Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 31°C
Açık
İstanbul
31°C
Açık
Paz 26°C
Pts 26°C
Sal 25°C
Çar 24°C

62 – Cuma Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an

Bütün âlimlerin görüşüne göre Medine’de inmiştir. Onbir âyettir.

62 – Cuma Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an

Cuma Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an ( İmam Kurtubi Tefsiri )

Rahman ve Rahim Allah’ın Adı île

Müslim’in Sahik’mde Ebu Hureyre’den rivayete göre Rasûlulİah Csav) şöy­le buyurmuştur: “Güneşin doğduğu en hayırlı gün turna günüdür, ü günde Âdem yaratıldı, o günde cennete yerleştirildi, o günde oradan çıkar!ildi. Kı­yamette ancak cuma günü kopacaktır.”[1]

Yine Ebıı Hureyre’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlulhth (sav) bu­yurdu kî: “Bi2 sonra gelenleriz, kıyamet gününde ise ilkleriz. Biz cennete ilk girecek olanlarız. Şu kadar var ki, onlara bizden önce kitab verildi, bize ise kitab onlardan sonra verildi. Onlar anlaşmazlığa düştüler. Allah bizi hakkın­da ayrılığa düştükleri hakka iletti. İşte bu, onların haklarında anlaşmazlığa düştüğü günleridir. Yüce Allah bizi bugüne iletti. (Devamla) buyurdu ki: (O da) cuma günüdür. Bugün bizimdir, yarın Yahudilerin, yarından sonrası ise hristiyanlanndır.”[2]

  1. Göklerde ve yerde olan herşey Melik, Kuddûs, Azîz, Hakim olan Allah’ı teşbih ederler.

Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

Ebu’l-Âliye ve Nasr b. Âsim “Melik, Kuddûs, Azîz, Hakim” buyruklarının hepsini: diye, ref İle okumuşlardır ki; “o Meliktir, Kud-dûstür…” demek olur. [3]

  1. O, ümmiler arasında kendilerinden onlara karşt O’nun âyetleri­ni okuyan, onları arındıran, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderendir. Halbuki daha önceden apaçık bir sapık­lık içinde idiler.

“O, ümmiler arasında kendilerinden… bir Peygamber gönderendir”

buyruğu ile ilgili olarak Ibn Abbas dedi ki; Ümmîlerden kasıt okuma yazma bilenleriyle, bilnıeyenkriyle bütün Araplardır. Çünkü Araplar kitab ehli kim­seler değildir.

“Ümmîler”in yazı yazmayan kimseler oldukları da söylenmiştir. Kureyş de böyle idi. Mansur, İbrahim’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Üınmî, okuması, yazması olmayan kişidir. Bura dair açıklamalar daha önce el-Ba-kara Sûresi’nde (2/78. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

“Kendilerinden… bir Peygamber” buyruğu ile kastedilen, Muhammeci (sav)’dır. Rasûiullah (sav)’ın kendileri ile akrabalığı bulunmadık ve onlarla neseb bağı bulunmayan hiçbir Arap kabilesi yoktur. Ibn îshak: Tağlibliler bundan müstesnadır, demiştir. Yüce Allah hristiyan okluklarından ötürü peygam­berini onlarla akrabalıktan ar indirmiştir. O bakımdan onların onunla neseb yoluyla bir akrabalıkları yoktur. Kendisi hiçbir kitabı okumamış ve ilim öğ­renmemiş ümmî bir kimse îdi.

el-Maverdî dedi ki: Şayet: Ümmi bir Peygamber göndermiş olmasının bir lütuf olarak hatırlatılması nasıl açıklanır, diye soruiacak olursa buna üç şe­kilde cevab verilebilir:

1- Peygamberlerin önceki müjdelerine (nitelik itibariyle) uygun olması.

2- Onun da durumunun kavmine benzemesi ve böylelikle onların kendi­sine muvafakat etme ihtimallerinin daha ileri derecede olması.

3-Davet ettiği esasla, okuduğu Kitab ve tilâvet ettiği hikmet hakkında onun ile ilgili kötü zanmn uzaklaştırılması.

Derim ki: Bütün bunlar onun getirdiği mucizenin ve peygamberliğinin doğ­ruluğunun delilleridir.

“Onlara karşı O’ımn ayetlerini” Kur’ân-ı Kerimi “okuyan, onları arın­dıran” İbn Abbas’ın açıklamasına göre iman ile kalplerini tertemiz hale ge­tiren, demektir. Küfür ve günahların pisiiklerinden onları arındıran diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Cüreyc ve Mukatil yapmıştır. es-Süddî ise: Mallarının zekâtını alan, dîye açıklamıştır.

“Onlara kitabı” Kur’ân-ı Kerim’i “ve hikmeti” el-Hasen’e göre sünneti “öğ­reten bir Peygamber gönderendir.”

İbn Abbas da şöyle demiştir: “Kitab”dan kasıt, kalemle yazı yazmaktır. Çünkü Araplar şeriatı yazı ile kaydetmekle emrolunduklarından ötürü arala­rında yazı yazmak yaygınlaştı.

Malik b. Enes dedi ki: “Hikmet” dinde derin bilgi sahibi olmak demek­tir. Bu hususa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi’nde (el-Bakara, 2/129. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

“Halbuki daha önceden” yani ondan ve onlara peygamber olarak gön­derilmesinden önce “apaçık bir sapıklık” haktan uzaklaşış “içinde idiler.” [4]

3- Ve onlardan henüz kendilerine kavuşmamış olanlara da. O, Azîz-dir, Hakimdir.

“Ve onlardan… olanlara da” buyruğu da “ümmîler” buyruğuna atfedil-miştir. Yani O, hem ümmiler arasında, hem de onlara katılmamış olanlar ara­sında bir peygamber göndermiştir, demektir. Bununla birlikte; “onları arındıran, onlara… öğreten” buyruğunda yer alan “lif” ve “minTden ibaret za­mire (“onlara” lafzına) atf ile mansub olması da mümkündür. Yani hem on­lara, hem de diğer mü’mirilere öğretir. Çünkü öğretme işi âhir zamana kadar uyumlu bir şekilde devam edecek olursa, tümüyle onu ilk öğretene i.snad edil­miş olur. Sanki kendisi sebebiyle ortaya çıkan herbir şeyi bizzat kendisi ger­çekleştirmiş gibidir.

“… Henüz kendilerine kavuşmamış olanlar” unların dönemlerinde bu­lunmayıp onlardan sonra gelecekler, demektir.

İbn Ömer ve Said b. Cübeyr: Bunlar Arap olmayanlardır, demişlerdir.

Buhari ve Müslim’in Sahihlerinde Ebu Hureyre’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz Peygamber (sav)’ın yanında oturuyor iken el-Cumua Sûresi na­zil oldu. “Ve onlardan henüz kendilerine kavuşmamış olanlara da” buy­ruğunu okuyunca bir adam: Bunlar kimlerdir, ey Ailah’ın Rasûlü? dedi. Pey­gamber (sav), o sahsa bir ya da iki yahut üç defa soru soruncaya kadar ce-vab vermedi. (Ebu Hureyre) dedi ki: Aramızda Selman-ı Farisi de vardı. Pey­gamber (sav) elini Selman’ın üzerine koyduktan sonra şöyle buyurdu: “Eğer iman Süreyya yıldızı yanında bulunsaydı, bunlardan birtakım yiğitler onu ele geçilirlerdi.” Bir başka rivayette de şöyle denilmekledir: “Eğer din Süreyya yıldızı yanında bulunsaydı, Farisilerden bir adam onu alıp götürürdü. -Ya da şöyle buyurdu:- Faris oğullarından (bir adam) onu kapıp götürürdü” şeklin­dedir. Müslim’in lafzı ile rivayet böyledir. [5]

İkrime: Bunlar tabiûndur demiştir. Miicahid: Bunlar bütün insanlardır, de­miştir. Yani Muhammed (sav)’ın aralarında Peygamber olarak gönderildiği Araplardan sonra müslüman olacaklardır. İbn Zeyd ve Mukatil b. Hayyan da böyle demişlerdir: Bunlar Peygamber (sav)’dan sonra kıyamet gününe kadar İslâm’a gireceklerdir.

