86 – Tarık Suresi | Şifa Tefsiri
Bu sure Mekke’de nazil olmuştur ve 17 ayettir. Peygamber Efendimiz, Mekke’de, zor şartlar altında vermiş olduğu mesajları insanlara duyurmak için gece-gündüz çalışıyordu. Türkçede bir ifade vardır. “Gündüz hayalimde, gece düşümde.”

Tarık Suresi | Şifa Tefsiri ( Mahmut Toptaş )
Peygamber Efendimizin de gündüz hayalindeki, gece düşündeki Allah kelamının bütün insanlara ulaştırılması, bu Allah’ın yarattığı gönülde Allah’tan başkasına ilah olarak yer verilmemesi, bu Allah’ın vermiş olduğu dil ile ilah olarak yalnız ve yalnız Allah’ın zikredilmesi
için uğraş veriyor.
Allah’ın yarattığı; topraklar üzerinde, hava içinde, su üzerinde yalnız ve yalnız o suyu, toprağı, ayı, güneşi yaratan Allah’ın hakimiyyetinin geçerli olması gerektiğine, insanların bunlara müdahalesinin vermiş olduğu zararları önlemek için onların müdahalesine de son verilmesi için, yani insanın insana kul olması, insanın insan önünde eğilmesi, insanın insan önünde şahsiyetini yitirmesine karşı, Allah inancının yerleştirilerek insanların hürriyetine kavuşması mücadelesini veriyordu.
Allah’ın (c.c) Mekke’de indirdiği bu ayet-i kerimeler, insanların ufuklarını öylesine genişletiyordu ki, yeri göğü aşacak bir ufuk veriyordu.
İlkokulda, okulun duvarlarına bazı yazıları, resimleri tanıtan mevsimlerin isimlerini veya mevsimleri çağrıştıracak bazı tablolar asılırdı. Yani o mini mini yavrulara dört duvarın arasında ufkunu açma, mevsimleri tanıtma veya haritalarla dünyayı tanıtma tarafına gidilirdi.
Allah(c.c) de yeryüzünün tamamını bir medrese olarak değerlendirmiş ayet-i kerimeleriyle. Duvarları da gözün görebildiği, gönülün ulaşabildiği yer olarak değerlendiriyor ve insanoğlunun ufkunu en uzaklara götürüyor. Yani Mekke’li insanların karşısına çıkıyor Peygamberimiz (s.a.v) ve eğitim öğretimine devam ediyor. Karşılarına geçiyor bir muallim olarak;[1]
1- Andolsun gökyüzüne ve Tarik’a,
2- Tarık’ın ne olduğunu sana kim öğretti?
3- (O karanlığı) delen yıldızdır.
4- Koruyucusu olmayan hiçbir kimse yoktur.
5- İnsan neden yaratıldığına bir baksın!
6- (Ana rahmine) atılan sudan yaratıldı.
7- (O su) Bel ile göğüslerin arasından çıkar.
8- Şüphesiz O (Allah), onu (kıyamet günü) tekrar diriltmeye kadirdir.
9- O gün bütün sırlar açığa çıkartılır.
10- Onun (insan) için bir güç ve yardımcı yoktur.
11- Dönüş sahibi gökyüzüne andolsun.
12- (Bitkiler için) çatlayış sahibi yeryüzüne andolsunki
13- Şüphesiz O (Kur’an, hakkı batıldan) ayıran bir sözdür.
14- O bir şaka değildir.
15- Şüphesiz onlar hep hile yapıyorlar.
16-Bende bir hile yapıyorum.
17- Sen kafirlere mühlet ver. Onlara biraz zaman tanı.
Gözümün önüne gelir gibi. Sevgili Peygamberimiz o güzel endamı, o güzel sesi, ağzından şelale gibi akan bu ayet-i kerimeler karşısında Hz. Ebu Bekir (r.a)’ın ruhunda ne güzel inbat rüzgarları estiriyordu. Belkide Ebu Cehil’in gönlünde, kalbinde inkar fırtınalarının şiddetini artırıyordu. Ayet-i kerimelerin güzelliğini ve haklılığını bildiği halde inadından inkar fırtınaları, daha bir şiddetlenmiş gibi gözümün önünden
geçiverir.
Rabbim onların mü’minine, kafirine yani hepsine birden, bu yeni nazil olan sure-i celile-yi peygamberinin dilinden okutuveriyor.
