Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 20°C
Az Bulutlu
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cum 19°C
Cts 16°C
Paz 17°C
Pts 18°C

Hanımlar İçin İslam İlmihali – 2 Bölüm

Hanımlar İçin İslam İlmihali – 2 Bölüm

Fıkhus-Sünne – Hanımlar İçin İslam İlmihali – Ebu Malik el-Mısri

Hanımların Namazı Cemaatle Kılması:

Hanımların namazı cemaatle kılması vacip değildir. Bu ko­nuda âlimler icmâ etmiştir. Ancak hanımların cemaate katılması caizdir ve bu hususta hiçbir ihtilaf söz konusu değildir.

Hanımların cemaatle namaz kılması iki şekilde olabilir;

a) Hanımların, Hanım İmam Arkasında Namaz Kılması:

Hanımların, kendilerine imamlık yapacak bir hanımın arka­sında cemaat olarak namaz kılmaları üç nedenle caizdir. Bunlar;

I. Cemaatle namaz kılmanın faziletini bildiren hadisler ‘ge­nel lafızlarla’ nakledilmiştir. Örneğin, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namaz­dan yirmi yedi derece daha faziletlidir [1] buyurmuştur.

II. Hanımların, hanımlara namaz kıldırmasını yasaklayan hiçbir nas bulunmamaktadır.

III. Ummü Seleme, Âişe radiyallahu anhumâ gibi bazı sa­habe hanımların uygulamaları, hanımların hanımlara imamlık yapabileceğini göstermektedir.

Rîta el-Hanefiyye; ‘Âişe (radiyallahu anhâj’rtın kendilerine aralarında durarak farz namaz kıldırdığını’ rivayet etmiştir.[2]

Ammâr ed-Dühenî, kabilesi arasında ‘Huceyra’ denilen bir hanımdan naklediyor; Vmmü Seleme (radiyallahu anhâ) ha­nımlara namazda aralarında durarak, imamlık yapmıştır.[3]

Sahabe hanımların bu uygulamalarıyla birlikte, hanımların hanımlara imamlık yapmasının meşruluğuna muhalif her hangi-bir görüşün de bulunmayışı, bunun caiz olduğuna delildir. Ayrıca âlimlerden, bunun mubah olduğuna dair birçok delil nakledil­miştir. -En doğrusunu Allah bilir-

Hanımlar Arasında İmamlığa En Fazla Kim Hak Sahibidir?

Hanımlar arasında Allah’ın kitabını en iyi okuyan, hanımla­ra imamlık yapmaya en fazla hak sahibi olandır. Kıraatte bütün hanımlar eşit seviyede ise, hadis bilgisine en fazla sahip olan ha­nım imamlığa hak sahibi olur.

Eğer hanımlar, namazı, bir hanımın evinde kılacaklarsa, o evin sahibi imamlık hakkına sahiptir. Bir başka hanım, ancak ev sahibi hanımın izniyle imamlık yapabilir.

Ebû Mesûd el-Ensârî radiyallahu anh anlatıyor; Rasulullah (sallailâhu aleyhi ve sellem); ‘Cemaate, Allah’ın kitabını en iyi bi­lenler imam olur. Eğer kıraatte aynı seviyedelerse, sünneti en iyi bilenleri; sünnet bilgisinde eşitseler, hicret itibarîyle en kıdemlile­ri; hicrette de eşitseler, İslâm’ı kabulde en kıdemlileri imam olur. Hiç kimse, başkasının idaresindeki bir yerde, ona imam olmasın! Hiç kimse, başkasının evinde onun izni olmaksızın yaygısının üzerine oturmasın! [4]

Hanımlara İmamlık Yapan Hanımın Namaz Esnasındaki Yeri:

İmamlık yapan hanım, hanımların arasında durarak onlara namaz kıldırır; öne çıkmaz. Aişe ve Ümmü Seleme radiyallahu anhumâ’ların yaptıkları gibi. Selef âlimlerin birçoğunun görüşü bu yöndedir.

Hanımlar İçin En Hayırlı Saf:

Erkeklerden ayrı ve uzakta kıian hanımlar, kendi aralarında cemaat oldukîarı zaman, en hayırlı saf ilk saftır. Daha sonra da diğer saflardır. Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seilem) ‘Al­lah ve melekler ilk saftakilere sahvât getirirler/hayırla anarlar [5] buyurmuştur.

Ancak erkeklerin arkasında cemaate katılmışlarsa, hanımlar için en arka saf en hayırlısı, en ön saf İse, sevabı en az olanıdır. Yeri geldiğinde bu konu izah edilecektir.

Hanımlara Namaz Kıldıran Hanım, Namaz­daki Kıraatini Cehrî/Sesli Yapabilir Mi?

Yabancı erkeklerin bulunmadığı bir ortamda veya orada bu­lunan erkeklerin mahremi ise, kıraatini sesli yapabilir.[6]

II. Hanımların Erkeklerin Arkasında Namaz Kılması:

Hanımların, erkeklerin arkasında cemaate tâbi olarak na­maz kılması caizdir. Enes radiyallahu anh anlatıyor; ‘bizim evde, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellemj’in arkasında ben ve bir yetim namaz kıldık. Annem Ümmü Süleym de bizim arkamızda namaza durmuştu.[7]

Ümmü Seleme (radiyallahu anhâ) anlatıyor; ‘Rasululhh (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazı bitirip selam verdiğinde, hanımlar kalkıp giderdi; fakat kendisi kalkmadan önce birazcık beklerdi.[8]

Bu iki hadisten ve bu konudaki diğer rivayetlerden, şu iki sonuç elde edilmektedir;

  1. Hanımların, erkeklerin safları arkasında cemaate katılma­ları caizdir.
  2. Bir hanım yalnız olarak, en arka safta erkeklerin arkasında durup, imama uyabilir. Mahremi olan erkekle birlikte yalnız ola­rak namaz kılan hanım, mahreminin arkasında durarak namaz kılar.

Erkeklerle aynı safta veya erkeklerin önünde namaza duran hanımların -sahih görüşe göre- namazı bozulur. Ancak, zaruret durumunda veya farkında olmaması halinde namazı bozulmaz. -En doğrusunu Allah bilir-,

Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheplerine göre kadın­ların erkeklerle aynı safta veya erkeğin önünde durması nedeniyle namaz bozulmaz. Ancak kasıtlı olarak böyle yapanlar günahkâr olur.

Hanefî mezhebine göre, yabancı kadın ve erkeğin namazda yan yana durmaları halinde, bu süre, kıyam veya rükün gibi bir rükün miktarı olması durumunda na­maz bozulur. Bir rükün miktarından a2 olan sürede bozul­maz. Bu konuda dokuz şart zikredilmiştir. [9]

Hatırlatmalar:

  1. Bir adamın hanımıyla veya mahremlerinden bir kadınla namaz kılması caizdir. Bu konuda hiçbir farklı görüş yoktur. Çün­kü namaz dışında da bu hanımlarla yalnız kalması caizdir.
  2. Bir adamın, yabancı bir kadına yalnız bir ortamda namaz kıldırması caiz değildir. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem) ‘hiçbir adam, asla (yabancı) bir kadınla yalnız kalma­sın. Çünkü üçüncüleri şeytan olur [10] buyurmuştur.
  3. Bir adamın, hanımlar cemaatine imamlık yapması caizdir. Çünkü hanımların toplu halde bulunmaları, halvet/yalnızlık hali­ni önler. Ayrıca bunu yasaklayan hiçbir rivayet de bulunmamak­tadır. Bazı selefi sâlih âlimlerin hanımlara imamlık yaptığı rivayet edilmiştir. Fakat bu durum, fitneden emin olunan ortamlarda geçerlidir. Fitne olması durumunda caiz değildir. Çünkü Allah, fesat çıkarılmasından hoşlanmaz.
  4. Hanımlar, erkekler safının arkasında namaz kıldıkları za­man, ‘hanımlar için en kötü olan saf, en ön saftır.[11]

İlk safın hanımlar için en kötü saf olarak tasvir edil­mesi, hanımlar için en az sevaplı safın en Ön saf olması nedeniyledir. [12]

  1. Erkekleri görebilecek bir durumda, erkeklerin arkasında namaz kılan hanımlar, erkeklerin avret mahallini görmemeleri için, erkekler secdeden kalkıp doğrulduktan sonra başlarını kal­dırırlar.

Sehl bin Sa’d radiyallahu anh anlatıyor; ‘Peygamber (sallal-lâhu aleyhi ve sellem)’le namaz kılarken, bazı adamlar, çocuklar gibi, elbiselerini boyunlarına bağlayarak namaz kılıyorlardı. Bu nedenle hanımlara; «erkekler doğrulup oturuncaya kadar secde­den başınızı kaldırmayınız» denildi.[13]

  1. Erkeklerin arkasında namaz kılan bir kadın, namazda bir eksiklik fark ettiğinde ellerini birbirine vurarak uyanda bulunur.

Subhânallâh: demesi caiz olmaz. Bu konu daha önce açıklan­mıştı.

Bir Çocuğun İmamlığında Namaz Kıunabilir Mi?

Namaz kıldıracak çocuk, namazın ilmine sahip ve mümeyyiz olduğu takdirde arkasında namaz kılınabilir. Nitekim Amr bin Se­leme 6 veya 7 yaşında iken kendi kabilesine namaz kıldırmıştır.

Amr bin Seleme radiyallahu anh anlatıyor; ‘Yaşadığımız böl­ge, Peygamber (saUallâhu aleyhi vesellem)Jin ziyaretçilerinin yol güzergâhındaydı. Ziyaretten dönenler bize uğrar ve Rasulullah (saUallâhu aleyhi ve sellem)’m konuşmalarını anlatırlardı. Ben zeki bir çocuktum. Bu sayede, Kuranı Kerim’den birçok (sure) ezberlemiştim. Babam, kabilesinden bir heyetle birlikte Peygam­ber (saUallâhu aleyhi ve sellem)’e elçi olarak gitmişti. Peygamber (saUallâhu aleyhi ve sellem) de onlara namazı öğretip; ‘Kuranı en çok bileniniz size imam olsun’ buyurmuştu. Aralarında, Ku-ran-ı Kerimi en çok bilenleri bendim. Bu nedenle beni öne ge­çirip imam yaptılar. Üzerime sarı küçük bîr hırka giyerek onlara namaz kıldırıyordum. Henüz 6 veya 7 yaşlarındaydım. Secdeye vardığım zaman hırka vücudumdan sıyrılıp kasılıyordu. Kadın­lardan biri; «İmamınızın avret mahallini bizden gizleyiniz» dedi. Bunun üzerine bana Umman kumaşından bir gömlek satın aldı­lar. [14]

Hanefî, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre, farz na­mazlarda imamhk için buluğa ermiş olmak şarttır. Şafiî mezhebine göre ise, buluğa ermeyen, mümeyyiz çocu­ğun imamlığı caizdir.[15]

Cemaatle Namazın Bazı Hükümleri

  1. Safları Düzeltmek Ve Boşlukları Doldurmak:

Hanımlar arasında cemaat olunduğunda veya erkekler ce­maatinin arkasında saf olunduğu zaman, safları düzeltmek ve boşlukları doldurmak vaciptir. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem), ‘saflarınızı düzeltiniz; çünkü safları düzeltmek namazın tamamlanması için gereklidir [16] buyurmuştur.

İbn Ömer radiyallahu anh anlatıyor; Rasulullah (saîlallâhu aleyhi ve sellem), ‘Saflarınızı düz tutunuz, omuzlarınızı hizaya getiriniz, boşlukları doldurunuz, kardeşlerinize nazik davranınız ve şeytana aralık bırakmayınız. Safı birleştiren kimseyi, Allah eriştirir. Safı koparanı, Allah mahrum bırakır.[17]

  1. Cemaatle Namazda, İmamın İlk Tekbir Alışına Yetişmek İçin Özen Göstermek:

Peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi ve sellem), ‘kırk gün na­mazlarım cemaatle kılıp, imamın ilk tekbir alışma yetişen kimse­ye iki beraat verilir; birincisi cehennemden beraattır; ikincisi ise münafıklıktan beraattır.[18]

  1. İmama, Hareketlerinde Tâbi Olmak Vacip; İmamla Yarışmak Haramdır:

Enes radiyallahu anh anlatıyor; Peygamber (saîlallâhu aleyhi ve sellem); ‘İmam kendisine uyulması için vardır; o tekbir getir­diği zaman tekbir getiriniz; o secde yaptığı zaman secde yapınız, secdeden kalktığı zaman da kalkınız…’ buyurdu. [19]

Enes radiyallahu anh anlatıyor; ‘Rasulullah (saîlallâhu aleyhi ve sellem} bir gün bize namaz kıldırdı. Namazını bitirdikten son­ra bize döndü ve; ‘Ey İnsanlar’. Ben sizin imammızım. Rükûda, secdede, kıyamda ve namazı bitirirken benden önce davranmayınız…’ buyurdu. [20]

  1. İmamdan Çok Geri Kalmak Caiz Değildir:

İmama uyan kişinin, imamdan bir rekât veya İmam secde­den kalkarken secdeye gitmesi gibi geride kalması caiz değildir. Çünkü bu davranış, Peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi ve sellem)-;in ‘imama tabi olma’ hususundaki emrine aykırıdır.

  1. İmamla, İmama Uyanın Farklı Mezhepte Olması:

İmama uyan kişi, imamın namazı kendi mezhebinden fark­lı kılması durumunda ona muhalefet edemez. Örneğin, İmamın sabah namazında kunut duası okuması gibi bir durumda, İmama uyan bu mezhepte olmasa bile, ona tabi olması gerekir. Çünkü bu gibi konular, ihtilaflı konulardır. İmama uyan kişi ise, İmama tabi olmakla emroîunmuştur. İbn Teymiye’nin el-Fe£âuâ’da tercih ettiği görüş de budur. [21]

  1. Hanımlar Safının Arkasında Yalnız Olarak Namaza Durulması:

Hanımlar safının arkasında, mazeretsiz olarak tek başına namaza duran kadının namazı bâtıl olur. Vâbise bin Ma’bed ra­diyallahu anh anlatıyor; ‘bir adam, safın arkasında yalnız olarak namaza durdu. Bu nedenle Peygamber (sailaliâhu aleyhi ve selem) ona namazını iade etmesini emretti.[22] Ancak kadirin er­kekler safının arkasında, başka kadın olmadığı için yalnız olarak namaza durması caizdir. Bu konu Ümmü Süleym’in rivayet ettiği hadiste geçmişti.

  1. İmam Namazda Yanıldığı Zaman:

İmam, namazda yanıldığı zaman sehiv secdesi yapar. Bu durumda imama uyanın da imamla birlikte -ister yanılmış ol­sun, isterse olmasın- sehiv secdesi yapması gerekir. Sehiv sec­desini imamın selam vermeden önce veya sonra yapması fark etmez. İmama uyan kişi, imam selam verdikten sonra bir rekât veya daha fazla namaz kılmadığı sürece imama sehiv secdesinde uymak zorundadır. Bu konuda icmâ vardır. Ancak imama uyan kişinin yanılması durumunda hiçbir şey gerekmez. Bu konu daha Önce açıklanmıştı.

  1. İmam Selâm Verdikten Sonra, Bir Rekât Veya Daha Fazla Namaz Kılmış Olan Kimse [23] İmamın Sehiv Sec­desi Yapması Durumunda Ne Yapmalıdır?

İmam sehiv secdesini selam vermeden önce yaptığında ona tabi olur; selam verdikten sonra yaptığında İse, ona tabi olmaz. Çünkü onun imamlığı sona ermiştir; namazına devam edenin namazı ise henüz tamamlanmamıştır.[24]

  1. Mazereti Nedeniyle Namazı Oturarak Kıldıran İma­ma Uymak:

Rahatsızlığı veya bir mazereti nedeniyle namazı oturarak kıl­dıran imama uyan kişi, sağlıklı ve güçlü olmasına rağmen namazı oturarak kılar. Tercih edilen görüş budur. Ahmed bin Hanbel, İshâk ve İbn Hazm bu görüştedir.

Aişe (radiyallahu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) rahatsızlandı ve oturarak namaz kıldı. Arka­sındakiler ise ayakta kılıyordu. Bunun üzerine onlara ‘oturunuz’ diye işaret etti. Namazı bitirdiği zaman da; «imam kendisine uyulması için vardır; İmam oturarak kıldığı zaman sizler de oturarak kılınız» buyurdu.[25] Bu hüküm, imam namaza oturarak başladığı zaman geçerlidir.

Şayet imam namaza ayakta başlamış ancak, daha sonra ortaya çıkan bir nedenle oturarak namaz devam ediyorsa, ona uyanlar namazı ayakta kıİarak tamamlarlar. Nitekim sahabeler, Ebû Bekir radiyallahu anh’ın imamlığında namazı ayakta kılar­ken, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelmiş ve namazı oturarak kılmıştır. Bütün sahabeler ayakta oldukları halde, ona uymuşlardır.[26]

  1. Farz Namaz Kılanın, Nafile Namaz Kılana; Nafile Namaz Kılanın, Farz Namaz Kılana Uyması:

Nafile namaz kılan imamın arkasında, farz namaz kılmak ca­izdir. Câbir radiyallahu anh anlatıyor; ‘Muâz bin Cebel, Peygam­ber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’İe birlikte namaz kıldıktan sonra, gidip kabilesine namaz kıldırıyordu.[27]

Mâliki, Hanefi ve Hanbelî mezhebine göre, farz na­maz kılanın, nafile namaz kılana veya farklı bir vaktin farz namazını kılana uyması caiz değildir. Ancak nafile namaz kılanın, farz namaz kılana veya nafile namaz kılana uy­ması caizdir. [28]

Farz namaz kılan imamın arkasında, nafile namaz kılmak caizdir. Ancak bu durumda, İmamın kıldığı namazın rekât sayısı, nafile namaz kılanın rekât sayısına eşit veya daha az olmak zo­rundadır.

Yezîd bin el-Esved radiyallahu anh anlatıyor; ‘(Ben) genç bir delikanlı iken, Rasululiah (sallallâhu aleyhi ue sellemj’le birlikte namaz kıldı(m). Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazı bitirdiğinde, mescidin bir köşesinde namaz kılmayan iki kişi gör­dü. Hemen onları çağırttı. Bunun üzerine onlar titrer bir halde Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in yanına getirildiler. On­lara; «bizimle birlikte namaz kılmanızı Önleyen şey nedir?» diye sordu; «biz evimizde kıldık» dediler, «böyle yapmayın! Biriniz evinde namaz kıldıktan sonra, henüz namazı kılmamış imama yetiştiğinde, imamla birlikte namaz kılsın. Bu namaz onun için nafile olur» buyurdu. [29]

  1. Farz Namaz Kılanın, Farklı Bir Farz Namaz Kılana Uyması:

Farz namaz kılan birinin, farklı bîr farz namaz kılan kişiye -her iki namazın rekât sayıları aynı olması veya imamın namazındaki rekât sayısının daha az olması durumunda- uyması caizdir. Örneğin, öğle namazını kaza eden birinin, ikindi [veya akşam] namazını kılan birine uyması caizdir.

İmamın kıldığı namazdaki rekât sayısının, imama uyanın kıldığı namazdaki rekât sayısından az olması, imama muhalefet sayılmaz. Çünkü imama uyan kişi, imam selam verinceye kadar, imamın her hareketine tabi olmaktadır. İmam selam verdiği za­man, imama uyan kişi kalkar ve namazını tamamlar. Bu durum­da namaza sonradan yetişen kimse gibidir.

Farz namaz kılanın, farklı bir farz namaz kılana uy­ması Şafiî mezhebine göre caiz; Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre caiz değildir. [30]

  1. Nafile Namaz Kılana Uyarak, Nafile Namaz Kılmak:

Nafiîe namazın cemaatle kılınması caizdir. Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ve sellem), Enes bin Mâlik ve annesiyle birlikte cemaat olarak nafile namaz kıldığı daha önce belirtilmişti. Aynı

şekilde Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), İbn Abbâs ve Huzeyfe (radiyallâhu anhum) ile gece namazı kılmıştır.

Nafile namaz kılanın, nafile namaz kılana uyması dört mezhebe göre de caizdir.

  1. Hanımların, Kıraat Veya Tekbirle Birbirlerini Şaşırtmamaları:

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) mescitte saha­belerin sesli kıraatlerini işitince; ‘Dikkat edin! Hepiniz Rabbine münacatta bulunuyor. Birbirinizi rahatsız etmeyin. Kuran okur­ken veya namaz kılarken birbirinizden daha fazla ses çıkarma­yın [31] buyurdu.

  1. Namaza Sonradan Yetişenin Durumu:

a) Cemaat Faziletine Erişmek İçin, İmama Hangi Halde Olursa Olsun Tabi Olmak:

Cemaat namaz kılarken mescide giren kişi, son oturuşta bile olsa hemen imama tabi olmalıdır. Çünkü Peygamberimiz (sal­lallâhu aleyhi ve sellem); ‘yetiştiğinizi kılınız, yetişemediğinizi ta­mamlayınız [32] buyurmuştur.

Peygamberimiz (saliallâhu aleyhi ve sellem) namazda secde halindeyken, cemaate katılan ve secde eden kişiyi gördüğünde; ‘İşte böyle yapınız! Bunun dışına taşmayınız. Rükûda, kıyamda veya secdede iken beni gören, hemen benimle birlikte aynı hare­kete tâbi olsun [33] buyurmuştur.

b) Cemaat Hükmüne Erişmek:

Cemaatle namaz hükmü, ancak imamla birlikte bir rekât tam kılındığı zaman oluşur. Çünkü Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem); ‘Namazın bir rekâtına yetişen, namaza yetişmiş olur [34] buyurmuştur.

c) İmamla Birlikte Bir Rekâta Yetişmek:

Alimlerin çoğunluğu, imama rükûda yetişen kimsenin o rekâta yetişmiş olduğu görüşündedir. İmam rükûdan kalktıktan sonra, -henüz secdeye gitmeden önce, kıyamda yetişilse dahi- o rekât kaçırılmış olur. İmam selam verdikten sonra, kaçırılmış olan rekât kaza edilir.

İmam Buhârî, İbn Hazm ve Şevkânî gibi bazı âlimler ise, ‘imama fatiha’da yetişemeyen, o rekâta yetişmiş olmaz’ demiş­lerdir. Bu konuda ‘Fatiha okumayanın namazı olmaz’ hadisinin genel ifadesiyle amel etmişlerdir.

  1. Direkler Arasında Saf Olmanın Mekruhluğu:

Cemaatle namaz kılındığında, direklerin safı bölmesi mek­ruhtur. Muâviye bin Kurre, babasından naklediyor; ‘Rasulullah (sailallâhu aleyhi ve sellem)’in zamanında direkler arasında saf olmamız yasaklanmıştı. Bu nedenle direk aralarından uzaklaştı­rılırdık.[35]

Bu hüküm, cemaatle namaz kılınması haline özgüdür. Ancak yalnız namaz kılındığında, direk aralarında kılmanın bir sakıncası yoktur. İbn Ömer, Biial’e -radiyaliahu anhumâ-; ‘Peygamberimiz {sailallâhu aleyhi ve sellem), Kabe’nin içine girdiği zaman nerede namaz kıldı?’ diye sordu. Bilal radiyaliahu anh; ‘önde duran iki direğin arasında’ yanıtını verdi.[36]

Hanımların Mescitlere Gitmeleri ve Bazı Hükümleri:

Daha önce de belirtildiği gibi, hanımların cemaate katıl­ması vacip değildir. Peygamberimiz {sailallâhu aleyhi ve sellem’in hanımlarının cemaate çıkmayıp, kendi odalarında namaz kıldıkları rivayet edilmiştir.[37]

Hanımların mescitlere gitmeleri caizdir. Rasulullah (sailal­lâhu aleyhi ve sellem) zamanında hanımların mescide gelerek, onun arkasında cemaatle namaz kıldıklarını anlatan birçok delil bulunmaktadır. Âişe (radiyaliahu anhâ) anlatıyor; ‘Mümin ha­nımlar örtülerine bürünmüş olarak, Rasulullah (sailallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte sabah namazında bulunur; namaz bittikten sonra da evlerine dönerlerdi. Gecenin alaca karanlığında kimse onları tanımazdı.[38]

Hatta bir hanımın mescitte gecelediği,[39] diğerinin geceleri mescitte namaz kılarak geçirdiği [40] rivayet edilmiştir.

Hanımların Mescide Gitmek İçin, Eşlerinden İzin Almaları, Eşlerinin De Onları Engellememeleri:

İbn Ömer (radiyaliahu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sailallâ­hu aleyhi ve sellem); ‘Birinizin hanımı, mescide gitmek için izin istediğinde onu engellemesin’ buyurmuştur. [41]

Hanımların mescide gitmelerini engelleyen bir neden bulun­madığı sürece, eşlerin hanımlarına izin vermesi vaciptir. Çünkü Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem) eşlerin hanımlarını engellemelerini nehyetmiştir.[42]

Hanımların Mescide Giderken Dikkat Et­meleri Gereken Hususlar:

  1. Fitneye Neden Olabilecek Koku ve Süslenmeler­den Sakınmak:

Abdullah’ın hanımı Zeyneb (radiyallâhu anhum) anlatıyor; ‘Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve sellem) bize, «mescide geldiğiniz zaman, hiçbiriniz koku sürünmesin» buyurdu. [43]

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), «Allah’ın kadın kullarını, Allah’ın mes­citlerinden alıkoymayınız. Onlar da koku sürünmeden mescide gelsinler» buyurmuştur’. [44]

  1. Evden Dua Okuyarak Çıkmak:

Evden çıkarken;

Bismillah tevekkeltu alallah, ve îâ havle ve !â kuvvete illa billah’

Allah’ın ismiyle (çıktım). Allah’a tevekkkül ettim, güç ve kuvvet sadece Allah’a aittir’. Evden çıkarken bu duayı okuyana, (bir melek); ‘(Bu duanın bereketiyle) doğru yola iletildin; (serlere karşı koymakta) yeterli kılındın ve korundun’ diye karşılık verir. Bunun üzerine şeytanlar ondan uzaklaşır. [45]

Ey Allah’ım! Kalbimde bir nur yarat; lisanımda bir nur ya­rat; kulağımda bir nur yarat; gözümde bir nur yarat; arkamda bir nur yarat; Önümde bir nur yarat; üzerimde bir nur yarat; altımda bir nur yarat; Allah’ım bana nur ver!.[46]

  1. Mescide Giderken Koşmamak, Vakarlı Yürümek:

Ebû Katâde (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallal-lâhu aleyhi ve sellem)le namaz kılarken birilerinin patırtıları du­yuldu. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazı bitirince onlara; «neyiniz vardı?» diye sordu. Onlar; «namaz için acele et­tik» cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aley­hi ve sellem) «böyle davranmayın! Namaza gelirken sükûnetle gelin. Yetiştiğinizi kılın, yetişemediğinizi tamamlayın’ buyurdu.[47]

  1. Mescide Girerken Ve Çıkarken Dua Okumak:

Mescide girerken şu dua okunmalıdır;

Allah’ın adıyla (giriyorum), Allah’ın Rasulüne salât ve selâm olsun. Allah’ım! Günahlarımı bağışla ve bana rahmet kapılarını aç.

Mescitten çıkarken şu dua okunmalıdır;

Allah’ın adıyla (çıkıyorum), Allah’ın Rasulüne selâm olsun. Allah’ım! Günahlarımı bağışla ve bana fazilet kapılarını aç.[48]

  1. Tahiyyat-Ül Mescit Namazı Kılmak:

Mescide girildiğinde oturmadan önce iki rekât, tahiyyat-ül mescit namazı kılınır.

.Rasulullah (saüallâhu aleyhi ve sellem); ‘biriniz mescide gir­diği zaman, oturmadan önce iki rekât namaz kılsın buyurmuş­tur.[49]

  1. Kamet Getirildiği Zaman Nafile Namaz Kılmamak:

Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘kamet getirildiği za­man, farz namazdan başka namaz olmaz’ buyurmuştur.[50]

  1. Namaz Biter Bitmez, Hanımların Hemen Mescitten Çıkmaları:

Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) namazdan çıkmak için selam verir vermez kadınlar kalkıp giderlerdi. Fakat kendisi kalkmadan önce biraz beklerdi. [İbn Şihâb ez-Zührı der ki;] ‘kanaatimce bunu, erkeklerin yetişmesinden önce, hanımların çıkması için yapardı, -Allah en doğrusunu bilir.[51]

Hanımların namaz biter bitmez mescitten hemen çıkmaları, erkeklerin arkasında aynı yerde namaz kılmaları durumunda söz konusudur. Eğer mescitte hanımlara öze! bölüm var ise, hanım­ların namaz sonrası hemen çıkmayıp, namaz sonrası tesbihatı ve zikirleri yapmaları daha faziletlidir. Çünkü hanımlar mescitte kal­dığı ve konuşmadıkları sürece, melekler onlara salâvat getirirler. [52]

  1. Mescide Gelirken, Pişmemiş Soğan Veya Sarmısak Yemekten Sakınmak:

Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Sarmısak, soğan ue pırasa yiyen, mescidimize yaklaşmasın. Hiç kuşkusuz, insanların rahatsız olduğu şeylerden, melekler de rahatsız olur [53] buyur­muştur.

Soğan ve sarmısak pişirildiği takdirde mescide gelirken yen­mesinin bir sakıncası yoktur. Çünkü Ömer bin Hattab {radiyal­lâhu anh) bir hutbesinde şöyle demiştir; ‘… Ey insanlar! Sizlerin Şu iki kötü (kokulu) bitkiyi yediğinizi görüyorum. … Kim bunları yemek istiyorsa, pişirdikten sonra yesin.[54]

  1. Mescide Tükürmekten Sakınmak:

Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘mescide tükürmek günahtır; kefareti ise onu temizlemektir [55] buyurmuştur.

  1. Mescitte Yitik Aramaktan Ve Alışverişten Sakın­mak:

Mescitte İbadet edenleri rahatsız edecek şekilde, yİÜk ara­mak ve alışverişte bulunmak caiz değildir. Ebû Hureyre (radi­yallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki; ‘kim, mescitte yitik arayan bir adamın sesini işitirse ona; «Allah sana yitiğini buldurmasın» desin. Çünkü mescitler bu gibi işler için inşa edilmemiştir.[56]

Abdullah İbni Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygam­ber (sallallâhu aleyhi ue sellem) mescitte alış veriş yapılmasını, şiir okunmasını ve yitik aranmasını yasakladı.[57]

Mescitlerin dış kapılarında alışveriş yapmak caizdir, bunda herhangi bir kerahet yoktur. İbni Ömer (radiyallâhu anhj’ın riva­yet ettiği hadis bu konuda delildir.

İbni Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Bir gün Ömer bin Hattâb mescidin kapısında satılan ipek bir elbise gördü ve; «ey Allah’ın Rasülü! Bu elbiseyi satın alsanız ve Cuma günleri ve he­yetleri kabul ettiğiniz zamanlarda giyseniz» dedi; Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «bu elbiseyi ancak, âhi-rette hiçbir nasibi olmayanlar giyer» buyurdu.[58]

  1. Mescitte Yüksek Ses Çıkarmamak:

Mescitte yüksek sesle konuşmak ve bağırmak caiz değildir. Sâib İbni Yezîd anlatıyor; ‘Ömer bin Hattab, mescitte yüksek ses çıkaran Taif’li iki adam gördü, onlara; «eğer Medine7 li olsaydınız canınızı yakardım! Siz Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in mescidinde sesinizi yükseltiyorsunuz!’ dedi. [59]

Kuran okurken dahi olsa, namaz kılanların rahatsız edilmesi­nin yasaklandığı, daha önce belirtilmişti. Bu hüküm, yüksek sesle konuşulduğunda ve bağırıldığında da geçerlidir. Ancak, mescitte kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde konuşulmasının bir sakıncası yoktur.

Câbir bin Semura (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldıktan sonra gü­neş doğuncaya kadar namaz kıldığı yerden kalkmazdı. Bu arada sahabeler konuşur, cahiliyeden bahseder ve gülüşürlerdi. Rasu­lullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise tebessüm ederdi.[60]

  1. Fitne Çıkmayacağından Emin Olunduğu Takdirde, Kirletmeden Hanımların Mescitte Yemesi, İçmesi Ve Uyuması:

Fitne çıkmayacağından emin olunduğu takdirde, mescidi kirletmeden hanımların mescitte yemesi, içmesi ve uyumasının bir sakıncası yoktur. Abdullah bin el-Hâris (radiyallâhu anh) an­latıyor; ‘Rasululiah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in zamanında mescitte ekmek ve et yerdik.[61]

Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in zamanında, zenci bir kadın mescitte kalırdı. [62]

Arkasında hanımların da namaz kıldığı imam, hanımların durumlarını dikkate almalıdır. Ebû Katâde (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘ben namaza durduğum zaman uzun kılmak istiyorum. Ancak çocukların ağ­lamasını işitince, annelerine sıkıntı vermemek için namazımı kısa tutuyorum [63] buyurdu.

Hanımların Namazlarını Evlerinde Kılma­ları, Mescitte Kılmalarından Evlâdır:

Abdulhamit bin el-Munzir es-Sâidî, babasından, o da nene­sinden naklediyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e, «eş­lerimiz bizi seninle namaz kılmaktan alıkoyuyor, oysa biz seninle namaz kılmaktan hoşlanıyoruz» dedim. Bunun üzerine Rasulul­lah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «sizlerin evlerinizde kıldığınız namazlarınız, odalarınızda kıldığınız namazlardan; odalarınızda kıldığınız namazlar da (mescitte) cemaatle kıldığınız namazları­nızdan daha faziletlidir» buyurdu.[64]

İbni Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve selletn), hanımlarınızı mescitlerden alıkoymayınız; [fakat] evleri onlar için [daha] hayırlıdır buyurdu.[65]

Bu hadis-i şerife göre, hanımların evlerinde kıldıkları namaz­lar, camide kıldıkları namazlardan daha hayırlıdır. Ancak bunun farkında olamayıp, mescitte cemaatle kılmak isteyebilirler. Mescit­lerde kıldıkları namazların daha sevap olduğunu zannedebilirler. Oysa, evlerinde kıldıkları namazları daha faziletlidir. Bunun daha faziletli olmasının nedeni, fitneden korunma hususunda evlerinin daha emniyetli oluşudur. Bu konu, bazı hanımların açık giyinme­leri ve süslenmeleri nedeniyle daha da önem kazanmaktadır.

Bu nedenle Âişe (radiyallâhu anhâ); ‘Rasulullah (salhUâhu aleyhi ve seüem) şu an yaşayıp da, kadınların ortaya çıkardıkla­rı halleri görseydi kesinlikle onların mescitlere gelmelerine mani olurdu. Tıpkı israil oğullarının hanımlarının mescitlerden alıko­nulduğu gibi [66] demiştir.

Hanımlar için en faziletli namazla ilgili olarak konuyu şöyle özetleyebiliriz;

  1. Hanımların, mescitte cemaatle namaz kılmaları, mescitte yalnız kılmalarından daha hayırlıdır.
  2. Hanımların evlerinde cemaatle namaz kılmaları, evlerin­de yalnız kılmalarından daha hayırlıdır.
  3. Hanımların mescitte cemaatle namaz kılmaları mı, evle­rinde yalnız namaz kılmaları mı, daha hayırlıdır konusu ise;

Daha önce zikredilen delillerin genel ifadesi esas alındığın­da; hanımların evlerinde yalnız namaz kılmaları, cemaatle kılmak için mescide gelmelerinden daha hayırlı olduğu sonucuna varıl­maktadır.

  1. Bir kadın, birlikte namaz kılmak için başka bir kadının evine gitmesi durumunda ise sevabı, mescit sevabından daha az olur. Çünkü sonuç itibariyle evden çıkmış olmaktadır; geriye mescidin fazileti ve müslümanlarla birlikte hayrı müşahede et­mek kalmaktadır.[67] En doğrusunu Allah bilir.

Seferî Hanımların Namazı:

Yolculuk yapan hanımların, namazları kısaltarak kılmaları vaciptir. Yani, dört rekâtlı öğle, ikindi ve yatsı namazların farzla­rını, iki rekât olarak kılmaları gerekir. Nitekim Yüce Allah; ‘Yolcu­luk ettiğinizde, kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsa-nız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur.[68]

Bu âyetin hükmüne şaşıran Ömer bin Hattab (radiyallâhu anh), Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e bu konuyu sordu­ğunda; ‘bu, Allah’ın size bir sadakasıdır; O’nun sadakasını kabul ediniz’ buyurur. [69]

İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Allah, (namazı) pey­gamberinizin lisanıyla, yerleşik olduğunuzda dört; yolcu olduğu­nuzda iki rekât olarak farz kılmıştır.[70]

İbn Ömer (radiyallâhu anh} anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’le yolculukta bulundum. Vefatına kadar yolcu­lukta namazları iki rekâttan fazla kıldırmadı Ebû Bekir’le yolcu­lukta bulundum. O da, vefatına kadar yolculukta namazları iki rekâttan fazla kıldırmadı. Sonra Osman’la yolculukta bulundum. O da, vefatına kadar yolculukta namazları iki rekâttan fazla kıl­dırmadı. Nitekim Allah [Teâlâ]; «Muhakkak ki, sizler için Allah’ın Resulünde güzel örnek vardır [71] buyurmuştur. [72]

Seferîlik Nereden İtibaren Başlar?

Kişi, kendi beldesinde bulunduğu sürece namazları kasr ya­pamaz/kıs altamaz. Kendi beldesinin dışına çıktığı andan itibaren dört rekâtlı namazları, iki rekât olarak kılmaya başlar. Enes (radi-yallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasuluüah (salhliâhıt aleyhi ve selîem) 7e Medine’de, öğle namazını dört rekât; Zi’l-Huleyfe’de ise iki rekât olarak kıldım.[73] Yani Medine’yi çıktıktan sonra Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) öğle namazını, Zi’1-Huieyfe mevkiin­de seferi olarak kıldırmıştır.

Namazların Seferi Olarak Kılınabileceği ‘Yolculuk Mesafesi’:

Namazların kısaltılarak kılınabileceği yolculuk mesafesi hak­kında âlimler, farklı görüşler bildirmişlerdir. Bunlar arasında ter­cih edileni, şer’î olarak yolculuk mesafesini belirten bir ölçünün bulunmadığıdır. Dolayısıyla, Arap dilinde sefer/yolculuk olarak İsimlendirilen her mesafede ‘namazları kasr/kısaltma: caizdir. Şa­yet bu konuda, yolculuk mesafesi gerekseydi, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kesinlikle bunu bize açıklardı. Sahabeler de bu mesafeyi öğrenmekten geri kalmazlardı.[74]

Namazların seferî olarak kılınabileceği yolculuk me­safesi karada 90 km., denizde 60 mil ve üzerindeki me­safedir.[75]

Seferîlik Süresi:

Yolculuk edilen yerde ne kadar kalınacağı belirli olmadığı sürece, namazlar kısaltılarak kılınır. Kalınan sürenin uzaması so­nucu değiştirmez. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), namazların kısaltılarak kılınacağı bir süre belirtmemiştir. Fakat yolculuk edilen yerde ne kadar kalınacağı bilindiği takdir­de, on dokuz gün süresince seferî, daha sonra mukim/yerleşik olarak namaz kılınır.

İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (saİlaliâ-hu aleyhi ve sellem) on dokuz gün [namazları] kısaltarak kıldırdı. Bu nedenle bizler, seferî olduğumuzda on dokuz gün kısaltarak; daha fazla kaldığımızda ise tam olarak kılardık.[76]

Hanefî mezhebine göre, seferilik süresi 15 gün ve altındaki sürede geçerlidir. 15 günden daha uzun kalın­maya niyet edilmesi durumunda seferilik kalkar. 15 gün kalındıktan sonra, ne zaman hareket edileceği bilinmeksi­zin kalman sürede de seferilik devam eder. [77]

Namazları, Seferî Kılmak İçin Niyet Şart Değildir:

Seferî kimsenin, arkasında namaz kıldığı imamın tam mı, kı­saltarak mı kılacağını bilmemesinin bir sakıncası yoktur. Çünkü namaza niyet edilmesinin dışında, kısaltmak için ayrıca niyete gerek yoktur.

Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) veda haccına çıkarken Medine’de öğle namazını dört rekât olarak kıl-dırmiştır. Zi’1-Huleyfe’ye varıldığında ise, ikindi namazını iki rekât olarak kıldırmışür. O anki cemaatinin sayısını İse ancak Allah bilir. Çünkü haccetmek için gelenlerin tamamı, Medine’den Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’le birlikte yola çıkmışlardı. Birçoğu seferî namazı bilmiyordu. [78]

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in namazları sa-habeieriyle birlikte, kısaltarak kılacağını bildirmeksizin, kısaltarak kıldığını, daha önce zikrettiğimiz Zu’1-Yedeyn’in rivayet ettiği hadis de ifade etmektedir. Nitekim Peygamberimizin öğle namazını İki rekât kılması üzerine, ‘Zu’iYedeyn; «Ey Allah’ın Rasülü! Namaz kısaldı mı, yoksa unuttunuz mu?» diye sormuş; Peygamberimiz de; «ne unuttum, ne de kısaldı!» cevabını vermişti.

Mukim/Yerleşik Kişinin, Seferî Olan İmama Uyması:

Mukîm kişi, seferî imama uyduğunda, imam namazını seferi kılıp, ikinci rekâtta selam verdiği zaman; namazını dört rekâta tamamlar.

Seferî Olanın, Mukim İmama Uyması:

Seferi kimse, mukim imama tabi olması durumunda, imam­la birlikte namazı dört rekât olarak kılar. Bu nedenle Ibni Ömer (radiyallâhu anh), imamla birlikte kıldığında dört rekât; yalnız kıldığında ise iki rekât olarak kılardı.[79]

Musa İbni Seleme el-Hezlî anlatıyor; ‘Mekke’de bulundu­ğumda, imamla kılmadığım namazları nasıl kılayım diye İbn Abbâs’a sordum; «iki rekât kıl. Ebu’l-Kâsım (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in sünneti budur» dedi.[80] Bu rivayetten, mukim imamın arkasında kılındığında dört rekât kılınacağı anlaşılmaktadır.

Hatırlatma:

Seferi olan, mukim imamın arkasında iki rekât namaza ye­tiştiğinde, yetişemediği iki rekâtı tamamlaması gerekir mi? Ya da imamla birlikte selam verebilir mi?

Mukim imama uyanların namazlarını dört rekâta tamamla­ması gerekir. Yetiştiği yeri imamla kıldıktan sonra, yetişemediğini tamamlar. Ebû Mulciz anlatıyor; ‘Seferi olan, mukim cemaatin son iki rekâtına yetiştiğinde, yeterli olur mu? Ya da onların namazı gibi (dört rekât)mı kılmalıdır? diye, ibn Ömer’e sordum; bana gülümsedi ve; «onların namazı gibi kılmalıdır» dedi.[81]

Seferi İken, Nafile Namazlar Kılınır Mı?

Ibni Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâ­hu aleyhi ve sellem)’le birlikte yolculukta bulundum. Yolculukta onun nafile namaz kıldığını hiç görmedim’ Nitekim Yüce Allah, «Muhakkak ki, sizler için Allah ‘m Resulünde güze! örnek vardır [82] buyurmuştur.

Ibni Ömer (radiyallâhu anh), insanların seferi iken, nafile na­maz kıldıklarını gördüğünde «eğer nafile kılacak olsaydım, (farz) namazı dörde tamamlardım» demiştir. [83]

Bu rivayetler, sabah namazının sünneti dışında, diğer vakit namazlarının sünnetlerinin seferi iken kılınmayacağma delildir. Ancak seferî iken mutlak anlamda [84] nafile namaz kılınmasının bir sakıncası yoktur. Çünkü Rasuluîlah (sallallâhu aleyhi ve sellem), başıyla ima ederek, bineğinin üzerinde nafile namaz kıl­mıştır. İbni Ömer (radiyallâhu anh) de aynı şekilde nafile namaz-kılıyordu. [85]

Nafile namazlar konusunda, Peygamberimiz (sallallâhu aley­hi ve sellemj’in sabah namazının sünnetini seferî iken de terk etmediği belirtilmişti.

Namazları Cemederek/Birlikte Kılmak

Aşağıda belirtilen durumlarda, öğle ve ikindi namazları İle akşam ve yatsı namazları tek vakitte kıhnabilir.

  1. Yolculukta/Seferî İken:

a) Yolculuğa öğle namazından önce çıkan kişinin, öğle na­mazını ikindi vaktine kadar geciktirip, ikindi namazıyla birlikte kılması caizdir. Ancak yolculuğa öğleden sonra çıkılacaksa, öğle namazının kılınıp daha sonra yolculuğa çıkılması gerekir.

Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve seliem) güneş meyletmeden (öğle vakti girmeden) Önce yolculuğa çıktığı zaman, öğle namazını geciktirir, ikindi vaktinde ikindi namazıyla birlikte kılardı. Eğer güneş meylettikten (öğle vakti girdikten) sonra yola çıkarsa, önce namazını kılar daha son­ra bineğine binerdi.[86]

b) Seferîlik devam ettiği sürece, namazları cem ederek/bir vakitte kılmak caizdir. Öğle ve İkindi, öğle vaktinde kılınacaksa buna ‘cem-i takdim/öne alarak birleştirme’; ikindi vaktinde kı­lınacaksa, buna ‘cem-i tehir/sona alarak birleştirme’ adı veriiir. Akşam ve yatsı namazları da aynı şekildedir.

İbni Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (salial-lâhu aleyhi ve seliem) öğle ve ikindi namazlarını cem ederdi… Akaşamla da, yatsıyı cem ederdi.[87]

  1. İhtiyaç Durumunda:

Alışkanlığa dönüştürmemek şartıyla, ihtiyaç durumunda na­mazları cem ederek kılmak mukim iken de caizdir. Bu durum, hastalık ve benzeri durumlarda söz konusudur.

İbni Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Hiçbir korku ve yağmur durumu olmadığı halde, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seliem) Medine’de öğle ile ikindiyi, akşamla da yatsıyı cem ede­rek kıldırdı’. İbni Abbas’a; «bu uygulamasıyla ne kastetti?» diye soruldu; «ümmetine zorluk olmamasını kastetti» dedi.[88]

Hatırlatma:

Namazları cemederken, peş peşe kılmak şart değildir. Ör­neğin öğle namazını, ikindinin İlk vaktinde kılıp, ikindi namazını İkindinin son vaktinde kılmak caizdir. Şer’an bunda bir sınır yok­tur. Çünkü bunu sınırlamak, ruhsatın amacını ortadan kaİdırır. [89]

Hanımların Cuma Namazı Kılması

Hanımların Cuma Namazına Katılmaları Farz Değildir:

Hanımların Cuma namazına katılmalarının farz olmadığı ko­nusunda âlimler ittifak etmiştir.[90] Bunu ifade eden birçok rivayet Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel!em)’den nakledilmiştir. Târik bin Şihâb (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Cuma namazım ce­maatle kılmak, her Müslümana farzdır. Bundan sadece dört sınıf muaftır; Köleler, kadınlar, çocuklar ve hastalar.[91]

Hanımların Cuma Namazına Katılmaları Caizdir Ve Öğle Namazı Yerine Geçer:

Hanımların Cuma namazına katılıp, İmamla birlikte Cuma namazını kılmaları durumunda, namazları sahihtir ve öğle na­mazı yerine geçer. Cuma namazını kıldıktan sonra ayrıca öğle namazı kılmazlar. Bu konuda âlimler, icmâ etmiştir.

Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seliem)’in zamanında, ha­nımlar Cuma namazına katılmaktaydılar. Hâris’in kızı Ümmü Hişâm {radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Ben «Kâf sûresini» bizzat Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)”m ağzından ezberledim. Her Cuma bu sûreyle hutbe okurdu.[92]

Amre (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘«Kâf ue’l-Kurâni’l-Me-cîd» sûresini bizzat Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellemj’in ağ­zından ezberledim. Cuma günleri bu sûreyi okurdu.[93]

Cuma Namazına Katılmak İsteyen Hanımların Yapması Gerekenler:

  1. Gusül Abdestî Almak:

Cuma namazına katılmak iste­yen hanımların, gusül abdesti almaları müstehaptır. Çünkü Pey­gamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘biriniz Cuma namazına gelmek istediğinde, gusüi abdesti alsın buyurmuştur. [94]

İmam Mâlik der ki; ‘Kölelerin, kadınların ve çocukların Cuma namazına katılmaları farz değildir. Ancak bunlardan Cuma na­mazına katılmak isteyenlerin de gusüi abdesti alması gerekir.[95]

Hatırlatmalar:

a) Cuma namazına gitmeden önce alınan gusül abdesti, fe­cir doğduktan sonra alınmış olsa dahi yeterlidir. Gusül abdesti aldıktan sonra, abdesti bozulduğunda, Cuma namazı için sadece namaz abdesti alması yeterlidir.[96]

Abdurrahman bin Ebzâ (radiyallâhu anh), ‘Cuma günü gu­sül abdesti aldıktan sonra abdesti bozulduğunda sadece namaz abdesti ahr, tekrar gusül abdesti almazdı.[97]

b) Cuma günü sabahı cünüp olarak uyanan kişinin, cünüplükten dolayı aldığı gusül abdesti, her ikisine birden niyet ederek [98] aldığı takdirde Cuma namazı için de geçerlidir.

  1. Mescide Giderken Dikkat Edilmesi Gereken Âda­ba Riayet Etmek:

Daha önce zikredilmişti.

  1. Mescide Erken Gitmek:

Ebû Hureyre {radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem) buyurdu ki; ‘Cuma günü mescidin bütün kapılarında melekler durur ue ilk gelenleri yazarlar. İmam oturduğu zaman, defterleri kapatır, hutbeyi dinlemeye gelirler.[99]

Hutbeden Önce Mescitte Hanımların Yapması Gerekenler:

  1. Tahiyyat-ül-Mescit Namazı:

Bu konuyla ilgili hadis daha önce zikredilmişti, tmam hutbeye başlamış olsa dahi, tahiy-yat-ül-mescit namazının kılınması gerekir. Bu, mescide girildiğin­de oturmadan önce iki rekât namaz kılmaktır. Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Cuma günü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sel­lem) hutbe okurken, bir adam mescide girdi. Ona; «Ey falan kişi! Namaz kıldın mı?’ diye sordu; adam «hayır» dedi; bunun üzerine «kalk namaz kıl» buyurdu’. [100]

  1. Hanımların Da, Erkeklerin De, Cuma Namazından Önce Mescitte Halka Yapmaları [101] Caiz Değildir:

Amr b. Şuayb babasından, o da dedesinden naklederek an­latıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) mescitte alışve­riş yapılmasını, kayıp ilân edilmesini, şiir söylenmesini ue Cuma günü namazdan önce halka halinde oturulmasını yasaklamış­tır.[102] Halka yapılması ifadesine, konuşmak için veya ders yap­mak için bir araya toplanıp halka halinde oturmak da dâhildir.

  1. Hutbe İçin Ezan Okunduğu Sırada Nafile Namaz Kı­lınmaz:

Çünkü Cuma namazından önce sünnet namaz yoktur. Sadece mescide ilk girildiğinde kılınan iki rekât sünnet namaz vardır.[103] Hutbe için ezan okunduktan sonra tekrar kılınması ge­reken başka nafile namaz yoktur.

Hanefî âlimlerin de yer aldığı cumhur-u ulemâya göre, Cuma namazının farzından önce dört, farzından sonra dört rekât nafile kılmak müstehaptır. Nitekim İbn Mâce’nin rivayet ettiği hadiste, «Peygamberimiz (sallaliâ­hu aleyhi ve sellem), Cuma’dan önce ve sonra dört rekat nafile namaz kılardı» denilmiştir. Sâid bin Mansûr, İbn Mesûd (radiyallâhu anh)’ın Cuma’dan önce dört, Cuma­dan sonra dört rekât namaz kıldığını rivayet etmiştir.[104]

İmam Hutbe Okurken Hanımların Yapması Gerekenler:

  1. İmamın Hutbesini Dinlemek: Herhangi bir sebepten do­layı imamın hutbesini işlemeyenlerin, sessizce Kuran okumaları veya zikretmeleri caizdir.

Peygamberimiz fsaüallâhu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki; ‘Cuma’ya üç tür insan gelir; ‘(Birincisi), lüzumsuz amaçlarla ge­len insanlardır. Bunların nasibi lüzumsuzluklarıdır. (İkincisi), Aziz ve Celil Allah’a dua etmek için gelenlerdir. Allah dilerse bunlara verir, dilerse vermez. (Üçüncüsü), sükût etmek ve dinlemek için gelenlerdir. Bunlar hiçbir müslüman’m omzuna basmadan ve hiç kimseye eziyet etmeden gelenlerdir. Bu hareketleri gelecek Cuma’ya ve üç gün fazlasına kadar yaptıkları için kefaret olunur.[105]

  1. Hiçbir Şekilde Başkasıyla Konuşmamak: peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem); ‘Cuma günü, -imam hutbe okur­ken- arkadaşına «sus!» diyen, ‘lüzumsuzluk’ yapmış olur [106] bu­yurmuştur.

Aksıranın içinden «elhamdülillah» demesi, peygamberimiz­den bahsedildiğinde içinden salâvat getirmesi, imamın duasına amîn demesi caizdir. Ancak aksırana «yerhamukellah» demek veya konuşanı susturmak için söz söylemek caiz değildir.

  1. Hutbeden önce, hutbeden sonra ve iki hutbe arasında imam sustuğunda konuşmanın bir sakıncası yoktur. Çünkü ko­nuşmanın yasaklandığı süre, imamın hutbe okumasıyla sınırlı­dır.
  2. Hanımların omuzlarına basarak safların arasında ilerle­mek caiz değildir. Ancak saflar arasında boş yer bulunması du­rumunda veya ihtiyaçtan dolayı yerinden ayrılanın tekrar yerine dönmesi caizdir. Çünkü Peygamberimiz (sallalîâhu aleyhi ve sel­lem) insanların omuzlarına basarak ilerleyen kişiye; ‘otur! Kuşku­suz bu davranışınla insanlara eziyet ettin [107] buyurmuştur. Ayrıca ‘kim lüzumsuzluk yapar ve insanların omuzlarını tepelerse, Cu-ma’nm sevabından mahrum olur [108] buyurmuştur.
  3. İki Kişinin Arasını Ayırmamak: Bir arada oturan iki kişinin arasını ayırıp, aralarına oturmak caiz değildir. Salman (radiyallâ­hu anh)’tan merfu olarak yapılan rivayette, Peygamberimiz (sal­laliâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; ‘… sonra mescide gelip, iki kişinin arasını ayırmadan oturanın o Cuma’dan bir son­raki Cuma’ya kadar yaptıkları mağfiret olunur.[109]
  4. Yerine oturmak için bir başkasını yerinden kaldırmak caiz değildir; ancak yer açması istenebilir: Çünkü Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve seîlem); ‘Cuma günü hiç kimse, sonrasında yerine oturmak için kardeşini oturduğu yerden kaldırmasın. An­cak «yer açınız!» desin [110] buyurmuştur.
  5. Hutbe esnasında uyuklayan, oturduğu yeri değiştirmeli­dir: Çünkü Peygamberimiz {sallaliâhu aleyhi ve sellem), Cuma günü biriniz oturduğu yerde uyukladığmda, oturduğu yeri değiş­tirsin’ buyurmuştur.[111]
  6. Hutbe esnasında, unuttuğu veya uyuyakaldığı bir farz na­mazı hatırlayan, o namazı hemen kaza etmelidir: Çünkü Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve seliem)’in; ‘/cim bir namazı unutursa veya uyuyakahrsa, o namazı hatırladığı zaman hemen kılsm. O namaz için bunun dışında bir kefaret yoktur [112] ifadesi geneldir.

Hanefî ve Mâliki mezhebine göre, hutbe okunurken namaz kılınmaz ve konuşulmaz.[113] Hutbe başlamadan namaza başlamış olan dahi hutbe başlandığında rukû’ya gitmeden oturup, hutbeyi dinlemelidir. Bu konuda Ha­nefî ve Mâliki âlimler, mescide sonradan girip, insanların omuzlarına basarak ilerleyen kişiye, Peygamberimizin; «otur! (insanlara) eziyet ettin» buyruğunu delil almışlar­dır.[114] Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel-İem), o kişiye tahiyyat-ül mescid veya farklı bir namazı kıldıktan sonra oturmasını emretmemiştir.

Cuma Namazının Hükümleri

Cuma Namazının Farzı İki Rekâttır:

Ömer bin Hattâb (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Kurban bayramı namazı iki rekâttır; Ramazan bayramı namazı iki rekâttır; Cuma namazı iki rekâttır. Peygamberiniz (sallallâhu aleyhi ve seîlem)’m lisanıyla bunlar tam olarak kılınır; kısaltma yapılmaz. Bu konuda iftira eden pe­rişan olur.[115]

Cuma Namazına Yetişmek:

İmamla birlikte bir rekâta yetişen, imam selam verdikten sonra diğer bir rekâtı tamamlar. İmam ikinci rekâtın rükûsundan doğrulduğu zaman yetişen ise, imam seiam verdikten sonra namazı dört rekât olarak kılar.

İbni Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Cuma günü bir rekâ­ta yetişen, yetişemediği bir rekâtı tamamlar. Eğer cemaate teşeh­hüt oturuşunda yetişirse, namazı dört rekât olarak kılar.[116]

İbni Mesûd {radiyallâhu anh} anlatıyor; ‘Bir rekâta yetişen, Cuma’ya yetişmiş olur; (bir rekâta) yetişemeyen Cuma’ya yetişe-memiş olur; Bu nedenle o kişi dört rekât kılmalıdır.[117]

Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Cemaat otururken yeti­şen, dört rekât kılar.[118]

Sahabelerin -Allah onlardan razı olsun- fetvalarından da anlaşıldığı gibi, ancak bir rekâta yetişildiğinde Cuma namazına yetişilmiş olur. Bu konuda sahabeler arasında herhangi farklı bir görüş bilinmemektedir. Birçok kişi, bunu sahabe icmâsı olarak nakletm iştir. [119]

Hanefi mezhebine göre, Cuma namazının farzına imam selam vermeden önce yetişen kişi Cuma namazına yetişmiş olur. Yetişemediği kısmı imam selam verdikten sonra yalnız olarak tamamlar. Sonradan imama yetişen kişi Cuma namazının farzını iki rekât olarak kılar. Bu ko­nuda Hanefî âlimleri Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in; ‘(Cemaate) yetiştiğiniz yerden namazı kıhraz, kaçırdığınız kısmı da kaza ediniz’ hadisini delil olarak almışlardır. [120]

Mescit Aşırı Kalabalık Olduğu Zaman:

  1. Mescit aşın kalabalık olduğunda, rükû ve secdeler nasıl imkân bulunursa o şekilde yapılır. Örneğin, ön saftakinin beli üzerine veya îmâ ile yapılabilir.

Ömer bin Hattab (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Mescit aşırı kalabalık olduğu zaman kardeşlerinizin sırtı üzerine secde ede­bilirsiniz.[121]

  1. insanlar mescide sığmadığı zaman, mescidin çevresindeki katlarda -fitneden emin olunduğu takdirde- imama uyarak na­maz kılmak caizdir. İmamla, imama uyan arasında duvar bulun­masının bir sakıncası yoktur. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) odasından, aralarında duvar bulunduğu halde sahabelere namaz kıidırmıştir.[122] Aynı şekilde Aişe (radiyallâhu anhâ) kendi odasında iken, mescitte küsûf namazı kılan cemaate uymuştur. [123]

Namaz Bittiğinde Hanımlar Ne Yapmalıdır?

Cuma’dan Sonra Nafile Namaz Kılmak:

Cuma nama­zından sonra iki veya dört rekât nafile namaz kılmak müstehaptır. Bu namazı hanımların evlerinde kılmaları daha faziletlidir.

İbni Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâ­hu aleyhi ve sellem) Cuma’dan sonra (mescitte) namaz kılmazdı. Gider, evinde iki rekât kılardı’. [124]

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ve sellem) ‘biriniz Cuma namazı kıldığında, Cuma namazından sonra dört rekât (nafile) namaz kılsın’ buyurmuş­tur.[125]

Hatırlatma:

Cuma namazından sonra nafile namazı mescitte kılmak is­teyen, farz namazla nafile namazın arasını, ya yerinden ayrılarak veya bir konuşmayla ayırmalıdır. Es-Sâib bin Yezîd anlatıyor; ‘Maksurede, Muâuiye ile birlikte Cuma namazı kıldım. Selam verince, olduğum yerden kalktım ve (nafile) namaz kıldım. (Muâ­uiye) içeri girdiğinde bana haber gönderdi ve; ‘yaptığını bir daha yapma! Cuma’yı kıldıktan sonra, hiç konuşmadan veya yerini değiştirmeden namaz kılma. Çünkü Allah’ın Peygamberi (sallal­lâhu aleyhi ve sellem) bize böyle emretti’ dedi. [126]

Cuma Günü Yapılması Müstehap Olan Şeyler:

  1. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e Çokça Salât ve Selam Getirmek:

Evs bin Evs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâ­hu aleyhi ve sellem); ‘En faziletli gününüz Cuma günüdür. Âdem, o gün yaratılmıştır ve o gün vefat etmiştir. Sûra o gün üflenecek-tir. Kıyamet o gün kopacaktır. Cuma günleri bana çokça salavât getirin. Kuşkusuz sizin salavatlarmız bana arz olunur’ buyurdu. Bunun üzerine sahabeler; ‘Ey Allah’ın Rasülü! Siz toprak oldu­ğunuzda, size salavatlanmız nasıl arz olunur?’ diye sordular; ‘Hiç kuşkusuz Allah, peygamberlerin vücutlarını tüketmesini toprağa haram kılmıştır’ buyurdu. [127]

  1. Kehf Sûresini Okumak:

Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) «Cuma günü, Kehf sûresini okuyan iki Cuma arası bir nurla aydınlatılır» buyurdu.[128]

  1. Duayı Çokça Yapmak ve Duaların Kabul Vaktini Arzulamak:

Câbir fradiyailâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki; ‘Cuma gününde on iki vakit vardır; Bu vakitlerde, Aziz ve Celi! Allah’tan istekte bulunan müslüman bir kula, isteğini verir. O vakti son saatte, ikindiden sonra arayı­nız.[129]

Ebû Seleme bin Abdurrahman anlatıyor; ‘Bir grup sahabe toplandılar ve Cuma vaktini müzakere ettiler. Daha sonra (fazi­letli vaktin) Cuma gününün son vakti olduğunda ittifak ederek (toplantıdan) ayrıldılar.[130]

Kendi nefsine değer ve kıymet veren kimse, bu günün hak­kını vermeli, zikir ve dualarla o günü değerlendirmelidir. Birçok insanın yaptığı gibi, Cuma gününü piknik, oyun ve eğlence günü ya da iş günü edinmemelidir.

Hanımların Bayram Namazlarına Katılması:

Evli, bekâr, genç, yaşlı ayrımı olmaksızın, hayız ve benzeri durumlardakiler de dahil olmak üzere, hanımların bayram na­mazlarına katılmaları ve müslümanlann dualarına şahit olmaları müekked sünnettir. Hatta giyecek dış kıyafeti olmayan hanımlar, başka hanımlardan ödünç kıyafet alarak namazgaha gelmelidir­ler.

Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘.. .Bayram gün­leri (namazgaha) çıkmamız, hatta bekâr kızları da mahfillerinden çıkarmamız emredildi. Hayızh olanları dahi çıkarmamız ve onla­rın insanların en arkasında durmaları emredildi. Hayızh olanlar en arkada insanların tekbirlerimle birlikte tekbir getiriyor, onların dualarıyla birlikte dua ediyorlardı. Bu günün bereketini ue arın-mışlığmı umuyorlardı.[131]

Bir başka rivayette, Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ), Rasu-lullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e ‘herhangi birimiz dış elbisesi olmadığı için (namazgaha) çıkmadığında bir sakınca olur mu?’ diye sorduğunda, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘arkadaşının dış elbisesini giysin, hayrı müşahede etsin ve mü­minlerin duasına katılsın…’ buyurmuştur. [132]

Hayızh hanımlar bayram namazına gitmeli, hayrı ve duaları müşahede etmeli ama namaza katılmamalıdır:

Çünkü Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ), ‘…Hayızh olanları dahi çıkarmamız ve onların namazgahtan ayrı durmaları, hayrı ve müslümanların dualarını müşahede etmeleri emredildi’ de­mektedir.

Bayram namazlarında hanımların cemaatle birlikte tekbir getirmesi: Yukarıda zikredilen hadisin açık ifadesinden de anlaşıldığı gibi, cemaatin arkasında hanımların da tekbir getir­mesi müstehaptır. Nitekim Yüce Allah; ‘…Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size hidayet etmesine karşılık, Allah’ı tekbirler­le anmanız için meşru kılmıştır; umulur ki şükredersiniz.[133]

Bayram Namazının Vakti:

Bayram namazının vakti, duha vaktidir. Bu vakti daha fazla geciktirmek uygun değildir. Yezîd bin Humeyr anlatıyor; ‘Rasu-lullah (sallallâhu aleyhi ve selîem)’in sahabelerinden Abdullah bin Büsr ((radiyallâhu anh)), insanlarla birlikte Ramazan veya Kurban bayramı için namazgaha çıkmıştı. İmamın gecikmesini yadırgayıp; «biz bu saatte namazı bitirmiş olurduk. Bu vakit nafile (kuşluk) vaktidir» dedi.[134] Yani güneş yükseldikten sonraki nafile namaz vaktidir.

Hatırlatma:

Müslümanların kurbanlarını kesmeleri için, Kurban bayra­mı namazının ilk vaktinde kılınması daha faziletlidir. İnsanların rahatça fitır sadakalarını verebilmeleri için, Ramazan bayramı namazının bir süre geciktirilmesi daha faziletlidir. Allah, en doğ­rusunu bilir.

Bayram Namazlarında Ezan ve Kamet Okunmaz:

İbni Abbâs ve Câbir (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; ‘Rama­zan ve Kurban bayramı namazlarında ezan okunmazdı.[135]

Hatırlatma:

Bayram namazlarından Önce sünnet namaz olmadığı gibi, namazgaha gelindiğinde tahiyyat-ül mescit namazı da kılınmaz. Ibnİ Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem} Ramazan bayramı namazını iki rekât olarak kıl­dı Ne öncesinde, ne de sonrasında (sünnet) namaz kılmadı’. [136]

Bayram Namazının Kılınışı:

Bayram namazı İki rekâttır. Birinci rekâtta, ilk İhram tekbi­rinden sonra yedi tekbir alınır. Sonra kıraate başlanır ve rekât tamamlanır, ikinci rekâtta, kıyam tekbirinden sonra, beş tekbir [137] alınır. Sonra kıraate başlanır ve rekât tamamlanır.

Hanefî mezhebine göre ilk İhram tekbirinden sonra üç tekbir alınır. Sonra ‘eûzu-besmeie, Fatiha ve bir sûre’ okunur. Sonra tekbir getirilerek rükû’ya gidilir. İkinci re­kâtta ‘Fatiha ve bir sûre’ okunur, sonra üç tekbir getirilir ve dördüncü tekbirle rükû’ya gidilir. [138]

İmamın ilk rekâtta, «Sebbih isme Rabbike»’yi okuması, ikin-kâtci rekâtta «Hel etâke hadîsu’l-gâşiye»’yi mer» sûresini [139] okuması müstehaptır.

Bayram namazından sonra imam hutbe okur; ima­mın hanımlara özel vaaz vermesi, hanımların da İn-fakta bulunmaları müstehaptır:

Câbir (radiyalîâhu anh} anlatıyor; ‘Ramazan bayramı günü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) önce bayram namazını kıldırdı, sonra hutbe verdi. Hutbeyi bitirip indikten sonra hanım­ların yanına geldi. Bilal’ın eline dayanarak, onlara vaaz ve nasi­hatlerde bulundu. Bu arada Bilal elbisesini açmış, hanımlar da onun elbisesine sadakalarını atıyorlardı.. [140]

Bayram Günü Yapılması Müstehap Olan Şeyler:

  1. Gusül Abdesti Almak:

Ali (radiyallâhu anh)’ar gusül abdesti hakkında sorulduğunda; ‘Cuma günü, Arefe günü, Ra­mazan ve Kurban bayramı günü (gusül abdesti alınmalıdır)’ de­miştir.[141]

  1. Ramazan Bayramı Namazına Çıkmadan Önce Bîr-Şeyler Yemek:

Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem} Ramazan bayramı günü birkaç hur­ma yemeden önce sabahleyin çıkmazdı.[142]

  1. Kurban Bayramı Günü, Yemeği Namazdan Sonraya Ertelemek:

Ebû Bureyde {radiyallâhu anh} anlatıyor; ‘Peygam­ber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan bayramı günü yemek yemeden önce çıkmazdı. Kurban bayramı günü de, kurbanını kesinceye kadar yemek yemezdi.[143]

Haram işlenmediği sürece, bayram günlerinde, kız çocuklarının şarkı söylemelerine ruhsat verilmiştir: Âişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sel­lem) bana geldiğinde, yanımda Buâs günü şarkılarını söyleyen iki cariye/kız vardı. Yatağa uzandı ve yüzünü (diğer tarafa) çevirdi. Daha sonra Ebü Bekir geldi, beni azarlayarak; «Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ve sellemj’in yanında şeytan düdüğü mü?’ dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seliem) döndü ve; ‘rahat bırak onları’ buyurdu. Daha sonra ben kızlara işaret ettim, çıktılar.[144]

Bu hadiste öğrendiklerimiz;

  1. Küçük kız çocuklarının bayram günlerinde, haram çalgı aletleri kullanmaksızin, mubah güzel sözlerle helaldir. şarkı söylemeleri Buharı’de bir başka rivayette, ‘şarkı söyleyen ama şarkıcı olmayan iki cariye/kız [145] ifadesi yer almaktadır. Yani Aişe (radiyallâhu anhâj’nın yanında şarkı söyleyen kızlar, şarkıcı olarak tanınmış, şarkı söylemeyi sanat edinmiş kimseler değildi. Dolayı­sıyla bu ifade, durgunu hareketlendiren, mahremi açığa çıkaran ve haramhğında ihtilaf edilmeyen şarkıcı ve müzisyen olarak ta­nınmış kimseleri dinlemekten sakındırmaktadır.
  2. Bu hadisin başka bir rivayetinde yer alan ‘def çalan’ ifa­desinden, def kullanmanın da mubah olduğu anlaşılmaktadır. Düğünlerde ve benzeri merasimlerde def çalınmasının mubah ol­duğu ifadesinden, ut ve benzerleri gibi başka çalgı aletlerinin de mubah olduğu sonucu çıkarılamaz. Bir grup âlim, def dışındaki çalgı aletlerinin haram olduğuna dair icma nakletmiştir.[146]

Ebû Hanîfe’ye göre eğlenmek amacıyla çalınan tüm çalgılar haramdır.[147] Kefal ve Reyyânî, İrnam Mâük’in tel­li çalgılar ve ûd gibi çalgı aletlerini mubah kabul ettiğini nakietmişlerdir. Medîne ulemâsı, Zahiriler ve Şafiî âlimler, mûsikiye cevaz vermişlerdir.[148] Hanbelî mezhebi, güzel sesle terennümü mubah görmüşler, ancak ûd, davul ve saz gibi çalgı aletlerinin caiz olmadığını, bu tür çalgı alet­leriyle yapılan düğünlere gidilmesinin de caiz olmadığını belirtmişlerdir.[149]

Günümüzdeki çalgı aletleriyle söylenilen şarkılar, hiç kuşku­suz haramdır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve selîem), ‘Yemin olsun ki, ümmetimden bazı gruplar gelecektir; bunlar, cinselliği,[150] ipek elbiseler giymeyi, şarap içmeyi, çalgı aletleri ça­lıp eğlenmeyi helalleştireceklerdir!serbest bırakacaklardır.[151]

Bazı artniyetli kimseler, Aişe validemizin rivayet ettiği bu ha­disi ileri sürerek, Müslümanları şüpheye düşürmeye ve günümüz şarkılarının mubah olduğuna İnsanları ikna etmeye çalışmakta­dırlar. Dolayısıyla onlara karşı uyanık olunmalı ve onlardan sakı-nılmalıdır. Hiç kuşkusuz, bu konuyla ilgili deliller gayet açıktır.

III. CENAZELER

Bir kadın -veya erkek- kendi ailesinden biri can çekişirken ne yapmalıdır?

  1. Kelîme-i Şahadeti Telkin Etmelidir:

Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh} anlatıyor; ‘Rasulullah (saîlallâhu aleyhi uesellem); ölmek üzere olanlarınıza «la ilahe illallah’\» telkin edi­niz1 buyurmuştur.[152] Bu telkin, vefat eden kişinin son sözünün, «la ilahe illallah» sözü olması için yapılır. Çünkü peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi ve sellem) ‘kimin son sözü «lâ ilahe illallah» olursa, cennete girer’ buyurmuştur.[153]

  1. Kıbleye Çevirmelidir:

Yahya İbni Abdillah İbni Ebî Ka-tâde, babasından naklederek anlatıyor; ‘Peygamber (saîlallâhu aleyhi ve sellem), Medine’ye geldiğinde Berâ bin Ma’rûr’u sor­du; «Malının üçte birinin size verilmesini ve can çekişirken kıb­leye çevrilmesini vasiyet ettikten sonra vefat etti’ dediler. Bunun üzerine Peygamber (sallailâhu aleyhi ve sellem); ‘Fıtratının ge­reğini yapmış; malının üçte birini onun çocuklarına geri verdim’ buyurdu. Daha sonra gitti, ona cenaze namazı kıldı ve; «Allah’ım onu bağışla, ona merhamet et ve onu cennetine al» diyerek dua etti. Ve ‘(sen duamı) kesinlikle kabul ettin dedi.[154] Bu konuyla ilgili başka bir rivayette, ‘Berâ bin Ma’rûr, canlılar ve ölüler ara­sında ilk kıbleye çevriien oldu’ denilmektedir.[155]

Son Anlarını Yaşayan Kişinin Kıbleye Nasıl Çevrile­ceği:

Bu konuda âlimler iki farklı görüş belirtmişlerdir;

  1. Yüzü kıbleye gelecek şekilde sırtı üzere yatırılması.
  2. Yüzü kıbleye gelecek şekilde sağ yanı üzere yatırılması. Bu görüşü, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in şu buyruğu teyit etmektedir; Yatma/c istediğinde namaz abdesti gibi abdest al Sonra sağ tarafına doğru yat. Eğer o gece ölürsen fıtrat üzere ölmüş olursun’.[156]

Son Anlarını Yaşayan Kişi Vefat Ettiğinde, Çevresinde Bulunanların Yapması Gerekenler:

  1. Gözlerini Kapatmak:

Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ebû Seleme’nin yanına girdiğinde, gözleri dikilmişti; bu nedenle onun gözlerini kapattı ve; ‘ruh çık­tığında, gözler onu takip eder…’ buyurdu.[157]

Vefat edenin gözlerinin kapatılmasının hikmeti, görünüşü­nün korkutucu olmaması içindir.[158]

  1. Dua Etmek:

Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâj’nın rivayet ettiği hadis­te, ‘…Sonra RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle dua etti; «Allah’ım! Ebû Seleme’yi bağışla; hidayete erenler arasında onun derecesini yükselt. Geride bıraktığı kimselere sen sahiplen.

Ey âlemlerin Rabbi! Bizi ve onu bağışla. Kabrinde ona genişlik ver ve onu nurlandır:[159]

  1. Bütün Vücudunu Bir Elbiseyle Örtmek:

Âişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyHi ve sellem) vefat ettiği zaman bütün vücudu, hihere denilen beyaz Yemen örtüsüyle örtüldü.[160]

  1. Cenazenin Hazırlanmasında ve Defninde Acele Etmek:

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ve sellem); ‘cenazelerde acele davranınız. Eğer vefat eden, iyi bir kimseyse, bu hayırdır. Onu hayra bir an önce kavuşturunuz. Eğer iyi bir kimse değilse, bu serdir. O şerri, bir an önce omuzlarınızdan atınız.[161]

Cenazelerin hazırlanmasında acele davranmak, yıkanması/ guslü, kefenlenmesi, kabre götürülmesi ve benzeri işlerdedir. Bu konu inşallah ayrıntılı olarak ileride anlatılacaktır.

  1. Vefat Edenin Borcunu Ödemede Acele Etmek:

Seleme bin el-Ekva’ (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygam­ber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘e bir cenaze getirdiler ve; ‘Ey Al­lah’ın Rasülü! Bunun namazını kıldır’ dediler. Rasulullah (sallal­lâhu aleyhi ve sellem); ‘Bunun borcu var mı?’ diye sordu; ‘Evet’ dediler. ‘Geriye bir şey bıraktı mı?’ diye sordu; ‘hayır’ dediler. (Öyleyse); Arkadaşınızın namazını siz kılınız’ buyurdu. Bunun üzerine kendisine Ebû Katâde denilen, Ensar’dan bir adam kalktı ve; ‘Borcunu ben üstleniyorum, namazını sen kıldır, (Yâ Rasulul­lah)’ dedi. Bu söz üzerine ‘namazını kıldırdı’918.

  1. Cenazede Bulunanların Yapmaları Caiz Olan Şeyler:
  2. Cenazenin Yüzünü Açmak ve Öpmek:

Âişe ve İbni Abbâs (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; ‘Peygam­ber (sallallâhu aleyhi ve selîem) vefat ettiğinde, Ebû Bekir onu öptü.[162]

Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Osman bin Maz’ûn ve­fat etmişti. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seîlem) onun yanma geldi, yüzünü açtı, sonra onun yüzüne doğru eğildi ve onu öptü. Öyle ağlıyordu ki, gözyaşları yanaklarından akıyordu.[163]

Hanımların öpmesi ancak, vefat edenin bir hanım olması ya da eşi veya bir mahremi olması durumunda caizdir.

  1. Çığlık, Feryat, Kabullenememek Ve Bunlara Ben­zer Davranışlar Olmaksızın, Vefat Edene Ağlamak:

Enes (radiyallâhu anhj’ın rivayet ettiği hadiste, Peygambe­rimiz (sallallâhu aleyhi ve sellemj’in oğlu İbrahim’in vefatı anla­tılırken şöyle denilmekte; ‘…… Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve

sellem) ibrahim’i aldı, öptü, kokladı. Daha sonra onun yanına girdiğimizde, İbrahim can çekişiyordu. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’in gözlen doldu. Abdurrahman bin Avf ona; ‘Ey Allah’ın Rasülü! Sen de mi (ağlıyorsun)?’ deyince; ‘Ey îbni Avf1. Bu rahmettir!’ buyurdu. Daha sonra da şunları söy­ledi; ‘Hiç kuşkusuz, gözler ağlar, kalp hüzünlenir; Ancak bizler Rabbimizin hoşnut olacağı sözlerden başka bir şey söylemeyiz. Ey ibrahim! Biz senden ayrıldığımız için üzülmekteyiz.[164]

Sa’d bin Ubâde (radiyallâhu anh) hastalandığında, Peygam­ber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ağladı. Onun ağladığını görünce oradakiler de ağladılar. Bunun üzerine; ‘İşitmiyor musunuz? Ne gözyaşından, ne de kalbin hüzünlenmesinden dolayı Allah azap etmez. (Eliyle diline işaret ederek) Allah bundan dolayı ya azap eder, ya da merhamet eder’ buyurdu.[165]

Hatırlatmalar:

  1. Vefat eden için ağlanmasının bir sakıncası yoktur. Yasak­lanan ağıtlar, Yüce Allah’ın takdirine karşı gelecek sözler söyleye­rek, haram kılınmasına rağmen çığlıklar atarak, ağıtlar yakmaktır. Can çekişenden etkilenip act hissetmenin de bir mahzuru yoktur. Çünkü Fâtıma (radiyallâhu anhâ)’nın, Peygamberimiz can çekerken ‘Ah..! Babacığım ne ızdırap çekiyor’ demesi üzerine; Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘bu günden sonra baban ızdırap çekmeyecek’ buyurmuştur.[166] Peygamberimizin ikrarıyla da, bu tür sözlerin ağıt yakmak olmadığı anlaşılmış ol­maktadır.[167]
  2. Ailesinin Ağlaması veya Ağıt Yakması Nedeniyle Ölüye Azap Olunur mu?

Bu konu, sahabeler arasında da, sonraki âlimler arasında da ihtilaflıdır. Ömer bin Hattab ve oğlu Abdullah ile bazı sahabeler, ailesinin ağlaması nedeniyle ölünün azap göreceğini söylemişler­dir. -Allah onlardan razı olsun Âişe validemiz (radiyallâhu anhâ) bu görüşe katılmamış ve; ‘Allah Ebû Abdurrahman’a [168] rahmet eylesin; o yalan söylemez. Ancak, ya unutmuştur ya da yanlış öğrenmiştir. O konunun aslı şudur; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem) bir Yahudi kadının (mezarı) yanından geçti. Ailesi mezarı başında ağlıyordu. Bunun üzerine; ‘Bunlar ölüleri için ağlıyor ama o kabrinde azap görü­yor’ buyurdu.[169]

Âlimlerin çoğunluğu, ‘Ölümünden sonra kendisi için ağlan­masını ve ağıtlar yakılmasını vasiyet eden kişi, öldükten sonra ailesinin bu vasiyeti yerine getirmek için, ağlaması veya ağıt yak­tırması durumunda azap görür’ demişlerdir. Fakat bu konuda hiçbir vasiyette bulunmadan Ölen kimse, ailesinin ağlamasından veya ağıtlar yakmasından dolayı azap görmez. Buna rağmen, ‘ailesini bu konuda eğitmeyerek kusur ettiğinden dolayı, azap görür. Çünkü ailesinden sorumludur’ diyen âlimler de vardır.[170]

Vefat haberi alan akrabaların -özellikle hanimlarm-yapması gerekenler:

Allah’ın takdirine rıza göstermek, sabretmek ve ‘innâ Hllâhi ve innâ ileyhi râciûn’ demek: Yüce Allah; ‘Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan ederiz; sabredenleri müjdele. Onlar bir musibete uğradıklarında: «innâ Hllâhi ve innâ ileyhi râciün – Biz Allah’a altız ve elbette O’na döneceğiz» derler. Rablerinin mağfi­ret ve rahmeti onlaradır. İşte onlar hidayete erenlerdir.[171]

Sahibinin methedildiği ‘sabır’, musibetle karşılaşıldığı anda gösterilen sabırdır; sonrası bundan farklıdır. Nitekim günlerin geçmesiyle acılar unutulur, İç rahatlar.[172]

Enes (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir kabir başında ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona, ‘Allah’tan kork ve sabret’ buyurdu. Kadın; ‘beni rahat bırak! Benim uğradığım musibete uğramadm, sen anlamazsın!’ dedi. Daha sonra kadına, b Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellemj’di’ denildi. Bunun üzerine kadın Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e geldi; onun yanında kapıcıların olmadığını gördü ve; ‘seni tanıyamadım’ dedi. (Peygamberimiz); ‘Sabır, musibetle ilk karşılaşıldığında olur’ buyurdu.[173]

Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim; ‘musibetle karşılaşan bir Müslüman, Allah’ın söylemesini emrettiği «innâ lil-lâhi ve innâ ileyhi râciün – Biz Allah’a aidiz ve elbette O’na döne­ceğiz» deyip, sonra da; ‘Allah’ım, karşılaştığım musibet nedeniyle beni mükafatlandır ve bana bundan daha hayırlısını ver» derse, muhakkak ki, Allah ona, ondan daha hayırlısını verir.[174]

Ölünün Akrabalarından Hanımlara ve Diğerlerine Haram Olan Davranışlar:

  1. Ağıt Yakmak:

Ölüye ağıt yakmak haramdır. Çünkü bu tür davranışlar, üzüntüyü artırır ve sabrı yok eder. Ayrıca Yüce Ailah’a teslimiye­te, O’nun emrine boyun eğip rıza göstermeye aykırıdır. [175]

Ebû Mâlik el-Eş!arî (radiyallâhu anh) anİatıyor; Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Câhiliyet adetlerinden dört şeyi ümmetim bırakmayacaktır. Bunlar; ‘atalarıyla övünmek, soydan dolayı kınamak, yıldızlarla yağmur istemek ve ölüye ağıt yak­maktır.

Ölüye ağıt yakan tövbe etmeden ölürse, kıyamet günü üzerinde katranlı elbise ve uyuzlu gömlekle diriltilir.[176]

Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sal-lallâhu aleyhi ve sellem)’e beyat ederken, bizlerden ölüye ağıt yakmayacağımıza dair söz aldı. Bizden beş hanımın dışında hiç kimse bu sözünü tutmadı..[177]

2-3. Ölünün Ardından Dövünmek ve Yaka Yırtmak:

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki; (Ölenlerin arkasından) eliyle yanaklarına vuran, yakalarını yırtan veya cahiliye geleneğiyle yakarışlarda bulunan bizden değil­dir.[178]

Yaka yırtmak, ağıt yakarak kişinin elbisesinin üst yaka kısmı­nı parçalamasıdır. Cahiliye yakarışı İse, ağıt yakıp feryat etmek, ölünün iyiliklerini söylenerek matem tutmak ve çığlık atmaktır.

4-5. Saçı Kazımak veya Saçı Dağınık Yapmak:

Ebû Burde bin Ebi Musa (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘(Ba­bam) Ebû Musa çok hastalandı ve bayıldı. Başı, hanımlarından birinin kucağına düştü. Bunun üzerine hanımlarından biri, çığlık atmaya başladı. Ebû Musa, (bayıldığı için) onun bu davranışını engelleyemedi. Ayıldığında ise; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem)’in uzak olduğu bir davranıştan ben de uzağım. Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bağırıp çağıran, saçını ba­şını yolan ue üstünü başını yırtan kadınlardan uzaktır’ dedi.[179]

Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellemj’e biat eden ha­nımlardan biri anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), iyilikte kendisine isyan etmeyeceğimize dair bizden söz aldı. Buna göre, (musibet anında) yüzümüzü tırmalamayacağımıza, feryat ue figân etmeyeceğimize, yaka yırtmayacağımıza ve saçla­rımızı dağıtmayacağımıza dair söz verdik.[180]

Vefat Eden Kadının Yıkanması:

Vefat edeni, ailesinden bulunan kimselerin yıkaması, daha ronra da kefenleyip, cenaze namazını kılarak, defnetmesi gerekir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kızı Zeynep vefat ettiğinde, onu yıkayan Ümmü Atiyye ve beraberindeki ha­nımlara; ‘onu üç ueya beş defa yıkayınız [181] buyurmuştur.

Vefat eden hanımları, hanımlar yıkar. Bir istisna olarak, ko­cası da yıkayabilir. İleride bu konu izah edilecektir.

Vefat Eden Bir Hanımın Yıkanması Ve Onu Yıkayacak Hanımların Vasfı:

Cenazelerin yıkanmasıyla ilgili en sahih rivayet, Ümmü Atiy­ye (radiyallâhu anhâ)’nın naklettiği hadistir. Âlimler bu hadisi delil almışlardır.

Bu Hadisin Metni Ve Hadisten Çıkarılan Hükümler Şunlardır;

Ümmü Atiyye (radiyailâhu anhâ) anlatıyor; ‘biz kızını yı­karken, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanımıza girdi ve; «[yıkamaya sağdan ue abdest azalarından başlayınız] onu su ue sidr [182] ile üç, beş veya yedi defa yıkayınız. En son yıkamada kâfur [183] kullanınız. Yıkamayı bitirdiğiniz zaman bana bildiriniz» buyurdu. Biz yıkamayı bitirdiğimizde ona haber verdik. Bize izanı [184] verdi ve; «bunu ona iç gömleği yapınız» buyurdu. [185]

Başka bir rivayette Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ), ‘biz Zeyneb’in saçını taradık ve üç bukle yaptık» demiştir.[186]

  1. Vefat eden hanımları, hanımlar yıkar. Bunun İstisnaları ileride açıklanacaktır.
  2. Cenaze Yıkayacak Olanlarda Bulunması Gereken Özel­likler:

a) Takva Sahibi Olması: Çünkü takva sahibi kimseler, Allah’­ın koyduğu sınırları ve şeriatın emirlerini daha iyi bilirler ve cena­zede bulunan ayıp ve kusurları gizler, onu kötü sözlerle ve benze­ri ifadelerle anmazlar. Nitekim Peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi vesellem); ‘kim, bir Müslüman’ın ayıbını gizlerse; Allah’a kıyamet günü o kimsenin ayıbını gizler [187] ‘ölülerinizi kötü sözlerle anma­yınız [188] kuşkusuz onlar önceden yaptıklarıyla karşılaşmışlardır [189] buyurmuştur. Ayrıca vefat edenin sırrını korur, gıybetini yapmaz­lar. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) gıybeti şöyle ta­nımlamıştır; ‘gıybet, hoşlanmayacağı şekilde kardeşini anmandır. Söylediğin şey, kardeşinde bulunuyorsa, onun gıybetim yapmış olursun; eğer bulunmuyorsa ona iftira etmiş olursun.[190]

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Ölüyü yıkadık­tan sonra, onun sırrını gizleyeni, Allah kırk defa affeder. Allah, Ölüyü kefenlemene, ince ve kalın saf ipek elbise giydirir. Ölü için kabir kazıyıp, onu gömene, kıyamet gününe kadar oturacağı bir mesken mükâfatı gibi mükâfat verir [191] buyurmuştur.

a) Cenaze Yıkamayı Bilmesi: Kuşkusuz, cenazeyi nasıl yıka­ması gerektiğini bilen, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’in sünnetini uygular ve yıkamayı güzel yapar. Peygamberimiz (sal­lallâhu aleyhi ve sellem), kızı Zeyneb’i yıkaması için Ümmü Atiy-ye’yi bu nedenle tercih etmişti. İbn Abdilber, Ümmü Atiyye’nin vefat eden hanımları yıkamakla görevli olduğunu belirtmiştir.