Sehl b. Sa’d es-Sâidî’nin rivayetine göre de Peygamber (sav) şöyle buyur­muştur: “Şüphesiz benim ümmetimin sulblerinde cennete hesabsız olarak gi­recek birçok erkek ve kadınlar vardır. Daha sonra: “Ve onlardan henüz ken­dilerine kavuşmamış olanlara da” buyruğunu okudu.[6]

Ancak birinci görüş daha sağlamdır. Peygamber (sav)’ın şöyle buyurdu­ğu da rivayet edilmiştir: “(Rüyamda) siyah koyunlara su verdiğimi gördüm.

Sonra bunların arkasından beyaz koyunları suladım. Bunu tevil et, ey Ebu Be­kir.” Ebu Bekir dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Siyah koyunlar Arapkrdır, beyaz koyunlar ise Araplardan sonra senin peşinden gelecek olan Arap olmayan­lardır. Bunun üzerine Peygamber (sav): “Melek de bu rüyayı böylece tevil et­ti (yorumladı)” diye buyurdu. Kastettiği melek, Cebrail (a.s)’dır. Bu hadisi İlin Ebi Leylâ; Peygamber (sav)’ın ashabından bir adamdan, diye rivayet etmiş­tir ki, bu da Ali h. Ebi Talih (r.a)’dır.[7]

  1. İşte bu Allah’ın lütfudur. Onu dilediği kimseye verir. Allah büyük lütuf sahibidir.

İbn Abbas dedi ki: Çünkü yüce Allah Arap olmayanları da Kureyş’e kat­mıştır. İslâm’ı kastettiği de söylenmiştir.

Allah bu lütfunu (İslâm’a girmeyi) dilediğine verir. Bu açıklamayı el-Kel-bi yapmıştır.

Bununla vahyin ve peygamberliğin kastedildiği de .söylenmiştir. Hu açık­lamayı Mukatîl yapmıştır.

Dördüncü bir görüşe güre maksat, Allah’a itaat yolunda harcanan maldır. Bu da Ebu Salih’in görüşünün anlamını ifade eder. Çünkü Müslim’in Ebu Sa­lih’ten, onun Ebu Hureyre’den rivayetine göre fakir muhacirler, Rasûlullah (sav)’a gelerek: Servet sahibi olan kimseler yüksek dereceleri ve ebedi nimet­leri alıp gittiler, dediler. Peygamber: “Bu ne demek oluyor?” diye sorunca, onlar şöyle dedi: Bizim kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyor, tuttuğumuz gibi unlar da oruç tutuyor. Diğer taraftan onlar sadaka verdikleri halde biz sadaka veremiyor, köle azad ettikleri halde biz azad edemiyoruz. Bu sefer Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Ben sizlere sizden daha ileriye gidenleri, bu yolla yetişeceğiniz sizden geride kalanları da bu sayede geçip gideceğiniz, sizin yaptığınızın bir benzerini yapanlar müstesna hiçbir kimsenin sizden da­ha faziletli olmasına imkân vermeyecek bir şeyi öğreteyim mi?” Onlar: Bu­yur ey Allah’ın Rasûlü dediler. Şöyle buyurdu: “Her namazın akabinde otu-züçer defa teşbih getirecek, tekbir getirecek ve hamdedeceksimz. (Subhanal-lah, Allahuekber ve elhamdülillah diyeceksiniz,)” Ebu Salih dedi ki: Daha sonra fakir muhacirler Rasûlullah (sav)’a gidip şöyle dediler: Mal sahibi olan kar­deşlerimiz bizim yaptıklarımızı işittiler ve onun gibi onlarda yaptılar, bu se­fer Rasûlutlah (sav) şöyle buyurdu: “İşte bu, Allah’ın lutfudur. Onu diledi­ğine verir.”[8]

Beşinci bir görüşe göre de bundan maksat, insanların Peygamber (sav)’ı tasdik »t’erek ona boyun eğmesi, onun dinine girip ona yardımcı olmaları­dır. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. [9]

5- Kendilerine Tevrat yükletilip sonra onu yüklenmeyenlerin hali, kocaman kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun misali ne kötüdür! Allah, zalimler toplu­luğunu hidâyete iletmez.

Yüce Allah, Tevrat gereğince amel etmeyi terketmeieri ve Muhammed (sav)’a iman etmemeleri üzerine yahudilerin benzediği örneği zikretmekte­dir.

“Kendilerine Tevrat yükletilip…” İbn Abbas’tan rivayete göre Tevrat’ın gereğince amel etmekle mükellef tutulup… demektir.

el-Cürcânî dedi ki: Bu (“yükletilme” anlamı verilen) lafız kefalet” anlamı­na gelen “hamâlet’den gelmektedir. Tevrat’ın hükümlerine (uymayı) tekef­fül edenler, demek olur.

“Kocaman kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir” buyrıığundaki: “Kocaman kitap” demek olan; ın çoğuludur. (Ona bu ismin veriliş) sebebi ise okunması halinde manayı açığa çıkarmasıdır.

Meymıın b. Mihran dedi ki; Eşek ise sırtında bulunan kocaman bir kitap mıdır, yoksa çöp müdür bilmez. İşte yahudiler de iyiyledir.

Bu buyruk, bir kitabı taşıyan (öğrenen) kimsenin, onun anlamlarını öğ­renmesi ve içinde bulunanı bilmesi gerektiğine dair Allah’ın bir uyarışıdır.

Böylelikle bunların hakkında sözkonusu olan yergi bu kimse hakkında da söz-konusu olmasın. Şair de şöyle demiştir:

“Bunlar koca kitapları taşırlar ama hiç bilmezler Bunun iyisi hangisi diye, ancak develerin bildiği kadar. Ömrüm hakkı için deve yüklerini alıp gittiğinde bilemez. Yahut geri geldiğinde heybelerde ne var, diye,”

Bir kimse hadisi yazar fakat hadisin ne demek olduğunu anlamaz, üzerin­de de düşünmez. Onlardan herhangi birisi de bir mesele hakkında soru so­rulacak olursa, adeta ilmî yazışmalarda bulunan bir kim.seymigçesine oturur. Şair de şöyle demiştir:

“Şüphesiz ki taşıdıklarını bilmeyen raviler,

Tıpkı üzerinde beyaz boncuk taşıyan develer gibidir,

Ne boncuk develerin kendisini taşımasından faydalanır, ;

Ne de faydalanır develer taşıdıkları boncuklardan.”

Münzir b. Said el-Bellûtî de -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- bu beyitleri ne kadar güzel söylemiştir:

“İstediğin gibi seslen, bulursun yardım edecek; Ve birtakım yükler bağla, bulursun bir eşek.

Üzerine koyduğun koca kitabları taşıyacak, onu taşıyan sanki

yük taşıyan bir eşek. O koca kitapları taşır fakat bilemez, İçindekiler doğru mudur, yanlış mıdır anlayamaz. Sorulsa onlara, biz böyle rivayet ettik, derler, Ne yalan söyledik, ne de haddi aştık, diye iddia ederler. Kalabalık esnasında küçülür büyükleri, Çünkü o taklid etmiştir, cahil kimseleri.”

“Sonra onu yüklenmeydiler” gereğince amel etmeyenler, demektir.

Ellerinde Tevrat bulunduğu halde gereğince amel etmeyen o kimseleri, yüce Allah, birtakım kitaplar taşıyan eşeğe benzetmekledir. Bu eşeğin eline, yükün ağırlığının dışında hiçbir fayda geçmez.

