Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 13°C
Hafif Yağmurlu
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Çar 14°C
Per 9°C
Cum 7°C
Cts 9°C

78 – Nebe Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an

Mekke’de inmiştir, “Amme Sûresi” diye de adlandırılır. Kırk veya kırkbir âyettir.

78 – Nebe Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an

Nebe Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an ( İmam Kurtubi Tefsiri )

Rahman ve Rahim Allah’ın Adı île

  1. Birbirlerine neyi soruyorlar?

2, 3. Kendilerinin, hakkında anlaşmazlığa düştükleri o büyük haberi

  1. Hayır, yakında bileceklerdir.
  2. Sonra yine hayır! Onlar, İleride bileceklerdir.

“Birbirlerine neyi soruyorlar?” buyruğundaki: Neyi” bir soru lafzıdır. Bandan dolayı: Ne”nin sonundaki “elif” haberin sorudan ayırdedilmesi İçin düşmüş bulunmaktadır. Soru edatı olarak kullanılmaları ha­linde: Niçin” ile Neden” edatlarında da böyledir. Onlar biribir-lerine hangi şey hakkında soru soruyorlar? demektir.

ez-Zeccac dedi ki: Neyi” lafzmın aslı: olup “nun” ‘imim”tı idgam edilmiştir. Çünkü her ikisinde de “gunne” ortak özelliktir. “Birbirle­rine … soruyorlar” lafzındaki zamir de Kureyş’e aittir.

Ebu Salih’in, İbn Abbas’tan rivayetine güre o şöyle demiştir: Kur’ân, na­zil olduğu sırada Kureyş oturuyor ve kendi aralarında konuşuyorlardı. Kimi­si Kur’ân’ı tasdik ediyor, kimisi yalanlıyordu. Bunun üzerine “birbirlerine neyi soruyorlar” buyruğu nazil oldu.

Neyi” buyruğunun müşrikler, ne hakkında işi sıkı tutuyorlar ve tar­tışıyorlar?,anlamında olduğu da söylenmiştir.

“O büyük haberi” yani onlar “o büyük haberi” birbirlerine soruyorlar. Bu­radaki tilavette okuduğumuz: Birbirlerine soru-ybrlar” fiiline taalluk etmemektedir. Çünkü o takdirde, başına soru edatının da girmesi gerekiyor idi ve bu durumda buyruk: O büyük ha­beri mi!'” şeklinde (başına istifham edatı olarak hemze getirmek suretiyle) gel­mesi gerekirdi[2] Bizim: Senin malın kaçtır? Otuz mu, kırk mı?” dememize benzer. İşte sözünü ettiğimiz bu husus dolayısıyla, bu­nun tilavette okuduğumuz “birbirlerine… soruyorlar” (anlamındaki) bu laf­za taalluk etmemesi, bunun yerine hazfedilmiş “birbirlerine soruyorlar” fi­iline taalluk,etmesi gerekmektedir. Bunun güzel kaçması da daha önceden; “birbirlerine … soruyorlar” buyruğunun geçmiş olmasıdır. Bu açıklamayı el-Mehdevi yapmıştır.

Bazı ilim ehlinin belirttiklerine göre; Ne” buyruğundaki soru tek­rar edilmiştir, ancak bu tekrar hazfedilmiştir. Sanki: Birbirlerine neyi soruyorlar? Büyük haberi mi?” diye buyttrulmtış gibidir. Bu durumda ikinci soru, birinci âyet-i kerimeye (anlam itibariyle) bitişik olmak­tadır,

“O büyük haberi.” Yani büyük habere dair biribirlerine soru soruyorlar.

“Kendilerinin, hakkında anlaşmazlığa düştükleri” bu hususla birbirle­rine muhalefet ederek kimisi tasdik ederken, diğerinin yalanladığı “o büyük haberi” demektir.

Ebu Salih’in kendisinden rivayetine göre, İbn Abbas şöyle demiştir: O Kur ân dır. Bunun delili de yüce Allah’ın: “De ki: ‘O büyük bir haberdir. Siz ise ondan yüz çevirenlersiniz.'” (Had, 38/67-68) Kur’ân-ı Kerim, geleceğe ve geçmişe dair haberler ve kıssalar ihtiva eder. O bakımdan o şanı çok büyük Hr haberdir. Said’in rivayetine göre, Katade şöyle demiştir: Bu büyük haber, ölümden sonraki diriliştir. İnsanlar bu hususta iki kısımdır. Kimisi onu tas­dik eder. kimisi yalanlar.

Bunun, Peygamber (sav)’ın durumu olduğu da söylenmiştir. ed-Dah-hak’ın rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Yahudiier, Peygamber (sav)’a pek çok hususa dair soru sormuşlardı, Şanı yüce Allah da onların ken­di aralarındaki ayrılıklarını ona haber verdi. Sonra onları tehdit ederek: “Hayır, yakında bileceklerdir” diye buyurdu. Yani Kur’ân’ın akıbetini ya­kında bileceklerdir ya da yakında ölümden sonra diriliş gerçek midir, yok­sa batıl midir? Bileceklerdir.

Hayır!” Onların, ölümden sonra dirilişi inkar etmelerini veya Kur,’ân’ı yalanlamalarını reddetmektir. Bundan dolayı üzerinde vakıf yapılır. Bunun: “Gerçekten” anlamında olması ya da; Dikkat edin, haberiniz olsun ki …” anlamında olması ve onunla süze (yeni bir cümle olarak) baş­lanılmamış olması da mümkündür. Daha kuvvetli olan, onların sorularının an­cak ölümden sonra diriliş hakkında olduğudur. Kimi ilim adamımız şöyle de­miştir; Buna delil de yüce Allah’ın: “Şüphe yok ki hüküm verip, ayırdetme günü belirlenmiş bir vakittir” (17. âyet) buyruğudur. Bu buyruk, onların ölümden sonra diriliş hakkında, birbirlerine soru sorduklarını göstermekte­dir.

“Sonrayine hayır! Onlar ileride bileceklerdir.” Yani gerçekten onlar Mu-hammed (sav)’ın getirdiği Kur’ân’ın doğruluğunu ve onun sözkonusu elliği ölümden sonra dirilişin gerçek olduğunu bileceklerdir.

ed-Dahhak da şöyle demiştir; “Hayır! Yakında bileceklerdir” buyruğu ile kâfirlerin yalanlamalarının akıbetleri kastedilmektedir. “Sonra yine hayır, on­lar İleride bileceklerdir” buyruğu da mü’minler, tasdik etmelerinin akıbe­tini bileceklerdir, demektir. Bu buyruklar bunun tam aksi olarak da açıklan­mıştır,

el-Hasen dedi ki: Bu, tehditten sonra gelen bir başka tehdittir.

Bu iki âyette de fiiller genel olarak haber vermek anlamında “ye” ile okun­muştur. Çünkü daha önce geçen “birbirlerine … soruyorlar” buyruğu ile “kendilerinin hakkında anlaşmazlığa düştükleri …” buyruğu bunu ge­rektirmektedir. Ancak el-Hasen, Ebu’l-Aliye ve Malik b. Dinar her ikisinde de “te” İle (yani: “hayır … bileceksiniz” anlamında) okumuşlardır.[3]

  1. Biz, yeri bir beşik yapmadık mı?
  2. Dağları da kazık?
  3. Sizi çift çift yarattık.
  4. Uykunuzu bir dinlenme yaptık.
  5. Geceyi bir elbise yaptık.
  6. Gündüzü de geçim zamanı kıldık.
  7. Üzerinizde sapasağlam yedi (gök) bina ettik.
  8. Ve (orada) parıldayan ve ısı yayan bir kandil yarattık.
  9. Ve sıkıştırılan (bulut)lardan şarıl şarıl bir su indirdik.

15,16. Onunla tane, bitki ve birbirine sarmaş dolaş bahçeler çıka­ralım diye.

“Biz, yeri bir beşik yapmadık mı?” (diye başlayan kuyruklarıyla) yüce Al­lah, onlara ölümden sonra dirilişe kudretinin delillerini sıralamaktadır. Ya­ni Bizim bu İşleri var etmeye kadir olmamız, ölümden sonra dirilişe kadir oluş kudretimizden daha büyüktür.

Beşik”: Yatak ve döşek demektir. Yüce Allah bir başka yerde şöy­le buyurmaktadır: “O (Rabbiniz) ki yeryüzünü sizin için bir döşek yaptı,” (eî-Bakara, 2/22)

Bu lafız: Beşik’ diye de okunmuştur. Yani çocuk için beşik ney­se, yer de insanlar için odur. Beşik gocuğun üzerinde uyutulduğu yerin adı-iisr.

“Dağları da” yer sükûnet bulsun, çalkalanmasın, üzerindekilerle birlikte başka :araflara meyletmesin diye “bir kazık?”

Sizi çift çift yarattık.” Çeşitli türler, yani erkek ve dişi olarak yarattık. Çeîiüi renkler diye açıklandığı gibi, bunun kapsamına güzel ve çirkin, uzun ve kısa uinjnck-n bütün çiftler girer. Böylelikle değişik durumlar ortaya çıksın ve gerekk :bret alınsın, kendisine fazlalık verilmiş kimse şükretsin, daha az verilmiş kimse sabretsin.

“Uykunuzu bir dinlenme yaptık” buyruğundaki: Yaptık”, kıldık anlamındadır. Bundan dolayı bu fiil iki mefule geçiş yapmıştır. İkincisi “din­lenme” (anlamındaki) lafızdır. Yani Biz, uykuyu bedenleriniz için rahatüa-lıcı) kıldık. “Sebt (cumartesi) günü” de bu kökten gelmektedir ki, dinlenme günü demektir. Yani İsrailoğuilanna bugünde dinleniniz, hiçbir iş yapmayı­nız, denilmiştir.

İbnu’l-Enbari, bunu kabul etmeyip şöyle demiştir: Dinlenmeye “şubat” de­nilmez.

Bunun asıl anlamının uzanmak olduğu söylenmiştir. Nitekim kadın saç­larını çözüp, serbest bıraktığı vakit: Kadın saçlarını çözdü” denilir. O halde bu kelime “uzatmak” gibi bir anlam ifade eder. Yaratılışı uzatılmış (uzun, iri yan) adam” demektir. Kişi dinlenmek istedi mi uzanır. Bundan dolayı dinlenmeye “sebt” denilmiştir.