Hatırlatma:

Ölüyü, Kimin Yıkaması Daha Evladır?

Ölü yıkamayı bilmesi ve takva sahibi olması durumunda, ölüyü ailesinden birilerinin yıkaması daha evladır. Çünkü Rasu­lullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’i, Ali (radiyallâhu anh) ve ya­kın akrabaları yıkamıştır. [192]

Ölü yıkamayı bilen, ama Ölünün akrabası olmayan kimsele­rin yıkaması da caizdir. Nitekim Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) kızını yıkamalarını akrabalarından değil; Ümmü Atiyye’-den istemiştir.

  1. Ölünün Elbiselerinin Çıkarılması ve Avret Yerine Örtü Konması: ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellemj’in vefatını anlatır­ken Aişe (radiyallâhu anhâ) şöyle diyor [193] ‘Peygamber (sallal-lâhu aleyhi ve sellem)’i yıkayacakları zaman; «ölülerimizin elbi­selerini çıkardığımız gibi, RasuluUah’ın elbiselerini de çıkaracak mıyız, yoksa onu elbiseleriyle birlikte mi yıkayacağız, vallahi bil­miyoruz … » dediler. [194] Bu hadis, yıkarken ölülerin elbiselerinin çıkarıldığına delildir. Ancak ölünün avret bölgesinin bir örtüyle kapatılması gerekir. Çünkü Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘… hiçbir kadın, başka bir kadının avret yerine bakma­sın. buyurmuştur.
  2. Ölünün Saç Örgülerinin Açılması: Vefat eden kadının, saçı örgülü ise açılması gerekir.[195] Çünkü, Ümmü Atiyye {radiyallâhu anhâ), ‘… RasuluUah’ın fazının saç örgüsünü açıp yıkadılar sonra da üç bukle örgü yaptılar’
  3. Ölüyü Yıkarken Şefkatli Olunması: Kuşkusuz ölünün saygınlığı, dirinin saygınlığı gibidir. Nite kim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Ölünün kemi­ğini kırmak, dirinin kemiğini kırmak gibidir’ buyurmuştur.[196]
  4. Yıkamaya Önce Sidr [197] veya Sabunla Başlanması:

Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem),«onu su ve sidr [198] ile yıkayınız …» buyurmuştur.

  1. Besmeleden Sonra, Yıkamaya Sağdan ve Abdest Azala­rından Başlanması,

Abdest azalarından başlanması ifadesi, ölüye mazmaza yap­tırılmasını da içermektedir. Ancak, suyun karnına gitmesinden ve midesindekileri çıkartmasından ya da ağız suyunun kefenine akmasından endişe edilirse, ıslak bezle ağzının ve burnunun te­mizlenmesi daha evlâdır.[199]

  1. Suyu saç diplerine ulaştırarak, başının sidr ile veya sabun­lanarak Yıkanması, Saçının Şefkatle Taranması.[200]
  2. Suyu sağ omzundan, sağ ayağına kadar dökerek, önce Sağ Tarafını Yıkamak.
  3. Sol tarafı da sağ taraf gibi yıkamak.
  4. yanı üzere çevirip, ense, bel ve kalçalarını yıkamak,
  5. Saçını Tarayıp, Uç Örgü Yapmak.

Başın her iki tarafından ve ön kısmından saçı örgü yapılır ve arka tarafına bırakılır. Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ) bir başka rivayette ‘… Saçını üç örgü yaptık ve arkasına attık [201] demiştir.

  1. Son Yıkamada Kâfur [202] veya Misk Kokusu Kullanmak:

Ancak ölü, haçta ihramlı iken ölmüş ise, ona koku sürülmez. Bu konu, hac bölümünde izah edilecektir.

  1. Yıkama Sayısı: Ölünün en az bir defa yıkanması gerekir. En fazla yıkama sayısı ise, temizleninceye kadar yıkanmasıdır. Yıkamanın tek ra­kamlı olarak yapılması müstehaptır.
  2. Ölüyü yıkayan zaruret olmadığı sürece çıplak elle, ölü­nün avret yerine dokunamaz. Ancak eline [eldiven giyerek veya] bir bez parçası sararak, dokunabilir. Çünkü bakılması haram olan yere, dokunulmasının haram olduğu gayet açıktır.[203]
  3. Ölünün tırnağı kısaltılmaz, tüyleri alınmaz.[204] Asıl olan budur. Ancak, tırnak ve tüylerinin aşırı uzun olması durumunda kısaltılabilir. Çünkü hayatta iken fıtrata uygun olan budur. Do­layısıyla ölünün tırnaklarını kısaltmanın, tüylerini almanın bir sakıncası yoktur. Sonuçta bunlar da şer’î temizlik olup, kirliliği gidermektir. İmam Şafiî bu görüştedir.

Bu konuya, Hubeyb {radiyallâhu anh)’m şehit edilmesi ola­yının anlatıldığı, Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği hadis, delil gös­terilmiştir. ‘… (Mekke müşriklerine) esir düşen Hubeyb (radiyal­lâhu anh)’ı, öldürmeye karar verdiler. Bunun üzerine Hubeyb (radiyallâhu anh), Hâris’in kız çocuklarının birinden ödünç bıçak aldı ve etek tıraşı oldu …

[205]Bu hadisten, Hubeyb (radiyallâhu anh)’ın ölüme hazırlanmak amacıyla etek tıraşı olduğu anlaşıl­maktadır.

Ebû Kalâbe, ‘Sa’d, bir ölüyü yıkarken, jilet istedi ve onu tı­raş etti7 demiştir.[206] Alimler, ölünün tırnağı, saçı veya bir parçası ayrıldığında, ölüyle birlikte gömülür, demişlerdir.

  1. Bazı âlimlere göre; cenaze yıkandıktan sonra, elleri iki yanına uzatılarak, birleştirilir. Aynı şekilde ayakları da uzatılır ve birleştirilir. Topuklar ve dizler birbirine yanaştırılır. Sonra da bir havluyla kurulanır. Ayrıca bazı âlimler, cenaze yıkanırken karnı­nın mesh edilmesini, herhangi bir şey çıktığı takdirde de onun temizlenmesini söylemişlerdir.

Erkek, Vefat Eden Hanımını Yıkayabilir:

Aişe (radiyaüâhu anhâ) anlatıyor; ‘Bir gün Rasuluîlah (sal­lallâhu aleyhi ve sellem), Bakî mezarlığında bir cenazeden geldi, O esnada benim başım ağrıyordu, bu nedenle ‘ahh..,! Başım!’ dedim. Bunun üzerine bana; ‘zararı yok! Eğer benden önce ölür­sen, seni yıkarım, kefenlerim, cenaze namazını kılarım ve seni defnederim …’ dedi.[207]

Ölümle birlikte nikâh akdinin sona ermesi nedeniyle Hanefî mezhebi, erkeğin vefat eden hanımını yıkaması­nın caiz olmadığını belirtmiştir.[208] Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre erkek eline bir bez sardıktan sonra vefat eden hanımını yıkayabilir.[209]

Baba, Vefat Eden Kızını Yıkayabilir Mi?

Rasuluîlah fsaliallâhu aleyhi ve sellem)’in kızını yıkayan Ümmü Atiyye hadisinde belirtildiği gibi, Peygamberimiz kendi kızını yıkamarruştır. Ancak, bu işi yapacak hanımlar bulunama­dığında veya yıkamayı nasıl yapacaklarını tam olarak bilemedik­lerinde, baba, kendi kızını yıkayabilir. Nitekim bunu yasaklayan herhangi bir delil bulunmamaktadır. Selef-i sâlihînden bazı kim­selerin kendi kızlarını yıkadıkları rivayet edilmiştir. İmam Mâlik ve imam Şafiî, babanın kendi kızını yıkayabileceğini söylemiştir.

Ebû Hâşim, Ebû Kalâbe’nin kendi kızını yıkadığını nakletmiştir. [210] Ancak yıkamanın, kızın küçük olması durumunda söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

Kadın, Vefat Eden Kocasını Yıkayabilir:

Âişe (radiyallâhu anhâ); eğer bu bildiğimi, daha önce bilseydim; (vefatında) Rasuluîlah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’i sadece hanımları yıkardı [211] demiştir. Beyhakî der ki; ‘Aişe (ra­diyallâhu anhâ), yıkamayı RasuiullarTın hanımlarının yapma­masından dolayı üzüntü duymuştur. Bir şeyin yapümamasından dolayı pişmanlık ve üzüntü duyulması, ancak caiz olan şeylerde olur’. Ebû Bekir {radiyallâhu anh)’ı vefat ettiğinde, vasiyeti nede­niyle hanımları yıkamıştır. [212]

Vefat Eden Erkek Çocuğu Hanımların Yıkaması Caizdir:

İbnü’l-Munzir, ‘küçük yaştaki erkek çocuğu hanımların yıka­yabilecekleri konusunda âlimler icmâ etmiştir’ der.

El-Hasen el-Basrî, ‘Üzerinde [elbise veya örtü gibi] bir şey bulunan, sütten kesilmiş erkek çocuğunu, hanımların yıkamasın­da bir sakınca görmezdi.[213]

Burada belirtilen caizlik, çocukların şehvet yaşma ulaşmamış olması durumunda söz konusudur. İmam Nevevî’nin el-Mecmû’-da belirttiği görüşü budur.

Bir Kadının, Sadece Erkeklerin Bulunduğu Veya Bir Erkeğin, Sadece Kadınların Bulunduğu Yerde Vefat Etmesi Hâli:

Teyemmüm ettirilir, yıkanmaz. Alimler arasındaki iki görüş­ten tercih edileni budur. Nitekim bu görüşü, Sinan bin Gurfe hadisi teyit etmektedir. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘erkeklerin arasında vefat eden bir kadının, mahremi olmama­sı durumunda «teyemmüm ettirilir yıkanmaz; aynı durum erkek için de geçerlidir» buyurmuştur.[214]

Elbisenin üzerinden yıkanmasını söyleyenler de vardır.

Şafiî, Mâlik ve Ahmed bin Hanbel’e göre, vefat eden kadını yıkayacak hiçbir kadın bulunamazsa, bir erkek eli­ne -kadının tenini hissetmeyecek şekilde- kalın bezler sa­rar ve cenaze örtülü olduğu halde onu yıkar. [215]

Hayızlı veya cünüp olanların, cenaze yıkamasında bir sakınca yoktur: Bunu yasaklayan bir delil olmadığından dolayı, caizdir.

Bir kadın, hayızlı veya cünüp iken vefat etmesi du­rumunda, tek gusül abdesti aldırılması yeterlidir: Çünkü vefat eden kişiden, ibadet sorumluluğu kalkar. Nitekim ölünün yıkanması, bir ibadet olmakla birlikte, dünyadan temiz ve güzel bir halde ayrılması içindir. Bu da, tek gusül ile gerçekleşir. Ayrıca hayız ve cünüplük gibi, iki nedenden dolayı gusül abdesti alması gereken kimsenin, tek gusül abdesti alması da yeterlidir.[216]

Ölü Yıkayanın, Gusül Abdesti Alması Gerekir Mi?

Ölü yıkayanın, gusül abdesti alması gerektiğini ifade eden birçok merfu hadis rivayet edilmiştir. Ancak bu rivayetlerin tama­mı zayıftır. Bunlardan birisi, Ebû Hureyre (radiyaliâhu anh)’ten nakledilen şu rivayettir; Peygamber (saUallâhu aleyhi ue sellem), «cenaze yıkayan gusül abdesti; cenaze taşıyan namaz abdesti al­sın» buyurmuştur.[217] Bu rivayet zayıftır.

Her ne şekilde olursa olsun, âlimlerin çoğunluğu, cenaze yı­kayanın gusül abdesti almasını vacip görmemiştir. Bunun sadece müstehap olduğunu belirtmişlerdir. Sahabelerden birçoğundan da bunun müstehap olduğu nakledilmiştir.[218]

Hamile vefat ettiği zaman: Hamile vefat ettiğinde, karnındaki çocuğun canlı olduğu kanaati ağır basıyorsa, karnı yarı­larak çocuk çıkarılır; eğer çocuktan ümit kesilmişse, karnı yarıl­maz. Alimlerin çoğunluğu bu görüştedir.

Cenaze yıkanmadan defnedildiği zaman: Ceset uğramamışsa, yıkanması için mezarının açılmasında bir sakınca yoktur. Alimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Gerekli du­rumlarda, mezarın açılıp cesedin çıkarılması caizdir. Buna Câbir (radiyaliâhu anh)’ın rivayet ettiği sahih hadis delildir. ‘Peygam­ber (saUallâhu aleyhi ve sellem), defnolunduktan sonra Abdullah İbni Ubey’in kabrine geldi ve onun çıkarılmasını emretti. Daha sonra onu dizlerinin üzerine koydu, tükürüğünden ona üfledi ve gömleğini ona giydirdi.[219]

Düşük Yapılan Çocuk Yıkanır Mı?

Hamile kadın düşük yaptığında, eğer çocuğu dört aylıktan fazla ise, yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Şayet henüz dört aylık olmamışsa, yıkanmaz ve cenaze namazı kılınmaz; bu durumda bir beze sarılır ve defnedilir. Çünkü anne karnındaki çocuğa, dört aydan sonra ruh verilir. Bu süre dolmadan önce, canlı insan hük­münde değildir; bir nesne ve kan gibidir.[220]

Hanefi ve Mâlikî mezhebine göre, yıkamanın va­cip olması için çocuğun canlı olarak doğması şarttır. Ölü doğan veya düşük yapılan çocuklar yıkanmazlar. Ancak isim konulmalıdır. Nitekim kıyamet günü isimleriyle hoşr olunacaklardır. [221]

Savaşta Şehit Olan Yıkanmaz:

Uhud şehitlerinin anlatıldığı Câbir (radiyaliâhu anh)’m riva­yet ettiği hadiste, Peygamber (saUallâhu aleyhi ve sellem), yıkan­madan ve cenaze namazı kılınmadan, şehitlerin kanlarıyla defne­dilmelerini emretmiştir.

Bu hüküm, sadece savaşta şehit düşenler içindir. Karın ağrı­sından, veba salgınından veya boğularak, ya da depremde ölen­ler, diğer Ölüler gibi yıkanır ve cenaze namazları kılınır.[222]

Vefat Eden Kadının Kefenlenmesi:

Vefat eden kadının yıkandıktan sonra, tek elbiseyle dahi olsa, bütün bedenini örtecek şekilde kefenlenmesinin vacip ol­duğu konusunda âlimler icmâ etmiştir. Ancak kadının kefenlen­mesinin, müstehap olan şekli şöyledir;

  1. Kefenin beyaz olması: Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘beyaz elbiselerinizi giyiniz; Çünkü bunlar, elbi­selerinizin en hayırhsıdır. Ve bunlarla kefenleyiniz [223] buyurmuş­tur.
  2. Kefenin beş parça olması: Bu konuda zayıf bir hadis var­dır. Leyla Binti Kâif es-Sekafî (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Ra-sûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in kızı Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde, onu yıkayan kadınlar arasında ben de vardım. RasuluU lah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in bize verdiği ilk (kefenlik) peş-temal, sonra gömlek, sonra başörtüsü sonra da çarşaftı. Bunlarla kefenlendikten sonra, başka bir elbiseyle daha sarıldı. Bu esnada Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) kapıda oturuyor ve kefen­likleri tek tek bize veriyordu.[224]

İbnü’l-Münzir der ki; ilim ehlinden bizim en fazİa öğrendiği­miz, kadınların beş elbiseyle kefenlenmesidir.[225]

  1. Kefende kullanılan kumaşlardan birinin eğer mümkünse ‘hibera [226] Kumaşı’ Olması:

Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), sizden biriniz (ailesi fakirse) imkân bulursa, hibera kumaşıyîa kefenlensin buyurmuştur. [227]

Hatırlatmalar:

  1. Kadınların ipek kumaşla kefenlenmesi mekruh olmakla birlikte caizdir. Nitekim kadınların hayattayken ipekten elbiseler giymesi de caizdir. Ancak kefenin ipekten olması, israf ve malı zayi etmek olduğu için mekruhtur. Hayattayken giymesi İse, eşi­ne güzel görünmek olduğundan mekruh değildir.[228]
  2. Bazı âlimler, ‘evli bir hanım vefat ettiğinde, kefen ve ce­naze masraflarını eşinin karşılaması gerekir1 demişlerdir. Ancak, vefat eden kadının mirası varsa, ondan karşılanması tercih edi­lendir.

İbn Hazm der ki; ‘kadının kefen ve kabrinin kazılmasıyla il­gili masraflar, kadının malından karşılanır. Buna kocası mecbur değildir. Çünkü müslümanların malları, Kuran ve Sünnet’İn be­lirttiği şeylerin dışında zorla alınamaz. Nitekim Rasulullah (sal­lallâhu aleyhi ve seliem) ‘kanlarınız ve mallarınız haramdır/ko­ruma altındadır [229] buyurmuştur. Allah Teâla, erkeğe, hanımının nafakasını, giyimini ve barınmasını sağlamayı farz kılmıştır. Yüce Allah’ın bize hitap ettiği lügatte, kefen elbise; kabir de barınak olarak isimlendirilmez. (Dolayısıyla erkek hanımının kefen ve ka­bir masraflarını karşılamak zorunda değildir).[230]

  1. Ölümünden önce bir kadının kendi kefenini hazırlaması caizdir:

Sehl bin Sa’d (radiyaîlâhu anh) anlatıyor; ‘Bir kadın, Pey­gamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e kenarı dokunmuş bir bürde/şaî getirdi ve hediye etti. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bunu kabul etti. Çünkü buna ihtiyacı vardı. Başka bir adam, bürdenin çok güzel olduğunu söyledi ve; ‘Ya Rasulullahl

Bunu bana ver’ dedi. Orada bulunanlara da; Vallahi ben bu bür deyi ancak benim kefenim olsun diye istedim’ dedi.[231]

  1. Bîr kadın ihramh iken vefat ettiğinde, yıkanır ve İhram elbisesiyle kefenlenir.

Kadınların Cenaze Arkasında Gitmeleri:

Kadınların cenazenin peşinden gitmeleri mekruhtur. Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Biz kadınların, cenaze ar­kasından gitmeleri nehyedildi. Cenazelerin arkasından gitmek bizlere vacip kılınmadı.[232]

Hadiste geçen ‘Cenazelerin arkasından gitmek bizlere vacip kılınmadı’ ifadesi nedeniyle, âlimlerin çoğunluğu, ‘nehiy’ lafzının, ‘haramlık’ değil; ‘mekruhluk’ ifade ettiğini belirtmişlerdir. Fakat ‘nehiy’ lafzının zahiri ‘haramlık’ İfade eder. Ibn Teymiye der ki; ‘Cenazelerin arkasından gitmek bizlere vacip kılınmadı’ ifade­sinden kasıt, nehyin teyit edilmediğini belirtmek olabilir. Fakat bu ‘haramlığı’ ortadan kaldırmaz. Ayrıca Ümmü Atiyye {radiyal­lâhu anhâ)’nın bu nehyin, ‘haramhk bildiren nehiy’ olmadığını zannetmiş olması da muhtemeldir. Hüccet olan ise, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in sözüdür; başkalarının zannı değil­dir.[233]

Kadınlar Cenaze Taşımazlar:

Kadınlar cenaze taşımazlar. Cenazenin erkek veya kadın ol­ması fark etmez. Bu konuda bir ihtilaf yoktur. Nitekim hanımlar, taşıma işinde zayıftırlar. Ayrıca taşıma esnasında mahrem yerle­rinin görünmesi de söz konusu olabilir. Cenaze taşınırken veya kabre konurken, hanımlardan yardım da istenmez.[234]

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in şu hadisi de bunu teyit etmektedir; ‘Cenaze (tabuta) konup, erkeklerin omuzlarında taşındığında; iyi bir kimse ise, «beni (bir an önce) ulaştı­rın» der. [235]

İmam Buhârî bu hükmü, ‘cenazeyi erkekler taşır, hanımlar değil’ şeklinde konu başlığı yapmıştır.

Cenaze Namazı

Cenaze Namazının Hükmü:

Cenaze namazı farz-ı kifâye’dir. Bazı Müslümanlar kıldığı zaman, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in ‘arkadaşınızın cenaze namazını kılınız’ buyruğu bunu ifade etmektedir.

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ve sellem)’e vefat eden biri getirildiğinde, «onun borcu var mıydı; borcu için geriye bir şeyler bırakmış mı?» diye sorardı. Borcunu ödeyecek bir şey bıraktığını söylediklerinde, onun cenaze namazını kılardı. Aksi halde (kendisi kılmaz ve) «ar­kadaşınızın namazını siz kılınız» buyururdu.[236]

Hanımların Cenaze Namazı Kılmaları Caizdir:

Hanımların bulundukları ortamda cenaze namazı kılınması durumunda, cenaze namazına katılmaları caizdir. Ancak cenaze namazına katılmak amacıyla cenaze arkasından gitmeleri caiz değildir.

Abdullah bin Zübeyr anlatıyor; ‘Sa’d bin Ebı Vakkâs (ra­diyallâhu anh) vefat ettiğinde, Âişe (radiyallâhu anhâ), cenaze namazını kendisinin de kılabilmesi için cenazenin mescidin içine getirilmesini istedi. Buna bazı kimseler itiraz ettiler. Bunun üze­rine Âişe (radiyallâhu anhâ); ‘insanlar ne de çabuk unutuyorlarl Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Süheyl İbnü’l-Beydâ’nın namazını mescitte kılmıştı’ demiştir.[237]

Cenaze Namazı Nerede Kılınır?

Bir önceki hadiste, cenaze namazının mescidin içinde kı­lınmasının caiz olduğu belirtilmişti. Ancak cenaze namazının, mescidin dışında cenazeler için hazırlanan yerde kılınması daha faziletlidir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’în sünneti ve genel uygulaması [238] bu şekildedir.

Birçok âlime göre, cenaze namazına yetinemeyen kişinin, kabrin üzerine cenaze namazı kılmasında bir sakınca yoktur. Sa­habeler, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seilem)’e haber ver­meden bir erkek veya kadını defnettiklerinde; Peygamberimiz; «bana onun kabrini gösterin» buyurur ve o kabre giderek cenaze namazı kılardı.[239]

Bir Kadının Cenaze Namazını Kıldırırken İmamın Duracağı Yer:

Kadın cenazesini ortalayarak, erkek cenazesini de başı hi­zasında durarak, İmamın cenaze namazını kıldırması sünnettir. Semüre bin Cündüp (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘in arkasında, loğusalıktan vefat eden bir kadının cenaze namazını kıldım. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) cenaze namazında onu ortalayarak durdu.[240]

Cenaze imamın önünde düz konur. İmam, kadın cenazesini ortalayarak durur. Cemaatta imamın arkasında saf tutar.

Hanefî mezhebine göre imam, cenazenin göğsü hi­zasında durur. Bu konuda cenazenin kadın veya erkek cenazesi olması fark etmez. Mâlikî mezhebine göre imam, kadın cenazesinin omuz hizasında, erkek cenazesini ise ortalayarak durur. Şafiî mezhebine göre imam, erkek ce­nazesinin göğüs hizasında, kadın cenazesini ise ortalaya­rak durur.[241]

Cenaze namazı kılarken cemaatin sayıları az bile olsa, imamın arkasında üç saf olmaları müstehaptir:

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Cenaze namazı, Müslümanlardan üç saf olarak kılınan ölüye, (bu namaz Allah’ın mağfiretini) vacip kılar’ buyurmuştur.[242]

Cenaze namazında bulunanların fazla olması, vefat eden için daha faziletlidir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘sayı/an yüze ulaşan Müslümanlardan bir topluluğun şe­faat/dua ederek kıldığı cenaze namazında, vefat eden kişi hakkın­daki duaları kabul edilir.[243]

Birden Fazla Kadın Ve Erkek Cenazeler Bulunduğunda:

Birden fazla kadın ve erkek cenazelerin olması durumunda imam, cenaze namazlarını tek tek kıldırabİleceği gibi, tamamına tek namaz da kıldırabilir. Bu durumda kadın cenazeleri kıbleye doğru en öne, erkek cenazeleri ise arkaya doğru saf yapar. Böy­lelikle imamın hemen önünde erkek, sonrasında da kadın cena­zeler olmak üzere, bütün cenazeler İmamın önünde olur.

Nâfî anlatıyor; 7bn Ömer (radiyallâhu anh), Kendisinin önü­ne erkek cenazeleri, kıblenin önüne de kadın cenazeleri dizdi ve dokuz cenazeye bir namaz kıldırdı. Cenaze namazını tek saf olarak kıldılar, Ömer bin Hattab’ın hanımı, Ah binti ömrnü Gül-süm’ün cenazesi ile adı Zeyd olan, oğlunun cenazesini bir araya koydular. O gün, cenaze namazını Saîd bin el-As kıldırdı. Cenaze namazını kılanlar arasında, îbn Ömer, Ebû Hureyre, Ebû Satd el-Hudrî ve Ebû Katâde de vardı. Bir adam, çocuğun cenazesinin imamın önüne konulmasına itiraz etti. Bunun üzerine ben, Ibn Abbâs, Ebû Hureyre, Ebû Saîd ve Ebû Katâde ye baktım ve «bu durum ne?» diye sordum; «bu sünnettir» dediler.[244]

Cenaze Namazının Kılınışı:

Taharet, kıbleye yönelmek, avret yerlerini örtmek gibi diğer farz namazların şartlan, cenaze namazında da şarttır. Kılınışı şöy­ledir;

  1. Elleri kaldırarak ‘ihram tekbiri’ alınır. Göğüs hizasında sağ el, sol elin üzerine konur. Sessizce Fatiha ve bir sure okunur.

İbn Abbâs fradiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâ­hu aleyhi ve sellem) cenaze namazına ilk tekbir aldığında ellerini kaldırır; sonrasında kaldırmazdı.[245]

Talha bin Abdullah bin Avf anlatıyor; ‘İbn Abbâs (radiyal-lâhu anh)’m arkasında cenaze namazı kıldım. Fatiha ve bir sûre okudu. [246]

Ebû Umâme bin Sehl (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘cenaze namazında sünnet o!an, İlk tekbirden sonra sessizce Fatiha oku­mak; sonra da üç tekbir getirmek ve son tekbirle selam Vermekti. [247]

  1. ikinci tekbirden sonra Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e salavat getirilir:

Ebû Umâme, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in sa­habelerinden birinden naklediyor; ‘Cenaze namazında, imamın ilk tekbirden sonra içinden Fatiha okuması sünnettir. Diğer üç tekbirde ise, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellemj’e salavat getirir ve cenazeye dua eder Başka bir şey okumaz. Son tekbirle birlikte sessizce selam verir.[248]

Peygamberimize getirilen satavâtların en güzeli, teşehhütte okunan salavattır.

  1. Üçüncü ve dördüncü tekbirler ve sonrasında cenazeye dua edilmesi: Ebû Ya’fûr, Abdullah İbni Ebî Evfâ’dan naklediyor; ‘Onun, cenaze namazında dört tekbir getirip, sonrasında da bir süre dua ettiğini gördüm. [249]Peygamberimiz (sallallâhu aley­hi ve sellem), ‘cenaze namazı kıldığınızda, cenazeye ihlasla dua ediniz’ buyurmuştur.[250]

Hanefî mezhebine göre, cenaze namazı için niyet edildikten sonra ilk tekbir getirilir ve ‘ve ceÜe senâuke’ ile birlikte subhâneke okunur. Sonra -eller kaldırılma­dan- ikinci tekbir alınır ve Peygamberimize salavat getiri-Ür/salli-bârİk okunur. Sonra -eller kaldırılmadan- üçüncü tekbir getirilir ve cenaze duası okunur. Dördüncü tekbirle birlikte selam verilir.[251]

İlk Tekbirde Olduğu Gibi, Diğer Tekbirlerde De Eller Kaldırılır Mı?

İbn Ömer (radiyallâhu anh)’ın, cenaze namazı kılarken, her tekbir alışta ellerini kaldırdığı rivayet edilmiştir.[252] Aynı şekilde bu, İbn Abbâs (radiyallâhu anhj’tan da rivayet edilmiştir. Görü­nen o ki, İbn Ömer (radiyallâhu anh), Rasulullah (sallallâhu aley­hi ve sellem)’e uymak için böyle yapmıştır. Çünkü Rasulullah’a tabi olma konusunda, sahabeler arasında en hassas davranan­lardan biri de İbn Ömer (radiyallâhu anh)’tır.

Hakikatte bu konu, oldukça geniştir. İlk tekbirde elleri kaldır­dıktan sonra, diğer tekbirlerde elleri kaldırmanın da, kaldırma­manın da bir sakıncası yoktur. -En doğrusunu Allah bilir.

Hanefî mezhebine göre cenaze namazında ilk tekbi­rin dışında eller kaldırılmaz.[253]

Cenaze Namazı Dualarına Bir Örnek:

«Allahümme’ğfir lehu ve’rhamhu ua’fu anhu ve âfihi ue erkim nu-zulehu ve vessi’ mudhalehu ve’ğsslhu bi rnâin ve sekin ue beredin ue nekkihi mine’i-hatâyâ kemâ yunakkas-sevbu’l-ebyedu mine’d-denesi ve ebdilhu dâren hayran min dârihi ve ehlen hayran min ehlihi ue zev­cen hayran min zevcihi ve kıhi fitnete’l-kabri ve azâbe:n-nâr»

Allhım! Onu bağışla, ona merhamet eyle, onu affet ue ona afiyet ver. Vardığı yerde ona ikramda bulun. Girdiği yeri/kabri­ni genişlet. Onu su, kar ve doluyla yıka. Beyaz elbisenin kirden arındığı gibi, onu günahlarından arındır. Ona (dünyadaki) yur­dundan daha hayırlı bir yurt, ailesinden daha hayırlı bir aile ve eşinden daha hayırlı bir eş nasip et. Onu, kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru.[254]

Allahummağfir iihayyinâ ve meyyitinâ ve sağirinâ ve kebi-rina ve zekerinâ ve ünsenâ. Allahümme men ahyeytehû minnâ feahyihi ale’l-lslam ve men teveffeytehu minnâ feteveffehû ale’l-îmân. Allahummelâ tahrimnâ ecrahu ve lâ tudillenâ ba’dehu’.

‘Allah’ım, dirilerimizi, ölülerimizi, burada bulunanlarımızı ve bulunmayanlarımızı, küçüklerimizi, büyüklerimizi, erkeklerimizi, kadınlarımızı, bağışla. Allah’ım, bizden yaşatacaklarını İslam üzere yaşat, öldüreceklerini iman üzere öldür. Allah’ım, bunun mükafatından [255] bizleri mahrum etme. Ve onlardan sonra bizleri saptırma.[256]

  1. Cenaze namazında sağa ve sola seiam verilmesi caiz ol­duğu gibi, sadece sağa tek selam verilmesi de caizdir:

İbn Mesûd (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâ-hu aleyhi ve sellem)’in yaptığı, üç haslet vardı. İnsanlar bunları terk ettiler. Bunlardan biri, cenaze namazında, normal namazlar­da selam verildiği gibi; selam vermektir.[257] Ebû Hureyre (radi­yallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), dört tekbirle cenaze namazı kıldı ve tek selam verdi.[258]

Bu rivayetlere göre, cenaze namazı dört tekbirle kılınır. An­cak Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in beş tekbirle,[259] bazı sahabelerin daha fazla tekbirlerle kıldığı da1017 olmuştur.

Cenaze Namazının İlk Tekbirlerine Yetişilemediğinde:

Cenaze namazında, İmama uymada geciken ve ilk tekbirlere yetişemeyen kişi, şu üç durumdan birini tercih eder;

  1. Cenaze kaldırılmadan Önce kaçırdığı tekbirleri kaza ede­cek zaman varsa, kaza eder.
  2. Tekbirleri kaza ederken, cenazenin kaldırılmasından endi­şe ediyorsa, kaçırdığı tekbirleri peş peşe getirir, daha sonra cena­zeye kısa da olsa dua eder.
  3. Zaman yetersizse ve imamla birlikte selam vermek zorundaysa, imamla birlikte selam verir. Kaçırdığı tekbirleri kaza etme­si gerekmez. Bu İbni Ömer (radiyallâhu anh)’in görüşüdür. Bu görüşe sahabelerden muhalefet eden çıkmamıştır veya çıkmışsa da bilinmemektedir.

Hatırlatmalar:

  1. Buluğ Çağına Erişmemiş Küçük Çocuğun Cenaze Namazı Kılınır.

Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallahu aleyhi ue sellem} ‘e, Ensar çocuklarından bir çocuk cenazesi geti­rildiğinde, onun cenaze namazını kıldı.[260]

Anne karnında İken, düşük yapılan çocuklar ise, dört ayı doldurmuş ve üzerinde iseler, yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Çünkü ona ruh verilmiştir ve insan hükmündedir. Ancak, dört ayı doldurmamış ise, yıkanmaz ve cenaze namazı kılınmaz. Bir beze sarılıp defnedilir.

Hanefî ve Mâliki mezhebine göre, yıkamanın vacip olması için çocuğun canlı olarak dogması şarttır.[261]

  1. İntihar Edenin Cenaze Namazı Kılınır Mı?

İntihar eden hakkında âlimlerin iki görüşü arasında tercih edileni, intihar edene müslüman hükmünün uygulanmasıdır. Bu nedenle cenaze namazının kılınmasında bir sakınca yoktur. An­cak, âlimler ve örnek alınan faziletli kimseler, benzer durumların tekrarlanmaması için, intihar edenlerin cenaze namazlarının kıl­maması daha uygundur. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem), intihar edenin namazını kılmamış; sahabelerine onun namazını siz kılın’ buyurmuştur. İmam Mâlik, Ahmed bin Hanbel ve bazı imamlar bu görüştedir.

Bu hükme, İsyankârlar, büyük günah işleyenler ve bidat ehli de -bidatlerinden dolayı kâfir olmadıkları sürece- dâhildir. -En doğrusunu Allah bilir.

Savaşta Şehit Olanlara Cenaze Namazı Kılınması:

Câbir (radiyallâhu anhj’ın naklettiği hadiste, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Uhud şehitlerinin kanlarıyla birlik­te, yıkanmadan ve cenaze namazı kılınmadan defnolunmalannı emretmiştir.[262] Ancak Ukbe bin Amir (radiyallâhu anh)’ın riva­yet ettiği hadiste Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem); ‘di­rilere ve ölülere veda eder gibi, sekiz pil sonra, Uhud şehitleri için cenaze namazı kılmıştır.[263]

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, düşman okuyla öldürülen bir bedevinin cenaze namazını kıldığı rivayet edilmiş­tir. [264]Bu rivayetler, şehitler için cenaze namazının farz olma­dığını; kılınmasının da, kılınmamasının da caiz olduğunu ifade etmektedir.

  1. Gıyabî Cenaze Namazı:

Başka bir bölgede vefat eden kişiye, vefat ettiği yerde ce­naze namazı kılınmamış olması şartıyla, gıyabi cenaze namazı kılmak caizdir.

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sal­lallahu aleyhi ve sellem), Necâşi’nin vefat ettiği gün, onun vefat haberini insanlara bildirdi. Sonra da, sahabelerimle musallaya çı­kıp, saf tutarak, dört tekbirle cenaze namazı kıldırdı.[265]

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Necâşi’nin dışında gıyabi cenaze namazı kıldığı bilinmemektedir. Nitekim Necaşî, müşrikler arasında vefat etmişti. Şayet onlardan herhangi biri iman etmiş olsa dahi, cenaze namazının nasıl kılınacağını bilemezdi.[266]

Hanefî ve Mâlikî mezhebine göre, giyabi cenaze na­mazı caiz değildir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in Necâşi için kıldığı cenaze namazı sadece ona özgüdür. Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre giyabi cenaze namazı caizdir. Hanbelî mezhebi gıyabi cenaze namazı­nın kılınabileceği süreyi bir ayla sınırlamıştır.[267]

  1. Kerahet Vakitlerinde Cenaze Namazı Kılınması:

Namaz kılmanın nehyedildiği kerahet vakitleri daha önce belirtilmişti. Bu vakitler, güneş doğarken, tam tepede iken ve batarkendir. Kuşkusuz buna cenaze namazı da dâhildir. Sahabeler de bunu böyle anlamışlardır. Sabah namazından sonra Baki me­zarlığına bir cenaze getirildiğinde; İbn Ömer fradiyallâhu anh), cenaze sahiplerine; ‘ya cenazenize hemen namaz kılarsınız; ya da, güneş yükselinceye kadar beklersiniz’ dedi.[268] Ancak kera­het vakitlerinde, cenaze namazının kılınması zaruret halini almış ise, kılınabilir.

Kadın cenazesinin defni: Kâfir bile olsa, bir cenazenin defnedilmesi, farzı kîfâyedir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Bedir’de Öldürülen müşriklerin defnedilmesini emretmiştir.[269]

Cenazeyi mezarlığa defnetmek sünnettir: Çünkü Pey­gamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), vefat edenleri Bakî mezarlığına defnederdi. Bu konudaki rivayetler mütevatirdir. Hiç kimseyi, mezarlık haricinde bir yere defnettiği seleften nakle-dilmemiştir. Sadece Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi odasına defnedilmiştir. Bu sadece Peygamberimize özgü bîr durumdur ve bu konu da mütevatir olarak nakledilmiştir.

Bu hükümden, savaşta şehit olanlar istisna edilmiştir. Şehit­ler, şehit düştükleri yere defnolunurlar; mezarlığa götürülmezler.

Câbir (radiyaliâhu anh) anlatıyor; ‘halası, öhud’da şehit olan babasını ue dayısını, mezarlığa defnetmek için, götürdüğün­de; … Bir haberci yetişti ve ‘dikkat edin! Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve sellem) size, ölüleri öldükleri yerlere defnetmenizi em­rediyor’ dedi. Bunun üzerine bizler, ölüleri (tekrar) eski yerlerine götürdük.[270]

Zaruret Olmadığı Sürece, Cenazenin Aşağıda Belirti­len Vakitlerde Defnedilmesi Mekruhtur:

  1. Güneş doğarken, tam tepedeyken ve batarken:

Ukbe bin Amir (radiyaliâhu anh) anlatıyor; ‘üç vakitte Ra­sulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem) bize namaz kılmamızı ve ölülerimizi gömmemizi nehyetti; Güneş doğarken, yükselinceye kadar; tam tepede iken, (batıya) meyledinceye kadar; batarken tam batmcaya kadar.[271]

  1. Zaruret olmadığı halde, gece defnetmek:

Câbir {radiyaliâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (salhllâhu aleyhi ve sellem) bir gün hutbe okudu. Sahabelerinden birinin vefat ettiğini ve bedenini tamamen örtmeyen bir kefene sarılıp geceleyin gömüldüğünü söyledi. Mecbur kalınmadıkça, cena­zenin namazının gece kılınıp, defnedilmesini yasakladı.[272]

Cenaze namazının gece kılınması durumunda, katılım az olacağından; gündüz namazı kılınincaya kadar defnedilmesi nehyedilmiştir. Nitekim insanlar, gündüz kılacakları cenaze namazında daha canlı olurlar. Sıcak ve benzeri nedenlerden dolayı, cenazenin değişikliğe uğramasından korkulursa, ışık kullanılarak gece defnedilmesi ve kabrine konulması caizdir. Ibn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir adamı gece kabre koydu ve kabrini aydın­lattı.[273]

Kabrin Şekli:

  1. Kabrin derin, geniş ve güzel olması müstehaptır.

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Uhud şehitleri hakkında; ‘kabir kazınız, geniş, derin ve güzel yapınız..[274] buyurmuştur

  1. Kabirlerde lahit yapmak daha faziletlidir, ancak şak/dere gibi bir çukur kazılması da caizdir:

Lahit, kabrin içinde kıble tarafına enlemesine açılan bir oyuktur.[275]

Şak: Kabrin ortasındaki açıklıktır. Yani toprağı yarmak veya dere yatağı gibi bir çukur kazmaktır.

Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in zamanında her iki usûlde de kabir kazılmıştır. Ancak mezarda lahit yapmak daha faziletlidir. Allah Teâla, Peygamberi için lahitli mezar dilemiştir. Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde, Medine’de bir adam lahit, başka bir adam da (dere yatağı gibi) kabir kazıyordu. Bunun üzerine sa­habeler, ‘Rabbimize istihare yapalım ve her ikisini de çağıralım; hangisi önce gelirse ona yaptıralım’ dediler. Bunun üzerine lahit yapan önce geldi. Böylelikle Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem’in mezarı lahitli oldu.[276]

Âmir bin Sa’d bin Ebî Vakkâs, babasından naklediyor; ‘Sa’d bin Ebî Vakkâs (radiyallâhu anh) ölüm döşeğinde; ‘Benim için (kabrimin kıble tarafında) bir lahit açın. (Beni oraya koyduğu­nuzda) yan tarafıma, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e yapıldığı gibi kerpiçler dikip sıralayın’ dedi.[277]

Daha önce de belirtildiği gibi, toprak yumuşak olduğu du­rumlarda dere gibi bir çukur kazılması/şak yapılması da caizdir.

Kadın Cenazeyi Kabre Kim Koyar?

  1. Kadınların, cenaze defninde bulunmaları caiz değildir.[278]

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanından gü­nümüze kadar, uygulanarak devam edegelen usul, defin işlerini erkeklerin yapmasıdır. Çünkü erkekler bu görevi yerine getirme­de daha güçlüdürler. Şayet hanımlar bu görevi üstlenecek olsa, yabancıların bulunduğu ortamlarda vücutlarının açılması söz ko­nusu olabilir. Dolayısıyla bu caiz olmaz. Bu konuda en açık delil, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve selİem)’in kızını defnetmesi için, hanımları değil; Ebû Talha (radiyallâhu anh)’ı görevlendir­miş olmasıdır. Bu konu gelecek konularda açıklanacak.

  1. Kadın cenazeyi kabre koymada en evlâ olanlar:

a) Mahremi [279] Çünkü Yüce Allah; “akraba olanlar, Allah’­ın Kitâb’ında birbirlerine daha yakındırlar” buyurmuştur. Ayetin İfadesi genelük bildirmektedir.

Abdurrahmân bin Ebzâ anlatıyor; ‘Ömer bin Hattâb (radi­yallâhu anh), Zeyneb binti Cahş’ın cenaze namazını dört tekbirle kıldırdı. Sonra Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in hanım­larına onu kabre koymaları için haber gönderdi. Bunun üzerine Peygamber hanımları; ‘dünyada onun hayatına giren, onu kabre koyar’ dediler.[280]

b) Kocası: Kocası, yabancıdan daha yakındır. Daha önce zikrettiğimiz hadiste, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Aişe validemize; ‘Eğer benden önce ölürsen, seni yıkarım, kefen­lerim, cenaze namazını kılarım ve seni defnederim …’ demiştir.

  1. Vefat eden kadının mahreminin veya kocasının bulunma­ması durumunda, ölüyü kabre koyması için, o gece eşiyle ilişkiye girmemiş olan kişiler tercih edilir. Şayet ölen kadının mahremi veya gün içerisinde eşiyle ilişkiye girmiş olan birisi ise, ilişkiye girmemiş olan yabancı tercih edilir.

Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in kızının defnine şahit olduk. Rasuiullah kabrin üzerine oturmuştu, gözlerinden yaşlar akıyordu. «Aranızda bu gece, eşiyle ilişkiye girmeyen kim?» diye sordu. Ebû Talha; «ben» dedi. «o halde, onu kabre sen indir» dedi. Bunun üzerine Ebû Talha, onu kabre indirdi ve defnetti.[281]

Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rîka vefat ettiğinde, Rasu­iullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘bu gece eşiyle ilişkide bulun­muş olan kişi kabre indirmesin’ buyurdu.[282]

Kadın Cenazesinin Kabre Konuşu:

  1. Cenazenin kabre ayakucu tarafından indirilmesi sünnet­tir:

Ebû Ishâk anlatıyor; ‘El-Haris, cenaze namazını Abdullah b. Yezid’in kıldırmasını vasiyet etti. Bu nedenle cenaze namazını o kıldırdı. Sonra onu kabrin ayakucu tarafından kabre indirdi ve «bu sünnettendir» dedi.[283]

  1. Cenaze kabre, yüzü kıbleye doğru olacak şekilde sağ yanı üzere konur: Peygamberimiz (saîlallâhu aleyhi ve selem in za­manından günümüze kadar Müslümanları defni bu şekilde yap­maktadırlar.
  2. Cenazeyi kabre koyan; ‘bismillah ve ala sünneti [veya mîlleti] Rasulillâh /Allah’ın adıyla ve RasuîuUah’ın sünneti [veya dini] üzere (cenazeyi kabre koyuyoruz) [284] der.
  3. Kadın cenaze defnolunana kadar, kabrinin üzeri Örtülür mü?

