdi. Konuşmasında ek­seriyetle K u r e y ş müşriklerinin M e k k e ‘ de yaptıkları ezi­yetlerden bahsederdi. Müslümanların Mekke devrinde zayıf ve hakaretlere, zulüme mâruz bırakıldıklarını, hicretten sonra du­rumun değiştiğini ve bu dönemde yapılan savaşlar da bazen galip, bazen mağlûp olduklarını anlatırdı.cümlesinde geçen “Sicâl” kelimesi “Secl’ın ço­ğuludur.

Seci: Kovadır. Aslında kuyudan su çekmek işinde kullanılan ko­vadır. Kuyudan su almak isteyen iki kişi nöbetleşerek kova ile su çekerler. Seci nöbetleşme ile kuyudan su çekmekte kullanılan koya olduğu için bilâhere, gah yenen, gâh yenilen anlamında kullanılmış­tır. Burada da son mânâda kullanılmıştır. Yâni gâh yenmek ve gâh yenilmek durumları anlamında kullanılmıştır. Ben bu mânâyı* ifâde etmek için ‘Sical’ kelimesini ‘Nasîbler1 diye terceme ettim. Zâten bu kelimeden sonra gelen cümle bunun bir açıklaması mahiyetindedir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gece mûtad vak­tinden sonra hey’ete uğrayınca râvi Evs (Radıyallâhü anh) ge­cikmenin hikmetini anlamak istemiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de unutma nedeniyle zamanında okumadığı hizbini ha­tırlayınca bunu okumadan çıkıp gelmekten hoşlanmadığı için oku­yup geldiğini ve bundan dolayı, geciktiğini anlatmak istemiştir. –

Râvi Evs (Radıyallâhü anh) Sahâbîlerin Kur’an-ı Kerîm’i kaç hizbe ayırdıklarını yâni günlük olarak ne kadarını okumayı itiyad ettiklerini öğrenmek istemiş. Bu soruyu sahâbilere sormuş ve hadiste işaret edilen cevâbı almıştır.

Cevâbın izahı şudur:

Sahâbiler, Kur’an-ı Kerîmi yedi hizbe ayırmışlardır. Her gün ve­ya gece bir hizbini okumayı îtiyad edinmişlerdir.

Birinci hizib. Bakara, Âli İmrân ve Nisa sûreleridir. Fatiha kısa olduğu için sayılmamıştır.

İkinci hizib, beş sûredir. Birincisi Mâide, sonuncusu Tevbe sü­residir.

Üçüncü hizib. Yûnus sûresinden Nahıl sûresine kadar olan yedi sûredir.

Dördüncü hizib, İsrâ sûresinden Furkan süresine kadar olan do­kuz sûredir.

Beşinci hizib, Şuarâ sûresinden Yasin süresine kadar olan onbir süredir.

Altıncı hizib, Saffât sûresinden Hucurât sûresine kadar olan on-üç sûredir.

Yedinci hizib, el-Mufassal bölümüdür ki bu bölüm Kâf sûresin­den başlar ve Kur’an’ın sonuna kadar devam eder. [181]

Hadisin Fıkıh Yönü

  1. Dini öğrenmek için yolculuk etmek ve başka memleketlere gitmek mp^rûHıır-
  2. Misafir olmak ve misafir ağırlamak meşrudur.
  3. İhtiyaç hâlinde yatsı namazından sonra konuşmak caizdir.
  4. Kur’an’ın bir bölümüne hizib demek caizdir.
  5. İtiyad edilen hizib zamanında okunmadığı takdirde ilk fırsat­ta okunmalıdır.

1346) Abdullah bin Anır (bin el-As) (Radıyallâhü anhümâ)’d$n ; ŞÖy-le demiştir :

Ben Kuranı hıfzettim. Ve tamâmını bir gecede okudum. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), buyurdu ki:

-Senin üzerinden uzun zamanın geçmesi ile (her gece Kur’an’ın tamâmını okumak âdetinden) usanmandan korkarım. Bunun için sen ayda bir hatim indir.» Ben ; Yâ Hesûlallah!

Beni serbest bırak ki gücümden ve gençliğimden yararlanayım, dedim. Buyurdu ki:

«O halde, on günde bir hatim indir.» Ben (yine) : Beni serbest bı­rak ki kuvvetimden ve gençliğimden yararlanayım dedim. Buyur­du ki:

«O halde yedi günde hatmet.» Ben (tekrar) :

Beni serbest bırak ki gücümden ve gençliğimden faydalanayım, dedim. (Bundan) imtina etti.” [182]

İzahı

Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd da bunun ben-zerini rivayet etmişlerdir. Sindi hadisir

— “Kur’an’ın tümünü bir gecede Okudum11 cümlesini: Yâni Kuranın tamâmını bir gece namazında okumayı âdet edindim.’ şeklinde yo­rumlamıştır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Abdullah (Ra­dıyallâhü anh)’a: Senin yaşlanıp zayıflayınca bu âdeti sürdüremi-yeceğinden ve usanacağından yâni yorulacağından endişe duyarım, demek istemiştir. Ve ayda bir hatim indirmeyi âdet edinmesini arzu-lamıştır. Nihayet yedi günde bir hatim indirmesini uygun bulmuştur. S i n d î’ nin yorumuna göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) Abdullah (Radıyallâhü anh) ‘in her gece namazda Kur’­an’ın yedide bir: bölümünü okumasını uygun bulmuştur.

Bu hadis de bundan önceki hadîs gibi Kur’an’ın yedi hizbe ayrıl­masının uygunluğunu hükme bağlamıştır.

Gece namazında hıfzı olanların bu hizbi okumasının müstahab-lığı da bu hadîslerden çıkarılır.

Bu hadîs yedi geceden daha az bir sürede Kur’an’ı hatme müsaa­desinin Abdullah (Radıyallâhü anh)’a verilmediğine delâlet eder

1347) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radıyallâhü anfıümâ)’da.n; Şöyle demiştir :

«Üç geceden daha az bir sürede Kur’an’ın tamamını okuyan, onu anlamamıştır.»” [183]

İzahı

Tirmizi ve Ebû Dâvûd da bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd1 un nvâyetindeki metin şöy­ledir: -Kur’an’ın tamâmını üç gün­den daha az bir zamanda okuyan onu anhyamaz.»

El Mcnhel yazarı şöyle der:

Yâni Kur’an’ın tamâmını üç geceden az bir zaman içinde oku yan kimse mânâsını aniıyamaz. Çünkü bu takdirde adam hızlı okur ve bütün önemi Kuran in lafızları tam ve usûlüne uygun okumaya verir. Artık mânâsını düşünmeye zaman bulamaz.

Hadis, Kuranın üç geceden daha kısa bir zaman zarfında hat medilmemesinin müstahablığına delâlet eder.’

Sindi de : ‘Üç geceden daha az bir zaman içinde Kur’an’ın tamamını okuyan bir kimse, Kur’an okumaktan asıl gaye olan mânâsını ve hükümlerini anlamak imkânını bulamaz. Hadis bu duru­mu haber verir. Hadîsin bir beddua olarak buyurulmuş olması da muhtemeldir. Yâni üç geceden az bir zamanda Kur’an’ın tamamını okuyan kimse onun mânâsını anlamasın.

Her iki yoruma göre hadisin zahiri üç geceden kısa bir süre için­de Kur’an’ı hatmetmenin mekruhluğunu ifâde eder. Bu durum umu­mî değildir. Fazla meşguliyeti olanlar bundan müstesnadır,’ der.

N e v e v i de şöyle der:

Abdu11ah” in ilk hadisi Kuran’ın hadiste anlatılan mer­tebelere göre okunmasının mendubluğuna delâlet eder. Artık her­kes kendi durumuna göre, acele etmemek ve usanma endişesini duy­mayacak şekilde bir mertebesini seçer. Hadis ibâdette iktisad yolunu gösterir ve Kur’an’ı okurken mânâsını düşünmeye işarettir. Selef-i Salihin’in günlük okudukları Kur’an miktarı, durumları, vazifeleri ve anlayışları itibarı ile muhtelifti. Bâzıları ayda, bir kısmı yirmi günde, başka bir grup on günde bir hatim indirirdi. Selefin ekserisi bir haftada hatmederdi. Üç gecede hatmedenleri de çoktu. Bir gün­de, hattâ bir gecede hatim indirmeyi itiyad edinenleri de çoktur. Hat­tâ günde üç hatim indirenlerin bulunduğu da bize ulaşmıştır. En uygun olanı şudur: Kişi kendisinin durumunu dikkate alarak devam­lı surette yapabileceği miktarı âdet edinmeli ve bunu kaçırmamaya çalışmalıdır. Bu miktarı ne kadar fazla tutarsa daha iyidir. Fakat ge­nel veya özel çalışma ve hizmetleri bulunanlar, fazla hizib tuttukları takdirde, diğer hizmetleri aksiyacaksa, onlar hizmetlerinin aksama-masını gözönünde bulundurmak suretiyle günlük hiziblerini ayarla­malıdırlar.

1348) Âişe (Radıyallâhü anhâ)>6an; Şöyle demiştir:

Ben Allah’ın nebisi (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in bir gecede sabaha kadar Kuranın hepsini okuduğunu bilmiyorum.” [184]

179 – Gece Namazındaki Kıraat Hakkında Gelen Hadisler Babı

1349) Ümmü Hânı1 bint Ebî Tâlib (Radtyallâkü anfıâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Ben evimin damında iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’in gece (namazmdaki) okuyuşunu işitiyordum.Bunun isnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları. Tirmizi’nin Şemâil’de NesâTnin de Sünen-i Kübrâsında bu hadisi rivayet ettikleri Zevâid’de bildirilmiştir!

1350) Ebû Zer(r-ı Gıfârî) (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gece) sabah olun­caya kadar namazda bir âyeti tekrarladı. Âyet de şudur i

«Eğer Sen onları tazip edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Ve eğer on­ları mağfiret eylersen şüphesiz Sen azizsin, hakimsin.[185]

Not: Zevâid’de şöyle denmiştir : Bunun isnadı sahih ve ricali sikalardır. Ne-sâi, Sünen-İ Kübrâsında, Ahmed, Müsnedinde, tbn-i Huzeyme, Sahihinde; Hakim de kendi sahihinde bunu rivayet etmişlerdir. Hakim, bunun sahih olduğunu da söy­lemiştir. [186]

İzahı

Ümmü Hâni (Radıyallâhü anhâ) ‘nin hadisinde geçen ‘Arîş’in asıl mânâsı gölgelik ve çardaktır. Ümmü Hâni (Radıyallâ­hü anh)’ın evi çardak biçiminde olduğu için bu kelime kullanılmıştır. Gaye evin damıdır.

Sindi: Hadisin gece namazındaki kıraat durumuna delil olabilmesi için hadîsteki gece okuyuşundan gece namazı içindeki Kur’an okuyuşunun kastedilmesi gerekir. Açık ve akla ilk gelen mâ­nâ da budur. Bunun içindir ki; müellif bunu bu bâbta rivayet et­miştir. Bununla beraber hadîsteki kırâatla, namaz dışındaki Kur’an okuyuşu veya namaz içindeki Kur’an’dan başka şeylerin okuyuşu kastedilmiş olabilir.

Hadîsteki kıraati gece namazmdaki Kur’an ok-ıyuşuna yorumla­dığımızda, gece namazında açıktan okumanın meşruluğuna hadîs de­lil olmuş olur.

Ebü Z e r r (Radıyallâhü anh)’ın hadisinde Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir gece namazında aynı âyeti sabaha kadar tekrarladığı belirtiliyor. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in tekrarladığı âyeti Sahâbiler duyduğuna göre, gece namazm­daki kıraatin başkası tarafından işitilecek ses tonu ile okunmasının meşruluğuna hadîs delil olur.

S i n d î bu hadîsin açıklaması ile ilgili olarak özetle şöyle der: “Hadîste anılan âyeti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece namazında tekrar tekrar okuduğu Ahmed’in rivayetinden açıkça anlaşılıyor. Çünkü oradaki rivayette Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mezkûr âyeti rükû ve secdelerde de tekrarla­dığı ifâde edilmiştir. Bu rivayet sahih ise rükû ve secde de Kur’an oku­manın menedilmesinden önceki zamana yorumlanır. Yahut bu âyet duâ niyeti ile rükû ve secdede okunmuştur, diye yorum yapılır. A h -med’in. rivayetinde şu ilâve vardır:

‘Ebû Zerr (Radıyallâhü anh), demiştir ki: Sabah olunca ben: Yâ Resûlallahî Sabaha girinceye kadar sen bu âyeti tekrarladın. Rükû ve secdelerde de okudun, dedim. Buyurdu ki;

«Ümmetime şefaat etmek için Rabbim (Azze ve CelleJ’den dilek­te bulundum. Rabbim şefaat etmemi kabul buyurdu. Şefaatim Allah’a ortak koşmayan herkese İnşaallah yetişecektir.’ Suyutî bu bil­giyi kendi haşiyesinde vermiştir.»

1351) Huzeyfe (Radıyallâhü anh)’den: Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gece nafilesini kıldı. (Namazdaki) kırâatında bir rahmet âyeti geçtiği zaman (rahmet) diler, bir azap âyeti geçtiği zaman (azab’tan Allah’a) sığınır ve Allah Teâlânın noksanlıklardan pâk olduğundan bahsedilen bir âyet geç­tiği zaman teşbih ederdi.1′

1352) Ebû Leylâ (Radıyallâhü anhyden Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Ale”yhi ve Sellem) geceleyin nafile namaz kılarken ben O’nun yanında namaz kıldım. O, kırâatında bir azab

âyetini okudu. Âyetin bitiminde:

«Cehennem ateşinden Allah’a sığınırım. Cehennemliklerin vay hâline.» buyurdu.”

1353) Katâde (Radıyallâhü unh)\en; Şöyle demiştir:

Ben. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in okuyuşunu Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)’a sordum. Dedi ki:

O, (uzatmaya elverişli harfleri okurken) sesini uzatırdı.”

1354) (Judayf bin el-Hâris (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Ben Âişe (Radıyallâhü anhâl’nın yanına giderek: Resûlullah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (gece namazında) Kur’an’ı açık mı

gizli mi okurdu? diye sordum. Dedi ki:

Bazen açık, bazen gizli okurdu. Ben :

Allahü Ekber. Bu dîne genişlik bahşeden Allah Teâlâ’ya hamd olsun, dedim.” [187]

İzahı

Huzeyfe (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Müslim uzun bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Oradaki rivayette “gece namazı” kaydı mevcuttur. Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece namazında Kur’an’ı açıktan okuduğuna delâlet eder. Ayrıca rahmet-i İlâhiden bahseden bir âyet okunduğu zaman Allah’tan rah­met dilemenin, ilâhî azabtan bahseden bir âyet okunduğu zaman azabtan Allah’a sığınmanın ve Allah Teâlânın noksanlıklardan pâk olduğundan bahseden bir âyet okunduğu zaman Allah’ı teşbih etme­nin müstahablığına delâlet eder.

Nevevi; Hadîs, bunların her okuyucu için müstahab oldu ğuna delâlet eder. Yâni ister namazda, ister namaz dışında okun­sun. Bizim mezhebimize göre imam, imama uyan ve kendi kendine namaz kılanın bunları okumalarının müstahablığıdır.

E b û Leylâ (Radıyallâhü anh)’ın hadîsi de gece namazın­da Kur’an’m açık sesle okunmasının meşruluğuna delâlet eder. Ke­za azabtan bahsedilen bir âyet okunduğu zaman Allah’a sığınmanın meşruluğu hükmü de bu hadîsten çıkarılır.

Bu hadîste geçen ‘Veyl’ kelimesi.- ‘Helak olmak, azap, cehennem’in bir deresi, yazıklar olsun, vay hâline’ gibi değişik mânâlara gelir. Burada, mezkûr mânâların hepsi düşünülebilir.

K a t â d e (Radıyallâhü anhVın hadîsini Buhâri, T i r-mizi, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Sindi şöyle der:

‘Med : Sesi uzatmaktır. Kasır ise sesi kısaltmaktır. Med gizli ve açık tüm namazlardaki kıraatta meşru olduğu için bu hadîs, gece namazında kıraatin açıktan olduğuna delîl olmaz. Evet, hatıra ilk gelen şey açık sesle uzatmaktır. Buna bakılırsa hadîs delîl olmuş olur ve dolayısıyla gece namazında açıktan okunduğuna delîl olur. Bunu bütün namazlar için düşünmek yanlıştır. Çünkü gündüz na-mazlarındaki kıraat gizli olduğu halde bunda da med yapmak meş rûdur.

Müellif bu hadîsi burada zikrettiğine göre böyle yorum yapmış kanısındayım.

El-Menhel yazarı da.- ‘Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uzatmaya elverişli harfleri uzatırdı. Arkasında ‘Elif veya ‘Vav’ yahut ‘Ya’ bulunan ‘Nühîhâ’ kelimesinde olduğu gibi harfler uzatılır. (Bilindiği gibi eliften önceki harfin harekesi üstün, vav’dan önceki harfin harekesi ötre ve Yâ’dan önceki harfin harekesi esre olduğu takdirde med durumu olur.) Med’din çeşitleri bulunur. Bu­nun tafsilâtı kıraat ilmine âit kitablardadır.

Kıraattaki med’din hikmeti, okunan âyetlerin mânâsını düşün­meye, tefekkür etmeye ve nasîhatlanmaya fırsat vermektir.’ der.

Bu hadîs de daha önceki hadîslerden çıkarılan açıktan okuma hükmünden başka kıraatta usulü dâiresinde med yapmanın meşru­luğuna delâlet eder.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin hadîsini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Bu hadis de gece namazında açık sesle ve gizli olarak Kur’an okumanın meşruluğuna delâlet eder.

El-Menhel yazarının naklen beyânına göre T ı y b î şöyle de­miştir :

‘Gece namazında açık sesle ve gizli olarak Kur’an okumanın fa­ziletine âit eserler gelmiştir. Bâzı eserlere göre gizli okumak fazilet­lidir. Diğer bâzı eserlere göre açıktan okumak faziletlidir. Bu iki tür eserlerin arasını bulup cemetmek için şöyle denir: Gösteriş ve riyadan korkanlar için gizli, korkmayanlar için açıktan okumak ef-daldır. Ancak açıktan okuyanın namaz kılan veya uyuyan veya baş­ka durumda olan her hangi bir kimseye eziyet etmemesi şarttır. Bu şart dâiresinde açık sesle okumanın efdal olmasının hikmeti, şudur : Açıktan okununca, okuyucunun kalbi uyanır, derlenip toparlanır, uykusu kaçar, başkasının dinlemesine, zevk almasına, bir şeyler öğ­renmesine ve ibâdete teşvik edilmesine yardımcı olmuş olur. Artık bu mülâhazalar olunca açık sesle okumak efdal olur. [188]

180 – Adam Gece Namazına Kalktığı Zaman (Okuyacağı) Duâ Hakkında Gelen Hadisler Babı

1355) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anJtümâ)\nn; Süvle de­miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaza kalk­tığı zaman şöyle dua ederdi:

«Allahım! Hamd Senin içindir. Sen göklerin, yerin ve bunlarda kilerin nurusun. (Bunları aydınlatırsın.) Hamd senin içindir Sen göklerin yerin ve bunlardakiierin yöneticisisin. Hamd Sana mah­sustur. Sen göklerin, yerin ve bunlardakiierin sahibisin. Hamd Sa­na mahsustur. Sen haksin. Senin vadin haktır. Seni görmek hak­tır. Sözün haktır. Cennet haktır. Cehennem haktır. Kıyamet günü haktır. Peygamber haktır. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haktır. AUahım! Sana itaat ettim. Sana inandım. Sana tevekkül et­tim. Sana yöneldim. Senin kuvvetine dayanarak (düşmanlarla) mü­cadele ettim. Aramızda yalnız seni hakem kıldım. Artık evvelce iş-ledıgım ve sonra işliyeceğimi sandığım, gizli yaptığım ve açıktan iş-ledıgım günahlarımı bağışla. (Âhiret hayatında beni) Öne alan (dünya hayatında peygamberliğimi) sonraya bırakan ancak sensin’ Senden başka ibâdete lâyik ilâh yoktur. Ancak Sen varsın Günah­tan yuz çevirmek ve ibâdete kuvvet ancak Senin yardımınladır.»” [189]

İzahı

EbûDâvûd hâriç Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi bu ha­disi rivayet etmişlerdir Mânâyı etkilemeyen az lafız değişikliği bâzı rivayetlerde vardır.

Müellif bu hadîsi iki senedle rivayet etmiştir.

T i r m i z î’ nin şerhi Tuhfe yazarı şöyle der:

“El-Hâfız: ‘Hadîsin ifâde tarzına göre Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) gece namazına başlarken bu duayı okurdu Ibn-i Huzeyme bu ifâde tarzını delil göstererek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece namazı için niyet edip iftitah tekbirini aldıktan hemen sonra bu duayı okuduğunu söylemiştir.’ der.

Hadîsin: «Sen göklerin, yerin… nurusun.» cümlesinin mânâsı: ‘Sen bunların aydınlatıcısısın. Ve nurlarının yaratıcısısın.’ î b n – i A b b â s (Radıyallâhü anh) : Bu cümlenin mânâsı; ‘Sen bunlarda­ki halkı hidâyete erdirensin’ şeklindedir, demiştir. Bâzıları nur ke­limesini münevver kelimesine yorumlamışlardır. Bu yoruma göre cümlenin mânâsı şöyle olur: ‘Sen buralarda her tür eksiklik ve ku­surdan münevversin, paksın.’ Bâzıları da : Nur kelimesi övgü için kullanılır. Nitekim falan kişi şehrin nurudur ve zamanın güneşidir, denilir. Ebü’l-Âl iye de nur kelimesini münevvir, yâni süsle-yici mânâsına yorumlayarak : Yâni; Sen gökleri güneş, ay ve yıldız larla süsleyicisin. Yeri ele Peygamberler, âlimler ve velîlerle süsleyi-cisin’ demiştir. İbn-i Battal da şöyle demiştir: Yâni bun lardakiler, ancak senin nurunla hidâyete ererler.

Hadîsin; «Sen göklerin, yerin… yöneticisisin» mealindeki cümle­sinde geçen “Kayyâm” kelimesi yerine bâzı rivayetlerde “Kayyım” diğer bâzı rivayetlerde “Kayyum” kelimesi bulunur. Hepsi Allah Tea-lâ’nın sıfatlarındandır. Mânâları da tüm yaratıkların işlerini düzen­leyen ve âlemi bütün nurlarıyla yöneten demektir. “Kayyum” Allah’ın isimlerindendir. Mânâsı, bizatihi var olan, varlığında hiç bir şeye muhtaç olmıyan demektir. Her şey O’nunla var olur. O’nsuz her han gi bir şeyin var olması ve var olanların varlıklarını sürdürmesi dü­şünülemez.

Hadîsin «Sen haksin.» cümlesindeki hak kelimesinden maksat Al­lah Teâlâ’nın varlığının sabit ve gerçek olmasıdır.Kurtubİ : Hak vasfı, gerçek manâsıyla, ancak Allah’a mahsustur. Çünkü var­lığı hiç bir şeye dayanmaz. Ezeli ve ebedîdir. Ondan başka böyle bir varlığa sahip olan hiç bir şey yoktur, demiştir.

İbnü’t-Tîn: Bu cümlenin mânâsı şöyle olabilir : Hakikî ilâh ancak sensin. Senden başka tapınılan ilâhlar hak değildir, bâtıldır, demiştir.

Hadîsin «Seni görmek haktır.» mealindeki cümlesinde geçen “Lı-kaa” kelimesi, Allah Teâlâ’yı görmek veya öldükten sonra dirilmek mânâsında yorumlanabilir. Bâzıları bunu ölmek ile yorumlamış ise de N e v e v î reddetmiştir.

Dirilmek veya Allah Teâlâ’yı âhirette görmek mânâsını ifâde eden bu cümle ve bundan sonra gelen bütün cümlelerin mâhiyetle­ri, hadisin : -Senin va’dın haktır.» cümlesinin şümulüne girer. An­cak önemine binâen bu gerçekler bir bir dile getirilmiştir.

Hadîsin -Senin kuvvetine…» cümlesinin mânâsı: Senin bana ver­diğin delile ve kuvvete dayanarak inkarcılarla ve kâfirlerle mücâde­le ettim. İnatçı düşmanları delillerle susturdum ve kılıçla cezalan dırdım

Hadisin -Aramızda yalnız…- cümlesinin mânası şudur: Hakkı inkâr eden herkesi Senin hükmüne döndürdüm Benimle böylelcı ı arasında Seni hakem kıldım. İnkarcılar putları, kâhinleri, taptıkla rı ateşi, şeytanları hakem edegeldiler. Ben Senden başka hiç bir hu kem tanımadım.

Hadîsin sonunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah Teâlâ’dan geçmiş ve gelecek, açık ve gizli tüm günahlar için mağfi­ret dilemiştir.

Nevevi: bu hususta şöyle der ; ‘Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) günahsız olduğu halde mağfiret dilemesinin hikmeti. Onun tevazuu, gönül alçaklığı, Allah’ı yüceltmesi ve Allah’tan kork-masıdır. Bir de mağfiret dileme usûlünü ümmetine öğretmesi ve ör­nek olmasıdır. Bu ve benzeri hadisler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece namazında zikir, duâ ve inanılması gerekli esas­lara inandığını itiraf etmek mahiyetindeki sözlere devam ettiğini ifâ­de ederler.

Hadîsin sonunda; cümlesi bâzı rivayetlerde yoktur. Bu cümleyi şöyle yorumlamak da mümkündür: Hikmetli ta sarruf ve tam kuvvet, ancak Allah ile kâimdir.

1356) Asım bin Hümeyd (bin Abdirrahman bin Avf) (Radtyallâhü antıuma) dan; Şöyle demiştir :

Ben Âişe (Radıyallâhü anhâ)’ya: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne ile gece namazına başlardı? diye sordum. Dedi ki:

Sen bana öyle bir şey sordun ki; senden önce hiç kimse bana onu sormamıştır. O on defa tekbir alırdı. On defa hamd ederdi. On defa teşbih ederdi, on defa istiğfar ederdi ve şöyle derdi >

«Allah’ım! Bana mağfiret eyle. Beni hidâyette dâim eyle, beni rızıklandır ve bana afiyet ver.» ve kıyamet günündeki durdurul usun sıkıntısından Allah’a sığınırdı.” [190]

İzahı

E b û D â vû d ve N e s â i de bunu rivayet etmişlerdir. N e s â î’ nin rivâyetindeki duanın sonunda sığınmayı ifâde eden duâ cümlesi vardır. O cümle şöyledir:

= «Kıyamet günündeki durduruluşun sıkıntısından Allah’a sığınırım.»

Sindi; Hadiste alındığı haber verilen on tekbir, iftitah tek­biri ile beraber veya sonra alınırdı. Namaza başlamadan önce Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in mezkûr tekbirleri alması ihtimâli uzaktır, demiştir.

