Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 13°C
Hafif Yağmurlu
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Per 9°C
Cum 7°C
Cts 9°C
Paz 10°C

65 – Talak Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an

Bütün ilim adamlarının görüşüne göre Medine’de inmiştir. Onbir ya da oniki âyet-i kerimedir.

65 – Talak Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an

Talak Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an ( İmam Kurtubi Tefsiri )

Rahman ve Rahim Allah’ın Adı İle

  1. Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetleri vaktinde bo-şayın ve o İddeti sayın, Rabbiniz olan Allah’tan korkun. -Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları hali dışında- evlerinden onları çıkar­mayın, onlar da çıkmasınlar. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphe yok ki kendi kendisine zulmetmiş olur. Bilemezsin, belki Allah bundan sonra bir iş pey­da ediverİr.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı ondürt başlık İmlinde sunacağız: [2]

1- Âyetin Nüzul Sebebi:

“Ey Peygamber! Kadınları boşadtğınız zaman…” buyruğunda hitap Pey­gamber (sav)’adır. Ona tazim ve tefhim olsun diye çoğul lafzı ile muhatab alın­mıştır.

İbn Mace’nin Sünera’inde Said b. Cübeyr’in, tbn Abbas’tan, onun Ömer b. el-Hattab’tan rivayetine göre Rasûlullah (sav) Ilafsa (r.anha)’yı bo.samış son­ra ona ric’at (dönüş) yapmıştır[3]

Katade, Enes’ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sav) Haf-sa (r.anha)’yı boşadı. O da ailesinin yanına gitti. Yüce Allah H2. Peygamber (sav)e: “Ey Peygamberi Kadınları boşadığınız zaman iddetleri vaktinde bo-şaym” buyruğunu indirdi. Ona: Hafsa’ya ric’aı yap, çünkü o cuk namaz kı­lan, çok oruç tutan birisidir ve o senin cennetteki hanımlanndandır, denil­di. Bunu el-Maverdî, el-Kuşeyrî ve es-Sa’lebî zikretmiştir.[4]

el-Kuşcyrî ayrıca şunu da rivayet etmektedir: Onun ailesinin yanına çıkıp gitmesi hakkında da yüce Allah’ın: “Evlerinden onları çıkarmayın” buyru­ğu nazil oldu.

el-Kdbî dedi ki: Bu âyetin nüzul sebebi Rasûlullah (sav)’ın Hafsa’ya kız­gınlığıdır. Ona gizlice bir sır söylediğinde bu sim Âişe’ye açıklayınca, Pey­gamber (sav) da onu bîr defa boşadı, bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.

es-Süddî dedi ki: Âyet, Abdullah b. Ömer hakkında inmiştir. O, hanımı­nı ay hali iken bir defa boşadı. Rasûlullah (sav) ona hanımına ric’aL yapma­sını, sonra da temizleninceye ve ay hali oluncaya, sonra bir daha temizlenin­ceye kadar nikâhı altında tutmasını emretti. Eğer yine onu boşamak istiyor ise onunla cima yapmaksızın temizleneceği vakit onu boşasın. İşte yüce Al­lah’ın hanımların süresi içerisinde boşamalarım emretmiş olduğu icldel bu­dur[5]

Şöyle de denilmiştir: Bazı erkekler Abdullah b. Ömer’in yaptığının ben­zerini yaptılar. Abdullah b. Amr b. el-Âs, Amr b. Said b. el-Âs ile Ut be b. Gaz-van bunlardandır. Âyet-i kerime onlar hakkında inmiştir.

İbnu’l-Arabi dedi ki: Bütün bunlar her ne kadar sahih değil iseler de, bi­rinci görüş daha uygun görülmektedir. Bunda daha sahih olan da bunun yeni bir şer’î hükmün açıklaması olduğudur.

Buyruğun Peygamber (sav)’a hitab olmakla birlikte maksadın onun üm­meti olduğu da söylenmiştir. Muhataptan gaibe farklı lafızlarla hitap etmiş bu­lunmaktadır. Bu, fasih bir anlatını tarzıdır. Nitekim yüce Allah: “Hatta siz ge­milerde bulunduğunuz zaman, onlar da içindekileri güzel bir rüzgar ile gö­türüp…” (yunus, 10/22) diye buyurmaktadır. Buyruğun takdiri şöyledir: Ey Peygamber! Sen onlara: “Kadınları boşadığınız zaman İddetleri vaktinde boşayın” de. İşte bu da tefsir âlimlerinin, burada hitap yalnız ona yönelik ol­makla birlikte, mana hem kendisini, hem mü’minleri kapsamaktadır. Yüce Al­lah mü’minlere hitab etmek istediğinde ona: “Ey nebi: peygamber” buyruğu ile taltifte bulunmuştur. Eğer hitab hem lafız, hem mana itibariyle ona yöne­lik ise: ‘Ey RasûT’ diye ona iıilab etmiştir.

Derim ki: İddel ile ilgili hükümlerin ensardan Yezid b. es-Sekenin kızı Es­ma hakkında nazil oluşu hu görüşün doğruluğuna delildir. Ebu Davud’un Kı-tab’ında (Sünen’inde) ondan geien rivayette belini İd iğine göre Esma Peygam­ber (sav)’ın döneminde (kocası tarafından) boşandı, Henüz boşanan kadının iddeti hakkında bir hüküm yoktu. Yüce Allah, Esma boşanınca boşamak için iddet hükmünü indirdi. Böylece, boşamak dolayısıyla iddetin hakkında indiği ilk kişi o oldu.[6]

Bundan maksadın Peygamber (sav)’a tazim maksadıyla nida olduğu ve sonradan: “Kadınları boşadığınız zaman” diye buyurulduğu da söylenmiş­tir. Bu da (bu yönüyle yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın pis işlerindendir” (el-Maide, 5/90) buyruğuna benzer. Onların öncelikleri ve üstünlükleri dolayısıyla yüce Allah mü’minleri önce sözkonusu etmiş, sonra da: “İçki, kumar, putlar ve fal okları” diye buyur­muştur. [7]

2- Boşamanın Aleyhine Dair Bazı Rivayetler ve “Boşama” Lafzı ile Birlikte İstisna Yapmanın (İnşaallak Demenin) Hükmü:

es-Sa’lebrnin rivayet ettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Şüphesiz ki Allah tarafından en cok buğzedîlen helâl talâktır.”[8]

Ali (r.a)’dan rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Evleni­niz fakat boşamayınız. Çünkü boşamaktan dolayı hiç şüphesiz Arş sarsılır,[9]

Ebu Musa’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir. Rasûlullah (sav) buyurdu ki; “Bir şüpheden olması müstesna kadınları boşamayım.[10] Çünkü muhakkak aziz ve edil olan Allah, tat alan erkekleri de, tat alan kadınları da sev-

raez.”[11]

Enes’ten şöyle dediği rivayet edilmiştir. RasGiullah (sav) buyurdu ki: “Münafıktan başka hiçbir kimse ne talâk ile yemin eder, ne de talâk ile ye­min edilmesini ister.”(2) Bütün bunları es-Sa’lebî -Allah’ın rahmeti üzerine ol­sun- kitabında müsned olarak rivayet etmiştir.

Dârakutnî dedi ki: Bize Ebu’l-Abbas Mııhamnıed b. Aü ed-Du!âbî ile Ya-kııb b. İbrahim anlatarak dedi ki: Bize e!-Hasen b. Arefe anlattı dedi ki: Bi­ze İsmail b. Ayyaş, Humeyd b. Malik el-Lahmî’den anlattı. O Mekhul’den, o Muaz b. Cebel’den şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (sav) bana dedi ki: “Ey Muâz, yüce Allah yeryüzünde köle azad etmekten daha çok sevdiği bir şey yaratmış değildir. Yine yeryüzünde talaktan daha çok nefret edilen bir şey yaratmış değildir. Bundan dolayı bir kimse kölesine: Sen inşaallah hür­sün diyecek olursa, o köle hür olur ve bunun istisnâsı(nın, inşaallah deme­sinin hükmü) yoktur. Eğer bir kimse hanımına: İnşaallah sen benden boş ol, diyecek olursa, onun bu istisnası onun için geçerlidir ve hanımı ondan boş olmaz.”[12]

Bize Muhammed b. Musa b. Ali anlattı dedi ki; Bize Humeyd b. er-Rabi ani attı dedi ki: Bize Yezid b, Harun anlattı, bize İsmail b. Ayyaş bu isnadı ile buna yakın lafızlarla rivayet etti. Humeyd dedi ki: Bana Yezid b. Harun de­di ki: Eğer Humeyd b. Malik bilinen birisi olsaydı bu hadis nasıl bir hadis olur­du. Ben: O benim dedemdir dedim. Yezid dedi ki: Beni çok sevindirdin, be­ni çok sevindirdin. İşte şimdi bu hadis, denilen şey oldu[13]

Bize Osman b. Ahmed ed-Dakkak anlattı dedi ki: Bize İshak b. İbrahim b. Suneyn anlattı dedi ki: Bize Ömer b. İbrahim b. Halid anlattı, Bize Humeyd b. Malik el-Lahmî anlattı. Bize Mekhul, Malik b. Yehaıııir’den anlattı. O Mu­az b. Cebel’den dedi ki: Rasûlullah (sav) şöyİe buyurdu: “Allah talaktan da­ha çok buğzettiği bir şeyi helal kılmamıştır. Bundan dolayı kim talak verir ve istisna yaparsa (inşaallah derse) onun istisna yapması lehine olmak üzere ge­çerlidir.”[14]

İbnu’i-Mimzir dedi ki: Talâkta ve köle azad etmekte istisna’hususunda ilim -adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir kesim: Bu caizdir demiştir. Biz bu görüşü Tavus’tan rivayet ermekteyiz. Kûfeli Hammad, Şafii, Ebu Sevr ve Re’y ashabı da bu görüşü benimsemişlerdir. Malik ve Evzai’nin görüşüne göre ise boşamada istisna caiz değildir. Sadece boşamada Katade’nin görüşü de böy­ledir. İbnu^l Münzir dedi ki: Bense birinci görüşü benimsiyorum. [15]

3- Talâkın (Boşamanın) Helâl ve Haram Olan Şekilleri:

üârakutnî’nin rivayet ettiği Abdurrezzak yoluyla gelen hadiste .şöyle de­nilmektedir: Bana amcam Vehb b. Nafi haber verdi dedi ki: İkrime’yi, İbn Ah­baptan hadis naklederek şöyle derken dinledim: Talâk (boşama) dön .şekil­dir. İkisi helaldir, ikisi haramdır. Helal şekillen kocanın hanımını cima söz-konusu olmaksızın temiz olduğu bîr dönemde boşaması ile hamileliği açık­ça belli olduğu haliyle hamile iken boşamasıdır. Haram boşamalara gelince, hanımını ay hali iken ya da onunla cima etmeyi sürdürürken hanımın rah­minde çocuk var mı, yok mu bilmeksizin boşalmışıdır.[16]

4- Kadının İddet Vaktinde Boşanması:

“Kadınları… iddetleri vaktinde boşayın” buyruğu ile ilgili olarak Ebu Da­vud’un kitabında ensardan Yezid b. es-Seken’in kızı Esma’dan gelen rivaye­te göre o Peygamber (sav)’in döneminde (kocası tarafından) boşandı. Henüz boşanan kadının iddeti sözkonusu değildi. Esma boşandığında yüce Allah da boşamak için iddet hükmünü indirdi. Böylece o ulak dolayısıyla hakkında iddet hükmünün indirilmiş olduğu ilk kadın oldu. Bu hadis daha önceden de geçmiş bulunmaktadır.[17]

5- İddet Kendileri ile Gerdeğe Girilmiş Kadınlar Hakkında Sözkonusudur:

“İddeüeri vaktinde” buyruğu, sözkonusu edilen kadınların kocaları ile ger­değe girmiş olan kadınlar olmasını gerektirmektedir. Çünkü kendileri île ger­değe girilmemiş olan kadınlar, yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! Mü’min ka­dınları nikahlayıp sonra kendilerine dokunmadan onları boşarsanız sizin için onlar aleyhine sayacağımız bir iddet olmaz” (el-Ahzab, 33/49) buyru­ğu ile bunların kapsamı dışına çıkarılmaktadır. [18]

6- Sünnete Uygun Olan ve Olmayan Talâk Şekilleri:

Kim hanımını ilişki kurmadığı bir temizlik döneminde boşayacak olursa, bu boşaması geçerli olur ve sünnete uygun bir boşamadır. Eğer hanımını ay hali iken boşayacak olursa,- boşaması geçerli olur fakat sünnete uygun bir bo­şama olmaz.

Sajd b. el-Müseyyeb ise ay halinde boşama olmaz. Çünkü sünnete uygun değildir, dernişlir. Şia da bu görüsü benimsemiştir.

Lafız Dârakutnî’nin olmak üzere Buhari ve Müslim’de Abdullah b. Ömer’den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Hanımımı ay hali iken boşadım. Ömer bunu Rasûlullah (sav)’a söyledi. Rasûlullah (sav) öfkelenerek şöyle bu­yurdu: “O hanımına geri dönsün, sonra onu içinde iken boşamiş olduğu bu ay hali dışında yeni bir ay hali oluncaya kadar nikâhı altında tutsun. (Ay ha­li olduktan sonra) eğer onu boşamayı uygun görürse, ay halinden temizlen­miş olarak ve ona yaklaşmaksızın boşasın. İşte yüce Allah’ın emrettiği üze­re iddet vaktinde boşamak böyle oiur.’ Abdullah b. Ömer hanımını bir de­fa boşamıştı. Bu boşaması hanımını boşanma sayılarından sayılmıştı. Rasû­lullah (sav)’ın kendisine emrettiği şekilde Abdullah b. Ömer hanımına dönüş yaptı.[19]

İbn Ömer’den gelen bir rivayette belirtildiğine göre Rasûlullah (sav): “Bu bir boşamadır” diye buyurmuştur[20] Bu da açık bir nastır ve şiarım gö­rüşünü reddetmektedir. [21]

7- Sünnete Uygun Talâk, Bid’at Talâkı ve Bir Defada Üç Talâkı Vermek:

Abdullah b. Mesud’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sünnet talakı ko­canın hanımını herbir temizlik halinde bir defa boşamasıdır. Nihayet bunun sonu geldi mi işte yüce Allah’ın gözetilmesini emrettiği iddet budur. Bunu Dârakutnî, Â’meş’ten o Ebu İshak’tan, o Ebu’l-Ahvas’dan o da Abdullah’tan senediyle rivayet etmiş bulunmaktadır[22]

İlim adamlarımız dedi ki: Sünnete uygun talak yedi şartı taşıyan boşama şeklidir: Eğer hanımı ay hali gören kadınlardan ise temizken, bu temizliği dö­neminde ona iligmemişken, daha öncesinde ay haiinde bir boşama sözkonu-su olmayıp peşinden sonrasında temizliğin olduğu bir dönemde talak olma­mışsa ve bir bedel vermekten uzak olmak şartıyla, hanımını bir talak ile bo­şamasıdır. Bütün bu yedi şart daha önoe geçen fbn Ömer ile ilgili hadisten çıkarılmaktadır.