Bu konuda zayıf hadis vardır. Ancak ibn Kudâme bu konuyla ilgili olarak şu değerlendirmede bulunmuştur; ‘Kadının kabrinin bir örtüyle örtülmesinin müstehap olduğu konusunda ilim ehli arasında bir ihtilaf bilmiyoruz. Çünkü kadın avrettir. Kabre indi­rilirken herhangi bir tarafının açılmayacağından emin olunamaz. Açılması durumunda ise, orada bulunanların görmesi söz konusu olur’. Daha sonra Ibn Kudâme bu konuyla ilgili, Ömer ve Enes (radiyallâhu anhumâ)’dan rivayetler nakleder.[285]

  1. Lahit kapatıldıktan sonra üç avuç toprak serpmek müste haptır:[286]

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir cenazenin namazını kıldı. Sonra ölü (mezara) getirildi. Rasuiullah baş tarafına üç defa (toprak) serp

  1. Kabrin yerden bir karış kadar yükseklikte ve üzerinin ka­visli [287] olması:

Câbir (radiyailâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (saUallâhu aleyhi ve sellem)’e lahit yapıldı. Üzerine kerpiçler dikilip sıralan­dı. Ve kabri yerden bir karış kadar yükseltildi.[288]

Süfyân et-Temmâr anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in kabrinin yerden biraz yükseltilerek üzerinin kavisli/ deve hörgücü gibi olduğunu görmüştür.[289]

  1. Taş veya benzeri şeylerle kabri belirlemek: El-Muttalib bin Hantab (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Os­man b. Mazûn öldüğünde, cenazesi (evinden) çıkarılıp (Bakî mezarlığına) gömüldü. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir adama (büyükçe) bir taş getirmesini emretti. Fakat adam taşı kaldıramayınca, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) taşın ya­nına gidip, kollarını sıvadı. Sonra da, o taşı getirip, (cenazenin) başucuna koydu ve; «Kardeşimin kabrini bu taşla tanırım ve ev halkından ölenleri de onun yanma defnederim» buyurdu.[290]

Hatırlatmalar:

  1. Zaruret halinde, kadınla erkeği birlikte defnetmek ca­izdir:

Vasile bin el-Eska’ (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Erkekler ve hanımlar birlikte defnedilecekleri zaman, kıbleye doğru önce er­keği, arkasına da kadını koyardı.[291]

İmam Şafiî der ki; ‘kadınla erkeğin aynı mezara defnedil­mesini hoş görmüyorum. Şayet buna mecbur kalınmış ve başka çare yoksa, kabirde erkek öne, kadın arkaya konur ve aralarına toprakla bir perde fduvar) yapılır.[292]

  1. Müslümanla evli, hâmile, ehl-i kitaptan bir kadın vefat ettiğinde nereye gömülür?

İmam Ahmed bin Hanbel der ki; ‘Müslüman mezarlığryla, ehl-i kitap mezarlığı arasına defnolunur. Kadın, kâfir olduğu için, müslümanların mezarlığına defnolunmaz. Çünkü onun azabından dolayı müslümanlar rahatsız olur. Kâfirlerin mezarlığına da defnolunmaz. Çünkü çocuğu müslüman’dır ve kâ­firlerin azaplarından rahatsız olur. Bu nedenle, yalnız bir yere defnolunur. Mezara konurken, karnındaki çocuğun sağ tarafı üzerine gelmesi, yüzünün de kıbleye doğru olması için, sol tarafı üzere sırtı kıbleye gelecek şekilde konur. Çünkü karnın­daki çocuğun yüzü, kadının sırtına doğrudur.[293]

Taziye

  1. Erkeklere olduğu gibi, hanımlara da cenaze sahiple­rine taziyede bulunmak, acılarını hafifletmek, onları Allah’ın takdirine razı olmaya ve sabra teşvik etmek meşru kılınmıştır. Bunlar, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’den nak­ledilen davranışlardır. Taziyede bulunanlar, imkânları nispetinde bu amaçları gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Şeriata aykırı davra­nışlarda bulunmamalıdırlar. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Bir musibete uğrayan mümin kardeşini tazi­yede bulunana Allah yeşil bir cübbe giydirir. Kıyamet günü (o kişi) bununla mutlu olur. Orada bulunanlar, «bundaki mutluluk nedir?» derler; «ona gıpta edilmesidir» buyrulur.[294]

Taziyede söylenenle ilgili rivayet:

Liîlâhi mâ ahaze ve leh ûmâ a’tâ ve kullu şeyin indehû bi ecelin musemmâ … feltasbir, veltahtesib Allah’ın aldığı ve verdiği her şey kendisine aittir. Her şeyin, Allah katında belirli bir eceli vardır. ‘Sabret[meli]sin ve sevabını arzula[malı]sın!.[295]

  1. Taziye için matem mekânlarında toplanılması, erkek­lere de, hanımlara da mekruhtur. ‘Çünkü bu, hüznü artırır ve külfet oluşturur.[296] Cerîr bin Abdillah (radiyallâhu anh) anlatı­yor; ‘biz ölünün evinde toplanılmasını ve yemek yapılmasını, ölü için dövünmek!niyâhat olarak görürdük.[297] Dolayısıyla matem yerlerinde, bu tür toplantılar düzenlemek, taziyenin meşru­iyetine uymaz. Çünkü taziye, başsağlığı dilemek için meşru kılınmıştır.
  2. Cenaze ailesinin, taziyeye gelenler için yemek hazırla­ması -bir önceki hadisten dolayı- mekruhtur. Aynı zamanda sünnete aykırıdır. Çünkü sünnet olan, cenazenin akrabalarının ve komşularının, cenaze ailesi için yemek hazırlamalarıdır.

Abdullah bin Ca’fer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulul-lah (sallallâhu aleyhi ve seilem) Cafer’in ailesi için yemek ha­zırlayınız. Çünkü onların başına, kendilerini meşgul eden bir iş gelmiştir [298] buyurdu. Bu rivayet zayıf olmakla birlikte, Aişe (radiyallâhu anhâj’nın rivayetiyle teyit edilmiştir. Âişe {radiyal­lâhu anhâ) kendi ailesinden biri vefat ettiği zaman, bir çömlek bulamaç pişirilmesini emrederdi. Sonra da tirit yapılır; bulamaç onun üzerine dökülürdü. Daha sonra da Âişe (radiyallâhu anhâ) oradaki kadınlara «bundan yiyiniz; çünkü ben Rasulullah (sallal­lâhu aleyhi ve sellem)’i; «bulamaç hastanın kalbini rahatlatır ve üzüntüyü hafifletir» buyururken işittim’ derdi.[299]

Hanımların Kabir Ziyareti

Hanımların kabir ziyareti konusunda, âlimler farklı görüşler belirtmişlerdir. Bunları üç başlıkta özetlemek mümkündür;

  1. Haram.
  2. Mekruh [Ahmed bin Hanbel’den nakledilen bir rivayete göre].
  3. Mubah [İmam Mâlik ve Bazı Hanefiler İle Ahmed bin Hanbel’den nakledilen başka bir rivayete göre].

Tercih edilen görüş ise, delillerin doğrultusunda olandır. Yani, haramlardan sakınmak şartıyla, hanımların öğüt almak ve âhireti hatırlamak için kabir ziyaretinde bulunmaları caiz­dir. Bunun delilleri;

  1. Daha önce zikredilen Enes (radiyallâhu anh)’in rivayet ettiği hadisin ihtivası. Çünkü bu hadiste, Peygamberimiz (sal­lallâhu aleyhi ve seilem) ağlayan kadını, kabir ziyaretinden nehyetmemiştir.

Enes (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem) bir kabir başında ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona, ‘Allah’tan kork ve sabret ‘ buyurdu.[300]

  1. Aişe (radiyallâhu anhâ)’nın, kardeşinin kabrini ziyaret et­miş olması.

İbn Ebî Müleyke (radiyailâhu anh) anlatıyor; ‘Âişe (radiyal­lâhu anhâ) bir gün mezarlıktan geliyordu. Ona; «ey müminlerin annesi! Nereden geliyorsun?» dedim. «Kardeşim Abdurrahman bin Ebî Bekr’in kabrinden» dedi. Ben; «Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seilem) kabir ziyaretini yasaklamış değil miydi?» dedim. O; «Evet, önce yasaklamıştı, ama daha sonra ziyaret edilmesini emretti» dedi.[301]

  1. Âişe (radiyallâhu anhâ), Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seilem)’e; [Mezarlığa girdiğimde] ne söylemeliyim, Ya Rasu-lalîâh?» diye sorduğunda ona;

Es-selâmu aleykum ehle’d-diyâri mine’l-Muminîne ve’l-Müslimİn. Yerhamu’l-lâhi’l-müstekdimîne ve’l-muste’hirîn. Ve innâ in şöellâhu le-lâhikûn – Selam size ey bu diyarın mümin ve müslüman halh! Allah öncekilere de, sonrakilere de rahmet eylesin. Bizler de inşallah (yakında size) katılacağız.[302]

  1. Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem); ‘sizlere kabir ziyaretini yasaklamıştım; Artık ziyaret edebilirsiniz’ buyurmuştur. Bu ifadesinde Peygamberimiz, kadın erkek ayırımı yapmamış, genel olarak müsaade etmiştir.

Hatırlatmalar:

  1. Kadınların, mezarlığa gitmeleri durumunda, bağırma, ne­damet duyma, yakınma, dövünme, ölüye methiyeler dizme gibi farklı bidat ve haramlar medyana geliyorsa, kadınlara mezar zi­yareti haram olur.
  2. Kadınların, mezarlığa gitmeleri durumunda, salihlerin ve velilerin mezralarına gidip, onlardan sıkıntılarının giderilmesini, ihtiyaçlarının karşılanmasını istemeleri ve benzeri dileklerde bu­lunmaları şirktir. Hiç kuşkusuz bu gibi durumlarda kabir ziyareti haram olur.
  3. Kadınların, toplantı ve bayram günlerinde olduğu gibi, kabir ziyareti için bir gün belirlemeleri bidattir.
  4. Kadınların, açık ve dekolte kıyafetlerle, süslenerek, koku sürünerek mezarlığa gitmeleri caiz değildir.

Ölümünden Sonra Bir Kadına Neler Fayda Verir?

  1. Müslümanların o kadın için dua etmeleri:

Yüce Allah; “Onlardan sonra gelenler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla! Kalbimizde iman edenlere karşı, hiçbir kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şef­katlisin, merhametlisin derler.[303]

Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem}; ‘Müslüman bir kişinin, kardeşine gıyabında yaptığı dua kabul edilir.[304]

  1. Geride bıraktığı borcun, herhangi biri tarafından öden­mesi:

Borçlu olarak vefat eden bir adamın cenazesi Peygamberi­miz (sallaüâhu aleyhi ve sellem)’e getirildiğinde; ‘… Bunun borcu var mı?’ diye sordu; ‘Evet’ dediler. ‘Geriye bir şey bıraktı mı?’ diye sordu; ‘hayır’ dediler. (Öyleyse); ‘Arkadaşınızın namazım siz kılınız’ buyurdu. Bunun üzerine kendisine Ebû Katâde denilen, Ensar’dan bir adam kalktı ve; ‘Borcunu ben üstleniyorum, nama­zını sen kıldır, (Yâ Rasulullah)’ dedi. Bu söz üzerine ölen şahsm cenaze ‘namazını kıldırdı.[305]

  1. Oruçlarını, Velisinin Kaza Etmesi:

Peygamberimiz {sailallâhu aleyhi ve sellem); ‘üzerinde oruç borcu bulunarak ölen kimsenin, oruçlarını velisi tutar’ buyurmuş­tur.[306] Bu hüküm, Ramazan ve adak oruçların kazasını içerir.

Hastalık, yolculuk, yaşlılık gibi serî mazeretler so­nucu oruç tutamayanlar, kaza etme imkânı bulamadan vefat ederlerse, ne fidye, ne de velinin kazası gerekmez. Şartlan oluşmadığı zaman hac ibadetinin sakıt [307] olması gibi, oruçta sakıt olur. Hiçbir serî mazeretleri olmaksızın oruç tutmayanlar, kaza etme imkânı bulamadan vefat ederlerse, Hanefî, Şafiî ve Mâliki mezhebine göre velisi onun yerine oruç tutamaz. Çünkü oruç ibadeti, namaz gibi bedeni bir ibadettir. Bu durumdaki kişiler, öldüğü za­man malının üçte birinin fidye olarak verilmesini vasiyet etmelidir. Vasiyet etmesi durumunda mirasçılarının bu vasiyeti yerine getirmeleri vacip olur. Vasiyet etmemesi durumunda, mirasçıların ölü adına oruç tutmak veya fid­ye vermek zorunlulukları yoktur. Nitekim Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; ‘Hiç kimse bir başkasının yerine namaz kılamaz. Hiç kimse baş­kasının yerine oruç tutamaz. Ancak onun yerine her gün İçin bir mudlölçek buğday (fidye) verebilir.[308]

  1. Adağının Kaza Edilmesi:

Sa’d bin Ubâde (radiyallâhu anh), Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e; ‘annem üzerinde adak borcu olduğu halde öldü?’ deyince, ona; b halde sen kaza et’ buyurdu.[309]

  1. Hayırlı çocuklarının yapacağı, hayırlı ameller:

Yüce Ailah; ‘İnsana ancak kendi yaptığının karşılığı vardır [310] buyurmuştur. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘İnsa­nın yediği şeylerin en temizi kendi kazanandan olanıdır ve kişi­nin çocuğu kendi kazanandandır’ buyurmuştur.[311]

  1. Geride bıraktığı ilim, hayırlı evlat ve sadaka-i cariyeler:

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Bir insan öldü­ğü zaman, üç şey haricinde amel defteri kapanır. Bunlar, sadaka-i câriye/devam eden hayırlar, istifade edilen ilim, kendisine dua eden evlattır.[312]

Okunan Kuranın Sevabının, Ölüye Hediye Edilmesi­nin Hükmü Nedir?

Yüce Allah; ‘İnsana ancak kendi yaptığının karşılığı vardır [313] buyurmuştur. Bu âyete göre, yukarıda zikredilenlerin dışında, dirilerin yaptığı hiçbir şeyin ölülere faydası olmaz. Ayette belirti­len hüküm asıldır; delillerle farklılık belirtilmediği sürece hüküm asıl üzere verilir. Bu nedenle, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetini, okudukları Kurân’ın sevabını ölülerine ba­ğışlamaları için bir teşvikte bulunmamıştır. Bildiğimiz kadarıyla, hiçbir sahabeden buna benzer bir şey nakledilmemiştir. Ancak peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ölülerinizin affedil­mesi için dua ediniz buyurmuştur; ‘Kardeşiniz için bağışlanma ve sebat dileyiniz. Çünkü şu an o sorguya çekilmektedir.[314]

Kıraatin, ölüye bir faydası olmaz. Bu, Şafiî mezhebinin görü­şüdür. Âlimlerin çoğunluğu bu görüşe muhaliftir. En doğrusunu Allah bilir.

Kadının, Ölü İçin Yas Tutması/İhdâd:

İhdâd, men etmek, engellemek demektir. Kadının, yas tut­ması; süslenmemesi, koku sürünmemesi, cinsel isteği uyandıran her şeyden uzak durması ve evlilik tekliflerini kabul etmemesidir. Buna Arabça da ‘ihdâd’ denir.

  1. Kadının, vefat eden kocası için yas tutması:

Kocası vefa eden kadının, dört ay, on gün yas tutması farz­dır. Çünkü Yüce Allah; ‘İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler, dört ay on gün beklerler.[315]

Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ıBir kadın, Ra­sulullah {sallallâhu aleyhi ve sellem)’e geldi ve; «Ya Rasulullah! Kızımın kocası vefat etti Gözlen ağrıyor, ona sürme çekebilir miyim?» dedi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) iki veya üç defa; «hayır» dedikten sonra; «iddeti, dört ay, on gün [bekle­melidir] buyurdu.[316]

İbn Kudâme, İbn’ul-Kayyim el-Cevzî ve diğer âlimlerin de naklettiği gibi, birçok âlim bu görüştedir.

Cinsel ilişkide bulunmadan önce kocası vefat eden, küçük yaştaki kadının yas tutması: İster küçük, ister büyük yaşta olsun, cinsel ilişkiye girilmiş veya girilmemiş olsun, kocası vefat eden kadının yas tutmasını/iddet beklemesini, âlimlerin ge­neli vacip kabul etmiştir.

  1. Vefat eden bir yakınından dolayı kadının yas tutması:

Bir kadın, kocasının dışında bir yakını için üzüntü ve kede­rinden doiayı, üç gün yas tutabilir. Ancak, üç günden daha fazla yas tutması caiz olmaz. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Allah’a ve âhiret gününe

İman eden bir kadının, ko­cası dışında biri için üç günden fazla yas tutması helal değildir’ buyurmuştur.[317]

Hatırlatma:

Kadının, eşi dışında bir yakını İçin yas tutması mubah ol­makla birlikte, eşi onunla ilişkide bulunmak istediği takdirde, eşi­ne ‘hayır’ demesi heial olmaz.[318]

  1. Yas tutan hanımların sakınması gereken durumlar:

Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; Vç günden fazla yas tutmamız yasaklandı. Bir kadın sadece kocası için dört ay on gün yas tutar. Yasta iken, sürme çekmez, koku sürünmez, boyalı elbise giymezdik. Sadece (Yemenin) asb elbisesinden giyerdik. Ve hayızdan temizlendiğimizde yıkanırken, kustu ezfâr kokusun­dan sürünmemize ruhsat verilmişti. Cenazelerin peşinden gitme­mizde, yasaklanmıştı.[319]

Bu ve benzer hadislerin ifade ettiği, yas tutan hanımların sa­kınmaları vacip olan hükümler;

  1. Sürme Çekmek: Yas tuttukları sürece tedavi amaçlı dahi olsa, kadınların sürme çekmeleri caiz değildir. Ümmü Atiyye (ra­diyallâhu anhâ)’ın rivayet ettiği hadiste, gözünden şikayet eden bir kadının sürme çekmesine Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) izin vermemiş ve «hayır, sürme çekemez» buyurmuş­tur.[320]

Yüce Allah, yas tutan müslüman erkekler ve hanımlar için, sürme dışında ilaçlar nasip etmiştir. Damla, merhem gibi. Dola­yısıyla, hastalığı mazeret göstererek, yasta iken, sürme kullanma­nın bir mânâsı yoktur. -En doğrusunu Ailah bilir.

  1. Koku Sürünmek: Yas tutan hanımların, koku sürünmeleri haramdır. Bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur. Buna, Ümmü Habîbe (radiyaliâhu anhâ)’nın, babası Ebû Süfyân’m ölümüne yas tutar­ken (üçüncü günün dolmasıyla birlikte) koku isteyip sürünmesi [321] de delildir.

Yas tutan hanımların hayızdan temizlenirken, kan kokusu­nu gidermek İçin, kan izinin bulunduğu yerlere koku sürmelerine izin verilmiştir. Bu izin, kendilerinin koku kullanması için değildir. Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ)’nın «kustu ezfâr kokusundan sürünmemize ruhsat verilmişti» sözüyle kastettiği şey, tütsü veya kendilerince bilinen bir kokudur.

  1. Kına, Makyaj ve Boya Kullanmak: Ümmü Seleme (ra­diyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) «kocası vefat eden bir kadın, aspurla ve kırmızı çamurla boyanmış elbise giyemez. (Altın ve gümüş) zînet takmamaz/süs-lenemez ve sürme çekemez» buyurmuştur.[322]

İbnü’l-Münzir; ‘yas tutan kadının, makyaj yapmasının, ‘zinet takınamaz’ yasağının kapsamında olduğuna dair bir ihtilaf bilmi­yorum’ demiştir.

Kına ve boya kullanmak, makyaj olarak isimlendirilen şey­lere dâhildir. İbn Kudâme der ki; ‘Yas tutan kadının, yüzüne allık sürmesi, fondöten kullanması, yüzüne ve eline nakış yapması, yüzünü güzelleştirecek ve yumuşatacak krem ve benzeri makyaj malzemeleri kullanması haramdır.[323]

  1. Boyalı, aspurlu [324] kırmızı çamurla boyalı elbise giymek:

Ümmü Atiyye (radiyallâhu anhâ); ‘…Sadece (Yemenin) asb elbisesinden giyerdik…’ demiştir.

Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamber (saİlallâhu aleyhi ve sellem), «Kocası vefat eden bir kadın, aspur-la ve kırmızı çamurla boyanmış elbise giyemez. (Altın ve gümüş) zınet takmamaz, süslenemez ve sürme çekemez» buyurmuş­tur.[325]

Her İki hadiste de, yas tutan kadına, kırmızı, san, yeşil, mavi gibi, çekici ve süslü olması için, renklendirilmiş bütün elbiseler nehyedilmiştir.[326]

Yemen bürdelerinden [327] olan, asb elbisesine izin verilmiştir. Bu elbise, Önce örülür, sonra boyanır, daha sonra da dokunur.

Alimler, yas tutan kadının beyaz renkli elbise giymesine ruh­sat vermişlerdir. Çünkü bunu engelleyen herhangi bir nas yoktur. İbnü’l-Münzİr, ‘kendilerinden ilim öğrendiğim herkes, beyaz elbi­senin giyilmesine ruhsat vermiştir’ der.

  1. Takı Takmak: Yas tutan kadının, yüzük, kolye ve benzeri altın ve gümüş takılar takması haramdır. İmam Mâlik; ‘kocasının vefatından dolayı yas tutan kadın, yüzük, halhal gibi hiçbir takı takamaz’ der.[328]

Yas Tutan Kadının Yapmasında Bîr Sakınca Bulun­mayan Durumlar:

  1. Tırnaklarına manikür yapması.
  2. Koltuk altı ve etek tıraşı olması.
  3. Sabunla yıkanması. Yas tutan kadının bunları yapmasında bir sakınca yoktur. Kokulanmak amacı olmadığı sürece sabunla yıkanabilir.

Ibn Kudâme; ‘Yas tutan kadının, tırnaklarına manikür yap­ması, koltuk altı ve etek tıraşı olması, alması mendup olan kıllarını alması, sidrle yıkanması ve taranmasına bir engel yoktur. Çünkü buniar temizlik amaçlıdır, kokulanmak amaçlı değildir’ der.

  1. Saç yağıyla, saçı yağlamak.

Süslenmek ve kokulanmak amacıyla olmadığı takdirde, saçı yağlamak caizdir. İmam Mâlik, ‘kocası vefat eden kadın, içinde koku bulunmayan yağlar ve benzeri şeyler sürünebilir’ der.

Kocası Vefat Eden Kadının İddeti:

İddet: Kocası vefat eden veya kocasından boşanan kadının, tekrar evlenebilmesi için beklemesi gereken süredir.

Kocası vefat eden kadının beklemesi gereken süre, daha önce de belirtildiği gibi, dört ay on gündür.

Kocası Vefat Eden Kadın İddetini Nerede Bekler?

Bu konuda Rasulullah (saİlallâhu aleyhi ve seliem)’den sa­hih olarak nakledilmiş ‘merfü bir hadis’ yoktur.

Kocası vefat eden kadının, iddet süresini dilediği yerde geçi­rebileceği, Ali, İbn Abbâs, Aişe ve Câbir bin Abdillah (radiyallâhu anhum)’dan, sahih olarak nakledilmiştir.

Ömer bin Hattab ve oğlu Abdullah ile İbn Mesûd (radiyallâ­hu anhum)’un, ‘kadın, iddetini kocasının evinde bekler’ dedikleri sahih olarak nakledilmiştir.

Tercih edilen görüş ise birincisidir. Çünkü bu konuda ‘sahih, merfû’ bir delil bulunmamaktadır. -En doğrusunu Allah bilir.

Kocası Vefat Eden Hâmile Kadının İddet Süresi:

Kocası vefat eden hamile kadının iddet süresi, doğum ya­pıncaya kadardır. Çünkü Yüce Allah; ‘… hamile olanların iddeti, doğurmaları ile tamamlanır.[329] buyurmuştur.

Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Benî Eşlem’-den Sübey’a adında bir kadm hamile iken kocası ölmüştü. Benî Abdi’ddâr’dan Ebu’s-Senâbii İbn Ba’kik, kadınla evlenmek iste­di. Kadm onunla evlenmek istemedi. Adam; Vallahi, iki müdde­tin sonuncusuna kadar iddet beklemedikçe evlenmen caiz değil’ dedi. Kadın, kocasının vefatından kırk gün sonra doğum yaptı. Daha sonra da Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’e gelerek durumunu sordu. Rasulullah (sallallâhu aleyhi vesellem): ‘Evlen buyurdu.[330]

IV ZEKAT VE SADAKALAR [331]

Zekât: Belirli oranda, belirü mallarda, belirli vakitlerde, belirli kimselere verilen hissedir.

Mallardan verilen bu miktarın zekât olarak isimlendirilmesi, verildiği mallan artırmasından dolayıdır. Bu, mânâ itibariyle art­ması ve afetlerden korunmasıdır. Çünkü zekât verenin nefsi de arınmış olmaktadır. Nitekim Yüce Allah; ‘Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara dua et; senin duan onlar için bir güvendir [332] buyurmuştur.

Zekât, İslâm’ın beş rüknünden biridir. Peygamberimiz (sal­lallâhu aleyhi ve sellem); “islam beş şey üzerine bina edilmiştir; Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun resulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucu tutmak.[333] Zekât, Kurâni Kerîm’de 82 defa namazla birlikte zikredilmiştir. Yüce Allah zekâtı, Kuran, (sünnet ve ümmetin icmâsıyla) farz kılmıştır.[334]

Zekât Vermeyenin Korkunç Durumu:

  1. Yüce Allah şöyle buyurmuştur; ‘Altın ve gümüşü birikti­rip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdmldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtlan onlarla dağlanacak, “Bu, kendiniz için biriktirdiğinizde; biriktirdinizi tadın” denecek.[335]
  2. Ebû Hureyre {radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seîlem); «Allah’ın, kendisine mal verdiği bir kimse, o malın zekatını vermezse; kıyamet günü bu malı, sahibi için çok zehirli erkek yılan suretine çevrilir. Bu yılanın iki gözü üzerinde iki nokta vardır. Kıyamet günü sahibinin boynuna dola­nır. Sonra yılan ağzıyla, sahibinin çenesini iki tarafından yakalar ve; «ben senin malınım; ben senin hazineniml» der. Daha sonra Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu âyeti okudu; “Allah’ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun ken­dileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötüiü-ğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına sarıla­caktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.[336]

Zekata Tabı Mallar

A. Nakit Değerlerin Zekâtı -Altın Ve Gümüş:

Ali bin Ebî Talip (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «iki yüz dirheme sahip olduğunda, üzerinden bir yıl geçmişse; beş dirhem (zekât) vardır. Yirmi dina­rın olmadıkça, sana -altında- zekat düşmez. Yirmi dinara sahip olduğunda, üzerinden bir yıl geçerse, yarım dinar (zekât) vardır’ buyurmuştur.[337]

Altın ue gümüşün zekatı iki şartla oluşur;

  1. Nisap miktarına ulaşması.
  2. Nisap miktarına ulaştıktan sonra üzerinden bir hicri yıl geçmesi ue bir yıl süresince nisap miktarında kalması.

Altının Nisap Miktarı:

Altının nisap miktarı 20 dinardır. Bu miktar;

a) 24 ayar, 85 gr. altına eşittir.

b) 21 ayar, 97 gr. altına eşittir.

c) 18 ayar, 113 gr.-altına eşittir.

Gümüşün Nisap Miktarı:

Gümüşün nisap miktarı 200 dirhemdir. Bu miktar, 595 gr. gümüşe eşittir.

Altın Ve Gümüşte Bu İki Şart Gerçekleştiğinde, Verilecek Zekâtın Oranı:

Nisap miktarına ulaşmış ue üzerinden bir yıl geçmiş, altın ve gümüşte zekât oranı % 2,5’tur.

Kâğıt Paralarda/Banko Ti Arda Zekât:

Banknot, nakit niteliğindedir. Banknot kıymeti, altına en-dekslenerek hesaplanır. Buna göre, altının nisap miktarına ula-Şip, üzerinden bir yıl geçmesi durumunda zekâtının uerilmesi farz olur. Örnek:

Soru: 200.- Y. Türk Lirasına sahip olan ve üzerinden bir tam yıl geçen kimsenin zekâtı ne kadardır?

Cevap: 24 Ayar altının nisap miktarı 85 gramdır. Bir gram altın 17.- YTL. olduğu uarsayıldığında;

YTL.’ye göre nisap miktarını; [altının gramı] x [nisap mik­tarı]; 17 YTL x 85 GR. = 144,50 YTL. olarak buluruz.

200 YTLye sahip kişi, nisap miktarının üzerinde bir ra­kama, bir tam yıl süresince sahip olduğu İçin, kırkta birini [1/40] yani % 2,5’luk miktarını zekât vermesi gerekir.

Buna göre vereceği zekat; 200 x %2,5 =-5 YTLdir.

Aylık veya Haftalık Maaş ve Ücretlerde Zekat:

Aylık, haftalık, yevmiye ve benzeri şekillerde ücret alan me­mur ve işçilerin durumu iki şekilden biridir;

  1. Nisap miktarına ulaşan mala sahip olan ve her ay aldığı maaşıyla elindeki miktarı artıran kimsenin durumu:

Bu kişi kendi gelirleriyle ilgili bir çizelge oluşturur. Mevcut malına, aylık gelirlerini elde ettiği tarihe göre hesap eder. Böyle­likle bir yılı dolduran miktarın zekâtını hesap ederek verir. Ancak bu yöntem meşakkatlidir.

Rahat etmek için, geniş ve cömert davranmayı seçebilir. Böylelikle fakirleri ve zekâta hak sahibi oianları kendi nefsine tercih etmiş olur. Bu durumda, üzerinden bir yıl geçmiş olan ilk sahip olduğu miktara, elinde bulunan bütün nakitleri ekleyerek zekâtını hesap eder. Bu davranışıyla çok daha büyük sevap ve Allah katında değer kazanmış olmakla birlikte, vicdanen de rahat etmiş olur. Ayrıca henüz üzerinden bir yıl geçmemiş malların ze­kâtını da peşinen vermiş olur. Özellikle de ihtiyaç ve maslahatın olduğu dönemlerde, bir yılı doldurmadan önce, bir malın zekâtı­nın verilmesi caizdir.

Aylık maişeti için gerekli miktarı ayırdıktan sonra, net zekat miktarını her ay verebilir. Aylık maaşının dışında önceden sahip olduğu mahn zekâtını ise, üzerinden bir yıl geçtiği zaman verir.

  1. Aylık maaşının dışında, nisap miktarına ulaşan bir malının olmaması durumunda:

Her ay maaşının belirii bir bölümünü biriktiriyorsa, biriktirdi­ği miktar nisap miktarına ulaştığı günden itibaren, üzerinden bir yıl geçtiğinde zekâtını vermesi gerekir. -Buradaki yıl hesaplama­yı, yukarıda belirtildiği gibi yapar-.

Altın ve Gümüş Takıların Zekâtı:

Altın ve gümüş takıların zekâtında, âlimler farklı görüşler be­lirtmişlerdir. Bu görüşler arasında en isabetli ve ihtiyatlı olanı, altın ve gümüş takıların nisap miktarına ulaşması ve üzerinden

bir yıl geçmesi durumunda zekâtlarının verilmesidir. Bu takıların saklanıyor ya da kullanılıyor olması fark etmez. Bu görüşle ilgili deliller şunlardır;

  1. Yüce Allah’ın şu buyruğu genellik bildirmektedir;

Altın ve gümüşü hazine edinip, Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.[338]

İbn Ömer (radiyallâhu anh) der ki; ‘Yerin yedi kat altında olsa dahi, zekâtı verilen şey hazine yığmak değildir. Ne kadar açıkta olursa olsun, zekâtı verilmeyen şey hazine yığmaktır.[339]

Altın ve gümüşün zekâtının verilmesini emreden hadisler genel ifadelidir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellemj’in şu buyruğu gibi; ‘Altın ve gümüşün hakkını [zekâtını] vermeyen için, bunlar kıyamet günü ateşten levhalara çevrilir. Bunlarla sa­hibinin yanlan, alnı ve sırtı dağlanır. Bu levhalar her soğuduğun­da, miktarı elli bin yıl olan bir günde, kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar, sahibine azâb için tekrar (kızdırılarak) iade olunur’.[340]

  1. Süs eşyalarının zekâtının verilmesini emreden; zekâtı ver­meyenlere azab olduğunu haber veren birçok hadis vardır. Buna örnek olarak Amr bin Şuayb’ın, babasından, onun da dedesin­den naklettiği şu hadisi zikredebiliriz; ‘bir kadın, kızı ile beraber Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’e geldi. Kızının kolunda kalın iki tane altın bilezik vardı. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) kadına; «Bunun zekâtım veriyor musun?» buyurdu. Ka­dın, «hayır» dedi. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Kıya­met gününde Allah’ın onların yerine sana ateşten iki bilezik tak-dırması hoşuna gider mi?» deyince; kadın hemen onları çıkarıp Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e uzattı ve; «ikisi de aziz ve celil olan Allah’a ve Resulüne aittir» dedi.[341]

Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Altından işlenmiş bir takı takınmıştım. «Ya Resûiuihh! Bu, hazine yığmak mıdır?» diye sordum. Resûlullah (salhîlâhu aleyhi ve selîem); «Zekât verilmesi gereken miktara ulaşıp da, zekâtı verilen şey, hazine yığmak olmaz» buyurdu.[342]

Bu iki rivayetin, Âişe ve Esma binti Yezîd fradiyallâhu anhu-mâ)’dan nakledilen varyantları bulunmaktadır.

İbn Ömer, Câbir bin Abdillah, Âişe, Esma binti Ebî Bekr (nd-vânullâhi aîeyhimj’lerden, takılardan dolayı zekât verilmeyeceği­ne dair rivayetler nakledilmiştir.[343] Ayrıca, Mâlik, Şafiî ve Ahmed bin Hanbel de bu görüştedir.

Hiç şüphesiz, altın ve gümüş takıların nisap miktarına ulaş­ması ve üzerinden bir yıl geçmesi durumunda zekât verilmesi ge­rektiğini söyleyen ilk görüşün delilleri daha kuvvetli ve ihtiyatlıdır. Bu görüş, İmam Ebû Hanife, İbn Hazm ve bazı selef âlimlerin mezhebidir. -En doğrusunu Allah bilir.

Hatırlatmalar:

  1. Altın ve gümüş dışındaki, inci, mercan, yakut ve benzeri taşlarda, zekât yoktur. Bu konuda âlimler ittifak

halindedir. An­cak bunların ticaretinin yapılması durumunda, ticaret mallan ola­rak değerlendirilir ve zekâtının verilmesi gerekir.

  1. Altın yüzüğün üzerinde, mücevher taşlar bulunması du­rumunda, yüzüğe zarar vermeden bu taşlar çıkarılıp değeri öl-çülebiliyorsa, buna göre hesaplanır. Bu taşların çıkarılması du­rumunda yüzük zarar görüyorsa, yüzüğün ağırlığını oluşturan altının miktarı takdir edilerek, zekâtı hesaplanır. -En doğrusunu Allah bilir-.
  2. Altın ve gümüşten olan kapların ve değerli eşyaların zekâtı verilir. Bu konuda, âlimler arasında farklı bir görüş yoktur. Kulla­nılmaları haram olmakla birlikte bu eşyaların, nisap miktarında olması veya kendi türünden şeylere eklenmesi durumunda nisap miktarına ulaşmaları halinde, üzerinden bir yıl geçmesiyle birlikte zekâtlarının verilmesi gerekir.
  3. Nisap miktarına ulaşmayan altın ve gümüşe sahip olan, bu ikisini birbirine eklediğinde nisap miktarına ulaşacak olsa dahi, bunların birbirine eklenmesi vacip değildir. Ayrıca bu durumdaki altın ve gümüşün zekâtı olmaz. Çünkü; Ebû Bekir (radiyallâhu anh), Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in belirlediği zekat miktarıyla ilgili Enes bin Mâlik (radiyallâhu anh)’e yazdığı mek­tupta; «zekât [artar veya eksilir] endişesiyle, ayrı durumdakiler bir araya toplanmaz; toplu durumdakiler de ayrılmaz» demiştir’ .[344] Bu görüş, Şafiî, Ahmed bin Hanbel, Ebû Sevr ve İbn Hazm’ın görüşüdür.

Hanefi, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre altın, gü­müş ve benzer değerlerin toplamı, herhangi birinin nisap miktarı Ölçüsüne vardığında, kırkta birinin zekât olarak verilmesi gerekir. Toplam altın, gümüş ve nakdî değerler nisap miktarına ulaşmıyor ise zekat verilmesi gerekmez. [345]

Kadının Mehrinin Zekâtı:

  1. Kadının mehri, diğer mallar gibidir. Nisap miktarı veya üzerindeki mehrini aldıktan sonra bir yılı doldurması durumunda zekât vermesi gerekir.
  2. Mehr-i müeccel/vadeye bağlanmış mehir, alacaklarla ilgili zekât hükümlerine tabidir. Kocasının maddi durumu müsait ise, zimmetinde bulunan mehrin zekâtını, kadının vermesi vaciptir. Şayet kocasının maddi durumu müsait değilse, -tercih edilen ka­naate göre- mehrini alıncaya kadar zekâtını vermesi vacip olmaz. Mehrini alan kadın mehrinin zekâtını bir yıl içinde verir -tercih edilen kanaate göre.
  3. Mehrini alan ancak, cinsel temas olmadan boşanan kadm, mehrinin üzerinden bir yıl geçtiği takdirde, mehrine düşen zekâtın yarısını kendisi, yarısını da [boşandığı] kocası verir.

B. Ziraat Ürünlerinin Zekatı

Yüce Allah; “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve sizler için yerden çıkardıklarımızdan infak ediniz”[346] “Örün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hak­kını verin [347] buyurmuştur.

Zekât Verilmesi Gereken Ürünler:

Ebû Mûsâ ve Muâz (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; ‘Rasulul-lah (sallallâhu aleyhi ve sellem), her ikisini de Yemen’e, insanlara dinlerini öğretmeleri için gönderdi ve sadece şu dört şeyden ze­kât almalarını emretti; buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm.[348]

Hadiste belirtilen dört türün ortak özeliiği, gıda maddeleri ve bekletilebilir olmalarıdır. Dolayısıyla bunlara prinç ve hububat gibi diğer kuru gıdalar da dâhildir. Sebzeler ile üzüm ve hurma dışındaki meyveler de ise zekât yoktur.

Ziraat Ürünlerinde Nisap Miktarı:

Yukarıda belirtilen gıda maddelerindeki nisap miktarı, beş ölçek olmalarıdır. Daha altındaki miktara zekât vacip değildir. Beş vesk, yaklaşık 647 Kğ.’dır, Rasulullah (salİallâhu aleyhi ve sellem); Beş veskin/ölçeğin altmdakine zekât yoktur [349] bu­yurmuştur.

Arazî ürünlerinde nisap miktarı şartı aranmaz. Buğ­day, arpa, pirinç, dan ve benzer ürünlerde ‘öşür’ verilir.

Zekât Miktarı:

Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde 1/10’dur. Sulama aletleriyle veya el emeği ve benzer şekillerde sulanıyor ise, 1/20’dir. Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sel­lem); ‘Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde öşür [1/10]; kovalarla (el emeğiyle veya makinalarla)sulanıyor ise, yarım öşür [1/20] vardır [350] buyurmuştur.

C. Hayvanların Zekâtı

Hayvanların zekâta tabi oîmaları için aşağıda belirtilen şart­lara haiz olmaları gerekir;

  1. Nisap miktarında olması.
  2. Üzerinden bir yıl geçmesi.
  3. Hayvanların sâime olmaları/yılın çoğunu meralarda otla-yarak geçirmeleri. Dolayısıyla besi hayvanları, zekâta tabi değil­dir.

Zekâta tabi hayvanlar üç türdür;

a) Deve,

b) Sığır,

c) Koyun.

a) Develerin Zekâtı:
Nisap Miktarı: Deve sayısı, beşe ulaşmadıkça zekâta tabi değildir. Çünkü Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘… üç yaşlarındaki beş deveden daha azma zekât yoktur.[351] bu­yurmuştur.

b) Sığırların Zekâtı:

Nisap Miktarı: Otuz sığırdan daha a2ina zekât vacip de­ğildir. Muâz (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasululhh (sallallâhu aleyhi ve sellem) beni Yemen’e gönderdi ve bana; «her kırk sığır için, iki yaşını doldurmuş bir sığır; her otuz sığır için de, bir yaşını doldurmuş bir dişi sığır» almamı emretti.[352]

c) Koyunların Zekâtı:

Nisap Miktarı: Kırk koyundan daha azına zekât vacip de­ğildir. rianefî mezhebine göre, 201 Koyundan 399 koyuna kadar üç koyun verilir. 400 koyun olduğunda dört ko­yun zekat verilir. Sonrasında her yüz koyun için bir koyun verilir. 400’den sonraki, yüzün altındaki koyun sayısına ilave zekat düşmez. Zekat olarak verilecek koyunun bir yaşını doldurmuş olması şarttır. (Çev.)

Hayvanların Ortaklık Malı Olması Durumunda:

Hayvanların ortaklık malı olması durumunda, tek kişinin malıymış gibi değerlendirilir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); «zekât [artar veya eksilir] endişesiyle, ayrı du­rumdakiler bir araya toplanmaz; toplu durumdakiler de ayrıl­maz» buyurmuştur. [353]

Ortaklık mallarının, tek şahıs malı gibi değerlendirilmesi için gereken şartlar;

  1. Her iki ortağa da, zekâtın farz olması.
  2. Karışmış durumdaki malların nisap miktarında olması.
  3. Üzerinden bir yıl geçmiş olması. Aksi halde, her ortak kendi mülkiyet tarihinden bir yıl geçmiş olmasını dikkate alarak zekât verir.

4.Yayılma, sulama, ahır, mandıra, damızlama ve çoban ko­nularında, birinin malı, diğerinden ayırt edilir halde olmaması.

Ortakların Zekât Vermemek Veya Miktarını Düşür­mek İçin Hile Yapmaları Caiz Değildir:

Şirket ortakları vermeleri gereken zekât miktarını düşürmek veya yükümlülükten kurtulmak için, hisseleri sahiplerine devret­meleri caiz değildir. Aynı şekilde, şirket ortaklarının, zekât mükel­lefiyetinden kurtulmak için ortaklıktan ayrılmaları da caiz değil­dir. «Zekât [artar veya eksilir] endişesiyle, ayrı durumdakiler bir araya toplanmaz; toplu durumdakiler de ayrılmaz» hadisi bunu açıkça ifade etmektedir.

D) Ticaret Mallarının Zekâtı:

Ticaret malları; altın ve gümüş dışındaki, emtialar, gayri-menkuller, hayvanlar, tarım ürünleri, tekstil ürünleri, makineler ve sanayi ürünleri, mücevherler ve bunlara benzer olarak ticareti yapıian her şeydir.

Ticaret mallarını kısaca, «kâr amacıyla, ahş-verişi yapılan her şey» olarak tanımlamak mümkündür.

Ticaret mallarında zekat vacip midir? İslam âlimleri, diğer mallar gibi ticaret mallarında da zekâtın vacip olduğu ko­nusunda görüş birliği içindedir. Nitekim Yüce Allah; ‘Ey iman edenler! Kazandıklarınızın temizlerinden ve sizin için yerden çı­kardıklarımızdan infak edin; göz yummadan alamayacağınız âdi, bayağışeyleri vermeye kalkmayın. Bilin ki, Allah müstağnidir, övülmeye lâyıktır [354] buyurmuştur. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Muâz (radiyallâhu anh)’a; ‘… sahip oldukları malların zekâtlarını vermelerini, Allah’ın kendilerine farz kıldığını onlara bildir [355] buyurmuştur. Buradaki ‘mallar’ lafzı genellik bildirmektedir. Kuşkusuz, ticaret malları da, ‘mal’ olarak isimlen­dirilir. Ayrıca iş adamına, neden ticaretle uğraştığı sorulsa; ‘para kazanmak için’ yanıtını verecektir. Para kazanmak, bir başka İfa­deyle altın ve gümüş kazanmaktır.