“Taşıyan” lafzı hal olarak nasb konumundadır. Sıfat olarak cer ko­numunda olması da mümkündür. Çünkü eşek bayağı, adi bir varlık gibidir. Şair jöyle demiştir:

“Ben bana söven, dil uzatan bayağı ve adi kimsenin yanından geçer giderim…”

“Yalanlayan topluluğun misali ne kötüdür!” Onlara dair verdiğimiz mi­sal ne kötüdür demektir. Muzaf hazfedilmiştir.

“Allah zalimlerin topluluğunu” kâfir olacağım bildiği kimseleri “hidaye­te iletmez.” [10]

  1. De ki: “Ey Yahudiler! Eğet siz, bütün insanlar bîr tarafa gerçek­ten yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunuzu İddia ediyor­sanız ve eğer (bunda) samimi İseniz, haydi ölümü temenni ediniz.”
  2. Ama ellerinin önden gönderdiklerinden ötürü onu ebediyyen te­menni etmezler. Allah zalimleri en iyi bilendir.

Yahudiler üstünlük iddiasında bulunup: “Biz Allah’ın oğulları ve sevdik­leriyiz” (el-Maide, 5/18) deyince yüce Allah da: “Eğer siz bütün İnsanlar bir tarafa gerçekten yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız” ki Allah’ın gerçek dostları için üstün makam ve lüluflar vardır “ve eğer (bunda) samimi iseniz haydi ölümü temenni ediniz” de Allah’ın dostlarının ulaştıkları yere siz de ulamasınız, diye buyurdu,

“Ama ellerinin önden gönderdiklerinden ötürü” yani daha önceden Mu-hanımed (sav)’ı yalanlayageldiklerinden dolayı “onu ebediyyen temenni et­mezler.” Çünkü ölümü temenni etmiş olsalardı, derhal öleceklerdi. Bu tutum­ları onların sözlerinin doğru olmadığını ve ileri sürdükleri gibi Allah’ın dost­ları olmadıklarını ortaya koymaktadır. Bir hadis-i şerifte belirtildiğine göre bu âyet-i kerime nazil olunca Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Muham-med’in canı elinde bulunana yemin ederim ki; eğer ölümü temenni etmiş ol­salardı, onun (yerin) üzerinde ölmedik tek bir yahudi dahi kalmayacaktı.[11]

Bu buyruk ile gayba dair haber verilmekte ve Peygamber (sav)’ın bir mu­cizesi ortaya çıkmaktadır. Bu âyet-i kerimenin anlamı daha önce el-Bakara Sûresi’ncie yer alan: “De ki eğer Allah katında âhiret yurdu insanlar arasın­da sizden başka kimseye değil de yalnız sizin ise; (iddianızda) doğru söy­leyenler iseniz, haydi ölümü temenni edin” (el-Bakara, 2/94) buyruğu açık­lanırken geçmiş bulunmaktadır. [12]

  1. De ki: “Gerçekten sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm el­bette karşınıza çıkacaktır. Sonra gizliyi de, açığı da bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O da neler yaptığınızı size haber verecek­tir.”

ez-Zeccâc dedi ki: -“Şüphesiz ki Zeyd gitmektedir” anlamında olmak üzere-; denilmemekle birlikte, burada yüce Allah: “Elbette karşınıza çıkacaktır” diye buyurmasının sebebi: “O (ölüm)” edatında şart ve ceza anlamı bulunduğundan dolayıdır.

Yani: “Eğer siz ondan kaçacak olursanız, şüphesiz ki o karşınıza çıkacaktır” demek olur. Böylelikle hu ifade, ölümden kaçışın fay­da vermeyeceğini anlatması açısından mübalağa gücünü de elde etmiş olur. Nitekim şair Züheyr de şöyle demektedir:

“Kim ölüm sebeplerinden çekinirse, onlar bulurlar onu İsterse semanın yollarına bir merdivenle tırmanacak olsun.”

Derim kî; Yüce Allah’ın: “Kendisinden kaçtığınız…” buy­ruğu ile ifadenin tamam olması, sonra da: “Elbette karşınıza çı­kacaktır” buyruğu ile (yeni bir cümle gibi okumaya) başlamak da mümkün­dür. Tarafe diyor ki:

“Bil ki, öğütçü olarak yeterlidir, ölüm

Haklarında ölümün takdir olunduğu kimselere.

Hatırla ölümü ve onu hatırladığında sakın ondan,

Çünkü akıl sahibi kimae için ölümde ibretler vardır

Hiç şüphesiz herkes ölümle karşılaşacaktır,

Ya ikamet halinde iken yahut yolculukta bineğinin sırtı üzerindeyken.

Eceller kişinin etrafında onu gözetlemektedir,

Asla tedbir ölümden onu kurtaramaz.” [13]

9- Ey İman edenleri Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu va­kit, Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız: [14]

1- Cuma Gününün Adı ve Bu Adı Alışı:

“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit”

buyruğundaki: “Cuma” lafzını Abdullah b. ez-Zübeyr, el-A’meş ve başkaları “mim” harfini sakin olarak; diye okumuşlardır. Bunlar (mim harfini ötreli okuyuşla birlikte) iki ayrı söyleyiş olup her ikisinin de ço­ğulu: ile diye gelir.

el-Ferrâ dedi ki: “Mim” harfi sakin olarak “cum’a” denildiği gibi, ötreli ola­rak “cumua” diye ve “mim” harfi üstün olarak “cuınca” diye de söylenir. O vakit bu, günün sıfatı olur. İnsanları toplayan (gün) demek olur. Nitekim gü­len kimseye: denilmesi de böyledir.

İbn Abbas dedi ki: Kur’ân-ı Kerim teskîl (ifadeleri ağır telaffuz etmek) ve tefhim (ifadeleri rahat ve anlaşılır telaffuz etmek) suretleri ile inmiştir. Do­layısıyla siz de bu kelimeyi -“mim” harfinin Ötreli okunuşunu kastederek-; “Cu­mua” diye okuyunuz.

el-Ferrâ ve Ebu Ubeyd şöyle demişlerdir: Tahfif ile (“mim” harfini sakin okumak) kıyasa daha uygun ve daha güzeldir. Nitekim; “Oda” keli­mesinin çoğulu diye, “Sonradan çıkmış hayret verici şey’in ço­ğulunun; diye, “hücre”nin çoğulunun diye gelmesi gi­bi. “Mim” harfini üstün okuyuş ise Akiloğullarının şivesidir. Bunun Peygam­ber (sav)’ın şivesi olduğu da söylenmiştir. Sel man’dan rivayete göre Peygam­ber (sav) şöyle buyurmuştur; “Cumaya bu ismin veriliş sebebi yüce Allah’ın bugünde Âdem’in hilkatini cem etmiş olmasından dolayıdır.”[15]

Bir diğer görüşe göre bu ismin verilmesine sebeb yüce Allah’ın herbir şe­yin yaratılışını bugünde bitirmiş olması ve bunun sonucunda da bütün mah-lukatın bugünde toplanmış olmasıdır. Bugünde cemaatlerin toplanması için bu ismin verildiği söylendiği; gibi namaz için insanların bugünde toplanma­sı dolayısıyla bu ismin verildiği de söylenmiştir.

Buradaki: “…den, dan”; “…de, da” anlamında olup bu da; “Günü(nde)” demektir. Bu yönüyle yüce Allah’ın: “Bana gösterin… yeryüzünde neyi yaratmışlar.? (el-Ahkaf, 46/4) buyruğuna benzer. Burada da bu edat; anlamındadır. [16]

2- Cuma Gününe Bu Adı İlk Veren ve tik Cuma Namazı:

Ebu Seleme dedi ki: (Hutbe esnasında): “Emma ba’du: imdi, bu başlan­gıçtan sonra asıl maksadımıza gelecek olursak…” diyen ilk kişi Ka’b b. Lu-ey’dir. Cuma gününe bu ismi ilk veren kişi de odur Daha önce bugüne “el-arûbe’ deniliyor idi. Bugüne cuma adını ilk verenlerin ensar olduğu da söylenmiştir.

