83 – Mutaffifin Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an
İbn Mesud, ed-Dahhâk ve Mukatil’in görüşüne göre, Mekke’de inmiştir. el-Hasen ve îkrime’nin görüşüne göre Medine’de inmiştir. Otuz aitı âyettir. Mukatsl dedi ki: Bu Medine’de inmiş ilk sûredir. İbn Abbas ve Katade dedi ki: Yüce Allah’ın: “Şüphe yok ki o günahkarlar.,.” (d-Mutaffifin, 83/29) buyruğundan itibaren sûrenin sonuna kadarki Mekki olan sekiz âyet müstesna Medine’de inmiştir. el-Kelbî ve Cabir b, Zeyd de: Mekke iie Medine arasmda inmiştir, demişlerdir.

Mutaffifin Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an ( İmam Kurtubi Tefsiri )
1-36. ÂYETLERİN TEFSİRİ
Rahman ve Rahim Allah’ın Adı İle
- Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!
- Onlar ki, insanlardan ölçü ile aldıklarında tam alırlar.
- Ama onlara ölçü yahut tartı İle verdiklerinde eksik verirler.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı[2] başlık halinde sunacağız: [3]
1- Buyrukların Nüzul Sebebi:
Nesai’nin rivayetine göre İbn Abhas söyle demiştir: Peygamber (sav) Medine’ye geldiğinde (Medineliler) ölçü ve tartı itibariyle insanların en kötüleri idiler. Yüce Allah: “Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!” buyruğunu indirdi, onlar da bundan sonra Ölçülerini güzel yapmaya başladı.[4]
el-Ferrâ dedi ki: Oniar, bugüne kadar insanlar arasında en eksiksiz ölçü yapan kimselerdir.
İbn Abbas’lan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu Medine’ye gelip konak-‘ laclığı vakit Rasûlullah (sav)’a nazil olmuş İlk sûredir. Bu özellik onlarda vardı. Onlar bir şey satın aldıkları vakit, daha fazla bir ölçekle alırlardı. Fakat sattıklarında, ölçü ve tartıyı eksik yaparlardı. Bu sûre nazil olunca, bu işten vazgeçtiler. O bakımdan onlar bugüne kadar insanlar arasında en eksiksiz ölçü yapanlardır.
Bir kesim de şöyle demiştir: Buyruk. Ebu Cuheyne diye bilinen adı Amr olan bir kişi hakkında inmiştir. Bu adamın iki tane sâ’ı (kilesi) vardı. Birisi ile satın alıyor, birisi ile diğerlerine veriyor (satıyor)du. Bu açıklamayı da Ebu Hureyre (r.a) yapmıştır[5]
2- “Veyl: Vay”:
“Veyl: vay”; âhirette azabın şiddeti anlamındadır. İbn Abbas dedi ki: Bu, cehennemdeki bir vadinin adı olup. cehennemliklerin irinleri o vadide akar. Yüce Allah’ın: “Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!” buyruğunda geçen odur. Ölçü ve tartılarını eksik yapan kimseler için veyl (vadisi) vardır, demektir.
îbn Ömer’den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Ölçü ve tartıyı eksik yapan”; öiçmesi adil olmadığını bildiği bir başka ölçü aletini ücretle kiralayıp, kullanan kimsedir. Bu işin vebali ona aittir.
Başkaları da şöyle demiştir: Tatfif (eksik yapmak); ölçüde, tartıda, abdest-te, namazda ve konuşmalarda olur.
Muvatta’&d Malik şöyle demiştir: Her şey hakkında vefa (eksiksiz yerine getirmek, ödemek) ile tatfif (eksik yapmak) kullanılır[6]
Salim b. Ebi’I-Ca’d’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Namaz bir ölçü ile yapılır. Kim bunu eksiksiz yaparsa, lehinedir, kim de eksik yaparsa yüce Allah’ın bu hususta ne dediğini çok iyi biliyorsunuz: “Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!” [7]
3- “el-Mutaffif: Eksik Ölçüp Tartan1′ Tabirinin Dil Yönünden Açıklaması:
Dilciler der ki: Eksik ölçüp, tartan lafzı ‘den alınmış olup bu da, “az olan” demektir. Bu lafız, karşı tarafın hakkını ölçü veya tartıda eksik veren kimse hakkında kullanılır.
ez-Zeccac dedi ki: Bu mastarın ism-i failinin “mutaffıf” diye gelmesi, onun ölçü ve tartıdan ancak çok hafif ve tafif (önemsenmeyecek kadar az) şeyleri çalmasından dolayıdır. Bu kelime; Bir şeyin kenarı, kıyısı” lafzından alınmıştır. Mekkûk diye bilinen (ve bir buçuk sa’ aldığı söylenen) ölçü kabının etrafını dolduran’1 demektir. ). de aynı anlamdadır. Hadiste de şöyle buyurulmuştur: Hepiniz Adem’in oğullarısınız artık sa’ eksik kalmıştır[8] siz onu dolduramıyorsunuz.[9]
Bu tabir da sâ’ın dolmaya yaklaşmakla birlikte dol maması anlamındadır. Hadisin anlamı şudur: Sizin kiminiz kiminizdensiniz. Takva dışında kimsenin başkasına bir üstünlüğü yoktur.
(Ti harfi) ötreli olarak: Ölçünün üst tarafında olan” demektir.Kenarlarına, kıyılarına kadar dolan kab” anlamındadır. Bu kökten olmak üzere; Onu kenarlarına (tepesine) doldurdum” denilir.
“(ij-akJt): Ölçünün eksik bırakılması” demektir ki. bu da kenarlarına (tepesine) doldurulmaması anlamına gelir.
Peygamber (sav)’tn, atların yarışlarını sözkonusu ederken, İbn Ömer’in söylediği; Ben de o gün bir binici idim, insanları geride bıraktım, öyle ki at beni Zu-reykoğulları mescidine kadar götürdü, hatta neredeyse mescidin hizasına kadar gelecekti[10] buyruğunda bu tabir: “Beni hızlıca koşturdu, alıp götürdü’ anlamında kullanılmıştır. [11]
4- “Mutaffif (Eksik Ölçen ve Tartan)”:
“Mutaffif, önceden de açıkladığımız gibi, ölçü ve tartıda (karşısındakini) zarara sokan, eksik veren, tam ölçüp tartmayan kimse demektir. İbnu’l-Kasım’ın, Malik’ten rivayetine göre, Malik: “Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!” buyruğunu okuyup şöyle demiştir: Sakın, eksik ölçüp tartma ve kimseyi aldatma! Buna karşılık ölçüye (sattığın, verdiğin şeyi) serbestçe bırak ve uygun bir şekilde dök. Nihayet tam ölçünce bu sefer yine elini serbest bırak ve tutma.
Abdu’l-Melik b. el-Madşun dedi ki: Rasûlullah (sav) tufaf (ölçüler doldurulurken üstte kalan yüksekçe kısım)ın silinmesini (düzeltilmesini) yasaklamış ve: “Bereket onun tepesindedir” diye buyurmuştur. (Abdu’l-Melik) dedi ki: Bana ulaştığına göre, Firavun’un ölçmesi demir ile (üst tarafını) silmek ‘(düzeltmek) seklinde îdi.
“Onlar ki, insanlardan ölçü İle altlıklarında tam alırlar.” buyruğu hakkında el-Ferra dedi ki: İnsanlardan aldıklarında… demektir. Nitekim: Senden eksiksiz olarak ölçüp aldım” denilir. Senin üzerinde olanı (borcunu) aldım” denilir.
ez-Zeccac dedi ki: Yani onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında onlardan tastamam ve eksiksiz alırlar, Buyruğun anlamı sudur: Bunlar, kendileri ölçüyle alacak olurlarsa fazla olanı alırlar, fakat başkalarına verecek yahut tartacak olurlarsa eksik verirler. Diğer insanlar hakkında razı oldukları şeylerin kendilerine yapılmasına razı olmazlar
Taberi dedi ki: (Buradaki): …dan” lafzı; Yanında” anlamındadır. [12]
“Ama onlara ölçü yahut tartı ile verdiklerinde eksik verirler.” buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız: [13]
5- Buyruğun. Lafzî Terkibi ile İlgili Açıklamalar:
“Ama onlara ölçü yahut tartı ile verdiklerinde” buyruğu: demektir. (Mealde olduğu gibi). Burada “lam” harfi hazfedilmiş, doğrudan fiil teaddi ederek (geçiş yaparak) zamiri nasbetmiştir. “Sana öğüt verdim’: anlamında ile demek ve “bu işi sana emrettim” anlamında; ile demeye benzer. Bu açıklamayı el-Ah-feş ve ei-Ferra yapmıştır.
el-Ferra dedi ki: Ben, bedevi bir Arap kadını şöyle derken dinledim; İnsanlar Arafat’tan indiklerinde bizler tacire gideriz, o da bize gelecek hac mevsimine kadar kile ile (ölçerek) bir müd ve iki müd satar.” Bu türlü ifade kullanmak, Hicazlılar ile onlara komşu olan Kayshların tabirlerindendir.
ez-Zeccac dedi ki: Ölçü ile verdiklerinde” lafzı ile; Tartı ile verdiklerinde” buyrukları üzerinde Onlara” zamirini de bitiştirmeden vakıf yapmak caiz değildir. (ez-Zeccac) dedi ki: Kimileri bu zamiri te-kid kabul etmekte ve dolayıs! ile bu lafızlar (fiiller) üzerinde vakıf yapmayı caiz kabul etmektedir. Ancak tercih edilen birinci görüştür. Çünkü bu kelime (zamir ile birlikte) tek bir kelimedir. el-Kisai’nin görüşü de budur.