“Gökyüzüne yemin olsun ki; Tarık yıldızına yemin olsun ki!”
“Tarık’ı” da tarif ediyor. “O karanlıkları delip geçen bir yıldızdır.” O yıldıza yemin olsun diyor.
Mekke’de küfrün karanlığı hakim.. Daru’n-Nedve denilen ve bu günkü parlamentonun karşılığı olan Daru’n-Nedve’nin üyeleri yani par-lementerleri, Peygamberimizden bu ayetleri dinliyorlar.
Onlara göre peygamberimiz küçük bir ışık, etrafındakiler de küçücük bir ışık topluluğu. Yani büyük bir ampul, etrafında dört küçük ampul h. daha. Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali, Hz. Hatice, Hz. Zeyd. Pırıl pırıl dünyayı aydınlatacakları inancındalar.
Ama Mekke müşrikleri de gönüllerinin bütün küfür karanlıklarıyla onu boğmaya yöneldiği bir donemde Allah (c.c); bu ayetleri indiriyor. “Gökyüzüne yemin olsun, karanlıkları delip geçen yıldıza yemin olsun.!
“et-Tarik, veya es-Sakıb” kelimesinin Türkçe karşılığı “Sabah Yıldızı” dır. Saatlerin fazla kullanılmadığı dönemlerde, dedelerimiz sabahları sabah yıldızıyla kalkarlardı. Yola sabah yıldızı ile giderlerdi. Sabah yıldızı, karanlığın yok olmaya başladığı, aydınlığında dünyayı parlatmaya başladığı bir anda doğan bir yıldızdır. Yani karanlık gidiyor aydınlık geliyor.
Dünyadan, karanlığı delen sabah yıldızı nasıl küçük görünüyorsa, Mekke müşrikleri de Peygamberimizi küçücük görüyorlardı. Işığının parlaklığı karşısında gözleri kamaşıyordu ama küfrün karanlığıyla o aydınlığı yok edebileceklerini zannediyorlardı.
Rabbim bu gerçeği şu ayetiyle belirtiyor: “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar, Allah ise nurunu tamamlamak istiyor. Kafirler istemeselerde.”
Gecenin karanlığı yıldızın ışığını yok edemediği gibi, kafirin küfrünün karanlığı da Peygamber Efendimizi yok edemiyeceğinin Mekke’deki ilk müjdelerinden biridir bu sure.
Bu surede kafirlere “ümidinizi kesiniz, başarılı olamıyacaksımz” mesajı verilmektedir. Başka mesajlar da vardır. Rabbim sureye gökyüzüne yeminle başlıyor.” Yani kafirlere diyor ki; “nasıl ki gökyazüne zarar veremezsiniz, yıldızların yerleriyle oynayamazsınız, güneşi bir santim ileriye bir santim geriye götüremezsiniz, ayın doğu’şu ve batışı konusunda zerre kadar etkiniz yok ve o gökyüzünde Allah hakim.
İşte bu yeryüzüne indirilen ayetler de yıldızlar gibi parlayacak, onların yerlerini oynatmaya gücünüz yetmeyecek. Bir tek ayetini değiştirmeye veya tahrife gücünüz yetmeyecek.
“Her can taşıyan üzerinde bir koruyucusu vardır.” Her mü’minin bir koruyucusu vardır, aynı şekilde her can taşıyanın bir koruyucusu vardır. O “Hafız”-veya “Hafîz” olan Allah (c.c), gökyüzünün yıldızlarını yörüngesinde koruduğu gibi, ve onları korumak O’nu yormadığı gibi, İnsanı korumak da Allah’a zor değildir.
Önce gözlerimizi gökyüzüne çevirdik, onun döndüğünü ve yıldızların yörüngesinde akıp gittiğini gördük. Rabbimin onları tuttuğunu ve o yıldızların ışığının karanlıkları deldiğini gördük. Işığın azlığı karanlığın çokluğundan nasıl korkmuyor ve aydınlatma görevini yerine getirmekte ise biz de azlığımızdan korkmadan İslâmı yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz.
