Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 13°C
Hafif Yağmurlu
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Per 9°C
Cum 7°C
Cts 9°C
Paz 10°C

94 – İnşirah Suresi | Şifa Tefsiri

Halkımızın çoğunun ezberinde olan, bir çok müslümanımızın zik­rine ve virdine başlarken okuduğu bir suredir “inşirah suresi.” Mekke devrinde nazil olmuş, Sekiz ayettir.

94 – İnşirah Suresi | Şifa Tefsiri

İnşirah Suresi | Şifa Tefsiri ( Mahmut Toptaş )

“Şerh” kelimesini biz Türkçemizde de kullanıyoruz. “Bana bu cüm­leyi bir şerhet bakalım” diyoruz. Veya “Buharı Şerhi Aynî’de şöyle di­yor” diyoruz. Yani bir cümleyi, bir sözü genişçe açıklamaya şerhet-

mek diyoruz.

Hukuk dilinde de kullanılır bu. “Bu konu da şerh gerekir. Bu mad­denin şerhinde şöyle diyorlar” diyerek bu kelimeyi kullanırız. Türkçe karşılığı “genişletmek, herkesin anlayabileceği şekilde açıklamak “tır.

Şerh suresi ise; Peygamber Efendimiz (s.a.v)’m gönlünün genişle­tilmesi, açılması, topyekün insanlığı kuşatacak bir hale gelmesi konu­sunu anlatan bir surenin ismidir.

Hemen hemen bütün tarikatlar zikirlerine, sayılı olan virdlerine başlamadan Önce, -yine Kur’ân-ı Kerim bir zikir olarak kabul edildiğin­den,- bu İnşirah suresini de okurlar.

Gönlümüzü geniş tutmak, Rabbimizin ayetlerine karşı gönlümüzü, açık bırakmak ve Rabbimizin ayetleriyle gönlümüzü genişletmek için bu sureyi okuruz biz.

Kainatın Efendisi olan Peygamber Efendimizin sahip olduğu o gö­nülden bize de verilmesi için bu sureyi okuyoruz.

Bu günlerde insanların, rahatsız olduğu birbirlerine kem gözlerle, asık suratla bakmaları, birbirlerini hafife almaları veya hakaret etme­leri, birbirlerine karşı tahammülsüz olmaları; gönül genişliğine sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır.

İnsanlığı kuşatacak ve kainatı içine alacak bir gönüle sahip olama­manın neticesidir. Allah (c.c) Musa (a.s)’in hayatını bize anlatırken; Musa (a.s)’ın dilinden olayı bize naklediyor.

Musa (a.s); “Ya Rabbi! gönlüm daralıyor, dilim tutuluyor.” diyor.[1] “Ya Rabbi! Gönlümü geniş eyle, Ya Rabbi! Dilimin bağını çöz ki benim söylediklerimi insanlar anlayabilsin. Ben bütün işlerimi Allah’a havale ettim.” diye Allah’a dua ediyor.[2]

Firavun gibi dünyanın gelmiş geçmiş bütün imansızlarının, feyle-zoflannın,. en katı kafir yöneticilerinin bütün özelliklerini kendinde toplayan ve Kur’ân-ı fCerim de hemen hemen baş kafir olarak bize ta­nıtılan bir adamın yanma giderken, Musa fa.s) Rabbine dua ediyor. Gönlünün geniş tutulmasını istiyor.

Demekki bir insanın en çok sahip olması gereken özelliği geniş bir gönüle sahip olmaktır. Eğer gönlümüz geniş olursa imansızın yanma vardığınız zaman; imansızın gücü, otoritesi, bilgi birikimi, ekonomik, askeri gücü ve size karşı yapabileceği plan ve programlar ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun, onun karşısında heyecan duymayacak, diliniz tutulmayacak ve hiç endişeye kapılmayacaksınız. Niye? Çünkü siz Allah (c.c)’a güvenmişsiniz, kendinizi O’na teslim etmişsiniz. Siz kendinizi Allah’a teslim edince, Allah’ın yarattıklarından endişe duy­mazsınız.

Bu şuna benzer: İki kişi denizde yüzme öğreniyor. Öğretici diyor ki; kendinizi denize bırakınız, teslim ediniz.” Kendisini denize teslim eden yüzmeyi çabuk öğrenir. Kendisini denize teslim eder ve denizde de yüzmenin kurallarına uyarsa o insan denizde rahat yüzer, kendisini de kurtarır denizin de keyfini çıkarır. Ama gönlü daralır, vücudunu ka­sar ve çabalamaya başlayacak olursa çabaladıkça batar.

Günümüzde bu İnşirah Suresini okuyan ve ona iman eden bir mü1-min, İslâmi mücadelesini verirken hep imansızın gücünü gözünde bü­yütür ve ona karşı kalbini kasar, kalbini daraltır, kaslarım kasarsa, işte o insanın da iyilik yapacağım, gayret göstereceğim derken ve ‘çırpınırken boğulma ihtimali büyüktür. Mücadelemizi verirken bir kere şuna inanacağız; “Allah vardır, birdir, şeriki, ve nazırı yoktur, her yerde hazır ve nazırdır.”