Bunun asıl anlamının kesmek olduğu da söylenmiştir. Nitekim: Saçlarını kesti, traş. etti” denilir. Sanki kişi uyuduğu vakit in­sanlarla ve işlerle ilgiyi kestiğinden böyle denilmiş gibidir. Buna göre “şu­bat: uyku” ölüme benzemektedir. Şu kadar var ki ruh kişiyi bırakıp, gitmez.

Kolay ve rahat bir yürüyüş” de denilir (ve bu kökten gelen la­fız kullanılır.) Şair de şöyle demiştir;

“Ve bölerleri zayıftır … gündüzüne gelince o hızlıca yol alır Geceleyin ise yumuşak yürür.”

“Geceyi bir elbise yaptık.” Yani gecenin karanlığı sizi elbise gibi bürür ve örter. Bu açıklamayı et-Taberi yapmıştır. İbn Cübeyr ve es-Süddi: Sizin için bir rahat ve sükun demektir, diye açıklamışlardır.

“Gündüzü de geçim zamanı kıldık.” buyruğunda hazfedilmiş bir lafız var­dır ki Geçim zamanı” demektir. Yani geçiminizi elde etmek için gerekenleri yapacağınız bir zaman kıldık. Yiyecek, içecek gibi ken­disi ile hayatta kalınan herbir şey”e denilir. Buna göre, ikinci lafzın (takdir edilen zaman lafzının) birincisinin aynısı olması için bu lafız zaman ismi ka­bul edilmelidir.. Bununla birlikte muzafın hazfi takdirine binaen “yaşamak” anlamında mastar olması da mümkündür.

“Üzerinizde sapasağlam yedi yani sapasağlam yedi sema “bina ettik.” Yaratılışları sapasağlam, yapıları son derece güçlü demektir.

“Ve parıldayan ve ısı yayan bir kandil yarattık.” Bu da güneştir. Burada: “yarattı” anlamındadır. Çünkü bu fiii burada tek bir mefule ge­çiş yapmıştır. Parlaması olan şey” demektir. Parıldadı, panldar, parıldamak” denilir. Mücevher parıldadığı vakit: de­nilir. İbn Abbas dedi ki: Parıldayan, ışık saçan demektir. “Ve sıkıştırılan (bulut)lardan şarıl şarıl bir su indirdik.” Mücahid ve Katade dedi ki: Sıkıştırıcılar, sıkanlar”dan kasıt rüz­garlardır. İbn Abbas da böyle açıklamıştır. Rüzgarlar bulutları sıktığı için bu isim verilmiş gibidir. Yine İbn Abbas’tan rivayete göre, maksat bulutlardır. “Süfyan, er-Rabi’, Ebu’l-Aliye ve ed-Dahhak şöyle demişlerdir: Su ile sıkılan ve henüz yağmur yağdırmamış olan bulutlara denilir. Ay hali olması zama­nı gelmiş olmakla birlikte henüz ay hali olmamış ve “ef-mu’sır” denilen ka­dına benzetilmektedir. Şair Ebu’1-Necm şöyle demiştir:

“Yavaş yavaş yürüyor, başındaki örtüsü kaymış olarak

Sanki ay hali olmuş yahut ay hali olma zamanı yaklaşmış gibi.”

Bir başka şair de şöyle demiştir:

“Kendilerine karşı kendimi koruduğum kişilerle aramdaki kalkanım: Üç kişi idi ki, ikisinin memeleri yeni tomurcuklanmış, diğeri ise ay hali olmaya yaklaşmış.”

Bir başka şair de şöyle demiştir:

“Hafif yağan yağmurlar ile öğleden sonra yağan yağmurların Süslediği bir papatya gibi, dişleri arası aralıklı…”

Urdu bu isim verilmektedir. Rüzgar toz kaldırarak esti. eser” denilmektedir. Bu şekilde esen rüzgara da: de­nilir. Bulutlara da yağmur yağdırdıklarından ötürü denilmektedir.

Yine Katade şöyle demiştir: Bu sema demektir.

en-Nehhas dedi ki: Bu açıklamalar doğru açıklamalardır. Yağmur getiren rüzgarlara bu isim verilir. Rüzgarlar, bulutları aşılar, yağmur olur. Yağmur da -buna göre- rüzgarlardan ötürü yağar. Bütün görüşlerin aynı oima ihtimali de vardır. O takdirde anlam şöyle olur: Biz, sıkıştırıcı rüzgarlara sahib olanlar­dan “şarıl şarıl bir su” indirdik. En doğru açıklama bu lafzın “bulutlar” an­lamına geldiğidir. Aynı şekilde bilindiği üzere yağmur da onlardan gelmek­tedir. Şayet buyruk: Sıkıştırıcılar vasıtasıyla, sebebiyle” şeklin­de Qİsaydı bunun “rüzgarlar” anlamına gelmesi daha uygun olurdu.

es-Sıhah’la. şöyle denilmektedir: “el-Mu’sirât’: yağmur île sıkıştırılan bu­lutlar demektir.O kavme yağmur yağdırıldı” anlamındadır. İş­te bundan dolayı kimisi: “Ve onda sıkacaklar” (Yusuf, 12/49) buyruğunu: Ve onda kendilerine yağmur yağdırılır” diye okumuşlardır.İlk yetişme çağında olup, yeni ayhali olan kız çocuğu” demektir. Sanki gençlik çağına girmiş ya da ona ulaşmışcasına bu durumdaki kıza; denilir. Recez vezninde de şair şöyle demiştir:

“Ve bir genç kız ki, Sefvan’dadır onun evi Yavaş yavaş yürür, o başörtüsü, düşmüş olarak Ya gençlik çağına erişmiş yahut ona yaklaşmış gibi.”

Çoğulu: diye gelir,

Bunun, ay hali olması yaklaşmış kız, anlamına geldiği de söylenmiştir. Çün­kü kız çocuğu için erkek için murahiklik gibidir. Ben bunu Ebu’l-Gavs el-Arabi’den dinledim. Başkası da şöyle demiştir: Yağmur yağ­dırma zamanı gelmiş bulut” demektir. Mesela: Ekin yeri örtecek kadar gelişti” denilir. Böyle olan ekine: (ö*- ) denilir. Aynı şekilde bulut da yağmur yağdıracak noktaya gelince ona: denilir.

el-Müberred dedi ki: Su tutan ve ardı arkasına ondan suyun sıkıldığı (yağmurun yağdırıldığı) bulut” denilir. Kendisine sığınılan yere: denilmesi de buradan gelmektedir. “Ayn” harfi ötreli olarak: da “sığınılan yer” demektir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Yusuf Sû-resi’nde (12/49. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Allah’a hamdolsun.

Ebu Zebid şöyle demektedir:

“Susuz olarak kendisine yardım edilsin istedi de kimse yardımına gitmedi, Halbuki o sıkıntıda kalanların bîr sığınağı idi.”

Buluğa yaklaşmış olan kız çocuğuna: denilmesi de buradan gel­mektedir. Çünkü bu durumdaki kız evden dışarıya çıkarılmaz, bu durumda , ev de onun için: Bir barınak, sığınak olur.’

tbn Abbas ve İkrime’nin kıraatinde: Sıkıcılarla indirdik” şeklindedir. Ancak mushaflarda yazılı olanı: Sıkıştırılanlardan (bulutlardan)” şeklindedir.

Ubey b. Ka’b, el-Hasen, İbn Cübeyr, Zeyd b. Eşlem ve Mukatil b. Havyan dedi ki: “Sıkıştırılanlardan” sema vattan anlamındadır. “Şarıl şarıl bir su” ardı arkasına akan ve dökülen .su demektir Bu açıklama İbn Abbas, Miica-hid ve başkalarından nakledilmiştir. Kanını akıttım” denilir Kan aktı, akar, akmak” denilir, Su için de böyle kulla­nılır. O halde bu fiil hem kızım, hem de müteaddidir. Âyet-i kerimede “(çühdı): Şarıl şarıl akan”; dökülen demektir, ez-Zeccae dedi ki: Kendisi dö­külen anlamındadır. Bu durumda fiil müteaddidir, sanki o kendi kendisini dökmekte gibidir. Ubeyd b. el-Abras dedi ki:

“Üst tarafı döküldü, sonra altından, çalkalandı Daha sonra da akıp giden suyu taşımaktan acze düştü..”

Peygamber (sav) de, mebrur (Allah tarafından kabule değer) hacca dair soru sorulduğunda o şöyle buyurmuştur; O acc ve seccdir,”[4]

Acc: Telbiye getirirken sesi yükseltmek, secc ise kan akıtmak ve hediye­lik kurbanlıkları kesmek demektir.

İbn Zeyd dedi ki: “Şarıl şarıl” pek çok demektir, anlam birdir.

“Onunla” o su ile “tane” buğday, arpa ve benzerleri, davarların yedikle­ri ot türleri ve yonca gibi bitkileri “birbirine sarmaş dolaş” dallan, pek çok olduğundan dolayı biri diğerine sarılmış “bahçeler çıkaralım diye.”

Sarmaş dolaş” lafzının tekili yoktur. Çeşidi topluluklar” ile: Anne bir kardeşler” gibi. Bunun tekilinin “lam” harfi kesreli ola­rak: ile ötreli olarak; olduğu da söylenmiştir. Bunu el-Kisaî söz-konusu etmiştir. Şu beyiti zikretmiştir:

“Dalları sarmaş dolaş bir bahçe ve bolluk içinde bir yaşayış ve hepsi de parlak beyaz (tenli) olan meclis arkadaşları.”