“İnsanoğlu neden yaratıldığına bir bakıversin?” “Fışkıran veya süratle akan bir sudan yaratılmıştır.” “İnsanın belinden ve kaburgalarının arasından çıkan sudan yaratılmıştır.” Bu ayet insanın genel iskeletini ifade etmiş oluyor. Önümüzden göğsümüz, arkamızdan belimiz. Bütün vücudumuzun özeti verilmiş oluyor. İnsan vücudunun tamamından oluşan meninin bir parçasından insanoğlu oluşuyor.
İlk nazil olan ayet-i kerimeler; “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı alaktan yaratmıştır.” Yani erkekle kadının menisinin s.permlerinin bir araya gelmesiyle ana rahmine yapışan o maddeden yaratılmıştır.
Bu olay Kur’ân-ı Kerim’de çokça hatırlatılır. Neden hatırlatılır? Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi insanlar, yani Mekke parlementosunun üyesi olan ve o günün şartları içerisinde köşklerde yaşıyan bu insanlar, bu günkü ifadeyle; devletin bütün imkanlarını kendi çıkarları için kullanan bu insanlar, Hz. Bilal ve Hz. Âmmar gibi insanları, yani Malı mülkü olmayan, makam ve mevki sahibi olmayan insanları insan yerine koymuyorlar onları küçümsüyorlardı. Meclislerine almıyorlar, hayvanlarından daha aşağıda bir değer veriyorlardı.
Rabbim ilk nazil olan ayetlerde topyekün insanlığı uyarıyor. “Hepiniz meniden yaratıldınız.” Cumhurbaşkanı da bir meniden yara-. tıldı, dağdaki çobanda bir meniden yaratıldı. Dünyanın en zengin insanı da meniden yaratıldı, dünyada su içecek bir kabı olmayan insan da bir meniden yaratıldı.
Hafızlarımız bunu aşır olarak okurken topyekün cemaate şu mesajı veriyorlar: “Ey cemaat! yaratılışınızı düşünün, gökyüzünü düşünün, yıldızlan düşünün, bir yıldız olan güneşin bütün karanlıkları yok ettiğini düşünün Mü’min de karanlıkları yok eder. Küçüklüğünüze bakmayın. Meni iken kocaman bir insan haline dönüştünüz. Sizi bu hale getiren Allah (c.c)’dır. Öyleyse Allah’tan başkasından endişe etmeyiniz.”
“O Allah(c.c), bu nefsi yani meniden yaratılan bu insanı, tekrar geri döndürmeye kadirdir.” Yani insan öldükten sonra onu tekrar diriltmeye kadirdir.
Bazıları bunu kabul etmiyorlar. Diyorlar ki; “insan yanarak Ölse ve duman olup savrulsa, Allah bu insanı yeniden nasıl diriltecek? Geri zekalı, düşünmeyen insanlar bunlar. Bakınız radyo istasyonundan verici ile sesler gökyüzüne yayılıyor, içinize aldığınız nefeste sesler var, renkler var, görüntüler var ama dünyanın öbür tarafında radyonuzun düğmesini çeviri verdiğin iz de dünyanın her tarafına yayılan bu sesleri siz radyonuzdan toplayıveriyorsunuz veya televizyonunuzda dünyanın her tarafına yayılan görüntüyü, rengi ve sesi toplayıveriyorsunuz. .
Ölümlü ve doğumlu olan, kendi baş ağrısını durduramıyan bu insan, vericinin verdiği sesi, başka bir yerde alıcısının düğmesine basmak sureliyle havadan süzüp toplayabiliyorsa, bu insanı ve bu insanın akimi yaratan Allah (c.c), bu ölmüş insanları niye tekrar diriltenlesin?
Zaten Rabbim tarafından da önce meniden yaratıldığımız hatırlatılıyor. Yani doktorlarımızın ifadesiyle meninin müyonlarcasmdan biri ve gözle görülemeyecek kadar küçükken, insan bu hale geliveriyor. Nereden geldi? İşte yanan insanın dağıldığı yerlerden geliyor. Afrikadan gelen Lodos’un bizim gelişmemize etkisi vardır.
Kafkaslardan gelen poyraz rüzgarının bizim gelişmemize etkisi vardır. Milyonlarca kilometre uzakta olan güneşin ışığı ve ısısı bizim bu şekilde gelişmemize etkili olmuştur. Allah (c.c) bizi dünyanın her tarafından topladı. Bunu siz çocuğunuzda görüyorsunuz.