Ebu Ubeyd dedi ki: İsa b. Ömer bunları iki ayrı kelime kabul ediyor ve: Ölçü ile verdiklerinde” ile; Tartı ile verdiklerinde” lafızları üzerinde vakıf yapar sonra da: Onlar, eksik verirler” diye okumaya başlardı, (Ebu Ubeyd) dedi ki: Hamza’nın kıraatinin de böyle olduğunu zannediyorum.
Ebu Ubeyd (devamia) dedi ki: Ancak tercih edilen görüş, iki sebeb dolayısıyla bunların tek bir kelime olmasıdır. Birinci sebeb hattır. Onlar bunu (fiilleri savundukları görüşe göre “elif” ile yazılması gerektiği halde) “elif’siz yazmışlardır. Eğer bunlar dedikleri gibi zamire bitişik fiiller olmasaydı “elif” ile: ile diye yazılmaları gerekirdi. İkinci sebeb ise Sana ölçerek verdim” ve: Sana tartarak verdim” denilir. Bu da: ve ile aynı anlamdadsr ve bu da Arapça (açıkça anlaşılan) bir ifade tarzıdır. Nitekim “senin için avladım” anlamında ile denildiği gibi, “senin için kazandım” anlamında; denilir. Sana teşekkür ettim”; Sana öğüt verdim” vb. tabirler de bu şekildedir.
Eksik verirler” demektir. Araplar: Terazide eksik tarttım” dedikleri gibi, (hemzesiz olarak); da derler. Onlara” lafzı genelin okuyuşuna göre nasb konumundadır ve insanlara aittir. İfade: insanlara “ölçü ile yahut tartı ile verdiklerinde eksik verirler” takdirindedir.
Bu da iki şekilde açıklanır. Birincisine göre: Onlara Ölçerek yahut onlara tartarak verdiklerinde” maksadı ile kullanılmış olup, cer harfi hazfedilmiş ve fiil zamire bitiştirilmiştir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:
“Ben senin için mantar ve iri taneli mantar topladım Ve ,sana küçük mantarları (toplamayı) yasakladım.”
Şair burada (beyitin ikinci kelimesinde cer harfi ile): Senin için topladım” demek işlemiştir.
İkinci açıklama şekline göre, muzaf hazfedilmiş ve muzafun ileyh onun yerine getirilmiştir. Muzaf burada “ölçülen ve tartılan şey” anlamındaki; kelimeleridir.
İbn Abbas (r.a)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sizler ey acemler topluluğu, iki işin başına getirilmiş bulunuyorsunuz ki, sizden öncekiler bu iki ey sebebiyle helak oldular: Ölçü ve tartı işi.
Özellikle acemleri (Arap olmayanları) zikretmiş olması, ölçme ve tartma işini birlikte yapmaları ve Haremeynde (Mekke ve Medine bölgelerinde) dağınık halde bulunmaları idi. Mekkeliler (yalnız) tartarak, Medineliler ise ölçerek alışveriş yapıyorlardı.
İkinci okuyuşa göre; Onlar” zamiri mübteda olarak ref konumundadır. Yani insanlara ölçtüklerinde ve onlar iğin tarttıklarında onlar (karşılanndakini) zarara uğratırlar” demek olur. Ancak bu doğru olamaz. Çünkü bu durumda birinci (“onlar” zamiri) lağvedilmiş olur, haberi bulunmamaktadır.
Eğer ondan sonra: Ölçtüklerinde onlar eksik verirler, yahut tarttıklarında onlar zarar ettirirler” şeklinde olsaydı, ifade doğru olabilirdi. [14]
6- Bir Takım Günahların ve Eksik Ölçüp Tartmanın Cezaları:
İbn Abbas dedi ki: Peygamber (sav) buyurdu ki: “Beş şeye karşılık beş şey vardır; Bir toplum eğer sözlerinde durmazsa, mutlaka Allah onlara düşmanlarını musallat eder. Eğer Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmedecek olurlarsa, mutlaka aralarında fakirlik yaygınlaşır. Hayasızlık onlarda baş gösterecek olursa, mutlaka onlarda tâûn (öldürücü, bulaşıcı hastalıklar) baş gösterir. Ölçüyü eksik yapacak olurlarsa, mutlaka yerin mahsulleri engellenir ve kıtlık ile cezalandırılırlar. Zekatı vermeyecek olurlarsa, Allah mutlaka onlara yağmur yağdırmaz.[15]
Bu anlamda hadisi el-Bezzar rivayet ettiği gibi; Malik b. Enes de bunu İbn Ömer yoluyla gelen bir hadis olarak zikretmiş bulunmaktadır. Biz de bunu et-Tezkire adlı eserimizde kaydedmiş bulunuyoruz.
Malik b. Dinar dedi ki; Ölüm döşeğinde olan bir komşumun yanına gittim. “Ateşten iki dağ, ateşten iki dağ” demeye koyuldu. Ben ona ne diyorsun? Sen uykuda hezeyanda mı bulunuyorsun? dedim. Şöyle dedi: Ey Ebu Yahya, benim iki tane ölçeğim vardı. Birisiyle başkalarına ölçüp veriyor, diğeri ile kendime ölçüp alıyordum. Daha sonra kalktım, onların birini diğerine vurdum ve nihayet ikisini de kırdım. Ey Ebu Yahya dedi. Onlardan birini diğerine vurdukça daha da büyüyüp, durdu. Nihayet adarn ağrılarından öldü, İkrime dedi ki: Her ölçen ya da her tarlan kimsenin cehennemde olduğuna tanıklık ederim. Ona: Senin oğlun da ölçen ya da tarlan bir kimsedir, dediler. O da tanıklık ederim ki o cehennemdedir, dedi.
d-Esmai dedi ki: Bedevi arab bir kadın: şöyle derken dinledim: Mertliği kilelerin tepesinde ve terazilerin dillerinde olan kimselerden mertlik bekleme!
Bu Ali (r.a)’dan da rivayet edilmiştir.
Abdu Hayr dedi ki: Ali (r.a) zaferan tartmakta olan birisinin yanından geçti. Tartıyı ağır yapmıştı. Ali teraziyi ters çevirdi, sonra şöyle dedi: Teraziyi adaletle, dosdoğru tut. Bundan sonra da istediğin kadar ağır bastır.
Sanki bununla ona böyle bir alışkanlığı elde etsin diye önce eşitliği sağlamasını emretmiş ve vacib olanı nafilenin üstünde tutmasını öğretmek istemiş gibidir.
Nafi dedi ki: İbn Ömer, satıcıların yanından geçer ve şöyle dermiş: Allah’tan kork, eksiksiz Ölç ve adaletle tart. Çünkü eksik ölçüp tartanlar kıyamet gününde ter kulaklarının ortasına kadar gelip, onlara gem vuracak ha le gelinceye kadar (Mevkıfte) durdurulacaklardır.
Rivayet edildiğine göre, Ebu Hureyre Medine’ye geldiğinde Peygamber (sav) Hayber’e çıkmış ve Medine’nin üzerinde Siba b. Urfuta’yı yerine vekil olarak bırakmıştı. Ebu Hureyre dedi ki: Biz ona sabah namazında yetiştik. Birinci rekatte “Kef, kâ, yâ, ayn, sâd” (Meryem Sûresi)’! okudu, ikinci rekatte de; “Ölçü ve tartılan eksik yapanların vay haline!” sûresini okudu. Ebu Hureyre dedi ki: Ben de namazımda: Filanın babasının vay haline, onun iki tane ölçeği vardı. Kendisi ölçüp aldığında tam olanla Ölçüp alır, fakat başkasına ölçtüğünde eksik olanla ölçerdi, dedim.[16]
- Bu kimseler muhakkak tekrar diriltileceklerini zan dahi etmiyorlar mı;
- Büyük bir gün için?
- O günde insanlar alemlerin Rabbi huzurunda duracaklardır.
“…Zan dahi etmiyorlar mı?” buyruğu ile onların eksik ölçüp, tartma cesaretini göstermeleri dolayısıyla, hallerinin çok dehşetli olduğuna dikkat çekilerek, bu durumları reddedilmekte ve hayret edilecek bir halleri bulunduğu anlatılmak istenmektedir. Sanki onlar eksik ölçüp tartmayı hatırlarına getirmiyorlar ve “tekrar diriltileceklerini’* ve yaptıklarından dolayı sorgulanacaklarını tahmin dahi etmiyorlarmış gibi. Burada “zan” yakın anlamındadır. Yani bunlar … inanmıyorlar-1 Eğer inanmış olsalardı ölçü ve tartıyı eksik yapmazlardı.
“Zan”ın burada tereddüt anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani eğer onlar öldükten sonra kesin olarak inanmıyor iseler, niye bu hususta en azından bir zanda dahi bulunmuyorlar? Ta ki bu hususta iyice düşünüp onun hakkında araştırsınlar ve (hiç olmazsa) “büyük bîr gün için* hali büyük bir gün olan kıyamet günü için, daha ihtiyatlı olanı, gereğini yerine getirsinler.
“O günde İnsanlar âlemlerin Rabbi huzurunda duracaklardır” buyruğuna dair açıklamalarımızı dön başlık halinde sunacağız: [17]
1- Alemlerin Habbinin Huzuruna Kalkılacak Gün:
O günde” buyruğunda, amel eden hazfedilmiş bir fiildir. Buna da “dirİltUeceklerini” lafzı delil teşkil etmektedir. Yani onlar “insanların alemlerin Rabbinin huzurunda duracaktan günde” diri İtileceklerdir. Bununla birlikte “o büyük gün için” buyruğundaki “gün” lafzından bedel olması da mümkündür -ki burada (fiile muzaf olduğunda nasb üzere) mebnidir- Cer konumunda olduğu da söylenmiştir. Çünkü mütemekkin olmayana (yani i’rabı lafzı değil, takdiri olana) izafe edilmiştir. Zarf olarak nasb olduğu da söylenmiştir ki: anlamında olur. Filan kişinin çıkacağı güne kadar ikamet et” deyip, “gün* lafzı nasbedilerek söylenebilir. Eğer bunu, isme izafe edecek olurlarsa, o vakit bunu cer ile telaffuz eder ve şöyle derler: Filanın çıkış gününe kadar ikamet et.”