Yine el-Kisaî ve Ebu Ubeyde’den şöyle dedikleri zikredilmiştir: (Tekili) kelimesidir. Tıpkı “şerifin çoğulunun “eşraf gelmesi gibi. Bunun cem’in cemi olduğu da söylenmiştir. Bunu da el-Kisai nakletmişür. Nitekim: (Ağaçlarının dalları) sarmaş dolaş bir bahçe”; Sarmaş do­laş bir bitki” denilir. Bunun çoğulu “lam” harfi Ötreli olarak: diye ge­lir. (Vezin itibariyle): Kırmızılar” gibi. Sonra bu: diye çoğul ya­pılır.

ez-Zemahşerî dedi ki: Eğer fazla harflerin hazf i takdiri ile bunun: ‘in çoğulu olduğu söylenecek olursa bu da uygun bir açıklama olur. Nitekim Sarmaş dolaş bir ağaç”; Sarmaş dolaş ağaçlar” ve Bacağı kalın, eti sıkı kadın” denilir.

İfadenin takdirinin şöyle olduğu da söylenmiştir: Biz, o yağmur ile birbi­rine sarmaş dolaş bahçeler çıkartırız. Bunun hazfedilis sebebi, ifadenin ona delalet etmesidir. Diğer taraftan bu sarmaş dolaş ve bir arada oluşun anla­mı “şudur: O bahçelerdeki ağaçlar, birbirine yakın olacaktır. Buna göre, her-bir ağacın dalı, güçlü oluşu sebebiyle birbirine yakın olacaktır. [5]

  1. Şüphe yok ki hüküm verip, ayırdetme günü belirlenmiş bir vakittir.
  2. Sûr’a üfürülecek olan o günde, siz de hemen kısım kısım gele­ceksiniz.
  3. Gök açılıp, kapı kapı olacak.
  4. Dağlar da yürütülüp bîr serap olacak.

“Şüphe yok ki hüküm verip, ayırdetme günü belirlenmiş bir vakittir.”

Yani, Allah’ın vaadetmiş olduğu ceza ve mükâfatın verilmesi için öncekiler­le sonrakilere verilmiş bir söz, bir toplanma vakti ve zamanıdır. Ona “yev-mu’1-fasl; Ayırdetme günü” adının veriliş sebebi, yüce Allah’ın o günde ya­rattıkları arasında ayırdedki hükmünü verecek olmasındandır. ‘ “Sûra” ölümden sonra diriliş için “üfürülecek olan o günde” (amelleri­nizin) arzedilcceği yere “siz de hemen kısım kısım” her ümmet kendi ön­derleriyle birlikte ümmetler halinde “geleceksiniz.” Çeşitli zümreler ve top­luluklar halinde… diye de açıklanmıştır.

“Kısım kısım” (diye meali verilen “efvac”) lafzının tekili ‘dir. “O gün­de” anlamındaki lafzın nasb ile gelmesi de bir önceki âyetteki aynı lafzın be­deli oluşundan dolayıdır.

Muaz b. Cebel’in rivayet ettiği hadiste, şöyle denilmektedir: Ey Allah’ın Ra-sûlü dedim. Yüce Allah’ın: “Sûra üfürülecek olan o günde, siz de hemen kı­smı kısım geleceksini^ buyruğu hakkında ne dersin? Peygamber (sav) şöy­le buyurdu: “Ey Muaz b. Cebel, sen gerçekten çok büyük bir iş hakkında so­ru sordun.” Sonra ağlamaya koyuldu ve arkasından şunları söyledi: “Ümme­timden yüce Allah’ın müslüman cemaatlerinden ayrı tutup, suretlerini değiş­tireceği on sınıf, ayrı grublar halinde haşredileceklir. Bunların bir bölümü may­mun suretinde, bir bolümü domuz suretinde, bir bölümü de ayaklan yuka­rıda ve yüzleri üstünde sürüklenecek şekilde başa sağı dönmüş, bir bölümü nereye gidip geleceğini bilemeyen kör, bir bölümü akiedemeyecek şekilde sağır ve dilsiz, bir bölümü dillerini çiğneyecek şekilde ve dilleri göğüslerine kadar sarkmış, ağızlarından akan salya irin olarak akacak, orada toplanmış olan herkes kendilerinden tiksinecek, bir bölümü el ve ayaklan kesilmiş olacak, bir bölümü cehennemden kütükler üzerinde haça gerilmiş olacak, bir bölü­mü leşlerden daha kötü bir şekilde kokmuş olacak, bir bölümü ise derileri­ne yapışmış ve onlara bütün vücutlarını örtecek şekilde katrandan elbiseler giydirilmiş olacaktır. Maymun suretinde hasredilecek olanlar insanlar arasın­da laf alıp götürenler olacaktır. Domuz suretinde hasredilecekler ise, haram yiyenler ve haksız vergi toplayanlardır. Başlan ve ayakları ters yüz edilmiş olan­lar, -faiz yiyicileridir. Körler, verdikleri hükümlerde zalimlik edenlerdir. Sağır ve dilsiz olanlar, amellerini beğenen ve onlara bel bağlayanlardır. Dillerini çiğ­neyenler, sözleri davranışlarına uymayan ilim adamları ile kıssa anlatıcıları­dır. El ve ayaklan kesilmiş olanlar, komşularına eziyet verenlerdir. Ateşten kü­tükler üzerinde haça gerilmiş olacaklar, insanları yöneticilere ihbar edenlerdir. Leşlerden daha kötü kokacak olanlar, şehvet ve lezzetlerinin sefasını sü­renler ve mallarındaki Allah’ın hakkını engelleyenlerdir. (Katrandan) elbise­ler giyinecek olanlar, kibirliler, övünenler ve büyüklenenler olacaktır. “[6]

“Gök” meleklerin inmesi için “açılıp kapı kapı olacak.” Nitekim yüce Al­lah şöyle buyurmaktadır: “Ve o günde gökyüzü bulutla yarılacak, melekler ardı arkasına indirileceklerdir.” (el-Furkan, 25/25)

Parça parça olacak; bu bakımdan kapılar gibi parçalar haline dönüşecek, diye de açıklanmıştır. Bu tevile göre buradaki “kapılar” anlamındaki lafzın nasbedilmesi “kaf” harfinin hazfedilmesi sebebiyledir.

İfade:Kapıları olacaktır” takdirinde olduğu da söylenmiş­tir. Çünkü hepsi kapılar haline dönüşecektir.

Göğün kapılarının “yollan” olduğu da söylenmiştir, İçinde kapılar oluşun­caya kadar göğün çözüleceği ve dağılacağı da söylenmiştir.

Herbİr kulun, semada birisi ameline, birisi de rızkına ait olmak üzere iki kapısı olduğu söylenmiştir. Kıyamet kopacağı vakit, bu kapılar açılacaktır. İsra hadisinde de şöyle denilmektedir: “Sonra bizler semâya yükseltildik. Ceb­rail, kapının açılmasını istedi. Sen kimsin diye soruldu, o: Cebrail dedi. Be­raberinde kim var, diye soruldu, Muhammed dedi. Ona peygamberlik veril­di mi, diye soruldu, o: Ona peygamberlik verildi dedi. Bunun üzerine bize (kapı) açıldı.”[7]

“Dağlar da yürütülüp, bir serab olacak.” Bir şey kalmayacak. Nasıl ki se­rabı gören bir kimse su olmadığı halde su zannediyorsa, dağlar da böyle ola­cak. “Yürütülme”lerinin köklerinden koparılıp, savruimaları olduğu da söy­lenmiştir, yerlerinden izale olunacaklar, diye de açıklanmıştır. [8]

  1. Şüphesiz ki cehennem bir pusudur.
  2. Azgınların dönüp varacakları bîr yerdir.
  3. Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar.
  4. Orada bir serinlik de tatmazlar, içilecek bir şey de.
  5. Ancak kaynar bir su ve bir irin.
  6. Uygun bir karşılık olmak üzere.
  7. Çünkü onlar, hiçbir hesab ummuyorlardı.
  8. Âyetlerimizi de yalanladıkça, yalanlıyorlardı.
  9. Biz ise, herşeyi sayıp yazmışızdır.
  10. “İşte tadın, artık azaptan başka bîr şeyinizi arttırmayacağız.”

“Şüphesiz ki cehennem bir pusudur” buyruğundaki Pusu” laf­zı “önündeki her şey” demek olan; ‘den “mif’âl” vezninde bir kelime­dir.

el-Hasen dedi ki: Cehennem ateşinin üzerinde bir rasad vardır. Orayı geç­medikçe hiçbir kimse cennete giremeyecektir. Kim oradan geçebileceğine da­ir şeyler getirirse, oradan geçer, kim de geçebileceğine dair şeyler, getirmez­se orada alıkonulur.

Süfyan (r.a)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Cehennem ateşinin üze­rinde üç tane köprü vardır.

“Bir pusu” buyruğunun nisbet bildirecek şekilde; Pusuları olan” anlamında olduğu, yani üzerinden geçenleri gözetleyen demek oldu­ğu da söylenmiştir. Mukatil: O bir hapsedilme yeridir, demiştir. Bunun bir yol ve bir geçiş yeri anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre, cehennem ka-tedilmedikçe cennete gidecek yola çıkılamaz.

es-Sıhah’da şöyle denilmektedir: “Mirsâd” yol demektir.

el-Kuşeyrî’nin naklettiğine göre “mirsad” tek bir kimsenin düşmanı gö­zetlediği yerin adıdır. Tıpkı, atların zayıflalıldığı yere “el-midmar” denilme­si gibi. Yani cehennem, cehennemlikler için hazırlanmış olacaktır. Bu durum­da “pusu” (anlamı verilen “el-mirsad”) mekan anlamını ihtiva etmektedir. Me­lekler, cehenneme varıncaya kadar kafirleri gözetleyecektir, el-Maverdi’nin Ebu Sinan’dan naklettiğine göre bu, gözetleyici anlamındadır. Yani onları yap­tıkları işler karşılığında cezalandıracaktır. es-Sıhah’tz şöyle denilmektedir: O şeyi gözetleyen” demektir.

O bakımdan: Onu gözetledi, gözetler, gözetle­mek’ denüir. “Tarassud” da gözetlemek demektir. “Marsad” gözetleme yeri anlamındadır.

el-Esmai dedi ki: Onu gözetledim”; Onun için hazııiık yaptım” demektir. el-Kisâî de buna benzer açıklamalarda bulunmuştur.