Bir düşman karşısında kalıyorsunuz, ruhunuz çırpmıyor, gönlünüz daralıyor, endişeye kapılıyorsunuz ve’O anda Allah’ı hatırlıyorsunuz. Allah’ı hatırlamakla, kalbiniz huzura kavuşuverir.

“Allah var keder yok” demiş ecdadımız. Allah’ın ayetlerine ve pey­gamberimizin hadislerine uygun bir sözdür bu.

Allah(c.c) Mekke’nin ilk yıllarında Peygamber Efendimize indirir bu sureyi. Duha Suresinden sonra nazil olmuştur. Duha Suresinde Rabbim Peygamber Efendimizi teselli ediyor. Rabbin seni bırakmadı, Rabbin sana kızmadı. Senin geleceğin geçmişinden daha hayırlı ola­caktır.

Yani gelecekte güzel günler göreceksin. Ahirette bu dünyadan gü­zelini göreceksin. Bu dünyanda da bu günün, geçmişinden iyi olacak müjdesini veriyordu.

Rabbim Ne zaman vermişti bu müjdeyi? Kafirler ekonomik boykot uyguladığında, en yakın arkadaşları işkenceyle öldürüldüğünde, her türlü kötülük yapıldığında, iftiraların diz boyu Mekke sokaklarını ve çevreyi kuşattığında, çevreden gelen insanlara Peygamber Efendimiz en kötü bir şekilde tanıtıldığında, bu sure indirildi ve bu müjdeler ve­rildi.

Aleyhimize bir tek kelime sarf edilse kızıyoruz. Kanımız beynimize sıçrıyor. Ailemize iftira yapılsa yerimizde duramaz hale geliyoruz. Çocuğumuz döğülse feveran ediyoruz, arkadaşımıza bir hakaret olsa kızıyoruz. Bütün bunlar hakkımız. Ama Peygamber Efendimize yapı­lanlar bizim başımıza henüz gelmemiştir. Binde biri dahi gelmemiştir.

Kendisine iman etmiş, kölelikten kurtulmuş ama fakirlikten kurtu­lamamış insanlara işkencenin en kötüsü yapılıyor ve elimizden bir şey gelmiyor. Böyle bir durumda duyulan ızdırabın ölçüsünü ölçecek alet dünyada yapılmamıştır. O ızdırabı ve acıyı taşıyacak yeryüzünde taş olsa erir.

Allah (c.c) Kur’ân-ı Kerim’de, kafirlerin kalplerini anlatırken, onları taşa benzetiyor, hatta taştan bile katı olduğunu ifade ediyor.[3] Bir tarafta taşlardan bile katı yürekli insanlar diğer tarafta bütün in­sanlara yapılan işkence ve zulümlerin acısını kalbinde taşıyan Peygamber Efendimiz (s.a.v). İşte böyle bir ortamda Allah (c.c) bu sureyi indiriyor.[4]

1- Biz senin göğsünü genişletmedik mi?

2- Senden senin yükünü kaldırmadık mı?

3- O (yük) ki belini büküyordu.

Bütün insanlara yapılan işkencenin yükünü kendi üzerinde hissedi­yor Peygamber Efendimiz insanların imana giden yolunu Ebu Cehil ve Ebu Leheb engelliyor. Ama Efendimiz iki yükü birlikte hissediyor.

  1. Bir tarafta Ebu Leheb ve Ebu Cehil’in yanmasından dolayı üzüntü duyuyor.
  2. Bunların engellemesi nedeniyle imansız kalan binlerce insanın üzüntüsünü duyuyor.

Yani Peygamber Efendimiz hem zalime acıyor hem de mazluma acıyor.

Böylesine bir aşkı, böylesine bir merhameti, dünya tarihinde bir feylesofun veya bir şairin veya bir başka insanın gösterdiği görülme­miştir.

İşte Peygamber Efendimiz bütün bu acıları, ruhunun en derin ye­rinde hissediyor. Peygamber Efendimiz Dağlardan daha ağır kabul ettiği bir yükün altındadır. Allah (c.c), Rasulü’nün gönlünü genişleti­yor. Onun yüklerini hafifletiyor.

Ders yaptığım üniversite Öğrencilerine bazen derim ki; hep alıcı ol­mayın, aldığınız gibi verici de olun. İslâm’dan öğrendiğiniz şeyleri öğ-renmeyenlere öğretin.” Bu konuda denemeler oldu. Bazıları neticeyi bana da bildirdiler. “Hocam makam olarak yüksek yeri erde kiler in ya­nma vardığımızda elimiz ayağımız, titriyor, dilimiz tutuluyor.” diyorlar. Bu hal, günümüzde bizim neslimizin en fazla sıkıntı duyduğu bir olay­dır.