İfadede takdim ve tehir olduğu ve ifadenin takdirinin: şüphesiz ki onlar, insanların âlemlerin Rabbi huzurunda kalkacakları bir gün olan, o büyük bir günde difil-tileceklerdir” şeklindedir. [18]
2- Eksik Ölçüp Tartanların Dikkat Etmeleri Gereken Husus:
Abdu’l-Melik b. Mervan’dan rivayet edildiğine göre, bir bedevi ona şöyle demiş: Sen yüce Allah’ın eksik ölçüp tartanlar hakkında neler söylediklerini işitmiş bulunuyorsun, demek istemiştir. O bu sözleriyle, eksik ölçüp tartanlara, duyduğun o büyük tehdit yapılmış bulunmaktadır. Sense müslüman-lann mallarını ölçmeksizin ve tartmaksızın alıp durmaktasın. Ya kendin hakkında (ne ile karşılaşacağını) zan ediyorsun?
Bu şekildeki bir reddedici (inkari) ifade ve hayret edici üslub “zan” lafzı, günün “büyüklük” ile nitelendirilmesi, insanların o günde Allah’ın huzurunda zilletle boyun eğmişler oİarak kalkacaklarının belirtilmesi, yüce Allah’ın zatını “alemlerin Rabbi” olmakla nitelendirmesi, böyle bir günahın büyüklüğünü, eksik ölçüp tartmaktaki vebalin azametini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu şekilde haksızlık yapan ve adalet ile ölçüp tartmayı ter-keden, eşitlik ve adaleti bütün alıp verdiklerinde, hatta söz ve davranışlarında uygulamayan kimselerin vebalinin, ne kadar büyük olduğunu çok beliğ bir şekilde açıklamaktadır. [19]
3- “O Büyük Gün”ün Azameti:
İbn Ömer; “Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!” (1. âyet) buyruğunu; “O günde İnsanlar alemlerin Rabbi huzurunda duracaklardır” buyruğuna varıncaya kadar okudu ve yere yıkıhncaya kadar ağladı. Ondan sonrasını okumaktan vazgeçti, sonra şunları söyiedi: Peygamber (sav)’ı şöyle buyururken dinledim: “İnsanların alemlerin Rabbinin huzuruna kalkacakları o günde, süresi elli bin yıl olan o günde, kimisinin teri topuklarına kadar, kimisinin dizkapaklarına kadar, kimisinin teri de kasıklarına kadar, kimisinin göğsüne kadar, kimisinin kulaklarına kadar ulaşacaktır. Hatta kimileri kurbağanın (suda) kaybolduğu gibi vücudundan sızan terler içerisinde kaybolacaktır.[20]
Kimileri İbn Abbas’tan şöyle ddiğini rivayet etmektedir Üçyüz yıl kadar ayakta duracaklardır. Fakat bugün mü’minlere bir farz namazı kılacakları süre kadar kolaylaştırılacaktır.
Abdullah b, Ömer’den rivayet edildiğine göre o Peygamber (sav)’dan şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “(İnsanlar) gölge altında bin yıl ayakta kalacaklardır. [21]
Malik, Nafi’den o İbn Ömer’den rivayet ettiğine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanların alemlerin Rabbi huzuruna gelip ayakta duracaklan günde, onlardan birisi kulaklarının ortalarına kadar ulaşan, vücudundan sızan ter içerisinde ayakta duracaktır.[22]
Yine ondan rivayete göre, Peygamber (sav): “Yüzyıl ayakta duracaklardır” diye buyurmuştur.
Ebu Hureyre dedi ki: Peygamber (sav) Beşir el-Gıfari’ye şöyle dedi: “insanların alemlerin Rabbi huzurunda ayakta duracaklaı ve süresi üeyüz yıl kadar olan bir günde ne yapacaksın? O günde kendilerine ne bir haber gelecektir, ne bugünde onlara bir emir verilecektir.” Beşin Allah’tan yardım dileriz, diye cevab vermiştir.[23]
Derim ki: Biz bu hadisi Ebu Said ei-Hudri’den, o Peygamber (sav)’dan diye (Peygamber -sav-‘e ulaşan) merfu bir hadis olarak zikretmiş bulunuyoruz: “Bugün mümin için öyle hafifletilecektir ki, dünyada iken kıldığı farz bir namazdan bile onun için daha hafif olacaktır.” Bu hadisi: “İsteyen biri inecek azabı istedi” (el-Mearic, 70/1) buyruğunu açıklarken (70/4. âyetin tefsirinde) zikretmiş bulunuyoruz. İbn Abbas’tan şöyle dediği nakledilmiştir: Mü’mi-ne bir farz namaz süresi kadar kısa gelecektir.
Yine denildiğine göre, mü’min için bu şekilde durmak, güneşin zeval bulması gibi olacaktır. Buna yüce Allah’ın Kitabından delil, onun şu buyruğudur; “Haberiniz olsun ki, Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir.” (Yunus, 10/62) Sonra onların niteliklerini belirterek; “Onlar iman edip takva.li davrananlardır” (Yunus, 10/63) diye buyurmaktadır. Lüt-fuyla, keremıyle. cömertlik ve minnetiyle Allah, bizi de onlardan kılsın. Amin.
Burada “insanlar” ile Cebrail (a.s)’ın alemlerin Rabbi huzuruna gelip duracağının kastedildiği de söylenmiştir. Bu açıklamayı tbn Cübeyr yapmıştır. Ancak böyle olması uzak bir ihtimaldir. Buna sebep bu hususa dair zikretmiş olduğumuz haberlerdir, bu haberler sahih ve sabittir. Müslim’in ve Bu-hari’nin Sahihleri ile Tırmizide yer alan İbn Ömer’in Peygamber (sav)’dan rivayet ettiği şu hadis bu hususta yeterli bir delildir: “O günde insanlar alemlerin Rabbi huzurunda duracaklardır” buyaığu hakkında buyurdu ki; “Onlardan herhangi birisi kulaklarının ortalarına kadar varan bedeninden sızan ter içerisinde ayakta duracaktır.[24]
Bir diğer görüşe göre bu ayağa kalkış, unların kabirlerinden kalkacakları gündür. Ahirette dünyada kullarının hakları ile (huzurunda duracaklardır), diye de açıklanmıştır. Yezid er-Rişk dedi ki: Onlar onun huzurunda hüküm vermesi için ayakta duracaklardır. [25]
4- İnsanların, Allah’ın ve Diğerlerinin Önünde Kalkmaları:
Şanı yüce alemlerin Rabhi Allah için ayakta durmak, O’nun azametine ve hakkına nisbetle çok basit ve önemsiz bir şeydir İnsanların birbirleri için ayakta Burmaya gelince, ilim adamları bu hususta farklı görüşlere sahiptir. Kimisi bunu caiz kabul ederken, kimisi caiz kabul etmemiştir. Peygamber (sav)’dan rivayet edildiğine göre, o Cafer b. Ebi Talib için ayağa kalkmış ve onunla kucaklaşmıştır. Talha da Ka’b b. Malik’in tevbesi kabul edildiği günü Ka’b için ayağa kalkmıştır. Peygamber (sav)’ın Sa’d b. Muaz yanına gelince ensara: “Efendiniz için ayağa kalkınız” dediği bilinmektedir[26] Yine o şöyle buyurmuştur: “Her kim insanların önünde ayağa kalkmalarından memnun olur ise cehennemdeki yerine hazırlansın.[27]
Bu, kişinin hali ve niyeti ile alâkalıdır, Eğer böyle bir beklenti içerisinde olur ve kendisinin buna layık olduğuna inanırsa bu yasaktır. Şayet güler yüzlülük ve hakkı gözetmek maksadıyla olursa, o vakit caizdir. Özellikle yolculuktan gelmek ve buna benzer sebepler de varsa. Buna dair bazı açıklamalar daha önce Yusuf Sûresi’nin sonlarında (12/100. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. [28]
- Sakının (bu işten)! Çünkü günahkârların kitabı muhakkak ki Siccîndedtr.
- “Siccîn”ln ne olduğunu sana ne bildirdi?
- O yazılmış bîr kitaptır.
- Yalanlayanların o gün vay haline!
- Onlar kî, o din gününü yalan sayarlar.
- Halbuki onu, haddi aşan ve çok günahkâr olan bir kimseden başkası yalanlamaz.
- Ona karşı âyetlerimi! okunduğunda: “Evvelkilerin efsaneleridir” derdi.
“Sakının (bu işten)! Çünkü günahkarların kitabı muhakkak ki Siccîn-dedir.” buyruğu ile İlgili olarak Arapçada otorite kimselerden bir kesim şöyle demiştir: Buradaki; Sakının!” bir red (bu işten vazgeçme emri) ve bir uyandır. Yani onların izlemekte oldukları ölçü ve tartıyı eksik yapmaları yahutta ahireti yalanlamaları hak değildir. (Bu tutum ve kanaatleri yanlıştır.) O bakımdan bu işten vazgeçsinler. O haide bu, bir red (vazgeçme emri) ve bir azardır. Daha sonra, yeni bir tümle olarak; “Çünkü günahkarların kitabı” diye buyurmaktadır.
el-Hasen dedi ki: “Sakının!” (anlamı verilen) lafzı; “gerçek şu ki…” demektir. Bazı kimseler, İbn Abbas’tan ‘sakının” buyruğunu: Siz tasdik etmiyor musunuz? diye açıkladığını rivayet etmişlerdir. Bu açıklamaya göre vakıf; Alemlerin Rabbi huzurunda” (6. âyet) buyruğu üzerinde yapılır.