Derim ki: Cehennem hazırlanmış ve gözetlemekte olan (mutarassid) bir yerdir, Bu (mutarassid kelimesi) da: ‘den gelen “mütefa’i]” vezninde bir lafızdır ki; gözetlemek anlamındadır. Yani cehennem, gelecek olanları gö­zetlemekte ve beklemektedir. “Mirsâd” de mübalağa binalarından (vezinle­rinden) “mifai” vezninde bir kelimedir. “Mi’târ, (hoş kokulu), miğyâr (çok gayretli, çok kıskanç)” kelimeleri gibi. Sanki cehennem, kâfirleri çokça gö-zelleyip, bekleyeceğinden (bu isim verilmiş gibidir.)

“Azgınların dönüp varacakları bir yerdir” buyruğu “pusu” anlamında­ki lafızdan bedeldir.

” Dönüp varılacak yer”; Dönüş yeri demektir. Yani orası, onların dönecekleri bir yerdir. Döndü, döner, bir dönüş17 denilir. Ka-tade: Sığınacak ve konaklanılacak bir yer, diye açıklamıştır.

“Azgınlar” ile kastedilenler, küfre sapmak sureliyle dininde yahutta zu­lüm yapmak suretiyle dünyasında haddi aşan, azgınlaşan kım.se dernektir.

“Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar,” Devirler devam ettiği sü­rece, onlar da cehennemde kalacaklardır. Bu devirlerin ardı arkası kesilme­yecektir. Herbir devir geçtikçe bir başkası gelecektir.

Zaman” demektir, Zamanlar” anlamındadır. şeklinde kesreli söyleyiş “yıl” olup, bunun çoğulu: diye gelir. Temim-li Mütemmim b. Nuveyre şöyle demiştir:

“Bizler bir zamanlar (Hire hükümdarı) Cezîme (el-Abraş’m) iki arkadaşı (Malik ve Akıl) gibi idik. Öyle ki; bunlar asla ayrılmayacak, denildi. Fakat bizler ayrılınca sanki ben ve Malik Uzunca birlikte olmamıza rağmen, birlikte bir gece geçirmemiş gibi olduk.”

(“KaP’ harfi hem ötreli, hem sakin olmak Üzere): Seksen yıl” de­mektir. İleride geleceği üzere daha fazLavSi da .söylenmiştir, daha azı da söy­lenmiştir. Çoğulu diye gelir.

Âyetteki anlamına gelince, onlar orada sonu gelmeyen âhiıel ahkabı (sonsuz devirleri) boyunca kalacaklardır. İfadenin delaleti dolayısıyla buy­rukta “âhiret” lafzı hazfedilmiştir. Çünkü zaten anlatım âhiret ile ilgilidir. Buda “âhiret günleri” demeye benzer. Sonsuza kadar, ardı ardınca günler ge­lecek, demektir. Eğer beş ya da on ahkab denilseydi, ya da buna benzer bir ifade kullanılmış olsaydı, o vakit belirli bir zamana delalet ederdi. “Ah-kab”ın sözkonusu ediliş sebebi, (tekili olan) “el-hukub”un onlar nazarında en uzun süreyi kapsadığından dolayıdır. Böylelikle onların anlayışlarının be­nimsediği ve bildikleri şekilde onlara hitab etmiş olmaktadır. Burada bu ifa­de ebedilikten kinayedir. Yani onlar orada ebediyyen kalacaklardır.

Burada “günler” yerine “ahkab” in sözkonusu edilmesinin sebebinin şu ol­duğu söylenmiştir: Çünkü “ahkab” ifadesi kalblere daha bir dehşet verir ve ebediliğe daha açık bir delil teşkil etmektedir. Anlamlar birbirine yakındır. (Cehennemde) bu ebedi kalış müşrikler hakkındadır. Ayet-i kerimenin cehen­nemden “ahkab” geçtikten sonra, çıkacak isyankarlar hakkında yorumlanma­sı da mümkündür.

Şöyle de açıklanmıştır: “Ahkab” onların Hamim (kaynar su) ile gassak (ce­hennemliklerin irini) içme vakitleridir. Bu süre geçtiği takdirde onların bir baş­ka ceza türleri sözkonusu olacaktır. Bundan dolayı yüce Allah, şöyle buyur­maktadır: “Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar. Orada bir serinlik de tatmazlar, içilecek bir şey de. Ancak kaynar bir su ve bir irin” içecek lerdir.

Kalacaklar” lafzı: Kaldı” fiilinden İsm-i faildir. Bundan ge­len mastarın sakin olarak diye gelmesi bunu güçlendirmektedir. İçmek” mastarı gibi.

Hamza ve el-Kisâî “elif’siz olarak: diye okumuşlardır. Ebu Hatim ve Ebu Ubeyd’in tercih ettiği de budur. Bunlar iki ayrı söyleyiştir. Nitekim; Kalan adam” denildiği gibi, da denilebilir. Tıpkı ile ‘in “tamahkâr”, ‘in “geniş1 anlamında olduğu gibi. o artık orada kalıcı bir kimsedir” denilir. Bu yönüyie insan­da yaratılıştan beri var olan: “Tedbirli” ile; Korkak” vasıfları­na benzetilmektedir. Çünkü; kalıbı çoğunlukla bir şeyde yaratılıştan be­ri var olan şeyler için kullanılır. Ancak: Kalan, kalıcı” ism-i faili bu şekilde değildjr.

Sonsuz devirler,” İbn Ömer, İbn Muhaysın ve Ebu Hureyre’nin görüşüne göre sekseri yılıdır. Bir sene üçyüzaltmış gündür ve oradaki bir gün dünya günlerinden bin yıl gibidir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. İbn Ömer, bunu Peygamber (sav)’a merfu bir hadis olarak rivayet etmiştir. Ebu Hureyre dedi ki: Bir yıl üçyüzaltmış gündür. Herbirgün de dünya günleri gi­bi bir gün gibidir.

Yine îbn Ömer’den şöyle dediği zikredilmiştir: Sonsuz devir” Kırk yıl demektir. es-Süddi yetmiş yıldır demiştir. Bunun bin aylık süre olduğu da söylenmiştir. Bunu da Ebu Ümame merfu olarak (Hz. Peygamberden) riva­yet etmiştir. Beşir b. Ka’b üçyüz yıl demiştir. el-Hasen; Sonsuz de­virler”‘in ne kadar olduğunu kimse bilemez, fakat bunun yüz Son­suz devir” olduğu, bunların herbirisinin de yetmişbin yıl olduğu, bunların bir gününün de sizin saydıklarınız türünden bin yıla tekabül ettiği söylenmiştir.

Yine Ebu Ümame’den, onun Peygamber (sav)’dan rivayetine göre “bir tek hukub otuzbin yıldır” diye buyurmuştur: Bunu el-Mehdevi zikretmiştir. Bi­rincisini zikreden el-Maverdi’dir.

Kutrub dedi ki: Bu sınırsız olmak üzere uzun zaman anlamındadır. Ömer b. el-Hattab (r.a) dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah’a yemin ede­rim, cehenneme giren hiçbir kimse orada “ahkab” süresi kalmadıkça çıkma­yacaktır. Bir hukub ise seksen küsur yıldır, bir yıl üçyüzaltmış gündür. Her-birgün de sizin saydıklarınızdan bir yıldır. O bakımdan sizden kimse cehen­nemden çıkacağına bel bağlamasın.” Bunu da es-Salebi zikretmiştir.

el-Kurazi dedi ki: Ahkab, kırküç hukubdur. Herbir hukub yetmiş harifdir. Herbir harif yediyüz yıldır. Herbir yıl üçyüzaltmış gündür ve herbir gün bin yıldır.

Derim ki: Bu görüşler birbirleriyle çatışmaktadir. AyeH kerimede ebedi­liğe dair bir sınırlandırma getirebilmek için, bu hususta mazereti ortadan kal­dıracak nakli bir delile gerek duyulmaktadır. Bu ise Peygamber (sav)’dan sa­bit olmuş değildir. O halde anlam -doğrusunu en iyi bilen Allah’tır- ancak ilk olarak zikrettiğimizdir. Yani onlar orada pek uzun zamanlar ve devirler ka­lacaklardır. Bir zaman geçti mi arkasından bir başkası gelir, bir devir geçti mi bir diğeri gelir ve bu kesintisiz olarak ebediyyen Öylece sürüp gidecektir.

İbn Keysan dedi ki: “Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar” buy­ruğunun anlamı, sonu gelmeyecek demektir. Sanki “ebediyyen” diye buyur­muş gibidir.

İbn Zeyd ve Mukatil dedi ki: Bu buyruk yüce Allah’ın: “İşte tadın artık’ azaptan başka bir şeyinizi arttermayacağız.” buyruğu ile nesholmuştur. Ya­ni böylelikle sayı sözkonusu edilmez, ebedilik ise anlaşılan bir mana olarak ortaya çıkmıştır.

Derim ki: Böyle olması uzak bir ihtimaldir, çünkü bu haberdir. (Haber­lerde ise nesh olmaz.) Yüce Allah da: “Onlar deve iğne deliğinden geçmedik­çe cennete giremezler” (el-A’raf, 7/40) diye buyurmuştur. Daha önce (belir­tilen âyetin tefsirinde) geçtiği gibi, İşte bu kâfirler hakkındadır. Ancak rau-vahhid ve günahkar kimseler için ebedilik olmaması doğrudur ve bu durum­da nesh tahsis anlamında kabul edilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

“Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar” buyruğunda kastedilenin yer olduğu da söylenmiştir. Çünkü yerden daim önce sözediimişür ve bu du­rumda “orada bir serinlik de tatmazlar, içilecek bir şey de” buyruğunda-ki zamir ise cehenneme ait olur.

“Ahkab”ın tekilinin hem hem de diye geldiği de söylenmiş­tir. Şair şöyle demiştir:

“Ondan bir süre (hıkbe) uzak kalıp karşılaşmasan onunla Sen bu yeni yaptığınla denenmiş bir kimsesin.”

el-Kümeyt de şöyle demiştir:

“Bir süre (hıkbe)den sonra onun üzerinden sureler (hikab) geçti.”