İbn Şîrîn dedi ki: Medineliler Peygamber (sav) Medine’ye gelmeden ve cu­ma (farzı) inmeden önce cuma için toplandılar. Bugüne cuma adını veren­ler de onlardır. Şöyle ki: Dediler ki: Yahudilerin yedi günde bir biranı ya ge­lip toplandıkları bir günleri vardır, o da cumartesidir, Hristiyanlann da böy­le bir günleri vardır, o da pazardır. Gelin biz de kendimiz için biraraya ge­lip toplanacağımız, Allah’ı anıp namaz kılacağımız ve birtakım hatırlatmalar­da bulunacağımız bîr gün kararlaştıralım -ya da buna benzer sözler söyledi­ler-. Yine dediler ki: Cumartesi yahudilerin, pazar günü hristiyanlann günü­dür, Siz de bu günü Arube günü olarak tesbit ediniz. Bunun üzerine (Ebu Umame künyeii) Es’ad b. Zürare (r.a)’ın etrafında toplandılar. O da o gün on­lara iki rekat namaz kıldırdı, onlara öğüt verdi. Biraraya gelip toplandıkları vakit bu güne “cuma günü” adını verdiler. Es’ad onlara bir koyun kesti, sa­yıca az oldukları için öğlen ve akşam onu yediler. İşte İslam tarihindeki ilk cuma budur.

Derim ki: İleride de geleceği üzere rivayet edildiğine göre o vakit oniki kişi idiler. Yine bu rivayette belirtildiğine göre onları biraraya toplayıp on­lara namaz kıldıran kişi Es’ad h. Zürare’dir. Abdu’r-Rahman b. Ka’b b. Ma-lik’in babası Ka’b’dan rivayet ettiği hadiste de -geleceği üzere- böyledir.

el-Beyhakî de şöyle demektedir: Bize Musa b. Ukbe’den, o İbn Şibab ez-Zühri’den rivayet ettiğine göre Mus’ab b. Umeyr Rasûlullah (sav) Medine’ye gelmeden önce Medine’de müslümanlan cuma namazı için toplayan ilk ki­şidir. el-Beyhakî dedi ki: Mus’ab’in cuma namazı için müslümanlan Es’ad b. Zürare’nin yardımıyla toplamış olması ve bundan dolayı Ka’b’ın bu işi ona (Mus’ab’a) izafe etmiş olması da mümkündür. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

Peygamber (sav)’ın ashabına kıldırdığı ilk cuma namazına gelince, siyer ve tarih bilginleri şöyle demişlerdir;

Rasûlullah rebiu’l-evvel ayının pazartesiye rastlayan onikinci günü kuşluk vakti sıcağın arttığı sırada Küba’da Amr b. Avfoğuüan yanında muhacir ola­rak gelip konakladı. İşte o seneden itibaren tarih başlatılmaktadır. Küba’da perşembe gününe kadar kaldı ve mesckllerini tesis etti. Sonra cuma günü Me­dine’ye çıktı. Salim b. Avfoğullan diyarında bir vadilerinin iç tarafında cuma namazı vakti geldi. Salim b. Avfoğuliarı o yeri mescid edindiler. Peygamber onları cuma vakti topladı ve onlara hutbe okudu. Medine’de verdiği ilk hutbe odur. Bu hutbede suntan söylemişti:

“Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdeder, O’ndan yardım diler, O’ndan mağfiret ve hidayet dilerim. O’na iman eder, O’nu inkâr etmem, Onu inkâr edenlere de düşmanlık ederim. Şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine .sdıadet ederim ki Muham-med, O’nun kulu ve Rasûlüdür. Rasüllerin arkasının kesildiği, ilmin azaldı­ğı, insanların sapıttığı, zamanın kesintiye uğradığı, kıyametin yaklaştığı, (son) vadenin oldukça yakın olduğu bir zamanda onu hidayet ile, hak din ile nur ile, öğüt ile, hikmet ile göndermiştir. Allah’a ve Rasûlüne itaat eden doğruyu bulmuş olur. Allah’a ve Rasûlüne isyan eden azmış, kusurlu hare­ket etmiş ve (haktan) alabildiğine uzak bir sapıklıkla sapıtmış olur.

Size Allah’a kargı takvalı olmanızı tavsiye ederim. Çünkü müslumanın müs-iiimana yaptığı en hayırlı tavsiye onu âhirete (yönelik amelleri işlemeye) teş­vik etmek, ona Allah takvasını emretmektir.

Allah’ın size kendisinden sakınmanızı emrettiği şekilde Allah’ın sakındırdığı şeylerden de sakınınız, Şüphesiz ki Allah korkusu, -Allah takvası gere­ğince Rabbinden korkarak ve sakınarak amel eden kimseler için- âhiretten elde etmeyi ümit ettiğiniz şeylere karşı çok gerçek bir yardımcıdır. Gizli ve açık hallerinde kendisi ile Rabbi arasındaki işleri ıslah edip, bu işlerle Allah’ın rızasından başkasını niyet etmeyen kimseler için (bu haii); dünya işinde o kim­se için bir şan ve şeref, kişinin dünyada iken önden gönderdiği şeylere ih­tiyaç duyacağı vakit olan ölümden sonrası için de bir azık olur. Bu şekilde olmayan amellerine gelince, kendisi ile o amel arasında oldukça uzak bir me­safe olmasını temenni edecektir. “Allah, size kendisinden sakınmanızı em­reder, Allah kullarına çok merhametlidir.” (Âl-i İmran, 3/30)

Söylediğini doğru çıkartan, sözünü gerçekleştiren O’dur, O’msn sözünün yerine gelmemesi, gerçek oimanıası mümkün değildir. Çünkü yüce Rabbimiz: “Benim yanımda söz değiştirilmez ve Ben kullara asla zulmedici değilim.” (Kâf, 50/29) diye buyurmaktadır.

O halde ister dünya işinizde, ister âhirde ait işlerinizde, gizli ve açık hal­lerde Allah’tan korkunuz. Çünkü “kim Allah’tan korkarsa, onun günahları­nı örter ve mükâfatını büyütür.” (et-Talâk, 65/5) Kini de Allah’tan korkarsa, o pek büyük bir kurtuluşa erişir. Allah’ın takvası demek, O’nıın gazabını, O’nun azabını, O’nun öfkesini gerektiren şeylerden sakınmak demektir. Al­lah’tan korkmak (takva), yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yüksel­tir. O halde (takvadan) payınızı alınız ve Allah’ın huzurunda kusurlu hare­ket etmeyiniz. O size Kitabını öğretmiş ve önünüze yolunu açmış bulunmak­tadır. Ta ki kimlerin doğru söylediklerini ortaya çıkarsın, kimlerin de yalan­cı olduklarını göstersin. O halde Allah size nasıl ihsan ettiyse, siz de ihsan ediniz. O’na düşmanlık edenlere düşman olunuz. Allah yolunda hakkıyla ci-had ediniz. Sizi O seçti ve size müslümanîar adını verdi. Böylece helak olan apaçık bir delil üzere helak olsun, hayat bulan apaçık bir delil üzere hayat bulsun. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. Aliah’ı çokça anınız, ölümden son­rası için amel ediniz. Şüphesiz ki kendisi ile Allah arasında olanı ıslâh ede­ne, Allah, kendisi ile insanlar arasındaki hallerde elverecektir. Çünkü yüce Allah insanlar hakkında hükmeder, fakat insanlar O’nun hakkında hüküm ve­remezler. O insanlara maliktir, onlar O’na malik değildir. Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet pek yüce ve pek büyük olan Allah’tandır.”