Mukatil’in Tefsirinde: Günahkârların amelleri diye açıklanmıştır. Birtakım kimselerin rivayetine göre de. îbn Abbas şöyle demiştir: Günahkâr!arın ruhları ve amelleri “muhakkak ki Siccindedir.”
İbn Ebi Necih, Mücahid’den şöyle dediğini rivayet eder: “Siccîn” yedinci arzın altında bir kayadır. Bu kaya ters çevrilip, günahkârların kitabı onun altına bırakılır. Buna yakın bir açıklama İbn Abbas, Katade, Said b. Cübeyr, Mukaüi ve Kab’dan rivayet edilmiştir. Ka’b dedi ki: İblisin yanağı altında (bulunan ) o iaşın altında kâfirlerin ruhları bulunmaktadır. Yine Ka’b’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sictin. yedinci arzın altında siyah bir kayadır. Onun üzennde herbır şeytanın ismi yazılıdır, kâfirlerin canları orada bırakılır.
Said b. Cübeyr dedi ki: Siccîn, İblisin yanağının altıdır. Yahya b. Sellam dedi ki: Yerin altında siyah bir taş olup, orada kâfirlerin ruhları yazılır.
Ata el-Horosanî de şöyle demiştir: Bu en alttaki yedinci arzdır. Orada İb lis ve onun zürriyeti vardır.
İbn Abbas’tan da şöyle dediği nakledilmiştir: Kâfirin ölümü yaklaştığında Allah’ın elçileri de onun yanına gelirler. Allah’ın ona olan buğzu ve kendilerinin de ona duydukları buğz dolayısıyla ölüm anı gelmeden önce canını daha erken de almazlar, sonraya da bırakamazlar. Ölüm anı geldiği vakit canını alırlar ve azab meleklerine onu götürürler. Allah’ın dilediği kadarıyla ona kötü şeyler gösterirler. Sonra onu yedinci arza indirirler. Bu da Sic-cîndir ve İblisin saltanatının uzandığı son yerdir. Onun kitabını orada tesbR ederler.
Ka’b el-Ahbar’dan bu âyet-i kerime hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Günahkar kimsenin ruhu kabzedildikten sonra semaya çıkartılır. Sema onu kabul etmek istemez, sonra ruhu yere indirilir, yer de onu kabul etmek isteme z; Ruhu yedi arza girer ve nihayet ruhu Siccîne kadar götürülür. Orası da iblisin yanağıdır. İblisin yanağının altından Siccînden onun için bir sahife çıkar, bu sahifeye bir yazı yazılır ve yine İblisin yanağı altına bırakılır,
el-Hasen dedi ki: Siccîn yedinci arzdadır.
Bir açıklamaya göre bu, yüce Allah’ın verdiği bir misal ve Allah’ın, kendilerine faydalı olacağını zannettikleri amellerini reddedeceğine dair bir işarettir.
Mücahid dedi ki: Anlam şudur: Onların amelleri yedinci arzın altında olup, amellerinden hiçbir şey yukarıya yükselmez (kabul edilmez.) Yine (Mücahid) dedi ki: Siccîn yedinci arzda bir kayadır.
Ebıı Hureyre’nin rivayetine göre Peygamber (sav) söyle buyurmuştur “Siccîn cehennemde üstü açık olan bir kuyudur.” el-Felak hakkında da: “O üstü örtülü bir kuyudur” demiştir,[29]
Enes dedi ki: Siccîn en alt arzda bir yerdir. Yine Enes dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Siccîn yedinci arzın en aşağısıdır.”[30]
İkrime dedi ki: Siccîn hüsran ve sapıklık demektir. Arapların değeri düşen kimseye: Onun ayağı aşağılık bir yere kaydı” demelerine benzer.
Ebu Ubeyde, el-Ahfeş ve ez-Zeccac da şöyle demişlerdir: “Muhakkak ki Siccîtıdedir.” Bir hapiste ve çok büyük bir darlık ve sıkıntı içerisindedir, demektir. Bu Hapseımek”den “fi’il” vezninde bir kelimedir. Tıpkı Çok fasık” ve Çokça içki içen” demeye benzer. İbn Muk-bil şöyle demiştir:
“Ve kahramanların birbirlerine tavsiye ettiği şekilde, Miğferlere oldukça şiddetli darbeler indiren arkadaşlar.”
Yani onların kitabı (amel defterleri) bir hapistedir. Bu, onların konumlarının oldukça değersiz olduğuna bir delil olarak zikredilmiştir. Yahutta ondan yüz çevirmek ve uzak durmak, azarlamak ve hakir düşürmek mertebesindedir.
Lafzın aslının “Siccîl” olup “lam’ın yerine “nun” kullanıldığı da söylenmiştir. Bu da daha önce geçmiş bulunmaktadır.
Zeyd b. Eşlem dedi ki: Siccîn en aşağı arzdadır. Siccîl ise dünya semasın-dadır.
el-Kuşeyri dedi ki: Siccîn aşağılarda bir yerdir. Oraya bunların kitabı (amel defterleri) gömülür ve ortaya çıkmaz. Aksine hapsedilen kimse gibi o yerde kalmaya devam eder. Bu onların amellerinin kötülüğüne ve Allah’ın amellerini hakir kıldığına bir delildir. İşte bundan dolayı iyi kimselerin kitabı hakkında: “Mukarreb olanlar onu müşahede ederler” (21. âyet) diye buyurmaktadır.
“Siccînin ne olduğunu sana ne bildirdi?” Yani ey Muhammedi Bu, senin de, senin kavminin de daha önce bildiğiniz şeylerden değildi.
Daha sonra bunu açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
“O yazılmış bir kitaptır.” Yani elbise ve kumaşın üzerindeki desen gibi yazılmıştır, asla unutulmaz ve silinmez. Kata de dedi ki: Yazılmış” demektir. Aralarına hiç kimse ilave edilmez ve onlardan kimse eksiltilmez” (demektir).
ed-Dahhak dedi ki: “Yazılmış”; Himyerlilerin lehçesinde mühürlenmiş, sona erdirilmiş demektir.’in asıl anlamı “yazmak”tır. Şair şöyle demiştir:
“Benden uzak oluşunuza rağmen size suyun üzerinde yazı yazacağım, Eğer suyun üzerinde yazı yazan birisi varsa.”
Yüce Allah’ın: “Siccîn’in ne olduğunu sana ne bildirdi” buyaığunda “Siccîn” lafzının Arapça olmayan bir kelime olduğuna delalet eden bir husus yoktur. Tıpkı: “Karia! Nedir o karia? Karia’nm ne olduğunu sana ne bildirdi?” (el-Karia, 101/1-3) buyruğunda “Karia”nın Arapça olmadığına dair bir delil bulunmadığı gibi. Bilakis bu buyruk “Siccîn’in durumunun azametine dikkat çekmek içindir. Yüce Allah’a hamdolsun ki, daha önceden kitabımızın Mu-kaddime’sinde “Kur’ân-i Kerîm’de Arap Dilinden Başka Kelime Var mıdır?” buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
“Yalanlayanların o gün vay haline!” Kıyamet gününde, yalanlayanlar için çuk çetin haller ve azab vardır, demektir. Daha sonra yüce Allah, durumlarını açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
“Onlar ki, o din gününü” hesab, amellerin karşılığının verileceği (ceza) ve kulların arasında hüküm verileceği günü “yalan sayarlar. Halbuki onu haddi aşan ve çok günahkâr olan bir kimseden başkası yalanlamaz.” Günahkâr ve haktan sapan insanlarla olan ilişkilerinde onlara ve kendisine haksızlık yapan, Allah’ın emrini terketmek hususunda da çok günahkâr olan kimseden “başkası yalanlamaz.”
Burada sözü edilen kimsenin el-Velid b. el-Muğire, Ebu Cehil ve benzerleri olduğu söylenmiştir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ona karşı âyetlerimiz okunduğunda: ‘Evvelkilerin efsaneleridir’ derdi.”
“Okunduğunda” anlamındaki lafzı, genel olarak iki “te” ile okunmuştur, Ebu Hayve, Ebu Simak, Eşheb el-Ukayli ve es-Sülemî ise (birinci :te” yerine) “ye” ile diye okumuşlardır (anlam değişmez).
“Evvelkilerin efsaneler i”; onların yazıp, allayıp pulladıkları sözleri ve batılları demektir. Efsaneler”in tekili ile şeklinde gelir. Daha önce geçmiş bulunmaktadır. [31]
- Hayır! Aksine onların kazandıkları kalplerini örtmüştür.
- Hayır! Muhakkak ki onlar o günde Rabblerinden elbette perdelenmiş olacaklardır.
- Sonra onlar hiç şüphesiz cehennemi boylayacaklardır.
- Sonra: “İşte bu, sizin yalanlayageldiğiniz şeydir” denilir.
“Hayırl Aksine onların kazandıkları kalplerini örtmüştür” buyruğundaki: Hayır!” red ve azardır. Yani o geçmişlerin masalları değildir. el-Ha-scn: Gerdekten “onların… kalplerini Örtmüştür” anlamındadır, demiştir.
Bir açıklama da şöyledir: Tirmizi’de Ebu Hureyre’den gelen rivayete göre, Raşûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kul bir günah işlediği’ takdirde onun kalbine siyah bir nokta konulur. Bu işten va2geçer, Allah’tan mağfiret dileyip tevbe ederse, kalbi cilalanır. Eğer (tevbe ve istiğfar etmeyip) tekrar o günahı işlerse bu nokta daha da arttırılır. Ta ki kalbinin tamamını Örtün-ceye kadar. İşte yüce Allah’ın; “Hayır! Aksine onların kazandıkları kalplerini örtmüştür” buyruğunda sözkonusu ettiği “er-Ra’n (Örtüp, bürümek)” budur.” (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir[32]
Müfessirler de böyle demişlerdir: Bu, kalb kararıncaya kadar günah üstüne günah işlemektir, Mücahid dedi ki: Bu, bir günah işleyip günahın kalbini çepeçevre kuşattığı, sonra tekrar bir günah daha işleyip bu günahın da kalbini çepeçevre kuşattığı ve nihayet günahlar kalbini tamamıyla örtüp perdelediği kimsedir.