“Orada” yani bu devirler boyunca bu süreler içerisinde”bir serinlik de tatmazlar, içilecek bir şey de.” Bu buyruktaki “serinlikMen kasıt, Ebu Ubeyde ve başkalarının görüşüne göre uykudur. Şair şöyle demiştir:

“Eğer istersem sizin dışınızdaki bütün kadınları yasaklarım kendime,

Ve eğer istersem tatlı suyun da, uykunun (berd: serinlik) da tadına bakmam.”

Müaıhid, es-Süddî, el-Kisâî, el-Fadl b. Hal id ve Ebu Muaz en-Nahvî de böy­le demişler ve d-Kindî’nin §u beyitinı zikretmişlerdir:

“Onun ıslak (dudak)ları üzerimde kurudu ve beni alıkoydu Ondan ve onu öpmekten uyuklamam {el-berd: serinlik).”

Şair bununla uykuyu kastetmektedir. Araplar dıi: Soğuk so­ğuğu engelledi”; yani soğuk uykuyu kaçırdı, derler.

Derim ki: Hadiste belirtildiğine göre Peygamber (sav)’a: Cennetle uyku var mı, diye sorulunca şu cevabı vermiş: “Hayır, uyku ölümün kardeşidir. Cen­nette ise Ölüm yoktur.”[9] İşte cehennem de böyledir. Yüce Allah ela: “Onlar hakkında hüküm, verilmez ki ölsünler” (Fatır, 35/36) diye buyurmaktadır.

İbn Ab bas dedi ki: Buradaki “serinlik” içkinin verdiği serinliktir. Yine on­dan nakledildiğine göre “serinlik” uyku, “içilecek şey” de sudur.

ez-Zeccac dedi ki: Onlar orada rüzgarın da, gölgenin de, uykunun da se­rinliğinin tadını almayacaklardır. Bu açıklamasıyla o, “serinlik”: dinlendiri­ci üzeliiği bulunan, herbir şeyin serinliği olarak kabul etmektedir. Bu ise ken­dilerine fayda vermeyecek bir serinliktir. Zemherire gelince, o kendisinden rahatsız olacakları bir soğuktur. Bunun onlara hiçbir faydası olmayacaktır. Ondan dolayı nasıl azab göreceklerini ancak Allah bilir, el-llasen, Ata ve fbn Zeyd dedi ki: “Serinlik” rahat ve huzur demektir. Şair şöyle demiştir:

“Ne kuştuk vakti serinliğinde gölgeye tahammül edebilir Ne de öğleden sonraki vakitlerde gölgenin tadına bakar.”

“Orada bir serinlik de tatmazlar, içilecek bir şey de” cümlesi “azgın­lardan hal konumunda bir cümle yahutta “sonsuz devirler”in sıfatıdır. Bu durumda “sonsuz devirler” zaman zarfı oiur. Bundaki amil de “kalacaklar” anlamındaki lafız ya da “fail” vezninde geçişli kabul edilen -sözü geçen kı­raate göre veya şeklidir.

“Ancak kaynar bir su ve bir irin” buyruğu “serinlik” anlamı verilen laf­zı “uyku” kabul edenlerin görüşüne göre, munkatı bir istisnadır. Bunu serin­lik kabul edenlerin görüşüne göre, ondan bedeldir.

Kaynar su”: Oldukça sıcak su demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde yapmıştır. İbn Zeyd de: Gözlerinin yaşlandır demiştir. Bu yaşlan ha­vuzlarda toplanır, sonra onlara içîrilir.

en-Nehhas dedi ki: Bunun asıl anlamı sıcak su demektir. “HammânT de buradan türemiştir. “Humma” de buradan gelmektedir, Son derece kaynamış suda, kapkara bir gölgede” (el-Vakıa, 56/53) buyruğunda da bu kökten gelmektedir. Bununla son derece sıcaklık kastedilir.

” İrin” Cehennemliklerin irini ve cerahatleridir. Zemherir oldu­ğu da söylenmiştir. Hamza ve el-Kisâî “sin” harfini şeddeli okumuşlardır. Bu­na dair açıklamalar daha önceden Sacİ Sûresi’nde (38/57. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. “Uygun bir karşılık olmak üzere” buyruğu amelle­rine uygun bir karşılık olmak üzere… demektir. Bu açıklama İbn Abbas, Mii-cahid ve başkalarından nakledilmiştir. Buna göre Uygun” muvafık düşmek, uyuşmak anlamındadır. Mukatele (çarpışmak, vuruşmak) anlamın-.da “kıtal”e benzemektedir.

” Bir karşılık olmak üzere” lafzı da mastar (meful-i mutlak) olarak nasbedilmiştir. Yani Biz, onları amellerine uygun bir ceza ile cezalandırdık. Bu açıklamayı el-Fcrra ve el-Ahfeş yapmıştır. Yine el-Ferra şöyle demiştir; Bu lafız, ‘in çoğuludur, ile aynı anlamdadır.

Mukatil dedi ki: Sözü edilen azab işlemiş olan günaha uygundur. Şirk­ten daha büyük bir günah olmayacağı gibi, ateşten daha büyük bir azab ela olmaz. el-Hasen ve îkrime şöyle demişlerdir: Onların amelleri kötü idi, Al­lah da onların hoşuna gitmeyecek şeyi verdi.

“Çünkü onlar hiçbir hesab ummuyorlardı.” Amelleri karşılığında hesa­ba çekileceklerinden korkmuyorlardı. Hesabın neticesinde mükâfar ummu­yorlardı, anlamında olduğu da söylenmiştir. ez-Zeccac dedi ki: Onlar ölüm­den sonra dirilişe iman etmiyörlards ki, hesaba çekileceklerini umsunlar.

“ÂyetLerimİzi” peygamberlerin getirdiklerini “de yalanladıkça yalanlıyor­lardı.” İndirdiğimiz kitablan… diye de açıklanmıştır.

“Yalanladütça…” lafzı genel olarak “zel” harfi şeddeli, “keP1 harfi kesreli olarak ve: ” Yalanladı” fiilinden gelen (bir mefuİ-i mutlak olarak) okumuşlardır. Çok büyük çapta yalanladılar” demektir.

el-Ferrâ dedi ki; Bu, (Kullanım alanı) geniş bir Yemen söyleyişidir. On­lar: ” Onu oldukça yalanladım”; Gömleği paramparça ettim” derler. veznindeki herbir fiilin mastarı da onların söy­leyişlerinde şeddeli olarak diye kullanırlar. Kilâblılardan birisi şu be-yiti nakletmektedir:

“Beni uzun zamandan beri arkadaşlarımdan uzak tuttu Ve kendilerini görmek benim için şifa olacak bir takım ihtiyaçlarımı yerine getirmekten. “[10]

Ali (r.a) şeddesiz olarak; diye okumuştur. Buna göre de mastardır. Ebu Ali dedi ki: Şeddeli okuyuş da, şeddesiz okuyuş da hep birlikte: Çokça yalanlamak, yalanlamakta birbirleriyle yarışırcasına ileriye gitmek” fiilinden mastardır. el-A’şa’nın şu beyttinde olduğu gibi:

“Ona doğru da söyledim, yalan da söyledim kişiye baz an yalan söylemesi fayda verir.”

Ebu’1-Feth dedi ki: Her ikisi de aynı zamanda hem: ‘nin, hem de; nin mastarıdırlar. ez-Zernahşerî dedi ki: şeddesiz okuyuşu, ‘in mastarıdır ve buna da şairin şu beyiti delildir:

“Ona doğru da aöyledim, yalan da söyledim Kişiye baz an yalan söylemesi fayda verir,”

Bu da yüce Allah’ın: Ve Allah sizi yerden bir bitki gi­bi bitirmiştir” (Nuh, 71/17) buyruğuna benzemektedir. Yani: Onlar âyetlerimizi yalanladılar, âyetlerimizi birbirle­riyle yarışırcasına mı yalanladılar-“1 Yahutta bu lafız, “yalanlıyorlardı” buy­ruğu ile nasb da edilebilir. Çünkü bu aynı zamanda şeddesiz olarak: Yalanladılar” anlamını da ihtiva etmektedir. Çünkü hakkı yalanla­yan herbir kişi aynı zamanda yalancıdır. Çünkü onlar inüslümanların değer­lendirmesine göre, yalan söyleyen kimseler iseler, onlara göre de müslüman-lar yalan söylüyor ise kendi aralarında karşılıklı bir yalanlama (mükazebe) sözkonusudur,

İbn Ömer “kef” harfi ötreli ve şeddeli; diye; Yalancı” laf­zının çoğulu olarak okumuştur. Bunu da Ebu Hatim söylemiştir. Zemahşe-rî’ye göre bunun nasb ile gelmesi hal olmasından dolayıdır.

şekli tek kişi için “ileri derecede yalan söyleyen” anlamında ola­bilir. Mesela: Çok yalancı bir adam” denilir. Bu da: Çok güzel” ile; Çok cimri” demeye benzer. Bu durumda lafız; Ya­lanlıyorlardı” fiilinin mastarına sıfat kabul edilir. Yani onlar çok aşırı ve ile­ri derecede yalanladılar demek olur.

es-Sıhah’Vd şöyle denilmektedir; Yüce Allah’ın: “Âyetlerimizi de yalanladıkça yalanlıyorlardı” buyruğu şeddeli mastarlardan birisidir. Çünkü bu­nun mastarı “tefi!” vezninde “teklim: konuşturmak, konuşmak” gibi de ge­lir. “Fi’al” vezninde “kizzab” diye geldiği gibi “tavsiye” gibi “tef ile” veznin­de de gelir, “rnufa’il” vezninde de gelebilir, Biz de onları… darmadağın ettik” (Sebe, 34/19 buyruğunda olduğu gibi.)

“Biz ise, herşeyi sayıp yazmışızdır” buyruğundaki: Herşeyi” laf­zı “sayıp, yazmış izdir” fiilinin delalet ettiği mukadder bir fiil ile nasbedilmiş-tir. Bu da: biz herşeyi saymışızdır, o şeyi sayıp yaz Odışızdır” demektir.

Ebu v-Semmal ise, mübtedâ ve merfu olmak üzere: Her şey” diye okumuştur. Yazmışızdır” buyruğunu da mastar (mePül-i mutlak) ularak nasb iie okumuştur. Çünkü: Saydık” fiili: Yazdık” an­lamındadır Bu da Onu belirli bir şekilde yazdık” demek olur.