Şafii dedi ki: Sünnet talâk kocanın hanımını herbir temizlik halinde özel olarak boşamasıdır. Bununla birlikte bir temizlik halinde hanımını üç talâk ile boşayacak olursa, bu da bid’at olmaz.

Ebu Hanife dedi ki: Sünnet talak, hanımını herbir temizlik halinde bir ta­lak ile boşamasıdtr.

eş-Şa’b»dedi ki: Kişinin hanımını kendisi ile cima ettiği bir temizlik ha­linde boşaması caizdir.

Bizim ilim adamlarımız ise şöyle demişlerdir: Hanımı ile cima etmediği bir temizlik halinde iddet süresi içerisinde peşinden talakın da bulunmadığı bir temizlik halinde bir defa boşar. Ayrıca bu temizlik halinin boşamanın gerçek­leştiği ay halinin peşinden de gelmemiş olması gerekir. Çünkü Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Ona emret, hanımına ric’at yapsın. Sonra temiz­leninceye, sonra ay hali oluncaya kadar, sonra tekrar temizleninceye kadar onu nikâhı altında tutsun. Sonra dilerse nikâhı altında tutsun, dilerse onu bo­casın. İşte Allah’ın hanımların içinde boşanmasını emrettiği iddet budur.”[23]

İmam Şafii, yüce Allah’ın: “İddetleri vaktinde boşayın” buyruğunu ele al­mıştır. Bu ifade ise bütün boşamalar hakkında umumidir. İster bir, ister iki, ister daha fazla olsun. Yüce Allah bu âyet-i kerimede zamanı gözönünde bu­lundurmuş olup, sayıya itibar etmemiştir. îbn Ömer ile ilgili hadiste de böy­ledir. Çünkü Peygamber (sav) ona zamanı öğretmiştir, sayıyı değil.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Ancak bu sahih hadisten gafil olmaktır. Çünkü Pey­gamber: “Ona emret, hanımına ric’at yapsın” diye buyurmuştur. Bu ifade ise bir arada üç talâk verilebileceği görüşünü reddetmektedir. Hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur: Peki hanımını üç defa boşamış ise görüşün nedir? Dedi ki: Sana haram olur ve masiyet ile senden bain olur.

Ebu Hajıife söyle demiştir: Âyetin zahiri üç boşamanın da, tek boşama­nın da aynı şey olduğuna delil teşkil etmektedir. Şafii’nin görüşü de budur. Ancak bundan sonra yüce Allah: “Bilemezsin, belki Allah bundan sonra bir iş peyda ediverir” diye buyurmuştur. Bu ise üç talâkı vermenin âyetin kap­samı içerisine gireceği iddiasını çürütmektedir. İlim adamlarının çoğunluğu da böyle demiştir ve gerçekten de bu onlara yakışır. Malİk’e gelince, o -de­dikleri gibi- âyetin mutlak olduğunu gözünden kaçırmış değildir. Fakat be­lirttiğimiz gibi hadis âyet-i kerimeyi tefsir etmektedir. Şa’bî’nin görüşü olan içinde hanımı ile cima etmiş olduğu temizlik süresinde talâk caizdir görüsü­nü ise İbn Ömer yoluyla gelen hadis, hem nassı ile hem manasıyla reddet­mektedir. Hadisin nassını önceden sunmuş bulunuyoruz. Manası ile bu gö­rüşü reddetmesine gelince: Ay hali olan hanımın boşanması bunun bir kıymet ifade etmediğinden ötürü kabul edilmediğine göre; kendisinde İninim ile cima edilmiş temizlik halinin boşamaya engel olması öncelikle sözkonusu-dur. Çünkü hem rahimin (hamilelikle) meşgul olması korkusu ile hem de un­dan sonra görülmesi gereken ay hali ile onun muteber olması ortadan kalk­maktadır,

Derjm ki: Şafii tek sözle üç talak vermek ile ilgili görüşüne Dârakutnî’nin yaptığı bir rivayeti delil göstermektedir. Buna göre Seleme b. Ebi Seleme b. Abdinahman’ın babasından rivayet ettiğine göre Abdıırrahman b. Avf hanı­mı Kelboğutlarından Es bağ kızj Turnadır’ı -ki bu kadın Ebu Seleme’nin an-nesidir- tek bir sözle üç talâk ile boşadı. Arkadaşlarından herhangi bir kim­senin onun bu davranışını ayıpladığımı dair bize bir haber ulaşmış değildir. (Dârakutnî) dedi ki: Ayrıca bize Seleme b. Ebi Seleme, babasından anlattı­ğına göre Hafs b. el-Muğire hanımı Kavs kızı Fatımayı Rasûkıllah (sav)’ın dö­neminde bir defada üç tatak ile boşadı. Rasûlullalı (sav) hanımının ondan ha­in olduğunu belirtti. Peygamber (sav)’ın bundan dolayı onu ayıpladığına da­ir bize bir .şey ulaşmadı[24]

Yine Şafii, Uveymir el-Aclânî’nin liân yaptığı vakit söylediği: Ey Aİlah’ın Rasûlü o benden de talak ile boş olsun, demiş olmasını delil göstermekte­dir[25] Peygamber (sav) onun bu sözünü tepki ile karşılamış değildir. İlim adamlarımız bu hususta en güzel açıklamaları yapmışlardır. Onların bu hu­sustaki görüşleri bir başka yerde açıklanmıştır. Biz bu açıklamayı “el-Muk-tebes fi Şerhi Muvattai Malik ibniEnes” adlı eserde zikretmiş bulunuyoruz.

Said b. el-Müseyyeb ile tabiinden bir topluluktan rivayete göre talak hu­susunda sünnete muhalefet ederek hanımı ay hali iken buşar ya da üç talâ­kı bir arada verecek olursa, boşama olmaz. Onlar bu şekilde hareket eden kimseyi sünnete uygun talak yapmak ile görevlendirilmekle birlikte; buna ay­kırı hareket eden kimsenin durumuna benzetmişlerdir. [26]

8- “İddetin Vakti” Ne Zamandır?:

el-Cürcânî dedi ki: Yüce Allah’ın: “İddetleri vaktinde” buyruğun-claki “lam” harfi, “…de, da” anlamındadır. Yüce Allah’ın; “O kitap eh­linden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır.” (el-Haşr, 59/2) buyruğunda geçen: “İlk sürgünde” buyruğundaki “lâm”ın da aynı şekilde “,..de, da” anlamında olması gibidir. O halde yüce Allah’ın: buyruğu “iddetleri vaktinde” demek olup, bu da iddetleri-ne elverişli olan zaman süresi içerisinde demektir. Ay hali iken boşamanın yasak olduğu, buna karşılık temizken boşamaya izin verildiği hususunda iae icma gerçekleşmiştir. O halde bu; “kur”un temizlik hali demek olduğuna de­lildir. Hu hususa dair açıklamalar daha önceden el-Bakaıa Sûresi’nde (2/228, âyet, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Şayet “kadınları… iddetleri vaktinde boşayın” buyruğu; “İddetlerinin, ilk başlangıcında” ya da; “İddetlerine doğru, idealle­rinin ilk zamanında” demek olduğu ve bunun İbn Ömer’in Sahih-i Müslim’de ve başka yerlerde belirttiği gibi Peygamber (sav’Vın kıraati olduğu buna gö­re “iddetin ilk başlangıcı” temizliğin son zamanıdır. Böylelikle “kur”‘ ay ha­li demek olur'” denilecek olursa, buna şöyle cevap verilir: İşte bu Malikin ve onun görüşünü benimseyenlerin görüşlerine dair açık bir delildir ki bu gö­rüşe göre kur’lar temizlik halleri demektir. Şayet Hanefi mezhebi imamının ve ona uyanların dedikleri gibi olsaydı, o vakit şöyle demek gerekirdi: Te­mizlik halinin başında hanımını boşayan bir kimse, ay haline doğru hanımı­nı boşamış olmaz. Çünkü ay hali henüz gelmiş değildir. Aynı şekilde ay ha­linin gelmesi de ay halinin başlamasıyla olur. Temizliğin sona ermesi ile ise ay halinin başlaması tahakkuk etmez. Eğer bir şeyin gelmesi, onun aksinin gitmesi deınek olsaydı, o vakit uruç tutan kimsenin güneşin batışından ön­ce onıçsuz sayılması gerekirdi. Çünkü gündüz bitmeden önce gündüzün çe­kip gitmesiyle birlikte gece de gelmiş sayılır. Diğer taraftan bir kimse temiz­lik halinin sonlarında boşayacak olursa, temizliğin geri kalan kısmı “bir kur'” olur. Çünkü “kur'”un bir bölümü aynı şekilde kur’ diye adlandırılır. Çün­kü yüce Allah: “Hac bilinen aylardır” (el-Bakara, 2/197) diye buyurmakta ve bununla şevval ve zülkade aylannın tamamı ile zülhiecenin bir bölümünü kas­tetmektedir. Çünkü yüce Allah: “Kim iki günde acele ederse, ona günah yok­tur” (el-Bakara, 2/203) diye buyurmaktadır. Halbuki bu durumdaki bir kim­se ikinci günün bir bölümünde Minâ’dan ayrılmaktadır. Bütün bunlara dair yeterli açıklamalar daha ünce el-Bakara Sûresi’nde (2/228. âyet, 4. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. [27]

9- İddet Sayısı:

“Ve o iddeti sayın” buyruğunda kastedilen kendisi İiu gerdeğe girilmiş olandır. Çünkü kendisi ile gerdeğe girilmemiş olan kadının iddet bekleme­si sözkonusu değildir, İddet bitmeden Önce üç talâktan daha aşağısında ko­ca hanımına ric’at yapabilir, iddetin bitiminden sonra ise sair taliplerden bir talip gibi olur. Şu kadar var ki üç talak ile boşanmış olması halinde bir baş­ka koca ile evlenmedikçe ona tekrar helal olmaz, [28]

10- İddetin Sayılmasının Mahiyeti:

“Ve o İddeti sayın” buyruğu onu iyice tesbit edip belleyin, demektir. Ya­ni boşamanın gerçekleştiği vakti iyi belleyin. Öyle ki, şart koşulmuş olan sü­re bittikten sonra -ki bu süre yüce Allah’ın: “Boşanan kadınlar kendilikle­rinden üç kur” müddeti beklerler” (el-Bakara, 2/228) buyruğunda belirtildi­ği üzere üç kur’dur- o vakit evlenmesi helal olur, İşte bu; iddetin ay hali ile değil, temizlik süreleri ile sözkonusu olduğunun delilidir. Peygamber (sav) m: “İddetlerine doğru” şeklindeki okuyuşu da bunu pekiştirmekte ve açıklamaktadır. Bir şeyin öncesi ve ona doğru «lanı ise hem sözlük an­lamı itibariyle, hem hakikat manası itibariyle onun bir bölümüdür ve bu bir şeyin gelmesi ve yönelmesinden farklı bir manadır. Çünkü gelen ve yöne­len bir şey bir başka şeydir. [29]

11- İddeti Saymak ile Muhatab Olanlar:

İddeti saymak emrine muhatab olanlar kimlerdir? Bu hususta üç görüş var­dır: Birincisine göre bunlar kocalardır, ikincisine göre bunlar zevcelerdir, üçüncüsüne göre ise bunlar müslümanlardır.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Sahih olan bu lafızla muhatab olanların kocalar ol­duklarıdır. Çünkü: “Boşattığınız zaman” ile “sayın” buyruklarında ve “on­ları çıkarmayın” buyruklarındaki bütün zamirler hep kocalara racidir. Şu ka­dar var ki; hanımlar da eşlerin kapsamına katılmaları suretiyle bu hitabın kap­samı içerisindedir. Çünkü koca ric’at yapmak, infak etmek yahul infakını kes­mek, meskende barındırmak yahut çıkarmak, doğan çocuğu nesebine kat­mak yahutta nesebi ile ilgili olmadığını belirtmek için iddeti sayar. Bütün bun­lar, kendisi ile hanımı arasında ortak olan hususlardır. Kadının bunların dı­şında kendine has hususları da vardır. Aynı şekilde hakim de bu hususta fet­va vermek, iddet hususunda anlaşmazlığa düşülmesi halinde davayı çözmek için de iddeti saymaya muhtaçtır. İşte bu hususlar emrolunan saymanın faydalandır.[30]

12- İddet Bekleyen Kadının Mesken vs. Hakları:

“Rabbinİz olan Allah’tan korkun.” Ona karşı gelmeyin. “Evlerinden on­ları çıkarmayın.” Yani kocanın, (boşadığı hanımını) iddeti içerisinde kaldı­ğı sürece nikâhlı oldukları meskenin dışına çıkarmak hakkı yoktur Kadının da aynı şekilde -kocanın (rit’at) hakkı dolayısıyla- dışarı çıkması -açık bir za­ruret olmadığı sürece- caiz değildir. Eğer (zaruretsiz olarak) çıkacak olursa, günahkâr olur, fakat iddet kesintiye uğramaz. Ric’î talak i!e boşanmış kadın ile üç talâk ile boşanmış olan kadın arasında bu hususta herhangi bir fark yoktur. Bu, kocanın suyunu (nesebini) korumak içindir. İşte evlerin hanımlara izafe edilmesinin anlamı budur. Yüce Allah’ın: “Evlerinizde okunan Al­lah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın.” (el-Ahzab, 33/34) buyruğu ile: “Ev­lerinizde oturun” (el-Ahzab, 33/33) buyruklarında olduğu gibi. Buradaki iza­fe, mesken olarak kullanmayı ifade eden bir izafettir. Yoksa meskenlerin on­ların mülkü,olduğunu belirten bir izafe: değildir.

Yüce Allah’ın: “Onları çıkarmayın” buyruğu erkeklerin üzerinde bir hak olmasını gerektirdiği gibi; “onlar daçıkmasınlar” buyruğu da çıkmamanın hanımlar üzerinde bir hak olduğunu gerektirmektedir.

Sahih hadiste Câbir b. Abdullah’tan söyle dediği belirtilmektedir: Teyzem kocası tarafından boşandı. Hurma ağaçlarının meyvesini toplamak istedi, Bir erkek onun dışarı çıkmasına engel oldu. Teyzem, Peygamber (sav)’a gidin­ce, Peygamber şöyle buyurdu: “Hayır, git hurmanın meyvelerini topla. Çün­kü belki böylelikle sen tasaddukta bulunur yahutta bir iyilikte bulunur­sun.”[31] Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Bu hadiste Malik, Şafii ile İbn Hanbel ve el-Leysî: İddet bekleyen kadın gündüzün ihtiyaçlarını görmek için çıkar fakat geceleyin evinden ayrılmaz şeklindeki görüşlerinin lehine bir delil vardır. Malik’in görüşüne göre kadı­nın ric’î ya da bâin bir talak ile boşanmış olması arasında bir fark yoktur.

Şafii ise ric’î kadın hakkında: Gece de çıkamaz, gündüz de çıkamaz. Gündüzün sadece bâin talâk ile boşanmış olan kadın çıkabilir, demiştir.