Mücahid dedi ki: Bu buyruk el-Bakara Sûresi’nde yer alan: “Hayır, kim bir kötülük işler ve günahı kendisini çepeçevre fewşati/-sa…”(el-Bakara, 2/81) âyeti gibidir. Buna yakın bir açıklama el-Ferra’dan nakledilmiştir. O şöyle demekledir: Yüce Allah, boylelerinin çokça masiyet ve günah işlediklerini ve bunun kalblerini çepeçevre kuşattığını anlatmaktadır. İşte kalplerin üzerinin perdelenmesi, örtülmesi budur.
Yine Mücahid’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kalb bir mağaraya benzer, deyip elini kaldırdı. Kul bir günah işledi mi kalb büzülür, dedi ve bir parmağını kapattı. Bir günah işledi mi yine içeri doğru çekilir, dedi ve diğer bir parmağını kapattı, sonunda bütün parmaklarını kapattı.., ve nihayet artık onun kalbine mühür basılır. (Mücahid devamla) dedi ki: Onlar (bizden önceki alimler) işte “reyn (kalbin örtülmesi)”nin bu olduğu görüşünde idiler. Daha sonra: “Hayır! Aksine onların kazandıkları kalblerini örtmüştür” buyruğunu okudu.
Bunun bir benzeri aynı şekilde Huzeyfe (r.a)’dan da rivayet edilmiştir.
Bekr b. Abdullah dedi ki: Kul, günah işledi mi kalbinde iğne batmış gibi bir iz olur. Sonra İkinci bir defa daha günah işledi mi aynı şey olur. Nihayet günahlar çoğaldı mı bu sefer kalp bir elek yahut bir kalbur gibi olur, hayır diye bir şeyin farkına varmaz ve o kalpte salâh diye bir şey sebat bulmaz.
Bu anlamda Raşûlullah (sav)’dan sabit olmuş haberler ışığında bu hususu daha önceden el-Bakara Sûresi’nde (2/7. âyet, 4 ve 5. başlıklarda) açık-lamış bulunuyoruz. O bakımdan bunları tekrarlamanın anlamı yoktur.
Abdu’1-Ğani b. Said, Musa b. Abdu’r-Rahman’dan, o İbn Cüreyc’den, o Ata’dan, o İbn Abbas’tan ve yine (Abdu’1-Ğani), Musa (b. Abdurrahman)’dan, o Mukatil’den, o ed-Dahhak’tan, o İbn Abbas’tan bir şeyler rivayet etmiş bulunuyor ki, bunun sıhhatini en iyi büen Allah’tır. Bu rivayette o şöyle demektedir: O iki baldır, bacak ve ayak üzerinde olan “er-rân” diye bilinen şeydir ve o savaşta giyilen şeydir. (Abdu’1-Ğani) dedi ki: Başkaları da şöyle demiştir: er-Rân kişinin kalbinden geçen duygudur. Ancak bunlar, sıhhati hakkında teminat verilemeyen rivayetlerdendir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Genel olarak tefsir bilginleri ise bundan önce yapılmış olan açıklamaları benimsemiş bulunmaktadırlar. Dilbilginlerİ de bu açıklamayı kabul etmişlerdir. Nitekim şöyle denilir: Kişinin kalbine günahı baskın geldi, gelir” denilir. Ebu Ubeyde yüce Allah’ın: “Hayır! Aksine onların kazandıkları kalblerini örtmüştür.” Yani kalblerine baskın, galib gelmiştir, demektir. Ebu Ubeyd dedi kir Seni yenik düşüren ve sana üstün gelen herbir şey: Seni yenik düşürdü, ,sana galib geldi” diye ifade edilir. Şair de şöyle demiştir:
“Nice günah var ki, günahkârın kalbinin üstüne çıkıp galib gelmiştir, o da kalbine üstün ve galib gelen günahtan tevbe etmiş de
kalbi de cilâianmıştır.”
Şarab aklına gaiib geldi (aklını örttü, onu sarhoş etli)” denilir. Uyuklama ona galib geldi, onu bürüdü” denilir.
Ömer (r.a)’ın Cüheyneli Useyfi hakkında söylediği: Artık borçlar ona galib gelmiş (onun malını aşmış) bulunmaktadır” sözleri de bu kabildendir. Bu kişi çokça borç alan bir kimse idi.
Ebu Zübeyr’in şarabın etkisi ile sarhoş oluncaya kadar içki içmiş bir kimseyi anlatırken söylediği şu beyit de bu kabildendir:
“Sonra onu şarabın etkilediğini ve buna karşılık, Korkarak onu etkisi altına almadığını gördü.”
Burada “şarabın onu etkilemesi” aklına ve kalbine galib gelmesi anlamındadır.
el-Umevi dedi ki: O kavmin davarları telef oldu ve oldukça güçsüz ve zayıf kaldı” tabiri, onlar davarları telef olup, güçsüz kalan kimselerdir, demektir. Buna sebep ise onların kendilerini yenik düşüren (çaresiz bırakan) bir hususla karşı karşıya kalıp buna katlanabilme gücünü bulamayışlarıdır,
Ebu Zeyd dedi ki: Bir kimse içinden çıkılamayacak kadar zor bir durum ile kargı karşıya kalıp, buna güç yetiremeyecek olursa bu halini anlatmak üzere: denilir.
Ebu Muaz en-Nahvi dedi ki: “Reyn” kalbin günahlardan ötürü kararması, “tab”‘ kalbe mühür vurulması demektir. Bu reynden daha ağırdır. îkfal (kilitlemek) ise tabdan daha ağırdır.
ez-Zeccac dedi ki: Reyn ince bir bulut gibi kalbi örten pas gibi bir şeydir. “el-Ğayn” de onun gibidir. Kalbinin üzeri örtüldü” denilir. Yine “ğayn” birbirine sarmaş dolaş ağaçlar, demektir. Tekili diye gelir ki yaprakları çok, dalları birbirine sarılmış yeşil ağaç anlamındadır. Bunun günahın kalbi çepeçevre kuşatması anlamına geldiğine dair el-Ferra’nın görüşü daha önceden geçmiş, bulunmaktadır.
es-Sa’lebi, İbn Abbas’tan: “Kazandıkları kalblerini örtmüştür” buyruğunu kalblerini Örtüp, kapatmıştır, diye açıkladığını zikret inektedir. Yüce Allah’ın izniyle ondan sahih olarak gelen rivayet de budur.
Hamza, el-Kisai, d-Ameş, Ebu Bekr ve el-Mufaddal: Örtmüştür” lafzını imale ile okumuştur. Çünkü burada fau’1-fiil (yani fiilin birinci harfi) “rc”dir. Aynul-fiil olan “elif” ise ‘ye’den kalb olmuştur. Bundan dolayı burada imale yapmak güzeldir. Fethalı okuyan ise aslına göre okumuştur. Çünkü feale” babından gelen fiillerde fau’1-fiil (birinci harD üstündür. ölçtü, sattı” ve benzeri fiillerde olduğu gibi. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim de bunu tercih etmişlerdir.
Hafs, Aksine” üzerinde vakıf yapar, sonra da: Örtmüştür” diye okumaya başlar. Onun bu vakfı “lam” harfini açıkça beyan etmek içindir, yoksa susmak (sekle) için değildir.
“Hayır! Muhakkak ki onlar” gerçekten kâfirler “o günde” kıyamet gününde “Rabblerinden elbette perdelenmiş olacaklardır.”
Hayır!” buyruğunun red ve azar için olduğu da söylenmiştir. Yani durum onların dedikleri gibi değildir, aksine “muhakkak ki onlar o günde Rabblerinden elbette perdelenmiş olacaklardır.”
ez-Zeecac dedi ki: Bu âyet-i kerimede yüce Allah’ın kıyamet gününde görüleceğine dair delil vardır. Eğer durum böyle olmasaydı bu âyetin herhangi bir faydası olmazdı ve Rabbierinden perdelenmiş olmak suretiyle kâfirlerin mertebesinin aşağı olması sözkonusu olmazdı. Yüce Allah ayrıca: “O günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rabblerine bakıcıdırlar,” (el-Kıyame, 75/22-23) diye buyurmaktadır. Şanı yüce Allah, mü’minlerin kendisine bakacaklarını haber vermekte ve kâfirlerin O’nu görmekten yana perdelenmiş olacaklarını bildirmektedir.
Malik b. Enes, bu âyet-ı kerime hakkında şöyle demiştir: Yüce Allah, düşmanlarını perdeleyip, onlar da O’nu göremeyince, dostlarına kendisini görsünler diye tecelli edecektir.
Şafii de şöyle demiştir: Gazab ile birtakım kimseleri perdelemesi, rıza ile birtakım kimselerin Onu göreceklerine delildir. Daha sonra şöyle demiştir: Allah’a yemin olsun ki eğer Mııhammed b. İdris, âhirette Rabbini göreceğine kesin olarak, inanmazsa dünyada ona ibadet etmezdi.
el-Huseyn b. el-Fadl dedi ki: Yüce Allah, dünya hayatında iken onları tevhidin nurunun gerisinde perdelediğinden ötürü, âhirette de kendi zatını görmekten yana onları perdeleyecektir.