Hadis, gece namazında tekbir, hamd, teşbih ve istiğfarın onar de­fa yapılmasının ve hadîste geçen duanın yapılmasının meşruluğuna delâlet eder.

1357) Ebû Seleme bin Abdirrahman (bin Avf) (Radtynllâhü anhii-mâ)’&dn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâ) ‘ya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazına kalktığı zaman namaza ne ile başlardı? diye sordum. Dedi ki: O, (namaza başlayınca) şu duayı okudu :

«Allah’ım! Cibrâil, Mikâil ve İsrafil’in Rabbi! Göklerin ve yerin yaratıcısı, gizli ve aşikâr her şeyin âlimi! Kullarının ihtilâfa düştük­leri din konusunda onlar arasında Sen hükmedersin. İhtilâf konusu edilen hakka irâdenle beni hidâyet eyle. Şüphesiz sen dosdoğru yo­la hidâyet edersin.»

Râvi Abdirrahman bin Ömer demiştir ki: Cebrail kelimesini hem-zeli olarak hıfzediniz. Çünkü Peygamber (Sall&llahü Aleyhi ve Sel­lem) den böyle rivayet olunmuştur.” [191]

İzahı

Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve t bn-i H i b b â n da bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı bu hadîsin açıklamasında şöyle der : Yâni Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin kalkıp namaza baş­ladığı zaman iftitah tekbirinden sonra bu duayı okurdu. Hadîs, ifti-tah tekbirinden sonra bu duanın okunmasının meşruluğuna delâlet eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu gibi duaları üm­metine duâ etmek usûlünü öğretmek içindir. Aynı zamanda O’nun üstün tevazu ve eşsiz takvasını yansıtır. Bu rivayet ile bundan Ön­ceki rivayetler arasında bir ihtilâf söz konusu değildir. Çünkü Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen bu duayı, bazen de bun­dan önceki rivayetlerde geçen duaları okurdu.

Bu hadîste melekleıden üçünün isminin anılmasının hikmeti on­ların yüceltilmesi ve şereflendirilmesidir. Çünkü onların işleri, on­larla düzenlenir. Zira Cebrail semavi kitabları Peygamberlere indirmek ve vahiy ile görevli idi. Şer’î hükümleri öğretirdi. M i -kail, canlıların nzıkları, bitkiler, yağmurlar ve tabîat olaylarını düzenlemekle görevli idi. İ s r,.â fil de Levh-i Mahfuz ile görevli olup Sûr’a üfler.

Müellifin rivayetinde Cibrâil olarak geçen bu kelime ye­rine Ebû Dâvûd’un’ rivayetinde Cibril kelimesi geçer. Cibril, Cibrâîl ve Cebrail kelimelerinin hepsi, aynı meleğin isimleridir. [192]

18l – Geceleyin Kaç Bek’at Namaz Kılınacağı Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1358) Aişe (Radıyallâhü anhâ)\w. Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatsı namazından bo­şaldığı zaman ile şafağın sökeceği zaman arasındaki süre içinde on-bir rek’at namaz kılardı. Bunun her iki rek’atının sonunda selam ve­rirdi. Ve sonundaki bir rekatı tek kılardı. Bütün rek’atlerdekı sec­deleri öyle uzatırdı ki henüz başını secdeden kaldırmamış iken biri­niz elli âyet okuyabilirdi. Müezzin sabah namazının ezanını bitirince kalkar, hafif iki rek’at kılardı.İsnadının sabin ve ricalinin sıka olduğu Zevâid’de bildirilmiştir. Müs­lim bu hadîsin bir parçasını rivayet etmiştir. [193]

İzahı

Müellif bu hadisi Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ve Ab-d u r r a h m a n bin İbrahim’den iki senedle rivayet ede-rek hadis metninin Ebû Bekir bin Ebî Şeybe’ye ula şan senede âit olduğunu belirtmiştir.

Zevâid yazarı, bunu zevâid türünden saymış ise de Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî’ nin de bunu birbi­rine yakın lafızlarla rivayet ettikleri el-Menhel’de belirtilmiştir. Bu itibarla hadîs zevâid türünden sayılmamalıdır.

Ebû Dâvûd’un rivayeti buradaki rivayete çok benzer ve aynı mânâyı ifâde eder. Oradaki rivayette şu ilâve de vardır:

Sonra Müezzin ona gelinceye kadar sağ yanı üzerinde uzanırdı.»

Hadis, vitir namazının bir rek’at olarak kılınabileceğine delâlet eder. Ve vitrin en az rek’at sayısının üç olduğuna hükmedenler aley­hinde bir delildir.

Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece nama­zının secdelerini bir kimsenin elli âyet okuyacağı süre kadar uzattı­ğını ifâde ediyor.

Hadisin; ifâdesinden maksat, fecirden önce oku­nan ilk ezan değil, fecirden sonra okunan ikinci ezandır. Buna ilk ezan denmesi, ikâmeti ezan gibi hesaplamak itibariyledir. Yâni ikâ­met ikinci ezan gibi düşünülünce fecirden sonra okunan ezan, birin­ci ezan olmuş olur. Çünkü sabah farzından önce kılınması meşru olan iki rek’at sünnet, fecirden önce kılınamaz. Fecirden sonra kılın­ması mecburîdir.

Hadîs, gece namazına kalkmanın ve bunun secdelerini uzatma­nın müstahablığına, vitir namazının bir rek’at olarak kılınmasının meşruluğuna ve sabah sünnetini hafif tutmanın müstahablığına de­lâlet eder.

1359) Âişe (Radıyallâhü anhâ)’dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin on üç rek’at namaz kılardı.”

1360) Âişe (Radıyallâhü anhâ)’6an; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin dokuz rek’at namaz kılardı.” [194]

İzahı

Âişe (Radıyallâhü anhâ)’nin ilk hadîsinin benzerini Bu h â -r i, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. İkinci hadisini ise Tirmizî ve N e s â İ rivayet etmişlerdir.

“Âişe (Radıyallâhü anhâl’nin bâzı rivayetlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in geceleyin yedi rek’at, diğer bâzı ri­vayetlerinde onbir rek’at kıldığı belirtiliyor. El Menhel yazarı “Gece namazı bahsi”nde bu rivayetlerin arasını bulmak konusunda N e -v e v i’ nin M ü s 1 i m ‘ in şerhinde şöyle dediğini nakleder:

“Âişe (Radıyallâhü anhâ)’nin hadisindeki ihtilâfa gelince, bu ihtilâfın kendisine ait olduğu söylenmiş; bâzıları da ihtilâfın kendi-sine değil, râvilere âit olduğunu söylemişlerdir. Artık gece namazı­nın onbir rek’at olduğuna dâir rivayetinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in çoğu zamandaki tatbikatını diğer rivayetlerinin ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in zaman zaman yap­tığı tatbikatını bildirdiği muhtemeldir. Yâni muhtemelen şöyle ol­muştur : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ekseriyetle onbir rek’at kılardı. Bazen diğer rivayetlerde haber verildiği gibi kılardı. Rivayetlerin hepsi göz önüne alınınca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazını âzami onbeş rek’at kılmıştır. Bunun iki rek’ati sabah sünnetidir. Ve en az yedi rek’at kılmıştır. Bu değişik­lik zamanın genişliği ve darlığı veya hastalık, uykusuzluk gibi çe­şitli mazeretlerin bulunup bulunmamasından ileri gelmiş olabilir.

Şöyle de söylenebilir: Âişe (Radıyallâhü anhâ) bâzı riva­yetlerde gece namazının başlangıcında kılınanhafif iki rek’ati hesa­ba katmış, diğer bâzı rivayetlerde katmamıştır. Keza sabah sünneti­ni bâzı rivayetlerde hesaba katmış, diğer bâzı rivayetlerde katma­mıştır. Veyahut bâzı rivayetlerde bu dört rek’ati dikkate almış, di­ğer bir kısım rivayetlerde dikkate almamıştır.

K â d i I y â z : Gece namazının belirli bir sınırla çevrili ol­madığı, isteğe binâen az veya çok kılınabileceği ve ne kadar çok kılı-nırsa sevabının o nisbette fazla olacağı hususunda âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. Görülen ihtilâf, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in bizzat kıldığı rek’at sayısı ve tatbikatına yöneliktir, de­miştir.”

1361) Amîr eş-Şa’bî (Radtyallâhü ank)’âen: Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in gece namazını Abdullah bin Abbas ve Abdullah bin Ömer (Radıyalâhü anhüm)’a sordum. Dediler ki: On üç rek’at kılardı. Bundan sekiz rek’at kılardı. Sonra üç rek’atı vitir olarak kılardı ve iki rek’ati fecirden sonra kı­lardı.”

1362) Zeyd bin Hâlid el-Cühenî (Radtyallâhü anhyden: Şöylemistir :

Ben bu gece ResûlulJah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in nama­zını dikkatle izliyeceğim, dedim. Ve O’nun evinin eşiğinin veya ça­dırının bir kenarını kendime yastık edindim. Geceleyin Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı. Hafif tuttuğu iki rek’at kıldı. Sonra uzun tuttuğu hem de çok uzun tuttuğu iki rek’at kıldı. Daha sonra iki rek’at kıldı. Bunlar daha önceki rek’atlerden biraz kısaydı. Sonra iki rek’at daha kıldı. Bunlar da bir önceki rek’atlerden biraz kısaydı. Sonra iki rek’at kıldı. Bunlar da kendilerinden önceki iki rek’atten biraz kısaydı. Sonra iki rekat daha kıldı. Daha sonra bir rek’ati tek olarak kıldı. İşte hepsi onüç rek’attir. [195]

İzahı

Âm ir eş-Şa’bî (Radıyallâhü anhl’nin hadîsi gece nama­zının onbir rek’at olduğuna delâlet eder. Bunun sekiz rek’atinin ön­ce kılındığı ve daha sonra üç rek’at vitir kılındığı ifâde ediliyor. Ha­dîsin zahirine göre bu üç rek’at aralıksız ve bir selâmla kılınmıştır. Vitir namazının üç rek’at olduğunu ve arasında selâm verilmeden kılındığını söyleyenler için hadis delil sayılabilir.

Zeyd (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Mâlik, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâi ve Bey haki de rivayet etmişlerdir. Bu hadis, gece namazının onüç rek’at olduğuna ve vitrin tek rek’at olarak kılınabileceğine delâlet eder.

El-Menhel yazarının dediği gibi Zeyd (Radıyallâhü anh) gündüz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in gece namazını gozetliyeceğini söylemiş ve akşam olunca izlemeye başlamış ve daha sonra müşahedesini belirtmiştir.

Zeyd (Radıyallâhü anh)’in gözetlemesinin, Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve SellemJ’in müsaadesi ile olduğu ve bu işin bir yol­culukta vuku’ bulduğu el-Menhel’de ifâde edilmiştir.

Fustat Kıldan yapılmış çadırdır. Atebe : Kapının eşiğidir.

1363) (Abdullah) İbn-İ Abbâs (Radıyallâhü atıhü mâ )'<\an rivayet edildiğine göre kendisi teyzesi olan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in muhterem eşlerinden Meymune (Radıyallâhü anhâ)’nın odasında bir gece yat­mış ve şovle demiştir :

Ben yastığın genişliği istikâmetinde uzandım. Resülullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) ve eşi, yastığın uzunluğu istikâmetinde uzandılar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyudu. Gece ya­rısı veya biraz önce yahut biraz sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyandı ve elini yüzüne sürerek uykuyu kaçırdıktan son­ra Al-i İmrân sûresinin sonundaki on âyeti okudu. Sonra asılı olan bir su kırbasına doğru giderek ondan güzelce abdest aldı ve namaz kılmaya başladı. Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) demiş­tir ki:

Ben de kalktım ve Onun yaptığının mislini yaptım. Sonra gidip Onun (sol) tarafında namaza durdum. Resülullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) sağ elini başıma koydu ve sağ kulağımı tutup bükme­ye başladı. İki rekat namaz kıldı, §$&ra iki rek’at kıldı, sonra iki rek’at kıldı, sonra iki rek’at kıldı, sonra iki rek’at kıldı, sonra iki rek’at kıldı sonra tek rek’at olarak vitir kıldı. Sonra müezzin Ona gelinceye kadar uzandı. (Müezzin gelince) hafif iki rek’at kılarak sabah namazına çıktı.” [196]

İzahı

Bu hadîsi Mâlik ve Kütüb-i Sitte sahipleri ile B e y h a k i de rivayet etmişlerdir.

EI-Menhel yazarı bu hadisin şerhinde şöyle der:

“Abbâs (Radıyallâhü anh), oğlu Abdullah (Radıyal­lâhü anh)’ı bir iş için yatsı namazından sonra Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)’in yanına göndermişti. Abdullah (Ra­dıyallâhü anh) götürdüğü işi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) e intikal ettirince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona:

-Oğulcuğum! Bu gece bizim yanımızda yat- buyurmuş ve ken­disi de onun yanında yatmıştır. Muhammed bin Nasr bunu İ b n-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’dan rivayet etmiştir, Hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in okuduğu haber verilen Al-i İmrân sûresinin sonundaki on âyetinin başlangıcının; âyeti olduğu Muhammed bin N a s r’ in rivayetinde belirtilmiştir.

Uyku eserinin defi için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) elini yüzüne sürmüştür.

î b n-i Abbâs (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e uymak için O’nun sağında durması gerekirken solunda namaza durduğu için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in onu sağ tarafına geçirdiği rivayetlerin çoğunda belirtilmiş­tir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imamın sağında dur­manın gerekliliğini ihtar etmek ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in namaz kılışına dikkati çekmek için İ b n-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’in kulağım bükmüştür.

Hadisin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her iki rek’atın sonunda selâm vermiş ve son rek’atı tek kılmıştır. Kıl­dığı rek’atların toplamı onüçtür. Müezzin geldikten sonra iki rek’at sabah sünnetini kılmıştır. Bu da hesaplanınca kıldığı rek’at sayısı on-beşi bulmuş olur.

Zeyd bin Hâlid (Radıyallâhü anh) ‘in ve İ b n – i A b -b â s (Radıyallâhü anh)’in mezkûr hadîsleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in gece namazı olarak onüç rek’at kıldığına delâlet ederler. [197]

Hadisin Fıkıh Yönü

  1. Gece namazını onüç rekat olarak kılmak müstehabtır.
  2. Her iki rek’atin sonunda selâm vermek müstehabtır.
  3. Vitir namazı tek rekat olarak kıJınabîlir.
  4. Gece namazından sonra sağ yanı üzerinde uzanmak müste-habtır.
  5. Sabah sünnetini hafif tutmak müstehabtır.
  6. Abdest almadan ezbere Kur’an okumak caizdir.
  7. Uykudan uyanınca elleri yüze sürmek müstehabtır.
  8. Vitir namazını gecenin son kısmına bırakmak müstehabtır. Tabi bu hüküm uyanacağına güvenenlere mahsustur.
  9. Namaz vaktini bildirmek için müezzin tutmak müstehabtır.
  10. Namaz için ikamet edileceği zamanın müezzin tarafından imama bildirilmesi meşrudur.
  11. Sabah sünnetini evde kılmak müstehabtır. [198]

182 – Gecenin Hangi Saatlerinin Efdal Olduğu Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

1364) Amr bin Abese (Radtyalldhü anh)’âen; Şöyle demiştir: Ben Resûlullah (SalJallahü Aleyhi ve SellemVe gelerek: «Yâ Resûlallah! Kim seninle beraber müslüman oldu? diye sor­dum. Buyurdu ki;

«Bir hür ve bir köle.» Ben: Allah katında bir saattan daha mak­bul başka bir saat var mıdır? diye sordum. Buyurdu ki: «Evet. En makbul vakit, gecenin son yarısıdır.Zevâid’de şöyle denilmiştir : Râvi Abdurrahman bin el-Beylemâni’nin sahâbîlerden sirf ve Yezid bin Talak müstesna herhangi bir zattan hadis işittiğinin bilinmediği söylenmiştir, İbn-i Hibbân : O, mürselleri rivayet eder, demiştir.

1365) Aişe (Radtyallâhii ımhû)\-AY\; Şiiyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecenin evvelinde uyur­du ve sonunu ibâdetle ihya ederdi.”

Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih ve ricali sıka zâtlar­dır. Ebû îshak, son zamanlarında senedleri karıştırmış ise de İsrail bu hâlinden önce kendisinden rivayet etmiştir. Buharı ve Müslim de bir tarîkten Onun riva­yetlerini almışlardır.

1366) Ebû Hüreyre (RadtyaUâkü atıkyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi vt Stilon) şüyle buy urdu. demiştir :

«Gecenin (üçte ikisi geçip) üçte birisi kalınca her gece Rabbimİz Tebâreke ve Teâlâ keyfiyeti bizce meçhul bir durumda (birinci göğe) inerek şafak sökünceye kadar buyurur ki:

Kim benden bir şey istiyor ki ben ona vereyim? Kim bana duâ ediyor ki onun duasına icabet edeyim? Kim benden mağfiret diliyor ki ona mağfiret edeyim?»

Bunun içindir ki sahâbîler gece sonunda namaz kılmayı, gecenin evvelinden daha çok severlerdi.” [199]

Hadîslerin İzahı

Amr (Radıyaliâhü anh)’ın hadîsi zevâid türündendir. Müslü­manlığı ilk kabul eden hür ile Ebû Bekir (Radıyaliâhü anh) kasdedılmiş, Köle’den maksat da Bilâl-i Habeşî (Radıyaliâhü anh) ‘dır.

Hadîsin: «Gecenin tam ortası…» mealindeki ifâdesinden mak­sadın gecenin son yarısı olduğu Sin d î’ de belirtildiği için tercemede buna işaret edilmiştir. Şu halde hadîs, en faziletli olan gecenin son yarısının başlangıcı olan gecenin ortasını bildirmiştir.

Bu hadisteki : -Allah’a en yakın saat…» tâbirinden maksad, se­vabı en çok ve en makbul zamandır. Çünkü Allah Teâlâ’ya maddî anlamda yakınlık ve uzaklık söz konusu değildir.

 i ş e (Radıyaliâhü anhâJ’nin hadîsi zevâid türünden sayıl­mıştır. Halbuki Kütüb-i Sitte’nin tümünde  i ş e (Radıyaliâhü an­hâJ’nin buna benzer hadisi vardır. B u h â r i ‘ deki A i ş e (Ra­dıyaliâhü anhâJ’nin hadîsi şöyledir:

Âişe (Radıyaliâhü anhâJ’dan Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in gece namazı keyfiyeti sorulmuş ve kendisi şöyle cevap vermiştir :

Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecenin evvelinde uyur­du, sonunda da kalkıp namaz kılardı. Sonra yatağına dönerdi. Müez­zin sabah ezanını okuyunca (yatağından) sıçrardı. Şayet kendisinin bir ihtiyacı olursa guslederdi. Yoksa abdest (alıp (namaza) çıkardı.”

Ebû Hüreyre (Radıyaliâhü anh)’in hadîsi Kütüb-i Sitte’­nin tümünde rivayet edilmiştir.

Bu hadiste Allah Teâlâ’nın her gece dünyaya en yakın olan birin­ci göğe indiği bildirilmiştir. Mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ’­nın inişinden maksadın ne olduğu hususunda Alimler arasında ihtilâf vardır. El-Menhel yazan bu hususta geniş izahat vermiş olup, özetle şöyle demiştir

“Bu hadis, müteşâbih sıfatlara âit hadîslerdendir. Bu gibi hadis­lerin yorumu hakkında selef ve halef âlimlerinin meşhur iki görüşü vardır.

Müctehid dört imamın, Zührî, Evzâî, lbnü’1-Mü-bârek, Mekhûl, Süfyân-ı Sevrî, İbn-i Uyey-ne, el-Leys bin Sa’d ve iki Hammâd’ın dâhil bu­lunduğu selefin cumhuru, bu gibi hadîslerin yorumu hakkında şöyle demişlerdir

Allah Teâlâ’nın sıfatlarına âit olup, zahirine göre Allah Teâlâ’nın başka şeylere benzetildiği görülen hadîslerin yorumunda açık ve se­lâmetti yol. bu hadîsleri zahirine göre bırakıp icmâlen buna inanmak ve Allah Teâlâ’yı benzetmekten ve keyfiyetten tenzih etmektir. Çünkü:

“Hic bir şey O’na benzemez. O,işiticidir. görücüdür[200] âyeti, Allah Teâlâ’nın hiç bir şeye. ben­zemediğini bildirmiştir. Bu mezheb, bizim de benimsediğimiz en sâ-Hm mezhebtir

Halefin cumhuruna gelince; Onlar müteşâbih âyetleri ve hadîs­leri Allah Teâlâ’nın şanına lâyık bir takım yorumlarla yorumlamış­lardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın cisim olmak, hareket etmek, durmak, yön taşımak, inmek, bir yerde durmak ve benzeri durumlardan mü­nezzeh ve pâk olduğu kafi delillerle sabittir. Bunlar bu hadisteki ini­şi Allah’ın bizzat inişi değil, görevli meleğinin inişi olarak yorum­larlar. Arap dilinde bu tür ifâdeler kullanılır Meselâ devlet başka­nının emriyle görevli memurları bir şey yaptıkları zaman : Devlet baş­kanı yaptı denilir.

Şöyle de yorumlanmıştır: Allah’ın inişiyle Onun kullarına yö­nelmesi hepsine rahmet etmesi ve tümüne ikramda bulunup duaları­nı ve mazeretlerini kabul buyurması kastedilmiştir.

Aynî’ nin B u h â r î’ nin şerhinde naklen beyan ettiğine gö­re bâzı âlimler: Allah’ın inişiyle Onun tenezzül buyurması kastedil­miş, demişlerdir. Yâni Allah’ın azametine bakılırsa hakir ve fakir olan Kulların yakarış ve yalvarışlarına iltifat etmemesi beklenir. Lâ­kin Allah lütfunu esirgemeyip tenezzülen kullarına iyilik eder. Müs­lim’in İmamı Mâlik’ ten olan rivâyetindeki: «Rabbimiz tenezzül buyurur» ifâdesi bu yorumu te1yid eder. Çünkü tenezzül, mânevi nüzul anlamına gelir. Hattâ ilk akla gelen mânâ budur.

Ebû Bekir bin F ü r e k’ in bâzı güvenilir râvilertien nakline göre hadîsteki fiil, JJ^> olarak zaptedilmiştir. Fiil böyle okununca cümlenin mânâsı:

«Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ birinci göğe melek indirir.» şek­linde olur.

El-Menhel yazarı, yukarıdaki ma’lumatı verdikten sonra şöyle der :

Bu konuda uymaya ve kabule şayan en selâmetli yorum selef mezhebinin yorumudur. B e y h a k î bu konudaki mezhebleri naklettikten sonra : En selâmetli mezhep, keyfiyetinden bahsetmeden ve kastedilen mânâyı araştırmadan buna inanmaktır. Ancak Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından bir açıklayıcı bilgi sa­bit olursa ona dönülür. Nitekim âlimler, bu tür hadislerin belirli bir şekilde yorumlanmasının zorunlu olmadığı hususunda ittifak etmiş­lerdir. Şu halde en salim yol, bunun ilmini Allah’a havale etmektir, demiştir.

El-Menhel yazarı daha sonra bu konudaki mezheblerin görüşle­rini açıklayıcı mâhiyetteki N e v e v i’ nin M ü s 1 i m ‘ in şer-hindeki beyânını nakleder. Bu beyan, yukardaki açıklamanın bir ben­leri olduğu için bunu aktarmaya gerek görmüyorum.

El-Mirkat şerhinin yazarı, N e v e v i ‘ nin mezkûr beyânını zikrettikten sonra şöyle der :

“Nevev i ‘ nin bu beyanı ile Ebü İshak-ı Şirâzi, lmâmü’l-Haremeyrı, Gaz âlî ve başka bir çok imamın beyânından anlaşılıyor ki bu hususta selef mezhebi ile halef mezhe­bi mensupları Kitap ve Sünnet’te vârid olan müteşâbih cümlelerin zahirine göre mânâlandırılmamasi hususunda ittifak halindedirler. Allah hakkında Kitap ve Sünnette vârid olan gelmek, inmek, el, yüz, öfke, acımak, arş’ta uturnıak, gökte olmak gibi sözlerin zahirî mâ nâşının, Allah hakkında aklen imkânsız olduğu kafidir. Bunların za­hiri mânâlarına inanan kimselerin İslâm’dan çıktığı hususunda icmâ’ vardır. Bu sözleri zahirî mânâya hamletmek mümkün olmayınca se­lef ve halef âlimleri, bunları te’vil etmek zorunda kalmışlardır. Selef ve halef âlimleri, bu hususta müttefik olmakla beraber, yorum­lama şeklinde ihtilâf etmişlerdir.

Selef âlimlerinin ekserisinin mezhebine göre bu sözleri, zahirî mânâsından döndürmek zorunludur. Ama bunları hiç bir mânâ ile yo­rumlamamak ve Allah Teâlâ’nın şanına lâyık kemal sıfatlarının hâiz olduğuna ve her tür noksanlıklardan nezih ve pâk olduğuna itikâd edilir. Bu görüş, icmali bir yorum mâhiyetini arzeder.

Halef âlimlerinin ekserisi ise bu sözleri Allah’ın şanına lâyık bir şekilde yorumlamak yolunu tutmuşlardır. Bu yol, tafsili bir yorum mâhiyetini arzeder…” [201]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Gece namazına kalkmaya teşvik vardır.

2 – Gecenin üçte ikisi geçtikten sonra ibâdet etmek daha fazilet­lidir.

3 – Gece ibâdetine kalkıldığında duâ etmek, dileklerde bulun­mak ve istiğfar etmek arzulanır.

1367) Rıfâa [202] el-Cühenî (Radıyallâhü anh)\ien rivayet edildiği­ne göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Allah Teâlâ, gecenin yarısı veya üçte ikisi gidinceye kadar ta­lepte bulunmaz. Bu sürenin bitiminden fecir doğuncaya kadar şöyle buyurur:

Sakın benim kullarım benden başkasından bir istekte bulunma­sınlar. Kim bana duâ ederse Ona icabet ederim. Kim benden bir ha­cet isterse ona veririm. Kim günâhının mağfiretini benden dilerse ona mağfiret ederim.-“

Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki Muhammed bin Mus’ab zayıftır. Salih bin Muhammed : Onun Evzâi’den olan bütün hadisleri matlubtur, demiştir. [203]

183 – Yeterli Olduğu Umulan Gece İbâdeti Hakkında Gelen Hadisler Babı

l368) Ebû Mes’ud (l’kbe bin Amr el-Ensârî el-liedrî) ( Radıyaltâhu iinh)'(U-n rivayet edildiğine «öre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sc/lem) şöy­le Uı\ unlu. demiştir :

«Bakara süresinin son iki âyetini bir gecede kim okursa bu âyet­ler ona kâfidir.-

Râvi Hafs’ın kendi rivayetinde dediğine göre, râvi Abdurrahman şöyle demiştir: Ben bilâhere Ebü Mes’ud (Radıyallâhü anh)’a (Ka­be’yi) tavaf ederken rastladım da bana bu hadîsi anlattı.”