Ebu Hanîfe dedi ki: Bu (dışarı çıkma hükmü) kocası vefat etmiş kadın hak­kındadır. Boşanmış olan kadın ise gece de, gündüz de çıkamaz. Ancak ha­dis onun görüşünü reddetmektedir.

Buhârî ve Müslim’deki rivayete göre Ebu Hafs b. Amr, Ali b. Ebi Talib ile birlikte Yemen’e gitti. Hanımı Kays kızı Fatıma’ya talak sayısından geriye kal­mış olan bir talâk ile daha onu boşadığına dair haber gönderdi. el-FIaris b. Hişam ile Ayyaş b. Ebi Rebia’ya da nafakasını karşılamaları emrini verdi. Ha­ris ve Ayyaş, Fatıma’ya: Allah’a yemin olsun ki hamile olma hali müstesna se­nin nafaka hakkın yoktur, dediler. Falıma, Peygamlıer (sav)’a giderek ona Ha­ris ile Ayyaş’ın söylediklerini nakletti. Peygamber: “Nafaka hakkın yoktur” de­di. Bu sefer başka bir yere gitmek üzere ondan izin istedi, Peygamber de ona izin verdi. Fatıma: Nereye gideyim? ey Allah’ın Rasûlü dedi. Peygamber: “İbn Umm Meklûnı’un yanına git” diye buyurdu. İbn Um Mektum gözleri görme­yen birisi idi. Onun bulunduğu yerde’elbiselerini çıkartır, o da onu görmez­di. Fatıma’nın iddeti sona erince, Peygamber (sav) onu Usame b. Zeyd’e ni­kahladı. Mervan ona Kabîsa b. Zueyb’i göndererek, bu hadisi kendisine nakletmesini söyledi. O da ona bu hadisi nakletti. Mervan dedi ki: Biz bu hadi­si ancak bir kadından işitebiliyoruz. Bundan dolayı insanların uygulamakta olduğunu gördüğümüz ihtiyatlı olanı tercih ediyoruz. Mervan’ın bu sözieri-ni haber alınca Fatıma dedi ki: benimle sizin aranızda Kur’ân (hakem) olsun. Aziz ve celi! oian Allah: “Evlerinden onları çıkarmayın” diye buyurmakta­dır, (Fatıma) devamla dedi ki: Bu ric’at yapma hakkı bulunan koca içindir. Peki üç talaktan sonra olacak olan nedir ki bu bakımdan sizler nasıl: Eğer ha­mile değil ise onun nafakası yoktur, diyorsunuz, o halde niçin onun dışarı çıkmasını engelliyorsunuz? Müslim’in lafzı bu şekildedir[32]

Böylelikle âyet-i kerimenin çıkarılmayı ve çıkmayı haram kılmasının sa­dece ric’î talâk halinde sözkonusu olduğunu beyan etmektedir. Fatıma da ay­nı şekilde bundan bir sonraki âyet-i kerimeyi delil göstererek bunun sade­ce ric’î talak ile boşanmış kadının çıkmasını yasaklamayı ihtiva ettiğini be­lirtmiştir. Çünkü bu buyruk hanımı boşayan kocanın iddeci içerisinde kaldı­ğı sürece ana ric’at yapmak hususunda görüş sahibi olması ile alâkalıdır. Bu haliyle kadın adeta her zaman kocasının tasarrufu (ric’at yapma isteği) altın­da bulunması gerekiyor gibidir. Bâin talâk ile boşanmış kadın hakkında ise, bunların hiçbirisi sözkonusu değildir. Böyle bir kadının ihtiyaç duyması halinde yahut evinin emin olmamasından korktuğu lakdirde, evinden dışa­rı çıkması caiz olur. Tıpkı Peygamber (sav)’ın ona (Faüma’ya) bu işi mubah kılması gibi.

Müslim’deki ifadeye göre Fatıma: Ey Allah’ın Rasûlü demiş. Kocanı beni üç talak ile boşadı. Bulunduğum yerde iznim olmaksızın üzerime girileceğin­den korkarım. Bunun üzerine Peygamber ona emir verdi ve o da başka bir yere geçti.[33]

Buhârî’de ise şöyle denilmektedir: Aİşe’den rivayete göre Fatıma ıssız bir yerde idi. Ona bir tehlike geleceğinden korkuIdu. İşte bundan dolayı Pey­gamber (sav) ona (meskenini terketnıesi için) ruhsat verdi.[34]

İşte bütün bunlar Kûfelinin görüşünü reddetmektedir. Fatıma’nın (az ön­ce geçen) hadisinde belirtildiğine göre kocası ona boşama sayısından geri­ye kalmış olan bir boşama haberini göndermiştir. Bu Malik’in lehine, Şafii’nin aleyhine bir delildir. Ayrıca bu hadis Seleme b. Ebi Seleme’nin babasından rivayet ettiği Hafs b. el-Muğire’nin hanımını tek bir sözde üç defa boşadığı-na daîr[35] daha önceden geçmiş olan hadisinden daha sahihtir. [36]

13- Boşanmış Kadının Mesken Hakkını Kaldıran “Hayâsızlıkları”:

“Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları hali dışında” buyruğu ile ilgili ola­rak İbn Abbas, İbn Ömer, el-Hasen, eş-Şa’bî ve Mücahkt: Bundan kasıt zina­dır. Bu maksatla çıkartılır ve ona had uygulanır, demişlerdir.

Yine İbn Abbas’tan ve Şafii’den gelen rivayete göre bundan kasıt, kayın­larına karşı çirkin ve ağır sözler kullanılmasıdır.[37] Onların bu durumda id-det bekleyen kadtnı çıkarmaları helal olur.

Said b. el-Müseyyeb’den Fatıma hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: SÖZÜ edilen bu kadın, kayınlarına karşı dilini uzatmıştı. Bunun üzerine Pey­gamber (sav) ona başka bir yere geçmesini emretmişti.[38]

Ebu Davud’un Kitab’ında (Sünen’inde) Said’in şöyle dediği belirtilmek­tedir: O (kendisi ile ilgili olayı anlatarak) insanlar, zor bîr duruma düşürmüş bir kadındı. O kadın uzun dilli birisi İdî. Bu bakımdan gözleri görmeyen İbn Um Mektûm’un yanına te.vdi edildi.[39]

îkrime dedi ki: Ubeyy’in mushahnda: “Size karşı çok çir­kin sözler söylemeleri müstesna” şeklindedir. Bunu şu rivayet pekiştirmek­tedir: Muhammed b. İbrahim b el-Haris’in rivayetine göre Âişe, Kuys kızı Fa-tıma’ya dedi ki: Allah’tan kork. Sen niçin evinden çıkartıldığını biliyorsun.

Yine tbn Abbas’tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: (Bu buyruktaki “fahi­şe”) hayasızlıkta bulunma hali, zina, hırsızlık, akrabalara karşı kötü ve çir­kin sözler söylemek gibi hertürlü masiyettir. Taberi’nin tercih ettiği görüş de budur.

Yine İbn Ömer ve es-Süddî’den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Haya­sızlık kadının iddet döneminde evinden dışarıya çıkmasıdır. (Buna göre) âye­tin takdiri şöyle olur; Ancak haksız yere evlerinden çıkmak suretiyle apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları hali müstesnadır. Yani kadın çıkacak olursa, gü­nahkâr ve asi olur.

Katade dedi ki: Hayasızlık (fahişe) serkeşlik etmek demektir. Şöyle ki; eğer erkek hanımını serkeşlik ettiği için boşayacak olursa, o zaman kadın onun evinden başka bir yere gider.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Bu, zina dolayısıyla kadının çıkarılması demektir, di­yenlerin görüşlerinin açıklanacak uygun bir tarafı yoktur. Çünkü bunun için çıkış, öldürülmek ve idam edihnek için çıkıştır. Bunun ne helal, ne de haram çıkıştan istisna edilmesi sözkonustı değildir.

Burdaki hayasızlıktan kasıt, uzun dilli ve çirkin sözlü olmaktır, diyenle­rin görüşü ise, Kays kızı Fatıma’nın hadisinde tefsir edilmiş (açıklanmış) bir görüştür.

Bundan maksat her türlü masiyettir diyenler de yanılmışlardır. Çünkü gıy­bet ve benzeri masiyetler ne çıkarılmayı, ne de çıkmayı mubah kılan

Haksı^ yere çıkmaktır, diyenlerin görüşleri ise doğrudur. (Buna göre) ifa­denin takdiri şöyle olur: Şer’an siz de onları evlerinden çıkaramazsınız, on­lar da çıkamazlar. Ancak haddi aşarak çıkmaları bundan müstesnadır. [40]

14- “Allah’ın Sınırlan”:

“İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır.” Yani açıklamış olduğu bu hükümler Allah’ın kulları hakkındaki hükümleridir. Allah bu hükümleri aşmayı yasak­lamıştır. Bu hükümleri kim aşarsa, kendisine haksızlık etmiş ve nefsini he­lak olacak bir yoia koşmuş olur.

“Bilemezsin; belki Allah bundan sonra bir iş peyda ediverir.” Yüce Al­lah’ın peyda edivereceği iş, kocasının hanımına karşı olan kalbindeki nefre­ti sevgiye, ondan yüz çevirmeyi ona yönelmeye, onu boşama kararını pişman­lığa dönüştürerek ona dönmesini sağlamasıdır.

Bütün müfessirler söyle demişlerdir: Burada yüce Allah “iş” ile rıc’at yapma arzusunu duymasını kastetmiştir. Buyruğun anlamı (boşayacaksa) bir defa talâk vermeyi teşvik etmek, üç defa boşamayı yasaklamaktır. Çünkü üç talak verecek olursa, ayrılığa pişmanlık ve hanımına geri dönmek arzusunu duyması halinde kendisine zarar vermiş olur ve artık dönüşe bir yol bulamaz.

Mu katil dedi ki: “Bundan” yani bir ya da iki talâktan “sonra” diye açık­lamıştır. “Bir iş” lafzı ise herhangi bir görüş ayrılığı olmaksızın ric’at yapmak diye açıklanmıştır. [41]

  1. O (boşanan) kadınlar iddetlerinin sonuna geldiklerinde ya maruf ile onları tutun yahut maruf İle onlardan ayrılın. Aranızdan ada­let sahibi iki kişiyi de şahit tutun. Şahidliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bu, Allah’a ve âhirct gününe iman edenlere verilen Öğüttür. Kim Allah’tan korkarsa, ona bir çıkış yolu ihsan eder.
  2. Ve ona ummadığı bir yerden rızık verir. Kim Allah’a tevekkül eder­se, O kendisine yeter. Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir. Allah herşey için bir kader tayin etmiştir.

“O kadınlar iddetlerinin sonuna geldiklerinde” idde-tlerinin bitmesi yaklaştığında demektir. Yüce Allah’ın: “Kadınları boşadığtnızda iddetleri­nin bitmesi yaklaştı mı artık onları… tutun” (el-Bakanı, 2/231) buyruğunu andırmakladır ki sürelerinin bitmesi yaklaştı mı… demektir. “Ya maruf ile on­ları tutun” buyruğundan maksat maruf ile ric’at yapmaktır. Yani ric’at yap­mak sureliyle iddetlerini uzatmak için zardır vermek maksadı olmaksızın, is­teyerek onları tutun, demektir. Daha önce el-Bakara Sûresi’nde (2/231. âyet, 2. başlıkta) geçtiği gibi.

“Yahut maruf ile onlardan ayrılın.” İddelleri sona erip kendileri hakkın­da karar verme imkânını bulsunlar diye onları bırak. Yüce Allah’ın: “İddet­lerinin sonuna geldiklerinde” buyruğunda iddetinin bittiğini iddia etmesi halinde kadının görüşünün kabul edilmesi gerektiğini belirten bir işaret bu­lunmaktadır. Daha önce el-I3akara Sûresi’nde yer alan yüce Allah’ın: “…Al­lah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl değildir” (el-Baka­ra, 2/228) buyruğunu açıklarken belirttiğimiz üzere.[42]

Yüce Allah’ın: “Aranızdan adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun” buy­ruğu ile ilgili açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: [43]

1- Talâka Şahid Tutmak:

“Şahit tutun” buyruğu, talâka şahit tutmaya dair bir emirdir. Ric’at yap­maya dairdir, diye de açıklanmıştır. Ancak zahir olan bunun talaka değil, ric’ata ait olduğudur. Şayet hanımını boşayan kişi şahit tutmaksızın ricat ya­pacak olursa, ric’atinin sahih olup olmayacağı hususunda fukahanın iki gö­rüşü vardır.

Anlamın hem ric’at halinde, hem ayrılmak halinde şahit tutun şeklinde ol­duğu da söylenmiştir.

Bu şahit tutmak Ebu Hanife’ye göre mendubtur. Yüce Allah’ın: “Alışve­riş yaptığınız zaman şahit tutun” (el-Bakara, 2/282) buyruğunda olduğu gi­bidir.

Şafii’ye göre ise ric’at halinde şahit tutmak vacib, ayrılık halinde mendub­tur.

Sahi t .tutmanın faydası ise, karşılıklı olarak inkâr etmemeleri ve kadını ni­kâh) altında (haksız yere) tuttuğu hususunda itham edilmemesi, onlardan bi­risinin ölüp diğerinin miras almak maksadıyla evliliklerinin devam ettiğini id­dia etmemesi içindir. [44]

2- Ric’at Nasıl Olur?:

Ric’ate şahit tutmak itim adamlarının çoğunluğuna göre menduptur.

Cima eder, öper yahut tenine değerse ve bununla ric’at yapmayı kasteder­se, ric’at maksadıyla ric’atten sözederse Malik’e göre bu kişi ric’at yapmış olur. Eğer bunları ric’at niyetiyle yapmayacak olursa, ric’at yapnıtş olmaz.

Ebu Hanife ve mezhebine mensup ilim adamları şöyle demiştir: Öpse, te­nine değinse, şehvetle dokunsa bunlar ric’attir- Ferce bakmak ta ric’attir, de­mişlerdir.

Şafii ve Ebu Sevr dedi ki: Ric’atten süzederse, bu bir ric’at olur.

İlişki kurması her durumda bir ric’attir. Niyet etsin ya da etmesin farket-mez. Bu Malikin mezhebine mensup bir kesimden de rivayet edilmiştir, el-Leys de bu görüştedir. Malik ise şöyle derdi: Ric’at niyetinde olmaksızın iliş­ki kurarsa, bu fâsid bir ilişkidir. O fâsid ilişkinin suyundan boyadığı kadının rahminin temizlendiğinden emin olmayıncaya kadar tekrar onunla İlişki ku­ramaz. İlk iddetten geri kalan süre içerisinde ric’at yapma hakkı vardır, fa­kat bu istibrâ (yani fâsid suyunun etkisinin gittiğini anlamak döneminde) ric’at hakkı yoktur. [45]

3- Ric’at Halinde Şahit Tutmayı Vacib Görenler:

Ahmed b, Hanbel’den gelen iki görüşten birisinde ric’at halinde şahit tut­mayı vacib görmüştür. Şafii de, emrin zahiri bunu ifade ettiğinden dolayı böy­le demiştir.