Mücahid yüce Allah’ın: “Perdelenmiş olacaklardır” buyruğu hakkında şöyle demiştir: Yani O’nun lütuf ve rahmetinden engellenmiş, alıkonulmuş olacaklardır.
Katade dedi ki: Yüce Allah, onlara rahmetiyle bakmayacaktır, unlan temize çıkarmayacaktır ve onlar için çok acıklı bir azab olacaktır, demektir.
Ancak birinci görüş, cumhur tarafından kabul edilmiş olup, onların Allah’ı görmekten yana perdelenmiş olacakları, bundan dolayı Onu göremeyecekleri demek olduğunu kabul etmişlerdir.
“Sonra onlar, hiç şüphesiz cehennemi boylayacaklardır.” Oradan asla ayrılmayacaklar, orada sürekli kalacak, oradan hiç çıkmayacaklardır.”Derileri piştikçe azabı tatmaları için derilerini başka derilerle değiştireceğiz.” (en-Nisa, 4/56);”Aleviyavaşladıkça Biz, onlara alevini arttırırız.” (el-îsra, 17/97) el-Cahim’in cehennem ateşinin dördüncü kapısı olduğu söylenir.
“Sonra” onlara yani cehennemin bekçiterince; “işte bu sizin” dünya hayatında iken Allah’ın rasûllerini “yalanlayageldiğiniz şeydir, denilir.” [33]
- Hayır! Şüphe yok ki iyilerin kitabı “İlliyyîn”dedir.
- “İlHyyîn”in ne olduğunu sana ne bildirdi?
- O yazılmış bir kitaptır.
- Mukarreb olanlar, onu müşahede ederler.
“Hayır! Şüphe yok ki iyilerin kitabı İİHyyîn’dedir.” buyruğundaki Hayır” lafzı “gerçekten” anlamındadır. Vakıf (bir önceki âyet-i keri mede geçen): Yalanlayageldiğiniz” (17′. âyet) lafzı üzerindedir.
Şöyle de açıklanmıştır: Durum onların dedikleri gibi de değildir, zannettikleri gibi de değildir. Aksine onların kitabı “SiccîynMe, mü’minleri kitabı ise “İllİyyîn”dedir.
Mukatil şöyle demiştir: Hayır, yani onlar boylayacakları azaba iman etmiyorlar. Daha sonra yeni bir ifadeye başlayarak şöyle buyurmaktadır: “Şüphe yok ki iyilerin kitabı…” mertebelerine göre “İUiyyîn”de yükseltilmiş olacaktır.
İbn Abbas dedi ki: Cennette… demektir. Yine ondan; Onların amelleri semada Allah’ın Kitabındadır, diye açıkladığı nakledilmiştir.
ed-Dahhak, Mücahid ve Katade dedi ki: Bu nrü’mirilerin ruhlannın yer aldığı yedinci sema demektir. İbnul-Eclah. ed-Dahhak’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu Sidre-i Munteha’dtr. Allah’ın emrinden olan herşey oraya kadar ulaşır, kendileri de bu Sıdreyi aşmazlar ve: Rabbim -o kulunu kendilerinden daha iyi bildiği halde- (bu) senin filan kulundur, derler. Yüce Allah’tan ona azaptan emin olduğuna dair olarak mühürlenmiş bir kitab gelir. İşte yute Allah’ın: “Şüphe yok ki iyilerin kitabı İllİyyîndedir” buyruğu bunu anlatmaktadır,
Ka’b ei-Ahbardan şöyle dediği nakledilmiştir: Mü’minin ruhu, alındıktan sonra alsmp semaya yükseltilir. Semanın kapıları o ruha açılır, melekler o ruhu müjde ile karşılar. Sonra Arş’a ulaşıncaya kadar o ruh ile birlikte çıkarlar. Arşın altından onlara bir deri parçası çıkartılır. Onun üzerinde yazılır ve kıyamet gününde hesaptan kurtulacağına dair ona bir mühür basılır buna mukarreb melekler de tanıklık ederler.
Yine Katade şöyle demiştir: “İlliyyîndedir” yani Arşın sağ bacağı yanında, yedinci semadadır.
el-Bera b. Azib dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “İlliyyîn, Arşın altında yedinci semadadır.[34]
Yine İbn Abbas’tan rivayete göre o şöyle demiştir: İİHyyîn yeşii bir zebercetten bir levh (kara tahta) olup, Arş’a asılıdır. Onların amelleri buna yazılmıştır. el-Ferra dedi ki: İiliyyîn, yükseklik üstüne yüksekliktir.
İlliyyînin en yüksek mekan olduğu da söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya göre, bunun yüksekliği kat kattır. Adeta sonu yok gibidir, denilmiştir. İşte vav ve nün ile çoğulunun gelmesi de bundandjr. Taberi’nin açıklamasının anlamı budur.
el-Ferra dedi ki: Bu çoğul suretinde meydana getirilmiş bir isimdir, bunun kendi lafzından tekiü yoktur. Tıpkı: Yirmi” ile; Otuz” demeye benzer. Araplar bir çoğul yapıp, aynı yapıdan tekili de, tesniyesi de yoksa bu tür çoğulları müzekker ve müennes hallerinde de “nun” ile yaparlar. et-Taberi’nin açıklaması da bu anlamdadır.
ez-Zeccac dedi ki: Bu ismin irabı çoğul irabı gibidir. Nitekim; Bu Kınnesrûn (ki’n-nesrin)dir” ve; Kınnesrini gördüm” demek de böyledir.
Yunus en-Nahvî dedi ki: Bunun tekili; ile diye gelir.
Ebu’1-Feth dedi ki; “İiliyyîn” kelimesiin çoğuludur. Bu çoğu) “el-uluvv”den “fi’îl” veznine getirilmiş bir kelimedir. Aslında bunun diye gelmesi gerekirdi. Tıpkı yüksek odaya: denilmesi gibi. Çünkü bu kelime; ‘den gelmektedir, den “te” harfi hazfedilince bunun yerine “vav” ve “nun” ile çoğul yapıldı, tıpkı: Arzlar” demelerinde olduğu gibi.
Bir diğer görüşe göre “İiliyyîn” meleklerin bir sıfatıdır. Mele-i a’Ia diye bilinenler, onlardır. Nitekim “filan kişi filanoğullan arasındadır” denilirken o onlardandır ve onların nezdindedir, demektir. İbn Ömer yoluyla rivayet edilen hadisteki haberde belirtildiğine göre de Rasülullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz İiliyyîn ehli (İliiyyîn mertebesinde olanlar) cennete şöyle şöyle bir yerden bakarlar. İlliyyînden olan bir kimse yukarıdan baktı mı yüzünün aydınlığı dolayısıyla cennet de apaydınlık olur. Cennetlikler burada ne oluyor, derler, İiliyyîn ve ebrardan olan bir kimse, itaat ve sıdk elıli olan kimselere yukarıdan baktı, denilir.[35]
Bir diğer haberde de şöyle denilmektedir: “Şüphesiz ki cennet ehli, İiliyyîn ehlini apaydınlık yıldızın, semanın ufkunda görülmesi gibi görürler.”[36]
İşte bu “İlliyyîn”in yüksekçe yerin adı olduğunun delilidir.
Bazı kimseler İbn Abbas’tan yüce Allah’ın: “îlliyyîn” buyruğu ile ilgili olarak şunları söylediğini rivayet etmektedirler: Yüce Allah, onların amellerinin vt; ruhlarının dördüncü semada olduğunu haber vermektedir.
Daha sonra yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “İlliyyînin ne olduğunu sana ne bildirdi?” Yani ey Muhammed, İlliyyînin nasıl bir şey olduğunu sana bildiren nedir? Bu Hz. Peygamber efendimizin üstün mertebesinin büyüklüğüne ve üstünlüğüne işaret olmak üzere sorulmuş bir sorudur. Daha sonra İlliyyîni ona açıklayarak şöyle buyurmaktadır;
“O yazılmış bir kitabtır. Mukarreb olanlar onu müşahede ederler.”
Bir diğer görüşe göre; “o yazılmış bir kitabtır” buyruğu “İlliyyîn”in açıklaması değildir. Aksine yüce Allah’ın: flliyyîn…” buyruğu ile ifade tamam olmakladır. Sonra yeni bir ifade başlangıcı olarak; “o yazılmış bir ki-tabttr” diye buyurmuştur. Yani iyilerin kitabı yazılmış bir kitabtır. Bundan dolayı yüce Allah, “günahkarların kltabı”ndan sözederken “yazımdan tam aksi bir surette sözetmektedir. Bu açıklamayı el-Kuşeyri yapmıştır.
Rivayet olunduğuna göre, melekler, kulun amelini alıp, yukarı çıkartırlar. (Melekler) onu karşılarlar. Yüce Allah’ın egemenliği altında bulunan dilediği bir yere kadar onu ulaştırdıklarında onlara şöyle vahyeder Siz Benim kullarımın bekçileri idiniz. Onun kalbinde ne olduğunu görüp gözeten ise Benim. O Benim için ihlas ile amelde bulunmuştur. O bakımdan siz onu İlliy-yîne yerleştiriniz. Ben ona mağfiret büyürdüm. Yine melekler (böyle olmayan bir) kulun amelini alıp çıkartırlar. Allah’ın dilediği bir yere ulaştıklarında onu orada bırakırlar, Allah da onlara şunu vahyeder: Siz kullarımın üzerindeki bekçiler idiniz. Onun kalbinde olanı görüp gözeten de Bendim. O Bana ihlas ile amel etmedi, o bakımdan onu Siccînde bırakınız.
“Mukarreb olanlar onu müşahede ederler.” Yani iyi kimselerin ameline her semadaki mukarreb melekler tanık olurlar.