1369) Ebû Mes’ud (Ukbe bin Amr el-Ensârî el-Bedrî) (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöy­le buyurdu demiştir :

«Kim bir gecede Bakara sûresinin sonundaki iki âyeti okursa, o âyetler ona kâfidir.»” [204]

İzahı

Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi Ebü Mes’ud (Radıyallâ­hü anhJ’un bu hadisini rivayet etmişlerdir.

M ü s 1 i m ” in rivayetinde Abdurrahman bin Ye­zidin şöyle dediği belirtilmiştir:

“Ben Kabe’nin yanında Ebû Mes’ud (Radıyallâhü anhl’a rastla­dım. Ve Ona; Bakara süresindeki iki âyet hakkında senden bana bir hadis ulaştı, dedim. Dedi ki: Evet. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bakara sûresinin sonunda iki âyet (var)dır ki, kim onları ge­celeyin okursa bu âyetler ona kâfidir.» buyurmuştur.”

Bu âyetler «Amene’r-Resûlü…»den başlar, sûrenin sonuna kadar devam eder.

EI-Menhel yazarının nakline göre Kur’an okuma sevabı hakkın­daki Alî bin Saîd el-Askeri’ nin Ukbe bin Amr’ den bir senedle rivayet ettiğine göre Ukbe şöyle de­miştir : Kim bu iki âyeti yatsıdan sonra okursa ona yeter. Bu âyet­ler «Âmene’r-Resülü…*den sûrenin sonuna kadardır.

Mezkûr iki âyetin okuyucusuna kâfi gelmesinden maksad, o ki­şinin gece ibâdeti sevabına kavuşmuş olmasıdır. Nitekim el-Menhel’-de rivayet edildiğine göre İbn-i Adiyy’in Ibn-i Mes’ud (Radıyallâhü anhVden olan rivayetine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Kim bu iki âyeti yatsıdan sonra okursa onun için gece namazı yerine kâfidir.» buyurmuştur.

Bâzıları: Mezkûr iki âyetin kâfi gelmesinden maksat, okuyucusu­nun şeytan şerrinden korunmasıdır, demişlerdir. Ytne el-Menhel’in naklettiği Tabarânİ’ nin Şeddâd bin Evs (Radıyal-lâhü anhJ’den olan bir rivayetinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Bakara sûresinin sonundaki iki âyet üç gece hangi evde okunur­sa şeytan o eve yaklaşamaz.» buyurmuştur. Bu hadîs bu yorumu te~ yid eder.

Bâzıları mezkûr iki âyetin okuyucusunu bütün kötülüklerden ko­ruduğu; bir kısım âlimler de itikatla ilgili kötülüklerden koruduğu yolunda yorum yapmışlardır. Başka bir grup, mezkûr âyetlerin, oku­yucusunu insanların ve cinlerin şerrinden koruduğu şeklinde yorum yapmışlardır Bâzıları da: Okunan bu iki âyetin sevabı o kadar çok­tur ki, okuyucusuna kâfidir. Başka bir sevap istemeye ihtiyaç bırak­maz diye te’vil etmişlerdir.

Yukarıda anlatılan mânâların hepsini kastetmeye bir mâni yok­tur.

Mezkûr iki âyette îman ve itikadın büyük esasları ve sahâbîlerin övülmesi vardır. Bunun yanında son âyette yedi duâ cümlesi bulu-nur.M ü s 1 i m ‘ in bir rivayetine göre Bakara sûresi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından okunduğu zaman her duâ kelimesini okudukça Allah Teâlâ tarafından : «Duanı kabul ettim.» buyurulmuştur.

Bu iki âyetin fazileti hakkında vârid olan hadislerden birisi H â -kim ve Beyhaki’ nin E b û Z e r r (Radıyallâhü anh) ‘den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Allah Teâ­lâ Bakara sûresini arşın altındaki hazinesinden bana verdiği iki âyet­le tamamladı. Artık bu iki âyeti Öğreniniz ve eşleriniz ile çocukları­nıza öğretiniz. Çünkü bu iki âyet, hem namaz, hem Kur’an, hem dua­dır.” [205]

184 – Namazda Uykusu Gelen Adam Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1370) Âişe (Radıyalâhü anhâ)’dan rivayet edildiğine göre, Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Biriniz (namazda) uykusu geldiği zaman (namaza ara verip) kendisinden uyku hâli gidinceye kadar uyusun. Çünkü uykusu geldiği halde namaz kıldığı zaman ne söylediğini bilemez. İstiğfar etmek is­terken kendisine sövmesi umulur.»” [206]

İzahı

Mâlik ve Kütüb-i Sitte sahipleri tarafından rivayet edilen bu hadisin hasen – sahîh olduğunu T i r m i z i söylemiştir.

Nuâs: Uyuklama mânâsına geldiği gibi ağır uyku mânâsına da gelir. Burada her iki mânâ muhtemeldir.

El-Menhel yazarı şöyle der :

“Nuâs ile hafif uyku mânâsı kastedildiği takdirde hadîsteki «…uyusun» emri müstehablık için olur. Hafif uyku gelmesi hâlinde namaza ara vermek sevap olur. Etevam etmek ise mekruh sayılır. Şayet Nuâs ile ağır uyku kastedilrrtfs fse «…uyusun.» emri vücup için olur. Hadisin bundan sonraki bölümünde gösterilen «Çünkü uykusu geldiği halde…» şeklindeki sebep, bu mânâyı te’yid eder. Bu takdir­de, yâni ağır uyku geldiği ‘zaman namaza ara vermek vâcibtir ve namaza devam etmek haramdır.

Namaza ara vermekten maksad, namazı bozmak değil, sırası ge­lince selâm vermek suretiyle ara vermektir.

Hadîsin: «İstiğfar etmek isterken…» cümlesinden maksad, uyku geldiği halde namaza devam eden kişinin, istiğfar edeceği yerde, ken­di aleyhinde söz söylemesinden ve duâ yerine beddua etmesinden korkulmasıdır. Nitekim N e s â î’ nin rivayetinde şöyle denilmiştir: Meselâ adam; diyeceği yerde diyebilir.

Bu takdirde mağfiret dileyeceği yerde nefsinin zelil ve hakir olması için beddua etmiş olur.

Kişinin kendi aleyhinde veya aile fertleri aleyhinde beddua et­mesi yasaktır. Nitekim Câbir (Radıyallâhü anhJ’den Sünen-i Ebû Dâvûd’da rivayet olunan bir hadîste Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) meâlen şöyle buyurmuştur:

Nefisleriniz aleyhinde beddua etmeyiniz. Evlâdınız aleyhinde beddua etmeyiniz. Hizmetçiniz aleyhinde beddua etmeyiniz. Malları­nız aleyhinde beddua etmeyiniz. Çünkü yapacağınız beddua, Allah Teâlâ’nın dilekleri kabul ettiği saate denk gelebilir.» [207]

Hadisin Fıkıh Yönü

1 – Namaz kılarken uykusu gelen kimsenin uykusu gidinceye kadar namaza ara vermesi müstehabtır. Bu mir, gece ve gündüz kılınan farz ve nafile tüm namazlara şümullüdür. Ancak farz na­mazın vaktinin çıkması endişesinin bulunmaması şartına bağlıdır. Farzın kaçırılması tehlikesi varsa her halde farzın hemen kılınması gereklidir.

Mâlik ve bir cemâat, bu hadisi nafile namaza tahsis etmiş-lerdir. Çünkü ekseriyetle uyku gelmesi geceye mahsûstur.

2 – İbâdetin gönül huzuruyla ve huşu içinde yapılması istenir. Çünkü uykusu gelenin gönül huzuruyla ve huşu içinde ibâdete de­vamı güçtür.

3 – Uyku geldiği halde namaz kılmak mekruhtur.

4 – İbâdette ihtiyatı elden bırakmamalıdır.

5 – Kişi, kendi aleyhinde beddua etmekten kaçınmalıdır.

1371) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü a«A)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün) mescide gir­miş de İki sütün arasına gerilmiş bir ip görmüş ve:

-Bu ip nedir?» diye sormuş. (Orada bulunanlar) demişler ki: Bu ip, (Efendimizin muhterem zevcelerinden) Zeynep (Radıyallâhü an hâ)ya aittir. Burada namaz kılar. Ayakta yorulduğu zaman bu ipe tutunur. Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«İpi çözünüz, ipi çözünüz. Biriniz hafif ve kuvvetli olduğu müd­detçe namaz kılsın. Yorulunca otursun.» buyurmuştur.” [208]

İzahı

T i r m i z î hâriç diğer Kütüb-i Sitte sahipleri bunu rivayet et­mişlerdir. Bâzı rivayetlerde görülen az lafız farkı mânâyı etkilemez.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in zevcesi Zeynep (Radıyallâhü anhâ) mescidde namaz kılarken kıyamını uzatması ne­deniyle yorulunca, yorgunluğunun gitmesi ve dinlenmek için iki sü­tun arasında gerdiği ipe tutunurdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) duruma muttali olunca, hadisteki emri buyurmuştur.

El-Menhel yazarı, hadisteki emri şoyte yorumlamıştır: Yâni kişi rahatlıkla ayakta namaz kılabildiği müddetçe ayakta kılsın. Yorulunca oturarak namaz kılsın. Emir böyle yorumlanınca ayakta namaza duran kimsenin oruldugu zaman namazın kalan kısmını oturarak kılabileceği hukmu hadisten çıkarılır.

Bu emirden rnaksad, namaz kılmaktan dolayı yorulan kimsenin namaza ara vererek uiurup dinlenmesi olabilir. Bu ihtimal uzaktır. [209]

Hadisin Fıkıh Yönü

1 – İbâdette aşırılık yapmayıp mutedil davranmalı.

2 – Namaza kuvvetli, neşeli olarak durmalı ve gevşeklik ve yor­gunluk belirdiği zaman, bu durum geçinceye kadar namaza ara ve­rilmeli.

3 – Münker olan şeyleri gidermek meşrudur.

4 – Kadınların nafile namazları mescidde kılmaları caizdir. Çünkü Zeynep (Radıyallâhü anhâ) ve Ebû Dâvûd’un bir rivayetinde belirtildiği gibi kız kardeşi Hamne (Radıyallâhü an­hâ} Mescidi Nebevi’de nafile kılarlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna karşı çıkmamıştır. Tabiî bir fitne tehlikesinin olmaması gereklidir.

5 – Namaz esnasında ipe tutunmak mekruhtur. Cumhur böy­le hükmetmiştir. Nafile namazda kıyamın uzatılması nedeniyle asâya dayanmanın mübahlığında ihtilâf yoktur. Yalnız Ibn-i S i -r i n bunu mekruh saymıştır. Farz namazda ise bir özür olmaksızın asaya dayanmak cumhurca menedilmiştir.

1372) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurdu demiştir :

«Biriniz gece namazına kalktığı zaman (uyku basması nedeniy­le okuduğu) Kur’an onun dilinden anlaşılmaz olup ne dediğini bil­mez ise (namaza ara verip) yatsın.»” [210]

İzahı

Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir.

Uykunun ağır basması nedeniyle, gece namazı kılınırken okunan Kur’an-ı Kerim âyetleri rahatlıkla okunamayıp acemice okunacak durum belirince namaza ara verilmesi ve uyku hâli zail oluncaya kadar uzanıp uyuma emri verilmiştir. Tâ ki uyku sersemliği yüzün­den Allah’ın kelâmı yanlış okunmasın.

Namaz dışındaki benzer hâlin hükmü aynıdır. Yâni namaz hâ­ricinde Kur’an okurken uykusu gelen ve dili ağırlaşıp ne okuduğu­na anlamaz durumuna düşen kişi Kur’an okumaya ara verip uy­kusunu almalıdır. [211]

185 – Akşam Ve Yatsı Arasında Namaz Kılmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1373) Âişe (Radıyallâhü anhâ)’den rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :

-Akşam ile yatsı namazları arasında yirmi rek’at (nafile) kılan kimse için Allah Teâlâ cennette bir ev yaptırır.»”

Not: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki Yâkub bin el-Veüd’in zayıflığı hususunda âlimler ittifak etmişlerdir. İmam Ahmed : O, büyük kezzablar-dandır. Hadis uydururdu, demiştir.

1374) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Akşam namazından sonra altı rekat (nafile) kılan ve araların­da fena söz söylemeyen kimse için bu namaz, on iki yıllık ibâdete denk tutulur. [212]

İzahı

1374 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’ın hadisi 113. bâbta 1167 nolu olarak geçmiştir. Bu namazla’ ilgili gerekli malûmat orada verilmiştir. İsteyenler oraya, müracaat edebilirler. [213]

186 – Nafileyi Evde Kılmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1375) Asım bin Anır[214] (Radıyaliâhü anh) den ; Şöyle demiştir :

Irak halkından bir nefer[215] halife Ömer (RadıyaJIâhü anh) in yanına çıkmak üzere (Medine’ye) geldiler. Onun huzuruna varınca Ömer (Radıyaliâhü anh) onlara =

Kimlerdensiniz? diye sordu. Irak halkindanız, dediler. Ömer (Ra­dıyaliâhü anh) :

Küfe emirinin izniyle ni geldiniz? diye sordu. Onlar: Evet, dediler. Râvî demiştir ki ı

Gelenler, adamın kendi evinde (nafile) namaz kılmasının hük­münü sordular. Ömer (Radıyaliâhü anh) dedi ki:

Ben (bunu) Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe sordum. Buyurdu ki:

-Adamın (nafile) namazı kendi evinde kılmasına gelince; bu bir nurdur. Artık evlerinizi nurlandırımz.»

Ömer bin el-Hattâb (Radıyaliâhü anh) in mevlâsı Umeyr (Radı­yaliâhü anh)[216] Ömer bin el-Hattâb (Radıyaliâhü anhl’den (tah-dis etmiştir.) O da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den bu­nun mislini (tahdis) etmiştir.

Not: Müellif bu hadîsi iki yoldan zikretmiştir : Zevâid’de şöyle denmiştir : Bu iki yolun dönüm noktası râvi Âsim bin Amr’dır. O ise zayıftır. El-Ukayli Onu zayıf râviler arasında zikretmiştir. Buhâri de : Onun hadisi sabit değildir, de­miştir.

1376) Ebû Said-i Hudri (Radtyaüâhü an/r/den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Biriniz farz namazını (bir mescidde) kıldığı zaman namazından bir payını evine versin. Çünkü Allah Teâiâ onun evde kılacağı na­mazdan onun evine bir hayır verir.»”

Not: Ricalinin sıka oldukları Zevaıd’de bildirilmiştir.

1377) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’da.w rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (SaUaltahii Aleyhi ve Sellenı) şöyle buyurdu, demiştir : «Evlerinizi kabirler yapmayınız.»” [217]

İzahı

Asım bin Amr (Radıyallâhü anh) in ve U m e y r (Ra-dıyallâhü anh)’in hadîsleri Zevâid türündendir.

Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh)’in hadîsi de Ze­vâid türündendir. Ancak Müslim bu hadîsi C â b i r (Ra-dıyallâhü anh)’den rivayet etmiştir. Müs1im ‘ in rivayetinde;ilâvesi vardır. Tercemede bu ilâveyi parentez içi ifâdeyle İşaret ettim. Bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) far­zını mescidde kılanın sünnetini evinde kılması ve evinin namaz sa­yesinde hayra kavuşmasını tavsiye eylemiştir.

İbni Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Buhâri,

Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmiş­lerdir.

Ahmed bin Hanbel’in Âişe (Radıyallâhü anhâ) ‘-den rivayet ettiği bir hadiste de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) şöyle buyurmuştur:

Evlerinizde (nafile) kılınız. Evlerinizi üzerinize kabirler yapmayınız.»

Tirmizî’ nin şerhi Tuhfe yazarı hadîsi şöyle yorumlar “Yâni ölüler gibi olmayınız. Onlar evlerinde namaz kılmazlar. On­ların evleri kabirlerdir. Hadîsi şöyle yorumlayanlar da olmuştur: Evinde namaz kılmıyan kimse, kendisini ölüye, evini de kabre ben­zetmiş olur. M ü s 1 i m ‘ in rivayet ettiği:.

«İçinde Allah’ın anıldığı ev ile içinde Allah’ın anıl madiği ev, diri ve ölüye benzerler.» mealindeki hadîs bu yorumu te’yid eder.

Bâzıları: Hadisin mânâsı :” ‘Ölülerinizi evlerinizde gömmeyiniz.’ demektir, diye yorum yapmışlar ise de Hattâbî: Bu yorum hiç­bir şey değildir Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) otur­duğu evine defnedilmiştir.” Peygamberlerin, öldükleri yerlere gömül­dükleri rivayetleri de vardır, demiştir.

1378) Abdullah bin Sa’d (Radıyalldhü anh y den\ Şöyle demiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e; Evimdeki namaz mı mesciddeki namaz mı daha efdaldır? diye sordum. Buyurdu ki:

«Evime bakmıyor musun? Mescide ne kadar yakındır. Şüphesiz evimde namaz kılmam, mescidde namaz kılmamdan bana daha se­vimlidir. Farz namaz bundan müstesnadır.İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid’de •bildirilmiştir. [218]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs de farz namazların mescidde na­file namazın da evde kılınmasının efdal olduğuna delâlet eder. Bay­ram namazları ve teravih gibi cemaatla kılınması meşru olan sün­netlerin dQ farz namazlar gibi mescidlerde kılınması efdaldır. Bun­lara âit bâblarda gerekli açıklama yapılmıştır. [219]

187 – Duhâ (Kuşluk) Namazı Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1379) Abdullah bin el-Hâris[220] (Radıyallâhü anhümâ)’dan; Şöy-•mİıjtir :

Osman bin Affân (Radıyallâhü anh) zamanında halk çok veya tam iken ben kuşluk namazını soruşturdum. O’nun yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu namazı kıldığını haber veren Ümmü Hânı (Radıyallâhü anhâ)dan başka hiç bir kimseyi bulama­dım. Ümmü Hâni (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in kuşluk namazını sekiz rek’at olarak kıldığını bana ha­ber verdi.” [221]

İzahı

Müslim de bu hadîsi rivayet etmiştir. Bunun bir benzerini Ebû Dâvûd ve Tirmizî, İbn-i Ebİ Leylâ (Ra­dıyallâhü anh)’dan rivayet etmişlerdir. O rivayette Ümmü Hâni (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in Mekke’ nin fetih günü onun evinde gusledip sekiz rek’at kıldı­ğını ve ondan sonra bunu kıldığını kimsenin görmediğini söylemiştir.

Ebû Dâvûd’un başka bir rivayetinde Ümmü Hâni (Radıyallâhü anhâ) şöyle demiştir :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fetih günü kuşluk na­mazını sekiz rek’at olarak kıldı ve her iki rek’atin sonunda selâm verdi.”

Ebû Dâvûd’un bu rivayeti. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve SellemJ’in Fetih günü kıldığı namazın kuşluk namazı olduğunu açıkça bildirir ve Fetih namazı olduğunu söyliyenleri reddeder. E 1 -H â f ı z ” in el-Fetih’te zikrettiği ve Ibn-i Abdi’1-Berr (Radıyallâhü anh)’in rivayet ettiği Ümmü Hâni (Radıyallâ­hü anhâ)’nin :

“Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke’ye geldi de se­kiz rek’at namaz kıldı. Ben : Ne namazıdır? diye sordum. Buyurdu ki: «Kuşluk namazıdır.»’ mealindeki hadisi de bunu teyid eder.

Müellifin hadisi, kuşluk namazının seki/ rekat olarak kılınma­sının meşruluğuna delâlet eder.

1380) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)’det. Şöyle demiştir: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den işittim. Buyur­du ki :

-Kim oniki rek’at kuşluk namazı kılarsa Allah Teâla onun için Cennet’te altından bir köşk yaptırır.»” [222]

İzahı

T i r m i z i de bunu rivayet etmiştir :

Kuşluk namazının en çok rek’at sayısı bu hadiste bildirilmiştir. Sindi: Yâni; kim kuşluk namazını oniki rek’at olarak devamlı kılarsa Allah ona Cennet’te bir köşk yaptırır. Kuşluk namazını bir defa bile oniki rek’at olarak kılana bu mükâfatın verilmesi mânâsı kastedilmiş olabilir. Çünkü Allah’ın keremi sonsuzdur, demiştir.

1381) Muâza el-Adevivye [223] (Radıyallâhü anh aydım. Şöyle de­miştir :

Ben. Âişe (Radıyallâhü anhâi’ya: Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) kuşluk namazını kılar mıydı? diye sordum. Dedi ki:

Evet, dört rek’at olarak (kılardı) ve Allah’ın dilediği kadar fazlalaştırırdı.'[224]

İzahı

Ahmed, Müslim ve Hâkim de bunu rivayet etmiş­lerdir. Tirmizî de Şemailde Nesâ î ise Süneni Kübrâ’sın-da bunu rivayet etmişlerdir.

Sindi şöyle demiştir :  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin mak­sadı. Peygamber (Sallallahü .Aleyhi ve Sellem)’in zaman zaman kuş­luk namazı kıldığını ifâde etmektir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kuşluk namazı kılmadığı da kendisinden riva­yet edilmiştir. O rivayeti de şöyle yorumlamak gerekir. Yâni devam­lı kılmamıştır. Böylece  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’dan olan fark­lı iki rivayetin arası bulunmuş olur. Şöyle de denilebilir:  i ş e (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in kuşluk namazı kıldığını görmemiş, sonra başkasının haber verme­siyle mümkün olmuştur.

Nev’evî de M ü s 1 i m ‘ İn şerhinde ez cümle şöyle der : “Hulâsa, kuşluk namazı Sünnet-i Müekkede’dir. En az iki rek’at en mükemmeli sekiz rek’attir. Dört veya altı rek’at da kılınabilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bunu kıldığına ve kıl­madığına dâir  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’dan olan rivayetlerin arasını bulmaya gelince; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen kılardı. Farz kılınması endişesiyle bazen terkederdi.  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ‘nin :

“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yalnız bir seferden dönüşünde kılardı, diğer zamanlarda kılmazdı” mealindeki hadîsi, şâir zamanlarda kendisinin görmediğine yorumlanır. Nitekim bir ri­vayetinde :

“Ben görmedim» demiştir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk zamanı çoğu zaman Onun yanında olmazdı. Yola giderdi, mescidde olurdu veya başka yerde bulunurdu. Eşlerinin ya­nında bulunduğu günlerden de ancak dokuz günden bir gün  i ş e (Radıyallâhü anhâ)’nin yanında olurdu…”

1382) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim kuşluk namazının çiftine (iki rek’atine) devam ederse gü­nahları deniz köpüğü kadar bile olsa bağışlanır. [225]

İzahı

Tirmizî de bunu rivayet etmiştir. Hadîs, kuşluk namazı­nın iki rek’atine devam etmenin faziletini belirtiyor. Hadîsteki mu­hafazadan maksat, bu iki rek’ati her gün kılmaktır. Sindi’ nin beyânına göre bundan yâni muhafazadan maksat, bu iki rek’ati hak-kiyle ve lâyıki veçhiyle kılmak olabilir. Bir defa olsun böyle kılanın mezkûr mükâfata kavuşması umulur.

«…Deniz köpüğü kadar…» ifâdesinin kullanılmasına gelince; Tuhfe yazarının beyânına göre deniz köpüğü halk arasında çokluk­la meşhur olduğu için, günahların çokluğunu ifâde etmek amacıy­la bu tâbir kullanılmıştır.

Kuşluk namazı vakti, güneşin bir mızrak boyu kadar yükselme­siyle başlar. Ve güneş gök ortasına varıncaya kadar devam eder.

Kuşluk namazının rek’at sayısına gelince; en az iki ve en çok oniki rek’at olduğu yukarıda belirtilmiştir.

Cumhûr’a göre kuşluk namazı sünnettir. Bu namazda Fâtiha’dan sonra birinci rek’atte “Eş-Şems” sûresini ve ikinci rek’atte “Ed-Duhâ” sûresini okumak müstehabtır. [226]

188 – İstihare Namazı Hakkında Gelen Hadisler Babı

1383) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhüntâ)’dan; Şciyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kur’an’dan sûre öğretir gibi istihare (keyfiyet ve duasını) öğreterek buyururdu ki:

-Sizden birisi bir işi yapmak istediği zaman farz değil (istihare niyetiyle nafile olarak) iki rek’at namaz kılsın. Namazdan sonra şöy­le duâ etsin :

Allah’ım! Hakkımda hayırlısını Sen bildiğin için ben hayırlısına irşad edilmemi senden isterim ve gücünden yardım diliyerek hayırlı­sına gücümün yetmesini senden dilerim. Senin büyük fazl (ve ke-rem)ından isterim. Çünkü Sen (her şeye) kadirsin. Ben hiç bir şeye kadir değilim. Sen (her şeyi) bilirsin. Ben (bir şey) bilmem. Sen (herkese) gizli olan herşeyi çok bilicisin. Allah’ım! İstediğim bu iş (burada yapmak istediği şeyi belirtir) Senin ilminde benim için dî­nime, hayatıma ve âhiretime hayır ise (yahut şimdiki ve gelecekteki işlerim bakımından hayırlı ise) bunu bana mukadder kıl. (Buna gü­cümü yetiştir.) Bunu bana müyesser kıl. Ve bu işi bana mübarek ey­le. Ve eğer senin ilminde (birinci defa söylediğinin mislini burada söyler) şer ise bu işi benden, beni (ve kalbimi) de bu işten çevir ve hayır nerede ise o hayrı bana mukadder eyle! Sonra nefsimi bu hay-re razı kıl.»” [227]

İzahı

Kütüb-i Sitte sâhibleri ve B e y h a k i de bunu rivayet etmiş­lerdir.

İstihare : Yapılmak istenen işlerde Allah Teâlâ’dan hayır dile­mektir. Yâni yapılmak istenen işin yapılmasından veya yapılmamasından hangisi hayırlı ise onu yapmaya muvaffak olmayı ve gön­lün ona yatışmasını dilemektir.

Hadîsin “…bize istihare öğreterek…” cümlesinden maksat şu­dur : Mubah işler hakkında nasıl istihare edileceği ve ne duâ oku­nacağı öğretilirdi. Haram ve mekruh işlerin terkedilmesinin hayırlı olduğu bilindiği için bunlar hakkında istihare edilmez. Keza belirli zamanda yapılması gerekli farz veya vâcib veya müstehab olan iş­ler için de istihare edilmez. Çünkü bunların yapılması mutlaka ha­yırdır. Ancak müstehablardan geniş zaman içinde yapılabilenin şu veya bu zamanda yapılabilmesi için istihare edilebilir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kur’an sûresini öğret­meye önem verdiği gibi istihareyi öğretmeye önem vermiştir. Çün­kü namazda okumak için Kur’an’ı bilmeye genel ihtiyaç bulunduğu gibi istihareyi öğrenmeye de genel ihtiyaç vardır. İstihare-, yolculuk etmek, ticaret ve evlenmek gibi mühim işler için yapılır. Yemek ve içmek gibi günlük mes’eleler için yapılmaz.