Malik, Ebu Hanife, Ahmed ve diğer görüşünde Şafii şöyle demiştir: Ric’atin kabule ihtiyacı yoktur. O halde diğer haklarda olduğu gibi şahit tut­maya ihtiyacı da yoktur. Özellikle zihar yapılmış olan kadının keffâret ile he­lal olduğu bilinen bir husustur.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Şafii mezhebine mensub ilim adamları ric’al için şahit tutmanın vacib oluşuna bağlı olarak kocanın: Ben dün ric’at yapmıştım, bugün de ric’alin kabul edildiğine dair sahil tutuyorum, demesinin sahih ol­mayacağını, ric’atin şartlarından birisinin de şahitlik olduğunu, şahit tutma­dan ric’atin sahih olmayacağını söylemişlerdir. Ancak bu fasid bir görüştür, ric’atie şahit tutmanın bir taabbud olduğuna mebnidir. Ancak bizler ne bu hu­susta, ne de nikâhta böyle bir şeyi kabul etmiyoruz. Çünkü bizler: Bu, isi sağ­lam tutup, belgelemenin sözkonusu olduğu bir yerdir. Bu da inşada (yeni bir akit yapmak halinde) sözkonusu olduğu gibi; ikrarda da sözkonusu olan bir şeydir. [46]

4- Ric’at Yapma iddiası…

İddetin bitiminden sonra iddet süresi içerisinde hanımına ric’at yaptığını ileri süren bir kimseyi İlanımı tasdik edecek olursa caizdir. Eğer onun iddi­asını reddederse yemin eder. Şayet iddet süresi içerisinde hanımına ric’at yap­tığına dair delil ortaya koyar ve hanımı da bu durumu bilmiyor ise; onun bu durumu bilmeyişinin zararı olmaz. Hanımı onun eşi kalmaya devam eder. Şa­yet kadın evlenmiş olup (yeni kocası) onunla gerdeğe girmemiş ise- daha son­ra ilk kocası ona ric’at yaptığına dair deli) ortaya koyacak olursa, bu husus­ta Malik’ten iki rivayet gelmiş bulunmaktadır. Birincisine göre birinci koca o kadını almaya daha bir hak sahibidir. İkinci rivayete göre ikinci koca onu almaya daha bir hak sahibidir. Eğer ikinci koca onunla gerdeğe girmiş ise; artık birincisinin ona tekrar dönüş yapmasına imkân kalmaz. [47]

5- Şahitler Adaletli Olmalıdır:

“Aranızdan adalet sahibi iki kişi” buyruğu ile ilgili olarak el-Hasen: Müslümanlardan iki kişi demiştir, Kaıade aranızdan hür olanlardan diye açıklamıştır. Bu ise ric’ate şahitlik etmenin kadınlar bir tarafa erkeklere mahsus olmasını gerektirmektedir. Çünkü; Sahibi iki kişi” lafzı mü-zekkerdir. Bundan dolayı ilini adamlarımız şöyle demişlerdir: Malî konular dışında kadınların şahitlikleri sözkonusu olmaz. Bu husus daha önce el-Ba-kara Sûresi’nde (2/282. âyet, 30. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. [48]

6 Allah İçin Şahitlik Etmek:

“Şahitliği Allah için dosdoğru yapın.” Şahitliği ihtiyaç duyulması halin­de herhangi bir değişiklik ve değiştirme sözkonusu olmaksızın doğru şekil­de, gereği gibi yüee Allah’a yakınlaşmak maksadıyla yerine getirin. Bu anlam­daki açıklamalar yüce Allah’ın: “Bu, Allah katında adalete daha uygun…” (eh Bakara, 2/282) buyruğu açıklanırken (46. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

“İşte bu, Allah’a ve âhiret gününe İman edenlere verilen bir öğüttür.”

Yani böyleler! bu öğüdü hoşnutlukla kabul eder. Mü’min olmayanlar ise bu öğütlerden faydalanmazlar.

“Kim Allah’tan korkarsa ona bir çıkış yolu ihsan eder” buyruğu ile il­gili olarak Peygamber (sav)’dan rivayet edildiğine göre ona hanımını üç ya da bir defa boşayan kimsenin bir çıkış yolu olur mu? diye sorulmuş, o da bu buyruğu okumuştur.

İbn Abbas, eş-Şa’bî ve ed-Dahhâk; bu özel olarak boşamak hakkındadır, demişlerdir. Yani kim Allah’ın emrettiği şekilde hanımını boşayacak olursa, iddet süresi İçerisinde ric’at yapmak suretiyle iddetten sonra da diğer talih­lerden birisi olmak suretiyle onun iyin bir çıkış yolu olur.

Yine İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre; “ona bir çıkış yolu ihsan eder” yani dünya ve âhirette her türlü sıkıntıdan onu kurtarır.

“Çıkış yolu”nun yüce Allah’ın kendisine vermiş olduğu rızık ile onu hoşnut etmesi demek olduğu da söylenmiştir ki bu açıklamayı Ali b. Salih yap­mıştır.

el-Kelbî dedi ki: “Kim” musibet halinde sabır göstererek “Allah’tan kor­karsa ona” cehennem ateşinden cennete “bir çıkış yolu İhsan eder.”

d-Hasen dedi ki; Allah’ın yasakladığı şeylerden bir çıkış yolu demektir. Ebu’l-Âliye: Her türlü zorluk ve sıkıntıdan bir çıkış yolu, diye açıklamıştır, er-Rabi b. Haysem: İnsanları daraltan herbir şeyden “ona bir çıkış yolu ihsan eder” diye açıklamıştır. el-Huseyn b. el-Fadl; “Kim” farzları eda etmek hu­susunda “Allah’tan korkarsa” cezalandırılmaktan kurtuluş için “ona bir çı­kış yolu ihsan eder.”

“Ve ona ummadığı bir yerden rızık verir.” Sevap ihsan eder, yani ona vermiş olduğu şeyleri bereketli kılar.

Sehl b. Abdullah dedi ki: “Kim” sünnete uymak hususunda “Allah’tan kor­karsa” bİd’at ehlinin cezalarına çarptırılmaktan “ona bîr çıkış yolu ihsan ed­er ve ona” cenneti “ummadığı bir yerden mık” olarak “verir.”

Şöyle de açıklanmışa r: “Kim” rızık hususunda diğer sebeplere bağlanma­yı bir kenara iterek “Allah’tan korkarsa™ başkasına muhtaç olmamak nok­tasında “ona bir çıkış yolu ihsan eder.”

Ömer b. Osman es-Sadafî dedi ki: “Kim Allah’tan korkarsa” O’nun hu­dutlarını aşmayip, O’na isyan olan hususlardan uzak durursa, haramdan he­lale doğru, darlıktan bolluğa ve ateşten cennete doğru “bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı” beklemediği “bir yerden rızık verir.”

İbn Uyeyne dedi ki: Maksat rızkın bereketlendirilmesidir. Ebu Said el-Hudrî dedi ki; Kim yüce Allah’a dönmek suretiyle kendi güç ve takati ile bir şey­ler gerçekleştirdiğini ileri sürmezse, yüce Allah onu yükümlü kıldığı husus­lar hakkında yardımcı olmak suretiyle ona bir çıkış yoiu ihsan eder.

İbn Mesud ve Mesrûk, âyet-i kerimeyi genel manası ile te’vil etmişlerdir. Ebu Zerr de şöyle demiştir: Peygamber (sav) buyurdu ki: “Ben öyle bir âyet-i kerime biliyorum ki eğer insanlar onun gereğini yerine getirecek olurlar­sa, şüphesiz ki bu onlara yeter.” Daha sonra: “Kim Allah’tan korkarsa, ona bir çıkış yolu İhsan eder ve ona ummadığı bir yerden rızık verir” buyru­ğunu okudu ve bunu defalarca tekrarlayıp durdu.[49]

İbn Abbas dedi ki: Peygamber (sav): “Kim Allah’tan korkarsa, ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı bir yerden rızık verir” âyetini ukuyup, şöyle dedi; “Dünya şüphelerinden, ölümün dehşetlerinden, kıyamet gününün şiddetlerinden bir çıkış.”[50]

es-Sa’lebî’nin naklettiğine göre müfessirierin çoğunluğu âyeti kerimenin Eşcalı Malik b. Avf hakkında indiğini söylemişlerdir,

el-Kelbî’nin, Ebu Salih’ten, onun İbn Abbas’lan rivayetine göre İbn Abbas şöyie demiştir: Eşcalı Avf b. Mâlik, Peygamber (sav)’a gelerek: Ey Allah’ın Ra-sûlü dedi. Oğlumu düşman esir aldı, annesi de bu işe dayanamıyor…

Cabir b. Abdullah’tan rivayete göre de âyet Eşcalı Avf b. Malik hakkında inmiştir. Müşrikler Salim adındaki bir oğlunu esir almışlardı. Rasûlullah (sav)’a gelerek ona fakirlik içerisinde olduğundan şikayette bulundu ve de­di ki: Düşman oğlumu esir aldı, annesi de buna dayanamıyor. Bana ne em­redersin? Peygamber (sav) .şöyle buyurdu: “Allah’tan kork ve sabır göster. Sa­na da, annesine de lâ havle ve lâ kuvvete illa billah sözlerini çokça tekrar­lamanızı emrederim.” Malik evine dönüp hanımına şöyle dedi: Rasûlullah (sav) bana da, sana da iâ havle ve lâ kuvvete illa billah sözlerini çokça tek­rarlamamızı emretti. Hanımı- Bize ne güzel bir emir verdi, dedi. Her ikisi de bu sözü söylemeye koyuldu. Düşman bir ara oğluna gereği gibi dikkat edip gözetemedi, oğlu da onların koyunlannı önüne katıp babasına getirdi. Be­raberinde getirdiği koyunlar dört bin tane idi. Bu âyet-i kerime nazil oldu. Peygamber (sav) bu koyunları ona verdi.

Bir diğer rivayette de şöyie denilmektedir; O düşmandan birtakım deve­leri ele geçirmiş olarak geldi, fakir bir kimse idi. el-Kelbî’nin dediğine göre ele geçirdiği develerin sayısı elli idi. Bir diğer rivayette de şöyle denilmek­tedir: Oğlu esaretten kurtuldu ve onlara ait bir deveye binip yolunda da ot­lamakta olan onlara ait bir sürüye rastladı, onu da önüne katıp getirdi.

Mukatil dedi ki: Bir miktar koyun ve bazı eşyalar eie geçirdi. Bunun üze­rine (Eşcalı Malik) Peygamber (sav)’a: Oğlumun getirdiklerinden yemek bana helâl olur mu? diye sorunca, Peygamber; “Evet” diye buyurdu ve; “Kim Allah’tan korkarsa, ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı bir yerden rıztk verir” âyeti nazil oldu.

el-Hafeen’in İmran b. el-Hıısayn’dan rivayetine göre o şöyle demiştir; Ra-sûlullah (sav) buyurdu ki: “Kim herkesten ümidini kesip yalnızca ümidini Al­lah’a bağlarsa, Allah onun her türlü ihtiyacını ve rızkını ummadığı bir yerden ona ihsan eder ve başkasına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de ümidini dün­yaya bağlayacak olursa, Allah da onu dünyası ile haşhaşa bırakır”[51]

ez-Zeccac der ki; Buyruk şu demektir: Eğer Allah’tan korkar, helâli lercih eder, ailesinin sebep olduğu sıkıntılara katlanacak olursa, şayet sıkmtı içeri­sinde ise Allah ona bolluk kapılarını açar, ummadığı yerden onu nzıklandırır.

İbn Abbas’tan rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Kim çok­ça istiğfarda bulunursa, Allah her türlü kederinden ona bir kurtuluş, her dar­lıktan bir çıkış yolu ihsan eder ve ummadığı bir yerden onu rızıklandırır.”[52]

“Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter.” Yani kim işini Allah’a havale ederse, ona zor gelen bütün hususlarda Allah ona yeter. Şöyle de açık­lanmıştır; Kim Allah’tan korkar, masiyet olan işlerden uzak durur ve yalnız O’na tevekkül ederse âhirette ona vereceği mükâfat ona yeterli gelecektir. Bu buyrukta kasıt dünya değildir. Çünkü tevekkül eden bir kimse dünyada musibetlerle de karşılaşabilir, üldürülebilir de.

“Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir.” Mesruk dedi ki: O hem kendisine tevekkül eden kimseler hakkında, hem de kendisine tevekkül et­meyen kimseler hakkında emrini hükme bağlayandır. Şu kadar var ki, Ona tevekkül edenin günahlarını örtüp bağışlar ve vereceği mükâfatı büyültüp art­tırır.

“Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir” buyruğunu genel olarak kı­raat alimleri; “Yerine getirendir” seklinde ötreli olarak; Em­rini” lafzını da nasb ile okumuşlardır. Ancak Âsim izafet terkibi halinde “nun” harfini de hazf ederek; daha hafif olarak: O diye okumuştur. el-Mu-faddal ise; şeklinde yüce Allah’ın: “Allah… kılmıştır” buy­ruğunu; “Şüphesiz ki…” lafzının haberi olarak ve: ı da hal olarak okumuştur.[53]

Davud b. Ebi HincUse birinci kelimeyi tenvinli, ikinci kelimenin “re” har­fini ötreli olarak; diye okumuştur. el-Ferra der ki: Emri yerine gelen­dir demek olur. “Emri” anlamındaki lafzın “yerine gelendir” anianıındaki la­fızla merfu olduğu, mefulünün de hazfedildiği, ifadenin takdirinin de: Emri O’nun dilediği şekilde yerine gelendir, şeklinde olduğu da söylenmiştir.

“Allah herşey için bir kader tayin etmiştir.” Yani zorluk ve sıkıntının da, rahatlık ve bolluğun da sona ereceği bir süre tesbit etmiştir. Onun için bir takdirde bulunmuştur, diye de açıklanmıştır. es-Süddî dedi ki: Bundan ka­sıt, bekleme süresi ve iddet halinde hayz (ay hali görme) miktarıdır.

Abdullah b. Râfi’der ki: Yüce Allah’ın: “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ken­disine yeter” buyruğu inince, Peygamber (sav)’ın ashabı: “Biz O’na tevekkül edeceğimize göre, neyimiz varsa başıboş bırakalım, koruyup kollamaya!im, dediler. Bunun üzerine: “Şüphesiz ki Allah” hem sizin hakkınızda, hem si­zin aleyhinizde “emriniyerine getirendir” buyruğunu indirdi.

er-Rabi b. Haysem dedi ki: Yüce Allah kendi zatı hakkında şu hükmü ver­di: Kim kendisine tevekkül ederse, onu başkasına muhtaç olmaktan kurta­racaktır. Kim kendisine iman ederse onu hidayete iletecektir, kim kendisi­ne borç verecek olursa ona karşılığını verecektir, kini kendisine güvenirse onu kurtaracaktır, kim kendisine dua ederse onun duasını kabu! edecektir. Bunların doğruluğunu da yüce Allah’ın Kitabında yer alan şu buyruklar or­taya koymaktadır: “Kim Allah’a iman ederse, onun kalbine hidayet verir.” (et-Teğâbun, 64/11); “Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter.”; “Eğer Al­lah’a güzel bir şekilde ödünç verirseniz, size onu kat kat arttırır.” (et-Teğa-bun, 64/17); “Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, dosdoğru yola iletilmiş olur.” (Al-i İmran, 3/101); “Kullarım sana Beni sorarlarsa, işte muhakkak Ben ya kınım. Bana dua ettiğinde, dua edenlerin duasına karşılık verir, kabul ederim.”(el-Bakara, 2/186) [54]

  1. Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla, asla ay ha­li olmayanların (iddet)eri) hakkında şüphe ederseniz, onların id-deti üç aydır. Hamile olanların iddetlerî İse yüklerini bırakmala­rıdır. Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona işinde kolaylık verir.
  2. İşte bu Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’tan korkarsa, onun günahlarını örter ve mükâfatını büyütür.

“Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla, asla ay hali ol­mayanların (iddederi) hakkında şüphe ederseniz, onların iddetl üç aydır.”

buyruğu ile ügili açıklamalarımız] yedi başlık halinde sunacağız: [55]

1- Âyetin Nüzul Sebebi ve Hanımların Beklemekle Yükümlü Oldukları İddethr:

Yüce Allah lalâk ve ay hali gören kadının ric’at durumunu açıkladıktan son­ra -daha Önce de kur’larla iddet bekleyenlerin durumunu Öğrenmişlerdi.-

“Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla” buyruğu ile, bu sûrede ay hali kanı görmeyen kadının bekleyeceği iddeti onlara öğretmiş bulunmaktadır.

Ebû Osman Ömer b. Salim dedi ki: Bakara Sûresi’nde boşanmış ve koca­sı vefat etmiş kadının iddeti ile ilgili hüküm nazil olunca Ubeyy b. Ka’b: Ey Allah’ın Rasûlü dedi. Bazıları; haklarında lıiçbir şey sözkonusu edilmemiş ka­dınlar var, dediler. Bunlar da küçük yaştakiler ile hamile olan kadınlardır. Bu­nun üzerine: “Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlar…” âyeti nazil oldu.

Mukatil dedi ki: Yüce Allah’ın: “Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kuf müddeti beklerler” (el-Bakara, 2/228) buyruğu zikredilince, Hallad b. en-Nu-man dedi ki: Ey Allah’tn Rasûlü, peki ay hali görmeyen katlın ile ay halin­den kesilmiş olan kadının ve hamile kadının iddeti nedir? diye sordu. Bunun üzerine: “Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla…” yani ar­tık ay hali görmeyen kadınlarla.,, âyeti nazil oldu.

Bir diğer görüşe göre Muaz b. Cebel: Ay halinden kesilmiş yaşlı kadının iddetine dair soru sorunca, bu âyet-i kerime nazil oldu. Doğrusunu en iyi bi­len Allah’tır.

Mücahid dedi ki: ÂyetA kerime gördüğü kan ay hali kanı mıdır, yoksa bir hastalık kanı mıdır, bilemeyen, istihâze gören kadın hakkındadır, demiştir, [56]

2- îddetleri Hususunda Şüphe Edilenler:

Şüphe ederseniz” demektir. Kesin olarak bilirseniz anlamına geldiği de söylenmiştir. O halde bu fiil zıt anlamlılardandır. Bu durumda “zan” kelimesi gibi hem şüphe, hem yakîn (kesin bilmek) anlamında olur.

Taberî’nin tercihine göre anlam şudur: Şayet şüphe eder de haklarında­ki hükmür*ne olduğunu bilmezseniz… ez-Zeceâc da şöyle demiştir: Ona yakın yaşlarda bulunanların ay hali kanı görmelerine rağmen eğer kanı kesil­miş olan kadının ay hali hususunda şüpheye düşecek olursanız… demektir.

el-Kuşeyrî dedi ki; Ancak bu anlama geldiği su götürür. Çünkü bizler böy­le bir kadın eğer ye’s yaşına (ay halinin kesildiği yaşa) ulaştığı hususunda şüp­he edecek olursak, o kadının iddeti üç aydır demeyiz. Bir görüşe göre ye’s yaşında muteber olan, dünyada bu yaşa ulaşması en geç olan kadındır. Bir diğer görüşe göre kadının aşiretinin kadınlarında çoğunlukla görülen durum­dur.

Mücahid dedi ki; Yüce Allah’ın: “Şüphe ederseniz” buyruğu muhatapla­ra yöneliktir. Yani, eğer ay halinden kesilmiş kadının iddeti ile hiç ay hali ol­mayan kadının iddetini bilmeyecek olursanız, onun iddeti söyle olur…

Bir diğer görüşe göre anlam şöyledir: Eğer o kadının gördüğü kan yaşlı­lıktan mıdır, yoksa bilinen ay hali kanı mıdır, yoksa istihâza (herhangi bir ra­hatsızlıktan dolayı gelen) kanı mıdır? Belli olmadığından dolayı şüphe ede­cek olursanız, iddet(leri) üç aydır.

İkrime ve Katade dedi ki; Ay hali kanı doğru dürüst bir adete bağlı olma­yan istihâza kanı gören kadının hali de şüpheli hallerdendir. Böyle bir ka­dın ay başında bir kaç defa kan görmekle birlikte, bazan bir kaç ayda bir de­fa kan görür.

Buyruğun sûrenin baş tarafı ile muttasıl okluğu ve anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer iddetin bitişi hususunda şüpheye düşecek olursanız, o kadınları evlerinden çıkarmayınız.

Bu, bu hususta söylenmiş en sahih görüştür. [57]

3- İddeti Hususunda Şüphe Edilen Kadın Ne Zaman Nikâhlanabilir?:

İddeti hususunda şüpheye düşülen kadın kendisini şüpheden kurtaracak şekilde hamile olmadığını iyice tesbit etmedikçe yeniden nikâhlanamaz ve bu şüphe ortadan kalkmadıkça da iddetten çıkmış sayılmaz.

Ay hali kanı görmesi kesilmiş, fakat neden kesildiğini de bilmeyen, şüp­he içerisindeki kadın ile ilgili olarak böyle bir kadın kocası tarafından boşan­dığı günden İtibaren bir yıl bekler, Bunun dokuz ayı istibrâ (hamile olup olmaçlığının anlaşılması) içindir. Üç ayı da iddet içindir, diye de söylenmiştir. Eğer kocası onu boşayıp da bir ya da iki defa ay hali kanı gördükten sonra, ay halinden kesilme yaşına gelmeksizin ay hali görmemeye başlayacak olur­sa, önce dokuz ay bekler, sonra da ay halinden temizlendiği tarihten itibaren üç ay daha bekler. Bundan sonra da artık onunla evlenilmesi helâl olur.

Bu g»rüşü Şafii, Irak’ta iken belirtmiştir. Bu görüşe, kıyasa göre kocası ve­fat etmiş ve hamile olup olmadığı anlaşılmak istenen hür kadın, dokuz ay-hk süreden sonra dört ay on gün daha bekler. Cariye ise dokuz aydan son­ra iki ay beş gün bekler. Yine Şafii’den gelen rivayete göre böyle bir kadı­nın kur’lan önceki hali nasılsa öyle devam eder ve bu, ay halinden kesilme yaşına kadar böyle kalır, bu görüş aynı zamanda en-Nehaî, es-Sevrî ve baş­kalarının da görüşü olmakla birlikte ayrıca Ebu Ubeyd bunu Iraklılardan da nakletmiştir.

Kadının genç olması hali ise; bundan sonraki başlığın konusudur. [58]

4- Gençken Ay Halinden Kesilmiş Olan Kadının Beklemesi Gereken İddet:

Genç kadının, hamile olup olmadığı aniaşıiıncaya kadar beklemesi öngö­rülmüştür. Hamileliği ortaya çıkarsa, onun iddeti doğum yapıncaya kadardır. Şayet hamile olduğu ortaya çıkmazsa Malik: Genç kadınken ay halinden ke­silen kadının iddeti bir yıldır, demiştir. Ahmed ve İshak da böyle demiş olup, bu görüşlerini Ömer b. el-Hattab (r.a)’dan ve başkalarından rivayet etmişler­dir.

Iraklılar ise böyle bir kadın eğer ömründe bir defa dahi ay hali olmuş ise; isterse yirmi yıl bekleyecek olsun iddeti üç defa ay hali olmaktır, demişler­dir. Ancak ay hali olmaktan yana ümidin kesildiği bir yaşa ulaşmış olması ha­li müstesnadır. O vakit böyle bir kadının iddeti, ay halinden kesilme yasına geldiğinden itibaren üç ay olur.

es-Sa’lebî dedi ki: Şafii mezhebinin daha sahih olan görüşü de budur. İlim adamlarının çoğunluğu da bu kanaattedir. Ayrıca bu görüş İbn Mesud ve onun arkadaşlarından da rivayet edilmiştir. el-Kiyâ da şöyle demiştir; Gerçek olan da budur. Çünkü yüce Allah ay hali olmaktan ümidi kesilmiş olan kadının iddetini üç ay olarak tesbit etmiştir. Olup olmayacağı şüpheli olan kadın ise ay hali olmaktan kesilmiş bir kadın değildir. [59]

5- Herhangi Bir Sebep Dolayısıyla Ay Hali Olması Geciken Kadının Durumu:

Bir hastalık dolayısıyla ay hali geciken bir kadın hakkında Mâlik, İbnu’l-Kasım ve Abdullah b. Esbağ: Önce dokuz ay, sonra da üç ay olarak iddet bekler, demişlerdir.

Eşheb ise: Bu sütten kestikten sonra çocuğuna süt veren kadına benzer. İster ay hali ile ister sene ile iddet bekler. Hibban b. Munkız süt emzirmek­te olan hanımını boşadı. Süt emzirmesi dolayısıyla bir yıl süre ile ay hali ol­madı. Daha sonra Hibban hastalandı. Hanımının kendisine mirasçı olacağın­dan korktu Osman (ra)a -yanında Ali ve Zeyd bulundukları sırada- onu şi­kayet etti. Ali ve Zeyd: Görüşümüze göre ona mirasçı olur. Çünkü bu kadın ne evlenmeme ihtimali bulunan kadınlardan, ne de ay hali görmeyen kadın­lardandır, dediler. Sonra Habban öldü, hanımı ona mirasçı oldu ve kocası öl­müş olan kadının iddeti kadar iddet bekledi. [60]

6- Ay Hali Olması Sebepsiz Yere Geciken Kadının Durumu:

Hastalık ve süt emzirme sebebine bağlı olmaksızın ay hali olması geciken kadın -önceden ele zikrettiğimiz üzere önce dokuz ay, sonra üç ay olmak üze­re- ay hali olmadığı bir sene (iddet) bekler. Hamile olduğundan şüphelen­mediği sürece evlenmesi helâl olur. Şayet hamile olduğundan şüphelenecek olursa -ilim adamlarımızdan gelmiş bulunan farklı rivayetlere göre- dört, beş ya da yedi yıl bekler. Bu rivayetlerin meşhur olanı ise beş yıl bekleyeceği­dir. Bu süreyi aştıktan sonra (evlenmesi) helal olur.

Eşheb dedi ki: Şüphesi tamamıyla ortadan kalkıncaya kadar asla evlenme­si helâl olmaz.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Doğru olan da budur. Çünkü çocuğun karnında beş yıl kalması mümkün görüldüğüne göre; on yıl ve daha fazla bir süre kal­ması da mümkündür. Malikten de buna benzer bir rivayet gelmiş bulun­maktadır. [61]

7- İstihazalı Olduğundan Dolayı Ay Hali Bilinemeyen Kadının İddeti:

İstihâzalı olduğundan ötürü ay hali adeti bilinmeyen kadın ile ilgili üç gö­rüş vardır: İbnu’l-Müseyyeb bir sene iddet bekler demiştir. el-Leys’irigörüşü de budur. el-Leys dedi ki: Boşanmış kadın İle kocası ölmüş kadının iddeti eğer istihaza gören bir kadın ise bir senedir. Bizini (Maliki mezhebine mensub) alim­lerimizin meşhur görüşü de budur. Kadının kendisinden gelen ay hali kanı ile istihaza kanını bilmesi ile bunları birbirlerinden ayırdedip, etmemesi arasın­da hiçbir fark yoktur. Bütün bu hallerde Malik’in mezhebinden çıkartılan so­nuca göre bekleyeceği iddet bir senedir. Bu senenin dokuz ayı istibrâ (hami­le olup olmadığının anlaşılması) süresidir, üç ayı da iddetlir.

Şafii bu husustaki görüşlerinden birisinde şöyle demiştir: Bu kadının bekleyeceği iddet üç aydır. Bu tabiinden bir topluluk ile Kuraviyyin’in müteahhirlerinin kabul ettiği görüştür. İbnu’l-Arabî dedi ki: Bence sahih oları da budur.

Ebu Ömer de şöyle demektedir: İstihaza kanı gören kadının kanı eğer ke­sintili geliyor ise kadın da ay halinin gelip ya da sıma erdiğini bilebiliyor ise, üç kur’ iddet bekler. Kıyasa göre daha sahih olan da budur. Kıyasa göre de rivayet’itibariyle de daha sağlam olan budur.

“Asla ay hali olmayanlar” ite kastedilen küçük yaştakiierdir. Bunların da iddetleri üç aydır. Buna güre haber hazfedil mistir. Bu durumdakinin iddeti-nin ay hesabı ile yapılmasının sebebi, bunda adetin olmayışından dolayıdır. Yüce Allah ise hükümleri alışılmış adetlere göre yürürlüğe koymuştur. Bun­dan dolayı böyle bir kadın ay hesabı ile iddet bekler. Eğer kadınlar nezdin-de muhtemel bir zamanda kan görecek olursa, bu sefer iddette aslolanın var­lığı sebebiyle ona göre iddeti intikal eder. Çünkü asıl var oldu mu bedelin hükmü kalmaz. Nitekim yaşlı bir kadın önce kan görme adetine göre iddet bekledikten sunra, kan görmesi kesilecek olursa, ay hesabına göre iddete dö­nüş yapar. Bu hususta icma vardır.

“Hamile olanların iddetleri İse yüklerini bırakmalarıdır” buyruğuna da­ir açıklamalarımızı da iki baslık[62] halinde sunacağız: [63]

8- Hamile Kadınların îddetleri:

“Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır” buyruğunda hükümün boşanan kadın hakkında olduğu açıktır. Çünkü ona atıf yapılmış ve ifadenin akabinde yine ona dönülmüştür. Şu kadar var ki kocası ölmüş kadın hakkında da hüküm böyledir. Buna sebep ise âyetin ge’nel ifade taşı­ması ve konu ile ilgili Subey’a hadisidir. Buna dair açıklamalar daha önce­den yeteri kadarıyla el-Bakanı Sûresi’nde (2/234. âyet, 2. başlık ve devamın­da) geçmiş bulunmaktadır. [64]

9- Hamile Kadın Düşük Dahi Yapsa İddeti Tamam Olur:

Kadın, bir kan pıhtısı yahut bir çiğnem et dahi düşürecek olursa (evlen­mesi) helâl olur.