Vehb ve İbn İshak dedi ki: Burada “mukarreb olanlar” İsrafil (a.s)’dır. Mümin iyi bir amelde bulunduğu vakit melekler yerde güneşin nurunu andıran bir nur ile semavatta parıldayan bir nuru bulunan sahife ile o amelini alıp yükseğe çıkariar. Nihayel bu sahife İsrafil’e ulaştırıldığında o sahife mühürlenir ve üzerinde yazı yazılır. İşte yüce Allah’ın: “Mukarreb olanlar onu müşahede ederler”, yani onların yazdıklarına şahitlik ederler, buyruğu bunu anlatmaktadır. [37]
- Şüphe yok kî o iyiler, nimetler İçindedirler. 2J. Tahtlar üzerinde seyrederler. 24. O nimetlerin güzelliğini yüzlerinde tanırsın. 25- Onlara mühürlü halis şarabtan içirilecek.
- Ki onun mührü misktir. O halde yarışanlar, bunun için yarışsınlar.
- Onun katkısı “TesnînV’dendir.
- O, yakmlaştırılmiş olanların kendisinden içecekleri bir pınardır.
“Şüphe yok ki o iyiler” sadakat ve itaat ehli olan kimseler “nimetler içindedirler.” Yani onlara ihsan edilen nimetlere gark edileceklerdir.
Allah ona nimetler verdi, o da bu nimetlerden yararlandı” denilir. Nimet içinde bir kadın” ile aynı anlamdadır.
Yani iyi olan kimseler cennetlerde, nimetler içerisinde onlardan yararlanacaklardır.
“Tahtlar üzerinde” süslü çadırlar içerisindeki tahtlar üzerinde, Allah’ın kendileri için hazırlamış olduğu türlü bağış ve ihsanları “seyrederler.” Bu açıklamayı İkrime, îbn Abbas ve Mücahid yapmıştır. Mukatil de şöyle demiştir; Onlar cehennem ehlini seyrederler. Peygamber (sav)’dan: “Cehennemde düşmanlannı seyrederler”[38]diye açıkladığı da nakledilmiştir. Bunu el-Meh-devî zikretmiştir. Onun lütuf ve ihsanlarının tahtları üzerinde, onun zatına ve celaline bakarlar, diye de açıklanmıştır,
“O nimetlerin güzelliğini” parlaklığını, tazeliğini ve aydınlığını “yüzlerinde tanırsın.”
Bitki çiçek verip, dai uçları beyazlaşmaya başladığında: Bitki güzelleşti, ahmlılaştı” denilir.
“Tanırsın” anlamındaki lafız genel olarak “te” harfi üstün, “re” harfi kes-relî olarak; diye ve: Güzelliğini” lafzı da nasb ile okunmuştur ki; ey Muhammed, sen tanırsın, demektir.
Ebu Cafer b. el-Ka’â, Yakub, Şeybe ve İbn Ebi İshak ise, meçhul bir fiil olarak “te” harfini ötreli, “re” harfini üstün: Tanınır” şeklinde; Güzelliği” lafzı da merfû’ olarak okunmuştur. (Güzelliği tanınır, demek olur.)
“Onlara mühürlü, halis” el-Ahfeş ve ez-Zeccac’a göre; katkısı bulunmayan “şarabtan içirilecek” ‘in “saf, katıksız şarab” olduğu söylenmiştir. es-Sıhak’td da şöyle denilmektedir: Şarabın halis olanı” demektir. Anlam birdir. el-Halil dedi ki: Bu, şarabın en ileri derecesi ve en kalite-lisidir. Mukatil ve başkaları da şöyle demiştir: Katıksız, saf, beyaz, eski ve parlak şarap demektir. Hassan şöyle demiştir:
“el-Baris’te yanlarına gelen konuklara Boğazdan rahat geçen, beyaz şarap katılmış, Beradâ ırmağından içirirler.”
Bir başka şair de şöyle demektedir:
“Hem gençliğe ve onu anmaya yol yoktur
Benim için, rahatça akan, katıksız şarabtan daha çok canın çekeceği.”
“Ki onun mührü misktir.” Mücahid dedi ki: Son yudumu ona misk ile mühürlenir.
Şöyle de açıklanmıştır: Yani onlar o halis şarabı içeceklerinde ve bardaklarında bulunanlar bittiği takdirde, buna misk ile mühür vurulacaktır (bitirilecektir).
İbn Mesud şöyle derdi: O şarabın sonunda misk tadını alacaklardır. Buna yakın bir açıklama Said b, Cübeyr ve İbrahim en-Nehai’den nakledilmiştir. Onlar: Onun sonu, mührü, tadının sonu demektir. Bu da güzel bir açıklamadır. Çünkü genelde tortu içeceklerin sonunda bulunur. Yüce Allah, cennetliklerin içeceğinin sonundaki kokusunu misk kokusu olmakla nitelendirmiştir.
Mesruk’tan, onun Abdullah’tan naklettiğine göre, Abdullah şöyle demiştir; Sonu mühürlü (anlamı verilen: el-mahtum): katılmış, karıştırılmış demektir.
Bunun mühürlenmiş ve iyiler tarafından mührü çözülünceye kadar herhangi bir kimsenin el sürmesi engellenmiş, anlamında olduğu da söylenmiştir.
Ali, Alkame, Şakîk, ed-Dahhak, Tavus ve el-Kisai “onun mührü” anlamındaki lafzı, diye “hı” harfi ile “te” harfi -aralarında “elif bulunmak suretiyle üstün okumuşlardır.
Alkame dedi ki; Kadının, koku satıcısına: “Onun mührünü misk koy!” dediğini ve bu sözleriyle sonunu kastettiğini görmediniz mi?
Mühür” ile Son, nihayet (mealde: mühür)” aniam itibariyle birbirine yakındır, ancak birincisi isim, ikincisi mastardır. Bu açıklamayı el-Ferra yapmıştır.
es-Sıhah’ıa. şöyle denilmektedir; Sonda mühür olarak kullanılan çamur” demektir. Mücahid ve İbn Zeyd de böyle demişlerdir: O itkinin kabı, çamur yerine misk ile mühürlenmiştir. Bu açıklamayı el-Mehdevi naklel-miştir. el-Ferezdak şöyle demiştir:
“Ve ben mühür kapaklarını açmaya koyuldum.” el-A’şâ da şöyle demiştir:
“Ve ben onu üzerinde mühür olduğu halde çıkartıyordum.”
Üzerinde mühür basılmış bir çamur olduğu halde, demektir. Tıpkı: ‘in; Silkelenmiş” anlamında, ‘in; Kabzedilmiş1’ anlamında kullanılmasına belemektedir.
İbnu’l-Mübarek ve -lafız İbn Vehb’in olmak üzere- İbn Vehb, Abdullah b. Mesud’dan yüce Allah’ın: “Ki onun mührü misktir” buyruğunu onun karışımı misktir, yoksa sonuna vurulan mühür değildir, diye açıklamıştır. Nitekim sizden herhangi bir kadının: Onun hoş koku olarak karışımı şu ve şudur, dediğine dikkat etmiş olmalısınız. Burada maksat onun karışımının misk olacağıdır, (Devamla İbn Mesud) dedi ki: Gümüş gibi beyaz bir içecektir. Son İçkilerini onunla bitirirler. Eğer dünya ehlinden herhangi bir kimse ona elini sokup, sonra çıkartacak olursa, onun o hoş kokusunu almayacak canlı hiçbir kimse kalmayacaktır.
Ubey b. Ka’b rivayetle dedi ki: Ey Allah’ın Ra.sûlü, mühürlü halis şarab nedir? diye sorulmuş o da: “Şarabın geriye kalan kısmıdır.” diye buyurmuştur[39]
Bir diğer açıklamaya güre bu şarab, kablarda mühürlüdür ve bu ırmaklarda akan şarabtan ayrıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
“O halde yarışanlar bunun içîn” ve cennete dair anlattıklarımız için “yarışsınlar.” İsteyenler, arzu edenler bunu arzulasınlar, demektir.
O şey hususunda bencillik gösterdim ve ona ulaşmasını eline geçmesini istemedim’ demektir.
Buyruktaki “fe”nin, (J~) anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani amel hususunda ellerini çabuk tutacak olanlar, haydi bu hususta ellerini çabuk tutsunlar. Bunun bir benzeri de yüce Allah’ın: “İşte çalışanlar böylesi için ço-hşsınlar.” (e$-Sâtfâtt 37/61) buyruğudur.
“Onun katkısı” yani bu katıksız şarabın katkısı “Tesnîmdendİr.” Tesnîm, onların üzerine yukardan dökülen bir şaraptır. Cennetteki şarapların en üstünüdür. Sözlükle “TL-snîrrfİn asıl anlamı yüksekliktir. Bu yukardan aşağı doğru akan bir su pınarıdır. Devenin hürgücü bedenine nisbetle üstün olduğundan dolayı hörgüce “senam” denilmesi de buradan geldiği gibi “kabirlerin Tes-nîmi (deve hürgücü gibi tümsek yapılması)” tabiri de buradan gelmektedir.
Abdullah’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Tesnîm, cennette bir pınar olup mukarrebler katıksız olarak ondan içerler. Ashabu’l-Yemin’in bardaklarına ise Tesnîmden katılır ve içkileri daha da güzelleşir. İbn Abbas yüce Allah’ın: “Onun katkısı Tesnîmdendir” buyruğu hakkında şöyle buyurmuştur; Bu yüce Allah’ın: “Onlara gözleri aydınlatan ne nimetler gizlendiğini hiçbir kimse bilmez” (es-Secde. 32 1T) diye buyurduğu şeyler arasında yer alır.