Hadiste farz olmayan iki rek’atın kılınması emredilmiştir. Bun­dan anlaşılıyor ki istihare niyetiyle iki rek’at kılınır. Bir rek’atla is­tihare namazı olmadığı gibi iki rek’atten fazla namazla da olmaz. Bâzıları: İkiden fazla rek’atlarla da olur, demişlerdir.

Hadîsin zahirine göre farzın dışında herhangi belirli bir sünnet kılınırken istihareye de niyet edilirse bununla yetinilebilir.Nevevi, bu görüşü benimseyerek : Fâtiha’dân sonra birinci rek’atta Kâ-firün sûresi, ikinci rek’atta İhlâs sûresi okunur, demiştir. Bâzıları ise : Birinci rek’atta :[228] âyetleri, ikinci rek’atta da:[229]âyeti okunur, demişlerdir.

El-Fetih yazarı: En mükemmeli Kâfirûn sûresi ile ilk âyetleri bi­rinci rek’atta ve İhlâs sûresi ile son âyeti ikinci rek’atta okumaktır, demiştir.

Bâzı âlimler : İstihare namazı, başka bir nafile ile yerine getiri­lemez. İstihare niyetiyle kılınacak müstakil namaz ile gerçekleşir, de­mişlerdir.

Hadisteki duanın açıklaması hakkında eI~Menhel yazarı özetle şöyle der:

Yâni: “Allah’ım! Sen hangi işte yarar

olduğunu bildiğin ve ben bilmediğim için Sen beni en yararlı işe yönelt.” Şöyle de denilebilir: “Allah’ım! Şümullü ilmin hakkı için en yararlısına beni yönelt.”

Yâni : “Senin kudretinden yardım dileyerek en hayırlısına muktedir olmamı dilerim.” Şöyle de denilebilir: “Sen ka­dir olduğun için hayırlısını bana mukadder ve müyesser eylemem di lerim.”

Hadisin: «…büyük fazl (ve kerem)ından isterim.» cümlesi Al­lah’ın verdiği ikramların herhangi bir kimse tarafından hak edildi­ği için değil, Allah’ın fazl ve keremiyle olduğuna işaret eder.

Hadîsin : cümlesinin zahiri mânâsına göre yorum yapılmamalıdır. Çünkü ilk anda hatıra gelen mânâ : “Allah’ım! Şu işin bana hayırlı olduğunu bilirsen…” şeklindedir. Bu tür mânâ; Al­lah’ın ilminin kesinliğine ters düşer. Kastedilen mânâ ise: “Allah’ım! Senin sonsuz ilminde bu iş bana hayırlı ise…” şeklindedir. Tercemede buna işaret etmek istedim. Şu halde cümledeki şüphe, Allah’ın ilmine ait değil, yapılmak istenen işin hayırlı olup olmamasındadır.

Kişi duâ ederken burada yapmak istediği şeyi dile getirecektir.

Hadîsteki ‘Maaş’ kelimesinin tercemede “hayat” olarak yorum-ladım. Bu kelime ile, ticâret gibi geçim vesilesi olan şeyler de kaste­dilmiş olabilir.

Hadîsteki “Akîbef’ten maksad, Âhirettir cümlesi: “Bunu bana mukadder eyle.” veya “Buna gücü­mü yetiştir” diye yorumlanabilir. cümlesinin mânâsı: Birinci defa söylediğinin mislini söyler, demektir. Yâni şöyle duâ edecek:

«Allah’ım! Senin ilminde bu iş benim için dinim, hayatım ve âhi-retim bakımından şer ise…»

cümlesindeki tereddüt mânâsını ifâde eden “Ev” kelimesi, râvinin şüphesini ifâde eder. Yâni : Yâ;

buyurulmuş veya; buyurulmuştur.

“Ev” kelimesinin muhayyerlik için olması muhtemeldir. Yâni duâ eden kişi isterse o şekilde söyler, isterse diğer şekilde söyler.

= «Dünya hayatımdaki dinim ve dünyam ile ilgili işlerim» demektir.

-Gelecekteki dünya hayatımdaki dinim ve dünyam, ahiretimle ilgili işlerim* demektir.

İstihare yapan kişinin namaz ve namazı takiben okuyacağı dua­dan sonra ne yapacağı hadiste zikredilmemiştir. Nevevî: Kişi istihare ettikten sonra gönlü hangi tarafa meylederse onu yapmalı ve istihareden önceki temayülüne dayanmamalıdır. Bilâkis kendi ih­tiyarini bırakmalıdır. Böylelikle gerçek mânâda hayırlısını Allatılan dilemiş olur, demiştir.

İstihareye rağmen bir temayül ve gönül yatışması görülmezse ba­zılarınca üç defa, bazılarınca da yedi defa istihare tekrarlanmalıdır. EI-Menhel yazarı bu görüşlerin delilleri olan hadisleri zikretmiştir. [230]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetine dünya­ları ve dinleri hakkında yararlı olan şeyleri öğretmiştir.

2 – Önemli işler için istihare yapmak meşrudur.

Câbir bin Abdillah <R.A.)’ın Hâl Tercemesi

Câbir bin Abdillah el-Ensâri es-Selemî Ebû Abdillah’tir. İkinci Akabe görüş­mesine katılan Ensâr’dandır. Bizzat Peygamber (S.A.V.)’den ilim almış, Medine’­nin Müftîlerindendir. Annesi bint-i Akabe’dir. Bedir savaşma katıldığı ihtilaflıdır. Fakat Hendek ve Bîat-i Rıdvan’da bulunduğu kesindir. Ayrıca ondokuz gazada bulunmuştur. Çok hadîs rivayet eden altı sahâbîdendir. 1540 hadîsi vardır. Buhârl ve Müslim 58 hadîsini ittifakla, 28 hadisini Buhârî, 126 hadîsini Müslim münferiden rivayet etmişlerdir. Râvilerinin başında Saîd bin Minâ, Ebû Zübeyr, Ebû Süfyân, Talha bin Nâfi’, Hasan-i Basrl ve Muhammed bin Münkedir gelir. Yüz yıl kadar yaşamış olup, hicretin 78. yılı 94 yaşında vefat etmiştir. Medine’de en son vefat eden sahâbidir.

Sahâbîler arasında Câbir bin Abdillah isminde iki zât daha vardır. Birisi Cabirbin Abdillah bin Rabâh. diğeri de Câbir bin Abdillah Râbisi’dir. (Hulâsa : 50 ve Tezkiretü’l-Huffaz : C. 1. Sah. 37) [231]

189 – Hacet Namazı Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1384) Abdullah bin Ebi Evfâ[232] el-Eslemî (Radtyallâhü anh)’den; ŞÖyie demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza çıkıp gelerek buyurdu ki:

«Her hangi bir kimsenin Allah katında bir haceti veya Allah’ın mahlûkatından bir kimsenin yanında ihtiyacı olursa; abdest alıp iki rek’at namaz kılsın. Sonra şöyle duâ etsin: ‘Halim ve Kerim olan Al­lah’tan başka ilâh yoktur. Büyük arşın Rabbî olan Allah Teâlâ’yı teşbih ve tenzih ederim. Âlemlerin Rabbı olan Allah’a hamdolsun.

Allah’ım! Şüphesiz ben Senin rahmetine vesile olan sebepleri, mağfiretini gerektiren hasletleri, her hayrin ganimetini ve her gü­nahtan selâmette olmayı senden dilerim.

(Allah’ım!) Her günahımı bağışlamanı, her kederimi gidermeni ve rızâna uygun her hacetimi yerine getirmeni Senden isterim! Son­ra dünya ve âhiretle ilgili dileğini Allah’tan iste. Çünkü şüphesiz O dilek takdir edilir.»”

Not: Bu hadisi Tirmizi de tahriç ederek garib olduğunu söylemiştir. Hadi­sin isnadı söz götürür. Çünkü râvi Pâid bin Abdirrahman, hadîste zayıftır. Pâid, Ebü’l-Varkâ’dır. [233]

İzahı

Tirmizi bunu rivayet etmiş, yalnız duanın sonundaki fık­rayı rivayet etmemiştir. Bir de hacet namazı kıldıktan sonra hadis­teki duaya başlamadan önce kişinin Allah’a sena ve Peygamberine salavât getirilmesi ilâvesi vardır.

Halim : Suç işleyeni cezalandırmakta acele etmeyen ve cezayı geciktiren elemektir.

Kerim : Kulun istihkakı olmaksızın ve minnet etmeden ikram eden demektir.

«Rahmetine vesile olan sebepler…»İbnü’1-Me1ik’in de diğine göre ilâhi rahmete vesile olan fiiller, sözler ve vasıflardır.

T ı y b i ise; Hadisteki “Mucibât” kelimesi, “Mucibe”nin çoğulu­dur. “Mucibe” Sahibini cennetlik eden kelimedir, demiştir.

Azâîm î “Azîmef’in çoğuludur.Tıybî’nin dediğine göre azimetlerden maksat, ilâhi mağfirete kavuşmayı pekiştiren ameller­dir.

Birr ; Â1iyyü’1 – K â r î tarafından tâat ve ibâdet olarak yo­rumlanmıştır.

Hadîs, günahlardan masum olmayı dilemenin câizliğine delâlet eder. Bâzıları: Günahlardan masum olmak Peygamberlere ve melek lere mahsus olduğu için bunu istemek caiz değildir, demişler ise bu söz reddedilmiştir. Çünkü Peygamberler ve meleklerin günahsız olmaları vâcibtir. Başkalarının günahsız olması caizdir. Caiz olan bir şeyi istemek caizdir. Şu var ki Peygamberlere karşı saygısızlık yap­mamak için günahlardan masum olmayı değil, günahlardan korun­mayı dilemek uygundur.

1385) Osman bin Huneyf[234] (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle de-

Gözü kör veya çok az gören bir adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellernTe gelerek: Benim için Allah’a duâ et, bana afiyet versin. (Gözümü sıhhata kavuştursun.) diye dilekte bulundu. Efen­dimiz :

Dilersen bu hastalığın mükâfatını kendin için âhirete bırakırsın. Bu daha hayırlıdır. Ve eğer dilersen ben duâ ederim.» buyurdu.

Adam t Duâ et, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Seli e m) adama güzelce abdest almasını, iki rekat namaz kıl­masını ve şu duâ İle duâ etmesini emretti:

«Allah’ım! Şüphesiz ben Senden isterim ve rahmet Peygamberi olan Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Sana yönelirim.

Yâ Muhammedi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu ihtiyacımın yerine getirilmesi için Senin yardımınla Rabbime yöneldim. Allah’ım! Mu­hammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’i benim hakkımda şefaatçikıl.»

Râvi Ebû İshak demiştir ki: Bu hadîs sahihtir.Tirmizi bu hadisi dualara ait bâblarda rivayet ederek bunun hasen -sahih garib olduğunu ve yalnız râvi Ebû Ca’fer tarîki ile bildiklerini söylemiştir. [235]

İzahı

Tirmizi ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir. Tir­mizi’ nin rivayetinde adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’den duâ isteyince şöyle buyurulmuştur:

Dilersen duâ ederim, dilersen sabredersin. Sabretmek senin için daha hayırlıdır.»

Tuhfe yazarı şöyle der: Duâ istiyen kişi, yâ âmâ idi veya az gö­rüyordu. Göz hastalığından şifâ bulması için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den duâ dilemiştir.Tıybi: Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) adama:

«Dilersen duâ ederim» buyurmuş, adam da onun duâ etmesini is­temiş, sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adamın duâ etmesini emretmiştir. Bana öyle geliyor ki; adamın duâ edilmesini sabretmeye tercih etmesi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hoşuna gitmemiştir. Nitekim adamla konuşurken :

«Sabretmek senin için daha hayırlıdır» demiştir. Mamafih Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Ona tavsiye ettiği duada zât-ı Nebevisini şefaatçi kılması ve duanın kabulü yolunda zâtını ve­sile kılması, yapılacak duaya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)’in iştirak ettiği mânâsı anlaşılır, demiştir.

Duanın mânâsı: Allah’ım! Ben dileğimi Senden isterim. Âlemle­re rahmet olarak gönderilen Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) Peygamljer’i vâsıta kılarak Sana yönelirim. Ey Muhammed (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)! Ben Allah katında şefaat etmeni dilerim. Tâ ki Senin şefaatin la ihtiyacım yerine getirilsin. Allah’ım! Peygam-ber’i benim hakkımda şefaatçi kıl.

Nesâi’ nin rivayetinde, hadîsin sonunda şu ilâve vardır:

-Allah, o adamın gözünü açmış oldu­ğu halde adam dönüp gitti.»

El-Hâki m de bu hadîsi, Mesâi’ deki ilâveyle birlikte rivayet etmiştir. Taberâni de bunu rivayet etmiş ve bu riva­yetin başında şu kıssayı anlatmıştır :

“Bir adam, bir iş için defalarca halîfe Osman bin Af fan (Radı-yallâhü anh)’ın yanına gidip gelmiş, buna rağmen işi görülmemişti. Adam bir gün Osman bin Huneyf (Radıyallâhü anh)’e rastlamış ve derdini dökmüştür. Osman bin Huneyf (Radıyallâhü anh) Ona: İb-riki getir, abdest al sonra camiye gidip orada iki rekat namaz kıl­dıktan sonra şöyle duâ et: (Hadîsimizdeki duayı zikretmiş) Bu duayı yaptığın zaman işini dile getir. Sonra bana uğra ki, ben de seninle geleyim, demiş. Adam da gidip Onun dediklerini yapmış, sonra ha­lîfenin kapısına varmış. Kapıcı hemen gelip elinden tutarak halife’-nin yanına çağırmış. Halîfe onu yanına ve minder üzerine oturt­muş ve:

Hacetin nedir? diye sormuş. Adam da işini söylemiş. Halîfe der­hal onun dileğini yerine getirmiş, sonra ona :

Bu saate kadar ihtiyacını niye bana anlatmadın? Ne işin olursa bize gel, demiş. Adam halife’nin yanından çıktıktan sonra Osman bin Huneyf (Radıyallâhü anh) a rastalmış ona duâ etmiş ve:

Seninle görüşünceye kadar işim olmuyordu demiştir. Osman bin Huneyf (Radıyallâhü anh) da :

Vallahi senin işin hakkında ben halîfe ile konuşmadım. Lâkin Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i gördüm. Âmâ bir adam O’na gelerek gözünden şikâyet etti…”

Taberânî bu hadisi zikrettikten sonra sahih olduğunu söy­lemiştir.

İbn-i Teymîye “Ettevessül Vel Vesile” adlı risalesinde de bu hadîsi zikrettikten sonra aynen şunları söyler: Bu hadîsi B e y h a k i ve başkaları,-“Nübüvvet’in delilleri” bahsinde riva­yet etmişlerdir.

-Tuhfe» yazarı yukardaki bilgil&ri verdikten sonra şöyle der: Eş-Şeyh Abdü’1-Gâni, Miftâhü’I-Hane adlı kitabında şöy­le demiştir: Üstadımız e s – S i n d î kendi risalesinde şöyle der:

Bu hadis Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Ondan şefaat dilemenin ve Onu vâsıta kılmanın câizliğine delâlet eder: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra da Ondan şefaat dilemek ve Onu vâsıta kılmak caizdir. Çünkü Taberânî, el-Kebîr’de Osman bin Huneyf (Radıyallâ­hü anh) ‘den rivayet ettiğine göre bir adam bir ihtiyaç için defalarca halife Osman bin Affân (Radıyallâhü anh)’a gidip gel­miş… ve mezkûr hadîsi zikretmiştir.

Şeyh Abdü’1-Cani daha sonra şöyle der : Mezkûr üs­tadımız bu konuda tafsilâtlı bir risale yazmıştır. İsteyen oraya mü­racaat etsin.

.Şevkâni de Tuhfetü’z-Zâkirînde : Her şeyi veren ve verme­yen, dilediği olan dilemediği olmayanın Allah Teâlâ olduğuna itikad etmek kaydıyla Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i kendisiy­le Allah arasında vâsıta kılmanın câizliğine bu hadîs delâlet eder. Peygamberlerle tevessül etmek için Osman bin Huneyf (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsi bir örnektir. Sâlihlerle tevessül etmeye gelince; Sahih hadisle sabit olmuştur ki kuraklık dolayısıyla saha bi­ler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in amcası A b b â s (Radıyallâhü anh)’a tevessül ederek yağmur duasını yapmışlar. Yâ­ni duâ ederlerken:

“Yâ Rabb! Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in amcası Abbâs (Radıyallâhü anh) in hatırı için bize yağmur ihsan eyle”, de­mişlerdir.

B u h â r i’ de ve diğer hadis kitablarında rivayet edildiği gibi Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) yağmur duasını yaparken şöyle demiştir:

“Allah’ım! Başımıza kuraklık geldiği zaman biz Nebimize teves­sül ederdik. Sen bize yağmur verirdin. Biz Peygamberimizin amcasıy­la sana tevessül ediyoruz bize yağmur ver!” Bu duadan sonra Allah yağmur vermişti. Hazret-i Ömer (Radıyallâhü anh) böyle duâ ederken hiç bir sahâbî buna karşı çıkmamıştı. Böylece bu ko­nuda sahâbîlerin icmâı oluşmuştu. Geniş bilgi için Tirmizİ1 nin ‘Dualar bâblarından müteferrik hadîsler böltimü’nde rivayet edilen bu hadisin şerhine ait Tuhfetü’I-Ahvezî yazarının verdiği bilgiye mü­racaat edilebilir. [236]

190 – Teşbih Namazı Hakkında Gelen Hadisler Babı

1386) Ebû Râfi’ (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre, Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Abbâs (Radıyallâhü anh) ‘a şöyle buyur­muştur.

«Ey Amcam! Sana. bir hediye vermiyeyim mi? Sana yararlı mmıyayim mı? Sana karşı üzerime düşeni yapmıyayun mı?. Abbâs (Radıyallâhü anh) :

— Buyur yâ Resûlallah! dedi. Efendimiz:

— «Dört rek’at (nafile) namaz kıl. Her rek’atta Fatihayı ve bir sûre oku. Kıraat bitince rüküa gitmeden önce onbeş defa;

Sübhanallahi velhamdülülâhi ve lâilâhe illâllahü vallahü ekber, deyiver. Sonra rükû et (Rükû teşbihinden sonra) bunu on defa söyle. Sonra (rükûdan) başını kal­dır. Doğrulunca bunu on defa söyle. Sonra secde et. (Secdedeki teş­bihten) sonra bunu on defa söyle. Sonra (başını) secdeden kaldır. (Bu oturuş teşbihinden sonra) da on defa söyle. Sonra secde et. (Yi­ne ondaki teşbihten) sonra bunu on defa oku. Sonra başını kaldır ve ayağa kalkmadan önce (oturduğun yerde) bunu on defa söyle. İşte her rek’atta yetmiş beş defa olmuş olur. Bu zikir, dört rek’atte üçyüz defadır. Eğer artık günahların kum yığınları misli olmuş olsa Allah senin için onları bağışlar.» buyurdu. Abbâs (Radıyallâhü anh) .

— Bir kimsenin gücü bunu bir günde söylemeye yetmezse? diye sordu. Efendimiz:

— «Bunu bir Cuma’da (bir haftada) söyle. Eğer (Bir haftada) yapmaya gücün yetmezse bunu bir ayda söyle» buyurdu. Ve nihayet:

— «Bunu bir yılda söyle» buyurdu.”

Not : Sindi : Bu hadîs hakkında hadis hafızlan konuşmuştur. Sıhhatli olan söz bu hadisin sabit olup halkın bununla amel etmesinin uygunluğudur. Âlimler bu hususta geniş bilgi vermişlerdir. Ben bunun bir parçasını yazdığım Sünen-i Ebû Dâvûd haşiyesinde ve Nevevi’nin el-Ezkâr adlı kitabının haşiyesinde zikretmişim dir, demiştir.

1387) Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan rivayet edildi­ğine göre; Resûlullah (Sallallahn Aleyhi ve Sellem) Abbâs bin Abdi’l-Muttalib (RadtyaUâhü ank)’a şöyle buyurmuştur:

-Ey Abbâs! Ey Amcam! On haslet (on çeşit günahın keffaretinH sana vermiyeyim mi? Sana ikram etmiyeyim mi? Sana bildirmiye-yim mi? Sen onu (o keffareti) işlediğin zaman Cenabı Allah senin için günahını bağışlar. Günahının’evvelini, âhirini, eskisini, yenisini, hatâsını, kasıtlısını, küçüğünü, büyüğünü, gizlisini, açığını. (Bu günahlar) on haslet (çeşit)tir. (Bu on hasletin keffareti) dört rek’at namaz kılınandır. Her rek’atte Fatiha ve bir sûre okursun. İlk rek’at-te kıraati bitirince sen henüz ayakta iken onbeş defa;zikrini okursun. Sonra rükû edersin. Sen rükû1 hâlinde iken (bunu) on defa söylersin. Sonra rü-kû*dan başını kaldırırsın. Bunu on defa söylersin. Sonra secde için eğilirsin. Secde hâlinde iken bunu on defa söylersin. Sonra secde­den başını kaldırırsın. Bunu on defa söylersin. Sonra secde edersin, bunu on defa söylersin. Sonra başını secdeden kaldırırsın ve bunu on defa söylersin. İşte bunların toplamı her rek’atte yetmiş beş defa­dır. (Bunu) dört rek’atte yaparsın. Eğer her gün bir defa bu namazı kılmaya gücün yeterse yap. Eğer gücün yetmezse her Cuma’da (her haftada) bir defa yap. Eğer hjunu yapamazsan her ayda bir defa yap. Eğer bunu da yapamazsan ömründe bir defa yap.-” [237]

İzahı

Ebû Dâvûd, Beyhaki, îbn-i H u z e y m e , Ta-berânî, Hâkim, Ihn-i Hibbân ve Tirmizî de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzıları bu hadisi îbn-i Abbâs (Ra­dıyallâhü anh)’dan, bâzıları da Ebû R a f i’ (Radıyallâhü anh)’-den rivayet etmişlerdir. Meselâ Tirmizî, Ebû Râ fi’ (Ra­dıyallâhü anh) ‘den, Ebû Dâvûd ise îbn-i Abbâs (Ra­dıyallâhü anh)’dan rivayet etmişlerdir.

Hadîsin baş kısmındaki “Elâ” kelimesi bundan sonra söylenecek söze dikkati çekmek için kullanılan uyarma edatıdır, istifham ve olumsuzluk edatlarından mürekkeb olabilir. Bu edatın yanında ge­len “Uutîke, Emnehuke, Ahbûke” fiilleri aynı mânâyı ifâde ederler. Te’kid için mükerrer gelmişlerdir.

Hadisteki «… on haslet…»ten maksad, on çeşit günahtır ki, bun­lar hadiste sıralanmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Abbâs (Radıyallâhü anh)’a bu günahları değil, bunlara kefaret olacak teşbih namazını öğretmek ve bir hediye olarak vermek iste­miştir. Bu mânânın tamamlanması için on hasletin başında bir mu-

zaf takdir edilir. Bunun asli; Hadisteki “Zâlike” ism-i işareti, takdir edilen, “Mükeffir” kelimesine işarettir.

«Allah senin için günahını mağfiret eder.» cümlesi iki şekilde yo rumlanabilir: Yâni Allah senin günahını meleklerden gizler ve dola­yısıyla melekler onu yazamazlar. Yahut günahın yazıldıktan sonra Allah onu siler.

Hadiste sıralanan on çeşit günahın hepsi birdir. Bâzı bakımlar­dan dolayı çeşitlenmiş olur.

Hadiste hatâ olarak işlenen kusur günah sayılmıştır. Halbuki T a b e r â n î’ nin Sevbân (Radıyallâhü anh) ‘dan ve Müellifin Ebû Zerr (Radıyalâhü anh) ‘den, Hâkim’in îbn-i Ab­bâs (Radıyallâhü anh)’dan merfu’ olarak rivayet ettikleri hadîs­lere göre müslümanların unutarak veya zorlanarak, yahut hatâ ola­rak işledikleri günahlar bağışlanmaya tâbidir. Bu durumda neden bu hadiste hatâ da günah cümlesinden sayılmıştır? diye bir soru ha­tıra gelebilir. Buna cevaben denilir ki; Günahtan maksad, cezayı ge-rektirmese dahi, sevabı noksan eden şeydir. Şöyle de denilebilir : Mak­sat, hatâ olarak işlenen kusur dolayısıyla doğan zararların bağış-lanmasıdır. Zararların bağışlanması ise karşı tarafı razı etmekle ger­çekleşebilir. Cenab-ı Allah dilerse hatâ işleyen ve dolayısıyla başka­sının zarara uğramasına sebebiyet vereni bağışlar ve zarara uğra­yan tarafı, hazînesinden yapacağı ikramla memnun eder.

Hadîsteki hasletten maksat, onar defa okunan mezkûr zikir ola­bilir. Ayakta onbeş defa okunuyor ise de rüku’, i’tidal, secdeler, iki secde arası ve secdelerden sonraki hallerde onar defa okunduğu için buna on haslet denilmiş olabilir.

Teşbih namazında Fâtiha’dan sonra her hangi bir sûre okunabi­lir. Bâzıları: Dört rek’atte Zilzâi, Âdiyât, Asr ve İhlâs sûreleri okun­malıdır. Bazen de Tekâsür, Asr, Kâfirûn ve İhlâs sûreleri okunma­lıdır, demişlerdir. Başka sûrelerin okunmasını tercih edenler de var­dır.

Bu bâbta rivayet edilen iki hadîse göre ayaktaki teşbih, kıraat-tan önce değil sonradır. Fıkıhçıların cumhurunun kavli de budur. T i r m i z i ‘ nin Ebû Veheb’ den rivayet ettiğine göre ken­disi Abdullah bin el-Mübârek’e teşbih namazının keyfiyetini sormuş, İ bnü’l-M übâre k de özetle şöyle ta­rif etmiştir ; ‘İftitah tekbirinden sonra Sübhâneke duasını okursun. Sonra onbeş defa Sübhanellahi… teşbihini okursun. Sonra Euzü ve besmeleyi çekerek Fatiha ve bir süreyi okursun. Sonra on defa Süb-hânellahi… duasını okursun. Sonra rükûa gidensin ve on defa okur­sun…”

Hulâsa İbnü’l-M übârek’in rivayetine göre kırâattan önce onbeş ve kırâattan sonra on defa teşbih okunur. Rüku’, i’tidâl, secdeler ve secdeler arasında da onar defa okunur. İkinci secdeden sonra okunmaz. Toplam yetmişbeş olur.

El-Mirkât sahibi S ü b k î’ nin şöyle dediğini nakletmiştir: İbnü’l-M ü bâre k’in yüceliği, ona muhalefet etmeye mâni­dir. Ama ben, İ b n-i A b b â s (Radıyallâhü anh)’ın hadîsin-deki usûle göre teşbih namazını kılmayı severim. İkinci secdeden son­ra on defa teşbih okumakla secde ile kıyamın arasına fasıla vermek engel teşkil etmez. Çünkü teşbih namazında istirahat oturuşu meş­rudur. İbâdete düşkün mü’min, bir defa İbn-i Abbâs (Ra­dıyallâhü anh)’m hadîsiyle. diğer bir defa Îbnü’l-Mübâre k’in hadîsiyle amel etmelidir.