Şafii ve Ebu Hanife ise çocuk doğurmadığı takdirde helal olmaz, demiş­lerdir. Bu hususa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresî’nde (2/2M- âyet, 2. başlık ve devamında) ile er-Ra’d Sûresi’nde (13/8-9. âyetler, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah’a hamdolsun.

“Kim Allah’tan kor karsa Allah ona işinde kolaylık verir.” ed-Dahhak dedi ki: Yani sünnete uygun talâk vermekle kim ondan korkarsa, Allah da o kimseye hanımına ric’at yapmak işinde kolaylık verir. Mııkatil dedi ki: Kim masiyetlerinden kaçınmak hususunda Allah’tan korkarsa, Allah da ona ita­ate tevfiki hususundaki işinde kolaylık verir.

“İşte bu«Allah’ın size indirdiği emridir.” Yani size bildirilen bu hü­kümler Allah’ın size indirdiği ve size açıkladığı hükümleridir.

“Kim Allah’tan korkarsa” yani O’na İtaatin gereğini yaparsa “onun” iki namaz arası ile iki cuma arası olan “günahlarını örter ve” âhirettu “mükâ­fatını büyütür.” [65]

  1. O kadınları gücünüz yettiğince kaldığınız yerin bir kısmında İs­kân edin. Onları dara koymak için onlara zarar vermeye kalkış­mayın. Eğer onlar hamile iseler yüklerini birakıncaya kadar on­lara nafaka verin. Eğer onlar sizin İçin emzirirlerse, onlara ücret­lerini verin. Aranızda mâruf ile müşavere yapın. Eğer anlaşmada güçlükle karşılaşırsanız, o halde onun (babası) için (çocuğu) baş­ka bir kadın emzirir.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dört baslık halinde sunacağız: [66]

1- Iddet Bekleyen Kadının Süknâ (Kocası Tarafından Meskeninde Barındırılma) Hakkı:

“O kadınları gücünüz yettiğince kaldığınız yerin bir kısmında iskân edin” buyruğu ile ilgili olarak Eşheb, Mâlik’ten şöyle dediğini rivayet etmek­tedir: Hanımını boşayacak olursa, onu evde bırakarak evden ayrılır. Çünkü yüce Allah: “O kadınları… iskân edin” diye buyurmuştur. Eğer onunla bir­likte kalacak olsaydı; “o kadınları… iskân edin” buyurmazdı.

İbn Nâfi ise şöyle demektedir: Yüce Allah’ın: “O kadınları… kaldığınız yerin bir kısmında iskân edin” buyruğu hakkında Mâlik dedi ki: Bununla kocalarından bâin olmuş, bundan dolayı kocalarının kendilerine ric’at yap­ma imkânları bulunmayan ve hamile de olmayan boşanmış kadınları kastet­mektedir. Bu durumdaki bir kadının süknâ hakkı var; fakat nafaka ve giyim hakkı yoktur. Çünkü böyle bir kadın kocasından bâin olmuştur. Bunlar bir­birlerine mirasçı olamazlar. Eski kocasının ona ric’at yapma hakkı da yuk-tur. Eğer hamile ise bu durumda kadının nafaka, giyim ve mesken hakkı var­dır ve iddeti bitinceye kadar bu haklan devam eder. Kocasından bâin olma­mış kadınlara gelince, bu kadınlar henüz kocalarının hanımıdırlar ve birbir­lerinden miras alırlar. İddetleri süresi içerisinde bulundukları sürece koca­ları kendilerine izin vermeksizin evden çıkmazlar. Fakat kocalarına bu ha­nımları için mesken sağlamaları emri de verilmez. Çünkü böyle bir şeyin, na­fakaları ve giyimleri île birlikte kocaları tarafından sağlanması gerekir. İsler hamile olsunlar, ister olmasınlar farketmez. Yüce Allah’ın, lehlerine süknâ-yı emrettiği kadınlar, nafaka haklan bulunmakla birlikte kocalarından bâin olmuş kadınlardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlar hamile ise­ler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin.” Hu buyrukta yüce Al­lah, kocalarından bâin olmuş hamile kadınlara süknâ ve nafaka hakkının var­lığını tesbit etmektedir.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Bunun açıklanma tahkikine gelince; şanı yüce Allah süknâyı sözkonusu edince, bunu boşanmış herbir kadın için mutlak olarak sözkonusu etmiştir. Nafakayı sözkonusu edince ise bunu hamilelik kaydı ile birlikte zikretmiştir, İşte bu, bâin talak ile boşanmış kadının nafaka hakkı­nın bulunmadığına delildir. Bu pek büyük bir meseledir. Biz bu meselenin anlaşılma yollarınj “Mesâilu’l-Hiiâf adlı eserimizde Kur’ân, sünnel ve ma­na itibariyle genişçe açıklamış bulunuyoruz. Bunun alındığı yer ise Kur’ân-ı Kerim’dir.

Derim ki: Üç talak ile boşanmış kadının durumu hakkında ilim adamla­rının üç ayrı görüşü vardır. Malik ve Şafii’nin görüşüne göre böyle bir kadı­nın süknâ hakkı vardır, nafaka hakkı yoktur.

Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşüne göre, böyle bir kadının süknâ hak­kı da, nafaka hakkı da vardır.

Ahmed, İshak ve Ebu Sevr’in görüşüne göre ise, bu durumdaki bir kadı­nın nafakası da yoktur, süknâ hakkı da yoktur. Bu da Fatıma bint Kays’ın ha­disine binâen böyledir, Fatıma dedi ki: Beraberimde kocamın kardeşi bulun­duğu halde Rasûlullah (sav)’ın huzuruna girdim ve şöyle dedim; Kocam be­ni boşadı, bu da benim süknâ hakkımın da, nafaka hakkımın da olmadığı­nı ileri sürüyor. Peygamber şöyle buyurdu: “Hayır. Hem süknâ hakkın vardır, hem nafaka hakkın vardır.” (Kayınbiraderi): Kocası onu üç talak ile bo­şadı deyince, Rasûlullah (sav) şöyie buyurdu: “Süknâ ve nafaka ancak hanı­mına ric’at yapma hakkına sahip olanın üzerindeki bir haktır.” Ben Küfe’ye varınca, el-Esved b. Yezid bu hususa dair bana soru sormak üzere beni ara­dı. Abdullah’ın arkadaşları ise; Kadının süknâ hakkı da, nafaka hakkı da var­dır, derler. Bu hadisi Dârakmnî rivayet etmiştir[67]

Müslim’in lafzıyla ondan naklettiği rivayet şöyledir: Kocası kendisini Pey­gamber (sav) döneminde boşarruştı. Kocası ona oldukça düşük seviyede bir nafaka veriyordu. Kadın bunu görünce, Allah’a yemin ederim ki ben duru­mu Rasûluliah (sav)’a bildireceğim. Eğer benim bir nafaka hakkım varsa, ha­limi düzeltecek kadarını alırım. Şayet bir nafaka hakkım yoksa hiçbir şey al­mam, dedi. Durumu Rasûluliah (sav)’a zikrettim. O: “Senin nafaka hakkın da yoktur, süknâ hakkın da yoktur” diye buyurdu[68]

Dârakutnî, el-Esved’den şöyle dediğini zikretmektedir: Ömer’e, Falıma bini Kays’ın sözleri ulaşınca: Biz ınüslümanlar hakkında bir kadının sözünü ge­çerli kılmayız, dedi. Ömer üç talak ile boşanmış kadına süknâ ve nafaka hak­kını tanıyordu. eş-Şa’bî’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: el-Esved b. Vezid benimle karşılaştı ve: Ey Şa’bî dedi. Allah’tan kork ve Fatima bint Kays’ın ha­disini terket. Çünkü Ömer boyie bir kadına süknâ ve nafaka veriyordu. Ben dedim ki: Kays’ın kızı Fatıma’nın Rasûluliah (sav)’dan diyerek bana nak­lettiği hiçbir şeyden dönmem[69]

Derim ki: Bu ne kadar güzel bir şeydir! Katade ve İbn Ebi Leylâ da şöy­le demişlerdir: Süknâ ancak ric’î talâk ile boşanmış kadın için bir haktır. Çün­kü yüce Allah: “Bilemezsin, belki Allah bundan sonra bir iş peyda ediverir” (Talak, 65/1) diye buyurmuştur. Onun: “O kadınları… iskân edin” buyru­ğu ise bundan önceki ile alakalıdır ve bu ric’î talak ile boşanmış kadın hak­kındadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır,

Ayrıca süknâ nafakaya tabidir ve onun hükmündedir. Üç talâk ile boşan­mış kadın için nafaka sözkonusu olmadığına göre; onun süknâ hakkı da söz-konusu olmaz.

Üç talak ile boşanmış kadının nafaka hakkına sahip olduğuna dair Ebıı Ha-nife’nin delili ise yüce Allah’ın: “Onları dara koymak için onlara zarar ver­meye kalkışmayın” buyruğudur. Nafakayı vermemek ise verilecek zararla­rın en büyüğüdür. Ayrıca Ömer (r.a)’ın Fatıma’nm sözünü kabul etmeyişi de bunu açıklamaktadır. Ayrıca böyle bir kadın boşanmış olduğundan dolayı süknâya hak kazanan, iddet bekleyen bir kadındır. O halde tıpkı ric’î talâk ile boşanmış kadın gibi; bunun da nafaka hakkı vardır. Bir diğer sebep te şu­dur: Kadın erkeğin hakkı dolayısıyla onun için beklemekledir. O bakımdan tıpkı zevce gibi o da nafakaya hak kazanmıştır.

Yüce Allah’ın: “Eğer onlar hamile iseler…” buyruğu -az önce açıklandı­ğı üzeret İmam Malik’e delil teşkil etmektedir.

Şöyle denilmiştir: Yüce Allah ric’î talak ile boşanmış kadını ve ona dair hü­kümleri âyetin başından yüce Allah’ın: “Aranızdan adalet sahibi iki kişiyi

de şahit tutun.” buyruğuna kadar olan bölümlerde açıklamış bulunmaktadır. Arkasından ay hesabı ile iddet bekleyenleri de, diğerlerini de bütün boşan­mış kadınları genel olarak kapsayan bir hükmü zikretmektedir. Bit hüküm de bütün boşanmış kadınlar hakkında umumidir. O halde bundan sonra zik­redilen diğer hükümler de bütün boşanmış kadınlar hakkındadır. [70]

2- “Yeterlilik”:

Gücünüz yettiğince” genişliğinizce, imkânlarınız ölçüsünde demektir. “Bolca malım oldu, bolca malım var, çokça mal sahibi olmak” denilir. “Zenginlik ve güç yc-tirebilmek” demektir.

Bu lafız genel olarak “vav” harfi ötreli olarak okunmuştur. ei-A’rec ve ez-Zührî bunu üstün olarak, Yakub kesreli okumuştur. Bütün bu okuyuşlar bu kelimenin bu şekildeki söyleniş ve kullanılışına uygundur. [71]

3- Kadınlara Zarar Vermeye Kalkışılmamak:

“Onları dara koymak için, onlara zarar vermeye kalkışmayın” buyru­ğu hakkında Mücahid: Mesken hususunda…; Mukatil ise nafaka hususunda… diye açıklamıştır. Ebu Hanife’nin görüşü de budur. Ebu’d-Duhâ’dan göy]e de­diği nakledilmiştir: Bu hanımını bosayıp, iddetinin bitmesine iki gün kala ona ric’at yapması, sonra onu tekrar boşamasıdır. (Böyle yapmak ona zarar ver­mesi demektir.) [72]

4- Hamile Kadınların Boşanması Halinde Nafaka Hakları:

“Eğer onlar hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka ve­rin” buyruğu ile ilgili olarak; üç talâk ile ya da daha az sayıda talak ile bo­şanmış hamile kadına, nafaka ve süknânın vacib olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Kocası vefat etmiş hamile kadına ge­lince Ali, İbn Ömer, İbn Mesud, Şureyh, en-Ndıaî, eş-Şa’bî, Hammad, İbn Ebi Leylâ, Süfyan ve ed-Dahhak şöyle demişlerdir: Doğum yapıncaya kadar malın tamamından ona nafaka verilir.

İbn Abbas, tbn ez-Zübeyr, Cabir b. Abdullah, Maîik, Şafiî, Ebu Planife ve mezheblerine mensub ilim adamları: Ona ancak (mirastan) kendisine düşen paydan infak edilir, demişlerdir. Buna dair açıklama daha önce d-Bakara Sû-rest’nde (2/2’i4. âyet, 23. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

“Eğer onlar sizin İçin emzîrirlerse…” buyruğuna dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız.[73]

5- Boşanmış Kadınlar Çocuklarını Enızirirterse:

“Eğer onlar” yani boşanmış kadınlar “sİzin İçin” sizin onlardan dünya­ya gelmiş çocuklarınızı “emzirirlerse” o vakit babaların, onlara süt emzir­melerinin ücretini vermeleri gerekir. Erkek tıpkı yabancı bir kadını ücretle tutması gibi, siil emzirdiğinden öcürü boşadiğı hanımını ücretle tutmak hak­kına sahihtir. Ebu Hanife ve onun görüşünü kabul edenlere göre kadınlar, bâin talak ile boşanmadıkları sürece o kadınlardan olma çocuklarını ücret­le tutması caiz değildir. Şafii’ye göre ise bu caizdir. Süt emzirmeye dair açık­lamalar daha önce el-Bakara Sûresi (2/233- âyet, 1. başlık) îie en-Nisâ Sûre­si (4/23. âyet, 4. başlık)’nde yeteri kadarıyla geçmiş bulunmaktadır. Allah’a hamdolsun. [74]

6- Maruf İstişare Sonucu, Maruf İstekler Kabul Edilmelidir:

“Aranızda maruf ile müşavere yapın” buyruğu kocalara ve zevcelere bir

hitaptır. Yani birinizin, ötekine vermiş olduğu güzel ve maruf emri diğeri ka­bul etsin. Kadının güzel davranışı çocuğunu ücretsiz emzirmesietir. Erkeğin güzel davranması ise kadına süt emzirdiğinden ötürü fazlasıyla ücretini ödemesidir.

Bir diğer açıklamaya göre: Çocuğun emzirilmesi hususunda kendi aranız­da maruf ile istişare edin kî, çocuk herhangi bir zarar görmesin.

Bunun giyim ve kuşam hakkında olduğu söylendiği gibi, çocuğu sebebiy­le hiçbir annenin zarar görmemesi aynı şekilde hiçbir babanın da çocuğu se­bebiyle zarar görmemesi demektir, [75]

7- Zorluk Çıkarsa…

“Eğer anlaşmazlıkta güçlükle karşılaşırsanız…” yani süt emzirme ücre­ti hakkında anlaşmazlık olursa… Koca anneye süt emzirmesinin ücretini vermeyi kabul etmeyip anne de çocuğunu süt emzirmek istemese, koca an­nesini süt emzirmeye zorlayamaz. O vakit üz annesinin dışında ona bir süt anneyi ücretle tutmalıdır.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer biriniz diğerini sıkıştırıp, birbirinizle anlaşamayacak olursanız; o takdirde baba çocuğuna başka bir süt anneyi (jcretle tutsun. Buyruk emir anlamında haberdir.

ed-Dahhak dedi ki: Eğer anne süt emzirmek istemezse o vakit çocuğuna bir başkasını ücretle tutar. Eğer (çucuk süt anneyi) kabul etmezse, o vakit an­nesi ücret karşılığında ona süt emzirmeye mecbur edilir.