Bundan sonra kılınan ilk cuma ise Bahreyn kasabalarından “Cuvâsâ” di­ye bilinen bir kasabada kılınan cuma olmuştur.

Bugüne “cuma” adını veren ilk kişinin -önceden de geçtiği gibi- Kureyş-lilerin Ka’b’ın etrafında toplanmaları sebebiyle Ka’b b. Luey b. Galib oldu­ğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi biien Allah’tır. [17]

3- Cuma Namazının Muhatablan Mü’minlerdir:

Yüce Allah, mü’minlcrin şan ve şerefini yüceltmek ve ona dikkat çekmek üzere, kâfirleri dışarda tutarak, cuma namazının kılınması hususunda mü’min-lere hitab ederek: “Ey iman edenler” diye buyurmakta, sonra da bu günü “çağrıda bulunmak” özelliği ile zikretmektedir. Her ne kadar yüce Allah’ın “namaza çağırdığınızda…” (el-Maide, 5/58) buyruğunun genel ifadesinin kap­samına girmiş olmakla birlikte (özellikle bugün için çağrıda bulunmak özel­liğini sözkonusu etmesi) bu çağrının vücubuna ve farziyetinin pekiştirilme­sine delalet etmesi İçindir.

Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Burada sözkonusu ulan namazın, cuma namazı olduğu bizatihi lafzın kendisinden değil, icmâ’ ile bilinen bir husus­tur.

İbnu’l-Arabî de şöyle demektedir: Bence bu bizatihi lafızdaki bir nükte­den bilinen bir husustur. Bu da yüce Allah’ın: “Cuma günü” lafzından anla­şılmaktadır ve bu lafız bunu ifade etmektedir. Çünkü o güne mahsus çağrı (nida) bu gündeki bilinen o namazdır. Onun dışındaki çağrılar (nidalar) ise diğer günler hakkında umumidir. Eğer bundan maksat cuma namazı için çağ­rıda bulunmak olmasaydı, bu çağrının o güne tahsis edilmesinin ve izafe edil­mesinin herhangi bir anlam ve bir faydası olmazdı. [18]

4- Cuma Günü Ezanları (Çağrıları):

Ezanın hükümlerine dair yeterli açıklamalar daha önceden eî-Maide Sû-resi’nde (5/58. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

(Cuma günleri) ezan, Rasûlullah (sav) döneminde diğer namazlardaki gi­bi idi. Peygamber (sav) minbere oturdu mu birisi ezan okurdu, Ebu Bekir, Ömer ve Kûfe’de Ali (Allah hepsinden razı olsun) de böyle yapıyorlardı. Da­ha sonra Osman (r.a) insanların Medine’de kalabalıklaşması üzerine “ez-Zev-râ” diye adlandırılan evinin üzerinde okunan üçüncü bir ezan ilave etti.[19] İn­sanlar ezanı duydular mı camiye gelirler, Osman minbere oturdu mu Peygam­ber (sav)’ın müezzini ezanı okur, sonra Osman hutbe irad ederdi. Bunu İbn Mace Sünen’inĞe Muhammed b. İshak’in, ez-Ztihri’den, onun es-Sâib b. Yezİd’den naklettiği bir hadis olarak zikretmektedir. es-Saİb b. Yezid dedi ki: Rasûlullah (sav)’ın bir tek müezzini vardı. Kendisi (minbere) çıktı mı o mü­ezzin ezan okur, indi mi kamet getirirdi. Ebu Bekir ve Ömer de böyle idi. Osman (halife) olup, insanlar çoğalınca pazarda ez-Zevrâ diye adlandırılan bir evin üzerinde üçüncü bir ezan ilave etti. Sonra (Osman minbere) çıktı mı ezan okur, indi mi kamet getirirdi.[20]

Buharı de bu hadisi bu manada değişik yollarla rivayet etmiştir. Bunların birisinde şöyle denilmektedir: Cuma günü okunan ikinci ezanı Osman b. Af-fân mesaide gelenlerin sayısı çoğalınca emretmişti. Cuma günü imam (min­bere çıkıp) oturduğu zaman okunurdu.[21]

ei-Maverdi dedi ki: Birinci ezan sonradan ortaya çıkarılmıştır. Medine’nin genişleyip ahalisinin çoğalması esnasında insanlar hutbeye yetişmek üzere hazırlansınlar diye bunu Osman b. Affân çıkardı. Ömer (r.a) da insanların alış­verişlerini bırakmaları için mescidin çarşıya bakan tarafında ezan okunma­sını emretmiş idi. Cemaat gelip toplandı mı mescitte ezan okunurdu. Osman (r.a) da mescidde iki ezan okuttu. Bu açıklamayı da İbnu’l-Arabi yapmıştır.

Sahih hadiste belirtildiğine göre Rasûlullah (sav) döneminde ezan bir ta­ne idi. Osman döneminde ez-Zevrâ üzerinde üçüncü ezanı ilâve etti. Hadis­te buna üçüncü ezan denilmesi bunun kamete de izafe edilmesinden dola­yıdır. Nitekim Peygamber (sav) da: “Her iki ezan arasında dileyen kimse için namaz vardır (dileyen namaz kılabilir).”[22] denilmektedir ki, bundan maksat ezan ile ikamet arasındaki süredir. İnsanlar (üçüncüsünün) asli bir ezan ol­duğunu zannettiklerinden bu sefer ezan okuyan müezzin sayısını da üçe çı­kardılar, bu da bir yanılma oldu. Sonra bu üç ezanı tek bir vakitte okuma­ya başladılar. Bu sefer yanılma üstüne yanılma oldu. Ben Medinetu’s-Selam’da minare ezanından sonra müezzinlerin imamın önünde minberin altında ve cemaat arasında ezan okuduklarını gördüm. Tıpkı bizde daha önce geçmiş dönemlerde yaptıkları gibi (yapıyorlardı); fakat bütün bunlar sonradan or­taya çıkarılmış şeylerdir. [23]

5- Cuma Namazına Gitmenin Mahiyeti ve Hükmü:

“Allah’ınzikrine koşun” buyruğunda geçen “koşma”nın anlamı hakkın­da üç görüş vardır:

  1. Birinci görüşe göre bundan maksat, kast ile yönelmektir. el-Hasen de­di ki: Allah’a yemin ederim ki burada maksat ayaklar üzerine koşmak değil­dir. Maksat kalp ve niyetle koşmaktır.

2- Maksat ameldir. Yüce Allah’ın: “Kim de mü’min olarak âhireti diler ve

bunun için gereği gibi çalışırsa…” (el-İsra, 17/19); “Şüphesiz sizin yapıp et­tikleriniz çeşit çeşittir.” (ei-Leyl, 92/4) buyruğu ile: “İnsan için kendi çalış­tığından başkası yoktur.” (en-Necm, 53/39) buyruklarında olduğu (“koşmak” anlamını da taşıyan “sa’y etme”nin amel etmek anlamında kullanıldığı) gibi. Cumhurun görüşü budur. Şair Züheyr de şöyle demiştir:

“Onlardan sonra bir kavim onlara yetişsin diye koştular (sa’y

ettiler, çalıştılar.)”

Yine şöyle demiştir:

“(Gatafan b. Sa’d’ın bir kolu olan) Ğayz b. Murre’nin iki adamı gayret

ettiler, çalıştılar, Aşiretin arasındaki (barış antlaşması) kan ile çatlatıldıktan sonra.”

Buna göre buyruk, yüce Allah’ın zikrine gitmek için çalışın ve bundan ön­ce yapılması gereken gusül, temizlenmek ve Allah’ın zikrine yönelmek gibi işlerle uğraşın, demektir.