Diğer iaraRan bununla kastedilen şey ilimdir. Çünkü yazılan bir şeyin unu-îmrna :huıaü daha ] uzaktır. Şöyle de açıklanmıştır: Biz, onu melekler bil-mt dr-e Uvh-i Mahfuzda yazmışızdır. Bununla kulların yaptıkları ve buna bağ­lı olarak yazılan amellerinin kastedildiği de söylenmiştir. Bu da yüce Allah’ın ktndiknne yazma emrini vermiş olduğu ve kullar üzerinde görevli olan me­leklerden aciır olan bir yazmadır. Bunun delili de yüce Allah’ın: “Halbuki şüphe yok ki üzerinizde bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır,” (el-İnfitar, 82 10-11′ buyruğudur.

“İşie tadın! Artık az ab tan başka bir şeyinizi arttırmayacağız” buyruğu hakkında. Ebu Herze dedi ki: Peygamber (sav)’a Kur’ân’da en ağır âyet hangisidir, diye sordum, o şöyle buyurdu: Yüce Allah’ın: “İşte tadın, artık azabtan başka bir şeyinizi arttırmayacağız” buyruğu; “Derileri piştikçe azabı tatmaları için derilerini başka derilerle değiştireceğiz.” (en-Nisa, 5b’ı ile “Alevi yavaşladıkça Biz onlara alevini arttırırız, “(el-îsra, 17/97) l^uvrukiarıdır dedi,[11]

  1. Şüphe yok ki, takva sahipleri için bir kurtuluş vardır.
  2. Bahçeler ve üzüm bağları da.
  3. Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
  4. Ve dolu dolu kadehler de vardır.
  5. Orada boş bîr söz de işitmezler, yalan bir söz de.
  6. Rabbinden amellerine uygun bir mükâfat olmak üzere.

“Şüphe yok ki, takva sahipleri için bîr kurtuluş vardır” buyruğu ile yü­ce Allah, Allah’ın emrine muhalefet etmekten sakınanların mükâfatını sözkonusu etmektedir.

“Kurtuluş” cehennem ehlinin içinde bulundukları halden (ve yer­den) kurtulmak ve umduğunu elde etmek, demektir. Bundan dolayı suyu ax, geniş araziye oradan kurtuluşa yormak amacıyla: Kurtuluş yeri” de­nilmiştir.

“Bahçeler ve üzüm bağları da” buyruğu “kurtuluş”un açıklamasıdır. Şöy­le de açıklanmıştır: “Şüphe yok ki takva sahipleri için bir kurtuluş vardır.” Muhakkak takva sahihleri için: Bahçe”n in çoğulu; Bahçe­ler” vardır. Bu da etrafı çevrilmiş bahçeye verilen isimdir. Eıra Fi­ni kuşattı” denilir. Üzümler” demek olup, C v’in çoğuludur. Bu da üzüm bağları demek olup, (bağlar anlamındaki lafız) hazfedilmiştir.

“Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar” âyelindeki: Memele­ri tomurcuklanmış” lafzı’in çoğuludur. Bu da memeleri yükselip, gö­rünmeye başlanmış olan kız demektir. İle denildiği gibi, de denilir (ki hepsinin anlamı kızın memeleri tomurcuklandı, tomurcuklanır şeklindedir.)

ed-üahhak dedi ki: Bakire genç kızların, yeni oluşan memeleri gibi (me­meleri olacaktır) diye açıklamıştır. Kays b. Âsım’ın su beyi tinde de bu anlam­dadır:

“Nice iffetti ve şerefli kadım biz elimizde tuttuk Ve memeleri tomurcuklanmış, ay hali çağına yaklaşmış, nice genç kızlar sefalet nedir bilmemiş.”

“Yaşıtlar”: Yaşları birbirine denk ulanlar demektir. Bu husus da­ha önce el-Vaküi Sûresi’nde (57/37. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır, tekili: ‘dir.

“Ve dolu dolu kadehler de vardır.” el-Hasen, Katade, İbrı Zeyd ve İbn Ab-bas: İyice dolu kadehler demektir, diye açıklamışlardır, Kâseyi doldurdum” denilir. Dolu kâse” demektir. Şair de şöyle demiştir:

“Dikkat et, bana katkısız içki doldur, saki bana içirdi Onun suyundan; Senin dopdolu kâsen ile.”

Hidâş b. Züheyr dedi ki:

“Âmir bize dengini bulur diye geldi Biz de ona dopdolu bir kâse sunduk.”

Said b. Cübeyr, İkrime, Mücahid ve yine İbn Abbas: Peşpeşe gelen kase­ler dîye açıklamışlardır. da buradan gelmekte olup, “taş­ların birbirine geçmesi ve birbirine ileri derecede kaynaşması” demektir. Bu­na göre, ardı arkasına gelen, birbirinin içine giren gibidir. Yine İkrime’den ve Zeyd b. Eslem’den saf ve katıksız anlamına açıkladıkları nakledilmiştir, Şa­ir de şöyle demiştir;

“Şüphesiz ki sen kalbe daha da yakınsın Susamış olanın katıksız dolu kaseye yakınlığından.”

Bu lafız ‘in çoğuludur. Bacağın kendileriyle desteklendiği iki tah­ta parçasına denilir.

“IKadeh”den kasıt şaraptır. İfade: (Onlara) ardı arkasına katıksız şarab tak­dirindedir. Bu da o şarabın sıkıldıktan sonra arıtıldığı, tasfviye edildiği ma­nasına gelir.- Bu açıklamayı el-Kuşeyri yapmıştır.

es-Sıhah’ta şöyle denil inektedir: Suyu hızlıca boşalttım” de­mektir. Ebu Amr dedi ki: Bir çeşit işkence” anlamındadır. Farsçada da buna “eşkence” denilir, el-Müberred dedi ki: Aralıksız olarak bütün işkence türleriyle işkence yapılan kimse” demektir. İbnu’l-Arabî dedi ki: O şeyi kırdım ve parçaladım” demektir. (*ü»j) da aynı an­lamdadır deyip, el-Hucr b. Halid’in şu beyitini nakletmektedir:

“İyilik ve cömertlik olsun diye paramparça ederiz etleri Bazılarının ise yergilerle kaynar küçük tencereleri”

“Mim” harfi ziyadesiyle: de onun ile aynı anlamdadır. (O şeyi kır­dım ve parçaladım demektir). el-Esmai dedi ki: Bu şekliyle hoş ve rahat ye­nilecek şeyler anlamındadır. Yumuşak ve rahat olan herşey hakkında da kul­lanılır. Ömer’in: Ben bana yumuşak ve güzel yemek­ler hazırlanmasını isteyecek olsaydım, elbetteki bunu yapardım” şeklindeki ifadeleri de bu kabildendir. (Ömer devamla dedi ki): Fakat yüce Allah bir­takım kimseleri ayıplayarak şöyle buyurmuştur: “Siz dünya hayatınızda hoşlandığınız herşeyinizi bitirdiniz ve onlardan yararlanıp durdunuz.” (el-Ahkaf, 46/20)

“Orada cennette “boş bir söz de işitmezler, yalan bir söz de” buyruğundaki: Boş”; batıl demektir. Bu da anlamsız alan ve bir kenara atıl­ması gereken sözler demektir. Şu hadiste de bu anlamda kullanılmıştır: Sen, cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına: Dinle! diyecek olursan boş (bâtıl) bir söz söylemiş olursun.”[12]

Çünkü cennet ehli dünyadakilerin aksine içki içecek olurlarsa, akılları de­ğişmez ve bos (batıl) bir söz söylemezler.

“Yalan bir söz de” lafzı daha önceden (28. âyet-i kerimede) geçmiş bu­lunmaktadır. Yani onlar birbirlerini yalanlamazlar ve yalan bir söz de işitmez­ler. el-Kisai bunu: şeklinde şeddesîz ‘den gelen bir mastar olarak okumuştur. Yani onlar, cennette birbirlerine yalan söylemezler. Bu iki şeklin: ‘in iki mastarı olduğu da söylenmiştir. Burada şeddesiz oku­ması ise, mastarını teşkil edecek bir fiil ile kayıtlı olmadığından (ayette bel­li bir şekilde okumayı gerektiren bir fiile ait bir mastar olmadığından) dola­yıdır. Buna karşılık daha önceki; Âyetlerimizi de yalanladıkça yalanlıyorlardı” (28. âyet) buyruğunda şeddeli okuması ise, fiilin mastarını (“zel” harfini) şeddeli olmakla kayıtladığından dolayıdır.

“Rabbinden amellerine uygun bir mükâfat olmak üzere” buyruğunda-ki: Bir mükâfat” lafzı maMar (meful-i mutlak) olarak nasbedilmiştir. Çünkü: Yüce Allah, daha önce sözü edilen hususlarla onları mükafatlandır­mıştır, anlamındadır. Aynı şekilde; da böyledir. Çünkü “Onlara ver­di” ile: Onları mükâfatlandırdı” aynı anlama gelir ki bu da; Onlara mükâFatlarını verdi” demektir.

Uygun”; pek çok demektir. Bu açıklamayı Katade yapmıştır. O kimseye artık bana bu kadarı yeter deyinceye kadar çokça verdim” anlamındadır. Şair şöyle demiştir:

“Kabilenin evladı eğer aç ise onu tercih ederiz kendimize ve eğer Aç değilse ona; artık bu kadarı bana yeter, deyinceye kadar veririz.”

el-Kutebî de şöyle demektedir: Bizim görüşümüze göre bunun aslı, bana bu kadarı artık yeter, deyinceye kadar ona bir şeyler vermektir.” ez-Zeccac dedi ki: Onlara yetecek kadar, anlamında­dır. el-Ahfeş de böyle demiştir. Nitekim: Bu bana yetti” denilir.

el-Kelbî de şöyle demiştir: Onları hesaba çektikten sonra bir iyiliklerine on karşılık vermiş olacaktır.