Çocuğu süt emzirmekle kimin yükümlü olduğu hususunda ilim adamla­rının üç farklı görüşü vardır. Bizim (mezhebimize men.sub) ilim adamlarımız şöyle demişlerdir: Evlilik devam ettiği sürece kadının çocuğuna süt emzirme­si icab eder. Ancak şerefi ve konumu buna uygun değilse; o takdirde baba­nın kendi malından çocuğa süt emzirmesi gerekir.

İkinci görüş: Ebu Hanife hiçbir şekilde anne çocuğuna süt emzirmek zo­runda değildir demiştir.

Üçüncü görüşe göre ise annenin her durumda çocuğuna süt emzirmesi ge­rekir. [76]

8- Boşanmış Kadının Çocuğu, Başkasının Memesini Kabul Etmeyecek Olursa, Annesi Ona Süt Emzirmek Zorundadır:

Erkek hanımını boşadığı takdirde kadının çocuğuna süt emzirme yü­kümlülüğü yoktur. Ancak ondan başkasının memesini kabul etmeyecek olursa, o takdirde çocuğunu emzirmekle yükümlüdür. Şayet ücret hususun­da baba ile anne anlaşmazlığa düşerlerse, kadın ecr-i misil verilmesini iste­yip, baba karşılıksız emzirmesinden başka bir çözüm kabul etmeyecek otur­sa -babanın karşılıksız süt emzirecek kimseyi bulmaması halinde- öz anne­nin ecr-i misil alması en uygunudur. Eğer baba ecr-i misil vermeyi teklif edip anne aşın ücret isteyerek bu teklifi kabul etmeyecek olursa, babanın ecr-İ mi­sil teklifinin kabul edilmesi daha uygundur. Eğer baba çocuğun annesine üc­ret vermekte zorlanacak olursa, o vakit çocuğunu emzirmeye mecbur edilir. [77]

  1. Bolluk içinde olan bolluğuna uygun nafaka versin. Rızkı kendi­sine daraltılan kimse de Allah’ın kendisine verdiğinden infak etsin. Allah hiçbir kimseye ona verdiğinden başkasını yüklc-mez. Allah güçlüğün arkasından kolaylık İhsan eder.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dört başlık İmlinde sunacağız: [78]

I- Kocanın Sağlamakla Yükümlü Olduğu Nafakanın Ölçüsü ve Tespiti:

“Nafaka versin” buyruğu, koca hanımına ve küçük çocuğuna, bolluğu­na göre nafaka versin ki; eğer kendisi bolluk içerisinde ise onlara da bolluk sağlamış olsun. Fakir olan ise fakirliğine göre nafaka versin, demektir.

Buna göre nafaka, nafakayı sağlayanın haline ve kendisine nafaka veri­lecek olanın ihtiyacına göre hayatta adeten görülene uygun ictihad ile tes-bit edilir. Müfti (bu hususta fetvayı verecek olan) önce kendisine nafaka ve­rilecek olanın ihtiyaç miktannı gözönünde bulundurur, sonra da nafakayı ver­mekle yükümlü olanın haline bakar. Eğer hali bunu kaldırabiliyor ise o miktarda nafaka vermesini hükme bağlar, Şayet nafaka alacak olanın ihtiya­cını karşılamaya durumu elverişli değil ise, o nafakayı karşılayabilecek mik­tara çeker.

İmam Şafii -Allah ondan razı olsun- ve mezhebine mensub ilim adamla­rı şöyle demişlerdir: Nafaka miktarı ve sınırı bellidir. Herhangi bir hakim ya da bir müftinin bu hususta içtihadı sözkonusu değildir. Nafakanın miktarı sa­dece kocanın zenginlik ya da fakirlik haline güre tesbit edilir. Hanımının ha­line ve ona yetecek miktara itibar edilmez. Onlar derler ki: Buna göre bek­çinin kızına verilmesi icab eden nafaka ne ise halifenin kızına da o kadarı­nın verilmesi icab eder. Eğer koca varlıklı birisi ise iki mud, orta halli birisi ise birbuçuk mud, eğer darlık içinde ofan birisi ise bir mud vermelidir. Bu­na da yüce Allah’ın: “Bolluk içinde olan bolluğuna uygun nafaka ver­sin…” buyruğunu delil göstermişlerdir. Buyruk görüldüğü gibi kocanın bol­luk ya da darlık içerisinde oluşunu gözönünde bulundurmuş, kadının hali­ne itibar etmemiştir, Çünkü hakim tarafından olsun, başkası tarafından olsun kadına yetecek miktarın ne olduğunu bilme imkânı bulunmadığından ona iti­bar edilmez. Bunu gözönünde bulundurmak anlaşmazlığa götürür. Zira ko­ca kadının kendisine yetecek miktardan fazlasını almaya çalıştığını iddia eder­ken, kadın istediği miktarın kendisine yetecek kadar olduğunu iddia edecek­tir. O bakımdan biz bu anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için nafakanın mik­tarının belli olduğunu benimsemiş bulunuyoruz. Onlara göre bu hususta ası! dayanak önceden de belirttiğimiz gibi yüce Allah’ın: “Bolluk içinde olan bolluğuna uygun nafaka versin” buyruğu ile “Eli geniş olan kendi halince, fa­kir olanınız da kendi halince…” (el-Bakara, 2/236} buyruğudur.

Buna cevap şudur: Bu âyet-i kerime zengin ile fakirin vereceği nafaka ara­sında fark olduğundan ve kocanın darlık ve bolluk içerisinde oluşuna göre farklılık göstereceğinden başka bir mana ihtiva etmiyor. Bu açıkça kabul edi­len bir husustur, Hiçbir şekilde hanımın durumuna itibar edilmemesine ge­lince, Ğıınıda böyle bir şeyden sözedilmiyor. Ayrıca yüce Allah: “O kadınla-nn maruf bir şekilde yiyeceği ve giyeceği (çocuğun) babasına aittir.” (e-Ba-kara, 2/233) diye buyurmaktadır. Bu da her ikisi (erkek ve hanımın) hakkın­da marufu esas almayı gerekürmektedir. Çünkü bu hususta onlardan herhan­gi birisine has bir ifade taşımamaktadır. Zengin ve varlıklı bir kadına yete­cek bir miktarın, fakir kadının nafakası gibi olması ise maruf kabul edilemez. Nitekim Rasûlullah (sav) Hind’e: “Sana ve çocuğuna yetecek kadarını maruf ile al!”[79] diye buyurmuş ve ona yetecek miktarı gözönünde bulundurması­nı söylemiştir. Çünkü Ebu Süfyan’ın bolluk içerisinde olduğunu ve hanımı­nın talebi ile nafakayı sağlamakla yükümlü olduğunu tesbit etmiş, buna kar­şılık sana yetecek olan miktar muteber değildir, senin alabileceğin miktar bel­li ve tesbit edilmiştir, demeyerek onun için yeterli miktarı gözönünde bulun­durmasını söylemiş, ayrıca bunu belli bir miktara bağlı kılmaınıştır.

Diğer taraftan onların (Şafiilerin) sözünü ettikleri sınıriı ve belli miktarın tevkife (konu ile ilgili şer’î bir delile) ihtiyacı vardır. Âyet-i kerime ise bunu gerektirmemektedir. [80]

2- Çocuğa Verilecek Nafaka Miktarı ve İslam Devletinde Çocuğun Nafakası:

Rivayete göre Ömer (r.a) küçük çocuğa yüz dirhem maaş, Osman (r.a) da elli dirhem maaş tesbit etmiştir. İbnu’l-Arabî der ki: Bu farklılığın zaman far­kı dolayısıyla yahutta gıdaların ve giyeceklerin fiyatlarındaki farklılığa göre değişmiş olma ihtimali vardır. Muhammed b. Hilal el-Müzenî şöyle demek­tedir: Bana babamın ve babaannemin anlattığına göre babaannem Osman (r.a)’ın yanına gider gelirdi. Bir seferinde onu bulamayınca hanımına: Ne di­ye filan kadını göremiyorum? diye sormuş, hanımı: Ey ınü’minlerin emiri bu gece doğum yaptı, demiş. Bunun üzerine ona elli dirhem ve (oğlunu) başın­dan aşağı örtecek bir elbise gönderdikten sonra şunları söylemiş: İşte bu oğ­lunun maaşı, bu da onun giyeceğidir. Üzerinden bir sene geçti ini ona ve­receğimiz maaşı yüz dirheme yükselteceğiz.

Ali (r.a)’a yola bırakılmış bir çocuk getirildi. Ona yüz dirhem maaş bağ­ladı.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Sütten kesilmeden önce verilen bu maaş, iEim adam­larının hakkında ihtilâf ettiği hususlardandır. Kimisi bunu müstehab görmüş­tür. Çünkü bu âyetin hükmü çerçevesine girmektedir. Kimisi de çocuğun ye­ni oıtaya çıkan ihtiyaçları ve bakımının oldukça külfetli olması dolayısıyla va-cib olduğu görüşündedir. Ben de bu görüşteyim. Şu kadar var ki; doğum es­nasındaki hafi ile sütten kesilmesi sırasındaki haline göre bunun miktarı fark­lılık arzeder. Süfyan b. Vehb’in rivayetine göre; Ömer bir eline mu d denilen ağırlık ölçüsünü, bir eline de kist denilen ölçeği alıp: Ben her müslüman ki­şiye her ay iki mııd buğday, iki kist sirke ve iki kist zeytinyağının verilme­sini tesbit ediyorum. Başkaları da şunu eklemektedir: Dedi ki: İşte biz sizin her ay maaşlarınızı ve maişetlerinizi tesbit edip, ulaştırıyoruz. Kim bunları ek­siltecek olursa, Allah ona şunları şunları yapsın, diyerek ona beddua etti.

Ebu’d-Derdâ dedi ki: Ömer (r.a)’ın Muhammed (sav)’ın ümmeti arasında sünnet haline getirdiği nice hidayete ulaştırıcı ve dosdoğru sünneti vardır.

Mud ve kist yiyecek ve katıklarda Şam ölçekleridir. Bir başka örf onların yerine geçerek bunlar kullanılmaz olmuştur. Muddun yerine “keylece” kul­lanılmıştır. Kıst’ın yerine ise “keyl” kullanılır olmuştur. Fakat bize göre bun­ların miktarı buğdayda iki çeyrek, katıklarda ise sekizde ikidir. Giyecek ise adete göre gömlek, pantolon ve kışın cübbe, kisâ, izâr ve haşirdir. A.slolan budur, durumlara ve adete göre artış gösterebilir. [81]

3- Çocuğun Nafakası Babasına Aittir:

Bu âyet-i kerime çocuğun nafakasının anneye değil, sadece babaya düş­tüğünün Cvacİb olduğunun) aslî dayanağıdır. Bu hususta Muhammed b. el-Mevvâz muhalefet ederek şöyle demektedir: Nafaka miras miktarlarına gö­re anne ve babanın ikisine de düşer.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Muhammed, bununla belki de babanın olmaması ha­linde anneye düşeceğini kastetmiş olabilir.

Buharî’de Peygamber (sav)’dan şöyle dediği zikredilmektedir: “Kadın sana: Bana ya infak et ya beni boşa der, köle sana: Ya bana infak et yahut benim ücretle çalışmama müsaade et,[82] der. Oğlun sana: Sen bana infak et, beni kime terkedeceksin, der[83]

Böylelikle Kur’ân ve sünnet birbirini pekiştirmekte ve aynı yolda, aynı şer’î hükümleri dile getirmektedir. [84]

4- Mükellefiyet İmkâna Göredir ve Zorluktan Sonra Kolaylık Vardır;

“Allah hiçbir kimseye ona verdiğinden başkasını yüklemez.” Yani yü­ce Allah zengini yükümlü tuttuğu gibi, fakiri de aynı şekilde yükümlü tutmaz.

“Allah güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder.” Darlıktan sonra zen­ginlik, sıkıntıdan sonra bolluk ve rahatlık ihsan eder. [85]

  1. Rabbinin ve peygamberlerinin emrine karşı başkaldıran nice ülke halkı vardır ki; Biz onları en şiddetli bir hesaba çekmiş ve on­ları görülmemiş bir azapla azaplandırmışızdır.
  2. Sonunda onlar yaptıklarının cezasını tatmış oldular. İşlerinin so­nu hüsran oldu.
  3. Allah, onlar İçin çok şiddetli bîr azap hazırlamıştır. Ey iman et­miş akü sahihleri! -O halde- Allah’tan korkun. Gerçek şu ki, Allah size bir Zikir indirmiştir.
  4. İman edip salih amel isleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkar mak için Allah’ın açık açık ortaya koyan öğütlerini size okuyan bir Peygamber (göndermiştir.) Kim Allah’a iman edip salih amel iş­lerse onu altından ırmaklar akan cennetlere -kendileri orada ebedi ve devamlı olmak üzere- koyar. Allah, onlara gerçekten çok güzel bir rızık vermiştir.

Yüce Allah bîr takım hükümleri sözkonusu ettikten sonra “…nice ülke hal­kı vardır ki” buyruğu ile bazı kavimlerin azgınlık edip başkaldırmalarını, aza­bın gelip onları bulmasını hatırlatmakta ve ilâhî emirlere aykırı hareket et­meyi sakındırmaktadır.

“Nice” lafzına dair açıklamalar daha önceden Âl-i İmran Sûre-si’nde (3/146. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Allah’a hamdolsun.

“Hatibinin ve peygamberlerinin emrine karşı baş kaldıran” isyan eden “nice ülke” buyruğunda sözü edilen “karye; ülke” olmakla birlikte maksat oranın ahalisidir[86] “Biz onları en şiddetli bir hesaba çekmiş” dünya haya­tında cezalandırmış Ve onları” âhirette “görülmemiş bir azapla azaplan-dırmış izdir.”

İfadede takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir, Biz onları dünya haya­tında açlık, kıtlık, kılıç, yerin dibine geçirilmek, suretlerinin değiştirilmesi (mesh) vs. musibetlerle azaplandırdığımız gibi, âhirette de onları çok ağır bir hesaba çekmişiz (çekeceğiz)dir.

“Alışılmadık olduğu için kabul edilemeyen, reddolunan Cmün-ker)” demektir. Bu lafız muhaffef (kef harfi ötreli) ve musakkal (kef harfi sa­kin) olarak okunmuştur. Daha önce el-Kehf Sûresi’nde (18/74. âyetin tefsi­rinde) geçmiş bulunmaktadır[87]

“Sonunda onlar yaptıklarının cezasını” küfürlerinin akıbetini “tatmış ol­dular. İşlerinin sonu da hüsran oldu.” Dünyada sözünü ettiğimiz şekiller­de helak oldular, ahirette de cehenneme atılmakla hüsrana uğrayacaklardır.