3- Buradaki koşmak’tan (ta’y etmek’ten) kasıt, ayaklar üzerinde koş­maktır. Ancak bu bir fazilettir, bir şart değildir. Buhari’de belirtildiğine gö­re Ebu Ays b. Cebr -ki adı Abdurrahman olup, ashabın büyüklerindendi- cu­ma namazına piyade olarak yürüyüp gitti ve şöyle dedi: Rasühıllah (sav)’ı şöy­le buyururken dinledim: “Allah yolunda her kimin ayakları tozlanacak olur­sa, o kimseyi Allah cehennem ateşine haram kılar. “[24]

Buyruğun zahirinin dördüncü anlama gelme ihtimali de vardır ki bu da hızlıca yürümektir. İbnu’I-Arabi dedi ki: En bilgin sahabiler ile ilk dönem fa-kihlerinin kabul etmediği şekil ise budur.

Ömer (r.a) bu buyruğu: “Allah’ın zikrine gidin” diye okumuş ve böylelikle zahiri ifadenin delalet ettiği hızlıca yürümek ve koş­mak anlamından uzaklaşmak istemişti. İbn Mesud da böylece okumuş ve şöy­le demiştir Eğer “koşun” diye okuyacak olursan ridam düşünceye kadar ko­şardım.

İbn Şihab İse; “O yolu izleyerek Allah’ı zik­retmeye gidin” diye okumuştur, Bütün bunlar onların tefsir olmak üzere iz­ledikleri bir yoldur, yoksa münezzel olan Kur’ân-ı Kerim’i hu şekilde oku­maları anlamında değildir. Tefsir sadedinde de Kur’ân-ı Kerim’in tefsiri ile bir­likte okunması caizdir.

Ebıf Bekr el-Enbarî dedi ki: Mushaf a muhalefet eden kimseler Ömer ve İbn Mesud’un kıraatleri ile Haraşe b. eİ-Hurr’un naklettiği şu rivayeti delil gös­termişlerdir: Beraberimde üzerinde “Allah’ın zikrine koşun” buyruğunun da yazılı olduğu bir parça bulunduğu bir sırada, Ömer (r.a) beni gördü. Ömer bana: Bunu sana böylece kim okuttu? dedi. Ben: Ubeyy dedim. Ömer; Ubeyy aramızda mensuh şekliyle en çok okuyanımızdır, dedikten sonra: Allah’ın zikrine gidin” diye okudu. Bize İdris anlattı, dedi ki: Bize Halef anlattı, dedi ki: Bize Huşeym, eUMuğire’den, o İbrahim’den, o Haraşe’den anlattı, diyerek bu rivayeti zikretti. Ayrıca bize Muhammed b. Yahya anlattı. Bize Muhammed -ki o İbn Sa’dân’dı- haber verdi, dedi ki: Bi­ze Süfyan b. Uyeyne, ez-Zührî’den anlattı, ez-Zülırî Salim’den, o babasından naklen dedi ki: Ben hiçbir zaman Ömer’i “Allah’ın zikrine gidin” diye okur­ken dinlemiş değilim. Yine bize İdris haber vererek dedi ki: Bize Halef an­lattı dedi ki: Bize Hüseyni el-Muğire’den anlattı. O İbrahim’den rivayet etti­ğine göre Abdullah b. Mesud “Allah’ın zikrine gidin” diye okuyup şöyle de­di: Eğer bu buyruk “koşun” şeklinde olsaydı, ben de ridam üzerimden dü­şünceye kadar koşardım. Ebu Bekir dedi ki: Bu şekilde itiraz edene kargı üm­metin: “Koşun” şeklinde İcma ile okuduğunu delil göstermişlerdir ki, bu da âlemlerin Rabbi Allah’tan ve onun Rasûlünden gelen rivayettir. Abdul­lah b. Mesud’dan “gidin” diye okuduğu sahih olarak rivayet edilmiş değildir. Çünkü bunun senedi muttasıl değildir. Zira İbrahim en-Nehai, Abdullah b. Mesud’dan hiçbir şey dinlemiş değildir. “Gidin” lafzı sadece Ömer (r.a)’cUın varid olmuştur. Ayete ve cemaate muhalefet ederek bir kimse tek başına ka­lacak olursa, bu onun bir unutması demektir. Araplar ise: “Koşmak”ın aynı zamanda: “Gitmek” anlamında kullanılabileceğini icma ile ka­bul etmişlerdir. Şu kadar var ki; bu hızlıca ve çabukça gitmek anlamını da taşır. Bu anlamdan uzak değildir. Şair Züheyr de şöyle demiştir:

“(Gatafan b. Sa’d’ın bir kolu olan) Ğayz b. Mürre’nin iki adamı

gayret ettiler, çalıştılar. Aşiretin arasındaki (barış antlaşması) kan ile çatla dıldıktan sonra.”

Burada “sa’y etmek: koşmak” İle hızlıca ve gayretle gitmeyi kastetmiştir. Yoksa adım atmakta hızlı ve süratli hareket edip koşmayı kastetmiş değildir.

el-Ferrâ ve Ebu Ubeyde dedi ki: Âyet-i kerimede “koşmak”dan kasıt, git­mektir. el-Ferrâ Arapların “O, Allah’ın lütfunu di­leyerek her yerde koşar” sözlerini delil göstermiştir ki; bu da “gayretle yü­rüyüp, gider” demektir. Ebu Ubeyde de şairin şu beyitini delil göstermekte­dir:

“Ben Malikoğulları için koşarım, Herkes ise kendi işi için koşuyor.”

Bu beyitteki “koşma”nın, gayretle gitmek anlamından başka bir anlama gelme ihtimali var mıdır? Fasahati ve Arapçayı İyi bilmesine rağmen İbn Me-sud tarafından bu anlamın bilinmemesi imkânsız bir şeydir.

Derim ki: Maksadın koşmak olmadığının delillerinden birisi <ie Peygam­ber (sav)’ın şu buyruğudur: “Namaz için kamet getirilecek olursa, ona koşarak gitmeyiniz. Ona vakar ile gidiniz, “[25]

el-Hasen dedi ki: Allah’a yemin ederim ki burada kasıt ayaklar üzere koş­mak değildir. Onlara namaza sekinet ve vakarın dışında bir şekilde gitme­leri yasaklanmıştır. Bundan kasıt kalpler, niyet ve huşu’ ile (gitmek)dir.

Katade dedi ki: Koşmak, kalbinle ve amelinle koşmak demektir. Bu da gü­zel bir açıklama olup, bu husustaki Üç görüşü de bir arada ihtiva eder.

Cuma namazı için gusletmek, güzel koku sürünmek ve güzel elbiseler giy­meye dair hadis kitablarında zikredilmiş birtakım hadisler gelmiş bulunmak­tadır. [26]

6- Cuma Namazı Kılmakla Mükellef Olanlar:

“Ey İman edenler” buyruğu -icma ile- mükelleflere yönelik bir hitaptır. Hastalar, kötürümler, yolcular, köleler ve kadınlar ise bu husustaki delil ile kapsamın dışında kalırlar. Körler ve ancak bir yardımcı sayesinde yürüyebi­len yaşlılar da Ebu Hanife’ye göre hitabın dışındadır.