E 1 – M ü n z i r İ de: : Râvilerin cumhuru İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve Ebû R â f i’ (Radıyallâhü anh)’in hadîs-lerindeki tarif üzerinde ittifak etmişlerdir. Bununla amel etmek ev­lâdır. Çünkü İbn ü’l-M übârek’in rivayetinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’e ulaşması sabit değildir, demiştir.

Bu teşbihler, rüku’, i’tidâl, secde ve secdeler arasındaki oturuş­ta okunması müstehab olan teşbih v° benzerî zikirlerden sonra oku­nur.

Teşbih namazım kılan kişi bir yerde sehvedip teşbihleri eksik ya par da diğer bir rükünde hatırlarsa, hatırladığı yerde eksiğini tamam lar. Teşbih namazında sehiv secdesini gerektiren bir hâl zuhur eder se yapacağı sehiv secdesinde bu teşbihleri tekrarlamaz. Sair zaman larda okunması müstehab olan teşbihi okumakla yetinir.

Teşbih namazına âit hadis sahihtir, sabittir, bununla amel etmeli uygundur. îbn-i Huzeyme, Hâkim ve Askalâni’ nin dâhil bulunduğu bir cemâat, hadîsin hasen olduğunu söylemiş­lerdir, îbn ü’1-Cevzi bunu mevzu’ hadisler arasında zikret­mekle iyi etmemiştir. Askalâni Onu tenkid etmiştir. Dârekutnî de: Nafile namazların fazileti hakkında vârid olan hadîslerin en sahihi teşbih namazının faziletine âit hadistir. î b -nü’1-Mübârek de teşbih namazı: Matlubtur, her zaman iti-yâd edinilmesi ve ondan gafil olunmaması müstehabtır, demiştir.

İbn-i Abbâs, İbn-i Amr bin el-As, Ebû Raf i’, Fadl bin Abbâs, Abbâs, îbn-i Ömer, Ali bin Ebî Tâlib, kardeşi Ca’fer ve Ümmü Se­leme (Radıyallâhü anhümJ gibi bir çok sahâbi tesbîh namazını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’den rivayet etmişlerdir. [238]

191 – Şaban Ayının Onbf.Şinci Gecesi Hakkında Gelen Hadisler Babı

1388) Ali bin Kbî Tâlib (Radıyallâhü atıfıf’âen rivayet edildiğine gö­re; Resûlullah (SaîlaUahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şaban ayının onbeşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibâdete kalkın. Ve o gecenin gündüzünü {onbeşinci günü) oruç tutunuz. Çün­kü o gece güneş batınca Allah Teâlâ (keyfiyeti bizce meçhul bir hal­de) dünyaya en yakın göğe inerek (o andan) fecir oluncaya kadar: Benden mağfiret dileyen yok mu? ona mağfiret edeyim. Benden rı-zık isteyen yok mu? onu rızıklandırayim (bir belâ ile) mübtelâ olan yok mu? ona afiyet vereyim (belâdan kurtarayım.) Şöyle olan yok mu? böyle olan yok mu? buyurur.»”

Not : Zevâid’de şöyle denmiştir : İsnadı zayıftır. Çünkü n’ıvi İbn-i Ebî Sebre zayıtfır Adı Ebû Bekir bin Abdillah bin Muhammed bin el- Besre’dir. Ahmed bin Hanbel ve Ibn-i Muin : O. mevzu badis rivayet eder, demişlerdir.

1389) Aişe (Rudıyallâhii an ha)’dan: Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir gece (Şa’ban’ın onbeşinci gecesi) odamdan ayrıldığının farkına vardım. Hemen Onu aramaya çıktım. Baktım ki Bakıyy’dedir. Başını semâya kaldırmıştır. Bana:

«Yâ Aişe! Allah ve Resulünün sana zulüm etmelerinden mi kork­muş idin?» buyurdu.

Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki: Bende bu (korku ve kötü zan) yoktur. Lâkin senin bâzı hanımlarının yanına gittiğini zan et­tim, dedi. Bunun üzerine O buyurdu ki:

-Şüphesiz Allah Teâlâ Şaban ayının onbeşinci gecesi dünyay; en yakın olan semâya (keyfiyeti bizce meçhul bir şekilde) iner. Vı (Beni) Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısından daha çok gü nahları (veya günah sahiplerini) bağışlar.»” [239]

İzahı

A 1 i (Radıyallâhü anh)”ın hadisi Zevâid türündendir. Â ı ş e (Radıyallâhü anh)’nin hadisini Tirmizi ve Beyhani rivayet etmişlerdir.

Bu hadîslerde geçen «Allah Teâlâ en yakın olan semâya iner.»

cümlesindeki inişle ilgili gerekli bilgi 1366 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’ın hadîsine âit İzahta geçti.

Şa’ban ayının onbeşinci gecesine “Beraat gecesi” denilir. Bu gecenin ibâdetle geçirilmesinin fazileti bu hadîsJerden anlaşılıyor

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hanımları yanında nöbetleşe yattığı bilinmektedir. Âişe (Radıyallâhü anhâ)’ya âit bir gece; ki Şa’ban ayının onbeşinci gecesi olduğu hadîsten an­laşılıyor. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) odadan ayrılarak Bâkiü’I-Garkad[240] adlı semte giderek orada ibâdet ve duâ ile vaktini meşgul etmiştir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) odasında bulamayınca baş­ka hanımlarının yanına gittiğini zanetnıiştir. Ancak bu gidişin Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘e mubah olduğu kanısında olduğundan dolayı, bu zan kötü bir zan ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i zulüm etmekle ithamı gerektirmez. Yâni Âişe (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “in başka hanımlarına gitmesinin bir zulüm ve haksızlık olduğu kanaa­tinde değildi. Bu sebeple Âişe (Radıyallâhü anhâ) tahmin ve zanmnın, kötü zan olduğunu sanmıyordu. Onun için Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)’e verdiği cevapta Allah ve Resulünün zu­lüm etmelerinden korkusu olmadığını ifâde etmek istemiş ve mubah olarak başka hanımlarda gitme zannmı taşıdığını söylemiştir. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e isnad edilecek haksızlığın Allah’a da isnad edilmiş sayıldığı hadîsten anlaşılıyor. Çünkü Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Allah’ın izni olmadıkça bir şey yapamaz.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ> Kemâl-i aklıyla en güzel cevabı ver­miştir. Çünkü beslediği zannı gizlemiş olsaydı, hâşâ Ondan yalan söylemiş olacaktı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in so­rusuna; Evet! diye cevap verseydi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’e haksızlık isnad etmiş olacaktı. Fakat öyle yapmayıp ayrın­tılı cevap vermiştir. Kıskançlığını belirtmiş olmakla beraber, Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in başka hanımlarının yanına git­mesinin Allah tarafından mubah kılındığı kanısını açıklamıştır. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve bellem) ise  i ş e (Radıyallâhü anhât’nin nöbetinde başka hanımlarının yanına gitmesinin haksız­lık olduğunu ve bu haksızlığı yapmadığını bildirmiştir.

Koyunculukla meşhur olan Beni K e 1 b kabilesinin koyun­larının kıl sayısından daha çok günahların bağışlandığı veya kıl sa­yısı kadar günahkâr insanların bağışlandığı bildirilmiştir. Tuhfe ya­zarının e 1 – E b h e r i ‘ den naklen beyan ettiği yoruma göre mak­sat, mezkûr koyunların üzerindeki kıllar sayısından daha çok günah­ların o gece bağışlanmasıdır. Kıllar kadar günahkâr insanların ba­ğışlanması değildir. Aliyyü-l’Kaari” nin dediğine göre B e y h a k i de böyle rivayet etmiştir.

El Mirkât ta beyân edildiğine göre râvi Rezin bu hadisin biti­minde :

«Cehennem ateşine müstahak olanlardan* ilâvesini rivayet etmiştir. Bu rivayete göre ise kastedilen mânâ, anı­lan koyunların kıllarından daha çok cehennemlik olan mü’minlerin bağışlanmasıdır.

1390) Ebû Musa t’1-Kş’âri (Radıyallâhü anh)\v\ rivâytM edildiğine göre. Kesûlııllah (SuHultahü Aleyhi ve Srlh-nı) ^öyle buyurdu, demiştir:

«Şüphesiz Allah Teâlâ Şa’ban ayının onbeşinci gecesi (kullarına rahmetle) bakar ve herkese mağfiret eder. Yalnız Ona şirk koşana veya müşahine mağfiret etmez.Zevâid’de şöyle denilmiştir : Senedi zayıftır, çünkü râvi Abdullah ijin Lâhia zayıftır. El-Velid bin Müslim de tedlisçidir. Sindi de : tbn-i Arzab Ebû Musa ile görüşmemiştir. El-Münziri, kendi rızasıyla bu durumu bildirmiştir. [241]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisi müellif iki senedle rivayet etmiş­tir. Ancak notta zayıflığı belirtilen İ b n-i L a h i a her İki se-nedde de mevcuttur.

Taberânî ve tbn-i Hibbân, bu hadisin benzerini Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)den ve B e z z â r ile Beyhaki, Ebü Bekr-i Sıddil (Radıyallâhü anh) ‘den merfu” olarak rivayet etmişlerdir.

Hadisteki: “Müşâhin” kelimesi, çeşitli mânâlarda yorumlanmış­tır. Nihâye’de : Müşâhin, düşmanlık eden, kin ve husûmet besliyen-dir, denilmiştir. Sindi’ nin beyânına göre Ev zâi: Müşâ-hin’den maksad, İslâm cemaatından ayrılan bid’at sahibidir, demiş­tir.

T ı y b i ; Müşâhin kelimesiyle müslümanlar arasında düşman­lık, kin ve husûmetin sokulmasının zem edilmesi kastedilmiş olabi­lir. Din için başkalarından nefret duymak, onlara buğz etmek meş­rudur. Bencillik yaparak kin ve husûmet beslemek ise kötüdür, de­miştir.

Şa’ban ayının onbeşinci gecesinin faziletine âit başka ha­dîsler de rivayet edilmiştir. Tuhfe yazarı, bunları senedleriyle bera be. rivayet etmiştir. Bu konuda vârid olan hadislerin senedleri, ge nellikle zayıf olmakla beraber, bunların toplamı, bu gecenin fazile tinin bir aslı olduğuna delâlet eder. Bu geceyi kısmen de olsa çeşitl ibâdet, zikir ve duâ ile geçirmekte behemehal fayda vardır.

Şa’ban ayının çoğunun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) tarafından oruçla geçirildiği vârid olmuştur. Hattâ bazen ta­mamının oruçla geçirildiği rivayeti vardır. Bu sebeple Şa’ban’in onbeşinci gününün oruçla geçirilmesine âit Ali (Radıyallâhü anh)’in hadîsi zayıf ise de bununla amel etmekte bir mahzur yok­tur. [242]

192 – Şükür Namazı Ve Secdesi Hakkında Gelen Hadisler Babı

1391) Abdullah bin Ebî Evfâ (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Cehil’in başınin kesilmesi) ile müjdelendiği gün iki rek’at (şükür olarak) namaz kıldı.”

Not: Zevâid’de şöyle denilmiştir; Bunun senedindeki Şa’sâ’nın aleyhinde veya lehinde konuşanı görmedim, diğer râvi Seleme bin Recâ ise; İbn-i Muin onu gevşek görmüş, İbn-i Adiyy : O. Mütaba ile te’yid edilmeyen hadisler rivayet et­miş, demiştir. Nesâl onu zayıf görmüştür. Dârekutni : O sikalardan ayrılarak mün­feriden bâzı hadisler rivayet etmiş, demiştir. Ebû Zür’a ise : O, çok sâdıktır, de­miş; Ebû Hatim : Onun hadislerinde beis yok demiştir. îbn-i Hibbân da onu si­kalardan saymıştır.

1392) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anfi)\en\ Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) büyük bir ihtiyacın görüldüğü ile müjdelendi. Bunun üzerine hemen secdeye kapandı.Bunun isnadında zayıf olan İbn-i Lahia’nın bulunduğu Zevâid’de bil­dirilmiştir.

1393) Kab bin Mâlik[243] (Radtyattâhü anh)\e\ rivayet edildiği­ne göre :

Allah Teâlâ Onun tevbesini kabul edince (şükür olarak) secdeye kapandı.Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bu hadis mevkuftur. Lâkin isnadı sahih ve ricali sıka zâtlardır. Ebû Bekir (R.A.) ve Ali (R.A.)’dan da bunun misli rivayet edilmiştir.

1394) Ebû Bekrete (RadtyaUâhü anh ) “dan Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisini sevindiren veya onunla sevindiği önemli bir şey Ona gelince Allah Tebâreke ve Teâlâ’ya şükür olarak secdeye kapanırdı.” [244]

İzahı

Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh)’ın ha­dîsi Zevâid türündendir.

Müslümanlara çok eziyet etmekle meşhur olan azgın Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden sayılan Ebû Cehil, Bedir savaşında katledilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in Is’âm’a çok zarar veren bu kâfirin öldürülmesi üzerine iki rek’at şü­kür namazı kıldığı bu hadîste bildirilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in şükür namazı kılmış olması, şükür secdesinin meşruluğuna mâni değildir. Çünkü şükür secdesinin meşruluğu, bun­dan sonra gelen hadislerin zahirinden anlaşılıyor.

Enes bin Mâlik {Radıyallâhü anh)’in hadîsi de Zevâid türündendir. Bu hadisteki “Hacet” kelimesi ile görülmesi gerekli bü­yük bir ihtiyaç kastedilmiştir. Ehlinin ma’lumu olduğu üzere bu ke­limedeki nekirelik, ta’zim içindir. Çünkü hergün sayısız ihtiyaç gö­rülür. Her ihtiyacın görülmesi dolayısıyla şükür secdesinin yetiştiri-lemiyeceği ma’lumdur.

Ka’b (Radıyallâhü anh)’ın hadisi de Zevâid türündendir. Özür­süz olarak Tebük savaşma katılmaması ve sonradan Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve SeilemJ’e doğrusunu söylemesi neticesinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve’Sellem)’in emriyle müslümanlar kendisiyle ve onun durumunda olan iki arkadaşıyla münâsebetleri kesmişler, aradan iki aya yakın bir süre geçtikten sonra inen Tevbe sûresinin 118. âyetiyle bu üç zâtın tevbelerinin kabul buyurulduğu müjdelenmiştir. K a’ b (Radıyallâhü anh) durumu öğrenince şü­kür secdesine kapanmıştır.

Ebû Bekrete {Radıyallâhü anh) ‘nin hadisini E bû D â -vûd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. T i r m i z î hadi­sin hasen – garib olduğunu ve ilim ehlinin çoğunun bu hadîsle amel ederek şükür secdesinin meşruluğu görüşünde olduklarını belirtmiş­tir.

Tuhfe yazarı şöyle der:

“Şevkâni, en-Neyl’de şükür secdesine âit hadisleri zikret­tikten sonra : Bu hadisler, şükür secdesinin meşruluğuna delâlet eder­ler. Şafiî ve Ahmed bununla hükmetmişlerdir. Mâlik ve bir rivayete göre Ebû Hanîfe: Şükür secdesi mekruh­tur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe nimetler ardarda geldiği halde şükür secdesi ettiği sabit olmamıştır, demişler.

Ebü Han if e’ den diğer bir rivayete göre şükür secdesini mu­bah saymıştır. Müellifin bu tariklerden zikrettiği ve bizim de zikret­tiğimiz hadislerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’e vârrei ol­masına rağmen bu iki imamın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ’den şükür secdesinin vârid olmasını inkâr etmeleri garibsenir. Şükür secdesinin sübutünü te’yid eden delillerden birisi de Sâd süre­sindeki secde hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in:

Bu secde bizim için şükür, Dâvûd (Aley-hisselâm) için Tevbe (secdesi)dir.» hadîsidir, demiştir.

Sindi’ nin beyânına göre Hanefi âlimlerinden İmam Muhammed Şeybanî de şükür secdesinin meşruluğuna hükmedenlerdendir.

El-Fıkh Ala’I-Mezâhibi’l-Erbaa adlı kitabta şükür secdesi hakkın­da şöyle denilmiştir:

Şükür secdesi, tilâvet secdesi gibi bir secdedir. Bir nimetin görül­mesi veya bir belânın defedilmesi hâiinde yapılır. Şükür secdesi an­cak namazın dışında yapılır. Namaz içinde yapılmasıyla namaz bo­zulur. Namazda yapılan rüku’ ve secdeye varılırken bunun zımnın­da şükür secdesine de niyetlenirse; ; apılan rüku’ ve secde kâfi gel­mez. Şafii ve Hanbeli âlimleri şükür secdesinin meşru­luğunda ittifak etmişlerdir.

Hanefi âlimleri : Fetva verilen kavle göre; şükür secdesi müstehabtır. Namazın rüku’ vey secdesinin zımnında buna niyet edilirse kâfidir. Namazdan sonra şükür secdesini yapmak mekruhtur. Çünkü avam tabakası bunun sünnet veya vâcib olduğunu zannede­bilirler, demişlerdir.

Mâliki’ ler; Şükür secdesi mekruhtur. Bir nimetin doğması veya bir belânın gitmesi zamanında iki rek’at şükür namazı kılmak müstehabtır, demişlerdir. [245]

193 – Namazın Günahlara Keffâret Olduğuna Dâir Gelen Habisler Babı

1395) Alî bin Ebl Tâlib (Radtyallâhü a>th)’âen; Şöyle demiştir:

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den bir hadis işit­tiğim zaman, Allah dilediği kadar beni o hadîsten yararlandırırdı. Ve başkası ondan bana hadîs rivayet ettiği zaman râviye yemin tek­lif ederdim. Yemin ettiği zaman onu tasdik ederdim. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) da bana bir hadîs rivayet etti. Ebü Bekir (Radı-yallâhü anh) doğru söyledi. Dedi ki: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bir günah işleyen hiç bir adam yoktur ki, günah işledikten son­ra abdest alır, abdestini güzelce alır, sonra iki rek’at namaz kılar (Mîs’ar demiştir ki: Sonra namaz kılar) Ve günahının mağfiretini Allah’tan diler de Allah Ona mağfiret etmez.» buyurdu.Sindi Tirmizi’nin de bunu rivayet ederek hasen olduğunu söylediğini nakletmiştir. [246]

İzahı

Tirmizi, Ebü Dâvûd ve Nesâî de bunu rivayet etmişlerdir.

‘A1î (Radıyallâhü anh) bizzat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den işittiği her hadîsle amel etmek suretiyle din ve dün­ya işlerinde âzami derecede yararlanmaya çalıştığını beyan etmiş­tir. Başkası Peygamber (SaJlallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir hadîsi­ni rivayet ettiği zaman rivayetin fazlasıyla tevsiki ve ihtiyat için râ­viye yemin teklif ederdi. Aslında bütün sahâbîler sıka zâtlardır. Ye­minsiz rivayetleri de muteberdir.

Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) bu hadisi A 1 i (Radıyal­lâhü anh)’a rivayet etmiş, A 1 i (Radıyallâhü anh) ona yemin tek­lif etmeyerek doğru söylediğine inandığını ifâde etmiştir. Zâten Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğruluktaki sebatı dolayısıy­la Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’a (Sıddîk) lâkabım vermiş­tir.

Buharı ‘ nin beyânına göre A 1 i (Radıyallâhü anh); As-hâb’tan Ömer, Mikdad, Ammâr ve Fâtıma (Ra-diyallâhü anhüm)’den yeminsiz rivayetlerde bulunduğunu söylemiş­tir.

Hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem Teâit olan met­ne gelince; Bundaki: «…abdestini güzelce alır…» ifâdesi, abdestin adâb ve sünnetlerine riâyet etmek suretiyle alınmasına teşvik ma­hiyetindedir. Hadis, beşer olarak günah işleyen bir kimsenin hemen pişmanlık duyarak güzelce abdest alıp iki rek’at namaz kılması ve içtenlikle Allah’tan mağfiret dilemesi hâlinde günahının bağışlana­cağını müjdeliyor. Bununla küçük günahların kastedildiği gelecek hadislerin izahından anlaşılıyor.

Hadisi râvi Osman’ dan S ü f y a n ve M i s ‘ a r rivayet etmiştir. Süfyan’ra rivayetinde : «. . sonra iki rek’at namaz kı­lar.» ifâdesi bulunur. Mis’ar ‘ in rivayetinde «… iki rek’at…» kay­dı yok, sadece: «sonra namaz kılar…» ifâdesi vardır.«… iki rek’at…» kaydı bulunan rivayette iki rekat nafile nama­zın, kastedildiği ihtimâli kuvvetlidir. Yâni bununla farz namazın kas-tedilmemesi ihtimâli kuvvetlidir. Fakat diğer rivayete göre namazla farz namaz veya nafile namaz kastedilmiş olabilir. Bu bâbtaki diğer hadislerde geçen namaz ifâdesi ile farz namaz kastedildiğine göre buradaki namazla farz namazın kastedilmesi muhtemeldir.

1396) Asım bin Süfyân es-Sakafî (Radıyullâhü anh) rivayet edil­diğine göre :

Selâsil savaşına katılmak istemişler ise de savaşı kaçırmışlar da nöbet tutmuşlar (veya savaşın faziletini elde etmek için çokça zühd ve tâatla meşgul olmuşlar.) Sonra Muâviye (Radıyallâhü anh)’ın ya­nına dönmüşler. Bu esnada Muâviye (Radıyallâhü anh) in yanında Ebû Eyyûb ve-Ukbe bin Âmir (el-Cüheni) (Radıyallâhü anhümâ) bu-lunuyorlarmiş. Âsim (Radıyallâhü anh) :

Ey Ebâ Eyyûb! Bu yıl savaşı kaçırdık. Bize haber verildiğine gö­re dört mescidde namaz kılanın günahı bağışlanır, demiş. Ebû Ey­yûb (Radıyallâhü anh) :

Ey kardeşimin oğlu! Bundan daha kolayını sana göstereyim mi? Şüphesiz ben, Resûlutlah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’i şöyle buyu­rurken işittim :

-Kim emrolunduğu gibi abdest alır ve emrolunduğu gibi (farz) namazları kılarsa, onun geçmişteki günah ameli bağışlanır.» Böyle midir yâ Ukbe? diye karşılık vermiştir. Ukbe (Radıyallâhü anh) da :

Evet (diyerek Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh)’ı doğrulamıştır.» ‘[247]

İzahı

Ahmed, Nesâi ve İbn-i Hibbân da bunu rivayet etmişlerdir.

Müellifin zikrettiği senedde Süfyân bin Abdillah’ın Asım bin Süfyân” dan rivayet ettiğinin sanıldığı belirtil­mektedir. Sünenin Miftâhü’1-Hâce hâşiyeli nüshasının derkenar no­tunda : Doğrusu Süfyân bin Abdirrahman bin Âsim bin Süfyân bunu dedesinden yâni Âsim bin Süfyân’ dan tahdîs etmiştir, denilmiştir.

Nesâi’ nin zikrettiği senedde de Süfyân bin Abdir­rahman’in Âsim bin Süfyân’ dan rivayet ettiği sa­bittir. N e s â î’ deki sened durumu, buradaki haşiyenin verdiği bilgiyi te’yid eder. Hadisteki “Murâbata” kökünden alınma “Râbetû” fiilinin hakiki mânâsı, nefis ve cesedi tâata bağlamaktır. Bu fiilden “Rıbât” mânâsı, yâni düşmana karşı önemli mevkilerde nöbet tut­mak mânâsı kastedilmiş olabilir. İbâdet ve tâatlar, şeytanların yol­larına set çekerek nefsi şehvetlerden menettikleri için, âdeta nöbet bekliyen askerlere benzerler. Nefis ve şeytanın düşmanlığı ma’lum-dur. Hattâ onlarla savaşmaya büyük cihad ismi verilmiştir. Bu hu­sustaki hadîs meşhurdur.

Hadisteki dört mescidden maksad, herhangi mescidler olabilir. Sindi’ nin dediği gibi bununla Mekke’ deki M e s c i d – i Haram” in, Medine’ deki Mescid-i Nebevi’ nin, Kudüs’ teki Mescid-i Aksa’ nin ve Küba Mescidi­nin kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Âsim (Radıyallâhü anh), Muâviye (Radıyallâhü anh) ‘in yanında gördüğü Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh) ve Ukbe (Radıyallâhü anh)’ye savaşı kaçırmadan dolayı duyduğu üzüntüyü ve kusuru ifâde ederek, bu kusurun bağışlanmasına bir çâre olarak dört mescidde namaz kılmayı düşündüğünü belirtmek istemiş, Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh) daha kolayını bildirerek Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’dan bizzat işittiği hadisi rivayet etmiş ve Ukbe (Radıyallâhü anh)’in tasdikini istemiş, Ukbe (Ra­dıyallâhü anh) de onu doğrulamıştır.

Hadisteki namaz ile farz namazın kastedilmesi muhtemeldir. Bâ­zı âlimler, bununla farz namazın kastedildiğini bildirmişlerdir.

Hadisin «…emrolunduğu gibi…» tabiriyle, vücub için olan emir kastedilmiş olabilir. Böyle yorumlanınca abdest ve namazın farzla-rıyla yetinen kimse, hadîsteki mükâfatı almış olur. Bu tâbirle men-dupluk için olan emir kastedilmiş olabilir. Bu takdirde hadisteki mükâfat, alınacak abdest ve kılınacak namazın farzları yanında sün­net ve âdabına riâyet etmeye bağlanmış olur.Bağışlandığı haber verilen geçmiş günahla, küçük günahlar kastedilmiştir.

1397) Osman bin Affân (Radtyallâhü atıh)’den rivayet edildiğine gö­re, şöyle demiştir.:

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’den işittim. Bu­yurdu ki :

-Söyleyiver, sizden birisinin evinin yakınında akar bir nehir bu­lunur da ev sahibi her gün beş defa o suda yıkanırsa vücûdunun kirinden ne kalır?» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in mu­hatabı : Adamın kirinden hiç bir şey kalmaz, dedi. Bunun üzerine Efendimiz :

«Şüphesiz suyun kiri giderdiği gibi namaz günahları giderir.» buyurdu.”

Not: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Osman bin Affân (R.A.)’m hadîsinin ri-câlı sıka zâtlardır. Tirmizî ve Nesâi. bu hadîsi Ebü Hüreyre (R.A.Vden rivayet etmişlerdir

1398) Abdullah bin Mes’ûd (Radıyalâhü an!ı)'(\en: Şöyle demiştir:

  • Bir adam, bir kadına uygunsuz dokunmuş, yâni zinadan noksan bir şey yapmış, artık yaptığının nereye ulaştığını bilemiyeceğim. An­cak zina olmadığını biliyorum. Adam, bilâhere Peygamber (Sallallahi Aleyh ive Sellem)’e gelerek başından geçeni anlatmış, bunun üze­ne Allah Sübhânehu ve Teâlâ :etini indirmiş, o adam : Yâ Resûlallah! Bu yalnız benim için mi? ye sormuş; Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ümmetimden bunu tutan herkes içindir.» buyurmuştur.” [248]

İzahı

Osman (Radıyallâhü anh) ‘in hadisini Buhâri, Tirmi-I ve Nesâî, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den ri-iyet etmişlerdir.