Burada fiiller yüce Allah’ın: “Cennetlikler cehennemliklere… seslendiler.” (el-Araf, 7/41) buyruğunda ve benzerlerinde olduğu gibi mazi lafız ile geti­rilmiş bulunmaktadır. Çünkü yüce Allah’ın gelip çatması beklenen vaadi ve tehdidi İle gerçekte karşı karşıya kalınmış demektir. Olacak olan şey olmuş gibidir.

“Allah, onlar İçin çok şiddetli bir azap hazırlamıştır” buyruğu ile bu hüs­ranı açıklamakta ve bunun âhiretteki cehennem azabı olduğunu beyan et­mektedir.

“Ey iman etmiş akıl sahipleri” buyruğunda; “İman etmiş kimseler” lafzı “Akıl sahipleri” tabirinden bedel yahut onların sı­fatıdır. Yant Allah’a iman etmiş bulunan akli sahipleri, üzerinize Kur’ân’ı in­dirmiş olan “Allah’tan korkunuz.” Yani O’ndan korkunuz, O’na itaat olan işler yapınız, O’na masiyet olan İşlerden de uzak durunuz. Bu anlamdaki buy ruklar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

“İman edip salih amel işleyenleri” yani Allah’ın ilminde bu durumda ola­cakları bilinen kimseleri “karanlıklardan” yani küfürden “aydınlığa”[88] hi­dayete ve imana “çıkarmak için” İbn Abbas dedi ki: Bu buyruk, kitap eh­linden iman edenler hakkında inmiştir. Burada karanlıklardan aydınlığa çı­kartmanın -biraz sonra geleceği gibi- Rasûle izafe edilmesinin sebebi, ima­nın ona4itaat etmek suretiyle, onun vasıtasıyla husule gelmiş olmasından do­layıdır.

“… Allah’ın açık açık ortaya koyan öğütlerini” Allah’ın âyetlerinden (öğütlerinden) kasıt, Kur’ân-ı Kerim’dir. Bu buyruk -biraz sonra zikredilecek olan- Rasûlün sıfatıdır.

“Açık açık ortaya koyan” buyruğu genel olarak “ye” harfi üstün okunmuştur. Allah’ın açıkladığı âyetler demektir. İbn Âmir, Hafs, Haraza ve el-Kisaî ise “ye” harfini kesreli okumuşlardır. Bu da sizin gerek duyduğunuz hükümleri size açıklayan demektir. Birinci okuyuş İbn Abbas’ın okuyuşu olup, Ebu übeyd ve Ebu Hatim tarafından da tercih edilmiştir. Çünkü yüce Allah: “…âyetleri size açıkladık…” (Âl-i İmran, 3/118 ve el-Hadid, 57/17) diye bu­yurmaktadır.

“Bir Peygamber (göndermiştir)” buyruğu ile ilgili olarak ez-Zeccâc şöy­le demektedir: Zikrin indirilmesinin sözkonusu edilmesi “irsal: Peygamber gönderme”nin hazfedikliğine delildir. O size bir Kur’ân indirdi ve bir rasûl gönderdi, demektir.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir; Allah size zikir sahibi birisini ra­sûl olarak göndermiştir. Buna göre buradaki “rasûl (peygamber)” lafzı mu-zafırt hazfi takdirine göre “zikr”in sıfatıdır. Şöyle de açıklanmıştır: “Rasûl: Bir peygamber” daha önce geçen “zikr”in mamulüdür. Çünkü zikir mastardır. İfa­denin takdiri de şöyledir: Allah size rasûlü zikrettiği (bir kitabı) size indir­miş bulunmaktadır. Onun rasûlü zikretmesi ise “Muhammed, Allah’ın Ra-sûlüdür” (Fetih, 48/29) buyruğudur.

Bununla birlikte “rasûl (bir peygamber)” lafzının “zikir’den bedel olma­sı ve “rasûl”ün risalet anlamında olması yahutta gerçek anlamı ile kullanıl­mış olup manaya göre hamledilmesi de mümkündür. Şöyle buyurulmuş gi­bi olur: Allah size bir zikri yani bir rasûlü açıkça göndermiş ve göstermiş bu­lunmaktadır. Bu durumda bir şeyin, bir şeyden bedel olması ve bir şeyin biz­zat kendisi olarak başka bir isimle anılması kabilinden olur.

“Bir Rasûl (bir peygamber)” lafzının iğrâ olmak üzere nasb ile gelmiş olması da mümkündür. Sanki: Bir peygambere uyun ki… buyurulmuş gibidir. Buradaki “zikr”in şeref anlamında olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah’ın: “Andolsun ki Biz, size sizin için bir zikir (şeref kaynağı olan) bir kitap in­dirdik.” (el-Enbiya, 21/10) buyruğu ile; “ve muhakkak o, sana ve senin kavmine bir zikir (büyük bir şerefidir” (ez-Zuhruf, 43/44) buyruklarında ol­duğu gibi. Daha. sonra bu şan ve şerefi açıklayarak “bir Peygamber” diye bu­yurmakça dır.

Çoğunluk burada “Rasûl: peygamber” ile kastedilenin, Muhammed (sav) olduğu kanaatindedir. el-Kelbî: Kastedilen Cebrail’dir, demiştir. Bu durum­da her ikisi de (yani zikirde, rasûlde) Allah tarafından indirilmiş olmaktadır.

“Kim Allah’a iman edip salih amel İşlerse onu altından ırmaklar akan cennetlere -kendileri orada ebedi ve devamlı olmak üsere- koyar” buyru-ğundaki “onu… koyar” anlamındaki fiili Nâfî’ ve İbn Âmir: “Onu ko­yarız” diye “nun” ile okumuşlardır, diğerleri ise “ye” ile (onu koyar anlamın­da) okumuşlardır.

“Allah ona gerçekten çok güzel bir rizık vermiştir.” Cennetlerde Allah ona pek bol ve geniş bir rızık vermiştir. [89]

  1. Allah, yedi gökleri ve yerden de onlar gibisini yaratandır. Buy­ruğu onlar arasında iner, durun Allah’ın gerçekten herşeye ka­dir olduğunu ve muhakkak Allah’ın ilmi ile herşeyi kuşatmış ol­duğunu kesinlikle bilesiniz diye.

“Allah, yedi gökleri ve yerden de onlar gibisini yaratandır” buyruğu, kudretinin kemaline ve O’nun öldükten sonra tekrar diriltmeye ve hesaba çek­meye kadir olduğuna açık bir delildir.

Göklerin biri diğerinin üstünde olmak üzere yedi tane olduğunda görüş ayrılığı yoktur, Buna İsrâ hadisi ve başkaları da delil teşkil etmektedir.

Sonra da; “yerden de onlar gibisini” yani yedi tane “yaratandır” diye bu­yurmaktadır. Yerler hakkında iki ayrı görüş vardır. Birincisi olan cumhurun görüşüne göre; yedi arz da biri diğerinin üstünde tabakalar halindedir. Her-bir arz arasında iki sema arasındaki gibi bir mesafe vardır ve herbirisinde de Allah’ın yarattıklarından sakinler vardır.

ed-Dahhak ise şöyle demiştir: “Ve yerden de onlar gibisi11 yani yedi ta­ne arz demektir. Şu kadar var ki bu yedi arz göklerin aksine arada bir boş­luk olmaksızın biri diğerinin üstünde tabaka halinde kapatılmış durumdadır.

Ancak birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Tjrmizi, Nesaî ve diğer eserlerde buiunan haberler buna delil teşkil etmektedir. Bu husus yeterli açıklamalarıy­la daha önce el-Bakara Sûresi’ nde (2/29. âyet, 6. başlıkta) geçmiş bulunmak­tadır. Ebu Nuaym şöyle bir rivayet kaydetmektedir: Bize Muhammed b. Ali b. Hubeyş anlattı, dedi ki: Bize İsmail b. İshak es-Serrâc anlattı:… -H.[90] Yine Ebu Muhammed b. Habban da anlattı dedi, ki: Bize Abdullah b. Muhammed b. Na­ciye anlattı, dedi ki: Bize Süveyd b. Said anlattı dedi ki: Bize Hafs b. Meyse-ra, Musa b. Ukbeden anlattı: O Ata b. Ebi Mervandan, o babasından rivaye­te göre Ka’b kendisine: Musa’ya denizi yarmış olan adına yemin ederek Su-hayb’ın kendisine şunları anlattığını bildirdi: Muhammed (sav) içine girmek is­tediği bir kasaba gördü mü mutlaka onu gördüğünde şöyle dua ederdi:

“Yedi semavatın ve onların gölgelediklerinin Rabbi, yedi arzın ve onların taşıdıklarının Rabbi, şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi, rüzgarların ve sa­vurduklarının Rabbİ olan Allah’ım! Biz Senden bu kasabanın hayrını, bura­nın ahalîsinin hayrını dileriz. Buranın, buranın ahalisinin ve içinde bulunan­ların şerrinden de Sana sığınırız.”[91] Ebu Nuaym dedi ki: Bu Musa b. Ukbe’nin rivayet ettiği hadis olarak sabittir. Ata’dan bunu tek başına (münferiden) o rivayet etmiştir. Ondan ise İbn Ebi’z-Zinad ve başkaları rivayet t*tmisur.[92]

Müslim’in Sahih’inde Saİd b. Zeyd’den şöyle dediği kaydedilmektedir: Pey­gamber (sav)’ı şöyle buyururken dinledim: “Her kim haksız yere yerden bir karış dahi alacak olursa, kıyamet gününde yedi arzdan onun boynuna do­lanmış olarak gelecektir.”[93]

Âişe yoluyla gefen hadis de bunun gibidir,[94] Her ikisinden daha açık ifa­deler taşıyan hadis de Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadistir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Bir kimse hakkı dışında yerden bir karış alacak olursa, mut­laka Allah kıyamet gününde yedi arza kadar onu boynuna doiayacakur.”[95]

el-Maverdî dedi ki: Yerin yedi tabakasının biri diğeri üstünde olduğu ka­bul edilecek olursa, müslümanların daveti sadece en üst arzın üzerinde bu­lunanlara mahsustur. Onun dışında bulunan diğer kimseler için bağlayıcı de­ğildir isterse onlar da ayırdedici kabiliyete sahip yaratıklardan akıl sahibi kim­seler olsunlar.

Bu varlıkların semayı görüp o semanın ışığından istifade etmeleri husu­sunda da iki görüş vardır. Birinci görüşe göre onlar buîundukiarı yerin her-bir tarafından semayı görürler ve onun ışığını alırlar. Bu yeri düz kabul eden­lerin görüşüdür. İkinci görüşe göre ise bunlar semayı görmezler. Yüce Allah onlara yararlanacakları başka bir ışık yaratmıştır. Bu da yeri küre gibi kabul edenlerin görüşüdür.

Âyet-i kerime hakkında üçüncü bir görüş vardır ki; bunu el-Kelbi, Ebu Sa­lih’ten, o İbn Abbas’tan rivayet etmiş olup, buna göre yerler, düz yedi yer ha­lindedir. Biri diğerinin üstünde değildir. Bunları birbirinden denizler ayırmak­ta ve hepsini de sema örtmektedir, Bu görüşe göre eğer yeryüzü ahalîsinden herhangi bir kimsenin diğerine ulaşabilme imkânı yoksa, İslâm daveti bu arz­da bulunan kimselere mahsus olur. Eğer onlardan bir kısmı diğer arza ula-şabiliyorsa, o vakit davetin onlara ulaşmasının imkânı halinde, İslâm dave­tinin onlar için de bağlayıcı olma ihtimali sözkomısu olur. Çünkü denizlerin ayırdığı mesafenin aşılması mümkün olursa, o vakit hükmün genel olarak bağ­layıcı olmasını engelleyen bir husus kalmaz. Bununla birlikte İslam daveti­nin onlar için bağlayıcı olmaması İhtimali de vardır. Çünkü bu davetin on­lar tarafından da kabul edilmesi gerekli olsaydı, bu hususta nassın vârid ol­ması ve Peygamber (sav)’ın bununla emrolunmuş olması da gerekirdi. Allah, ilmini kendisine sakladığı hususların gerçeğini, insanlar için şüpheli olup, için­den çıkamadıkları şeylerin doğrusunu en iyi bilendir.

Daha sonra yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Buyruğu bunlar arasında iner durur.” Mücahİd dedi ki: Emir yedi semadan, yedi arza iner, durur, el-Hasen dedi ki: Her iki sema arasında bir arz ve bir emir vardır. Burada emir­den kasıt -Mukatil ve başkalarının görüşüne göre- vahiydir. Bu durumda yü­ce Allah’ın: “Bunlar arasında” buyruğu, (semaya) en yakın olan bu üst arz ile semaların en yükseği olan yedinci sema arasına işaret olur. Bir görüşe göre de buradaki “emir; buyruk” kaza ve kader demektir. Çoğunluğun görü­şü de budur. Buna yöre “bunlar arasında” buyruğu en uzak olan en alt arz ile semaların en yükseği olan yedinci sema arasına işaret edilmiş olur.

“Buyruğu bunlar arasında İner, durur” buyruğu bazılarının hayat bul­ması, bazılarının ölmesi, kimilerinin zengin, kimilerinin de fakir olması ile il­gili buyruktur diye de açıklanmıştır. Bir diğer görüşe göre maksat, bunlar­dan tedbir olunan, yüce Allah’ın hayret verici tedbirleridir. Yağmur iner, bit­ki çıkar. Gece ve gündüz gelir gider, yaz ve kış değişir durur. Türleri ve şe­killeri birbirinden farklı hayvanlar yaratır, onları bir halden bir başkasına in­tikal ettirir. İbn Keysân dedi ki: Bu açıklama dilin alanı ve genişliği (anlatım, üslûb ve teknikleri) ile alakalıdır. Nitekim öiüme “Allah’ın emri” denildiği gi­bi, rüzgara, buluta ve benzerlerine de benzer isimler verilir.

“Allah’ın gerçekten herşeye kadir olduğunu… bilesiniz diye.” Yani -bü­tün bunlar O’nun kudreti ve imkânı çerçevesinde bulunmak açısından eşit olmakla birlikte- bu pek büyük mülkü yaratmaya muktedir olanın ikisi ara­sında bulunanları yaratmaya daha bir muktedir olduğunu, affetmek ve inti­kam almak imkânına sahib olduğunu bilesiniz diyedir.

“Ve muhakkak Allah’ın İlmi İle herşeyi kuşatmış olduğunu kesinlikle bilesiniz diye.” Hiçbir şey O’nun ilim ve kudreti dışında değildir.

“İlmi” lafzı te’kid edici mastar (meful-i mutlak) olarak nasbedil-miştir. Çünkü “Kuşatmış oidu” buyruğu anlam itibariyle Bildi” demektir.

Buyruğun: Ve muhakkak Allah’ın ilim olarak kuşatmış olduğunu bilesiniz diye… anlamında olduğu da söylenmiştir.

Allah’a hamdolsun. O’nun yardımı ile Talak Sûresi sona ermiş bulunmak­tadır.

Kuran

Talak Suresi

el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an ( İmam Kurtubi ) | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.