“O gün bütün sırlar ortaya çıkarılacaktır.” İnsanın öyle suçları vardır ki; kendinden başka kimseye söyleyemez. Söylerse insanlar arasında yaşayamaz. Allah ne güzel yaratmış bizi. İç dünyamızın da görülebildiğini düşünün. İç dünyanızda yani gönlünüzden geçirdiklerinizi insanlar tarafından görünebildiğini düşünün.!
Bir insana bakıyorsunuz içinizden birşey geçiyor, o bunu görüyor. Oda size bakıyor, onun sizin hakkınızda içinden geçirdiklerini siz görüyorsunuz, düşünün bakalım nasıl bir durum olur. İnsanlar o zaman birarada yaşayamazlar.
Allah (c.c) bizi öylesine sanatkarane yaratmışki. Günahlarımız ne kadar çok olursa olsun, O “settar” olan Allah (c.c) öylesine ince ve gözümüzle görülmeyecek, bir sır perdesi çekmişki, kendimizden başka kimse bilmiyor günahlarımızı.
Bu şuna benzer. Sevgili eşinizin yüzüne bakıyorsunuz, güzelliğine bayılıyorsunuz. Ama öylesine bir ince zarla güzel görüyorsunuz ki, altını kazırsanız kan çıkar ve bakamazsmız.
O “Halik, Bari, Musavvir” olan Allah (c.c)’a iman etmeyen, itaat etmeyen, ibadet etmeyen insanlarımız bizim deli insanlarımızda”. Onları iman ilacıyla tedavi etmemiz lazım. Allah (c.c) diyorki; “bir gün gelecek insanların içlerindekiler dışına çıkacak” yani içimiz dış olacak.
Mevlan,a veya Şeyh Sadi anlatıyor; Bir patronun yemeğini haberi olmadan işçileri yemişler, suçu da en garibinin üzerine atmışlar. O da yemin ediyormuş “ben yemedim” diye. Adam eline kırbacı almış ve hepsine vurmak için kovalamaya başlamış. O kadar fazla koşmuşlarla, neticesinde bir anda kusma haline gelmişler. îçlerindekini kusmuşlar. O zaman adam anlamış kimin yediğini. Yanı içi dışına gelince gerçek ortaya çıkıyor.
Allah (c.c) bu dünyada içimizi dışımıza çıkarmıyor. O bir “settaru’l-Uyub ve Gaffaru’z-zünüb” olan Allah (c.c). Ama kıyamet gününde ortaya çıkacağını söylüyor. İşte o zaman kişi kardeşinden anasından, babasından, eşinden, çocuklarından kaçacaktır diyor Allah (c.c).[2]
Öyle olunca kaçacak, utanacak işler yapmayalım. İçimiz dışımıza çıkacak ya. İçimizle dışımızı tertemiz yapalım. İçimizi imanla, dışımızı amelle süsleydim. Dış dünyanızı tertemiz elbiselerle süslerken, iç dünyanızı da takva elbisesiyle süsleydim, kir ve pislik olmasın. Bu dünyada iken para kuvveti olanlar var, siyasi kuvveti olanlar var, askeri kuvvete sırt dayayanlar var. Ama Allah; “ahirette hiçkimsenin gücü olmayacaktır, yardımcısı da olmayacaktır” diyor. Ancak Allah’ın izin verdikleri hariç.
“Şu dönüş sahibi olan gökyüzüne yemin olsun ki.” Gökyüzü dönüyor, yıldızlar dönüyor, gökyüzünden yağmurlar yere iniyor, rüzgar atma biniyor tekrar gökyüzüne çıkıyor. Bulutlarla gökyüzünde dolaşıp duruyorlar, iniyorlar çıkıyorlar. Aslında Ölümden sonra tekrar dirilmenin olacağına gökyüzü de şahitlik yapıyor. Damlalar insan gibi toprağa dökülüyor ve orada hayat meydana getiriyor. Ama güneş doğuyor yağmuru tekrar buhar haline dönüştürüyor ve gökyüzüne yine çıkarıyor.
İşte Allah (c.c) diyor ki; şu gökyüzüne bakın ve gökyüzüne yemin olsun ki, o gökyüzü de dönüş sahibidir, Rabbine yönelmektedir. O da Rabbine gitmektedir.
“Çatlama sahibi olan yeryüzüne de yemin olsun ki!”