Hâlid bin Velîd (radiyallâhu anh) [savaş malzemelerinden oian mallar için] zekât vermediğinde; onu Rasulullah (sallallâhu aieyhi ve sellem)’e şikâyet ettiler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘… Hâlid’e haksızlık ediyorsunuz. O zırhlarını ve savaş malzemelerini Allah yolunda kullanmak için bekletmektedir.[356] buyurdu. Sahabeler, Hâlid’in sahip oldu­ğu savaş malzemelerini, ticaret amacıyla beklettiğini zannettikleri için onların zekâtını vermesini istemişlerdi. Bu nedenle Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara, Allah yolunda kullan­mak amacıyla bekletilen şeylerde zekâtın olmadığını bildirmiştir.

Ticaret mallarında zekâtın vacip olduğu, Ömer, İbn Ömer, İbn Abbas, Ömer bin Abdulaziz ve daha birçok selef-j sâlihînden nakledilmiştir. Dört mezhep imamı da bu konuda görüş birliğin­de d ir.

Hatırlatmalar:

  1. Diğer mallarda olduğu gibi, ticaret mallarında da nisap miktarı ve üzerinden bir yıl geçmesi şartı vardır.
  2. İş adamı, ticaret mallarını nasıl tespit eder?

Zekât zamanı geldiğinde iş adamı, genel sayım yapar. Bunu sermaye, kârlar, stoklar, mal varlıkları ve tahsil edilebilir alacakla­rın kıymetini belirleyerek yapar. Alimlerin çoğunluğuna göre, kıy­met hesabını, satm aldığı fiyattan değil, zekâtı hesapladığı günkü fiyatı esas alarak yapar. Elinde bulunan nakitleri de bu miktara ekler. Sonra borçlarını, bu matrahtan düşer ve kalan net rakamın %2,5’inİ zekât olarak verir.

  1. Ticareti yapılan mallar, hayvan, altın ve gümüş gibi, ze­kâta tabi farklı mal türlerinden oluşuyorsa; ticaret malları tanımı İçerisinde bîr defa zekâta tabi tutulması yeterlidir. Yani aynı zekât dönemi içerisinde, tür farklılığından dolayı bir mal, İki defa zekâ­ta tabi tutulamaz. Bu konuda İcmâ edilmiştir.

E) Rikâz/Definelerin Zekâtı:

Rükâz, hiçbir zahmet ve masrafı olmaksızın bulunan, cahi-liye dönemlerinde gizlenmiş hazinelerdir. Definelerin bulunma­sıyla birlikte hemen zekâtının verilmesi gerekir. Definelerde ni­sap miktarı ve üzerinden bir yıl geçmesi şartları aranmaz. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘… rükâz’da beşte bir zekât vardır.[357] buyurmuştur. Bulunan hazinelerde beşte bir zekât vardır.

Hatırlatmalar:

  1. Bulunan definelerin, cahiliye döneminde değil de; İslam döneminde gömüldüğü anlaşılırsa, ‘lukata’ hükümlerine tabi olu.[358]
  2. Alimlerin çoğunluğuna göre, altın, gümüş, bakır, demir, petrol gibi bütün madenler, rükâz hükmündedir.

Zekâtın Hak Sahipleri

Yüce Allah şöyle buyurmuştur; ‘Sadakalar/zekâtlar, Allah’­tan bir farz olarak jarkirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalpleri islam’a ısmdmlacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yo­lunda olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Allah bilendir, hakîmdîr.[359]

Bu âyette, zekât verilecekler, sekiz grup olarak belirlenmiştir.

  1. Fakirler:

Fakir; kendisinin ve çocuklarının, yeme, içme, giyinme, ba­rınma ve benzeri İhtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olan kişidir.

  1. Miskinler:

Miskin; muhtaç olmakla birlikte, durumu fakirden biraz daha iyi olandır. Örneğin aylık ihtiyacı 1000 lira olan, ancak bunun 700 veya 800 lirasını karşılayan kimse gibidir.

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Miskin, insan­ları dolaşıp da insanların bir-iki lokma ve bir-iki hurma verdiği kimse değildir’ buyurdu. Bunun üzerine sahabeler; ‘Ey Allah’ın resulü! O halde miskin kimdir?’ diye sordular. Rasulullah (sallaliâhu aleyhi ve sellem); ‘miskin; kendisini geçindirecek miktarı bulamayandır; hali anlaşılmadığından dolayı da kendisine sada­ka verilmez. O da, insanlardan bir şey isteyemez’ buyurdu.[360]

Fakirlere, miskinlere ve bakmakla yükümlü olduklarına bir yıl yetecek miktarda zekât verilir.

  1. Zekât İşinde Çalışanlar:

Bunlar, zekâtları toplamak, dağıtmak, kayıtlarını ve hesapla­rını tutmak, korumalığını yapmak gibi görevler için halife tarafın­dan tayin edilen kimselerdir. Bunlar zekâttan bir pay alırlar. Bu göreve getirilmelerinin tek şartı, peygamberimizin ehl-i beytinden olmamalarıdır. Çünkü sadakalar, onlara helal değildir.

  1. Müellefe-İ Kulûb/Kalpleri İslam’a Isındırılacak Olanlar:

Müellefe-i kulûb, kalpleri kazanılmak, İslam’a ısındırılmak istenilen, halkı içerisinde sevilen, itaat edilen lider ve benzeri ko­numlarda bulunan kimselerdir. Bunlara, İslam dinine girmeleri ümidiyle veya müslümanlara kötülük yapmalarını önlemek ama­cıyla zekâttan pay verilir. Aynı zamanda bu pay, İslami yaşantısı­nı güzelleştirmek, kalbinin İslam’da sebat göstermesini sağlamak gibi amaçlarla müslümanlara da verilebilir. Peygamberimiz (sal-lallâhu aleyhi ve sellem) bu amaçların tamamı için zekâttan pay ayırmıştır.

  1. Rikâb/Köleler (^Boyunduruk Altında Bulunanlar):

Bu kavram, köleleri, mükâtepleri/belirli bir bedel ödemeleri karşılığında hürriyetlerine kavuşacak olan sözleşmeli köleleri ve esirleri kapsar.

  1. Borçlular:

Bunlar, bir kefalet sonucunda veya bireysel borçlanmaları nedeniyle, ödeme vadesi gelmiş borçlulardır.

Bunların, maişet ve kıyafet ihtiyaçları, evlilik, ilaç ve benzeri Şahsi ihtiyaçları için borçlanmış olmalarıyla, borcu üslenerek iki kişinin arasını bulmak, tazminat ve benzeri amaçlarla borçlanmış olmaları arasında fark yoktur. Bu konu temelde Kabîsa el-Hilâlî hadisine dayanır. Kabîsa (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Birine ke­fil oldum. Bu nedenle Rasulullah (sallaliâhu aleyhi ve sellemj’e geldim ve bana yardım etmesini istedim. Bana; «bize sadaka ge­linceye kadar bekle. Ondan sana verilmesini emrederiz» buyur­du.[361]

  1. Fî Sebîlillâh/Allah Yolunda:

Bunlar, devletten maaş almayan, [davet, tebliğ, emri bil ma­ruf, nehyi anil münker/iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak için] sürekli dolaşanlar ile İslam’ı yüceltmek uğruna akınlar dü­zenleyen ve cihad edenlerdir. Buna hac ibadeti de dâhildir. Çün­kü Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem); ‘[Allah yolunda kullanmak amacıyla beklettiğin] devenin üzerinde, hacca gitmen; fîsebîlillâh’tırlonu Allah yolunda kullanmandır [362] buyurmuştur.

  1. İbnü’s-Sebîl[363]/Yolcular:

Bir kentten, başka bir kente giden ve yolculuğunu tamamla­yacak maddi imkâna sahip olmayan kimselerdir. Bunlara, gitmek istedikleri yere ulaştıracak miktarda, zekâttan pay verilir.

Hatırlatmalar:

  1. Zekât verilecek kimselerden olmaları şartıyla bir kadın, kocasına ve çocuklarına zekât verebilir.

Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh) anlatıyor; İbn Mesûd’-un hanımı Zeyneb; ‘Ey Allah’ın Peygamberi! Sen bu gün sadaka verilmesini emrettin. Benim bir takım var ve bunun sadakasını vermek istedim. ibn Mesûd, kendisinin ve oğlunun bu sadakaya daha fazla hak sahibi olduğunu ileri sürdü!’ dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Sadakanı, İbn Mesû-d’a ver. Kocan ve çocuğun, kendilerine sadaka verdiğin kimseler arasında en fazla hak sahibi olanlardır’ buyurdu.[364]

Ebû Hanîfe’ye göre, zengin bir hanım, fakir olan kocasına zekat veremez. Bir kimse, zekâtını fakir olan eşine, üst soy grubuna (baba, dede, nine, anne) ve alt soy grubuna (çocuklarına ve torunlarına) veremez. İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre kadın, fakir olan kocasına zekât verebilir. Çünkü kadın kocasının ihtiyacını karşılamak zorunda değildir. [365]

  1. Zekât verilecek kimselerden olmaları şartıyla bir kadın, kumasına zekât verebilir. Kumasının nafakasını karşılamakla so­rumlu olmadığı için, ona zekât vermesi caizdir.
  2. Zekât verilecek kimselerden olmaları şartıyla, zekâtı akra­balara vermek, yabancılara vermekten daha faziletlidir.

Yukarıda zikredilen Zeyneb (radiyallâhu anhâ)’nm rivayet ettiği hadisi buna delildir. Ayrıca Peygamberimiz (sallallâhu aley­hi ve sellem), sadakasını getirdiğinde Ebû Talha’ya; bunu akrabalarına vermen görüşündeyim.[366] buyurmuştur.

  1. Zekâtı bir bölgeden, başka bir bölgeye nakletmek caiz mi­dir?

Bir bölgenin zenginlerinden alınan zekâtın, o bölgenin fakir­lerine verilmesi, başka bölgelere nakledilmemesi asıldır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); zenginlerinden alınıp, fakirlerine verilmesi için, Allah’ın kendilerine zekâtı farz kıldığını onlara bildir [367] buyurmuştur.

Ancak bir bölge halkının zekâta ihtiyacının olmaması veya başka bölgenin daha fazla muhtaç durumda bulunması ya da, zekât verenin akrabalarının başka bölgede olması gibi tercihi gerektiren maslahatların varlığı söz konusu olduğunda, zekâtın farklı bölgelere nakledilmesinin bir sakıncası yoktur. -En doğru­sunu Allah bilir-.

Fıtır Sadakası

Fıtır sadakası, Ramazan orucunun bitmesiyle birlikte, vacip olan sadakadır. Fıtır sadakası, her müslüman ferde küçük, bü­yük, erkek, kadın, hür, köle- vaciptir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını, 1 ölçek hurma ve 1 ölçek arpa olmak üzere köle, erkek, kadın, küçük ve büyüklere farz kılmış ve insanlar (bayram) namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir.[368]

Fıtır Sadakasının Hikmeti:

Bayram günü, fakirleri iste­mekten kurtamak, onlara nazik davranmak; bayramın gelişiyle sevinen müslümanların sevincini paylaşmak; Ramazan sonrasın­da da lüzumsuz işlerden ve kötü sözlerden arınmaktır.

İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasuluilah (sallallâ­hu aleyhi ve sellem) fıtır sadakasını, oruçluyu lüzumsuz işlerden ve kötü davranışlardan arındırmak; fakirlere de yiyecek olması için farz kılmıştır. Bunu bayram namazından önce veren kişinin sadakası makbul olur. Kim de, namazdan sonra verirse, sadaka­lardan bir sadaka olur.[369]

Fıtır Sadakası Kimlere Vaciptir?

Bayram günü, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir günlük gıda ihtiyacından fazlasına sahip olan hür Müslüman kişiye, fıtır sadakası vermek vacip olur. Bu kişi, kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler için -Müslüman olmaları şartıyla- fıtır sadakası vermesi vaciptir.

Hatırlatmalar:

  1. Nafakasına ek olarak erkek, hanımının fıtır sadakasını vermekle yükümlüdür. İmam Mâlik, Şafiî, Leys, Ahmed ve İshâk gibi âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir.

Ebû Hanîfe, Sevrî, İbnü’l-Münzir, İbn Hazm gibi bazı âlimler ise, ‘kadın kendisine ait fıtır sadakasını kendisi verir’ demişlerdir. Bu konuda, daha önce zikredilen İbn Ömer hadisinin genel ifa­desini delil göstermişlerdir. ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), fıtır sadakasını…..köle, erkek, kadın, küçük ve büyüklere farz kılmış ve….’

  1. Erkek, henüz cinsel ilişkiye girmediği eşinin, fıtır sadakası­nı vermek zorunda değildir. Çünkü henüz nafakasını karşılamak­la da yükümlü değildir.
  2. Fıtır sadakasının verilme zamanında, eşiyle geçimsiz hal­de olan kadın, fıtır sadakasını kendisi verir, kocası değil.
  3. Hanımı ehl-i kitaptan olan erkeğin, eşinden dolayı fıtır sadakası vermesi gerekmez. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve selîem) Müslümanlardan…’ buyurmuştur.

Fitır Sadakasının Miktarı: Her şahıs için, yarım ölçek [yaklaşık 2 İt.] buğday; veya bir ölçek hurma, kuru üzüm, arpa, pirinç, hububat ve benzeri gıda maddeleridir.

Urve bin Zubeyr anlatıyor; Esma binti Ebû Bekr (radiyallâ-hu anhum), ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve selîem) zamanında, ailesinde bulunan hür ve köleler için, iki mud/ölçek buğday; bir sa/ölçek hurma verirdi.[370]

Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Biz, taam­dan [371] bir sa’/ölçek, arpadan birsa’, hurmadan birsa’, kurutul­muş süzme peynirden birsa’, kuru üzümden bir sa’ fıtır sadakası olarak veriyorduk.[372]

Fıtır sadakasını, söz konusu gıda maddelerinin kıymetini hesaplayıp ‘para’ olarak vermek caiz değildir. Ebû Hanîfe hari­cinde, âlimlerin genelinin kanaati budur. Fıtır sadakasını rivayet­lerde belirtildiği şekilde vermek asıldır. Ancak zaruret, ihtiyaç ve maslahatın gerektirmesi durumunda kıymet/para olarak vermek de caizdir. -En doğrusunu Allah bilir.

Fıtır Sadakasının Verilme Zamanı:

İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve selîem) fıtır sadakasını, … İnsanlar (bayram) namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir.[373]

Fıtır sadakasının, bayramdan bir veya iki gün önce veril­mesi de caizdir. İbn Nâff (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘İbn Ömer, fıtır sadakasını kabul edenlere, bayramdan bir veya iki gün önce veriyordu.[374]

Fıtır sadakasının bayram namazından sonraya geciktirilmesi caiz değildir. Sonraya bırakılması durumunda -daha önce zik­rettiğimiz hadiste de belirtildiği üzere- herhangi bir sadaka gibi olur.

Fıtır sadakasının zamanında verilememesi nedeniyle, yü­kümlülüğün kalmayacağı konusunda âlimler görüş birliği için­dedirler. Nitekim fıtır sadakası hak sahiplerine verilmek üzere, zimmetü bir borç hükmündedir. Ödenmediği sürece, yükümlülük kalkmaz. Çünkü kul hakkıdır. Allah hakkının zamanından sonra­ya bırakılması durumunda, istiğfar ve pişmanlık dışında yapılabi­lecek bir şey yoktur. -En doğrusunu Allah bilir.

Fıtır sadakası, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğmasıyla birlikte vacip olur. Ancak bu vaktin ön­cesinde de, sonrasında da verilebilir. (Çev.)

Fıtır Sadakası Kimlere Verilir?

Fıtır sadakası sadece fakirlere ve miskinlere verilir. Zekât al­maya hak sahibi olan sekiz sınıfın tamamına verilmez. Nitekim daha önce zikredilen İbn Abbâs’ın rivayet ettiği hadiste de belir­tildiği gibi, fıtır sadakası ‘miskinlere taam/yiyecek olmak üzere’ farz kılınmıştır. Bu, Mâliki mezhebinin görüşüdür. Şeyhu’l-İslam da bu görüşü tercih etmiştir.

Nafile [375] Sadakalar

İslam şeriatı, nafile sadakaları çokça vermeyi teşvik etmiş­tir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur; ‘Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lutfu geniştir, O herşeyi bilendir [376] ‘Doğ­rusu, sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara, Allah’a güzel bir ödünçte bulunanlara; verdikleri kat kat artırılır. Onlara cömertçe verilecek bir mükâfat vardır.[377]

Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem), kadınların sa­daka vermesini, kadınların azab görmesini önleyen etkenlerden saymıştır. Ebû Saîd el-Hudrî (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Pey­gamber (sailallâhu aleyhi ve sellem) bayram namazında namaz­gaha geldiğinde, hanımların yanına uğradı ve; «Ey kadınlar ce­maatı! Sadaka veriniz. Kuşkusuz ben, cehennem halkının çoğunu kadınların oluşturduğunu gördüm. …» buyurdu.[378]

Kadın Kendi Malından, Kocasının İzni Olmaksızın Sadaka Verebilir:

Küreyb, [Peygamberimizin hanımı] Meymûne binti Haris {radiyallâhu anhumâ)’dan naklediyor; ‘Peygamber (sailallâhu aleyhi ve sellem) ‘den izin almaksızın, Meymûne bir câriye azâd etmişti. Sırası geldiğinde Rasulullah (sailallâhu aleyhi ve sellem) ona uğradı. O; «Yâ Rasuîullâh! Cariyemi azad ettiğimi duydun mu?» diye sordu; «Öyle mil Azat ettin mi?» dedi. O; «evet» dedi. Bunun üzerine; «Onu dayılarına verseydin, sevabın daha büyük olurdu» buyurdu.[379]

Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem), izin almadan azat etmesini Meymûne (radiyallâhu anhâj’ya nehyetmiyor; sadece daha faziletli olanı ona gösteriyor. İmam Buhârî’nin de belirttiği gibi, bu hüküm, kadının sefih/ehliyet özürlü olmaması durumunda geçerlidir.

Kendi malından infakta bulunacak kadınların, bunu kocala­rına bildirmesi, aile ilişkisinin güzelliği ve kocalarının hoşnutluğu açısından daha hoş ve müstehap olandır. Bu nedenle Peygam­berimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem); ‘Bir kadının kendi malında tasarrufta bulunması, kocası ismetini sahiplendiğinde [380] caiz ol­maz [381] Bir başka rivayette de; ‘Bir kadının, kocasının izni olma­dan bağışta bulunması caiz değildir [382] buyurmuştur.

Kadın, kendi malından eşine, çocuklarına ve akra­balarına infakta bulunması, sadakaların en fazilet-lisidir.

Daha önce zikredilen hadiste Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem); ‘Kocan ve çocuğun, kendilerine sadaka ver­diğin kimseler arasında en fazla hak sahibi olanlardır [383] buyur­muştur.

İbn Mesûd {radiyallâhu anh)’m eşi Zeyneb; ‘eşime ve hi-mayemdeki yetimlere infakta bulunmam caiz midir?’ diye Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve seiîem)’e sorduğunda; ‘evet, bu durumda senin için iki mükâfat olur. Birincisi sadaka mükafatı; ikincisi akrabalık mükâfatı’ buyurmuştur.

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hanımı Meymûne’ye; eğer onu dayılarına hediye etseydin, mükâfatın daha büyük olurdu’ buyurmuştur.

Kadın, izin almadan kocasının evinden -zarar verme­mek şartıyla- infakta bulunması caizdir. Çünkü Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘zarar vermeksizin evinin yiyeceğinden infakeden kadın, infakmdan dolayı; kocası da onu kazandığından dolayı sevap alır. Hane bekçisi için de böyledir. Bunlar birbirlerinin sevabından hiçbir şey eksiltmezler.[384]

Hanımların Alış-Verişiyle İlgili Önemli Bir Konu:

Fark ödeyerek, altını altınla değiştirmek caiz değildir. Verdi­ği altın takı ile aldığı altın takı arasındaki ücret farkını ödeyerek birçok hanım, takılarını kuyumcuya verip, farklı altın takılar al­maktadır. Bu türden alışveriş haramdır, caiz değildir. Aradaki fark faizdir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Altın karşılığında altın, gümüş karşılığında gümüş, … misli misline bir­birine eşit olarak peşin satılır.[385]

Buna göre, altın karşılığı altın satılması durumunda, -biri 18, diğeri 21 ayar olsa dahi- ağırlıklarının birbirine eşit olması ve ta­rafların ayrılmadan önce altınları teslim almaları şarttır.

Örneğin bir kadın kendi takısını, 10.000.- Tl.’ye kuyumcuya satmaya; sonra da daha az gramajda başka bir takıyı 10.000.-Tl.’ye almaya anlaşması ve aynı zaman dilimi İçerisinde bu alışverişi yapması caiz değildir. Çünkü bu alış-veriş görüntüden ibarettir ve bu davranışla, haram kılınmış olan bir işlem meş­rulaştırılmaya çalışılmış olmaktadır. Fakat bu alışveriş, aynı za­man diliminde yapılmazsa, yani kadın kendi takısını kuyumcuya satıp parasını aldıktan sonra ayrılıp gidir; başka bir zaman da tekrar gelerek başka bir takıyı satın alırsa caiz olur.

İmam Ahmed bin Hanbel rahimehullâh bu konuda şöyle der; ‘Bir kadın kendi takısını kuyumcuya sattıktan sonra; çarşıda dolaşır, arzuladığı takıyı araştırır. İstediği takının sadece; kendi takısını sattığı kuyumcuda olduğunu anladıktan sonra tekrar o kuyumcuya dönerek, istediği takıyı satın alabilir.[386] En doğru­sunu Allah bilir.

V. ORUÇ

Orucun Tanımı ve Önemi:

Oruç: Fecrin doğuşundan, güneşin batışına kadar, niyetli olarak, yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmaktır.

Ramazan orucunun farz olduğu konusunda ümmet icma et­miştir. Oruç, bilinmesi zorunlu; inkârı da küfür olan, İslam’ın en temel esaslarından/rükûnlarından bîridir.

Yüce Allah; ‘Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur’ân indirilen aydır. Sizden her kim (Ramazan) hilali(ni) gö­rürse, oruç tutsun [387] buyurmuştur.

Peygamberimiz (sallailâhu aleyhi ve sellem); ‘İslam beş şey üzerine bina edilmiştir; Allah’tan başka İlah olmadığına ve Mu-hammed’ın O’nun resulü olduğuna şahadet etmek, namaz kıl­mak, zekat vermek, hacca gitmek ve «Ramazan orucu tutmak» [388] buyurmuştur.

Orucun Çeşitleri:

Farz ve Nafile oruçlar olmak üzere, oruç iki çeşittir.

  1. Farz Oruçlar:

Bunlar üç kısımdır;

a) Ramazan Orucu,

b) Kefaret Oruçları,

c) Adak Oruçları.

A) Ramazan Orucu:

Ramazan orucu, akıl, baliğ, sağlıklı, mukîm/yerleşik, hayız ve loğusalıktan temizlenmiş olan her Müslüman kadına (ve erke­ğe) farzdır. Yüce Allah; ‘Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekile­re yazıldığı gibi, sizlere de yazılmıştır. Umulur ki, korunursunuz. Oruç size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tu­tar.[389]

Ramazan Orucu Ne Zaman Başlar?

Ramazan orucu, Ramazan ayının girmesiyle farz olur. Ra­mazan ayının girdiği iki şekilde tespit edilir;

  1. Ramazan hilalinin görülmesiyle tespit edilir. Çünkü Yüce Allah; ‘.., Sizden her kim (Ramazan) hilah(ni) görürse, oruç tut­sun [390] buyurmuştur.

İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâ-hu aleyhi ve sellem), «Hilali gördüğünüz zaman oruç tutun, onu gördüğünüz de iftar edin/bayram yapın. Eğer hava bulutlu olursa takdir edin1 buyurmuştur.[391]

Hatırlatmalar:

Hilalin anlaşılması, görmeyle olur. Matematiksel veya ast­ronomi hesaplarıyla olmaz. Ayrıca hesaplamalarla hilalin doğa­cağı yeri ve zamanı belirlemek şer’î açıdan doğru sonuç olarak kabul edilmez.

Adalet sahibi güvenilir bir Müslüman, Ramazan hilalini gördüğünü söylediğinde, onun sözüyle amel edilir. Âlimlerin ço­ğunun kanaati budur. Buna İbn Ömer’in rivayet ettiği hadis delildir. İnsanlar hilali gözlüyorlardı; Onu ben gördüm ve Rasulullah (sallailâhu aleyhi ve sellem)’e haber verdim. Bunun üzerine oruç tuttu ve insanlara oruç tutmalarını emretti.[392]

Âlimlerin tercih edilen görüşü, bu konuda ‘tek kadın ve tek erkeğin haberinin aynı hükümde’ olduğudur.

Şevval hilali ancak, iki âdil şahidin olmasıyla isbat olunur. Âlimlerin çoğunluğu bu kanaattedir. Çünkü Peygamberimiz (sal­lailâhu aleyhi ve sellem); ‘iki şahidin tanıkhğıyla oruç tutunuz ve iftar ediniz’ buyurmuştur.[393]

  1. Şaban ayının otuza tamamlanmasıyla Ramazan orucuna başlanır. Şaban ayının otuzunda, gökyüzünün berrak olmasına ve hilalin görülmesini önleyen her hangi bir engel bulunmama­sına rağmen hilal görülmezse; Şaban ayı otuza tamamlanıp, er­tesi günü oruca başlanır. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallailâhu aleyhi ve selem «Ay 29 gecedir. Hilali görmedikçe oruç tutmayın. Eğer hava kapalı/bulutlu olursa otuza tamamlayın [394]

Bir bölgede hilal görüldüğü zaman^aym paraleldeki diğer bölgelerin de oruca başlamaları gerekir. Âlimlerin görüşleri ara­sında en isabetlisi ve İbn Teymiye’nin tercihi budur.

Kadınların Ramazan Orucunu Tutmadığı Durumlar:

Ramazan orucunu tutmama açısından, kadınların üç duru­mu vardır;

A. Kadınların Oruç Tutmasının Da, Tutmamasının Da Caiz Olduğu Durumlar:

Aşağıda belirtilen durum’ cırdan biri söz konusu olduğunda kadınlar oruç tutup-tutmamada serbest olurlar.

  1. Hastalık: Hastaların oruç tutmamasının mubah olduğu konusunda âlimler görüş birliği içindedirler. Bu hüküm âyet-î ke-rîme’de belirtilmiştir; ‘… Sizden her kim hasta yahut yolcu olur­sa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar.[395]

Hastalık üç şekilde tanımlanmıştır;

I. Hafif soğuk algınlıkları, hafif baş ve diş ağrıları gibi, orucun olumsuz etkilemediği basit hastalıklar. Bu tür hastalıklar nedeniy­le oruç tutmamak caiz değildir.

II. Oruç tutması durumunda hastalık artacak veya iyileşme gecikecekse ya da hiçbir zararı olmadığı halde oruç tutmada zor­luk olacaksa, orucun tutulmaması müstehap olur.

III. Orucun hastayı ağırlaştırması, zararlı olması ve ölüm teh­likesi bulunması durumunda, oruç tutmak haram olur. Çünkü Yüce Allah; ‘kendinizi öldürmeyin [396] buyurmuştur.

  1. Yolculuk: Namazların kısaltılmasının meşru kılındığı mesafede yolculuk yapan hanımların, oruç tutmamaları caizdir. Çünkü Yüce Allah; “… Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar’ buyurmuştur.

Yolculuk esnasında oruç tutulması da caiz ve sahihtir. Saha­be, tabiîn ve dört mezhep İmamı bu görüştedir.

Yolculukta Oruç Tutmak Mı, Tutmamak Mı, Daha Faziletlidir?

Yolcu için üç durum söz konusudur;

I. Oruç tutması yolcuya ağır geliyor ve onu hayırlı işlerden engelliyorsa; oruç tutmaması daha faziletlidir. Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), (Rama­zan ayında) bir yolculukta bulunuyordu. Basma insanlar toplan­mış ve gölgelendirilmekte olan bir adamı gördü ve; «Bunun neyi var?» diye sordu. Oradakiler; «oruçlu» dediler. Bunun üzerine Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «yolculukta oruç tutmak, iyilik değildir» buyurdu.[397]

Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seliem)’le beraber yolculuktaydık. Bizden bazıları oruçlu, ba­zıları değildi. Sıcak bir günde, bir yerde mola verdik. Çoğunlukla gölgelenenenlerimiz, elbisesi olan kimselerdi. Bazılarımız güneş­ten eliyle korumuyordu. Oruç tutanlar, dermansız düşmüşlerdi. Oruç tutmayanlar ise, kalkıp çadırları kurdular ve develere su içirdiler. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Bugün oruç tutmayanlar, sevabı alıp götürdüler» buyurdu,[398]

II. Oruç tutması yolcuya ağır gelmiyor ve onu hayırlı işlerden alıkoymuyor ise, oruç tutması daha faziletlidir. Çünkü Yüce Al­lah; ‘… oruç tutmanız sîzin için daha hayırlıdır [399] buyurmuştur.

III. Oruç tutması yolcuya, tahammül edilemeyecek ölçüde bir ağırlık ve meşakkat veriyor ve onu helake sürüklüyorsa, -Câ-bir hadisinde de belirtildiği gibi- oruç tutmak haram; tutmamak farz olur. Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâ­hu aleyhi ve sellem) fetih yılı Ramazan ayında Mekke’ye doğru yola çıktı. Kurâu’l-Gamîm denilen yere varıncaya kadar yürüdü. Oraya vardığında, bir bardak su istedi. Bardağı herkesin göre­bileceği bir şekilde kaldırdı ve suyu içti. Daha sonra ona;«Bazı insanlar hâlâ oruç tutuyor» denilince; «Onlar asilerdir! Onlar asi­lerdir!» buyurdu.[400]

Oruç tutmama ruhsatı ne zaman kalkar?

Yolculuk devam ettiği sürece, daha önce de belirtildiği gibi, oruç tutmamak mubahtır. Bu konuda erkek ve kadın aynıdır. Şa­yet yolculuk esnasında bir beldede yerleşik kalmaya niyet edilirse veya yolcu kendi memleketine ulaşırsa, oruç tutmama ruhsatı kalkar. Yolcu kendi memleketine gece girmişse, sabahına oruç tutması farzdır. Eğer gündüz kendi memleketine ulaşmış ve oruç­lu değilse, o günün kalan kısmında oruç tutması gerekmez. Alim­lerin iki görüşü arasında tercih edileni budur.

Hatırlatmalar:

Yolculuğu nedeniyle oruçlu olmayan kişi, evine gündüz vardığında; eşi hayız veya loğusalıktan yeni temizlenmiş ya da, hastalığından yeni iyileşmiş olması nedeniyle oruçlu değilse, onunla cinsel ilişkiye girmesi caizdir. Bu durumda hiçbir kefaret gerekmez.

Ramazan günü, hanımıyla ilişkiye girmek isteyen ve iftar saatine kadar sabredemeyen bir kişinin, bu amaçla hanımıyla seferilik mesafesinde yolculuğa çıkıp, oruçlarını bozmaları ve cinsel ilişkide bulunmaları caiz midir?

Normalde bunda bir sakınca yoktur. Ancak, iftar saatine ka­dar sabretmesi daha evlâdır.

  1. Yaşlılık: Oruç tutamayacak kadar yaşlanan ve âciz du­ruma düşenlerin, oruç tutmamaları caizdir. Bu durumdakiler, tutamadıkları oruçları kaza etmezler. Her gün bir miskini doyu­rurlar. Çünkü Yüce Allah; ‘…(yaşlılık veya iyileşmesi beklenme­yen hastalık nedeniyle) oruç tutmaya gücü yetmeyenler, bir fakiri doyuracak kadar fidye verirler.[401] Bu âyet hakkında İbn Abbâs fradiyallâhu anh) der ki; ıbu âyet neshedilmemiştir. Burada belirtilenler, oruç tutmaya gücü yetmeyen çok yaşlı erkekler ve kadınlardır. Her ikisi de, tutamadıkları günler için bir miskini ye-dirirler.[402]
  2. Hamilelik ve Çocuk Emzirmek: Hâmile veya çocuk emziren hanımlar, oruçlu olmaları halin­de kendilerine yahut çocuklarına zarar gelmesinden korkmaları durumunda oruç tutmayabilirler. Tercih edilen görüşe göre- bu durumdaki hanımların tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekmez. Tutamadıkları her gün için bir fakiri doyururlar. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Aziz ve Celîl Allah, yolcudan namazın yansını kaldırmıştır; yolcudan, hamileden ve emziren kadınlardan orucu kaldırmıştır.[403]

İbn Abbâs (radiyallâhu anh); ‘… Hamile ve emziren kadın­lar [kendilerine yahut çocuklarına zarar gelmesinden] korkmala­rı durumunda, oruç tutmazlar ve tutamadıkları her gün için bir fakiri doyururlar [404] demiştir. İbn Abbâs (radiyaîlâhu anh) bu ifadeyi, âyetin tefsiri olarak söylemiştir. Bu nedenle merfu hadis hükmündedir.

İbn Abbâs {radiyallâhu anh) hamile cariyesine, Ramazan ayında oruç tutmamasını emreder ve; ‘sen yaşlı kadın konumun-dasın, oruç tutmaya takatin yetmez! Orucunu boz ve her gün için yanm sa’/ölçek buğdayı [fidye olarak] ver’ derdi.[405] Benzeri ifadeler, İbn Ömer (radiyallâhu anh)’ten de nakledilmiştir. Saha­beler arasında buna muhalefet eden bilinmemektedir.

Hanefî mezhebine göre, hamile veya çocuk emziren hanımlar, oruç tutmalarının kendi sağlıklarına veya ço­cuklarına zararlı olmasından endişe etmeleri durumunda oruç tutmayabilirler. Bu nedenle tutamadıkları oruçları daha sonra aynı gün sayısında kaza ederler. [406]

B. Kadınların Oruç Tutmayıp, Kaza Etmelerinin ‘Va­cip’ Olduğu Durumlar:

Hayız ve loğusalık dönemlerinde kadınların tuttukları oruç­ların sahih olmadığı/geçersiz olduğu konusunda âlimler icma etmişlerdir. Bu dönemlerde kadınlara oruç tutmak farz değildir; tutmaları halinde ‘haram’ işlemiş olurlar.

Bu durumdaki hanımların, hayız ve loğusalıktan temizlen­dikten sonra oruçlarını kaza etmeleri gerekir. Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) zama­nında hayızh olduğumuzda oruçları kaza etmemiz emredilir; na­mazları kaza etmemiz emredilmezdi.[407]

Hatırlatmalar:

  1. Ramazan ayında hanımların hayız olmasını önleyen İlaç­lar kullanmaları caiz midir?

Ramazan ayında hanımların hayız olmalarını Önleyen ilaç­lar kullanmaları müstehap değildir. Hiç kuşkusuz hanımlar için hayız dönemlerini takdir eden Yüce Allah’tır. Rasulullah (sallallâ-hu aleyhi ve sellem) döneminde hiçbir kadın, hayzını önlemekle sorumlu tutulmamıştır. Buna rağmen, -kullandığı ilaçların vücut sağlığına zarar vermemesi şartıyla- hayzını önleyen hanımla­rın tuttukları oruçlar, kanamaları olmadığı sürece sahihtir; iade etmeleri gerekmez. Kullandıkları ilaçlarla hayız kanamalarının kesilmesi konusunda şüpheye düşen kadınların hükmü, hayızh kadınların hükmü gibidir. Hayız günlerinde oruç tutamaz. Temiz­lendikten sonra tutamadığı günler sayısınca kaza eder.[408]

  1. İstihâze kanaması [409] oruç tutmaya engel değildir. İstihâ-ze kanaması olan kadınların, oruçlarını tutmaları ve namazlarını kılmaları farzdır. Kanamalardan temizlenmiş hükmündedirler. Bu konuda âlimler icma etmiştir.

C. Kadınların Oruç Tutmak Zorunda Olduğu Durumlar:

Yukarıda belirtilen durumlardan herhangi biri söz konusu ol­madığı sürece, kadınların oruç tutmaması caiz değildir. Akıl, bâliğ, sağlıklı, mukîm, hayız ve loğusalıktan temizlenmiş olan müs-lüman bir kadının, Ramazan ayında oruç tutmaması haramdır.

Kadınların Oruç Tutmalarının Sıhhat Şartları:

Müslüman bir kadının orucu iki şartla sahih/geçerli olur;

  1. Hayız ve loğusalıktan temizlenmiş olması: Hayızh ve loğu­sa hanımların oruçlarının caiz olmadığı daha önce belirtilmişti.
  2. Oruca niyet edilmiş olması: Oruç bir ibadettir. Dolayısıyla diğer ibadetlerde de olduğu gibi, niyet şarttır. Niyetsiz oruç sahih olmaz. Oruç için niyetin, güneşin batışından, fecrin doğuşuna kadarki zaman aralığında yapılması şarttır. Ibn Ömer, Hafsâ’dan {radiyalîâhu anhumâ) naklediyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «fecirden önce niyet etmeyen kimsenin orucu olmaz» buyurmuştur.[410]

Nafile Oruçlarda, Niyetin Geceden Yapılması Şart Mıdır?

Nafile oruçlarda, niyetin geceden yapılması -âlimlerin ço­ğunluğuna göre- şart değildir.

Âişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘bir gün Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ve sellem) yanıma geldi ve; «Yanınızda (yiyecek) bîr şey var mı?» diye sordu; «yok» dedik. Bunun üzerine; «öyley­se ben, oruçluyum» buyurdu. Başka bir gün bize geldiğinde; «Ey Allah’ın resulü! Bize hays yemeği [411] hediye edildi» dedik. Bunun üzerine; «onu bana getirin! [Normalde bu gün] oruçlu olarak sa-bahlamıştım» buyurdu ve yemek yedi.[412]

Nafile oruçlarda da, niyetin geceden yapılması daha ihtiyat­lıdır.

Orucun Rüknü: Fecrin doğuşundan, güneşin batışına kadar yemeden, içmeden ve cinsel ilişkiden uzak durmaktır. Çünkü Yüce Allah; ‘Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbise­siniz. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebep­le teubenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah’ın sizin için yazdığını arzulaym. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırdedilinceye kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın.[413]

Oruç Adabı

  1. Sahur Yapmak: Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Sahur yapınız. Kuşkusuz sahurda bereket vardır [414] bu­yurmuştur. Az veya çok bir miktar yemek yenmesi veya bir yu­dum su içilmesiyle sahur yapılmış olur. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘bir yudum suyla dahi olsa, sahur yapınız [415] buyurmuştur.

Sahuru geciktirmek müstehaptır. Zeyd bin Sabit (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem)’le birlik­te sahur yaptık. Sonra Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) kalktı ve namaz kıldı’; Enes; «Ezân’la sahur arasında ne kadar süre vardı?» diye sordu, «elli ayet (okuyacak) kadar» dedi.[416]

Hatırlatma:

Fecrin doğusuyla birlikte sabah ezan okunurken, sahura de­vam eden ve elinde yiyecek veya içecek bir şey bulunan kişi, elindeki lokmasını yer, suyunu içer. Çünkü Peygamberimiz (sal­lallâhu aleyhi ve seîlem); ‘biriniz ezam işittiğinde, ihtiyacını gide­rene kadar elindeki kabı bırakmasın’ buyurmuştur.[417]

  1. Boş ve lüzumsuz davranışlardan, kötü sözlerden, yalan ve benzeri şeylerden sakınmak: Ebû Hureyre (radi­yallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem); «biriniz oruçlu olduğu zaman, kötü söz söylemesin, bağırıp-ça-ğırmasın, cahilce davranmasın. Şayet biri ona, kötü söz söylerse veya kavga edecek olursa, ona; «ben oruçluyum, desin» buyur­du’. [418]

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seİlem); Yalan sözü bı­rakmayan ue yalanla hareket eden kimsenin yemeyi-içmeyi terk etmesine [orucuna], Allah’ın ihtiyacı yoktur [419] buyurmuştur.

  1. Cömert Davranması ve Kurana Yoğunlaşması: İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘İyilik yapmada insanların en cömerdi, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) idi. En cömert olduğu zaman ise, Ramazanda, Cibril aleyhisselam ile buluştuğu zamandı. Ramazan bitinceye kadar, her gece Cibril’le buluşur ue ona Kurân’ı okurdu. Cibril aleyhisselam ile buluştuğu zamanlar­da, esen rüzgârlardan daha cömert olurdu.[420]
  2. Güneş batışıyla birlikte iftar yapmada acele et­mek: Sehl bin Sa’d (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sal­lallâhu aleyhi ue sellem) «iftar yapmada acele davrandıkları süre­ce, İnsanlar hayır üzere olurlar.[421]
  3. Oruç Açarken Dua Etmek: İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) iftar ede­ceği zaman, «susuzluk gitti, damarlar nemlendi ve inşallah sevâb hâsıl oldu» derdi.[422]
  4. Orucu, taze veya kuru hurmayla, ya da suyla aç­mak: Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), akşam namazını kılmadan önce bir kaç taze hurma, eğer hurma yoksa kuru hurma ile iftar ederdi; o da ol­mazsa bir kaç yudum su içerdi.[423]

Ramazanda Mubah Olan Davranışlar:

  1. Oruç gecelerinde cinsel ilişki:

Yüce Allah ‘Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı [424] buyurarak, Müslümanlara bu ruhsatı vermiştir.

El-Berâ (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Ramazan orucu farz kılındığında, Ramazan ayı süresince kimse hanımına yaklaşmı­yordu. Erkekler nefislerine hakim olamıyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah; ‘Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tevbenizi kabul edip sizi affetti [425] ayetini indirdi.[426]

  1. Cünüp olarak sabahlamak:

Aişe ve Ümmü Seleme (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; ‘Ra-sulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) hanımıyla ilişkide bulundu­ğundan dolayı cünüp olarak sabahlardı. Sonra gusül abdesti ahr ve oruç tutardı.[427]

  1. Cinsel ilişkiye girmeksizin erkeğin, hanımını öpmesi ve mübaşerette bulunması:

Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) oruçlu haldeyken, Öper ve mübaşeret ederdi/ eğlenirdi. O, nefsine en fazla sahip olandı [428] ‘Bende, odaoruç-lu iken, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) beni Öperdi.[429]

Mübaşeret, cinsel ilişkiye girilmeksizin, kadın ve erkek ten­lerinin birbirine değmesidir. Mesrûk anlatıyor; ‘Aişe radiyallâhuanhâj’ya; «oruçlu kişiye hanımı ne ölçüde helaldir?» diye sor­dum; «cinsel ilişki hariç, her şey» dedi.[430]

Hatırlatmalar:

Hanımını öpen veya hanımıyla mübaşerette bulunan kişi­den, mezi salgısının gelmesi durumunda, herhangi bir şey gerek­mez.

Oruçlu iken eşinin öpmesi veya mübaşerette bulunması durumunda, eşlerden birinden meni çıkması durumunda orucu bozulur. Kaza etmesi gerekir.[431]

  1. Gusül Abdesti Almak, Serinlemek için duş yapmak:

Yukarıda zikredilen hadiste, Peygamberimiz (sallallâhu aley­hi ve sellem), ‘cünüp olarak sabahlıyor, daha sonra gusül abdesti alıp, oruç tutuyordu’. Bazı sahabeler, Rasulullah (sallallâhu aley­hi ve sellem)’İ, Arc denilen yerde oruçlu iken, susuzluktan veya aşırı sıcaktan dolayı başına su dökerken gördüklerini söylemiş­lerdir.[432]

  1. Aşırıya kaçmaksızm, ağza ve burna su ahp-vermek:

Peygamber (sallaliâhu aleyhi ve sellem) ‘Oruçlu olmadığı za­manlarda burnuna suyu fazlaca çekerdi. …’

  1. Sürme, Koku, Damla, İğne, Misvak ve benzerlerini kul­lanmak:

‘Sürme, koku, damla, İğne, misvak ve benzerlerinden hiç­biriyle iftar edilemeyeceği gayet açıktır. Hiç kuşkusuz oruç, Müs­lümanların, genel ve özel bütün yönleriyle bilmek zorunda ol­dukları bir ibadettir. Şayet bu sayılanlar, Allah’ın ve Rasuİünün oruçlu kimseye haram kıldığı ve orucu bozan şeyler olsaydı, Ra-sulullâh’m bunları açıklaması gerekirdi. Şayet bu türden şeyler bildirilmiş olsaydı, diğer şer’î bilgileri naklettikleri gibi, sahabeler bunları da bilir ve ümmete naklederlerdi. Hiçbir âlim, Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve seliem)’den bunlarla ilgili olarak bir nakilde bulunmamıştır. Bu konuda, sahih, zayıf, müsned, mürsel hiçbir rivayet yoktur. Dolayısıyla bunları yasakİayan hiçbir şeyin zikredilmediği anlaşılmaktadır.[433]

Atâ, İbrahim en-Nehâî, el-Hasen, ez-Zuhrî ve ilk dönem âlimlerinin bir çoğunun «oruçlunun sürme çekmesinde bir sakın­ca yoktur» dediği nakledilmiştir.