Eğer biz gönlümüzü geniş tutar, karşımızdaki kişinin insanlık dere­cesinden hayvanlık derekesine düşmüş biri olduğunu kabul edersek ve onu insanlık derecesine çıkarmak için gayret sarfedersek, o zaman gönlümüz daralmaz, dilimiz tutulmaz. Bu da önce Allah’a tam anla­mıyla iman etmek ve O imanın verdiği gönül genişliğiyle sağlanacak­tır.

Mü’minin gönlü, bütün insanları ve bütün yaratılmışları sevebilecek kadar geniş yaratılmıştır. Buhari’nin bed-il halk’da, Müslim iman’da, Nesai’nin salatta, Tirmizi’nin Tefsir’de naklettikleri bir hadiste; Efendimizin göğsünün yarıldığı, zemzemle yıkandığı, iman ve hik­metle doldurulduğu haber verilir.[5]

4- Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?

1400 sene öncesine gidin. Çöl denizinin ortasında, ot bitmeyen va­disinde, etrafa bağirsanız çöl denizi içinde kaybolup gidecek. Öyle bir ortamda, Mehmet Akif Ersoy’un deyimiyle; dünyanın en sapa yerinde gönderilen sevgili Peygamberimize (s.a.v) Rabbim “senin adını yü­celttik” diyor.

Yani Himalaya’nın tepesinde de, Japonya’nın Tokyo kentinde de müezzin, günde beş defa “Eşhedü enne Muhammeden Rasulullah” diye: bağıracak. Bu ayet indikten sonra Hassan b. Sabit (r.a) şöyle di­yor; “Allah Peygamberinin ismini kendi ismine ilave etti, ar d arda getirdi ve müezzinler beş vakit “Eşhedü” dedi.”

Peygamberimizin yükselen adını indirmeye hiçkimsenin gücü yet­mez. Beş vakit okunan ezanımızda ve namazımızdaki tahiyyatımızda Peygamberimizin adını Allah (c.c)’in adıyla okumaya devam ediyoruz. Bunu engellemeye hiçkimsenin gücü yetmez.[6]

5- Şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır.

6- Elbette zorlukla beraber kolaylık vardır.

Bu ayetler burada tekrar eden marş gibidir. Müfessirlerimiz şunu söylemişlerdir: “El-yüsr” marifedir. “El-usr” nekredir. İkincisinde de aynıdır. Yani “bir zorluğun karşılığında iki tane kolaylık vardır” diyor Allah (c.c). Zoru görünce kaçmak yok. Şair öyle demiş;

-Kaçarken vurulup yere düşenin,

-Bir kanma tükür, bir leşine tükür.

Yani arkadan vurulmak doğru değildir. Eğer eceliniz gelmişse ve kurşundan gidecekseniz, şehid olmayı tercih etmelisiniz. Nasıl olsa ölünecek. Kaderde ölmemiz kurşundan olacaksa, Allah’ın yolunda mü­cadeleden kaçarken vurulursak, cehennemlik oluruz. Allah yolunda yürürken vurulursak şehid oluruz.

Bir zorluğun karşılığında iki kolaylık vardır. Bir dağın tepesine çıktığınızda bir çıktığınız yerden iniş vardır, birde diğer tarafından.

Zorluklan görüp de büyütmeyelim. Dizlerimizin dermanı kesilebilir ama gönlümüzün dermanı kesilmesin.[7]

7- O halde bir işi bitirince hemen (başka işe) sarıl.

Durmak Yok, yorulmak yok, başardım deyip bayram etmek yok. “Bir işi başarınca hemen yeni bir hizmete kalk” diyor Allah (c.c). Şahsınla ilgili dünyevi zaruri ihtiyaçlarını bitirdin mi, hemen islami hizmetlere koş, manası da vardır.[8]

8- Ancak Rabbirie rağbet et.

Yorulduğunuzda yürüyerek dinleneceksiniz veya koşarak dinlene­ceksiniz. Yalnız Rabbimin rızasını isteyiniz, O’na karşı gelmekten, O’nun sevgisini yitirmekten endişe ediniz, O’nun sevgisini isteyiniz, O’nun yardımını isteyiniz, O’na tevekkül ediniz, O’na kavuşmak iste­ğinde bulununuz diyor Allah (c.c).

Ecdadımız İstanbul’u fethetmiş, bayram etmemiş ama Allah’a ham-detmiştir. Viyana’ya varmış şımarmamış. Başarısı az olanlar, hedefi olmayanlar, küçük başarılarını büyüterek övünürler. İnsan bir işten yorulunca bir başka işe başlarsa dinlenir. Gönül yorgunluğu en kötü-südür.

Çocuklarımız oynarken kilometrelerce yol alır da yinede yorul­duğunu bilmez. Ama istemediği bir yere gönderecek olursanız, hemen yorulur. Büyüklerde de öyle değil mi? Bir ata sözümüzde;Gönülsüzü yol kocatır” denilmiştir.

Kuran

İnşirah Suresi

Şifa Tefsiri ( Mahmut Toptaş ) | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.