Allah (c.c) bir ayetinde, yeryüzünü bizim için beşik yaptığını ifade ediyor.
Yeryüzündeki binlerce dane ve çekirdek toprağı çatlatarak yeryüzüne çıkıyor.
“Yeryüzüne ve gökyüzüne yemin olsun ki, işte bu hak ile batılı ayırt eden bir sözdür” diyor Allah (c.c).
Şu Kur’ân-ı Kerim varya, şu Allah kelamı var ya Hak ile batılı ayırt eden söz budur işte. Bu ayetler bir oyun bir eğlence değil, sihir yap-. mak, cin toplamak için değil, bu Kur’ân yalnız merasimler de insanların gönüllerini hoş etmek için değil. Bu hak ile batılı ayırt eden bir sözdür.
Kur’ân’ı ellerimizle arkaya atıp insanların sözlerine uymaya başladığımızdan beri bakınız insanlar hak ile batılın ölçüsünü kaçırdılar. Hangisi doğru, hangisi yanlış bilinemez oldu. Fahişe fahişeyi tenkit ediyor: “Bu benim müşterimi çaldı, ahlaksız insan” diyor. Siyasetçiler, birbirlerini tenkid ediyorlar ve diyorlar ki “canım bizde çalmıştık ama bu kadar büyük çalmamıştık. Bu ahlaksızlıktır.” diyorlar.
Birkere ipin ucu elden bir kaçtımı, işin içinden çıkılmaz. Çölde yolunuzu bir kaybettiniz mi, her taraf yanlış, her taraf doğru olur. Yol yok iz yok. Böyle bir çölün içerisinde yaşıyoruz. Hukuki sahada bir çölde yaşıyoruz, biz. Allah (c.c) bize bir yol gösteriyor, hakka ve hakikate ulaştıran bir yol ve diyor ki; işte Hak ile batılı ayırt edecek olan söz bu; Bu çizgiden yürüyün. Bu Sırat-1 Müstakimdir.” Allah (c.c) “emrolundu-ğun gibi dosdoğru ol” diyor. Aklına göre değil.[3]
Aklımıza göre dosdoğru olacak olursak, herkes kendi mesleğinin bilgisi ve kuralı içerisinde kendisini haklı görecektir. Hırsızın kendisini haklı gören tarafı, fahişenin kendisini haklı gören tarafı, köşe dönen siyasinin kendini haklı gören tarafı gayet mantıklı.
“Onlar tuzaklar kurarlar, planlar yaparlar.” Yani kafirler, mü’minler hakkında planlar ve tuzaklar hazırlarlar, araştırma merkezleri kurarlar. Ama Rabbim diyor ki; “ben de onların tuzaklarını boşa çıkarırım.”
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Mekke sokaklarında yürüyor, evlere gidiyor, Daru’n-Nedve’ye yani parlementoya gidiyor ve insanlara Kur’ân’ı anlatıyor. Kendi mesajım sunuyor. “Ebu Cehil şöyle demiş ona cevap vereyim Ebu Leheb böyle demiş ona cevap vereyim” bununla meşgul olmuyor. Eğer meşgul olsaydı, o zaman binlerce kafire bir insan, ne söz yetiştirebilirdi ne de plan program yetiştirebilirdi.
O devamlı mesajını sunuyor. Zaten etkili olan da odur. Bu sefer karşı taraf bir tek peygamberimizle uğraşma mecburiyetinde kalıyorlar. İşte Peygamberimiz öne geçmiş oluyor orada. Peygamberimiz bir ayet okuyor Mekke’deki insanlara, onlarda akşama kadar onunla meşgul oluyorlar. Bu böyle gelişmişdir.
Günümüzde de ”filan şöyle demiş, filan böyle demişlerle” meşgul olmayın, kendinizin ne.yaptığına bakın.
Bu kafirler de bir müddet kafirliklerine devam ederler, sonra herşeyi yaratan Allah (c.c)’ın huzuruna onlarda gidecektir. Biz gönül aydınlığı ve iman aydınlığı ile gitmeye gayret sarfedelim, kafirler de gönüllerine ve sırtlarına yüklendikleri inançsızlık ve inançsızlığın getirdiği günahlarla Rabbim huzuruna varacaklardır.
Biz alnımız açık başımız dik olarak Rabbim huzuruna varmaya gayret edelim.
Tarık Suresi