Ebû Hanîfe’ye göre, ister ağız yoluyla, ister iğne vb. yollarla mide veya dimağa ulaşan her hangi bir şeyle oruç bozulur. Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre ağız yoluyla mideye girmeyen hiçbir şey orucu bozmaz. [434]

Hatırlatma:

Boğaza kaçmayacağından emin olunduğu takdirde, diş fır­çası ve macunu kullanmanın bir sakıncası yoktur. Ancak bu tür şeylerle diş temizliğini gece yapmak daha uygundur.

  1. Zayıf düşmeyeceğinden emin olanın, hacamat yaptırma­sı, kan vermesi ve tahlil için kan aldırması:

İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâ­hu aleyhi ve seîİem) oruçlu iken, hacamat yaptırdı.[435]

Ramazan günlerinde, oruçlu iken kan bağışı ve tahlil için vücuttan kan aldırılması ihtiyaç durumunda caizdir. Ancak zayıf düşüleceğinden endişe edildiğinde mekruh olur.

Enes bin Mâlik (radiyallâhu anh)’a; ‘oruçlunun hacamat yap­tırmasını mekruh görür müydünüz?’ diye sorulduğunda; ‘hayır/ Sadece zayıf düşmesi durumunda’ demiştir.[436]

  1. Yutmadığı sürece, yemeğin tadına bakmak, bebeği için lokma çiğnemek:

İbn Abbâs (radiyallâhu anh); ‘bağazına kaçmadığı sürece oruçlunun, sirke veya başka bir şeyin tadına bakmasında bir sa­kınca yoktur.[437]

Yunus, Hasan dan naklediyor; oruçlu olduğu halde, çocuk için lokmayı çiğneyip, sonra da ağzından çıkarıp çocuğun ağzına koyarken onu gördüm.[438]

İhtiyaç olmaksızın yemeğin tadına bakmak mekruhtur. Ancak bununla oruç bozulmaz. İhtiyaç durumunda yapmak, mazmaza yapmak gibidir.[439]

Hatırlatma:

Oruçlunun, içerisinden sütü çıkmadığı ve boğazına kaçma­dığı sürece çam sakızı çiğnemesi, mekruhtur. Çünkü bu, ağzı kurutur ve susatır. Eğer çiğnendiğinde sütü çıkıyorsa, oruç bo­zulur.[440]

  1. Unutarak yiyip-içmek: Bu konuyla ilgili deliller ileride zik­redilecektir.
  2. İstemdışı Kusmak:

Orucu Bozan Şeyler:

Bunlar, orucu bozan ve yalnızca kaza gerektiren şeyler ile orucu bozan, kaza ve kefaret gerektiren şeyler olmak üzere iki kısma ayrılır.

a) Orucu Bozan Ve Yalnızca Kaza Gerektiren Durumlar:

1-2. Unutarak Yemek ve İçmek

Oruçlu olduğunu unutarak bir şeyler yiyip içen kimsenin orucu bozulmaz, ona kaza ve kefaret gerekmez. Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi vesel-lem); ‘kim oruçlu olduğunu unutarak yer ve içerse, orucuna de­vam etsin; çünkü onu Allah, yedihp-içirmiştir’ buyurmuştur.[441]

  1. Kasıtlı Kusmak:

İstem dışı kusmayla oruç bozulmaz. Fakat kasıtlı kusmayla oruç bozulur. Çünkü Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘istem dışı kusan orucunu kaza etmez; kasıtlı kusan orucunu kaza etsin’ buyurmuştur.[442]

4-5. Hayız ve Lohusalık:

Güneş batmadan hemen öncesinde bile o!sa, hayız ve lo­ğusalık durumunda oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir. Bu konuda âlimler icmâ etmiştir.

Hatırlatmalar:

Oruçlu bir kadın, gündüz vakti hayız olduğunda orucu bo­zulur. Günün kalan kısmında oruçlu olarak devam etmesi gerek­mez.[443] Orucunu açar, fakat bunu çocuklarından gizlemelidır.

Ramazan günü hayızh olan bir hanım, gündüz vaktinde temizlendiğinde, yemeye-içmeye devam edebilir. Seferi olduğu için oruçlu olmayan eşiyle, yolculuktan döndüğünde cinsel iliş­kiye girebilir.

Hayızlt bir hanım, fecir doğmadan önce temizlendiğinde, oruca niyet ederse, orucu sahih olur. Gusül abdesti almayı fecir sonrasına kadar geciktirmesi caizdir. Âlimlerin çoğunluğu bu ka­naattedir.[444]

  1. Bilinçli Hareketler Sonucunda Meni Çıkması: Kişinin, hanımını öpmesi, tenlerinin birbirine teması veya mastürbasyon nedeniyle meni çıkması durumunda orucu bo­zulur. O günün kaza edilmesi gerekir. Nitekim Yüce Allah, kutsi hadiste oruçlu kimsenin halini şöyle tanımlamıştır; ‘yemesini, iç­mesini ve şehvetini benim için terk etmiştir.[445]
  2. Orucu Bozmaya Niyet Etmek: Oruçlu bir kimse, oruçlu olduğunun bilincinde, orucunu boz­maya niyet etmesi ve buna kesin karar vermesi durumunda; -bir şey yiyip-içmese dahi- orucu bozulmuş olur. Çünkü ‘kişi ancak niyetinin karşılığı vardır’ buyurulmuştur. Alimlerin çoğunluğunun kanaati budur.

Hanefî mezhebine göre, niyetler amele/pratiğe dö­nüşmediği sürece uygulamadaki amelin hükmünü orta­dan kaldırmaz. Dolayısıyla orucunu bozmaya niyetlenen kişi, niyetini uygulayıp bir şeyler yiyip-içmedîkçe veya orucu bozan herhangi bir davranışta bulunmadıkça oru­cu bozulmaz. (Çev.)

  1. İslam’dan İrtidat Etmek:

Allah korusun, oruçlu iken İslam’dan irtidat edenin orucu bozulur. Tövbe edip, İslam’a döndüğünde, o günün orucunu kaza etmesi gerekir. Çünkü Yüce Allah; ‘şirke düşersen, amelin boşa gider [446] buyurmuştur. Âİimler bu konuda görüş birliği içe­risindedirler.

B) Orucu Bozan, Kaza Ve Kefaret Gerekti­ren Durumlar:

Cinsel İlişki:

Ramazan günü, oruçlu erkek ve kadın bilinçli olarak cinsel ilişkiye girmeleri durumunda, her ikisinin de orucu bozulur. Bu durumda her ikisinin de, o günün orucunu kaza etmesi gerekir.

Ayrıca erkeğin kaza ve kefaret orucu tutması; kadının ise sadece o günün orucunu kaza etmesi -tercih edilen görüşe göre- yeter­lidir. Alimlerin çoğunluğu ise, her ikisine de kefareti gerekli gör­müşlerdir.

Kadın ve erkeğin her ikisi de bilinçli ve istekli olarak oruçlu haldeyken ilişkiye girmeleri durumunda, her ikisi­ne de kaza ve kefaret gerekir. Ancak kadın cinsel ilişkiye zorlanmış ise, kadına kaza, erkeğe kaza ve kefaret gerekir.

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ue sel!em)’e bir adam geldi ve; «Ey Allah’ın Rasu-lül Helak oldum’ dedi. Rasulullah (sallaîlâhu aleyhi ue sellem); «Seni helake sürükleyen nedir?» buyurdu. O; «Ramazanda ha­nımımla cinsel ilişkide bulundum» dedi. Peygamber (sallaîlâhu aleyhi ve seliem); «Bir köle azad edecek bir şey bulabilir misin?7 buyurdu; O; «hayır» dedi; «iki ay peşpepe oruç tutabilir misin?’ buyurdu; «hayır» dedi. «öyleyse altmış fakiri doyuracak bir şey bulabilir misin?» buyurdu, «hayır» dedi. Sonra adam oturdu. Derken Peygamber (sallaîlâhu aleyhi ve sellem)’e içinde hurma dolu bir zembil getirildi. Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), o adama; «bunu ve sadaka olarak dağıt’ buyurdu. Adam; ‘ey Al­lah’ın Rasülü! Bizden daha fakirini nasıl (bulacağım)?! Medine’­nin karataşlı iki tarafı arasında, benim ailemden daha muhtaç bir aile yoktur» dedi. Bunun üzerine, Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem) güldü, öyleki gülmekten yan dişlen göründü. Sonra ona; «haydi git, bunu ailene yedir» buyurdu.[447]

Bu hadiste, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) er­keğe kefareti emrederken; kadın hakkında hiçbir şey emretme-miştir. ‘Çünkü cinsel ilişki sonucu gereken kefaret türlerinden biri, mali haktır. Bu nedenle mehir konusunda olduğu gibi, erkeğin sorumluluğundadır.[448]

Bazı âlimler ise, ‘cinsil ilişki sonucu gereken kefaret, köle azat etmek veya fakirleri doyurmak şeklinde uygulanırsa, sadece erkeğe; kefaret orucu tutularak uygulanırsa erkek ve kadına bir­likte gerekir’ demişlerdir.[449]

Hatırlatmalar:

  1. Hanımiyla cinsel ilişkide bulunana -meni çıkmasa dahi-kefaret vacip olur.[450]
  2. Bir kadının iki ay peş peşe oruç tutması gerektiğinde, ha­yız günlerinin araya girmesi, ‘peş peşeliğe’ engel değildir, imam Mâlik der ki; ‘peş peşe oruç tutması gereken bir kadın, hayız ol­duğu zaman orucuna ara verir; temizliğinde kaldığı gün sayısının üzerine devam eder.[451] Buna, hata sonucu birinin ölümüne ne­den olan kadının diyet orucu örnek verilebilir.
  3. Âlimlerin tercih edilen görüşüne göre, henüz fecrin doğ­madığını zannederek, hanımiyla cinsel ilişkide bulunan erkek ve kadına, ne kaza, ne de kefaret gerekmez. Çünkü Yüce Allah, unutandan ve yanılandan sorumluluğu kaldırmıştır. Allah Teâla, Ramazan gecelerinde, fecir doğuncaya, -siyah iplik, beyaz iplik­ten ayırt edilinceye kadar- yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi mubah kılmıştır. Fecir vaktinin girmesine rağmen, henüz vaktin girmedi­ğini zanneden ve kendisine helal ve mubah kılınan bir davranışta bulunan kişi, mazeretinin kabulü konusunda, unutan ve yanılan kişiden daha önceliklidir.[452] En doğrusunu Allah bilir.
  4. Cinsel ilişkinin tekrarlanması durumunda kefaretin de tek­rarlanması gerekir mi?

Bu durum, üç şekilde tanımlanır;

a) Ramazan günü, hanımiyla cinsel ilişkide bulunup, kefare­tini yerine getiren kimse, Ramazanın başka bir gününde tekrar ilişkide bulunursa, tekrar kefaret gerekir. Bu konuda icmâ edil­miştir.

b) Ramazan’da aynı gün içerisinde birden fazla ilişkide bulu­nan kişiye, bir kefaret gerekir. Bu konuda icmâ edilmiştir.

c) Ramazan’da cinsel ilişkide bulunup, henüz kefaretini ye­rine getirmeyen bir kişi, başka bir günde bir daha cinsel İlişkide bulunursa; bu konuda iki görüş vardır. Tercih edilen görüş, her gün için bir kefaret gerektiği görüşüdür. Çünkü her günün orucu, münferit/ayrı bir ibadettir. Dolayısıyla bozulması sonucunda ge­reken kefarette münferit olur/birleştirilemez.

Hanefî mezhebine göre, kefareti gerektiren nedenle­rin birden fazla olması durumunda, tek kefaret tamamına yeterlidir. Aynı günde veya aynı ya da daha Önceki Ra­mazan aylarında birden fazla kefareti gerektiren durumun olması halinde de tek kefaret tamamı için yeterlidir.[453]

Ramazan Orucunun Kazasının Geciktirilmesi Caizdir:

Hayızlı ve loğusa hanımların oruç tutmadıkları günleri kaza etmeleri gerektiği daha önce belirtilmişti. Farklı nedenlerden do­layı mazeretli olarak tutamadıkları oruçların da aynı şekilde kaza edilmesi gerekir.

Kaza edilmesi gereken oruçların, fevren/mazeret kalkar kalk­maz hemen kaza edilmesi vacip değildir. Geciktirilmesi de caizdir. Aişe (radiyaliâhu anhâ) anlatıyor; ‘Ramazan ayından kaza etmem gereken oruçlar oluyordu. Bunları hemen kaza etmeye gücüm yetmiyordu. Ancak Şaban ayında kaza edebiliyordum.[454]

Ramazan ayından kaza etmesi gereken oruçları bulunanın ertelemesi sonucu, bir sonraki Ramazan’ın girmesi durumunda; öncelikli olarak içerisinde bulunulan ayın orucunun tutulması ge­rekir. Daha sonra, Şevval ayının başında önceden kaza etmesi gereken oruçları kaza eder. Yedirmek, İçirmek gibi herhangi bir kefaret gerekmez.[455] Çünkü bu gibi durumlarda kefaretin gerek­tiğini ifade eden merfu bir hadis bulunmamaktadır.[456]

Kaza Oruçlarının Peş-Peşe Tutulması Vacip Değildir.

Kaza oruçlarının farklı günlerde tutulması caizdir. Çünkü Yüce Allah; ‘.., tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar [457] buyurmuştur.

İbn Abbas (radiyaliâhu anh}, ‘kaza orucunun farklı günlerde tutulmasının bir sakıncası yoktur’ demiştir.[458]

Tutması gereken oruçları tutamadan vefat eden kim­senin durumu: Tutması gereken oruçları, tutamadan vefat edenin velisi, onun yerine oruçları tutabilir. Bu konu cenazeler bölümünde anlatılmıştı.

  1. Nafile Oruçlar:

Aşağıda belirtilen günlerde oruç tutulmasını, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) teşvik etmiştir;

  1. Şevval ayında altı gün oruç tutmak:

Ebû Eyyûb el-Ensârî {radiyaliâhu anh) anlatıyor; ‘Ramazan orucunu tuttuktan sonra, Şeuual ayından altı gün oruç tutan, bü­tün yılı oruçlu geçirmiş gibi olur.[459]

Hatırlatma:

Ramazan ayından kaza orucu bulunan, Şevval ayında altı gün nafile oruç tutabilir mi? Yukarıda zikredilen hadisin zahiri, bütün yılı oruçlu geçirmiş sevabını, Ramazan orucunu tuttuktan sonra Şevval’den altı gün oruç tutma şartına bağlamıştır. Dola­yısıyla, altı gün orucu, Ramazan orucu kazasının öncesine alınamaz. Fakat «Ramazan orucunu tuttuktan sonra, peşine Şevval ayından altı gün oruç tutan…» hadisinde zahir anlamı değil, ağır­lıklı olan genel teamül kastedilmiş denilmesi durumunda, Rama­zan orucu kaza edilmeden önce de, altı gün orucu tutulabilir. Özellikle kaza orucu tutması durumunda, Şevval ayında altı gün oruç tutamayacak olan kimse bunu tercih edebilir. En doğrusu­nu Allah bilir.

2-3. Arafe günü -Hac’ta bulunmayanlar için-, Aşure günü ve bir gün öncesi oruç tutmak:

Ebû Katâde (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Arefe günü oru­cu hakkında Rasulullah (saüaliâhu aleyhi ve se!İem)’e soruldu­ğunda; «bir önceki yılın ve sonraki yılların (günahlarına) kefaret olur»; Aşure orucu sorulduğunda ise; «bir önceki yılın (günahla­rına) kefaret olur» buyurdu.[460]

Arafe günü, haccetmek için haçta bulunmayanlar oruç tu­tabilir. O gün haccedenler, oruç tutamaz. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) veda haccında arefe günü oruç tut­mamıştır.[461]

İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), aşure günü oruç tuttuğunda, oruç tutulmasını emretti. Sahabeler; ‘Yâ Rasulullahl Yahudiler ve Hıristiyanlar bu güne tazim gösteriyor!’ dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sal­lallâhu aleyhi ve sellem); ‘gelecek yıl inşallah dokuzunda oruç tutarız’ buyurdu. Fakat Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelecek yıl, gelmeden önce vefat etti.[462]

Hatırlatma:

Muharrem ayının genelinde oruç tutmak müstehaptır. Çün­kü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e; Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, hangi aydır?’ diye sorulduğunda;

Muharrem, olarak isimlendirdiğiniz Allah’ın ayında» buyurmuştur.[463]

  1. Şaban ayında çok oruç tutmak:

Âİşe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’in Ramazan ayı dışında bütün ayı oruçlu ge­çirdiğini görmedim ve hiçbir ayda Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu da görmedim.[464]

Hatırlatma:

Orucu, Şaban ayının 15’İne özgü kılmak bidattir. Bu, Şaban ayında çokça oruç tutmayı veya her ay üç gün oruç tutmayı adet edinmemiş kimseler içindir. Çünkü bu konuda Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’den sahih bîr rivayet bulunmamak­tadır.

  1. Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmak:

Üsâme bin Zeyd (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Allah’ın Pey­gamberi (sallallâhu aleyhi ve sellem), Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Ve bu konuda kendisine sorulduğunda; «Hiç şüphesiz kulların amelleri, Pazartesi ve Perşembe günleri arz olu­nur» buyurdu.[465]

  1. Her ay üç gün oruç tutmak:

Abdullah bin Amr (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bana; «her ay üç gün oruç tut! Hiç şüphesiz İyilikler on kat olarak yazılır. Böylelikle bütün zamanları oruçlu gibi geçirmiş olursun» buyurdu.[466]

Ebû Zer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «her ay üç gün oruç tutacağın zaman, ayın onüçünde, ondördünde ve onbeşinde tut» buyurdu.[467]

  1. Bir gün oruç tutup, bir gün tutmamak:

Abdullah bin Amr (radiyallâhu anh) anlatıyor; Peygamber (saİhîîâhu aleyhi veseilem) «Allah’ın en hoşnut olduğu oruç, Dauud aleyhisselam’ın orucudur. O, bir gün tutar, bir gün tutmaz­dı» [468] buyurmuştur.

Özet:

Hiçbir ayı oruçsuz geçirmemek, müstehaptır. Aişe (radiyal­lâhu anhâ) anlatıyor; ‘… Vefatına kadar, Ramazan dışında bütün ayı oruçlu geçirdiğini; aynı şekilde bütün bir ayı oruçsuz geçirdi­ğini de bilmiyorum.[469]

Bir Kadın, Kocasının Yanında Onun İzni Olmadan Nafile Oruç Tutamaz:

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sal-lallâhu aleyhi ve sellem) «bir kadın, kocasının yanında onun izni olmadan oruç tutmasın» buyurmuştur.[470] Hadisteki nehîy, haramlık İfade eder. Ancak bu hüküm nafile oruçlara özgüdür. Farz olan oruçlarda, kocadan izin alınmaz.[471] En doğrusu Allah bilir-.

Oruç Tutmanın Yasaklandığı Günler:

  1. İki Bayram Günleri:

Alimlerin icmâsıyla, bayram günlerinde oruç tutmak haram­dır. Ömer bin Hattâb (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Şu iki günde oruç tutmayı Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) yasaklamış­tır; «oruç tutmaya ara verdiğiniz gün ve diğeri de, kurban etlerini yediğiniz gündür» dedi.[472]

  1. Teşrik Günleri -Kurban Bayramının İkinci, üçüncü ve dör­düncü günleri:

Aişe ve ibn Ömer (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; ‘teşrik günlerinde oruç tutulmasına izin verilmedi. Kurban bulamayan­lar bundan hariç tutuldu.[473]

Abdullah İbn Ömer ve oğlu, teşrik günlerinde şöyle derlerdi; ‘yiyin! Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu günlerde, bize yemeyi emretti; oruç tutmayı yasakladı.[474]

  1. Sadece Cuma günü oruç tutmak:

Perşembe günü veya Cumartesi günü de oruçlu olunması şartıyla, Cuma günü oruç tutmanın bir sakıncası yoktur. Ebû Hu­reyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim; «hiç biriniz sadece Cuma günü oruç tutmasın! Ya bir gün önceden veya bir gün sonrasıyla birlikte tutsun.[475]

Peygamberimizin hanımı Cüveyriye (radiyallâhu anhâ) an­latıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Cuma günü ya­nıma geldiğinde ben oruçluydum. Bana; «dün oruç tuttun mu?» dedi; ben «hayır» dedim. «Peki, yarm oruç tutacak mısın?» dedi; ben, «hayır» dedim. Bunun üzerine bana; «o halde, orucunu boz» buyurdu.[476]

  1. Şüphe günlerinde oruç tutmak:

Şüphe günleri, ‘yarın Ramazan mıdır, yoksa Şaban’ın sonu mu’ olduğu konusunda tereddüt edildiği günlerdir.

Ammâr bin Yâsir (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Şüphe günle­rinde oruç tutan, Ebu’l-Kasım (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e asi olur.[477]

Şaban ayının son iki gününde oruç tutmamak daha faziletlidir. Ancak, Pazartesi, Perşembe ve diğer aylarda oruçlu geçi­rilen günlere denk gelmesi durumunda, Şaban’m son iki günü de oruç tutulabilir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Ramazan’dan bir veya iki gün önce oruç tutmayınız. An­cak, oruçlu geçirmeyi adet edindiği günlere denk gelenler oruç tutsun [478] buyurmuştur.

  1. Yılın bütün günlerinde oruç tutmak:

Oruç tutulmasının yasaklandığı günler dışında, bir yılın bü­tün günlerini oruçlu geçirmek haramdır. Çünkü Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘bütün günleri oruçlu geçirenin, orucu olmaz;[479] Yılın bütün günlerini oruçlu geçiren kimse, ne oruç tutmuş olur; ne de iftar etmiş olur!’ buyurmuştur.[480]

Hatırlatma:

Yalnızca Cumartesi günü oruç tutulmasını, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem} yasaklamıştır. Aynı şekilde Şaban’-in ikinci yarısında oruç tutulmasını da yasaklamıştır. Ancak bazı âlimler sahih olduğunu belirtmişse de, bu konudaki rivayetler zayıftır.[481] Biz, bazı âlimlerin de belirttiği gibi bu günlerin oruçlu geçirilmesinde bîr sakınca görmüyoruz.

İftar Ve Sahur Etmeksizin Peş Peşe Oruç Tutmak -Visal Orucu:

İftar ve sahur etmeksizin -iki veya daha fazla gün- sürekli oruç tutmak mekruhtur. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘-üç defa tekrarlayarak- visal orucunu/ara vermeden peş peşe iftarsız ve sahursuz oruç tutulmasını yasakladı. Saha­beler; ‘Yâ Rasululiah! Sen neden visal orucu tutuyorsun?’ diye sorduklarında; «Ben, sizin gibi değilim. Çünkü Rabbim beni geçeleri yedirip içirmektedir. Sizler gücünüzün yeteceği amellere kalkışın» buyurdu.[482]

Sahursuz, visal yapmaya gücü yetenlerin, sahura kalkma­dan oruç tutarak visal yapmaları caizdir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘visal yapmayınız! Sizden kim visal yapmak isterse, sahursuz visal yapsın’ buyurmuştur.[483]

Kadınların İtikafı:

Ramazan’m son on gününde ibadete yoğunlaşmak:

Sevap kazanmak ve Kadir gecesine rastlamak arzusuyla, erkekle­re olduğu gibi, hanımlara da Ramazan’m son on gününde itikâfa girmek müstehaptır.

Bu gecelerde, teheccüt namazı için kişinin ailesini uyandır­ması müstehaptır. Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan’m son on günü girdiğinde, daha gayretli olur, gecelerini ihya eder, ailesini uyandırırdı.[484] Bunu, Kadir gecesine rastlamak için yapardı. Bu nedenle Pey­gamberimiz (sailallâhu aleyhi ve sellem); ‘Kadir gecesini, Rama­zanın son on günü içerisinde, tekli günlerde arayınız [485] ‘iman ederek ve sevabını umarak, kadir gecesini ibadetle geçirenin, geçmiş günahları bağışlanır [486] buyurmuştur.

Hanımların itikâfa girmesi meşrudur: Âişe {radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasululiah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Rama­zanın son on gününde itikâfa girilmesini nasihat etti. Bunun üze­rine Âişe itikâfa girmek için izin aldı.[487] ‘Peygamber (sallal­lâhu aleyhi ve sellem) vefat edinceye kadar, her Ramazanın son on gününde itikâfa girerdi. Onun vefatından sonra da, hanımları itikafa girmiştir.[488]

Hatırlatmalar:

  1. Hanımların, eşlerinden izin almaksızın itikâfa girmeleri caiz değildir. Çünkü kadınlar, eşlerinden İzin almaksızın evle­rinden çıkamazlar. Bu konuyla ilgili, Aişe, Hafsa ve Zeyneb’ten rivayetler daha önce zikredilmişti. Allah onlardan razı olsun-. Bunlar itikafa girmek için Peygamberimiz fsallaüâhu aleyhi ve sellem)’den İzin istemişlerdir.
  2. Hanımına itikâfa girmesi için izin veren, onun itikâftan çıkmasını isteyebilir mi?

Nafile itikattaki kadının kocası, hanımının itikâftan çıkma­sını isteyebilir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aieyhi ve sel-lem), Âişe validemize itikâf izni verdikten sonra, Hafsa ve Zeyneb (radiyallâhu anhumâ)’da izin istemişlerdi. Bunun üzerine Pey­gamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), onların itikâfa girme amaçlarının itikâftan ziyade, birbirlerini kıskanmaları ve kendisi­ne yakın olmak arzusu olduğunu anlamıştı. Bu nedenle onların itikâftan çıkmalarını istemiş ve; ‘Siz bu yaptıklarınızı hayır amaçlı mı, yapıyorsunuz?’ buyurmuştur.[489]

Adak itikâfı gibi, vacip olan itikatlarda ise durum şöyledir;

Eğer peşpeşe itikâf yapılacağı adakta belirtilmişse, öncesin­de izin aİmış olan bir hanımı, kocası İtikâftan çıkaramaz. Ada­ğında itikâfı peşpeşe yapacağını belirtmemişse, kocası itikâftan Çıkmasını isteyebilir. Bu durumda kadın, geri kalan itikâfını daha sonra tamamlar.[490]

  1. İtikâfa sadece mescitlerde girilir:

İtikâfa sadece mescitlerde girilebilir. Nitekim, Yüce Allah; ‘…

Mescitlerde itikâfta olduğunuzda…’ buyurmuştur.[491] Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve hanımları da, mescitte itikâfa girmiştir. Hanımların evlerinde mescit olarak belirledikleri yerlerde itikâfa girmeleri caiz değildir.[492] Hanımların itikâfa gir­dikleri mescitlerde, cemaatle namaz kılınıyor olması şart değildir. Çünkü cemaatle namaz, hanımlara vacip değildir.[493]

Hanefî mezhebine göre hanımlar evlerinde mescit olarak belirledikleri bir odada itikafa girmeleri caiz olmak­la birlikte daha da evlâdır. (Çev.)

  1. Hanımlar, mescitlerde itikâfa girdikleri zaman bulunduk­ları yeri bir örtüyle kapatırlar:

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellemj’in hanımları, mescitte itikâfa girdiklerinde, onlara mescidin içerisinde birer Çadır kurulması emredilmişti. Nitekim mescitte erkekler de bu­lunmaktadır. Erkeklerin ve hanımların birbirlerini görmemeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Mescitte, erkeklerin namaz kılma­dığı, kadınlara özel bölümlerde hanımların itikâfa girmeleri, er­kek saflarının bölünmemesi ve zorluk oluşmaması açısından çok daha uygundur.

  1. İtikâfta bulunan bir kadın, kendi halinde Yüce Allah’a ibadetle meşgul olmalıdır. Namaz, Kuran kıraati, teşbih, tahmîd, tehlîl, tekbir, İstiğfar, Peygamberimize salavat getirme ve benzer ibadetlerle vaktini değerlendirmelidir.

İtikâfta bulunan bir kadının, Allah’a yakınlık amacıyla hiç konuşmamasının mekruh olduğu gibi, faydasız söz ve davranış­larla meşgul olması da mekruhtur.

  1. Zorunlu ihtiyaçlar durumunda, itikâfta bulunanlar mescit­ten çıkabilirler:

Umre (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Âişe (radiyallâhu anhâ) itikâfta iken, ihtiyacı nedeniyle mescitten evine çıktığında, hasta­ya uğrar, halini sorup geçerdi, onun yanında durmazdı.[494]

İhtiyaç olmaksızın itikâf esnasında mescitten çıkanın, itikâfı bozulur.

  1. İtikâfta eşiyle cinsel ilişkide bulunanın itikâfı bozulur.

Yüce Allah; ‘Mescidlerde itikâfa girdiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. [495] buyurmuştur.

İtikâfta bulunan kişinin, hanımını öpmesi ve benzer davra­nışlarda bulunması caiz değildir. Alimler bu konuda icmâ etmiş­tir.

  1. İtikâftaki kadın, şehvetsiz olarak kocasına dokunabilir:

İtikâftaki kadın, kocasının başını yıkayabilir, saçını tarayabi­lir veya ona bir şeyler yedirebilir.

Aişe {radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamber (saîlalîâhu aleyhi ueselîem), mescitte itikâfta iken, başını göğsüme dayıyor­du; bende hayızh olduğum halde onun saçını tarıyordum.[496]

  1. Özür/istihâze kanaması olan hanımlar, mescitleri kirlet­meyeceklerinden emin olmaları durumunda mescitlerde itikâfa girebilirler:

Aişe (radiyailâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte istihâze kanaması olan bir hanımı itikâfa girdi. Onun kırmızı ve san renkte kanamaları oluyordu. Namaz kılarken bazen altına leğen koyuyorduk.[497]

  1. Kadın, itikâftaki kocasını ziyaret edebilir:

Peygamberimizin hanımı Safiye (radiyallâhu anhâ); ‘Ra­mazan’m son on gününde itikâfta bulunan Rasulullah (sallallâ­hu aleyhi ve sellemj’i ziyaret için mescide geldi. Bir süre onunla konuştu. Geri dönmek için kalktığında, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) de onunla birlikte kalktı, onu Öptü ve Ummü Seîeme’nin kapısına kadar uğurladı.[498]

  1. İtikâftaki bir kadının nişanlanması ve nikahının kıyılması caizdir. Ancak, zifafa girilemez.[499]

VI. HAC VE UMRE

Hac: Tavaf, sa’y, Arafat vakfesi ve diğer menâsikler ama­cıyla, Yüce Allah’ın emrine icabet ederek ve O’nun rızasını ar­zulayarak Mekke’ye gitmektir. Hac, İslam’ın beş rüknünden ve bilinmesi zorunlu olan farzlardan biridir. Haccın farz olduğunu inkâr eden, İslam’dan çıkar ve kâfir olur.

Yüce Allah; ‘Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabed), Mekke’deki (Kâbe-)dir. Orada apaçık nişaneler, (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yol bakımından gidebilenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir.[500]

Gücü yetmesi durumunda kadınlara haccın farz olduğu ko­nusunda âlimler icmâ etmişlerdir. Hac, ömürde bir defa farzdır. Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize bir hutbe okudu ve; «Ey İnsanlar! Allah size haca farz kılmıştır, haccediniz» buyurdu. Bunun üzerine bir adam kalktı ve; «Her yıl mı, Ey Allah’ın Rasülül» diye sordu. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) cevap vermeyip sustu. Bunun üzerine adam sorusunu üç defa tekrarladı. Nitekim Rasu­lullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «şayet evet dersem, bu vacip olur; fakat sizler buna güç yetiremezsiniz.[501]

Adak olarak haccetmeyi adayanların dışında, birden fazla yapılan hac ibadeti nafiledir.

Haccın Faziletleri

  1. Hanımiarın en faziletli cihadı, haçtır.

Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Yâ Rasulullâh! Amellerin en faziletlisi olarak cihadı görüyoruz. Bizler de cihad etmeyelim mi?’ diye sordum; «hayır! Siz hanımlar için en faziletli cihad, mebrûr [502] haçtır» buyurdu.[503]

  1. Hac, günahları yok eder, arındırır:

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullâh (sallal-lâhu aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim; «kim, Aziz ve Celîl Allah için hacceder; kötü söz söylemez ve günah işlemezse, annesinden doğduğu günkü gibi döner.[504]

  1. Haccın mükâfatı cennettir:

Ebû Hureyre {radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sal-lallâhu aleyhi ve sellem) «Bir umre ile diğer umre arasındaki gü­nahlar kefaret olunur. Kabul olunmuş!mebrûr haccın, cennetten başka karşılığı yokturn.[505]

Kadınlara, Haccın Farz Olmasının Şartları:

Kadınlara hac, ancak altı şartla farz olur. Bunlar;

  1. Müslüman olması.

2-3. Akıl, baliğ olması.

  1. Hür olması.
  2. Haccetmeye gücünün yetmesi.
  3. Beraberinde kocasının veya bir mahreminin bulunması. İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Bir kadın, yanında mah­remi bulunmaksızın yolculuğa çıkmasın. Ve hiçbir erkek, yanında mahremi bulunmayan bir kadının yanına (yalnız) girmesin’ bu­yurdu. Bir adam; ‘Yâ Rasulullâh! Ben falanın ordusuna katılmak istiyorum. Hanımım ise haccetmek istiyor’ deyince, ona; ‘hanı­mınla birlikte (hacca) git’ buyurdu.[506]

Mahrem: Bir kadının kocası veya evlenmesi ebediyen haram olan babası, oğlu, öz kardeşleri ve sütkardeşleridir. Bu konuyla ilgili açıklamalar ileride yapılacaktır. İnşallah.

Mahremi bulunmayan bir kadın, haccetmeye gücü olmayan hükmündedir. Bu nedenle ona, haccetmek farz değildir. Buna rağmen mahremi olmaksızın hacceden kadının haccı sahihtir/ge­çerlidir. Ancak rnahremsiz yolculuk yaptığından dolayı günahkâr olur. -Allah en doğrusunu bilir.

Haccetmeye gücün yetmesi şartı, üç şeyle açıklanmaktadır;

a) Sağlıklı olması: İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Has’am kabilesinden bir kadın, «Yâ Rasulullah! Babama hac­cetmesi farz oldu. Ancak kendisi çok yaşlı ve bineğin üzerinde oturmaya gücü yetmiyor. Onun yerine ben haccedebilir miyim?» diye sordu. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «evet, onun yerine haccedebilirsin» buyurdu.[507]

b) Bireysel ihtiyaçlarının yanı sıra, hacca gitmeye, orada kal­maya ve memleketine tekrar dönmeye yetecek mali güce sahip olması.

c) Yolda can ve mal emniyetinin bulunması.

Kadın Haccetmek İçin Kocasından İzin Alması Gere­kir Mi?

  1. Nafile hac için, kocasından izin alması vaciptir. Bu konu­da icma edilmiştir.
  2. Adak hacc: için, eğer adağını kocasının izniyle yapmışsa veya evlenmeden önce adakta bulunmuş, evlenirken bunu ko­casına bildirmiş ve onayını almışsa, kocası onun haccetmesini engelleyemez. Fakat kocası izin vermemesine rağmen adakta bu­lunmuşsa, kocası onu engelleyebilir.
  3. Farz haccında, yukarıda belirtilen haccın şartlan oluşmuş­sa, kadının kocasından izin alması müstehaptır. Kocası, şer’î bir gerekçesi olmaksızın, onu farz haccindan alıkoyamaz. Buna rağ­men kadın, haccını bir sonraki yıla erteleyebilir, bunda bir sakın­ca yoktur.

Kadının Başkası Yerine Haccetmesi:

  1. İster farz, ister adak hacci olsun bir kadın haccedemeden vefat ederse velisinin, onun malından, onun yerine haccedecek birini hacca göndermesi vaciptir. Mûsâ bin Seleme (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Sinan bin Seleme el-Cühenî’nin hanımı, Rasu-iullah (sallallâhu aleyhi ve sellem}’e, haccetmeden vefat eden annesinin yerine haccetmesinin geçerli olup-olmayacağını sordu. Rasulullah (saUallâhu aleyhi ve seilem); «evet, şayet annesinin borcu olsaydı, onu ödediğinde geçerli olmayacak mıydı?! O hal­de, annesinin yerine haccedebilir» buyurdu [508]
  2. Bir kadın, başka bir kadının yerine haccedebilir:

Yukarıda zikredilen hadiste de belirtildiği gibi, bir kadının başka bir kadının yerine haccetmesi caizdir. Bu nedenle Şeyhu’l-İsîam İbn Teymiye, ‘bir kadın, başka bir kadının yerine haccede­bilir. Bu konuda âlimler görüş birliği içerisindedirler. Haccedecek kadının, kendi kızı veya başkası olması farksızdır demiştir.[509]

  1. Bir kadın, bir erkeğin yerine haccedebilir:

Dört mezhep imamı ve diğer âlimler, babasının yerine hac­cetmek isteyen Has’am’lı kadına, Peygamberimizin onun yerine haccedebilirsin buyurmasını, deül göstererek buna cevaz vermiş­lerdir.

  1. Bir kadın, bebeğiyle birlikte haccetmesi durumunda onun için de sevab kazanır:

Bebeğini taşıması, ihramhnın sakındığı şeylerden, onu da sakındırması ve ihramhmn yaptığı her şeyi ona da yaptırması ne­deniyle, çocuğundan dolayı sevap kazanır. İbn Abbâs (radiyal­lâhu anh) anlatıyor; ‘… bir kadın küçük çocuğunu (Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem} kaldırdı ve; «bunun için hac var mı?» diye sordu. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem}; «evet, sana da sevap vardır» buyurdu.[510]

Bu hadis, çocukların haccının kabul olduğu ve bundan do­layı sevap alındığına delildir. Fakat çocuğun haccı, akıl-bâliğ şar­tının gerektiği, farz haccı yerine geçmez.

  1. Başkasının yerine haccedecek kadının, kendi farz haccmı yapmış olması gerekir:

Alimlerin çoğu bu görüştedir. Bu, İbn Abbâs (radiyaljâhu an-h)’ten de nakledilmiştir. İbn Teymiye’nin de belirttiği gibi, saha­beler arasında bu kanaate muhalefet eden bilinmemektedir.

Hanefî mezhebine göre, kendi haccını -şartlan oluş­madığı için- yapamamış olan kişi, başkasının yerine hac yapabilir. (Çev.)

Hatırlatma:

Kadının yerine erkeğin de haccetmesi caizdir. İbn Abbâs (ra-diyaliâhu anh) anlatıyor; ‘Bir adam Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem}’e geldi ve; «kız kardeşim haccetmek için adakta bu­lunmuştu. Haccedemeden vefat etti» dedi. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem); «şayet onun borcu olsaydı, onu öder miydin?» diye sordu. Adam; «evet» dedi. Bunun üzerine; «o halde, Allah’a olan borcunu da öde! ödenmeye en fazla layık olan borç budur» buyurdu.[511]

Hac İbadetinizi Benden Öğrenin’ Buyuran, Rasulullah (Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem) Gibi Nasıl Haccedilir?

Her Müslüman yapacağı hac ibadetinin, Rasulullah (sallal­lâhu aleyhi ve sellem)’in haccı gibi olmasını ve kabul edilmesini arzular ve haccın faziletine kazanmak ister.

İşte bu nedenle, Câbİr (radiyallâhu anh)’ın rivayet ettiği ha­diste anlatıldığı şekilde, kadınlar için hac ibadetini burada özet­leyeceğiz. Çünkü veda haccıyla ilgili en güzel rivayette bulunan sahabi Câbir (radiyallâhu anh)’dir. Bu rivayette, Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ve sellem)’İn Medine’den çıkışından sonuna kadar her anı anlatılmıştır. Bu nedenlede veda haccının en kapsamlı rivayetidir.[512] Daha sonra, hac ibadetinde yapılması gerekenleri, bütün ayrıntılarıyla ve rükün, vacip, müstehap ve diğer kısımla-rıyla birlikte zikredeceğiz. -Allah’tan yardım diliyoruz-.

Hac Yolculuğu Öncesi Yapılması Gerekenler:

  1. Hac yapabilecek güce sahip olunup, haccın edasına kesin karar verildiğinde; bütün günahlardan bir daha işlememek üzere tövbe edilir. Haccedecek kişi, üzerinde başkalarına ait haklar var ise, onları sahiplerine İade eder. Borçlu ise, imkânı nispetinde borçlarını öder. Eşinin ve anne-babasının rızasını alır. Akrabaları arasında dargınlık bulunuyorsa, onların gönüllerini hoşnut eder.
  2. İyilik yapmaya olan gayretini artırır. Şüpheli şeylerden ve haksızlıklardan sakınır. Kabul görecek davranışlarda bulunur.
  3. Bir mahremiyle birlikte hacca gidecek kadın, kocasından izin alır.
  4. Şeriatın edep kurallarına riayet ederek yolculuğuna çıkar.

İhram:

  1. Mîkât sınırına gelindiğinde, cünüplükten, hayız veya loğu­salıktan dolayı gusül abdesti alır gibi, elbiseler çıkarılıp gusül ab-desti alınır. Koku sürünülür. Bu kokunun ihrama girildikten sonra elbisede veya vücutta kalmasının bir sakıncası yoktur.
  2. ihrama giren kadın, dilediği elbiseyi giyebilir. Ancak peçe ve eldiven takamaz ama uüzünün üzerine bir şey sarkıtarak ör­tebilir.
  3. Farz namaz vakti gelmişse, farz namazı kılar. Farz namaz vakti değilse, iki rekât abdest namazı kılar. Daha sonra, yolculuk yaptığı araca binip, kıbleye yönelerek hamdeder, tekbir getirir ve umreye niyet eder. Eğer temettü haccı yapacaksa ‘Lebbeyk, Al­iâhumme umreten /Allah’ım emrine uydum, umreye niyet ettim’ der. Şayet kıran haccı yapacaksa ‘Lebbeyk, Aliâhumme hacceten ve umreten j Allah’ım emrine uydum, hac ve umreye niyet ettim’ der.
  4. Hacca uçakla gidiîiyorsa, uçak mikât sınırına ulaştığında İhrama girer. Bu durumda gusül abdesti ve kokuyu daha önce­sinde yapar.
  5. Umre için tehlil ve telbiyede bulunur. Tehlîl: Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Lehul mulku ue-lehul hamdu ve huve ala külli şeyin kadir I Allah’tan başka ilah yoktur. O tekdir. Ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’nadır. O, her şeye gücü yetendir’

Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke Lâ şerike leke leb­beyk, inne’l-hamde ve’n-Ni’mete leke ve’l-Mülk, Lâ şerike lek / Emrine amadeyim, teslimim, Allahım! Emrine amadeyim, tesli­mim. Emrine amadeyim, teslimim; Senin ortağın yoktur; Emrine amadeyim, teslimim. Hamd ve nimet Sana mahsustur. Mülk Se­nindir. Senin ortağın yoktur’. Hanımlar, seslerini sadece yanın­dakiler duyacak kadar yükseltirler.

  1. İhramh olanlar, durum, mekân ve zaman değişiklikle­rinde özellikle telbiyeyi daha fazla getirmelidir. Örneğin, tepelere Çıkarken, inerken, gece olduğunda, gündüz olduğunda telbiye getirilmelidir. İhramh hanımlar hayız halinde bile telbiye getir­meye devam etmelidir. Telbiye getirmeye, tavafa başlayıncaya kadar ara verilmez.[513]

Mekke’ye Giriş ve Tavaf:

  1. Mekke’ye varıldığında, bir an önce Mescid-i Haram’a/ Kabe’ye gidilir. Hacerulesved’e gelinip, mümkünse öperek, de­ğilse sağ elle selamlayıp elini öperek; bu da mümkün olmuyorsa, eliyle işaret edip tekbir getirerek selam verilir. Hanımların Hace-rulesved’i selamlamak için erkeklerin arasında izdihama katılma­sı uygun değildir.
  2. Kabe sol tarafa gelecek şekilde tavafa başlanır. Rüknü-‘1-Yemâni’ye gelindiğinde öpmeksizin -mümkünse- selam verilir. Rüknü’l-Yemânî ile Hacerülesved arasında şu dua okunur;

Rabbena âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fil-âhırati haseneten ve kmâ azâbennâr / Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ve güzellik; ahirette de iyilik ve güzellik ver. Ve bizi cehennem azabından koru’

Hacerülesved’in hizasına gelindiğinde bir tavaf tamamlan­mış olur. Bu şekilde yedi tavaf yapüır.

  1. Tavaftan sonra İbrahim aleyhisselam’ın makamının ar­kasında İki rekât namaz kılınır. İlk rekâtta ‘kul yâ eyyuhelkâfirûri; ikinci rekâtta ‘kul huvallahu ahad’ okunur.
  2. Sonra zemzem İçilir ve başa zemzem dökülür.
  3. Daha sonra -mümkünse- Hacerulesved’e dönülüp se­lam verilir.