Finâ : Evin yakını demektir.

Deren : Kirdir.

Hadîs, günde beş defa temiz suyla yıkanan bir kimsenin vücû-j üzerinde kir kalmadığı gibi beş vakit namaz kılanın üzerinde mâ-3vî kir mesabesinde olan günahların kalmadığını ve namazın su gi-mânevî kiri giderdiğini bildiriyor.

Sindi: Âlimler, hadîsteki günahları küçük günahlarla yo-ımlamışlardır. Ancak hadîsin zahiri bu yoruma pek uygun düşmez, ünkü namaz, temizleyicilik bakımından suya benzetilmiştir. Su, her ırlü kiri giderir. Gideremiyeceğİ bir şey kalacak olsa dahi büyük 5 çok kirin değil, az ve küçük kirin kalması düşünülür. Bu duruma ire büyük günahların kalışı ve küçük günahların gidişi, benzetme akımından akla yatkın görülmüyor. Ancak şöyle düşünülebilir: Kü-ik günahlar, vücûdun dış kısmını manen kirletir. Nitekim abdest ah­ırken küçük günahların abdest uzuvlarından döküldüğü, vârid olan adislerden anlaşılıyor. Büyük günahlar böyle değildir. Çünkü büyük ananlar, insanın,içini de kirletir. Nitekim bir hadîste:

«Kul, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hâsıl olur.»

jyurulmuştur. Bu hadîsin benzerleri vardır.[249] âyeti de bu mealdedir.

En şiddetli büyük günahların ciddî tevbe ile giderilmesinin müm-künlüğü bilinmektedir. Ciddî tevbe, kalbin pişmanlık duymasıyla hâsıl olur. Vücûdu yıkamak yalnız dıştaki kiri giderir. İç kiri gi-dermez. Namaz yıkamaya benzetildiği için onun gibidir. Dıştaki mâ­nevi kiri giderir. İçe nüfuz eden Kiri, yâni büyük günahları gider-mez.

İ b n – i M e s ‘ ü d (Radıyallâhü anh)’un hadisini B u h â r İ ve T i r m i z i de rivayet etmiştir. Oradaki rivayette bir adamın yabancı bir kadını öpmek suçunu işlediği, sonra başına geleni Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e bildirdiği ve bunun üzerine anılan âyetin indiği belirtilmektedir.

Öpülen kadının Ensâr’a mensup olduğu bilinmekle beraber, adı meçhul kalmıştır. Onu öpen adamın kimliği hususunda ihtilâf olmuş­tur. En sahih kavle göre Ebii’l-Yeser, Ka’b bin Amr bin Abbâd e 1 – E n s â r i es-Selemî’ dir. Akabe ve Be d i r’ de bulunan sahâbîlerdendir. Bedir savaşında Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in amcası A b b â s {Radı­yallâhü anh)’ı esir eden odur. Bedir ehlinin en son yaşıyanı olup, hicretin 55. yılı vefat etmiştir. Abbâs (Radıyalâhü anh)’a : Avucunda ezebileceğin Ebü’l-Yeser (Radıyallâhü anh)’e na­sıl esir oldun? diye sorulmuş, kendisi : Karşıma gelir gelmez koca Handeme dağı gibi oldu, cevâbını vermiştir.

A 1 i (Radıyallâhü anh)’den şöyle bir rivayet vardır: Ensâr’dan birisi Abbâs (Radıyallâhü anh)’ı esir olarak getirdi. Abbâs (Radıyallâhü anh) Allah’a yemin ederim ki beni esir eden bu de­ğildir. Beni esir eden alabacak bir ata binmiş, güzel yüzlü, başının yan tarafları taz bir kimsedir ki, onu içinizde görmüyorum, deyince Ensârî : Vallahi ben esir ettim Yâ Resûlallah, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ensâri’ye :

-Sus! Yemin ederim ki, Allah seni bir melekle te’yid etmiştir.»

buyurdu.

Hadîste belirtilen suçu işleyen zât, gizli işlemesine rağmen Al­lah’a karşı beslediği korku vepışmanlık nedeniyle behemehal gerek­li cezaya çarptırılmasını ve Allah’ın huzuruna ak bir yüzle çıkma­sını şiddetle arzuladığı için gizli olan bu hâlini Peygamber {Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) e arzetmiştir. T İ r m i z i’ nin rivayetinde, adam başından geçeni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e arzedince. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Allah yolunda savaşmaya giden bir müslümanın karısına böyle mi bakarsın?» buyurmuş. Ebü’l-Yeser {Radıyallâhü anh) bunun üzerine kendisini Cehennemlik olmuş zannıyla : Ah bu saa­te kadar keşke îman etmemiş olsaydım diye temennide bulunmuş ve biraz sonra Hûd sûresinin 114. âyeti inmiştir. Âyet, hadisin terce-mesi esnasında zikredilmiştir. Meali şöyledir :

«Ve namazı gündüzün iki tarafından ve geceden de gündüze ya­kın saatlerde dosdoğru kıl. Şüphe yok ki güzellikler, kötülükleri gide­rir. Bu, güzelce düşünenler için iyi bir öğüttür.»

Bu âyette emredilen namazların Farz namazlar olduğunda ittifak vardır. Gündüzün iki tarafından maksat gündüzün ilk yarısı ile son yarısıdır. İlk yarısına sabah, son yarısına öğle ve ikindi namazları girer. İ bn-i Ab b â s (Radıyallâhü anh)’a göre akşam namazı da girer. Gecenin gündüze yakın zamanlarındaki farz namazlar ise akşam ile yatsı namazlarıdır.

Hadisin sonundaki; cümlesi yerine B u h â r i’ de :-Bütün ümmetimin hepsi içindir» cümlesi var­dır. B u h â r i ‘ nin bir başka rivayetinde :«Ümmetimden bununla amel edenler içindir. ifâdesi var Bu rivayetin mânâsı bir birine yakındır. [250]

194 – Beş Vakit Namazın Farziyeti Ve Bunları Muhafaza (= Devam) Etmek Hakkında Gelen Hadisler Babı

1399) Enes bin Mâlik (Rüdıyallâhii an/ı)'(\en rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Alcvhî ve Selle m) şöyle buyurdu, demiştir :

  • (Mi’râc olayında) Allah Teâlâ, ümmetime elli namazı farz etti. Ben bu (teklifi) farziyeti yüklenerek döndüm. (Dönüşümde) Musa (AleyhisselâmTa rastladım. Musa (Aleyhisselâm) :

Senin Rabb’in Senin ümmetine neyi farzetti? diye sordu. Ben : -‘Bana (ve ümmetime) elli namazı farz etti’ dedim. Musa (Aleyhis-selâm) dedi ki:

Rabb’ine dön (de azaltılması için şefaat et.) Çünkü, Senin üm­metinin buna takati yetmez, dedi. Bunun üzerine Rabb’ime müracaat ettim de bunun bir şartım (= kısmını) indirdi. Ben Musa (Aleyhis­selâm)’in yanına dönerek durumdan Ona haber verdim. Dedi ki:

Rabb’ine müracaat et. Çünkü Senin ümmetin buna takat getire­mez. Ben de Rabb’ime müracaat ettim. (AUah Teâlâ) :

Onlar beştir, yine onlar ellidir. Benim katımda kaza hükmü de­ğiştirilemez.’ buyurdu. Sonra Musa (Aleyhisselâm) a döndüm. Tek rar Rabb’ime dönmemi söyledi. Ben :

(Artık) Rabb’imden utanır oldum.» dedim.»” [251]

İzahı

Bu hadisi Buhâri, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.

Beş vakit namazın farziyeti Mi’raç gecesi olmuştur. Allah Teâlâ her gün elli vakit nama/ı farz etmiş. Hadîste işaret edildiği gibi Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dönüşünde Musa (Aleyhis­selâm) ile mülakatı neticesinde bu sayının azaltılması için Allah Teâ-lâ’ya defalarca müracaat etmiştir. Müellifin rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in iki defa müracaat ettiği belirtilmiş­tir.

T i r m i z î’ nin rivayetinde : İsrâ gecesi elli vakit namazın farz kılındığı, sonra beşe ininceye kadar eksiltildiği ve beş vakit namaz kılmakla elli vaktin sevabının verileceği belirtilmiştir. Tuhfe yazarı, e İH â fi z ‘ in : Ben Miraç gecesi namazın hafifletilmesine dâir rivayetleri tahkik ettim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in her müracaatında beşer namazın indirildiğine dâir Sabit (Radı-yallâhü anh)’in rivayetini sağlam gördüm. Sabit (Radıyallâhü anhl’in rivâyetindeki bu ilâve, güvenilir bir ilâvedir. Diğer ilâveleri ona hamletmek gerekir, dediğini nakletmiştir.

El-Hâf ız’ın beyânına göre Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Allah’a müracaatı iki değil dokuz defa tekrarlanmıştır.

M ü s 1 i m ‘ in rivayeti de e 1 – H â f ı z ‘ in dediğini te’yid eder. Çünkü o rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her mü­racaatında beş namazın indirildiğini açıkça bildirmiştir.

El-Menhel yazarı “Cünüblükten gusül bâbı’nda el Fetihten nak­len şöyle der:

Bâzı âlimler, Musa (Aleyhisselâm)’ın Peygamberimiz (Sal­lallahü Aleyhive Sellem)’i defalarca Allah’a döndürmesinin hikmeti hakkında şöyle demişlerdir : Musa (Aleyhisselâm), Alîah Teâlâ’-yı görmek istedi. Bundan menedildi. Allah Teâlâ’yı görmek şerefinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e verildiğini öğrenince, Al­lah’ı gören Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i defalarca gör­mek istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her müracaa­tında Allah’ı görüyor, Musa (Aleyhisselâm) da Allah’ı göreni görüyor.

El-Menhel yazarı daha sonra şöyle diyor : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in defalarca Allah’a müracaatı, Allah’ın günlük namaz sayısı hakkındaki ilk emrinin ve bunu ta’kib eden mürâcaat-lardaki emrinin değişmez emir türünden olmadığına delâlet eder. Son emrin değişmez emir türünden olduğu Allah tarafından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e bildirilmiştir.

Sindi: ‘Son emir, beş vakit namaz sayısının artık indirilemi-yeceği hakkında olmayıp, kılınacak beş namazın elli namaza denk tutulduğuna aittir. Çünkü eğer bu sayının değişmiyeceğine âit olmuş olsaydı, Musa (Aleyhisselâm), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i tekrar müracaat etmeye teşvik ederken Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) :

-Artık ben Rabb’imden utanır oldum- demiyecekti. Bu sayının artık değişmiyeceginin Allah tarafından emredildiğini söyiiyecekti’ demiştir.

Hadisin ; cümlesi Kâaf sûresinin 29. âyetinde

geçen : na/m-ı celil’e işaret gibidir.

Hadisle geçen Şatr kelimesi,”Yarım” mânâsına geldiği gibi, ya­rımdan -a/, veya çok miktara da denilir,

1400) Abdullah İbn-i Abbâs (Rathyatlûhü anhümâ) dan ; Şöyle demiştir: Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mi’rac gecesi elli namazla emredildi. Sonra bunu beş namaz etmesi için Rabb’inize mü­racaat etti.Zevâid’de şöyle denilmiştir: İbn-i Mâceh bu hadisi İbn-i Abbâs (R.A.i’den rivayet etmiştir. Doğrusu Ebû Davud’un rivayetinde olduğu gibi, bunu Ibn-i Ömer (R.A.)’den rivayet etmektir. Îbn-İ Abbâs <R.A.)’ın hadisine âit sened çok zayıftır. Çünkü râvi Abdullah bin Usm ve Ebü’l-Velid et-Tayâlisî, hıfz ve sağ­lamlık ehlinin derecesinden aşağıdır.

1401) Ubâde bin es-Sâmit (Ho<hyallâkü anh)\er\ rivayet edildiğine göre :

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den işittim. Şöyle buyurdu, demiştir:

-Allah Teâlâ, kullarına beş namazı farzetmiştir. Kim bunların hakkını hafife tutmakla bunlardan en ufak bir şeyi noksan bırak­madan hakkıyla edâ ederse, şüphesiz Allah Teâlâ kıyamet günü (azap vermeden) Onu Cennet’e dâhil etmesine dâir va’dini yerine getirici­dir. Kim bunların hakkını hafife tutarak bunlardan bir şey noksan bırakarak kılarsa Onun için Allah katında bir va’d yoktur. Dilerse Onu ta’zib eder, dilerse bağışlar.-” [252]

İzahı

Ahmed, Mâlik, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Ibn-i H i b b â n de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Hadis, hergün beş namazın farz olduğuna delâlet eder. Vitrin vacip olmadığını söyliyenler bunu delil göstermişler ise de bu onlar için pek delil olmaz. Çünkü vitir namazının farz olmadığı bu hadis­ten anlaşılır. Vitrin vacip olduğunu söyliyenler de farz olmadığını

söylerler.

Hadisin «… bunların hakkını hafife tutarak…» kaydı, yamlarak veya unutarak noksan kılanı bu hükümden çıkarır. Hadisin «Onu Cennet’e dâhil etmesine…» ifâdesinden maksad, azap vermeden Cen­net’e sokmaktır. Çünkü netice itibariyle her mü’min Cennet’e girer. Namazın farziyetini kabullenmekle beraber kılmıyan mü’min de so­nunda Cennetliktir. Şu halde burada kastedilen mânâ, azap görme­den Cennet’e girmektir. Hadîsten şu neticeyi çıkarmak mümkündür. Beş vakit namaza sımsıkı sarılarak noksansız devam eden mü’min, sâlih amellere Allah’ın inâyetiyle muvaffak olur. Kötülüklerden ko­runur ve böylece azap görmeden Cennet’le mükâfatlandırılır.

Hadisteki istihfaftan namazın hakkını hakir görmek ve küçüm­semek kastedilmemiştir. Çünkü namazı ve hakkını hakir görmek maazallah insanı küfre götürür. İstihfaftan maksad, pek önem verme­mektir.

Allah Teâlâ noksansız olarak beş namaza vaktinde devam eden için bu va’adde bulunmuştur. Hadîs, Allah’ın bu va’dini âhirette ye­rine getireceğini hükme bağlamıştır.

1402) Enes bin Mâlik (Radtyaltâhü anh)’den: Şöyle demiştir: Biz bir gün mescidde oturmuş iken bir adam devesine binmiş mazallah insanı küfre götürür. İstihfaftan maksad, pek önem verme­mektir.

Allah Teâlâ noksansız olarak beş namaza vaktinde devam eden için bu va’adde bulunmuştur. Hadis, Allah’ın bu va’dini âhirette ye­rine getireceğini hükme bağlamıştır.

1402) Enes bin Mâlik (Radtyallâhii anh) den : Şöyle demiştir: Biz bir gün mescidde oturmuş iken bir adam devesine binmiş olarak geldi. Devesini mescidin bir tarafında çökerterek ayağını bağ­ladıktan sonra mescidde oturanlara:

— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hanginizdir? dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde oturanlar arasın­da yaslanmış vaziyette idi. Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ora­dakiler :

— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaslanan bu beyaz adamdır, dediler. Adam Ona:

— Ey Abdülmuttalibin oğlu! (diye) hitâb etti. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Seni dinliyorum.» mealinde bir cevap buyurdu. Adam O’na:

— Yâ Muhammed (Sallallahü Aleyhive Sellem)! Ben sana (bir şeyler) sormak istiyorum ve soru sormakta şiddetli davranacağım. Bana kızma, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— -Sormak istediğini sor» buyurdu. Adam O’na:

— Senin Rabb’in ve senden öncekilerin Rabb’inin hakkı için sa­na soruyorum. Allah mı seni bütün insanlara Peygamber olarak gön­derdi? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— -Allah’ım! (Sen şahitsin) Evet» buyurdu. Adam:

— Allah hakkı için sana soruyorum. Allah mı sana hergün ve gecede beş namazı kılmanı emretti? diye sordu. Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Seliem) :

— -Allah’ım! Evet» buyurdu. Adam :

— Peki, Allah hakkı için sana soruyorum. Allah mı senenin bu ayım (= Ramazana) oruçla geçirmeni emretti? diye sordu. Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Allah’ım! Evet» buyurdu. Adam :

— Peki, Allah adıyla sana soruyorum. Bu sadakayı zenginleri­mizden alıp fakirlerimize taksim etmeni Allah mı sana emretti? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Allah’ım! Evet.» buyurdu. Bundan sonra adam :

— Senin getirdiğin dine inandım ve ben arkamdaki kavmimin elçisiyim. Ben Beni Sa’d bin Bekr’in kardeşi Dımâm bin Sa’lebe’yim, dedi.” [253]

İzahı

Buhâri ve Müslim de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Hadisin metni uzun olduğu için Buharı ve Müslim’­deki benzer rivayetlerden bahsetmek konuyu uzatır.

M ü s 1 i m ‘ in rivayetinde E n e s (Radıyallâhü anh) hadisin baş kısmında meâlen şöyle demiştir:

Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e bir şey sormak­tan menedilmiştik. (Enes (Radıyallâhü anh) bu sözüyle Mâide sû­resinin 101. âyetindeki yasaklamayı kastetmiştir. Âyetle sorulması yasak kılınan şeyler, ihtiyaç duyulmayan, gereksiz sorulardır.) Bu sebeple bedevilerden aklı başında bîr adamın gelip soru sormasını ve bizim de dinleyici olarak faydalanmamızı arzuluyorduk. Bir gün bedevilerden bir adam gelerek…

M ü s 1 i m ‘ in rivayetinin sonunda adam, hac farziyetini sormuş ve bunun cevâbını aldıktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e:

Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki bu farzlardan ne fazla yaparım, ne de bunları eksiltirim, diyerek dönüp gitmiş; Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:

-Yemin olsun. Eğer doğru söylediyse mutlaka Cennet’e girer*buyurmuştur.

Bu hadisin ihtiva ettiği ilmi mes’eleler çoktur. Bunların bir kıs­mına göz atalım :

1 – Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmeti arasında büyük bir tevazu’ ile ve onlardan farksız bir kıyafetle bulunurdu. Ashâb arasında oturmuş iken gelen yabancılar, makam, mevki ve kıyafet farklılığı ile Onu ayird edemezlerdi.

2 – Adam çetin soru sormak istediğini ve hoşgörü ile karşılan­masını istemiş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) büyük bir müsamaha ile karşılayarak rahatça soru sorması imkânım bahset­miştir.

3 – Adam soru yöneltirken âdeta Peygamber {Sallallahü Aley­hi ve Sellem)’e yemin yöneltir gibi olmuş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de buna uyarak her cevabın doğruluğuna Allah’ı şâhid göstermiştir.

4 – Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bütün insanlara gönderildiğini,

5 – Hergün ve gece beş namazın farz olduğunu,

6 – Ramazan ayı orucunun farz olduğuna,

7 – Zekâtın farz olduğunu hükme bağlamıştır.

Nevevî, Müslim’in şerhinde Şeyh Ebû Amr bin S a 1 â h ‘ in şöyle dediğini nakletmiştir : Taklidi îmana sa­hip avam tabakasının mü’min sayılıp, tereddütsüz olarak İslâmiyet’e inanmalarının kâfi olduğuna dâir İslâm âlimlerinin mezhebinin sıh-hatma bu hadîs delâlet eder. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e bu soruları soran D ı m â m (Radıyallâhü anh) aldığı cevapları doğrulamış, bunların derinliğine inmemiş. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) de Onun böyle itikâd etmesinin yeterli sa-yılmıyacağını bildirmemiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem}’in sükutu bunun kifayetine delildir. Eğer bu kadarı kâfi gelme­seydi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona: Benim muci­zelerimi görmek suretiyle ve kesin delillerle itikâd sahibi olman ge­rekir şeklinde cevap verecekti.

N e v e v İ bu arada : Haber-i Vâhid ile amel etmenin meşrulu­ğu bu hadisten çıkarılıyor, demiştir.

1403) Ebû Katâde bin Rib'[254] (Radtyallâhü anft)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi vr Sellem) şöyle buyurdu, de­miştir :

«Allah (Azze ve Celle) buyurdu ki: Ben senin ümmetine beş na­mazı farz ettim ve bunlara vakitlerinde devam edip sımsıkı sarılan­ları Cennet’e dâhil etmemi kendi katımda va’dettim. Bunları vaktin­de kılmaya devam etmiyenler için benim yanımda hiçbir va’d yok­tur.Râvi Dubâre ve Düveyd’den dolayı isnadına itiraz olabileceği Zevâid’de bildirilmiştir. [255]

İzahı

Ebü Dâvûd da bunu rivayet etmiştir. Zevâid yazarının bu­nu Zevâid türünden saymasının sebebini bilemedim.

El-Menhel yazarının dediği gibi hadisin mânâsı şudur: Allah Teâlâ Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe ve Onun ümmetine hergün ve gece beş namazı farzetmiş ve bunları zamanın­da sıhhatli bir şekilde kılmaya devam eden mü’minleri azaba sok­madan Cennet’e kavuşturacağını va’detmiş, namaza devam etmiyen-ler için Cennet’e azapsız kavuşturma va’di yoktur. Namazı kaçıran veya kılmıyan mü’minleri dilerse affeder, dilerse cezalandırır. [256]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 – Beş vakitle emredilen namazlar farzdır.

2 – Bunlara devam edenler Cennet’e müstehak olur.

3 – Bunlara devam etmiyenler için büyük tehlike vardır. [257]

195 – (Mekke’deki) Mescid-İ Harâm’da Ve (Medine’deki) Mescid-İ Nebevî’de Kılınan Namazın Fazileti Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1404) Ebû Hüreyre (Rad.yallâhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre, Kesulullah (Sallallahü Aleyhi ve Setlern) şöyle buyurdu, demiştir :

«Benim (Medine’deki) bu mescidimde kılınan bir namaz, (Mek­ke’deki) Mescidi Haram müstesna, başka mescidlerde kılınan bin na­mazdan (sevap bakımından) hayırlıdır.-“

1405) Abdullah bin Ömer (Radiyalfâhü anhümâ)\an. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve ScUcm)”\\ şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

-Benim (Medine’deki) bu mescidimde kılınan bir namaz, (Mek­ke’deki) Mescidi Haram müstesna başka mescidlerde kılınan bin na­mazdan (sevab bakımından) hayırlıdır.-” [258]

İzahı

Müellif, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’in hadîsini iki senedle rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd hâriç, Kütüb-i Sitte’nin diğerlerinde de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’in mezkûr hadisi rivayet edilmiştir.

İb n-i Ömer (Radıyallâhü anh)’in hadîsini Mü s 1 i m ve N e s â i de rivayet etmişlerdir.

Her iki hadisin mânâsı aynıdır.

Hadîslere göre, Medine’ deki Meseid-i Nebevi’de kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hâriç, diğer mescidlerde kılınan bir namaz­dan fazilet bakımından hayırlıdır.

Tuhfe yazan, bu hadisin şerhinde şöyle der:

“Nevevi; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Mes­cidinde namaz kılmaya düşkün olan kimse. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanındaki mescid semtinde namaz kılmalıdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den sonra ilâve edilen kı­sımda değil. Çünkü faziletin bin kat artışı. Onun Mescidi hakkında vârid olmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mânâ­yı : «…bu mescidimde…- buyruğuyla te’yid etmiştir. Fakat M e k-k e mescidi böyle değildir. Çünkü Mescidi Haram tâbiri, tüm Mekke “y i kapsar. Hattâ sahih kavle göre bütün Harem mıntıka­sını kapsar,’ demiştir. Hafız, el-Fetih’te N e v evi’ nin bu kavlini anlatmış ve bu görüşe katılıp katılmadığı hususunda sükut etmiştir. Ben derim ki, Aliyyel-Kaâri’ el-Mirkât’ta ‘ S ü b k i ve başkaları, N e v e v î’ nin mezkûr görüşüne katıl­mışlardır. İbn-i Teymiye ve Muhibb-î Taberi bu görüşe karşı çıkarak bâzı eserleri delîl göstermişlerdir. Ez cümle şöy­le demişlerdir: İmâm Mâlik’e bu husus sorulmuş ve fazile­tin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanındaki mescid semtine münhasır olmadığını savunarak : Çünkü Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) kendisinden sonra olacak şeylerden haber ver­miş, yer onun için durulmuştur. Kendisinden sonra meydana gelecek şeyleri bildirmiştir. Eğer Mescid-i Nebevfye yapılan ilâveye bu fazi-Jet şümullü olmasaydı Hulefâ-i Râşidin bunca sahâbıle-rin huzurunda ilâve yapmayı caiz görmiyeceklerdi. Halbuki hiç kim­se, yapılan ilâveye karşı çıkmamış, demiştir. Diğer taraftan M e d i -n e târihinde Ömer (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre Mescid-i Nebevi’ye ilâve işi bitince şöyle söylemiştir: ‘Eğer mes­cid cebâneye kadar, bir rivayete göre Zülhüleyfeye kadar uzasaydı hepsi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’in mescidi olurdu.’

Bunların bir deiili de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anne­den rivayet edilen Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve SellemJ’in:

-Eğer bu mescid San’a’ya kadar büyütülseydi mescidim olacaktı.

mealindeki hadisidir. Bunun bir rivayeti de ş’öyledir:

«Bu mescidde ne ilâve yapılsaydı, hepsi benim mescidim olurdu.»

Yukarıdaki bilgi, îbn-i Hacer’in el-Cevherü’l-Munazzam adlı kitabından özetlenmiş’ demiştir.”

Tuhfe yazan, yukardaki nakilleri yaptıktan sonra : Eğer Ebû H ü r e y r e (Radıyalâhü anh)*nin yukarıdaki hadisi sahih olsaydı, aradaki ihtilâf-ı kesip atardı. Lâkin hâlinin ne olduğunu bilemiyece-ğim. Acaba delil olmaya müsait midir, değil midir? Ben Onun sene­dini de bulamadım, demiştir.

Hadîs, Mescid-i Harâm’daki namazın faziletini bu ölçüden hâriç tutmuştur. Mescid-i Harâm’ın-istisnâ edilmesi çeşitli mânâlara muhL temeldir. Beyan edilen ihtimalleri Tuhfe yazarı şöyle sıralamıştır.

“Bâzıları demişler ki :. İstisnanın mânâsı, muhtemelen şöyledir : Benim Mescidimdeki bir namaz, Mescid-i Haram’da kılınan bin na­mazdan üstün değil, daha az sayıyla üstündür.

İkinci ihtimal : Mescid-i Haram’da kılınan namaz, benim mesci­dimde kılınan namazdan daha faziletlidir.

Üçüncü ihtimal : Her iki mescidde kılınan nama/ın fazileti eşittir.