Ebu Zübeyr’in Câbir’den rivayetine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuş­tur: “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ederse, cuma gününde cuma (na­mazını kılmakla) yükümlüdür. Hasta, yolcu, kadın, çocuk yahut köle müs­tesnadır. Her kim bir oyalanma ya da bir ticaret ile bu namazdan müstağni olacak olursa, Allah da ondan müstağnidir. (Ona muhtaç değildir.) Allah Ga­nidir, (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır); Hamiddir (her hamde layık olandır).” Bu hadisi Dârakutni rivayet etmiştir[27]

İlim adamlarımız -Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Cu­ma namazına gitmeyi imkânsız kılacak bir mazeret bulunması hali dışında cu­ma namazına gitmekle mükellef olan hiçbir kimse cuma namazına gitmek­ten geri kalamaz. Gitmeye engel olacak kadar bir hastalık yahut hastalığın artma korkusu hakkında hakimin haklı bir hükmü bulunmaksızın, sultanın (zulmen) malında ya da bedeninde kendisine haksızlık edeceğinden kork­ması gibi. Çamur ile birlikte sağanak yağmur kesilmeyecek olursa bir maze­ret teşkil eder. Ancak Malik bunu kişiye bir mazeret görmemiştir. Bu görü­şü el-Mehdevi nakletmiştir. Bir kimse ölüm döşeğinde bulunan oldukça ya­kın bir kişi dolayısıyla onunla ilgilenecek kimse bulunmadığı takdirde cuma namazına gitmekten geri kalacak olursa, bu haline müsaade edilebileceği ih­timali vardır. Nitekim İbn Ömer de böyle yapmıştır. Mazeretsiz olarak cuma namazından geri kalıp imamdan önce namaz kılan kimse, sonra iade eder ve imamdan önce namaz kılması onun yükümlülüğünü kaldırmaz. Namaza gitmek imkânı bulunmakla birlikte, bir kimse namazdan geri kalacak olur­sa, yaptığı bu İşi dolayısıyla Allah’a karşı isyan etmiş olur. [28]

7- Cuma Namazı İçin Nida ve Bu Nidayı Duyanların Namaz Kılma Yükümlülükleri:

“Cuma namazı İçin çağrıda bulunulduğu vakit” buyruğu özellikle cuma namazının nidayı işiten, yakında bulunan kimseler için vâdb olduğuna has bir emirdir. Çağrıyı duymayan, uzak yerde bulunan kimseler ise bu hitabın kapsamına girmezler.

Yakın ve uzak kimseler arasından cumaya kimlerin geleceği hususunda farklı görüşler vardır. İbn Ömer, Ebu Hureyre ve Enes: Cuma, Mısır (denilen yerleşim merkezin) den altı mil uzakta bulunan kimselere vaciptir, demişler­dir. Rabia dört mil demiştir. Malik ve el-Leys üç mil demişlerdir.

Şafii ezanın işitilmesinde gözönünde bulundurulması gereken, müezzinin yüksek sesli, etrafın sessiz ve sakin, rüzgarsız, müezzinin de şehrin surları­nın yakınında bulunmasıdır, demiştir.

Sahİh’te Âişe’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: İnsanlar cumaya evlerin­den (ve Medine’nin) eî-Avalî denilen uzak yerlerinden gelirler, tuzlu yerler­den geçerler ve onlara to2 isabet ederdi. O bakımdan onlardan kokular çı­kardı. Rasûlullah (sav): “Bugününüz dolayısıyla keşke yıkansanız” diye bu­yurdu[29]

İlim adamlarımız dedi ki: Ses yüksek olur, insanlar sessiz ve sükûnet içe­risinde bulunurlarsa, sesin duyulabileceği en uzak mesafe üç mildir, el-Avali’nin Medine’ye en yakın yerleri de üç mildir.

Ahmecl b. Hanbel ve İshak dedi ki: Cuma namazı için ezanı duyan her­kese cuma namazını kılmak vacibtir.

Darakutnî’de yer alan bir hadise göre Amr b. Şuayb babasından, o dede­sinden o Rasûlullah (sav)’dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Cuma an­cak nidayı (cuma için ezanı) işiten kimseye vacibtir.”[30]

Ebu Hanife ve arkadaşları da şöyle demişlerdir: Cuma namazı Mısır’da bu­lunan herkese vacibtir. Ezanı ister işitsin, ister işitmesin. Mısır’ın dışında bu­lunan kimseye ise vacib değildir, isterse ezanı işitsin. Hatta ona: Peki cuma namazı -Küfe ile arasında nehrin geçtiği- Zübara ahalisine vacib midir, diye sorulmuş, o: Hayır demiştir.

Rabia’dan rivayet edildiğine göre cuma namazı ezanı işitip evinden yürü­yerek çıktığı takdirde namaza yetişecek olan kimselere vacibtir. ez-Zührî’den de: Cuma ezanı işittiği takdirde kişiye vacib olur, dediği rivayet edilmiştir. [31]

8- Cuma Namazının Vakti:

“Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah’ın zikrine ko­şun.” buyruğu cuma namazının ancak ezan okumakla vacib olduğuna delil­dir. Ezan ise ancak vaktin girmesi ile okunur. Buna delil de Peygamber (sav)’ın şu buyruğudur: “Namaz vakti geldi mi ezan okuyunuz, sonra kamet getiriniz, yaşça büyük olanınız size imam o)sun”[32] buyruğudur. Peygamber (sav) bunu Malik b. el-Huveyris ve arkadaşına söylemişti.

Buhari’de de Enes b. Malik’ten rivayete göre Peygamber (sav) cuma na­mazını güneş (batıya doğru) kaydığı sırada kılardı.[33]

Ebu’s-Sıddik ve Ahmed b. Hanbel’den zevalden önce kılındığına dair ri­vayet te nakledilmiştir. Ahmed bu hususta Seleme b. el-Ekva’ın zikrettiği şu hadisini delil alır; Biz Peygamber (sav) ile birlikte (cuma) namazı kıltp, he­nüz duvarların yere göigesi yokken dağılırdık[34] O, bu hadisi ile birlikte İbn Ömer’in şu hadisini de delil göstermektedir: Bizler ancak cuma namazını kıl­dıktan sonra kaylûie yapar (öğle uykusuna çekilir) ve yemek yerdik.[35] Bu­nun benzeri bir rivayet Sehl’den de gelmiştir ve bunu Müslim rivayet etmiştir.”[36]

Seleme’nin rivayet ettiği hadis cuma namazını erken vakitte kılmaya yo­rumlanır. Bunu Higam b. Abdu’l-Melik, Ya’la’ b. el-Hâris’den, o Iyas b. Se­leme b. el-Ekva’dan, o da babasından (yani Seleme b. cl-Ekva’dan) diye ri­vayet etmiştir.

Vekî’ de Ya’lâ’dan, o Iyas’tan, o da babasından şöyle dediğini rivayet et­mektedir: Bizler güneş zevale erdiğinde Rasûlullah ile birlikte cuma nama­zını kılar, sonra da gölgelik yerleri takip ederek geri dönerdik.[37]

İşte halef ve seleften cumhurun kabul ettiği görüş de budur, öğie nama­zına kıyasen de bu (cuma namazının vakti) böyle olmalıdır.

İbn Ömer ile Sehl’in rivayet ettikleri hadisler ise üğle vaktinde yahut on­dan önce cuma namazına oldukça erken gittiklerine delildir. Onlar bu işle­rini {yani öğlen yemeği ile kaylûie uykusunu) ancak namazı bitirdikten sonra yaparlardı.

İmam Malik, cumayı erken vakitte kılmanın ancak zevale az yakın olabi­leceği görüşünde olup, Peygamber (sav)’ı: “Kim (cuma vaktinin) ilk saatin­de gidecek olursa, bir deve kurban etmiş gibi olur…”[38] sözünü bütün bun­lar tek bir vakitte diye tevil etmiştir. Diğer ilim adamları İse buradaki “saat” tabirini günün eşit oniki saatine yahutta gündüzün uzayıp kısalmasına göre farklı süreler diye yorumlamışlardır.