Mücahid dedi ki: İşledikleri dolayısıyla onları hesaba çekmiş olacaktır. Bu­rada “hesab” saymak manasınadır. Yani yüce Rabbin vaadine göre, o kim­seye verilmesi gereken miktarı ile sayılıp verilmiş olacaktır. Çünkü o bir ha-seneye karşılık on vermeyi vaadeimiştir. Kimilerine yediyüz kat vermeyi va-adettiği gibi, kimilerine sonsuz ve miktarsız olarak bir mükâfat vermeyi va-adetmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Sabredenlere de ecirle­ri hiç şüphesiz hesabsız verilir.” (ez-Zümer, 39/10)

Ebu Haşim “ha” harfini üstün, “sin” harfini de şeddeli olarak; di­ye “fe’âl” vezninde yani, “yetecek kadarıyla verdi” diye okunmuştur. el-Es-maî de: Şeddeli olarak: Ben o adama ikram ettim” denilir de­miş ve şairin şu mısraını zikretmiştir:

“Misafiri ona gelecek olursa, ona ikramda bulunur “

İbn Abbas ise “nun” ile: Güzel bir şekilde” diye okumuştur. [13]

  1. “Göklerin, yerin ve onların arasında bulunanların Rabbi Rah-man’dan.” Onun huzurunda söz söylemeye kimsenin gücü yet­mez.
  2. O gün, Ruh ve melekler, saf olup ayakta duracaklar. Rahman’in izin verdiği kimseden başkaları konuşmazlar ve doğru söyler­ler.
  3. İşte bu, o hak gündür. O halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu edinsin.
  4. Çünkü gerçekten Biz, sîzi yakın bir azab ile uyarıp korkuttuk. O günde kişi iki elinin önden yolladığına bakacak ve kâfir: “Ah! Keşke ben de toprak olsaydım” diyecek.

“Göklerin, yerin ve onların arasında bulunanların Rabbi Rahmandan” buyruğundaki: ” Rabbİ” lafzını İbn Mesud, Nâfi, Ebu Amr, İbn Kesir, Yakub’dan rivayetle Zeyd, Âsım’dan rivayetle el-Mufaddal, mübtedâ olarak ref ile: ( vj) diye; haberi de: Rahman” olmak üzere okumuşlardır.[14] Yahutta O, göklerin Rabbidir… anlamında oiur. “Rahman” da ikinci mübte-da olur.[15]

İbn Âmir, Yakub ve İbn Muhaysın ise her iki lafzı da (yani Rab ve Rah­man lafızlarını) cer ile (kesreli) ve yüce Allah’ın: “Rabbİnden …” buyruğu­na sıfat olarak okumuşlardır. Bvı göklerin … Rabbi olan ve Rahman olan se­nin Rabbinden … bir mükâfat olmak üzere,., demek olur.

İbn Abbas, Âsim, Hamza ve el-Kis-aî de: “Göklerin … Rabbinden” diye sı­fat olarak mecrur (kesreti) buna karşılık; Rahman” lafzını da müb-tedâ olarak merfu okumuşlardır ki; o rahmandır demek olur[16] Bunu Ebu Ubeyd tercih etmiş olup şöyle demiştir: En uygun okuyuş şekli budur. “Rab” İafzı daha önce geçen “Rabbinden” lafzına yakınlığı dolayısıyla cer ile okunur ve bu durumda ona sıfat olur. “Rahman” lafzı ise ondan uzak oldu­ğundan ötürü mübteda olarak ref ile okunur, onun haberi de “onun huzu­runda söz söylemeye kimsenin gücü yetmez” buyruğu otur. Yani onlar O’na .ancak kendilerine izin verdiği hususta soru sorabilirler.

el-Kisai dedi ki: “O’nun huzurunda söz söylemeye” O’nun izni bulunmak­sızın şefaatte bulunmaya “kimsenin gücü yetmez.”

“Söz söyleme (hitabTın söz anlamında okluğu da söylenmiştir. Yani on­lar O, izin vermeksizin yüce Rabbe hitab edemeyeceklerdir. Buna delil de: “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir kimse söz söyleyemez.” (Hud, 11/105) buy­ruğudur.

Yüce Allah’ın: “O’nun huzurunda söz söylemeye kimsenin gücü yetmez”

buyruğu ile kâfirleri kastettiği de söylenmiştir. Mü’minler ise şefaat edecek­lerdir.

Derim ki: Onların şefaat etmeleri de Allah’ın kendilerine izin vermesin­den sonra olacaktır. Çünkü yüce Allah: “O’nun izni olmaksızın nezninde kim şefaat edebilir” (el-Bakara, 2/225) diye buyurduğu gibi; bîr başka yerde de: “O günde Rahmanın izin vereceği ve sözünden razı olacağı kimseninki müstesna, şefaatin hiçbir faydası olmayacaktır” (Ta-Ha, 20/109) diye bu­yurmaktadır.

“O gün, Ruh ve melekler saf olup ayakta duracaklar” buyruğundaki: O gün” lafzı zarf olarak nasbedilmiştir. Yani O’nun huzurunda söz söy­lemeye kimsenin gücünün yetmeyeceği gün olan, o gün, Ruh ve melekler saf olup, ayakta duracaklar.

“Ruh’un mahiyeti hakkında sekiz ayrı görüş ileri sürülmüştür.

1- O, meleklerden bir melektir, tbn Abbas dedi ki: Yüce Allah, Arştan son­ra ondan daha büyük bir varlık yaratmış değildir. Kıyamet gününde kendi­si tek başına bir saf olarak duracak, diğer melekler de bir saf halinde dura­caklardır. Onun yaratılışının azameti diğer meleklerin safları gibi olacaktır.

Buna yakın bir görüş de İbn Mesud’dan nakledilmiştir. O, şöyle demiştir: Ruh; yedi semadan, yedi arzdan ve dağlardan daha büyük bir melektir. O dördüncii sema tarafmdadır. Her gün, yüce Allah’ı onikibin defa teşbih etmek­tedir. Allah herbjr teşbihten bir melek yaratır. Kıyamet gününde kendisi tek başına bir saf olarak sair melekler ise bir diğer saf olarak, geleceklerdir.

2- “Ruh”, Cebrail (a.s)’dır. Bunu eş-Şa’bi, ed-Dahhak ve Öaid b. Cübeyr ifa­de etmişlerdir. İbn Abbas’tan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Arşın sağ tarafında nurdan bir nehir vardır. Yedi sema, yedi arz, yedi deniz gibidir. Ceb­rail, o ırmağa her gün seher vakti girip yıkanır, Nuruna nur katılır, güzelli­ğine güzellik, azametine azamet. Sonra silkinir, Allah onun tüylerinden dü-ş’en herbir damlzcfan yetmişbin melek yamar. Hcv gün bunİann yecmişbin ta­neni de el-Beyîu’1-Ma’mur’a, diğer yetmişbin tanesi de Ka’be’ye girer ve kı­yamet gününe kadar tekrar oralara geri dönmezler.

Vehb dedi ki: Cebrail (a.s) bütün eklemleri titrer bir halde, Allah’ın hu­zurunda durmaktadır. Allah, herbir titreyişten yüzbtn melek yaratır. Bütün me­lekler, yüce Allah’ın huzurunda başlarını Öne eğmiş olarak saflar halindedir. Allah, onlara konuşma iznini verdiğinde: Senden başka hiçbir ilah yoktur, der­ler. İşte yüce Allah’ın: “O gün, Ruh ve melekler saf olup ayakta duracak­lar. Rahmanın İzin verdiği kimseden başkaları konuşmazlar.’1 buyruğu bu­nu anlatmaktadır. İşte “ve doğru söylerler” buyruğu da “senden başka hiç­bir ilah yoktur” sözlerine işaret etmektedir.

3-İbn Abbas’tan gelen rivayete göre, Peygamlier (sav) şöyle buyurmuş­tur: “Ruh, bu âyet-i kerimede yüce Allah’ın ordularından bir ordudur. Bun­lar melek değildirler, başları, elleri ve ayakları vardır, yerler ve içerler.” Da­ha sonra: “O gün, ruh ve melekler saf olup ayakta duracaklar” buyruğunu okudu.[17] İşte bunlar bir ordu, diğerleri de bir ordudur, Bu, Ebu Salih ve Mü-cahidin de görüşüdür. Buna göre, onlar insanlar gibi olmakla birlikte; insan olmayan Adem oğullan suretinde bir tür yaratıktırlar.

4- Bunlar meleklerin en şereflileridir. Bu açıklamayı da Mukatil b. Hay-yan yapmıştır.

5- Bunlar meleklerin üzerindeki bekçilerdir. Bu açıklamayı da İbn Ebi Ne-cih yapmıştır.

6- Bunlar Adem oğullandır. el-Hasen ve Katade böyle demiştir. Buna gö­re buyruk ruh sahibi varlıklar … anlamında olur. el-Avfi ve el-Kurazi şöyle demişlerdir: Bu İbn Abbas’ın gizleyip açıklamadığı hususlardandır. O dedi ki: Ruh, Allah’ın Ademoğullan suretinde var ettiği yaratıklardandır. Semadan in­en herbir melek ile birlikte, mutlaka o ruhtan birisi vardır.

7- Bunlar Adem oğullarının ruhları olup, bu ruhlar bir saf olarak ayağa kalkaçaklar; melekler de bir saf olarak duracaklardır. Bu ise, ruhlar cesetlere ge­ri döndürülmeden önce İki nefha (Sûra iki üfürüş) arasında olacaktır. Bu açık­lamayı da Atiyye (el-Avfi) yapmıştır.

8- Ruh. Kur’ân-ı Kerim’dir. Bu Zeyd b. Eslem’in görüşüdür. O (delil olmak üzere); “Sana da böylece emrimizden bir ruh vahyettik.” (eş-Şura, 42/52) buy­ruğunu okumuştur.

Saf olup” buyruğu bir mastardır, yani saflar halinde ayakta diki­leceklerdir. Mastar da hem tekil, hern de çoğul için kullanılabilir. “Adi: adil ‘ kişi, adil kişiler” ile “savın: oruç tutan kişi, oruçlu kimseler” gibi. Ayrıca bay­ram gününe de “saf günü” denilir. Bir başka yerde de yüce Allah: “Rabbin gelip meleklerle safsaf dizildiğinde” (el-Fecr, 89/22) diye buyurmaktadır ki; bu da safların bir değil, bir çok olacaklarına delildir. Bu amellerin arzedilip, hesaba çekilme zamanında olacaktır. Bu anlamdaki açıklamayı el-Kutebi ve başkası yapmıştır.