Ben diyorum ki : Bu ihtimalleri sıralayan kişiler, Mescid-i Harâm’-da kılınan namazın, Mescid-i Nebevi’de kılınan namazdan efdal ol­duğuna delâlet eden hadîsleri her halde görmemişlerdir. Bu hadis­lerden birisi, Ahmed ve İbn-i Hibbân’ın Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri şu hadis­tir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram müs­tesna diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir ve Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz bu (mescidimde) kılınan yüz namazdan efdaldır.» buyurdu.’

Diğer bir hadis, îbn-i Mâceh’in Câbir (Radıyallâhü anhl’den rivayet ettiği şu hadistir: … (Tuhfe yazan 1406 nolu hadîs­inizi kastediyor.)

Tuhfe yazarı, bu hususa âıt başka hadisleri de zikretmiştir.

1406) Câbir (Rııütyatâhü anh)\h*n rivayet edildiğine göre. Resûlul­lah (Satlallühu Alıv/ır vr Selhnı) §üyle duyurdu, demiştir:

-Benim (Medine’deki) bu mescidimde kılınan bir namaz, (Mek­ke’deki) Mescidi Haram müstesna, diğer mescidlerde kılınan bin na­mazdan (sevab bakımından) hayırlıdır. (Mekke’deki) Mescidi Ha­ram’da kılman bir namaz, başka mescidlerde kılman yüz bin namaz­dan (sevap bakımından) efdaldır.Zevâid’de şöyle denilmiştir. Câbir <R.A.)’in hadisinin isnadı sahih ve ricali sıka zâtlardır. Çünkü Bezzâr, Dârekutni ve Zehebi; İsmail bin Esed’i sıka saymışlardır. Ebû Hatim de : O çok sâdıktır. İsnadın kalan rAvilerini Buhâri ve Müslim hüccet saymışlardır. [259]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisi A h m e d de rivayet etmiştir. Bu hadis Mescid-i Harâm’i istisna etmenin mânâsını açıklıyor. Bun-dan önceki hadislerde mevcut istisna buna göre yorumlanır. Hulâsa şudur:

Medine’ deki Mescid-i Nebevi” de kılman bir na­maz, diğer mescîdlerde kılman bin namazdan hayırlıdır. Mekke’­deki Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz, diğer mescid-lerde kılınan yüz bin namazdan hayırlıdır. Şu halde Mescid-i Harâm’da kılınan bir namaz Mescidi N e b e v i’ de kı­lman yüz namazdan hayırlı olur. Çünkü Mescîd-i Harâm’­da kılınan namazın sevabının, Mescîd-i N e b’ e v i ‘ de kı­lman namazın sc\âbının yüz katı olduğu hadisten anlaşılıyor.

Fethü’l-Bâri’de şöyle denilmiştir: ‘Hadîste «Mescid-i Harâm’da kılınan bir namaz, diğer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan ha­yırlıdır.» buyurulurken bu hükümden Medine Mescidi müs­tesna tutulmuştur. Hadîsi böyle yorumlamak gerekir.’ Çünkü M e-dîne’ deki mescidin diğer mescidlerden namaz sevabı bakımından bin kat üstünlüğü bu bâbtaki hadislerle sabittir. [260]

196 – Kudüs’teki Mescîd-İ Aksâ’da Namaz Kılmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1407) Peygamber (Salhıllahiİ tlrvhi ve Seilem)”\n mevlâsı Meymû-ne[261] (RadtyaUâhii anhâ)’tkın; Şöyle demiştir :

Ben (bir gün) : Yâ Resûlallah! Beytül-Makdis (Mescîd-i Aksa) hakkında bize fetva ver, dedim. Buyurdu ki:

-(Orası) mahşer (kıyamet günü) yeridir. Oraya varıp içinde na­maz kılınız. Çünkü Onda kılınan bir namaz, başka yerde kılınan bin namaz gibidir.» Ben -.

Eğer oraya kadar yolculuk etmeye gücüm yetmezse ne edeceği­mi haber verir misin? diye sordum. Buyurdu ki :

«Sen Ona zeytin yağını hediye edersin, aydınlatılmasında kulla­nılır. Kim bunu yaparsa, oraya varmış gibi olur.”

Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Ebû Dâvûd bunun bir kısmını rivayet et­miş. İbn-i Mâceh’in senedi sahih, ricali de sıka zâtlardır. Bu sened Ebû Davud’un rivayet indeki senedden daha sıhhatlidir. Çünkü Ziyâd bin Ebî Sevdete ile Mey-mûne (R.A.) arasında Osman bin Ebî Sevdete vardır îbn-i Mâceh, senedinde bu­nu tasrih etmiştir. Selâhüddin de el-Merasil’de bunu anlatmıştır. Ebû Davud’un senedinde ise râvi Osman bin Ebi Sevdete terkedilmiştir. [262]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisin şerhinde Sindi şöyle der : Bey t ü’l-M a kd i s hakkında fetva soran M e y m û n e (Radıyallâhü anhâ)’nin maksadının namazda Beytü’l-Makdis’ e karşı durma hükmü neshedilerek müslümanların kıblesi Kâ’be Olunca Beytü’l-Makdis’de namaz kılmanın mü-bah olup olmadığını öğrenmek olabilir. Hattâ maksadının bu olduğu kuvvetli umulur. Hadîsin : «Orası mahşer ve menşer arzıdır» İfâde-sindeki mahşer ve menşerden maksad kıyamet günüdür. Yâni kıya­met günü onun yakınında halk toplanır. Hadisler buna delâlet eder.

Beytü’l-Makdis ve Mescid-i Aksa, Kudüs’­teki meşhur mescidin isimleridir. Bu mescid’de kılınan namazın diğer mescidlerde kılınan bin namaz gibi olduğuna dâir buradaki hü­kümden Mescid-i Nebevi ve Meccid-i Haram müstesnadır.

Bu hadîse göre bu mescid’de kılınan namaz fazilet bakımından Mescidi Nebevi’de kılman namaz gibidir.

M e y m û n e (Radıyallâhü anhâ)’nin “Oraya kadar gitmeye gücü yetmezse” şeklinde sorduğu soruya karşılık verilen cevapta, o mescidin aydınlatılmasında kullanılmak üzere zeytin yağının hedi­ye edilmesi hâlinde oraya kadar gidilmiş gibi sevabın kazanılacağı bildirilmiştir.

Ebû Davud’un rivayetinde M e y m ü n e (Radıyallâ­hü anhâ)’nin :

“Beytül – Makdis hakkında bize fetva ver” sorusu üzerine Pey­gamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu belirtil­miştir :

= Beytü’l-Makdis’e gidip içinde namaz kılınız. O günlerde (soru sorulduğu zaman) o memleketlerde savaş vardı. Eğer içinde namaz kılmak için oraya gidemezseniz kandilerinde yakılacak zeytin yağını gönderiniz.-

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde Kudüs müşriklerin elinde idi. Orası Dar”ül-Harb olduğu İçin müslümanlar gi-remiyorlardı. Kudüs hicretin 15. yılı Ömer t â b (Radıyallâhü anhüm)’ın devrinde fethedildi. [263]

Hadisin Fıkıh Yönü

l – Mescid-i Aksa’ nın fazileti belirtilerek orada kılı­nan namazın diğer mescidlerde kılınan bin namaz gibi faziletli oldu­ğu bildiriliyor.

1408) Abdullah bin Aınr (Radtyallûhü anh)\W\ rivayet edildiğine yüre, Pe> »amber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Dâvüd (Aleyhisselâm)’ın oğlu Süleyman (Aleyhisselâm) Beytü’l-Makdis’in binasını bitirince Allah Teâlâ’dan üç dilekte bulunmuştur:

1 – İlâhî hükme uygun bir hüküm verme kudreti.

2 – Kendisinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat.

3 – Yalnız namaz kılmak için Mescidi Aksâ’yi kastedip gelen kimsenin annesinden doğduğu gün gibi günahlarından çıkması.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: Süleyman (Aleyhisselâm) in dilediği ilk iki şey kendisine veril­miştir. Üçüncü dileğinin de kendisine verilmiş olmasını umarım.*” Not: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Ebû Dâvûd hadîsin baş kısmım rivayet etmiş ve; ilâvesini rivayet etmemiş, Nesâî de Sünen-i Suğra’sında

bu hadîsi Amr bin Mansûr’dan. Ebû Misher’den, Saîd bin Abdül-Azîz’den, Rabia bin Bureyd’den, Ebû İdris el-HÜlânî’den, İbnü’d-Deylemî’den… mislini rivayet etmiştir. İbn-i Mâceh’in târikine ait sened zayıftır. Çünkü Ubeydullah bin el-Cehm’İn hâli bilinmemektedir. Ve Eyyûb bin Süveyd’in zayıflığı üzerinde ittifak vardır.

Müteahhirinin bâzı âlimleri, hadîsin zahirini tutarak : Yasin sü­resi cenaze üzerinde definden önce okunur, demişlerdir. Bâzıları da: Definden Önce de sonra da okunur diyerek İbn-i Adiyy’in Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettiği şu mealdeki hadisi de­li] göstermişlerdir:

«Kim babasının ve annesinin veya bunlardan birisinin kabrini Cuma günü ziyaret ederek orada Yasin süresini okursa, Allah kabir sahibini mağfiret eder.» [264]

Hadîsin Fıkıh Yönü

Hadis, Yasin sûresinin okunmasının faziletine, ölüm döşeğine dü­şen hastanın başında okunmasının, matlub olduğuna; ikinci yoruma göre definden önce ve sonra ölünün yanında okunmasının matlub olduğuna ve gei’ek hasta gerek ölünün okunan Yâsîn süresinden ya­rarlandıklarına delâlet eder.

Ölünün duâ ve sadakadan da faydalandığı hususunda al imlerin ittifakı vardır. Cumhura göre kişinin yaptığı nafile ibâdetin sevabı m bir ölüye veya diriye vermesi caizdir. Yapılan ibâdet; namaz, oruç, hac, sadaka, Kuran okumak ve başka ibâdetler olabilir. İbâdeti ya­pan kişinin sevabından hiç bir şey noksan olmaksızın olu bundan ya rarlanır. İmam £ b ü H a n t f e ve A h m e d de bununla hükmeden âlimlerdendirler.

Cumhurun delillerinden birisi, Taberâni ve Beyha-k i’ nin İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)’den merfu’ olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir: «Sizden birisi, nafile bir sada­ka vereceği zaman, sevabını baba ve annesine bağışlasın. Çünkü bu takdirde onlara sevap verilir. Kendisinin sevabından bir şey eksil­mez.-

Diğer bir delil; Ahmed, Müslim, Nesâi ve İbn-i Mâceh’in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir.-

“Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’e: Babam öldü. Vasiyet de etmedi. Onun yerine benim sadaka vermem ona ya­rar sağlar mı? diye sordu. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Evet» buyurdu.”

Allah : [265] âyetinde baba ve anneye duâ etmeyi emretmiş ve:[266]âyetinde melek­lerin mü’minler için istiğfar etliklerini haber vermiştir. Keza :[267]âyeti Hameie-i Arş Meleklerinin mü’minlere istiğfar ettiklerini bildirir.

Bir kısmı yukarıya alınan deliller, başkasının amelinden yarar sağlanabildiğini kesinlikle bildirirler.

«Ve şüphesiz insan ancak çalıştığına erişir.[268] âyeti, yukarıdaki delillere aykırı değildir. Çünkü mü’miri, hayırlı bir amel işleyip sevabını bir mü’min kardeşine bağışladığı za­man, sevap bağışlanana ulaşır. Artık kendisi işlemiş gibi olur. Diğer taraftan bu âyet, bir kısmı yukarıda zikredilen deliller muvacehe­sinde husûsileşmiştir. İ k r i m e ‘ den rivayet edildiğine göre bu âyet Musa (Aleyhisselâm) ve İbrahim (Aleyhisselâm)’in kavimlerine mahsustur. Ümmet-i Muhammediye ise birbirinin amelinden yararlanır. Çünkü mezkûr deliller bunu gerek­tirir. Ayrıca Buharı ve Müslim’in İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)’dan rivayet ettikleri bir hadîste meâlen şöyle Du­yuruluyor :

“Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e: Kız kardeşim Hacc yapmayı adadı. Ve adağını yerine getirme­den öldü, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellsm) :

«Eğer kardeşinin boynunda bir borç olsaydı sen onun yerine bor­cunu ödiyecek miydin?» diye sordu.

Adam: Evet, diye cevap verdi. Efendimiz:

«O halde kardeşinin Allah Teâlâ’ya ait borcunu öde. O, ödenme­ye daha lâyıktır.- buyurdu.”

Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn-i Mâceh’in rivayet ettikleri şu mealdeki hadîs de ayrı bir delildir :

«İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez : Sadaka i Câriye, yararlı ilim ve ona duâ eden sâlih bir evlât.»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kabrini ziyaret et­menin fazileti hakkında pek çok hadîs rivayet olunmuştur. Bunla­rın bir kaçının mealini söylemekle yetineceğim :

a – Eş-Şifâ Fi Hukûki’l-Mustafâ’da Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)’dan rivayet edildiğine göre efendimiz.-

«Kim kabrimi ziyaret ederse, onun için şefaat etmem sabit bir hak olur.» buyurmuştur.

b – Enes bin Mâlik (Radiyallâhü anh)’den:

-Kim sevap niyetiyle Medine’de beni ziyaret ederse, o benîm kom­şum sayılır. Kıyamet günü ona şefaat ederim.» buyurulduğu rivayet olunmuştur.

c – Abdullah bin Ömer (Radıyalâhü anh)’dan gelen bir rivayette de :

«Kim vefatımdan sonra beni ziyaret ederse hayâtımda ziyaret et­miş gibidir.- buyurulmuştur.

d – 1bn-i Adiyy’in rivayet ettiği bir hadiste:

«Kim Kâ’be’yi ziyaret edip de beni ziyaret etmezse, bana cefâ et-mJs olur.» buyurulmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kabrini ziyaret et­menin fazileti hakkında ciltler dolusu müstakil kitablar yazılmıştır. Hac menasiki hakkında yazılan kitaplarda bu konuda yeterli bilgi vardır. Ayrıca Şevâhidü’1-Hak adlı kitap, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in kabrini ziyaret, ondan yardım dilemek ve şefaa­ti gibi önemli konular için yazılmış, tavsiyeye şayan bir kitabtır. Sa-hih-i Buharî’nin muhtasarı Tecrid-i Sarih terceme ve şerhinin Diya­net İşleri Başkanlığınca basılan nüshasının 1972 baskılı dördüncü cil­dinin 175. sahifesinde başhyan ve bir kaç sahife devam eden yeterli bilgi vardır. İsteklilerin oralara müracaat etmeleri tavsiyesiyle yeti-neyim. EI-Menhel yazarının verdiği ma’lumatın devamı:

2 – Hadîs, bu üç mescidin faziletine, diğerlerine üstünlüğüne ve onlarda kılınan namazın faziletine delâlet eder.

Mescid-i Harâm’a gitmeyi adayan kimseye bu adağın ifâsı gerekir. Mescid-i- Nebevi veya Mescid-i A k -s â ‘ ya gitmeyi adayan hakkında Şâ fi î’ nin iki kavli var. Bi­risine göre bu adağı ifâ etmek müstehabtır. Diğer kavline göre vâcibtir. Bir çok âlim de vücübuna hükmetmiştir. Mâlik ve A h -m e d ‘ in kavli de budur. Ebû Hanîfe’ye göre böyle ada­ğın yerine getirilmesi vâcib değildir.

Diğer mescidlere gitmeyi adamakla oralara gitmek vâcib olmaz. Ve adak oluşmuş sayılmaz. Mâ likiler’ den Muhammed bin Mesleme hâriç, tüm âlimlerin mezhebi budur.

A h m e d’ e göre bu adağı yapana yemin kefareti gerekir.

Bu üç mescidin üstünlüğünün sebebine gelince; M e s c i d – i Haram’ daki K â ‘ b e , müslümanların kıblesidir. Hac için ora­ya gidilir. Mescid-i Nebevi, Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve SellemJ’in mescididir. Ona ikram olsun diye Allah Teâlâ Onun mescidine özel fazilet vermiştir. Mescid-i Aksa ise, geçmiş ümmetlerin kıblesi idi. Taberâni ve Bezzâr’m tahric ettikleri Ebü’d-Derdâ’ nın merfu1 bir hadîsine göre Mes­cid-i Haram’da kılınan bir namaz, diğer mescidlerde kılı­nan yüz bin namaza; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin mescidinde kılınan bir namaz, diğer mescidlerde kılınan bin nama­za ve Mescid-i Aksa’da kılınan bir namaz diğer mescid­lerde kılınan beşyüz namaza bedeldir. [269]

197 – Küba Mescidinde Kılınan Namaz Hakkında Gelen Hadisler Babı

1411) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellrm)”ın ashabından olan Üseyd bin Züheyr el-Ensârî (Radıvallâhü anh)den rivayet edildiğine göre. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellrm) şöyle buyurdu, demiştir:

-Küba mescidinde kılınan bir namaz bir umre gibi (faziletli)dir.-“

1449) Abdurrahman bin Ka’b bin Mâlik (Radıyalİâhü anhümâ)\a.n; Oda babası (Ka’b bin Mâlik) (Radıyallâhü an hy dan rivayet ettiğine &öre :

Ka’b (Rad;yallâhü anh) vefat edeceği zaman yanma gelen el-Be-râ bin Ma’rur’un kızı Ümmü Bişr (Radıyallâhü anhâ) .

Ey Ebâ Abdurrahman! (Öldükten sonra) falan adama rastlarsan benden ona selâm söyle, demiş. Ka’b (Radıyallâhü anh) de:

Allah seni bağışlasın ey Ümmü Bişr! Biz (şu anda) başka şey­lerle çok meşgulüz, demiş. Ümmü Bişr (Radıyallâhü anhâ) :

Ey Ebâ Abdurrahman! Sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ’den şöyle buyururken işitmedin mi?:

«Şüphesiz mü’minlerin ruhları, yeşil kuşların içindedir. Cennetin ağaçlarından rızıklamrlar.» Ka’b (Radıyallâhü anh) :

Evet, (işittim) diye cevap verdi. Ümmü Bişr (Radıyallâhü an­hâ) da : İşte bu odur, dedi.” [270]

İzahı

Bu hadîsin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe âit met­ninin bir benzerini T i r m i z i ve A h m e d de rivayet etmiş­lerdir.

bindi: Benim gördüğüm müellifin sünen nüshalarının tü­münde hadîsin ilk râvisi Ka’b (Radıyallâhü anh)’dır. Hadis Ka’b (Radıyallâhü anh)’m ölüm döşeğinde iken olan bir durumdan bah­settiğine göre ilk râvinin Ka’b (Radıyallâhü anh) değil, onun oğlu Abdurrahman (Radıyallâhü anh) olması zahirdir. Ve olay Abdurrahman (Radryallâhü anh) tarafından anlatılmış gibidir. Çünkü olaya şahit olan odur. Rivayet eden de odur. Halbuki ilk râvi Ka’b (Radıyallâhü anh) olunca olayı anlatan Ka’b (Radıyallâhü anh) olmuş olur. Oğlu Abdurrahman (Radı­yalİâhü anh) da kendisinden rivayet etmiş olur. Bu da mümkündür.

Şöyle ki: Muhtemelen : Abdurrahman (Radıyallâhü anh), Ümmü Bişr (Radıyallâhü anhâ) ile Ka’b (Radıyallâhü anh) arasında cereyan eden konuşmada hazır bulunmamış, bilâhere gelince babası yapılan konuşmayı kendisine nakletmiştir, demiştir.

T i r m i z i’ nin rivayetinde Peygamber (Sullulltthü Aleyhi vu Sellem)’e âit hadis metninin baş kısmi: «Şehitlerin ruhları yeşil kuşlardadır…» şeklindedir.

Ümmü Bişr (Radıyalİâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)’in o hadisini rivayet etmekle mü’minlerin Ölümden sonra Allah katında yaşamaya devam ettiklerim ve dolayısıyla on­lara selâm göndermenin mümkün olduğunu anlatmak istemiştir.

Müellifin rivayetinin zahirine göre bütün mü’minlerin ruhları, anılan durumdadır. Ka’b (Radıyallâhü anh) şehit olmadığı hal­de Ü mm ü Bişr (Radıyallâhü anhâJ’nin bu hadîsi ona da şü­mullü olduğu mânâda zikretmesi, ilâhî mağfirete mazhar olan tüm mü’minlerin ruhlarının böyle olduğuna delâlet eder. T i r m i z i’ nin rivayetine bakılırsa müellifin rivâyetindeki mu’minler kelimesi, şehit­ler mânâsına yorumlanır.

Müslim’in İbn-i Mes’ud (Radıyallâhü anh) ‘den olan rivayetinde :

•Şehitlerin ruhları, yeşil kuşların içlerindedir. Onlar için arşa ası­lı kandiller vardır. Onlar cennetten diledikeri yerlerde serbestçe do­laşırlar. Sonra o kandillere dönerler.» mealinde bir hadîs vardır.

Tuhfe yazarı el-Mirkafta şöyle demiştir: ‘Ruhların tenâsuhuna ve ruhların ceset değiştirdiğine inanan bâzı kimseler, bu hadîsi delil göstermeye çalışmışlardır. Bu sapık akidede olanlara göre ruhlar gü­zel cesetlere girerek nîmetlenir. Ve müreffeh yaşar. Çirkin cesetle­re sokulmakla ta’zib edilirler. Mükâfat ve ceza bundan ibarettir. Yâ­ni hakikî cennet ve cehennem yoktur. Ruhlar iyi cesetlere yerleştiril­mekle Cennete kavuşturulmuş olur. Çirkin cesetlere yerleştirilmekle Cehenneme sevk edilmiş olur. Bu akide bâtıldır. Çünkü şer’î Şerifin getirmiş olduğu ölümden sonra dirilmek, hesaba çekilmek, Cennet ve Cehennemin varlığı gibi dinin esaslarına ters düşer. Şerhü’1-Akâ-idin bâzı haşiyelerinde deniliyor ki: Tenasüh akidesinde olanlara göre tenasüh, ruhların âhirette değil, yaşadığımız âlem içinde bâzı bedenlerden çıkıp başka bedenlere geçmesidir. Çünkü onlar âhireti,

maz evde kılınan farz namazdan beşyüz derece üstündür. Vârid oian sahih hadislere göre Cuma namazı kılınan camiler ile kılınmayan mescidler arasında bir fark kaydı olmaksızın buralarda kılınan bir farz namaz evde kılınan namazdan yirmibeş derece üstündür. El-Menhel yazarı: Bu hadîs ile diğer hadislerin arasını bulmak şöyle demekle mümkündür.

Cemaatla kılınan bir farzın tek başına kılınan namazdan yirmi­beş derece üstünlüğüne dâir hadîsler, ilk zamanlara âit idi. Sonra Cuma namazı kılınan mescidlerdeki namazın sevabı beşyüz dereceye çıkarıldı. Mescid-i Aksa ve Mescid-i Nebevi’de kılınan namazın sevabı hakkında da aynı şekilde uzlaştırıcı yorum yapılabilir, diyerek bunu açıklar.

Her ibâdetin en az on kat arttırıldığına dâir hadisin hükmü umu­mîdir. Evde kılınan namaz da bunun hükmüne dâhildir. Namazla­rın farklı derecelen bu hadiste ifâde edilirken mezkur hadîs hükmü mahfuz tutulmakla beraber belirtilmemiştir. [271]

199 – Mescid-İ Nebeviye Minber Konulma Babı

1414) Übeyy hin Kâb (Radtyailûhü an/t)'(\en: Şöyle demiştir:

(Medine’deki) Mescid-i Nebevi çardak şeklinde iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mescidin kıble tarafında bulunan) bir hurma kütüğüne doğru namaz kılıyor ve o kütüğe dayanarak hutbe okuyordu. Ashâb’uıdan bir adam Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellemî’es

Cuma günü üzerinde duracağın bir şey (minber) yapmamızı ar­zu eder misin? Tâ ki, cemâat seni görebilsin ve hutbeni ona duyura-bilesin.diye sordu. Efendimiz:

-Evet,» buyurdu. Bunun üzerine adam onun için üç basamak yaptırdı. Minberin en yükseği odur. Minber konulmak istenince efen­dimizin (konuşunken) bulunduğu yere koydular. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minbere doğru kalkmak isteyince ev­velce yaslanarak hutbe okuyageldiği kütüğün yanından geçti. Kütü­ğü geçince; kütük, yarıhncaya kadar feryat etti. Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) kütüğün sesini işitince minberden indî ve kü­tük sesini kesinceye kadar mübarek elini ona sürdü. Sonra minbere döndü. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bundan sonra na­maz kılmak istediği zaman kütüğe doğru namaz kılıyordu. Mescid yıkılıp değiştirilince Ubeyy bin Kâ’b (Radiyallâhü anh) bu kütüğü alıp götürdü. Ve çürüyünceye kadar onun evinde yanında idi. Son­ra ağaç kurdu kütüğü yedi ve dağılmış oldu.”

1415) Enes bin Mâlik (Radtyalâhü //>/den .Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okurdu. O, minber ittihaz edilince minbere doğru Hadis, muhtelif şekillerde yoııui^ıimıştu’. üu konuda Tuhl’e’de şöyle denilmiştir :

Hadîs, ölümün şiddetini ifâde eder, diyenler chr.uştur. Varı i se-kerâtta duyulan ıstırabın şiddetiyle, hastanın alnı terler.

Bâzıları : Sekerâtta. hinin terlemesi hayra alârneüır, diye yorum-lü mıhlardır.

İbnü’l-Melik: Yanı mü’minin günahlardan arınması ve­ya derecesinin yükseltilmesi için sekerâtı öyle şiddetli olur ki, alnı terler, demiştir.

T u r b e ş t i : Hadis, iki şekilde yorumlanabilir: Birincisi olu mun şiddetidir. İkincisi mü’min helâl rızik talebi yolunda vû namaz, oruç gibi ibâdetlerin ifası uğrunda aJın teri döker. Tâ ki, ak bir yüzle Allah’a kavuşsun. Birinci yorum daha açıktır, demiştir.

E 1 -1 r â k i de : Hadîsin mânâsında ihtilâf edilmiştir. Bâzıîa rı sekerâtm şiddetinden dolayı alın terler demişlerdir. Bâzıları da . Mü’min sekerâtta Allah Teâlâ’dan haya ettiğinden dolayı terler. Se­bebi de şudur: Mü’min günahkâr olmakla beraber sekerâtta mağfi­ret ve nimetle müjdelenince mahcup kalır ve bunun için alnı terle*

EKSİK

1419) El-Muğîre (bin Şu’be) (Radtyallûhü anfı)\len; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazında ayak­ta o kadar durdu ki iki ayağı (veya iki baldırı) şişti. Kendisine

(Âişe (Radıyallâhü anhâ) tarafından) :

Yâ Resûlallah! Allah senin geçmiş ve gelecekteki günahlarını mağfiret etmiştir. (İbâdet hususunda niçin bu derece güçlüğe kat­lanıyorsun?) denildi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu ilâhi mağfirete karşı gece ibadetiyle) :

«Şükreder bir kul olmıyayım mı?» diye cevap buyurdu.” [272]

İzahı

Buhâri, Müslim, Tirmizi ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir.