Merve ile Safa Arasında Sa’y Etmek:

  1. Sonra sa’y yapılır. Safa tepesine yaklaşıldığında İnne’s-Safâ ve’l-mervete min şeâirillâh’ ayeti okunur, ve; Allah’ın baş­lamayı emrettiği yerden başlıyorum’ denir.
  2. Kabe’yi görebilecek şekilde, Safa tepesine çıkar, Kabe’ye döner, üç defa şöyle der ve dilediği gibi dua eder;

Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Lehu’l-mulku vele-hu’l-hamdu ve huue ala külli, şeyin kadir. Lâ ilahe illallâhu uah-deh, enceze vahdeh, ue nasara abdeh, ve hezemel ahzâbe vah-deh I Allah’tan başka ilah yoktur. O tekdir. Ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’nadır. O, her şeye gücü yetendir. Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir. O, vadini yerine getirdi. Kulunu mu­zaffer kıldı. Yalnız başına bütün grupları bozguna uğrattı’

  1. Sonra Safa tepesinden iner ve Merve tepesine doğru yürür. Hanımlar, iki yeşil direk arasında -erkeklerin yaptığı gibi-koşar adımlarla hızlanmazlar.
  2. Merve tepesine ulaşıldığında, Safa tepesinde yapılanların aynısı tekrarlanır. Böylelikle bir şavt/tur tamamlanmış olur. Sonra Merve tepesinden iner ve Safa tepesine doğru yürür. Bu şekilde yedi şavt tamamlanır. Gidiş bir şavt, dönüş ayrı bir şavttır-.

İhram’dan Çıkmak:

  1. Sa’yı tamamlayan hanımlar saçlarını kısaltarak, ihram­dan çıkarlar.
  2. İhramdan çıkan hanımlara, hac zamanına kadar, cinsel ilişki, peçe, eldiven, koku ve benzeri şeyler helal olur.

Terviyc Günü:

  1. Zilhicce ayının 8’ncİ günü, terviye günüdür. O gün ye­niden -daha önce de belirtildiği gibi Mekke’de konakladığı yer­de- haccetmek niyetiyle İhrama girilir ve ‘lebbeyk Alhhumme bihaccetin / emrine amadeyim, teslimim. Allah’ım, haccetmek niyetiyle’ denir. Telbİye getirilmeye başlanır.

Haccıni tamamlamaktan veya bir engel çıkmasından endişe edenler ‘ve in habesenî hâbisun, fe mahallî haysu habesetnî / eğer bir engel beni ahkoyarsa, İhramdan çıkış yerim, alıkonuldu­ğum yerdir’ derler.

  1. Duhâ vaktinde/zeval vaktinden önce, Mina’ya doğru yola çıkılır. Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazları Mina’-da eda edilir. Dört rekâtlı namazlar iki rekât olarak kılınır. Mina’~

da namazlar cem edilmez.

Ar efe Günü:

  1. Zilhicce ayının 9’ncu günü, Arefe günüdür. Arefe günü, güneş doğduğunda, Mina’dan Arafat’a doğru harekete geçilir.

Nemira denilen yere gelindiğinde, -mümkünse- zeval vaktine/ öğleye kadar konaklandın

  1. Zeval vaktinden sonra [514] öğle ve ikindi namazİan cem edilir. Tek ezan, İki kamet getirilir ve cemaatle öğle vaktinde ikişer rekât olarak kılınır. Sünnet namazlar kılınmaz.
  2. Namazdan sonra, zikir, dua ve Yüce Allah’a yakarışlarda bulunulur. Eller açılır, kıbleye dönülür dağa değil!- ve bu şekilde güneş batana kadar vakfe yapılır.
  3. Güneş battığı zaman, vakar ve sükûnetle Arafat’tan inilir.

Müzdelife’ye Hareket Ve Orada Gecelemek:

  1. Müzdelifeye doğru harekete geçilir. Müzdelife’ye varıldı­ğında akşam ve yatsı namazları cem edilerek, tek ezan, iki kamet­le yatsı vaktinde kılınır. Sünnet namazlar kılınmaz.
  2. Sabah namazı vaktine kadar uyunur. Gece namazı kı­lınmaz.
  3. Sabah namazı ezan okunup, kamet getirilerek ilk vaktin­de kılınır. Sonra Meşârilharam’da,[515] kıbleye dönülür ve müzde-life vakfesi yapılır. Gün iyice ışıyıncaya kadar dualar edilir, ham-du senalarda bulunulur. Tekbir ve tehîil getirilir.
  4. Zayıf ve güçsüz hanımların ve özür sahibi diğer kimse­lerin, Müzdelife’den gece yansından sonra ayrılmalarına ruhsat verilmiştir.

Kurban Bayramı Günü:

Mina’ya Şeytan Taşlamaya Gitmek:

  1. Tan yerinin ağarmasından sonra, güneş doğmadan önce Müzedelife’den Mina’ya doğru yola çıkılır.
  2. Güneş doğduktan sonra, Akabe Cemresine taş atılmaya başlandığında telbiyeye ara verilir. Peş peşe ve tek tek yedi taş atılır. Her taşı atarken tekbir getirilir.
  3. Akabe cemresine taş atıldıktan sonra cinsel ilişki hariç, diğer ihram yasakları helal olur.[516]
  4. Akabe cemresine taş atıldıktan sonra Mina’da veya Mek­ke’de kurban kesilir. Dileyen kurbanını teşrik günleri içerisinde de kesebilir. Kurban parası olmayanlar, üç gün haçta, yedi günde ülkesine döndüğünde oruç tutar.
  5. Kadınlar saçlarının ucundan kısaltırlar. Bu, en az bir par­mak ucu (parmağın uç boğumu) kadar olmalıdır.

Mekke’ye Dönüş ve Ziyaret Tavafı

  1. Sonra Mekke’ye dönülür. Yedi tavaf yapılır. Safa ile Merve arasında sa’y edilir. Tavafın, teşrik günlerinden sonraya ertelenmesi caizdir. Tavaf yapıldıktan sonra cinsel İlişki de dahil olmak üzere, bütün ihram yasaklan kalkar.[517]
  2. Hac ibadetleri esnasında hayız olan hanımlar, tavaf ha­ricinde haccın bütün ibadetlerini yerine getirirler. Mümkünse, ta­vafı temizlendiklerinde yaparlar.
  3. Hayızlı hanımların, tavafı temizlenecekleri güne kadar ertelemeleri mümkün olmuyorsa, örneğin bulunduğu kafile Mek­ke’den ayrılacaksa ve kalması durumunda zarara uğramaktan korkuyorsa, -âlimlerin tercih edilen görüşüne göre- hayızlı hal­deyken de Kabe’yi tavaf edebilirler.

Hanefî mezhebine göre, hayızlı veya cünüp halde Kabe’yi tavaf edenin, tavaftaki taharet şartım ihlal etmesi nedeniyle ceza olarak, kurban kesmesi gerekir. (Çev.)

Mina’ya Dönüş:

  1. Tavaf ve sa’y yapıldıktan sonra, teşrik günlerinde ko­naklamak için Mina’ya dönülür. (Zilhicce ayının onbir, oniki ve onüçüncü gecelerinde Mina’da kalınır.)

Teşrik Günleri:

Zilhicce Ayının 11 Ve 12’sinde, Küçük, Orta Ve Büyük Şeytanların Taşlanması:

  1. Zilhicce ayının ll’nci günü küçük, orta ve büyük şey­tana sırayla yedi taş atılır. Her taşlamada tekbir getirilir. Küçük ve orta şeytanlar taşlandıktan., sonra -mümkünse- her ikisinde de kıbleye dönülür ve uzunca bir dua edilir. Daha sonra büyük şeytana yedi taş atılır. Taşlamadan sonra dua için beklenilmez. Taşların şeytanları temsil eden duvara değmemesi durumunda, yeniden atılması gerekir.
  2. Zilhicce ayının 12’nci günüde de, bir gün önce yapılan­ların aynısı yapılır.

Zilhicce ayının 12’nci günü taşlamalar yapıldıktan sonra, di­leyen Mina’dan ayrılır; dileyen de, 13’ncü geceyi Mina’da geçirir. Acele davranmayıp, 13’ncü geceyi de Mina’da geçirmek daha faziletlidir.

Teşrik Günlerinin Son Günü -13 Zilhicce- Taşlama:

  1. Zilhicce ayının 13’ncü gününü Mina’da geçirmek isteyen veya Zilhicce’nin 12’sinde güneş battığında Mina’da bulunan ki­şinin, Zilhicce’nin 13’ncü günü, öğleden sonra her üç şeytanı da taşlamak için o geceyi Mina’da geçirmesi gerekir.

Yolculuğa Çıkmadan Önce Veda Tavafı

  1. Ülkesine dönmek isteyenler, veda tavafı yapmadan Mek­ke’den ayrılamazlar. Mekke’de en son yapılan amel, veda tavafı olmalıdır. Hazıylı veya loğusa olan hanımların veda tavafını terk etmelerine ruhsat verilmiştir.
  2. Medine’de Peygamberimizin mescidini ziyaret etmek müstehaptır. Ancak bu ziyaret, birçok kimsenin zannettiği gibi, haccın menâsiklerinden değildir.
  3. Ülkesine dönen hacılar, maddî imkânları yerinde ise, kendi aileleri, fakirler ve miskinler için büyük baş bir hayvan veya deve kurban ederler. Maddi imkânı müsait olmayanların yapması gerekmez.

Haccın Rükûnları:

Haccm rükûnları, haccı oluşturan temel esaslardır. Bu rü-kûnlardan biri terk edildiğinde hac sahih/geçerli olmaz. Haccın rükûnian, rükûnlarıyla ilgili vacipleri, müstehapları, mubahları ve mekruhları şunlardır;

Birinci Rükün: “İhram”

İhram, haccetmek, umre yapmak veya her ikisini birlikte yapmak amacıyla niyet ederek, bunlara başlamaktır. Nitekim Yüce Allah; ‘Onlara emredilen, dini yalnız kendine has kılarak ve hanifler olarak, Allah’a kulluk etmeleridir..[518]

Hanefî mezhebine göre ihram, haccın sıhhat şartla-nndandır. Rükün değildir. (Çev.)

İhram İçin Niyetin Mikât Sınırında Yapılması Vaciptir:

Mikât: Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in sınırla­rını belirlediği bölgedir. Haccetmek veya umre yapmak isteyenle­rin bu sınırları İhrama girmeksizin geçmeleri caiz değildir.

Mikât Sınırları / İhrama Girme Yerleri:

  1. Zülhuleyfe:[519] Bu bölge Abâr Ali olarak da isimlendiri­lir. Medine halkının ile hava veya kara yoluyla Mekke’ye Medine üzerinden gelenlerin mîkâtıdır.
  2. Cuhfe [520] Kara, deniz ve hava yoluyla Mısır ve Suriye istikametinden gelenlerin mikâtıdır.
  3. Yelemlem [521] Günümüzde “Sa’diyye” olarak adlandı­rılan bir dağın ismidir. Yemen ve o taraftaki bölgelerden gelenle­rin mîkâtıdır.
  4. Karnülmenâzil [522] Burası ‘Seyl’ olarak ta adlandırılır. Necid ve o taraftaki bölgelerden gelenlerin mîkâtıdır.
  5. Zâtuırk [523] Irak yönünden gelenlerin mîkâtıdır.
  6. Mekke çevresinde bu mikât sınırlarının içerisinde yaşayanların mikâtı: Bu kimseler ihrama evlerinde girerler. Mekkeliler Umre için Hil bölgesine çıkarak; hac için ise, Mekke içinde, ihrama girerler.

Hac veya umre niyetiyle gelip, Mîkât sınırını ihrama girme­den geçenler günahkâr olurlar. Bunların tekrar mîkât mahalline dönüp orada ihrama girmeleri gerekir. Mîkât mahalline dönmek-sizin hac menâsiklerini tamamlayanların hacları sahih olmakla birlikte, günah işlemiş sayılırlar.

İhram Türleri:

Üç tür hac niyetiyle ihrama girilebilir. Bunlar;

I. Temettü Haccı: Hac ayları (Şevval, Zilkade ve Zilhicce ayının İlk on günü) içerisinde umre yapmak niyetiyle tehlîl getirilir. Mîkât mahallinde, araca binilip, hareket ettikten sonra kıbleye dönülür ve; ‘Lebbeyke AUahumme umreten’ denilir.

Umre yapıldıktan sonra ihramdan çıkılır. Zilhicce ayının 8’nci günü olan Terviye gününe kadar, ihramlı olmayanların yaptıkları her şeyi yapabilir. Tevriye günü Haccetmek niyetiyle Mekke’de yeniden ihrama girilir. Temettü haccı yapanların kurban kesme­leri gerekir.

II. Kıran Haccı: Hac ve umreyi birlikte yapmak niyetiyle tehlil getirilir. Mîkât mahallinde, ‘Lebbeyke Allâhumme haccen ue umreten’ denir. Umre yapıldıktan sonra hac ibadetleri tamam­lanıncaya kadar ihramlı kalınır.

Hatırlatma:

Umre yapmak için ihrama girenler, tavafa başlamadan önce hac günlerinin gelmesi durumunda, hac ve umre için tek tavaf ve tek sa’y yaparlar. Bayram günü şeytan taşlayıncaya kadar ih­ramlı olarak kalırlar. Daha sonra saçlarını kısaltarak ihramdan çıkarlar. Ancak bu durumda fidye olarak -temmettu haccında olduğu gibi- kurban kesmeleri gerekir.

III. İfrat Haccı: Mîkât mahallinde sadece haccetmek niye­tiyle tehlil getirilir ve; ‘Lebbeyke Allâhumme haccen denir. Bay­ram günü şeytan taşlayıncaya kadar İhramlı oiarak kalınır. Daha sonra saçlar kısaltılarak ihramdan çıkılır. İfrat haccında kurban kesilmesi gerekmez.

Hatırlatmalar:

  1. Uç hac türü arasında en faziletli olan ‘temettü hacadır’.
  2. İfrat haccı veya kıran haccı İçin niyet edip, tehlil getirenler, kendi ülkelerinden beraberlerinde kurban getirmemişler [524] ise, bu niyetlerini feshedip, umreye niyet etmeleri daha faziletlidir. Çünkü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahabeleriyle birlikte haccetmek niyetiyle tehlil getirmişlerdi. Ancak Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) beraberinde kurban getir­meyenlerin tavaf ve sa’ylerini umre niyetiyle yapmalarını emret­miş;[525] bu emrine uymayanlara da kızmıştır.

Câbir {radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Şayet (hac aylarında) umrenin caiz olduğunu daha önce bilseydim; Kabe’ye kurbanlık getirmez; hac yerine, umre yapardım. Sizden her kimin yanın­da kurbanlığı yoksa hemen ihramdan çıksın ue haccını umreye çeuirsin!’ buyurdu. Bunun üzerine Sürâka ibn Mâlik b. Cu’şum ayağa kalktı ue; «Yâ RasuluUâh! Haccı umreye çeuirme işi, (sa­dece) bizim bu senemize mi özgü, yoksa ebedi mi?» diye sordu. Resulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem) parmaklarım birbirine kenetleyip iki defa; «ömre, hacca dâhil olmuştur. Hayır, ebedî olarak devam edecektir!» buyurdu.[526]

  1. Hastalık ve benzeri nedenlerden dolayı haccını tamam­layamayanlar, ihramdan çıkarlar. Bu durumdakiler ihrama niyet ederken’ue in habesenî hâbisun, fe mahallî haysu habesetnî I eğer bir engel beni alıkoyarsa, ihramdan çıkış yerim, alıkonul­duğum yerdir’ dememişlerse kurban kesmeleri gerekir. Ancak ihrama girerken niyetine bu şartı ekleyenler, hac veya umrelerini tamamlayamamaları durumunda kurban kesmeleri gerekmez. Tamamlanamayan hac, farz haccı ise, bir yıl sonra yapılır.

Âişe (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aley­hi ue sellem) Zübeyr’in km Dubâa’nm yanma girdi ue; ‘hacca gitmek istiyor musun?’ dedi. O; Vallahi, kendimi rahatsız hisse­diyorum’ dedi. Bunun üzerine ona; ‘o halde, «fe mahallî haysu habesetnî I ihramdan çıkış yerim, alıkonulduğum yerdir’ şartıyla haccet» buyurdu.[527]

İhramın Sünnetleri ve Hanımlar Açısından Adabı:

  1. Hayızlı Veya Loğusa Olunsa Dahi, İhrama Girerken Gusül Abdesti Alınması:

Câbir (radiyaîlâhu anh) anlatıyor; ‘… Zülhuleyfe denilen yere geldiğimizde, Umeys’in kızı Esma, Muhammed bin Ebî Bekr’i doğurdu. ‘Nasıl hareket edeyim?’ diye Rasuluîlah (sallal-lâhu aleyhi ve sellem)’e haber gönderdi. Ona; ‘Yıkan, [kanamalı bölgeye] bir elbise sarın ve ihrama gir’ buyurdu.[528]

  1. İhrama Girmeden Önce Hanımların Koku Sürünmesi:

Aişe (radiyaîlâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellemj’le birlikte Mekke’ye doğru yola çıkmıştık. İh­rama girerken alınlarımıza koku sürdük. Bizden biri terlediğinde kokulu madde yüzüne akardı. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bunu gördüğü halde bizi nehyetmezdi.[529]

İhrama girildikten sonra ne hanımlar için, ne de erkekler için koku sürünmük caiz değildir. Bu konuda âümler icmâ etmiş­tir.[530]

  1. İhrama Girmeden Önce Temizlenmek:

İhrama girmeden önce, tırnaklan kısaltılmak, vücutta alın­ması mendup olan tüyler alınmalıdır. Çünkü ihrama girildikten sonra bunların yapılması caiz olmadığı gibi, İhram süresince tır­naklar ve alınması gereken tüyler oldukça uzayacaktır.

  1. İhrama Giren Hanımlar Diledikleri Elbiseyi Giyebi­lirler, Ancak Peçe Ve Eldiven Takamazlar:

Hanımların, ihramlı İken bütün vücutlarını dikişli veya farklı elbiselerle örtmeleri mubahtır. Ancak peçe ve eldiven kullana­mazlar. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘… ihramlı kadınlar peçe takmasınlar, eldiven kullanmasınlar[531] ‘bu­yurmuştur. Ancak hanımların başörtüleriyle veya başka şeylerle yabancı erkeklerin kendilerine yakın olarak geçtiği ortamlarda yüzlerini kapatmaları caizdir. Bu örtülerin yüzlerine dokunması­nın bir sakıncası yoktur.

Esma binti Ebî Bekr (radiyaîlâhu anhâ) anlatıyor; ‘İhramlı iken, yüzlerimizi erkeklerden kapatıyorduk ve bundan önce saç­larımızı tarıyorduk.[532]

Aişe (radiyaîlâhu anhâ) anlatıyor; ‘Biz ihramh iken Rasu-lullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’le birlikte bulunduğumuzda, yolcular bize uğrarlardı. Onlar bize yaklaştıklarında, dış elbise­lerimizi yüzümüze sahvehrdik. Onlar bizi geçtikleri zaman da, yüzümüzü açardık.[533]

Hatırlatmalar:

Mümin hanımlar şunu bilmeliler ki, ihrama giren hanımlar diledikleri elbiseyi giyebilirler. Bazı hanımların, özellikle de Mısırlı hanımların zannettiği gibi, ihramlı iken giyilecek elbisenin beyaz olması gibi belirli bir renkte olması şart değildir.

Hanımların elbise altına pantolon giymeleri, mest giymeleri caizdir. Mest giymeleri durumunda, mestin topuklarını aşan kıs­mını kesmeleri gerekmez. İbni Ömer (radiyaîlâhu anh); ‘ihramh hanımların mest ve pantolon giymelerinin bir sakıncası yoktur’ demiştir.[534]

İhramlı hanımların takı takmaları caizdir. Nâfi anlatıyor; ‘Ab­dullah İbni Ömer’in hanımları ve kızları, ihramlı iken takı takınır­lardı.[535]

  1. İhrama Niyeti, Farz Veya Nafile Namazın Hemen Sonrasında Yapmak:

Çünkü Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve seliem) veda haccında, ihrama öğle namazını kıldıktan sonra girmiştir. Ömer bin Hattâb (radiyallâhu anh) anlatıyor; Peygamerİmİz (sailallâhu aleyhi ve seliem) buyurdu ki; ‘Bu gece bana Rabbimden bir elçi geldi ve; «bu mübarek vadide namaz kıl; hac ile birlikte umreye de niyet et» dedi.[536]

Hadiste ifade edilen namazın farz namazlardan bîri olması muhtemeldir. Dolayısıyla bu rivayet, iki rekât ihram namazının meşruiyetine delil olmaz. Bilakis, hac veya umre için ihrama giril­mesinin, mümkünse namaz kılındıktan sonra olmasının faziletini belirtir.[537]

  1. Fitneden Emin Olunduğu Takdirde, İhrama Giren Hanımlar, Telbiye Getirirken Seslerini Yanındakileri-Nin İşiteceği Şekilde Yükseltirler:

Hallâd bin es-Sâib (radiyallâhu anh) anlatıyor; Rasulullah (sailallâhu aleyhi ve seliem) buyurdu ki; ‘Bana Cibri geldi ve; «ey Muhammedi Sahabelerine tehlili yüksek sesle getirmelerini em­ret» dedi.[538] Aişe (radiyallâhu anhâ) bu emrin hanımlar İçinde geçerli olduğunu belirtmiştir. El-Kâsım anlatıyor; Nefer gecesinde Muâviye dışarı çıkmıştı. Telbiye sesi işittiğinde, ‘bu kim?’ diye sordu. Oradakiler; ‘Aişe! Tenîm bölgesinde umre için ihrama girdi’ dediler. Daha sonra bunu Aişe (radiyallâhu anhâ)’ya söylediler. O da; ‘eğer bana sorsaydı, ona anlatırdım’ dedi.[539] Bu nedenle Şeyhuİ-Islarn İbn Teymiye; ‘[telbiye getirirken] kadınlar, seslerini yanındakiler işiteceği kadar yükseltir’ demiştir.[540] Ancak günümüzde hiç gerekmediği halde, bazı hanımların seslerini çok aşırı yükselttiklerine tanık olmaktayız.

Telbiye Lafızları:

Lebbeyk Aîlahümme lebbeyk, lebbeyke La şerike leke leb-beyk, inne’l-hamde ve’n-Ni’mete leke ve’l-Mülk, Lâ şerike lek’

Anlamı: ‘Emrine amadeyim, teslimim, Aliahım! Emrine amadeyim, teslimim. Emrine amadeyim, teslimim; Senin ortağın yoktur; Emrine amadeyim, teslimim. Hamd ve nimet Sana mah­sustur. Mülk Senindir. Senin ortağın yoktur’.

Hayızlı ve loğusa hanımlar da telbiye ve tehli! getirirler. Çün­kü Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi ve seliem), Umeys kızı Esma loğusa olduğunda ona, gusül abdesti almasını ve tehlil getirme­sini emretmiştir. Aişe validemiz hayız olduğunda ona; ‘Kabe’yi tavaf etmenin dışında, hacıların yaptığı her şeyi yap’ buyurmuş­tur.[541]

  1. İhrama Girmeden Önce Önce, Hamd, Teşbih Ve Tekbir Getirmek:

Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; sonra [devesine] bindi. Beyda tepesine çıktığında, Allah’a hamdetti; Subhanallâh, Allâhu Ekber’ dedi. Daha sonra da hac ve umre için ihrama girdi.[542]

  1. İhrama Niyet Ederken Kıbleye Dönmek:

Nâfî anlatıyor; ‘îbn Ömer öğle namazım kıldıktan sonra de­vesinin hazırlanmasını emretti. Hazırlandığında devesine bindi. Devesinle düzlüğe çıktığında, ayakta kıbleye yöneldi ve telbiye getirdi. … Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in de böyle yaptığını söyledin.[543]

İhramlı Hanımların Sakınması Gereken Durumlar:

İhramlı hanımların, ihramdan çıkıncaya kadar sakınması ge­reken durumlar, iki kısımdır.

I. Haccın Bozulmasına Neden Olan Durum, ‘Cinsel İlişkide Bulunmaktır’:

Akabe cemresi taşlanmadan önce cinsel ilişkiye girilmesi durumunda hac bozulur. Ancak cinsel İlişki, Akabe cemresi taş­landıktan sonra, ifada tavafından önce olmuş İse, hac bozulmaz, fakat günah işlenmiş olur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur; ‘Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlarda bulun­mak ve kavga etmek yoktur.[544]

İbn Abbâs, İbn Ömer ve Katâde (radiyallâhu anhum), ayet-i kerîmedeki ‘rafese/kadına yaklaşmak’ lafzının anlamını ‘cinsel ilişkide bulunmak’ olarak açıklamışlardır.

Amr bin Şuayb, babasından, o da dedesinden naklediyor; ‘Bir adam İbni Ömer’e geldi ve «ihramlı iken hanımıyla cinsel ilişkide bulunan bir adamın durumunu sordu», ibni Ömer, ona Abdullah İbn Amr’ı işaret etti. Adam onu tanımadı. Bunun üze­rine Şuayb; ‘ben adamla birlikte gittim ve bu durumu ona sor­duk. O da; ‘haca bozulur’ dedi. Adam; ‘(Hac süresince) boş mu otursun?’ dedi. O; ‘hayır, insanlarla birlikte hareket eder, onların yaptıklarının aynısını yapar. Bir sonraki hac zamanına ulaştığmda da hacceder ve kurban keser’ dedi. O adam ve Şuayb tekrar İbn Ömer’e döndüler ve aldıkları cevabı ona anlattılar. Bunun üzerine İbn Ömer onları ibn Abbâs’a gönderdi. İbn Abbas da, ibn Amr’ın söylediklerinin aynısını söyledi. Daha sonra tekrar ibn Ömer’in yanma döndüler ve aldıkları cevabı ona anlattılar. Sonra o adam; ‘Peki, bu duruma sen ne diyorsun?’ diye ibn Ömer’e sordu. O da, ‘Her ikisinin söylediğini söylüyorum’ dedi.[545]

Hatırlatmalar:

  1. İlk tahallülden [546] önce hanımıyla cinsil ilişkide bulunan kişinin ve eşinin haccı bozulur. Her ikisinin, bir deve kurban et­mesi ve gelecek yıl haclarını kaza etmeleri gerekir. Ömer, Ali, Ebû Hureyre, İbni Ömer, İbni Amr ve İbni Abbâs (radiyallâhu anhum) bu görüştedirler. Bu görüşe katılmayan hiçbir sahabe bilinme­mektedir.
  2. İlk tahallüİden önce, ihramlı olduğunu unutup hanımıy­la cinsil ilişkide bulunan kişinin -tercih edilen görüşe göre- hac­cı bozulmadığı gibi, kurban cezası ve kefaret gerekmez. Çünkü Yüce Allah; Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yoktur; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah çok bağış­layıcı, çok esirgeyicidir.[547]
  3. Kocası tarafından cinsel İlişkiye zorlanan kadının haccı bozulmaz, kurban cezası da gerekmez. Ancak kocasının haccı bozulur.

II. Haccı Bozmayan Sakıncalı Durumlar:

Birçok âlim, haccı bozmayan sakıncalı durumlarda genellik­le fidye verilmesini öngörmüşlerdir. Ancak bunların bir delili bu­lunmamaktadır. Asıl olan, Müslümanın malının korunma altında olmasıdır. Bu koruma ancak naslarla kalkar. Dolayısıyla, haccı bozmayan sakıncalı durumları yapanlar günah işlemiş olurlar. Bu kimselerin, nassın belirttiği durumlar dışında kurban kesmeleri gerekmez. -En doğrusunu Allah bilir,

Haccı bozmayan sakıncalı durumlar şunlardır;

  1. Hanımların peçe ve eldiven kullanmaları.

Hanefî mezhebine göre, sabahtan akşama kadar er­kek başını, kadın yüzünü örterse fidye (kurban kesmesi) gerekir. Şayet günün sadece bir kısmında Örtmüş ise sa­daka vermesi gerekir. (Çev.)

  1. Koku kullanmak.

Peygamberimiz (saİlallâhu aleyhi ve sellem); ‘[İhramh iken] zaferan ile uers kokulu elbiseleri giymeyiniz [548] buyurmuştur.

Hanefî mezhebine göre ihramh kişinin koku kul­lanması durumunda fidye (bir koyun kesmesi) gerekir. (Çev.)

3-4. Tırnakları kısaltmak, saçları kesmek veya kısaltmak.

Yüce Allah; ‘… Kurban yerine varıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin. [549] buyurmuştur. İhramh olanların tırnaklarını kısaltmalarının haram olduğu konusunda âlimler icmâ etmişler­dir.

Tırnağı veya tüyleri rahatsızlık veren kimseler, bunları alabi­lirler. Ancak bu durumda fidye gerekir. Bu üç gün oruç tutmak veya altı miskini doyurmak, ya da bir koyun kurban etmektir. Nitekim Yüce Allah; ‘Sizden her kim hasta olursa yahut başından gelen bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye vermesi gerekir [550] buyurmuştur.

Hanefi mezhebine göre, ihramh bir kişinin, başının en az dörtte birini tıraş etmesi, fazla tüylerini gidermesi veya tırnaklarını kesmesi durumunda bir koyun veya keçi kurban etmesi gerekir. Başının dörtte birinden azını veya bir tırnağını kesmesi durumunda sadaka vermesi gere­kir. [551]

  1. Cinsel ilişkiyi çağrıştıran hareketlerde bulunmak.

Şehvetle dokunmak, öpmek ve cinsel ilişkiye girmeksizin benzeri hareketlerde bulunmak haramdır. Çünkü bu türden he-reketler, âyetteki ‘la rajesel kadına yaklaşmak’ tanımlamasına gi­rer. Fakat bu tür hareketlerle -boşalma olsun veya olmasın- hac bozulmaz.

Hanefî mezhebine göre bu tür hareketlerde bulunan kişinin ceza olarak bir kurban kesmesi gerekir.[552]

6-7. Nişanlanmak ve Nikâh Kıymak.

Osman bin Affân (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallalîâhu aleyhi ve sellem); «ihramh olan nikah kıyamaz, nikah-İanamaz ve düğür düşemez/nişanlanamaz’ buyurmuştur.[553]

Hatırlatma:

İhrama girmeden önce nikâh akdi kıyılan kadının, ihramh iken eşiyle aynı odada kalması caizdir. Fakat ifâda tavafını yapın­caya kadar, eşine şehvetle dokunma, öpme ve benzeri hareket­lerde bulunamaz.[554]

8-9. Günahlara Yaklaşmak, Kavga ve Tartışmalarda Bulun­mak:

Yüce Allah; ‘… Hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlarda bulunmak ve kavga etmek yoktur [555] bu­yurmuştur.

10-11. Karada yaşayan bir av hayvanını öldürmek, boğaz­lamak ve ondan yemek. Ancak başkası tarafından avlanmış hay­vanlar yenilebilir.

Yüce Allah; ‘.., Ey iman edenler! İhramh iken avı öldürme­yin [556] buyurmuştur.

İhramlı iken kim bilerek bir av hayvanı avlarsa, onun kıyme­tini harem bölgesindeki miskinlere yemek olarak dağıtır. Ya da, her miskinin yemeği için bir gün oruç tutar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur; ‘… İçinizden kim onu kasten öldürürse, öl­dürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kabe’ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası) bir kefaret vardır ki, o ölçüde fakirleri doyurmaktır, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki, (yasak avlanmada bulunan) yaptığı­nın cezasını tatmış olsun… [557]

İhramh olmayan bir kişinin avladığı hayvandan yemenin hiçbir sakıncası yoktur. İhramlı olan sahabeler, ihramh olmayan Ebû Katâde (radiyallâhu anh)’m avladığı avı yemenin hükmü­nü Peygamberimize sorduklarında, onlara; ‘herhangi biriniz onu avlamasını istedi mi; veya avı gösterdi mi?’ dedi. ‘Hayır’ yanıtı vermeleri üzerine de; ‘yiyebilirsiniz [558] buyurdu. Hadis açıkça göstermektedir ki, ihramh olan kişi için veya onun katkısıyla av­lanmayan avın, ihramh kadınlar ve erkekler tarafından yenmesi caizdir.

Hanefî mezhebine göre bir av hayvanını öldüren veya boğazlayan ihramh kişinin, o hayvanın bedelini sa­daka olarak vermesi gerekir. [559]

İhramlı iken öldürülmesi caiz olan beş fasık hayvan ile ezâ veren hayvanlar: Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; ‘Beş hayvan vardır; bunlar fasıktır. Bu hayvanlar, Harem bölgesi dışında da, içinde de olsa öldürülür. Bunlar; alacakarga, çaylak, akreb, fare ve kuduz köpektir.[560]

Sinek, sivrisinek ve benzeri rahatsızlık veren hayvanların öl­dürülmesi caizdir.

İhramlı İken Yapılmasında Bir Sakıncası Olmayan Durumlar:

Bazı ihramh hanımlar, hiçbir sakıncası olmadığı halde şu ko­nularda sıkıntı hissetmektedir;

  1. Yıkanmak -ihtîlam olmaksızın- ve elbise değiştirmek.

İbn Abbâs ve Ebû Eyyûb (radiyallâhu anhumâ} anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ihramh iken başını yı­kardı.[561]

İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘İhramlı olduğumuz bir günde, Ömer bin Hattab bana; “gel birlikte kafalarımızı suya bandıralım; hangimiz daha fazla nefesini tutabilecek’ dedi.[562]

  1. Saçları Taramak.

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem}, Aişe validemize -ihramlı olduğu halde-; ‘saç örgünü çöz ve tara [563] demiştir.

  1. Başı ve vücudu kaşımak.

Âişe (radiyallâhu anhâ)’ya, ihramlı iken vücudu kaşımanın, hükmü sorulduğunda; ‘evet, kaşıyabilir, hatta (ben) ellerim bağ­lansa ayaklarımla kaşırım [564] yanıtını vermiştir.

Şeyhu’l-İslam, ‘kaşınırken saç tellerinin kopmasında bir sa­kıncası yoktur’ demiştir.

  1. Kan aldırmak -kan aldırılacak yerin etrafındaki kıllar traş edilerek olsa dahi-.

Abdullah İbni Buhayne (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasu-lulhh (sallallâhu aleyhi ve sellem) ihramh iken, Mekke yolunda [hayyu Cemel mevkiinde] başının ortasından kan aldırdı.[565]

Diş çektirmek ve benzer şeylerde, kan aldırmak gibidir. Bu konuyla ilgili İbn Abbâs “(radiyallâhu anh)’ten rivayetler ileride zikredilecektir. -İnşallah-

  1. Haz duymak amacı olmaksızın ihtiyaç durumunda koku koklamak.

İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘İhramh olan hama­ma gidebilir, diş çektirebilir, koku kokhyabilir, tırnağı kırıldığı za­man onu koparabilir. Size eza veren şeyleri kendinizden uzaklaş­tırınız. Hiç kuşkusuz Azîz ve Celîl Allah sizin eza duyduğunuz bir Şeye kıymet verecek değildir.[566]

  1. Kırılan tırnağı koparmak -Üstteki rivayette de belirtildiği gibi.
  2. Kadının başından yüzüne doğru örtü sarkıtması.
  3. Kadınların diledikleri renkte elbise giymeleri.
  4. Kadınların pantolon ve mest giymeleri.
  5. Kadınların takı takınmaları.
  6. Kına ve benzeri şeylerle kadınların makyaj yapmaları.

Hanefî ve Mâliki mezhebine göre, ihramh hanımla­rın kına kullanması caiz değildir. [567]

Çünkü bu davranışları yasaklayan her hangi bir rivayet bu­lunmamaktadır. Ayrıca kına koku olarak değerlendirilmez. Şâfîi ve Hanbelî mezhepleri bu görüştedir.

  1. İhtiyaç durumunda sürme çekmek.

Göz ağrısı ve benzeri nedenlerle sürme çekmek caizdir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘kokulu olmadığı sürece, ih­ramh kimseler diledikleri sürmeyle, sürme çekinebilirler.[568]

İhtiyatlı olan sürmeyi ihtiyaç durumunda caiz kabul etmek­tir. Çünkü İhramh kimsenin sürme çekmesinin mekruhluğunu çağrıştıran bir rivayet Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve selle-m)’den nakledilmiştir. Ali (radiyallâhu anh), Yemen’den geldiği zaman Fatıma validemizi, ihramh olduğu halde, renkli elbise giy­miş ve sürme çekmiş olarak görünce ona itirazda bulunmuştu. Bunun üzerine Fatıma validemiz; ‘bana bunu babam emretti. cevabını vermişti.[569]

Bu rivayet, ihramh iken sürme çekmenin mekruhluğunu çağrıştırmaktadır.

  1. Çadır, şemsiye veya araçlarda gölgelenmek.

Ümmü’UHusayn (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor; Veda bac­anda Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) 7e birlikte haccettim. Beraberinde Bilal ve Usâme (radiyallâhu anhumâ)’y\ gördüm. Biri devesini yediriyor; diğeri elbisesiyle sıcaktan Rasulullah’a (s.a.) gölgelik yapıyordu. Akabe cemresini taşlayıncaya kadar böyle yaptılar [570]

Bu rivayet, günümüzde bazı hacıların üstü açık araçları ter­cih etmelerinin, kendilerine sıkıntı oluşturmaları ve aşırılık oidu-ğunu ifade etmektedir.

  1. Yüzük takmak, saat ve gözlük kullanmak.

Bu tür şeyleri kullanmak yasaklanmamıştır. ‘Senin Rabbin unutkan değildir.[571]

  1. Zarar veren hayvanları -hadiste ‘fasık hayvanlar’ olarak tanımlananları ve diğerlerini öldürmek.

Mekke’ye Giriş:

Mekke’ye girildiğinde şunların yapılması müstehaptır;

  1. Gusül abdesti alınması.
  2. Gece Zû Tuvâ’da kalınması.

Nâfî anlatıyor; ‘İbn Ömer (radiyallâhu anh), Harem bölge­sine girdiğinde telbîye getirmeye son verirdi. Geceyi Zû Tavada geçirir, daha sonra sabah namazını kılar ve gusül abdesti alırdı. Peygamber {sallalld.hu aleyhi ve sellem) “in de böyle yaptığını söy­lerdi.[572]

  1. Mekke’ye -mümkünse- üst yoldan (Kedâ yolundan) gir­mek. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallatlâ-hu aleyhi ve sellem) Mekke’ye üst yoldan girer; alt yoldan çıkar­dı.[573]
  2. Eşyaları güvenli bir yere bıraktıktan sonra, bir an önce Mescid-i Haram’a doğru yola çıkmak ve ‘bâbusselâm/selam ka­pısından’ girmek.

Mescid-i Haram’a girerken şöyle denir;

Okunuşu: ‘Eûzu billahi’I-azîm ve bivechi-hi’l-kenm ve sultâ-nihi’l-kadîm mine’ş-şeytânirracım. Bismillah uessalâtu vesselâmu alâ rasûlillâh. Allâhumme’f-tahlî ebvâbe rahmetike’

Anlamı: ‘Kerîm veçhiyle, ezelî otoritesiyle, büyüklüğünde sınır olmayan Allah’a sığınırım, kovulmuş şeytandan. [574]Allah’ın adıyla, Rasululîah’a salâtım [575] ve selâm olsun.[576] Ey Allah’ım! Bana rahmetinin kapılarını aç.[577]

  1. Kabe ilk görüldüğünde, elleri açıp şu duayı okumak müs­tehaptır;

Okunuşu: Allâhumme ente’s-selâmu ve m’ınke’s-selâm fe hayyinâ Rabbena bi’s-selâm’.

Anlamı: ‘Allah’ım selam sensin. Selâmet/kurtuluş sendendir. Rabbimiz bizi selâmetle selamla.[578]

Harem Sınırları içerisinde Sakınılması Gereken Durumlar:

  1. Kuş avlamak, ürkütmek.
  2. Zaruret olmadığı sürece, bitkilerini ve dikenlerini koparmak.
  3. Silah taşımak.
  4. Buluntu şeyleri -duyurmak amacı dışında- almak.

Bu sayılanların delili, Peygamberimiz (sallalîâhu aleyhi ve )’in Mekke’nin fetih günü konuşmasıdır; ‘Hiç kuşkusuz bu beldeyi, Allah gökleri ve yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Alla­h’ın haram kılması nedeniyle kıyamete kadar haramdır. Benden önce hiç kimseye burada savaşmak helal kılınmamıştır. Bana da, sadece gündüzün bir saatinde helal kılınmıştır. Burası, Allah’ın ha­ram kılmasıyla kıyamet gününe kadar haramdır. Dikeni kesilmez, avı ürkütülmez, ilan etmek amacı dışında buluntusu alınmaz, yaş otu kesilmez’. Peygamberimizin bu konuşmasını dinleyen Abbâs (radiyallâhu anh); ‘Yâ Rasulullah! İzhir (otu) hariç (olsun); çünkü o, Mekke’nin demircilerinin ve evlerinin ihtiyacıdır’ dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘izhir hariç­tir’ buyurdu’.[579]

ikinci Rükün “Tavaf”: Kabe’yi tavaf üç türlüdür. Bunlar;

a) Kudüm Tavafı

b) İfâda Tavafı

c) Veda Tavafı’dır.

İfada/Ziyaret Tavafı: Alimlerin İcmasıyla, haccın rükûn-larından biridir. İfada tavafını yapmayanın haccı geçersiz olur. Çünkü Yüce Allah; ‘… eski evi (kâbe’yi) tavaf etsinler [580] bu­yurmuştur.

ifâda tavafını yaptıktan sonra Huyey kızı Safiye hayız olmuş­tu. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘o bizi alıkoyacak mı?’ diye sordu. Âişe (radiyallâhu anhâ); ‘Yâ Rasulullah! O ifâda tava­fını yaptıktan sonra hayız oldu’ dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘o halde yola çıksın’ buyurdu.[581] Bu hadis, ifâda tavafının haccın rükünlerinden olduğuna delildir.

İfâda/Ziyaret Tavafının Zamanı: Bayram günü büyük şeytan taşlandıktan sonra, kurban kesilir, saç traş edilir, normal elbiseler giyilir, daha sonra da ifâda tavafı yapılır.

İfâda tavafını yapmadan önce hayız olmaktan endişe eden kadınlar, taşlama ve kurban kesmeden önce tavaflarını yapabilirler. Âişe (radiyallâhu anhâ) hanımlara bu şekilde yapmalarını emrederdi.[582]

İfâda/Ziyaret Tavafını Yapmadan Önce Hayız olan Hanımların Durumu:

Eğer, temizleninceye kadar bekleme imkanı varsa, bekleme­si gerekir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Âişe validemize; ‘Kabe’yi tavaf dışında, hacıların yaptığı her şeyi yap [583] buyurmuştur.

Hayızdan temizleninceye kadar bekleme imkânı olmayan hanımlar, örneğin, kafilesinin dönüş tarihi beklemesine imkân vermeyen ve benzeri durumlardaki hayızlı hanımlar ne yapma­lıdır? İslam şeriatının müsamahakâr ruhuna uygun olarak ve ümmetten zorluğu kaldırmak için, ‘hayızlı hanımlar, o halleriy­le Kâbe’yi tavaf edebilirler1 denebilir. Bu durumdaki hanımların tavafı caizdir. -İnşaallah-. Âlimlerin fetvalarında, Kâbe’yi tavaf için hanımların büyük hadesten temizlenmiş olmalarını şart koş­maları, temizlenmek için imkân ve güçlerinin olması durumun­da geçerlidir. Zaruret ve acziyetin olduğu durumlarda değildir. Dolayısıyla zaruret halinde hayızlı halde Kabe’nin tavaf edilebi­leceğine dair fetva şeriata ve âlimlerin fetvalarını aykırı olmaz. Bu konuda biz, Şeyhu’l-İslam’ın Fetâuâ’smda tercih ettiği görüşü tercih ediyoruz. Konuyla ilgili açıklamalarının sonunda Şeyhui İslam şöyle demekte; ‘bu konudaki benim görüşüm budur. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’î-aliyyu’1-azîm. İlim ve amel ola­rak şayet insanların buna zaruret ve ihtiyacı olmasaydı, böyle bir sözü üstlenmeye tahammül edemezdim. Çünkü benim dışımda bu konuda söz söyleyen birini bulamadım. Hiç kuşkusuz içtihat zaruretler durumundadır. Bu Allah’ın bize emrettiği şeylerden­dir.[584]

İfâda tavafı yapmak için, ilaç kullanarak hayzmı önleyebilen

hanımların, bunu yapması sağlıklarına zarar vermiyor İse caizdir. Bu durumda ihtilaftan kurtulmuş olur. -En doğrusunu Allah bilir.