Ruhun tek bir saf, meleklerin de tek bir saf olarak ayağa kalkacakları da söylenmiştir. Buna göre iki saf olacaklardır. Hepsinin bir tek saf olarak ayakta duracakları da söylenmiştir.

“Rahman’ın” şefaat hususunda “İzin verdiği kimselerden başkaları ko­nuşmazlar” şefaat etmeye kalkışmazlar “ve doğru söylerler” hakkı söyler-Ler. Bu açıklamayı ed-Dahhak ve Mücahid yapmıştır. Ebu Salih: La ilahe il­lallah derler, demiştir. ed-Dahhak, İbn Abbas’tan şöyle dediğini rivayet eder: Onlar, la ilahe illallah demiş, kimselere şefaat edeceklerdir.

“Savab: doğru’ın asıl anlamı doğru olan söz ve davranıştır. Bu: isabet etti, eder, İsabet etmek”ten gelmektedir ki; “cevab”ın; ” Cevab verdi, verir, cevab vermek”e benzemektedir.

“Konuşmazlar” ile kastedilenlerin; saf halinde duran melekler ile ruh ol­duğu da söylenmiştir. Bunlar, yüce Allah’ın heybetinden ve O’nun celal ve azametinden dolayı konuşmayacaklardır. Sadece “Rahmanın” şefaat husu­sunda “izin verdiği kimseler” konuşacaktır. Bunlar da doğru söyleyecekler, Allah’ı tevhıd ve teşbih edeceklerdir.

d-Hasen. şöyle demiştir: Ruh, kıyamet gününde şöyle diyecektir: Hiç kim­se Allah’ın rahmetine mazhar olmadan cennete giremeyecektir ve hiç kim­se de (gerektirici) ameli olmaksızın cehennem ateşine girmeyecektir. İşte yü­ce Allah’ın: “Ve doğru söylerler” buyruğunun anlamı budur.

“İşte bu” olan ve meydana gelen “o hak gündür. O halde dileyen Rab-

bine bir dönüş yolu” salih amel ile bir dönüş “edinsin.” Kişi sanki hayırlı bir amel işleyecek olursa, bu onu Allah’a geri çevirecek, kötü bir iş yapar­sa ondan uzaklaştıracak gibi (bir anlam) taşımaktadır. Bu anlamın bir benzeri Peygamber (sav)’ın şu buyruğunda dile getirilmiştir: “Hayır tümüyle Se­nin ellerindedir, şer ise Sana nisbet edilmez.”[18]

Katade dedi ki: “Bir dönüş yolu bir yol demektir.

“Çünkü gerçekten Biz, sizi yakın bir azab ile uyarıp, korkuttuk” buy­ruğu ile yüce Allah, Kureyş kâfirlerine ve Arap müşriklerine hitab etmekte­dir. Çünkü onlar; biz diriltilmeyeceğiz, diyorlardı. Azabtan kasıt da âhirette-ki azaptır. Esasen gelecek olan herbir şey yakın demektir. Yüce Allah da: “On­ların onu görecekleri gün (günün) bir akşamından veya kuşluğundan baş­ka durmamışlar gibi gelecek onlara” (en-Nâziâi, 79/46) diye buyurmaktadır. Bu anlamdaki açıklamayı el-Kelbi ve başkaları yapmıştır.

Katade şöyle demiştir: Bundan kasıt dünyada verilecek cezadır. Çünkü bu iki azaptan en yakın olanıdır. Mukatil: Bu Kureyş’in (ileri gelenlerinin) Be-dir’de öldürüleceğini belirtmektedir.

Ancak daha kuvvetü görülen bunun, âhiret azabı olduğudur, bu da ölüm ve kıyamettir. Çünkü kim ölürse, onun da kıyameti kopmuş elemek­tir. Eğer cennet ehlinden ise cennette kalacağı yeri görür, eğer cehennem­liklerden ise, o da horluk ve hakirlik görür. Bundan dolayı yüce Allah şöy­le buyurmaktadır:

“O günde kişi İki elinin önden yolladığına bakacak” buyruğu, bu aza­bın zamanını açıklamaktadır. Yani Biz, sizi o günde gerçekleşecek yakın bir azab ile uyarıp, korkuttuk. Bu da kişinin ellerinin önden gönderdiklerine ba­kacağı bir gündür. Yani o gün derdiklerini görecektir.

Buyruğun; Önden gönderdiğine bakacaktır” takdirinde olup, edatının hazfedildiği de söylenmiştir.

Burada “kişi”den kasıt, el-Hasen’in açıklamasına göre mü’mindir. Yani o kendisinin bir amel işlemiş olduğunu görecektir. Kâfir ise kendisinin hiçbir ameli olduğunu görmeyecektir. Bundan dolayı toprak olmayı temenni ede­cektir.

Yüce Allah: “Ve kâfir … diyecek” buyruğundan da, “kişi”den kasıt mü’min olduğu anlaşılmaktadır.

Buradaki “kişi” ile Ubey’b. Halef ve Ukbe b. Ebi Muayl’ın kastedildiği de söylenmiştir. “Ve kâfir … diyecek” ile kasıt da Ebu Cehil’dir.

Buyruğun, o günde yaptıklarının karşılığını görecek olan her kişi ye in­san hakkında umumi olduğu da söylenmiştir. Mukatil dedi ki: Yüce Al­lah’ın: “O gün kişi, iki elinin önden yolladığına bakacak” buyruğu Ebu Se­leme b. Abdi’1-Esed el-Mahzumi hakkında “ve kâfir: Ah keşke ben de toprak olsaydım, diyecek” buyruğu da kardeşi el-Esved I). Abdi’1-Esed hakkın­da inmiştir.

es-Salebi dedi ki: Ben Ebu’i-Kasım b. Habib’s şöyle derken dinledim: Bu­rada “kâlîr”den kasıt İblis’tir. Çünkü o, Adem’i topraktan yaratıldı diye ayıplamış, buna karşılık kendisinin ateşten yaratıldığını belirterek üğün-müştü. Kıyamet gününü görüp de Adem’in ve Adem oğullarının içinde bu­lundukları mükâfat ve hak ve rahmeti göreceğinde, kendisinin ise içinde bu­lunduğu sıkıntı ve azabı göreceğinde Adem’in yerinde olmayı temenni ede-, cek ve “ah keşke ben de toprak(tan yaratılmış) olsaydım, diyecek’dir.

(es-Salebi devamla) dedi ki: Ben bu açıklamayı el-Kuşeyri Ebu Nasra ait tefsir açıklamaları arasında gürdüm.

Şöyle de açıklanmıştır: İblis, keşke topraktan yaratılmış olsaydım da ben Adem’den hayırlıyım dememiş olsaydım, diyecektir. İbn Ömer’den şöyle de­diği rivayet edilmiştir: Kıyamet günü oldu mu yeryüzü bir kösele gibi uza­tılıp, yayılacak, hayvanlar, davarlar ve yırtıcı hayvanlar hep hasredilip bir ara­ya getirilecek, sonra hayvanlar arasında kısas uygulamasına geçilecek. Öy­le ki, boynuzsuz olan koyunun lehine, boynuzlu olandan boynuz vurması­nın kısası dahi uygulanacaktır. Aralarında kısas bitirileceği vakit onlara; toprak olun! denilecektir. İşte o zaman kâfir: “Ah keşke ben de toprak ol­saydım” diyecektir.

Buna yakın bir rivayet, Ebu Hureyre ile Abdullah b. Amr b. el-As (r. an-hum)’dan rivayet edilmiştir. Biz bunu “et-Tezkire bi Ahvâli’l-Mevtâ ve Umu-ri’l-Ahira” adlı eserimizde güzel bir şekilde kaydetmiş bulunuyoruz. Allah’a hamdolsun,

Ebu Cafer en-Nehhas, şunu zikretmekte Jir: Bize Ahmed b. Muhammed b. Nâfi’ anlattı dedi ki: Bize Seleme b. Şebib anlattı dedi ki: Bize Abdu’r-Rez-zak anlam dedi ki: Bize Ma’mer anlattı dedi ki: Bana Cafer b. Berkan el-Ce-zeıi haber verdi. O, Yezid b. el-Asam’dan, o Ebu Hureyre’den rivayetle de­di ki: Yüce Allah hayvan, kuş ve insan türünden bütün mahlukatı hasrede­cek, sonra da hayvanlara, kuşlara: Toprak olun! denilecek. İşte o vakit: “Kâfir: Ah keşke ben de toprak olsaydım, diyecek”

Bir takım kimseler de şöyle demiştir: “Ah keşke toprak olsaydım” diril-tilmeseydiın demektir. Bu da yüce Allah’ın: “Keşke kitabım verilmeseydi” (el-Hakka, 69/55) buyruğuna benzemektedir.

Ebu’z-Zinâd dedi ki: İnsanlar arasında hüküm verilip, cennetliklerin cen­nete, cehennemliklerin de cehenneme götürülmesi emroiunacağı vakit diğer yaratıklar ile mü’min cinlere: Toprak olunuz denilecek, onlar da toprak olacaklar. İşte bu halde onları gören kâfir kimseler: “Ah keşke ben de toprak olsaydım” diyeceklerdir,

Leys b. Ebi Süleym dedi ki: Mii’min cinler tekrar toprak olacaklardır.

Ömer b. Abdu’1-Aziz, ez-Zührî, el-Kelbî ve Mücahid şöyle demişlerdir: Mü’min cinler, bir düzlük ve genişçe bir yerde cennetin etrafında bulunacak­lar, fakat içinde olmayacaklardır. Bu daha sahihtir. Daha önce buna dair açık­lamalar er-Rahman Sûresi’nde (55/31-36. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulun­maktadır. Onların mükellef oldukları mükâfat ve ceza görecekleri belirtilmiş­tir. O haide onlar Âdem oğullan gibidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır,

(Nebe’ Sûresi burada sona ermektedir. Allah’a hanıdolsun).

Kuran

Nebe Suresi

el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an ( İmam Kurtubi ) | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.