Buharı gece namazı bahsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ayaklarının namazda uzun süre ayakta durmasından dolayı şiştiğine dâir açtığı bâbta bunu rivayet etmiştir.

Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e neden nama­zı bu kadar uzattığını soran zâtın ismi belirtilmemiştir. Diğer riva­yetlerden soru sahibinin (Âişe (Radıyallâhü anhâ) olduğunu an­lıyoruz.

Peygamberlerin, bütün günahlardan masum olduğu bilinmekte­dir. Bâzı âlimler demişler ki : Kitab ve Sünnetle bâzı peygamberlere günah isnad edilmiştir. Meselâ Âdem (Aleyhisselâm) hakkında

Kuranı Kerîm’de: «Âdem Rabb’ine isyan etti.» buyurulmuştur. Bu ve benzeri yerlerdeki günahlardan maksad, en iyisini bırakmaktır. Bu da peygamberler için çok görülerek buna günah ismi verilmiştir. Kur’an ve Sünnet dışında peygamberlere ku­sur isnadı, kesinlikle haramdır.

Âişe (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e ibâdete düşkünlüğünün sebebini sorarken :

“Sizin geçmiş ve gelecek tüm günahlarınız mağfiret olmuştur.” sözü ile Fetih süresindeki ilâhî müjdeye[273] işaret etmek istemiştir. Ni­tekim bundan sonra gelen Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ‘in hadîsinde :

“Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını tamamen mağfiret eylemiştir.” denilmiştir. Peygamberler her tür günahtan masumdur­lar. Allah Teâlâ onları korur ve bilhassa Peygamber efendimize özel bir mükâfat olarak faraza kusur sayılabilecek bir durum olsa dahi bunun peşinen bağışlanmış sayılacağını müjdelemiştir. Âişe (Ra­dıyallâhü anhâ)’den başkası da bu soruyu sormuş olabilir. Soru sa­hipleri, çok ibâdet etmenin ilâhi mağfireti elde etmek için olduğunu saymışlar, mağfiret hâsıl olunca çok nafile ibâdete hacet olmadığı kanısını taşımış olabilirler. Verilen cevabta çokça ibâdetin, nimetle­rin şükrünü edâ etmek için olduğu buyurulmuştur. Mü’min bu amaç­la çok ibâdet etmelidir. Olan günahlar da bu vesile ile bağışlana­bilir.

1420) Ebû Hüreyre (RadıyaUâhü anhyAen; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakları (veya baldırlan) şişene kadar (geceleyin) namaz kılardı. Kendisine: Şüphesiz Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhını mağfiret eylemiştir. (Hâl böyleyken niçin bu kadar nafile namaz kılıyorsun?) denilmiş- ken­disi :

«Ben çok şükreden bir kul olmiyayım mı?» diye cevap vermiştir.”

Not: Zpvâid’de şöyle denilmiştir: Ebû Hüreyre (R.A.)’in hadisinin senedi kuvvetlidir. Müslim, bu senedin bütün râvilerini hüccet saymıştır. Ebû Dâvûd hâ­riç Kütüb-i Sitte sâhibleri bu hadisi el-Muğıre (R.A )’den rivayet etmişlerdir. Tir mizî de Câbir tR.A.I’den rivayet etmiştir

1421) Câbır bin Abdülah (Radıyallâhü anhümâ )’dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern)’e: Hangi nama£ ef’dal-dir? diye sorulmuş; kendisi:

«Kunutu (kıyamı) uzun olan» buyurmuştur.” [274]

İzahı

Müslim, Tirmizî ve Ahmed de bunu rivayet etmiş­lerdir.

Âlimler, bu hadîsteki kunutu, kıyam ile yorumlamışlardır.

Bu bâbtaki hadîsler, kıraati uzun tutulan namazın kıraati kısa tutulup rek’at sayısı ve dolayısıyla rükû ve secdesi çok olan namaz­dan efdal olduğuna delâlet ediyorlar.

E M r â kî: Kıyamı uzun tutmanın efdâliyetine âit hadîsle­rin, cemaatla kılınması meşru olmıyan nafile namaza ve tek başına kılınan farz namaza âit olarak yorumlanması açıktır. Çünkü imâm farz namazlarda ve cemaatla kılınması meşru olan nafilelerde kıya­mı hafif tutmakla memurdur. Ancak kendisine uyanlar, belirli kişi­ler olup, uzatmayı tercih etseler ve çocuk ağlaması gibi hafif tut­mayı gerektiren bir mazeret p ydâ olmazsa, kıraati uzatmakta beis yoktur, demiştir.

Hanefîler ve Şâf iller, bu bâbtaki hadîsleri delil göstererek : Nafile namazlarda kıyamı uzun tutmak, çok rüku’ ve secdeden efdaldir, derler.

T i r m izi: Âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre kıyamı uzun tutmak, çok rükû ve secde etmekten efdaldir. Bâ­zılarına göre bunun aksine çok rükû ve secde, kıyamı uzun tutmak­tan efdaldir. Ahmed bin Hanbel demiştir ki: Bu husus­ta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ’den iki hadîs rivayet olunmuştur: Yâni. hem kıyamı uzun tutmanın efdâliyeti hakkında hadîs vardır. Hem de çok rükû ve secde etmenin faziletine âit hadîs vardır. Bu sebeple bir hüküm beyan etmemiştir, t s h a k ise şöyle demiştir : Gündüz kılınan nafilede rükû ve secdenin çok yapılması efdaldir. Geceleyin kıyamı uzun tutmak efdaldir. Ancak her gece bel­li bir hizbi olan kimse, namazda o hizbini zâten okuyacak ve kıya­mı uzun tutacak. Bunun yanında çok rükû .ve secde etmesi efdaldir, derim Çünkü bu da onun için yeni bir kazanç olmuş olur, demiştir. [275]

201 – Çok Secde Etmek Hakkında Gelen Hadisler Babı

1422) Ebû Fâtime[276] (Radıyallâhü ankâ)’den; Şöyle demiştir:

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e: Yâ ftesûia İlahî Üzerine dosdoğru durup işliyeceğim bir ameli ba­na haber ver dedim. Buyurdu ki:

«Secdeye sarıl. Çünkü şüphesiz sen Allah Teâlâ’ya bir secde et­mezsin ki, Allah onunla seni bir derece yükseltmesin. Ve senden bir

hatâvı onunla riıieîirmpcin .”

hatâyı onunla düşürmesin

1423) Ma’dân hin Kbî Talhâ d-Yamıırî[277] (Radiyallâhü anh)’-den ; Şöyle demiştir :

Ben, Sevbân (Radıyallâhü anh)’a rastladım. Ona dedim ki: Allah Teâlâ’nın beni yararlandıracağı umulan bir hadîsi bana anlat. Ma’dân (Radıyallâhü anhJ demiştir ki:

Sevbân (Radıyallâhü anh) sükût etti. Sonra ben dönüp söyleri?-ğimin mislini söyledim. O (yine) sustu. Üç defa tekrarladım. Ondan sonra Sevbân (Radıyallâhü anh) bana dedi ki:

Allah için secdeye sarıl (bol secde et.) Çünkü ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml’den işittim. Buyurdu ki:

«Allah’a secde eden bir kul yoktur ki, Allah onu secde ile bir derece yükseltmesin. Ve o secdeyle ondan bir günahı düşürmesin.» Ma’dân (Radıyallâhü anh) demiştir ki:

Sonra Ebü’d-Derdâ’ (Radıyallâhü anh) a rastladım. Ona da aynı dilekte bulundum. O da Sevbân (Radıyallâhü anh) in sözünün mis­lisini söyledi.”

1424) Ubâde bin.es-Sâmit (Radıyallâhü <z«/r/den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyururken işitmiştir :

-Allah’a bir secde eden hiç bir kul yoktur ki, Allah ona o secde ile bir hasene yazmasın, onun bir günahını silmesin ve onu o secde ile bir derece yükseltmesin. Artık çok secde ediniz.Râvi el-Velîd bin Müslim’in tedlisciliği nedeniyle Ubâde (R.A.)’ın ha­disinin zayıflığı Zevâid’de bildirilmiştir. [278]

İzahı

Ebû Fâtirae (Radıyallâhü anh)’nin hadîsini başkaca bir rivayet edene rastlamadım.

Sevbân (Radıyallâhü anh) in hadîsini Müslim, T i r-mizi, Ebü Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Tuhfe yazarının dediğine göre Müslim, Ahmed ve Ebû D â v û d ‘ un rivâyetindeki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)’e âit hadis metninin başı şöyledir:

= «Çok secde etmeye devam et…»

Ş e v k â n i, en-Neyl’de : Bu hadîs, çok secde etmenin matlûb olduğuna delâlet eder. Buradaki secdeden maksat, namaz içindeki secdedir. Yâni: Bol namaz kıl ki bol secde edesin. Çok secde etmeye teşvikte bulunmanın sebebi, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) den rivayet edilen şu mealdeki hadîstir:

-Kulun Rabb’ine en yakın olduğu hâl, kulun secdede olduğu hâl­dir.» Nevevi böyle demiştir. Bu hadîs, secdenin kıyamdan ve namazın diğer rükünlerinden efdal olduğunu söyliyenler için delil­dir, demiştir.

Tirmizi ve Bağavi’ nin anlattıklarına göre içlerinde Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)’in bulunduğu bir cemâat, çok secde etmenin kıyamı uzatmaktan efdal olduğunu söy­lemiştir. Mâliki mezhebinde iki kavil vardır. Bir kavle göre kıyamı uzatmak efdaldir. Diğerine göre çok secde etmek efdaldir. Kı­yamı uzatmanın efdâliyetine âit gerekli bilgi bundan önceki bâbta verilmiştir.

U b â d e (Radıyallâhü anh)’nin hadîsi Zevâid türündendir.

Ş e v k â n i :Bu bâbta rivayet edilen hadisler, çok secdenin kıya­mı uzatmaktan efdal olduğuna delâlet etmezler. Hak olanı, kıyamı uzatmanın efdâliyetidir. Çünkü çok rükû ve secde edilmesine âit ha­dîslerde : «Efdaldir (= Yâni daha faziletlidir.)- ifâdesi yoktur. Sâde­ce fazileti belirtilmiştir. Fakat kıyamın uzatılmasına âit hadîslerde : «Efdaldir (= daha faziletlidir.)- ifâdesi kullanılmıştır, demiştir. [279]

Bu Bâbtaki Hadîslerden Çıkarılan Fıkıh Hükümleri

1 – Çok secde etmek tavsiye edilmiştir. Bu secdeden maksadın, namaz içindeki secde olduğu yukarıda belirtilmiştir.

2 – Kulun yaptığı her secdeye karşılık Allah onun mertebesini bir derece yükseltir, bir günahını siler ve ona bir hasene yazar. [280]

202 – Kulun İlk Hesaba Çekileceği Şey Namazdır, Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1425) Knes bin Hakîm ed-Dabbî[281] (Rndıyallâhü anh)’den; Şöy­le demiştir :

Ebû Hüreyre (Hadıyallâhü anh) bana dedi kî : Sen şehrinin halkına vardığın zaman, benim Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)’den şunu buyururken işittiğimi onlara haber

ver :

«Kıyamet günü müslüman kulun ilk hesaba çekileceği şey, farz namazdır. Eğer farz namazı tam yapmış ise (mesele yok.). Aksi tak­dirde (Allah tarafından meleklere) :

Bakınız, onun nafile namazı var mı? buyurulacak. Eğer nafilesi varsa, farz namazları ondan ikmâl edilir. Sonra şâir farz ameller hakkında bunun misli işlenir,»”

1426) Temîm ed-Dârî (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Kıyamet günü kulun ilk hesaba çekileceği şey (farz) namazıdır. Eğer farzı tam yapmış ise ona sevap sayılır. Şayet farzı tam yapma­mış ise Allah Sübhânehü ve Teâlâ meleklerine :

Bakınız! Kulum için nafile namazdan bir şey bulur musunuz?

ikmâl ediniz . Sonra dıger ameller buna göre ele alınır (hesaplanır) »[282]

İzahı

(Radıyallâhü anh)’ın hadîsini Tirmizi temim ed-Dari (Radıyallâhü anh) ‘-Ebû Dâvûd ve Ahmed deri-

Ebû Hüreyre de rivayet etmiştir.

Müellifin iki senedle den rivayet ettiği hadîsi vâyet etmişlerdir.

Bu hadislerde : «Kıyamet günü müslüman kul önce farz namaz­dan hesaba çekilecek. Farz namazı vaktinde edâ etmiş ise bu namazı onun için ecir ve sevab olur. Şayet tam olarak kılmamış ise bunun eksikleri varsa nafile namazından kapatılmaya çalışılacaktır.» buyu-rulmuştur.

Hadislerin zahirine göre kişinin kılmadığı farz namazların yeri, nafile namazlarla doldurulacak. Bu nafile farza bağlı sünnetler ola­bildiği gibi şâir nafileler de olabilir,

El-Irâkî, Tirmizî’ nin şerhinde bu yorumu vermekle beraber, diğer iki yorumun muhtemel olduğunu belirterek : Farzlar-daki sünnetler ve sehiv secdesi ile tamiri mümkün olan mühim hu­suslar, namazdaki huşu1, zikirler ve dualarda görülecek noksanlık­lar, nafile namazları ve onlardaki benzen şeylerle kapatılır. Veyahut farz namazların şartlarında ve rükünlerinde bir eksiklik görülürse nafilelerle tamir edilir, demiştir.

İbnü’l-Arabi: Farzların sayısında görülecek noksanlıkla­rın nafilelerle ikmali muhtemel olduğu gibi, farz namazda bulunma­sı gerekli huşu’ bakımından görülecek noksanın nafilelerle telâfi edil­mesi mânâsı da muhtemeldir. Bence birinci ihtimal daha açıktır. Çün­kü hadîslerde buyuruluyor ki:

-Namazın hesabı bittikten sonra zekât v.s. amellerin muhasebesi de namaz gibi yapılacaktır.» Bilindiği gibi zekâtta ancak ödenen farz kısmı var. Bir de farzdan fazla olarak ödenen meblâğ var. Zekâtın farz bölümünde görülecek eksiklik, zekâttan ayrı olarak ödenen faz­lalıkla ikmâl edileceği gibi farz namazdan fazla olarak kılınan nafi­leler ile eksik kalan farz namazların yeri doldurulur. Allah’ın fazl-ı geniştir, demiştir.

Hadislerde : «Namazın muhasebesinden sonra diğer farz ibâdet­ler namaz gibi hesap edilir» buyurulmuştur. Yâni zekât, oruç, hac gibi sair farzlarda noksanlık varsa, nafile olarak verilen sadaka, tu­tulan oruç ve yapılan hac ile tamir edilir. [283]

203 – Farz Namazın Kılındığı Yerde Nafile Namazın Kılınması Hakkında Gelen Hadîsler Bâb

1427) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü a«A/den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİetn) şöyle buvurdu. demiştir :

«Sizden birisi namaz (yâni sünnet) kılacağı zaman (yerini değiş­tirmekten) ileri gitmekten veya geri çekilmekten veya sağına yahut soluna (çekilmekten) âciz mi kalıyor?»” [284]

İzahı

Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu riva­yet etmişlerdir.

Hadîsin mânâsı şudur: Biriniz farz namazı kıldığınız yeri değiş­tirerek nafile namazı kılmak için önce, arkaya, sağa veya sola gitmek­ten âciz midir?

Hadîsteki “Subhâ” nafile demektir. Hadîsteki «…yâni subhâ…» ifâdesi, bâzı râvilerin açıklamasıdır.

Hadîs, kişinin farz namazı kıldıktan sonra nafileyi kılmak istedi­ğinde yerini değiştirmesinin meşruluğuna delâlet eder. Bu hususta imam olan ve olmayan arasında bir fark yoktur. Bunun hikmeti, sec­de yerlerinin çoğaltılmasıdır. Çünkü Buhâri ve Bağavî’ nin dediği gibi secde yerleri, secde eden kişi için kıyamet günü şehâdet edecektir.

En-Neyl yazarı: Kişi, farz olsun, sünnet olsun her namazdan son­ra kılacağı ikinci namaz için yer değiştirmelidir. Eğer yer değiştir-miyecek olsa, hiç olmazsa yanındakilerden birisiyle, usûlü dâiresin­de bir konuşma yapmalıdır. Çünkü arada konuşmadan ve yer değiş­tirmeden iki namazı üst üste kılmak, Ebû Dâvûd, Hâkim ve Taberâni’ nin el – E z r a k (Radıyallâhü anh)’dan riva­yet ettikleri bir hadîsle yasaklanmıştır, demiştir. [285]

Hadisin Fıkıh Yönü

Farzdan hemen sonra aynı yerde nafileye durmak mekruh tur. Hanefîler’e göre “Allâhümme Ente’s-Selâmü…” zikriyls ara vermek müstehabtır. Diğer mezheblere göre namazdan sonra okunması vârid olan istiğfar, teşbih, hamd ve tekbirle ara vermek mendubtur.

1428) El-Muğîre bin Şube (Radıyallâhü anh)\cn rivayet edildiğine göre; Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«İmam farz namazı kıldırdığı yerden başka bir yere geçmedikçe aynı yerde namaz kılamaz.»” [286]

İzahı

Müellifin iki senedle e 1 – M u ğ i r e (Radıyallâhü anh)’den ri­vayet ettiği bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd, râvi A t â ‘ nın e 1 – M u ğ î re (Radıyallâhü anh) ‘ye ulaşmadığını söylemekle hadisin munkatı’ olduğunu belirtmek iste­miştir. El-Menhel’de belirtildiğine göre A t â meşhur kavle göre

Hicretin 50. yılı doğmuş, bu tarih e 1-M u ğ i r e (Radıyallâhü anh)’in vefat târihidir.

Hadis, yasak anlamında kullanılmıştır. EI-Menhel yazarı şöyle der:

“Bu hadis, imamın farzı bitirince başka yerde sünnet kılmak üze­re yerini değiştirmesinin müstehabhğına delâlet eder. Fıkıh âlimleri bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1 – Ebû Hanife’ye göre son sünneti olan her farzdan sonra imam yerini değiştirmelidir. İkindi ve sabah gibi son sünneti olmayan namazlardan sonra yer değiştirmemelidir.

2 – Hanefîler’ den İmam Muhammed’e göre tüm farzlardan sonra imam yer değiştirmelidir. Tâ ki herkes imamın boynunda sehiv secdesinin bulunmadığını iyice anlasın. El-Bedâyf de ; Rivayet edildiğine göre Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh) farz namazı bitirince kızgın taşlar üs-tündeymişler gibi hızla yerlerinden kalkarlardı, denilmiştir.

3 – Mâliki, Şafii ve Hanbeliler’e göre imamın farz kıldığı yerde sünnet kılması mekruhtur.

Yukardaki görüşler, yerin müsait olması hâline mahsûstur. Ye­rin sıkışıklığı gibi bir mazeret olduğu zaman imam, bulunduğu yerds sünnetini kılar. [287]

204 – Mescidde Muayyen Bir Yeri Yurt Eüınip Dâima Orada Namaz Kılmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1429) Abdurrahman bin Şibl [288] (Radıyallâhü anft)’den; Şöyle de­miştir :

Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç şeyden nehiy bu­yurdu :

Karganın gagalaması (gibi çabuk secde etmek)ten, yırtıcı hay­vanın yayılışı (gibi secdede kollan yere yaymak) tan ve devenin (su çevresinde çökmek için) belirli bir yeri yurt edinmesi gibi adamın (mescidde) namaz kıldığı yeri yurt edinmesinden.” [289]

İzahı

Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesâi, İbn-i Huzey-me, İbn-i Hibbân ve Hâkim de bunu rivayet etmiş­lerdir.

El-Menhel yazan, hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der: “Karganın gagalaması rükû ve secdeye varış ve kalkışında ace­le etmekten kinayedir. Bilindiği gibi rükû ve secdelerde rükû’dan ve birinci secdeden sonraki kalkışlarda, yâni i’tidâl ve iki secde arasın­daki oturuşta asgari bir veya üç “Sübhânellâh” diyecek kadar dur­mak gerekir. Bu rükünlerde acele edenler, gagasıyla yerden bir şey alan karga’ya benzer.

Yırtıcı hayvanın yayılışından maksad, secdede kolları yere yay­maktır. Bilindiği gibi köpek ve başka hayvanlar yatarken kollarını yere yayarlar.

Deve, sulanmaya götürüldüğünde biraz su içtikten sonra su çev­resinde muayyen bir yere çöker. Orada dinlendikten sonra tekrar su içmeye gider. Dönüşünde aynı yere çöker. Devenin çökmek için bel­li bir yeri seçmesi ve hep oraya çökmesi gibi kişinin mescidin muay­yen bir yerini kendine tahsis edip dâima orada namaz kılması ve mescidin başka yerlerinde namaz kılmaması yasaklanmıştır. Bunun hikmeti; Böyle bir davranışın «şöhret, riyakârlık ve gösterişe yol aç­masıdır.”

Secdede acele etmek ve kolları yere yaymak hususları, beşinci kitabın yirmi birinci babında geçen 891 – 892 nolu hadîsler bölümün­de izah edilmiştir.

1430) Yezîd bin Ebî Ubeyd (RadtyaUâhü anh)’den rivayet edildiğine Seleme bin el-Ekvâ (Radıyallâhü anh), kuşluk namazını kılma-ya gelirdi. (Mescid-i Nebevî’deki Osman bin Affân (Radıyallâhü anh) a âit) Mushaf a yakın sütünün yanına giderek ona yakın bir yer­de namaz kılardı. Ben ona :

Niçin şurada namaz kılmıyorsun? diyerek mescidin bâzı taraf­larını işaret ederdim. O derdi ki:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i gördüm. (Namaz kılmak için) burayı arzulardı.” [290]

İzahı

Hadis, Seleme bin el-Ekvâ (Radıyallâhü anh)’in kuşluk namazı için Hz. Osman (Radıyallâhü anh)’ın mus-hafının bulunduğu yere yakın olan sütunun bulunduğu semti seçerek orada kuşluk namazına durmayı itiyad ettiğine delâlet eder ve sebe­bi sorulduğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in orada namaz kıldığı için Ona uymak ve feyiz ve bereketini almak niyetiyle böyle yaptığı verdiği cevaptan anlaşılır.

Sindi: Bu hadîsten anlaşılıyor ki; Mescidin muayyen bir ye­rinde çok namaz kılmakta beis yoktur. Bilhassa büyük zâtların izle­rinden feyiz almak ve onlara uymakla bereket kazancı düşüncesiyle böyle davranmakta hiç mahzur yoktur. Bir önceki hadîsteki yasakla­ma, mescidin muayyen bir yerini tahsis etmek hakkındadır, demiş­tir. [291]

205 – Ayakkabının Namazda Çıkarılacağı Zaman Nereye Konulacağı Hakkında Gelen Hadisler Babı

1431) Abdullah bin es-Sâib[292] (Radtyalâhü anhümâ)’dan: Şöyle demiştir :

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i (Mekke) Fetih günü namaz kılarken gördüm. Ayakkabılarını sol tarafına bıraktı.” [293]

İzahı

Ebü Dâvûd ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadîs, namaz kılanın ayakkabısını sol tarafına bırakabileceğine delâlet eder. Ancak sol tarafında kimsenin bulunmaması şarttır. Bu­nu böyle yorumlamak gerekir. Çünkü bundan sonra gelecek hadiste sol tarafta bir kimse varsa ayakkabının oraya konmaması emredil­miştir.

1432) Ebû Hüreyre (Radıyailâhü anh)]en rivayet edildiğine yöre: Resülullah (Sallallahü Alevhi ve Scllem) şövle buyurdu, demiştir :

«Ayakkabılarını ayaklarından çıkarma. Eğer çıkarırsan ayakla rının araşma koy. Onları ne sağ tarafına ne arkadaşının sağ; tara­fına ne de arkana bırak ki, sen aradakilere eziyet etmiyesin.Zevâid’de şöyle denilmiştir : Ebû Dâvûd bu hadîsin bir parçasını riva­yet etmiştir. Bunun senedindeki Abdullah bin Saîd’in zayıflığı hususunda ittifak vardır. [294]

İzahı

Notta belirtildiği gibi Ebü Dâvûd bu hadîsin bir kısmını rivayet etmiştir. Oradaki hadîs meâlen şöyledir:

«Biriniz namaz kılmak isteyip ayakkabılarını çıkarırsa ayakkabı-larıyla kimseye eziyet etmesin. Onları ayaklarının arasına bıraksın ve­ya onlarla namaz kılsın.» Ebû Dâvûd’un Ebû Hüreyre (Radıyailâhü anhl’den olan diğer bir hadisi de meâlen şöyledir:

  • Biriniz namaz kılacağı zaman ayakkabılarını sağ tarafına bırak­masın, sol tarafına da, başkasının sağ tarafında olacaksa bırakma­sın. Ancak sol tarafında kimse yoksa oraya bırakabilir. Ayakkabı larım iki ayağının arasına bıraksın.-

Hadîsin : «Ayakkabılarını ayaklarından çıkarma!» hükmü ayak­kabıların temiz olması hâline mahsustur. Necis olduğu takdirde çı­karılmasının zorunluğu mûlumdur. Ayakkabı ile namaz kılma hük mü ve bu husustaki âlimlerin görüşleri beşinci kitabın 86. babında geçen 1037- 1039 nolu hadîsler bahsinde geçmiştir.

Hadîs, çıkarılan ayakkabıların kimseye eziyet vermemesi için ayakların arasına konmasını meşru görmüştür.

Sindi bu hususta şöyle der: ‘İki ayak arasındaki boşluk, nor­mal olarak ayakkabıların konmasına müsait değildir. Bu sebeple mak­sat; ayakkabıların iki ayağın hizasında ve kişiyle secde yeri arasın­daki boşluğa konması olabilir. Yâni secde edilirken dizlerin ilerisine ve göğüs hizasına gelecek yere konması kastedilmiş olabilir. Şöyle de­mek de mümkündür: Asr-ı Saâdet’teki pabuçlar çok ince idi. Ayak­lar arasına konması mümkündü. Hüküm bu tip ayakkabılara mah sustur.”

Ayakkabıların ayaklar arasında yere konması veya göğüs hiza­sına konması, ayakkabıların temiz olması veya ayakkabıların üstü­nün temiz bir şeyle örtülmesi şartına bağlıdır. Çünkü namazın sıhha­tinin şartlarından birisi de namaz kılınacak yerin temiz olmasıdır. Namaz kılan kişinin vücud veya elbisesinin bir necasete dokunma-sıyla namaz bozulur.

Hadis, kimseye eziyet olmayacaksa, yâni sol tarafta bir kimse yoksa ayakkabının o tarafa konabileceğine delâlet eder.

Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem

Namaz Layıkı Bölümü – Sünen-i İbn Mace

Sünen-i İbn Mace | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.