Dört mezhebe göre, cünüp, hayızlı veya loğusa ha­nımların Kabe’yi tavaf etmeleri durumunda, ihram cezası olarak büyükbaş bir hayvan kurban etmeleri gerekir.[585]

Veda Tavafı:

Mekke’den aynlınacagı zaman en son yapılması vacip olan tavaftır. Hayız veya loğusa hanımlara veda tavafı yapmak vacip değildir. Bu nedenlerle veda tavafını yapamayan hanımlara kur­ban gerekmez.

İfâda/ziyaret tavafını yaptıktan sonra hayız olan hanımların, veda tavafı için beklemeleri şart değildir. İbn Abbâs fradiyallâ-hu anh) anlatıyor; İfâda tavafını yapmış olan hayızlı hanımların, veda tavafını yapmadan Mekke’den ayrılmalarına ruhsat veril­miştir.[586] Daha önce geçen Safiye’nin rivayet ettiği hadiste Pey­gamberimiz (sallaîlâhu aleyhi ve sellem), b bizi alıkoyacak mı?’ diye sormuş; Aişe (radiyallâhu anhâ); ‘Yâ Rasulullah! O ifâda tavafını yaptıktan sonra hayız oldu’ demesi üzerine de, b halde yola çıksın’ buyurmuştu.

Hatırlatma:

Hayızlı hanımlar, yolculuğa çıkmadan önce temizlenirlerse veya Mekke evlerinin/sınırlarının dışına henüz çıkmadan temizle­nirlerse, veda tavafını yapmaları gerekir.[587]

Tavafın Şartları:

  1. Avret yerlerinin örtülü olması şarttır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccede-meyecektir; hiçbir çıplak kimse Kabe’yi tauaf edemeyecektir.[588]

Hanefi mezhebine göre, vacip; Mâlikî, Şafiî ve Han-beîî mezhebine göre şarttır.

  1. Tavafın yedi şavt/tur olması şarttır. Bir adım dahi eksik olsa tavaf olmaz. Kaç şavt yaptığı konusunda terettüt eden, en az sayıyı esas alır.

Hanefî mezhebine göre, vacip; Mâlikî, Şafiî ve Han-beiî mezhebine göre şarttır.

3-4. Tavafa Hacerülesved’den başlanması; Kabe sol tarafa alınarak Tavafın Hacerülesved’de bitirilmesi şarttır. Çünkü Pey­gamberimiz (sallaİlâhu aleyhi ve sellem) böyle yapmıştır. Kabe sağ tarafa alınarak tavaf yapmak caiz değildir.

Hanefî ve Mâlikî mezhebine göre vacip; Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre şarttır.

  1. Tavafın, Kabe etrafında dışından yapılması: Şayet tavaf, Hicr denilen yerden yapılırsa sahih olmaz. Çünkü Hicr, Kabe’nin içine dahildir.

Hanefi mezhebine göre vacip; Mâükî, Şafiî ve Han­belî mezhebine göre şarttır.

  1. Tavafın peş-peşe yapılması: Yani yedi şavtın/turun ara verilmeksizin yapılması. Ancak, abdest, farz namaz ve benzeri ibadetlerin araya girmesiyle tavaf bozulmaz. Bu durumda kalın­dığı yerden devam edilerek tavaf tamamlanır. Tavafa başladıktan sonra hayız olan hanımlar, temizlendiklerinde kaldıkları yerden devam ederek tavaflarını tamamlarlar. Örneğin beş şavt yaptık­tan sonra hayız olan bir hanım, temizlendiğinde iki şavt daha yaparak tavafını tamamlar.

Hanefî ve Şafiî mezhebine göre sünnet; Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre vaciptir.

Tavafın Sünnetleri:

1-2-3. Erkeklerle izdihama girmeksizin hanımların Hacerü-lesved’i elle dokunarak ve öperek selamlaması ve Rüknülyemâ-nî’yi selamlaması.

İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâ­hu aleyhi ve sellem)’i, Mekke’ye geldiğinde ilk tavafım yaparken Hacerülesued’i selamladığını ve yedi şavtm üçünde remel/koşar adımlarla tavaf ettiğini gördüm’.[589]

Ömer bin Hattan (radiyailâhu anh) Hacerülesved’i öper ve ‘eğer Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj’i seni Öperken gör­meseydim, seni öpmezdim’ derdi.

İbni Ömer (radiyailâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâ­hu aleyhi ve sellem)’in, Rüknülyemânî ve Hacerülesved dışında Kabe’de bir yeri selamladığını görmedim.[590]

Hatırlatmalar:

  1. Alimlerin birçoğu, remel [591] yapmanın hanımlar için olma­dığını söylemiştir. Bazı âlimler bu konuda icmâ nakletmişlerdir.

Âİşe (radiyailâhu anhâ) der ki; ‘Ey hanımlar! Kabe’yi tavaf­ta remel yapmaktan sizler yükümlü değilsiniz. Bizlerde sizin için güzel örnek var.[592] Buna benzer ifadelerin birçok İbni Ömer (ra­diyallâhu anh)’ten de nakledilmiştir.[593]

İbn Hacer der ki; ‘Reme! yapmak erkeklere özgüdür. Hanım­lar remel yapmaz.[594]

  1. Tavafta hanımların, Hacerülesved’i öpmek, Rüknülyemânî’yi selamlamak için erkeklerle İzdihama katılması uygun değil­dir.

Atâ anlatıyor; Âişe (radiyallâhu anhâ) erkeklerden ayrı bir yerde tavaf eder, erkeklere karışmazdı. Onunla beraber tavaf eden bir kadın; «ey Müminlerin annesi! İlerle de, (Hacerüles-ved’e dokunup) selamlayalım» dediğinde, ona; «benden ayrıl» dedi. (Hacerülesved’e dokunarak selamlamaktan) çekindi. Onlar gece tanınmayacak halde çıkar, erkeklerle beraber tavaf ederler­di. Fakat onlar Beytin/Kabe’nin içine girecekleri zaman, erkekler çıkarılırdı. Böylelikle orada (bir süre ibadetle meşgul olup) kalır­lardı.[595]

Hanımların tavafı gece yapmaları tesettüre daha uygun ol­ması nedeniyle müstehaptır. Ümmü Seleme (radiyailâhu anhâ) rahatsızlığından şikayette bulunduğu zaman, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona; ‘binek üzerinde, insanların ar­kasından tavaf et [596] buyurmuştur.

  1. Hacerüiesved’İn hizasında tekbir getirerek ona işaret et­mek:

İbn Abbâs (radiyailâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâ­hu aleyhi ve sellem) Kabe’yi devesinin üzerinde tavaf etti, Hace­rülesved hizasına geldiğinde, yanında bulunan bir şeyle Hacerü-lesved’e işaret etti ve tekbir getirdi.[597]

  1. Rüknülyemânî ile Hacerülesved arasında ‘Rabbena âtinâ’ duasını okumak:

Rabbena Âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhireti haseneten ve kinâ azâbennâr/Rabbimiz!Bize dünyada iyilik ver, ahret­te bize iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru.[598]

  1. Tavaftan önce abdest almak:

Taharet bölümünde de belirtildiği gibi, tavafta abdestli ol­mak şart olmamakla birlikte müstehaptır. Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke’ye gel­diğinde ilk önce abdest alır, sonra tavaf ederdi.[599]

  1. Tavaftan sonra -mümkünse İbrahim aleyhisselam’ın ma­kamının arkasında- iki rekât namaz kıİmak.

Yüce Allah; ‘ibrahim makamından namazgah edinin. [600] buyurmuştur. Ibnİ Ömer {radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kabe’yi yedi şavt tavaf etti. Sonra makam-ı ibrahim’in arkasında iki rekât namaz hldın.[601]

  1. İki rekâtı kılmadan önce, ‘vettehizû mîn makâmi ibrahi­m’e musalla’ âyetini okumak. Daha sonra namazın ilk rekâtında ‘Kul yâ eyyuhel kâfirûn’, ikinci rekâtında ‘Kulhuvellâhu ahad’ sû­resini okumak.
  2. Sa’y’a gitmeden önce -mümkünse- Hacerülesved’i tekrar selamlamak.
  3. Zemzem içmek, başını zemzemle ıslatmak.[602]

Üçüncü Rükün: “Safa ile Mcrvc Tepeleri Arasında Sa’yetmek”

Hanefî mezhebine göre vacip; Mâlikî, Şafiî ve Han-belî mezhebine göre rükündür.

İbadet niyetiyle Safa İle Merve tepeleri arasında gidip-gelmektir. Sa’y’e Safa tepesinden başlanır, 7 tur yapılır ve Merve tepesinde bitirilir.

Sa’yetmek, haccın rükûnlarındandır. Çünkü Yüce Allah; ‘Safa ile Merve şüphesiz Allah’ın nişanîarındandır [603] buyur­muştur. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Sa’yediniz, kuşkusuz Allah size sa’yetmeyi farz kılmıştır [604] buyurmuştur. Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Müslümanlar, Safa ile Merve arasında sa’yettiler. Dolayısıyla bu Rasulullah’m sünneti olmuştur ve yemin olsun ki, Allah Safa ile Merve tepeleri arasında sa’y yapmayan bir kimse­nin, haccmı ve umresini tamam kılmamıştır.[605]

Safa ile Merve arasında sa’yetmeyen kimsenin haccı ve um­resi batıl olur. Alimlerin çoğunluğuna göre, sa’y’ı tavaftan önce yapmak caiz değildir. Sa’y’ın, ifada/ziyaret tavafından sonra ya­pılması şarttır.

Sa’y’m Sünnetler:

  1. Safa tepesine yaklaşıldığında, ‘Inne’s-Safâ ve’l-Mervete min şeâirillâh / kuşkusuz Safa ve Merve Allah’ın nişanelerinden-dir’ âyeti okunur. Daha sonra, ‘ebdeu bimâ bedeellâhu bihi / Allah’ın başlamayı emrettiği yerden başlıyorum’ denir.
  2. Safa tepesinde kıbleye dönülür ve şu zikir yapılır; “Lâ ila­he illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehu’l-Mulku ve lehu’1-Ham-du ve huve a/â külli şeyin kadîr, Lâ ilahe illallah. Enceze va’dehu ve nasara abdehu ve hezeme’l-ahzâbe vahdehu”

Anlamı: “Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir. O’nun ortağı yoktur. Mülk, O’nundur. Hamd, O’nadır. O, her şeye gücü yeten­dir. O, vadini yerine getirmiştir; Kuluna yardım etmiştir; Tek ola­rak, (Müslümanlara karşı birleşen) orduları perişan etmiştir.[606] Daha sonra dilediği gibi dua eder. Ve bunu üç defa tekrarlar.

  1. Merve tepesinde, Safa tepesinde yapılanların aynısı ya­pılır.
  2. Safa ile Merve arasında dualar yapılır ve Kuran okunur. İbni Mesûd ve İbni Ömer (radiyallâhu anhumâ)’nın Rabbiğfir verham ve ente’l-eazzu’l-ekrem / Rabbim bağışla, merhamet et, sen en azîz/değerli ve kerim/cömert olansın’ diyerek dua ettikleri sahih olarak nakledilmiştir.

Hatırlatma:

Safa ile Merve tepeleri arasındaki iki yeşil direkte sa’y’ı koşar adımlarla yapmak, erkeklere özgüdür. Hanımlar için meşru değil­dir. Bu konuda âlimler ittifak etmiştir.

Hayızlı Hanımlar Safa İle Merve Arasında Sa’yedebiirler Mi?

Hayızlı hanımların sa’yetmelerini yasaklayan herhangi bir delil bulunmamaktadır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel-lem), hayızlı olduğu için Âişe validemizi Kabe’yi tavaf etmesine izin vermemiştir. Ancak sa’y etmesini engellememiştir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) der ki; ‘Kabe’yi tavaf ettikten sonra, sa’yetme-den önce hayız olan hanımlar, hayızlı halde Safa ile Merve ara­sını sa’y edebilirler.[607] Bu görüş, birçok selefi sâlihîn âlimlerden nakledilmiştir. İmam Buhârî de bu görüştedir.

Dördüncü Rükün: “Arafatta Vakfe Yapmak”

Bu rükün, haccın en önemli rüknüdür. Nitekim Peygambe­rimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘hac Arafattır [608] buyurmuştur.

Vakfe: Arefe gününde, bayram gününün fecir vakti önce­sine kadar, Arafat’ta vakfe niyetiyle -bir anlık dahi olsa- durulmaşıdır. Bayram günü fecir vakti girdiğinde, vakfesini yapmamış olanların haccı batıl olur.

Zilhicce ayının 8’nde, Terviye günü Mekke’de ihrama giril­dikten sonra, aşağıda belirtilen sünnetleri uygulamaya özen gös­terilmelidir;

  1. Terviye günü, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını Mi­na’da kıimak.
  2. Geceyi Mina’da geçirmek, sabah namazını orada kılıp, güneş doğuncaya kadar beklemek.
  3. Arefe günü, öğle ve ikindi namazını cem/birlikte ve kasr/ iki rekâtlı olarak kılmak.
  4. Güneş batmadan önce Arafat’tan ayrılmamak.

Haccın Vacipleri:

Delille terkine ruhsat verilmemiş olan, haccın vaciplerinden birinin yapılmaması durumunda kurban cezası gerekir. Bunlar;

  1. Mîkât sınırında ihramlı olmak.
  2. Zilhicce ayının 9’unda Arafat’ta, güneş batıncaya kadar kalmak.
  3. Kurban bayramı gecesi, fecir doğuncaya kadar Müzdeli-fe’de gecelemek. Zayıf durumdaki hanımların fecir doğmadan önce geceleyin Müzdelife’den Mina’ya gitmelerine ruhsat veril­miştir. Âişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; ‘Şevde şişman ue ağır bir kadındı. Müzdelife gecesi, izdiham olmadan önce Mina’ya gitmek için Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘den izin istedi. O da, ona izin verdi.[609]
  4. Teşrik günlerinde Mina’da gecelemek. Gecenin çoğunu Mina’da konaklayarak ve orada bulunarak geçirmek vaciptir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Abbâs sikâye/su dağıtma gö­revi nedeniyle Mina günlerinde, geceleri Mekke’de kalmak için Rosuİullah (sallallâhu aleyhi ue se!lem)’den izin istedi. O da, ona izin verdi. [610]Dolayısıyla bu rivayet, su dağıtma görevlilerinin dışındakilerin, geceleri Mina’da geçirmelerinin vacip olduğuna delildir.

Hanefi: mezhebine göre sünnet; Mâliki, Şafiî ve Han-belî mezhebine göre vaciptir.

  1. Cemreleri/Şeytanları Sırasıyla Taşlamak:

a) Bayram günü Akabe cemresine yedi taş atılır. Bunun güneş doğduktan sonra kuşluk vaktinde yapılması faziletlidir. Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ue sellem)’i, bayram günü duha/kuşluk vaktinde taş atarken gör­düm. Sonrasında ise güneşin zevalinden/öğle vaktinden sonra yaptı.[611]

Gündüz taşlamakta zorlananların, gece yapmasında bir sa­kınca yoktur. İbn Abbâs fradiyallâhu anh} anlatıyor; ‘Bayram günü Mina’da iken Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem)’e sorular sorulurdu. Bir adam «ben taşlamayı gece yaptım, (olur mu)?» diye sordu; ‘bir sakıncası olmaz [612] buyurdu.

Müzdelife’den gece ayrılıp, Mina’ya gece varanların, taş­lamayı gece yapması caizdir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem} bazı hanımların Müzdelife’den gece ayrılmaları­na müsaade etmiştir. Ay ışığı kaybolduktan sonra Esma (radiyal­lâhu anhâ), Müzdelife’den Mina’ya gelmiş, taşlamayı yapıp tek­rar evine dönerek, sabah namazını evinde kılmıştır. Bu nedenle Esma (radiyallâhu anhâ); ‘euladıml Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ue sellem) hanımların bu şekilde yapmasına müsaade etmiştir’ demiştir. [613]

Her taşı atarken tekbir getirmek sünnettir. Akabe cemresi­ni taşladıktan sonra dua ve benzeri şeyler için hiç beklemeden oradan hemen ayrılmak gerekir. Câbir (radiyallâhu anh)’ın riva­yetinde, Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in böyle yaptığı uzunca anlatılmıştır.

b) Teşrik günlerinde, zeval vaktinden/öğleden sonra her üç cemre/şeytan taşlanır. Her cemreye taş atılırken, tekbir getirilir. Önce küçük cemreden taşlamaya başlanır. Sonra orta ve büyük cemreler, taşlanır. Son cemre olan Akabe cemresi taşlanmadan önce ilk iki cemreye taş atıldıktan sonra -mümkünse- orada du­rup, kıbleye dönerek uzunca bir dua yapmak sünnettir. Nitekim İbn Ömer’in rivayet ettiği hadiste belirtildiğine göre [614] Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve seîlem) böyle yapmıştır.

Hatırlatma:

Cemreleri taşlamakta zorlanan hanımların, kendilerine taşla­ma yapmaları için vekil tayin etmeleri caizdir. Ancak bu konuda ihtiyaç miktarının dışına taşmamak gerekir.

  1. Saçları kısaltmak: îbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize, «(ihramdan çıkmak iğin) hanımlar saçlarını kazıtmazlar; hanımların yapması gereken sadece saçlarını kısaltmaktır» buyurdu.[615]

İhramdan çıkmak için hanımlar, saçlarından diledikleri ka­dar kısaltabilirler.

  1. Kurban kesmek: Temettü ve kıran haccı yapanların kur­ban kesmesi gerekir. Bu konu ileride açıklanacaktır.

Hanefî, Mâliki ve Hanbelî mezhebine göre vacip; Şafiî mezhebine göre rükündür.

  1. Veda tavafı: Bu konuyla ilgili gerekli açıklamalar daha önce yapılmıştı. Hayızlı ve loğusa hanımların veda tavafını yap­mamalarına ruhsat verildiği belirtilmişti.

Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre vacip; Mâ-îikî mezhebine göre menduptur.

Hatırlatmalar:

  1. İlk tahaîlülden, yani bayram günü Akabe cemresi taşlan­dıktan sonra, kişinin hanımıyla cinsel İlişkiye girmesi caiz değil­dir.

Akabe cemresini taşlayan hanımlara, cinsel ilişki dışında her şey helal olur. Cinsel ilişkinin de caiz olması için ifada/ziyaret ta­vafını yapmaları gerekir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Akabe cemresini taşladıktan sonra, hanımlarınız dı­şında her şey size helal olur [616] buyurmuştur.

  1. İfada/ziyaret tavafından sonra, erkeklere de, hanımlara da ihramlı iken yasak olan her şey -cinsel ilişki de dâhil- helal olur.

Ibn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘… sonra bacanı ye­rine getirip, bayram günü kurbanını kesip, Kabe’de ifada tavafım yaptığı zaman, ihramlı iken haram olan her şey helal olur..[617]

  1. Bayram günü yapılması gereken hac ibadetlerinde tertip/ sıraya uymak vacip değildir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e önce veya sonra yapıldığı sorulan her şeye ‘yap, zararı yok’ buyurmuştur.[618]

Bayram günü yapılması gerekenler sırasıyla şunlar­dır;

  1. Taş atmak,
  2. Kurban kesmek,
  3. Traş olmak,
  4. İfâda tavafı yapmak,
  5. Sa’y yapmak. Hanefî mezhebine göre taşlama, kurban ve traşın sıraya uygun olarak ya­pılması vacip; Mâliki, Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre sünnettir.

Kurban: Azîz ve Celîl Allah’a yakınlaşmak amacıyla kurban edilmek için Harem bölgesine getirilen büyük ve küçük baş hayvanlardır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur; ‘Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın (dininin) işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban edeniz). Yüz üstü yere düştüklerinde ise, onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. işte bu hayvanları biz şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik. Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sadece sizin takvanız u/aşır’.[619]

Büyük ve küçükbaş hayvanların dışında kurban olmaz. Kur­ban edilecek hayvanların en faziletlisi, deve, sonra sığır, sonra koyundur. Hacı bunlardan dilediğini kurban olarak kesebilir. An­cak kurbanın asgarisi bir koyundur. Ebû Eyyûb el-Ensârî (radi­yallâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında, kişi kendisi ve ailesi için bir koyun kurban ederdi. Hem kendileri yer, hem de başkalarına yedirirlerdi. Daha sonra­ları insanlar birbirlerine karşı övünmeye başladılar ve gördüğün gibi bir hal oluştu.[620]

Yedi kişinin bir deve veya sığırı ortak olarak kurban etmele­ri caizdir. Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Hudeybiye yılında, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte yedi kişi adına bir deve ve yedi kişi adına bir sığır kurban ettik.[621]

Müstehap Ve Vacip Olarak Kurban İki Kısma Ayrılır:

  1. Müstehap Kurban: İfrat haccında, umrede ve vacip olma­yan nafilelerde kurban kesmek müstehaptır.
  2. Vacip Kurban:

a) Kıran ve temettü haccı yapıldığında kurban kesmek va­ciptir. Çünkü Yüce Allah; ‘Haca ve umreyi Allah için tamumlaym. Eğer bunlardan alıkonursanız, kolayınıza gelen kurbanı gönderin.[622] buyurmuştur.

b) Haccın vaciplerinden birini terk edenlerin kurban kesmesi vaciptir.

c) Saçını veya tırnağını kesenler. Daha önce de belirtildiği gibi buna ‘fidye kurbanı’ denir.

Bir veya İki tırnak ise sadece sadaka verir. Üç ve daha fazla olması durumunda fidye kurbanı gerekir.

d) Kara hayvanı öldüren ihramlı kimselerin kesmesi gereken kurbanlar. Buna ‘ceza kurbanı’ denir.

Avlanan veya avlanana yardım edenler öldürdüğü hayvanın kıymetini sadaka olarak verirler.

e) Niyetinde hacdan alıkonulmasını şart koşmayan kimse­lerin, herhangi bir sebeple haccını tamamlayamamaları duru­munda kesmeleri gereken kurbanlar. Buna ‘alıkonulma kurbanı’ denir.

f) Hac esnasında hanımıyla cinsel ilişkiye girenin kesmesi gereken kurban. Buna ‘ilişki kurbanı’ denir.

İlk tahallülden ve Arafat vakfesinden önce ihramlı halde hanımıyla ilişkide bulunanın haccı bozulur.

g) Kurban kesme adağında bulunanların kurbanları. Buna ‘adak kurbanı’ denir.

Erkek, Hanımının Yerine Kurban Kesebilir.

Aişe (radiyaİlâhu anhâ) anlatıyor; ‘Kurban günü bize sığır eti getirildi. Ben ‘bu ne?’ diye sorunca, ‘Rasuluüah (sallalld.hu aleyhi ve seîiem) hanımlarının yerine kurban kesti’ dediler.[623]

Kurban Kesme Zamanı: Zilhicce ayının 10’unda kurban bayramı günü, Akabe cemresini taşladıktan sonra, traş ve tavaf­tan önce kurban kesmek müstehaptır. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem) böyle yapmıştır. Ancak daha önce de belirtildiği gibi bu sıraya uymak vacip değildir.

Tercih edilen görüşe göre, üç gün süren teşrik günlerinde kurban kesilmesi caizdir. Nitekim ‘bütün teşrik günleri, kurban günleridir [624] buyurulmuştur.

Kurban Kesme Yeri: Kurbanın Mekke’de veya Mina’da kesilmesi caizdir. Çünkü Yüce Allah; ‘Onlarda (kurbanlık hay­vanlarda) sizin için belli bir süreye kadar birtakım yararlar uardu: Sonra varacakları yer, eski eve (Kabe’ye) kadardır [625] buyur­muştur.

Peygamberimiz (salîallâhu aleyhi ve sellem) kurbanlarını Mi­na’da kesmiş ve; ‘ben işte burada kurban kestim. Mina’nın her yerinde kurban kesilebilir. Sizler de konakladığınız yerlerde kur­ban kesiniz’ buyurmuştur.[626] Bir başka rivayette de; ‘Mina’nın her yerinde kurban kesilebilir; Müjdelife’nin her yerinde uakfe yapılabilir; Mekke’nin bütün vadilerinde ve yollarında kurban kesilebilir’ buyurmuştur.[627] Âlimlerin çoğunluğu bu rivayeti esas almıştır.

Kurban Etleri, Harem’in Dışına Nakledilebilir mi?

Suudi Arabistan âlimler meclisinin, 21/10/1400 hicrî tarih ve 77 karar nolu açıklamasında özetle şöyle denilmiştir;

  1. Temettü ve kıran haccı kurbanlarının, Harem dışına nak­ledilmesi caizdir. Câbir (radiyaİlâhu anh) anlatıyor; ‘Mina’da üç günden fazla kurbanlıklarımızın etlerinden yiyemezdik. Bu ne­denle Peygamber (salîallâhu aleyhi ve sellem) bize ‘yiyiniz, azık edininiz ve biriktiriniz/zahire yapınız’ buyurdu.[628]
  2. Ceza ve fidye kurbanları Harem’de kesilir. Bu kurbanla­rın başka yerlere taşınması caiz değildir. Bunların tamamı Harem bölgesindeki fakirlerin hakkıdır.
  3. Harem bölgesinin dışında kesilen ceza, fidye ve ihsar/alı-konulma kurbanları, kesildikleri yerlerde dağıtılabilecekleri gibi, başka yerlere de nakledilebüirler.

Kurban Kesenin, Kurbanından Yemesi:

  1. Kurban sahipleri, kurbanlarını yerine ulaştırdıktan son­ra kurbanlarından yiyebilirler. Çünkü Yüce Allah; ‘,.. Onlardan yiyiniz, yoksullara ve fakirlere yediriniz [629] buyurmuştur. Câbir (radiyallâhu anh-J’m rivayetinde, Peygamberimiz (sallallâhu aley­hi ve sellem) kurban eti pişirildikten sonra etinden yemiş, çorba­sından içmiştir.[630]

Bu hüküm, temettü ve kıran haccı kurbanları için de böyle­dir. Ceza ve fidye kurbanlarının etlerinden kesenler yiyemezler. Çünkü bu kefaret hükmündedir.[631]

  1. Bineğe ihtiyacı olan kimsenin kurbanlığa (deve vs.) bin­mesi caizdir. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seilem)’e kurban­lıklara binilmesinin hükmü sorulduğunda; ‘zorunlu kaldığınız durumlarda, bir başka binek buluncaya kadar, onlara eziyet et­meksizin binebilirsiniz’ buyurmuştur.[632]
  2. Kurban kesiminden dolayı kasaba kurbanlıktan ücret verilmez. Ancak kasaba ücreti ödendikten sonra kurbanlıktan verilmesi caizdir. Ali (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) develerine bakmamı, derilerini ve yularlarını infak etmemi ve kasaba bunlardan hiçbir şey verme­memi bana emretti. ‘Biz kasaplara kendi yanımızdan ücretlerini veririz’ dedi.[633]

Vacip Kurbanı Kesecek Paraya Sahip Olunamadığında;

Bu durumda olanlar, hac günleri içerisinde üç gün, ülkele­rine döndüklerinde de yedi gün oruç tutarlar. Nitekim Yüce Al­lah; ‘… Emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesemeyen kimse, hac günlerinde üç, memleketine dön­düğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gün­dür.[634]

Hac Günlerinde Tutulması Gereken Üç Günlük Oruç, Hangi Günlerde Tutulmalıdır?

İbn Ömer ve Aişe (radiyallâhu anhumâ)’nın rivayetlerinden sahabelerin bu orucu, teşrik günlerinde tuttukları anlaşılmakta­dır. Nitekim bu rivayette şöyle demekteler; ‘Teşrik günlerinde kurban bulamayanların dışında, hiç kimsenin oruç tutmasına izin verilmemiştir.[635]

Hac aylarında, umre (temettü haccı umresi) için ihrama girilen günden itibaren bu orucun tutulabileceğini, bazı âlimler söylemiştir. Hanefi ve Hanbeli mezheplerinin görüşü de böyledir. Şeyhu’Uslam bu görüşü tercih etmiştir. Bu orucun Zilhicce ayı­nın 7-8 ve 9’uncu günleri tutulması müstehaptır.

İmam Ahmed bin Hanbel ise üç günlük orucun Zilhicce’nin 7’sinde bitirilmesini müstehap kabul etmiştir. Çünkü Arefe günü oruç tutulması sünnete aykırıdır. Allah kabrini nurlandırsın, Alla-me Bin Bâz da bu görüşü tercih etmiştir.

İhtiyatlı olan, bu orucun üç günlük teşrik günlerinde tutul­masıdır. Çünkü bu orucun, teşrik günlerinden sonrasına bırakıl­ması caiz değildir. ~En doğrusunu Allah bilir-.

Umre

Umrenin Sözlük Anlamı:

Ziyaret demektir” Ömürde bir defa yapıldığı için, kalmak amacıyla bir yere gitmek anlamında olduğu da söylenmiştir.

Umrenin Terim Anlamı:

Kabe’ye, belirli ibadetleri yap­mak amacıyla gitmektir.

Umrenin Hükmü:

Bazı âlimler, ömürde bir defa umre yap­manın vacip olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Yüce Allah; Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız..[636] buyurmuştur. Âişe (radi-yallâhu anhâ); ‘Ey Allah’ın Rasülül Hanımlara cihadfarz mıdır?’ diye sorduğunda; ‘Evet, hanımlara cihad farzdır; ancak onların cihadı, sauaşmak değil; hac ve umre yapmaktır [637] buyurmuştur. Hadisin zahiri, vaciplik ifade etmektedir.

Bazı âlimler ise, umrenin vacip değil, müstehap olduğunu söylemişlerdir. İhtiyatlı olan, bir defa da olsa umre yapmaktır. Ni­tekim vaciplik ifade eden delillerle amel etmenin, sorumluluktan kurtulmak olduğu hususunda icmâ edilmiştir. Böylece ihtilaftan da kurtulunmuş olunur.

Hanefî ve Mâliki mezhebine göre müekked sünnet; Şafiî mezhebine göre ömürde bir defa yerine getirilmesi fevrî olmayan [638] farzdır. Hanbelî mezhebine göre fevri farzdır. [639]

Umrenin Rükûnları:

  1. İhram,
  2. Tavaf,
  3. Sa’y’dır. Bun­lardan birini terk edenin umresi tamamlanmış olmaz.

İhram, Hanefî mezhebine göre umrenin şartı; Mâli-kî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre rüknüdür. Tavaf, her dört mezhebe göre de umrenin rüknüdür. Sa’y, Hanefî mezhebine göre umrenin vaciplerindendir. Mâlikî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre rüknüdür.

Umrenin Vacipleri:

  1. Mîkât sınırında ihrama girilmesi.
  2. (İhramdan çıkmak için) Hanımların saçlarını kısaltması.

İhram, Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebine göre vacip; Şafiî mezhebine göre rüknüdür.

Umrenin Fazileti:

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel-lem); ‘bir umre, sonraki umreye kadar, iki umre arasındaki gü­nahlara kefarettir [640] ‘Hac ve Umreyi beraber yapınız; Çünkü Hac ve Umre günahları ve fakirliği giderir. Tıpkı demir, altın ve gümüşün kir ve pasını körüğün giderdiği gibi [641] buyurmuştur.

Umrenin Vakti:

Yılın bütün günlerinde umre yapılabilir. Ancak en faziletli olan Ramazan ayında yapılan umredir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); ‘Ramazan aymda yapılan umre, hacca denktir [642] buyurmuştur.

Safa İle Merue Arasında Sa’y Edinceye Kadar, Umre Yapanlara ‘Cinsel İlişki’ Helal Olmaz.

Umre yaparken, Kabe’yi tavaf ettikten sonra, Safa ile Merve arasında sa’y etmeden önce hanımıyİa cinsel ilişkiye girmiş bir adamın durumu, İbni Ömer (radiyallâhu anh)’e soruldu, ‘hanı­mımla ilişkide mi bulunmuş! (Bu olmaz)’ Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) (umre yapmak için Mekke’ye) geldiğinde, Ka­be’yi tafafeder, makam-ı İbrahim’de iki rekât namaz kılar ve Safa ile Merve arasında sa’y yapardı’ dedi ve «sizin için rasuîulîah’ta güzel bir örnek vardır» ayetini okud.[643] Bu konuyu Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anh)’e sorduk; ‘Safa ile Merue arasında sa’y edinceye kadar hanımına yaklaşamaz’ dedi.[644]

Birden Fazla Umre Yapmak Caiz İnidir?

Umreyi tekrarlamak iki şekilde ele alınmalıdır;

  1. Bir yıl içerisinde farklı seyehatlerle, umreyi tekrarlamak. Umre yapmanın faziletini bildiren delillerin genel içeriğini dikkate alarak, âlimlerin çoğunluğu bunu caiz ve müstehap görmüştür. Bu konuda İmam Mâlik farklı görüş belirtmiştir.

Aişe {radiyallâhu anhâ), Birincisi hac umresi, ikincisi Tenim umresi olmak üzere, Peygamberimizin emriyle bir ay içerisinde İki defa umre yapmıştır.

  1. Tek seyahat süresinde birden fazla umre yapmak. Bunun caizliği konusunda farklı görüşler oluşmuştur. Bu konudaki gö­rüşlerin en isabetlisi;

a) Eğer Kıran veya temettü haccı niyetiyle haçtan önce umre yapılmış ise, hac tamamlandıktan sonra umreyi tekrarlamak, -günümüzde birçok kişinin yaptığı gibi- meşru değildir. Çünkü ne Peygamberimiz, ne de sahabeleri böyle yapmamışlardır. Hiç kuş­kusuz Kabe’yi tavaf etmek, yeni bir umre için Tenîm bölgesine çıkmaktan daha faziletlidir. Bu durumda en faziletli amel, Kabe’yi çokça tavaf etmektir, umreyi tekrarlamak değildir.

b) Haçtan Önce umre yapılmamış ise, -hayız olması nede­niyle Aişe validemizin durumu gibi- hac tamamlandıktan sonra umre yapılmasında bir sakınca yoktur.

Medine-i Münevvere’yî Ziyaret:

Medine’nin Fazileti: Câbir bin Semure (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i şöyle buyu­rurken işittim; «Allah Teâlâ, Medine’yi ‘Tâbe [645] olarak isimlen­dirmiştir» [646]

Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; ‘Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; «Medine, demirci körüğü gibidir, kirlisini atar. Körüğün demirin pasını giderdiği gibi, Medi­ne de kötülerini atmeaya kadar kıyamet kopmayacaktır.[647]

Mescid-i Nebevî’nin ve Orada Namaz Kılmanın Fazi­leti:

Ebû Hureyre (radiyaüâhu anh) anlatıyor; ‘Peygamber (sal­lallâhu aleyhi ve sellem) «Binekler ancak üç mescid için yolculuğa Çıkarılır:

  1. Benim şu mescidim,
  2. Mescid-i Haram,
  3. Mescid-i Aksa» buyurmuştur.[648] Bir başka rivayette; ‘Benim mescidimde kılman namaz, mescidi Haram dışındaki mescitlerde kılınan na­mazlardan bin namazdan daha hayırlıdır [649] ‘Evimle minberi­min arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir [650] buyurmuştur.

Mescid-i Nebevi ve Kabr-i Saadeti Ziyaret Adabı:

Mescidi Nebevi, Mescidi Haram ve Mescidi Aksa’ya özgü üs­tünlük, Şanı Yüce Allah’ın bu üç mescide ikramıdır. Buralarda kılınan namazların, başka yerlerdeki namazlara olan üstünlüğü de aynı şekilde Yüce Allah’ın bir ikramıdır. Buraya gelmek için yola çıkanlar ve ziyaret edenler, sevap umarak ve Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’İn çağrısına icabet ederek gelirler.

Diğer mescitler arasında bu üç mescide özgü farklı adâblar söz konusu değildir. Ancak bazı insanlar, mescid-İ Nebevi’ye Özgü âdâblar ifade etmekle zihinleri karıştırmaktadırlar. Bu karışıklık­lar, Mescidin içerisinde kabr-i saadet bulunmasaydı olmazdı.

Medine’ye gelen ve Mescidi Nebevî’yi ziyaret etmek isteyen Müslümanların ibadetlerini bilinçli olarak yapmaları için ziyaret âdabını şöyiece sıralayabiliriz;

  1. Mescide girerken, sağ ayakla girilmeli ve; Allâhumme salli alo. Muhammedin ve sellim. Allâhumme’ftah lî ebvâbe rahmeti-ke /Allah’ım! Muhammed’e salât ve selam eyle. Allah’ım! Bana rahmetinin kapılarım aç’ denmelidir.
  2. Mescide girildiğinde, oturmadan önce iki rekât tahiyyyat-ül mescid namazı kılınmalıdır.
  3. Kabr-i saadete doğru namaz kılmaktan ve ona doğru dua için yönelmekten sakınılmalıdır.
  4. Daha sonra kabr-i saadete giderek, Peygamberimiz (sal­lallâhu aleyhi ve sellemj’e selam verilmelidir. Elleri göğüs üzerine koymaktan, başı öne eğmekten, boyun bükmekten, Peygam­berden yardım dilemekten sakınılmalıdır. Çünkü bunlar sadece Yüce Allah’ın huzurunda yapılır. Baki mezarlığında Peygamberi­miz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’den nakledilen selamlama lafız-larıyla, Peygamberimiz alehissâlâtu vesselam’a selam verilir. Bu konuda, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’den farklı lafızlar rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi,

Bu diyarın Mü’min ve Müslüman sakinleri, Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Muhakkak ki, bizler de sizlere katılacağız inşa-allah. Allah bizden vefat etmiş olanlara, geleceklerimize mer­hamet etsin. Bize ve size Allah’tan afiyet dilerim.[651] Daha sonra aynı şekilde Ebû Bekr ve Ömer (radiyallâhu anhumâ)’ya selam verir.

  1. Mescidde ve kabri saadetin yanında yüksek sesle konuşmak saygısızlıktır. Ancak fısıltılarla konuşulabilir. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra da, sağlığındaki gibi saygı gösterilmesi gerekir.
  2. İlk saflarda cemaatle namaz kılmaya Özen gösterilmelidir. Çünkü ilk saflarda namazın sevabı daha fazladır.
  3. Ravza-i mutaharra’da namaz kılma arzusu, ilk saflarda

cemaatle namaz kılmaktan alıkoymamalıdır. Çünkü Ravza’da kılınan namazın, mescidin diğer yerlerinde kılman namazdan herhangi bir ayrıcalığı yoktur.

  1. Mescidi Nebevî’de peş-peşe 40 vakit namaz kılmak sün­net değildir. Bu konuyla ilgili insanların dillerinde dolaşan ve meşhur rivayet, sahih değildir, ‘benim mescidimde hiçbir vakit kaçırmadan 40 vakit namaz kılan kimseye cehennem’den beraat yazılır, azaptan kurtulur ve münafıklıktan uzak kalır.[652]
  2. Kabri saadette, Peygamberimize gönderdiğimiz selât ve selamlarda, ‘ulaşmış mıdır’ şeklinde tereddüt etmek caiz değildir. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)!e gönderilen salât ve se­lamlar, nereden gönderilirse gönderilsin ona ulaşır. En uzak yerle, kabrinin başında gönderilen salât ve selam arasında, kazanılan sevap açısından bir fark yoktur.
  3. Mescid-i Nebevî’den çıkarken, gerisin geri çıkılmaz. Mes­citten sol ayakla çıkılır ve; Allâhumme salli alâ Muhammed. Allâ-humme innî es’eluke min fadlike I Allah’ım! Muhammed’e saiât eyle. Allah’ım! Senin fazlından istiyorum’ denir.

Kubâ Mescidi: Medine’yi ziyaret eden kimsenin, Rasulullah {sallallâhu aleyhi ve sellem}’e tabi olmak niyetiyle, Kubâ Mesci­dini ziyaret edip orada namaz kılması sünnettir. Çünkü Peygam­berimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yaya ve binekli olarak Kubâ mescidini ziyareti adet edinmişti. Cumartesi günleri oraya gelir ve iki rekât namaz kılardı.[653] Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seliem); ‘evinde abdest alıp, Kubâ mescidine giderek namaz kılan, umre sevabı kazanır [654] buyurmuştur.

Bakî Mezarlığını ve Uhud Dağını Ziyaret Etmek:

Bakî mezarlığı, Medine’de Müslümanların mezarlığıdır. Orada birçok sahabe mezarı bulunmaktadır. Günümüzde de oraya Müslümanlar defnolunmaya devam etmektedir. Birçok Müslüman, vefat et­tiği zaman oraya defnolunmak için Medine’ye gelmektedir.

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Uhıtd dağı bizi, biz de onu severiz [655] buyurmuştur. Uhud dağı, bağrında yetmiş şehit barındırmaktadır. Orada gerçekleşen cihada, dağa nispet edilerek, Uhud gazvesi denilmiştir.

Medine’ye gelenlerin, Bakî mezarlığını ve Uhud şehitlerini zi­yaret etmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) kabir ziyaretlerini önce yasaklamış, daha sonra müsaade etmiştir. Oraları ziyaret edenlerin ibret almaları ve ahı-reti hatırlamalarını istemiştir. Ancak kabirlerden bereket ummak, kabirdekilerden yardım dilemek, onlardan dirilere şefaat istemek ve onları vesile edinmekten sakınmak şarttır.

Peygamberimizin namazgahı olduğunu söyleyerek, Uhud dağına gelmek, orada namaz kılmak, bereket umarak veya okçu sahabelerin izlerini arayarak oraya çıkmak, meşru değildir.

Uhud şehitlerini selamlamak ve onlara dua etmek dışında yapılan şeyler, sünnet olmadığı gibi meşru da değildir. Bilakis bu tür şeyler yasaklanmış bidatlerdendir. Bu konuyla ilgili olarak Ömer {radiyallâhu anh) der ki; ‘sizden öncekiler, Peygamber­lerinin izlerini/hatıralarını araştırmalarından dolayı helak olmuş­lardır’. Ömer (radiyallâhu anh)’ın sözleri bizler için yeterli ve ikna edici olmalıdır.

Diğer Ziyaret Yerleri:

Medine-i Münevvere’de, ziyaret yerleri olarak bilinen baş­ka yerler de vardır. Örneğin; Hendek savaşının yapıldığı yerin yakınında bulunan yedi mescitler, mescid-i kıbleteyn, bazı ku­yular, Gumâme mescidi, Ebû Bekir, Ömer ve Âişe (radiyallâhu anhumj’e nisbet edilen mescitler gibi. Bu yerlerin ziyaretgâh edinilmesi ve ziyaret edenlerin, ziyaretlerinden sevap kazanmayı beklemeleri meşru değildir. Hiç kuşkusuz peygamberlerin ve sa-lih kulların izlerini araştırmak, bizden önceki ümmetlerin helak sebebidir. Peygamberleri Muhammed (salİallâhu aleyhi ve selle-m)’e ve sahabelerine muhalefet etmek Müslümanlara yakışmaz. Hayırlı olan, onun ve sahabelerinin yolunu takip etmektir. Şerli olan, onun ve sahabelerinin yoluna aykırı davranmaktır.

Çok Önemli Hatırlatmalar:

  1. Bir çok hacı, Medine’de, Mekke’de kaldığından daha faz­la kalmaktadır. Oysa Mescidi Haram’da kılınan bir namaz diğer mescitlerde kılman 100 bin namaza denktir. Mescidi Nebevi’de kılınan bir namaz ise, Mescidi Haram dışındaki mescitlerde kılı­nan namazlara oranla bin namaza denktir. Mekke ve Medine’de kılınan namazlar arasındaki bu büyük fark, Mekke’de daha fazla kalınması hususunda ikna edici olmahdır.
  2. Birçok hacı, Medine’yi ziyaretin, Haccın menâsiklerinden/ ibadetlerinden olduğunu zannetmektedir. Bu nedenle Medine zi­yaretine, Haccın menâsikleri gibi iştiyak duymakta ve Medine’yi ziyaret etmeyenlerin haccınm eksik kaldığını düşünmektedirler. Bu konuda, ‘kim hacceder de, beni ziyaret etmezse; bana vefa­sızlık etmiş olur’ gibi mevzu/uydurma hadisler rivayet etmekte­dirler.

Bu tür inançlar, doğru değildir. Mescid-i Nebevi’nin ziyareti, orada namaz kılınması amacıyla meşru kılınmış bir sünnetir. An­cak orayı ziyaret etmekle, haccetmek arasında bir ilişki yoktur. Mescid-i Nebevî’nin ziyaret edilmemesinin, hac ibadetinin sıhha­ti üzerinde bir etkisi söz konusu değildir. Hatta haccın kemâlâtı yönüyle de bir alâkası yoktur. Çünkü Mescidi Nebevî’nin ziyare­ti, hac menâsiklerinden değildir. Bilakis müstakil olarak ziyareti meşru kılınmıştır.

Hayat Rehberi

Fıkhus-Sünne – Hanımlar İçin İslam İlmihali – Ebu Malik el-Mısri

Hanımlar İçin İslam İlmihali | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.