Tesnîmin yüce Allah’ın kudreti ile havada akan ve cennetliklerin kabla-rına alabilecekleri kadar su tlöken bir ırmak olduğu da söylenmiştir. Kabla-rı doldu mu su tutulur ve ondan yere bir damla dahi düşmez. Aynca su almaya ihtiyaçları olmaz. Bu açıklamayı Katade yapmıştır. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Bize ulaştığına güre bu Arşın altından akan bir ırmaktır. d-Hasen’in mürsdlerinde de böyle denilmektedir. Biz bunu daha önceden el-İnsan Sûresi’nde (76/15-18. âyetlerin tefsirinde) zikretmiş bulunuyoruz.
“O, yakınlaştırmış olanların kendisinden içecekleri, bir pınardır.” Yani ondan Adn cenneti sakinleri içece ki erdir. Bunlar cennetliklerin en faziletlileridirler ve bu şarabı katkısız içeceklerdir. Başkalarına ise katkılı olarak sunulacaktır.
Bir pınar” medh (övgü) olmak üzere nasb edilmiştir. ez-Zeccac dedi ki: Bvı, “Tesnîm”den hal olarak nasbedürniştir. Teşriîm, marife bir kelime olup, bunun iştikakı (hangi kökten türediği) bilinmemektedir. Eğer bunu “senam: hörgüç”den müştak bir mastar kabul edecek olursak o takdirde “bir pınar” lafzı nasbedilmiş ulur, çünkü mefulün bihdir. Yüce Allah’ın: Yahut açlığın çok olduğu bir günde yemek yedirmektir… bir yetime” (el-Beled, 90/14-15) buyruğunda(ki “yetim” anlamındaki lafızda) olduğu gibi. Bu el-Ferrâ’nın da görüşü olup, buna göre “bir pınar” lafzı, teşriîmden dolayı nasbedilmiştir. el-Ahfeş”e göre ise “onlara… içi-rilecek” lafzı ile nasbeditmıştir ki; bu da; onlara bir pınardan içirilir, demektir. el-Müberred’e göre ise övgü olmak üzere: Yani” takdiri ile nas-bedilmiştir. [40]
- Şüphe yok ki o günahkârlar iman edenlerden bir kısmına gülerlerdi.
- Yanlarından geçtiklerinde de birbirlerine kaş-göz işareti yaparlardı.
- Ailelerine döndükleri vakit zevk duyarak dönerlerdi.
- Onlar, bunları gördüklerinde de: “Şüphe yok ki bunlar sapmışlarda-” derlerdi.
- Halbuki onlar, bunların üzerine gözetleyiciler olarak gönderilmemişlerdi.
- İşte bugün ise iman edenler, o kâfirlere gülerler.
- Tahtlar üzerinde bakarlar.
- O kâfirlere işleyegeldiklerinin cezası verildi oıİ?
“Şüphe yok ki o günahkârlar…” buyruğu ile yüce Allah, dünyada kâfirlerin ruhlarının mü’minler İle birlikteki hallerini nitelendirmekte ve onîarın mü’minlerle alay ettiklerini belirtmektedir.
Kastedilenler, şirk ehlinden olan Kureyş’in elebaşılarıdır. Birtakım kimseler İbn Abbas’tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Burada sözü edilenler el-Velid b. el-Muğîre, Ukbe b. Ebi Muayt, el-Aas b. Vail, el-Esved b. Abdi Ya-ğus, el-Âs b. Hişam, Ebu Cehil ve en-Nadr b. el-Haris’tir. İşte bunlar:
“İman edenlerden” Muhammed (sav)’ın ashabından Ammar, Habbab, Su-heyb ve Bilal gibi olan “bir kısmına” onlarla alay etmek üzere “gülerlerdi.”
Rasûlullah (sav)’ın yanına gittiklerinde “yanlarından geçtiklerinde de birbirlerine kaş-göz işareti yaparlardı.” Biri diğerine kaş-göz işareti yapıyor, gözleriyle işarette bulunuyordu. Müslüman oldukları için onları ayıplıyor ve onları tenkid ediyorlardı, anlamında olduğu da söylenmiştir.
O şeyi elimle yokladım” denilir. Şair şöyle demiştir:
“Ben bir kavmin mızrağını elimle yokladım mı? Onun boğumlarını kırar ya da düzelirlerdi.”
Âişe (r.anha) dedi ki: Peygamber (sav) secde etti mi: “(^ Beni eliyle dürter, ben de ayaklarını kendime doğru çekerdim” demiştir.[41] Bu hadis daha önce en-Nisa Sûresi ‘nde (4/43. âyetin tefsiri 26. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır, Ona gözümle işaret ettim” demektir.
Kusur” anlamında olduğu da söylenmiştir. Onu ayıpladı” denilir. Filanın hiçbir ayıbı yoktur” demektir.
Mukatil dedi ki: Âyet-i kerime Ali b. Ebi Talib ile Peygamber (sav)’ın huzuruna gelen bir grub müslüman hakkında inmiştir. Münafıklar onu ayıplamış, onlara gülmüş ve birbirlerine kaş-göz işareti yapmışlardı.
“Ailelerine” yani ailelerine, arkadaşlarına ve kendileri gibi olanların yanına “döndükleri vakit zevk duyarak” yanı onların bu hallerinin şaşıma olduğunu belirterek “dönerlerdi.” Bir diğer açıklamaya göre, gittikleri küfür yolunu beğenerek ve müminleri alıp eğlenerek (dönerlerdi), demektir.
İbnu’l-Ka’kâ’, Hafs, ekA/rec ve es-Sülemî “elif “siz olarak: Zevk duyarak” diye okumuşlardır. Diğerleri ise (“fe” harfinden sonra) “elif ile okumuşlardır. el-Ferrâ dedi ki: Bunlar iki ayrı söyleyiştir. Tarnahkâr ve ihtiyatlı” kelimelerinde olduğu gibi. Daha önce ed-Duhan Sû-resi’nde (44/27 buyruğu açıklanırken) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah’a hamdolsun.
lafzının “Şımarık ve azgın” ‘in ise ‘nimet ve rahat içerisinde olan kimse” anlamında olduğu da söylenmiştir.
“Onlar, bunları gördüklerinde” yani bu kâfirler Muhammed (sav)’ın ashabını gördüklerinde “şüphe yok ki bunlar” Muhammed (sav)’a uymakla “sapmışlardır, derlerdi.”
“Halbuki onlar, bunların” amelleri “üzerine gözetleyiciler” hallerini gözetlemekle görevli kimseler “olarak gönderilmemişlerdi.”
“İşte bugün ise” yani işte kıyamet günü olan bugün, Muhammed (sav)’a “iman edenler, o kâfirlere” kâfirler dünya hayatında iken kendilerine güldükleri gibi “gülerler.”
Bunun bir benzeri de Müıninun Sûresi’nin sonlarında (23/109-111. âyetlerde) geçmiş bulunmaktadır.
İbnu’l-Mübarek şunu zikretmektedir: Bize Muhammed b. Beşşar, yüce Allah’ın: “İşte bugün ise iman edenler, o kâfirlere gülerler” buyruğu hakkında Katade’den şöyle dediğini haber vermiştir: Ka’b şöyle derdi: Cennet ile cehennem arasında birtakım pencereler vardır. Mümin dünya hayalında kendisine düşman olan bir kimseyi görmek istediğinde bu pencerelerden birisinden bakar. Yüce Allah bir başka âyet-i kerimede: “Baktı ve onu cehennemin ortasında gördü.” (es-Saffat, 37/55) diye buyurmaktadır. (İbnu’l-Müba-rek) dedi ki: Bize nakledildiğine göre o cehenneme bakacak ve birtakım kimselerin kafalarının kaynamakta olduğunu görecektir. Yine İbnu’l-Mübarek şöyle demiştir: Bize el-Kelbi, Ebu Salih’ten yüce Allah’ın: “Allah onlarla alay eder.”(el-Bakara, 2/15) buyruğu hakkında şöyle demiştir: Cehennemliklere onLar cehennemde iken: Çıkın denilecek, onlara ateşin kapıları açılacak. Cehennemin kapılarının açıldığını göreceklerinde dışarı çıkmak isteyerek oraya doğru gelecekler. Mü’minler ise koltuklan üzerinde onlara bakacaklar. Nihayet cehennemin kapılarına varacaklarında kapıları yüzlerine kapanacak. Yüce Allah’ın: “Allah onlarla alay eder” buyruğu iste bunu anlatmaktadır.
Kapılar yüzlerine kapanacağı vakit mü’minler de onlara gülecektir. İşte yüce Allah’ın: “İşte bugün ise iman edenler, o kâfirlere gülerler” buyruğu da bunu anlatmaktadır.
“Tahtlar üzerinde bakarlar, o kâfirlere İşleyegeldiklerİnin cezası verildi mi?” Bu husus el-Bakara Sûresi’nin baş taraflarında (2/15. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
“Cezası verildi mi?” buyruğunun anlamı şudur: Bu kâfirlere böyle bir uygulama yapılmakla dünyada iken mü’minlere alay etmelerinin cezası verilmiş oldu mu?
Bir görüşe göre bu, “bakarlar” buyruğu iie alakalıdır. Yani onlar, kâfirlere yapageldiklerinin cezası verildi mi, diye bakarlar. Bu durumda;…mi'” takrir anlamında olur ve; “bakarlar” anlamındaki fiii ile nasb konumunda olur.
Bir diğer görüşe göre, buyruk i’rabtan mahalli olmayan bir istinafdır (sorudur). Bunun basma “demek” fiilinin takdir edildiği de söylenmiştir. Yani, mü’minlerin bazıları diğer bazısına: “O kâfirlere… cezası verildi mi?” diyecek.
Cezası verildi” fiili; Döndü, döner” fiilinden gelmektedir. Buna göre “sevab” kula işlediği amelin karadığında dönen şey denilmektedir. Hem hayır hem şer hakkında kullanılır.
Mutaffîfîn Sûresi (ve tefsiri) burada sona ermektedir. En iyi bilen Allah’tır.
Mutaffifin Suresi