İbnıı’l-Arabi dedi ki: Daha sahih olan budur. Çünkü İbn Ömer (r.a)’ın ha­disinde belirtildiğine göre onlar -cuma namazına yokça erken gittiklerinden ötürü- ancak cuma namazından sonra kaylûie uykusuna çekilir ve öğlen ye­meğini yerlerdi. [39]

9- Cuma Namazı Her Müslümana Farzdır:

Yüce Allah cuma namazını her müslümana farz kılmıştır. Bu, cumanın farz-ı kifaye olduğunu söyleyenlerin görüşlerini reddetmektedir. Bu görüş bazı Şafii ilim adamlarından nakledilmiştir. Konuyu gereği gibi tahkik etmemiş ba­zı kimseler Malİk’ten onun bu namazın sünnet olduğunu söylediğini naklet-mişlerdir. Halbuki ümmetin ve imamların cumhuru cuma namazının farz-ı ayn olduğunu kabul etmişlerdir. Çünkü yüce Allah: “Cuma namazı için çağrıda bulunulduğu vakit Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın” diye bu­yurmuştur.

Peygamber (sav)’dan da şöyle buyurduğu sabittir: “Birtakım kimseler cumaları kıl mamayı ya terkedecekler yahut Allah onların kalplerini rnühür-îeyecek sonra da mutlaka gafillerden olacaklardır.”[40]

Bu ise cuma namazının vücubuna ve farziyetine dair apaçık bir delildir.

İbn Mace’nin Sünen’inde Ebu’1-Cadd ed-Damri’den -ki ashabdan idi göyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Kim önem­semeyerek cumayı üç defa terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler.”[41] Hadisin senedi sahihtir.

Cabir b. Abdullah da şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) dedi ki: “Kim bir za­ruret olmaksızın üç cuma namazını terkedecek olursa, Allah onun kalbini mü­hürler. “[42]

İbnul-Arabî dedi ki: Peygamber (sav)’ın: “Cuma namazına gitmek her müs-lüman üzerine farzdır.”[43] dediği sabiltir. [44]

10- Cuma Namazı İçin Abdest ve Gusül:

Yüce Allah, cuma namazına gitmeyi şartsız olarak mutlak bir ifade ile zik­retmiş bulunmaktadır. Ancak bütün namazlar hakkında abdestli olmak şar­tı Kur’ân ve sünnette sabittir. Çünkü yüce Allah: “Namaza kalkacağınız za-man yüzlerinizi… yıkayın.” (el-Maide, 5/6) diye buyurmaktadır. Peygamber (sav) da şöyle buyurmuştur: “Allah abdestsiz hiçbir namazı kabul etmez. “[45]

Bir kesim oldukça garip bir kanaat ileri sürerek cuma günü gusletmek farz­dır demiştir. İbnul-Arabî der ki: Bu görüş batıldır. Çünkü Nesaî ve Ebu Da­vud’un Sünen’İGiindti rivayet ettiklerine göre Peygamber (sav) şöyle buyur­muştun “Cuma günü abdest alan bir kimse için bu yeterlidir ve güzeldir. Kim de guslederse, gusletmek daha faziletlidir. “[46]

Müslim’in Sahih’inde de Ebu Hureyre’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Kim cuma günü güzelce abdest alır, sonra cu­maya gider hutbeyi güzel bir şekilde dinlerse Allah ona cumadan cumaya ka-darki günahlarını üç gün fazlası İle birlikte bağışlar. Ancak kim çakıl taşla­rına dokunacak olursa, o boş bir iş yapmış olur.”[47] Bu da (bu hususta) açık bir nastır.

Muvatta’âa şu rivayet geçmektedir: Bir adam cuma günü Ömer b. el-Hat-tab hutbe irad ederken (mescide) girdi.,. (Bu şahıs) dedi ki: Sadece abdest aldım (ve hemen geldim.) Ömer: Sadece abdest te mi aldın, dedi? Halbuki sen de biliyorsun ki Rasûlullah (sav) gusletmeyi de emrediyordu. Ömer gusletmeyi emretmekle birlikte ona geri dönüp gitmesini emretmedi. İşte bu davranışı gusletmenin müstehab olduğu şeklinde anlaşıldığının delilidir. Bir kimse far2a başlamış iken -ki burada cumada hazır olmak ve hutbeyi dinle­mektir- onu bırakıp sünneti işlemeye geri dönmesi imkânsız bir şeydir. Bu uygulama ise ashabın ileri gelenlerinin huzurunda, muhacirlerin büyükleri Ömer’in etrafında iken ve Peygamber (sav)’ın mescidinde olmuştur. [48]

11- Cuma Bayram Gününe Rastlarsa:

Cuma bayram gününe rastladığı için sakıt olına2. Bu, Ahmed b. Hanbel’in kanaatine aykırıdır. Çünkü o şöyle demiştir: Cuma ve bayram aynı güne denk gelirse, cumanın farzı kalkar. Çünkü bayram namazı cuma namazından ön­cedir ve insanlar bayram ile uğraşıp cuma namazını kılmaya vakit bulamaz­lar. Bu hususta Osman (r.a)’ın bir bayram gününde Medine’nin el-Avali de­nilen yerinde sakin olan kimselere cumaya katılmama iznini vermiş olması­nı delil diye gösterir. Halbuki ashabdan bir kimsenin görüşü ona muhalefet edilmiş ve bu konuda icma olmamış ise delil leş kil edemez. Diğer taraftan cuma namazı için gitmek emri diğer günlerde olduğu gibi bayram gününde de geçerli bir emirdir.

Müslim’in Safti/ıJinde en-Numan b. Beşir’den şöyle dediği rivayet, edilmiş­tir: Rasûluüah (sav) iki bayram namazı ile cuma namazlarında el-Alâ Sûresi ve el-Gâşiye Sûresi’ni okurdu. Bayram ve cuma aynı güne rastladığı takdir­de ise yine her iki namazda da bu iki sureyi okurdu. Bunu Ebu Davud, Tir-mizi, Nesaî ve İbn Mace rivayet etmiştir.[49]

12- “Allah’ın Zikri”nin Mahiyeti:

“Allah’ın zikrine” namaza demektir. Hutbe ve öğütler diye de açıklan­mıştır. Bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır,

İbnu’l-Arabî dedi ki: Doğrusu bunun hepsi hakkında vacib olduğudur. Bu­nun ilki ise hutbedir. İlim adamlarımız böyle demiştir. Ancak Abdu’l-Melik b. el-Mâcİşûn hutbenin sünnet olduğu görüşündedir. Hutbenin vacib oldu­ğunun delili ise alışverişi haram kılmasıdır. Eğer vacib olmasaydı, alışverişin haram olmasına sebep olmazdı. Çünkü müstehab olan bir şey, mubahı ha­ram kılamaz.

Eğer zikirden maksat namazdır diyecek olursak, hutbe de namazdan sa­yılır. Kul da fiilen yüce Allah’ı teşbih ettiği gibi fiilen de Allah’ı zikreden olur.

ez-Zemahşerî dedi ki: Eğer: Yüce Allah’ı zikretmek, başka hususları ihti­va ettiği halde nasıl hutbe ile açıklanabilir, diye sorulursa, şu cevabı veririz: Rasûlullah (sav)’ı anmak, onu övmek, raşid halifelerine, ınüttaki mü’mirile­re övgülerde bulunmak, öğüt vermek ve hatırlatmak manasını ihtiva eden söz­ler de Allah’ı zikretmek hükmündedir. Bunun dışında kalan zalimleri, onla­rın lakablarını sözkonusu etmek, onları övmek, onlara dua etmeye -onların haketukleri ise bunun aksidir- gelince bu, şeytanı zikretmek cümlesinden-dir. Böyle bir zikir ise Allah’ı zikretmekten fersah fersah uzaktır. [50]

13- Cuma Namazı Esnasında Alışverişin ve Benzeri İşlerin Haram Olması ve Bunların Haram Oluş Vakitleri:

“Ve alışverişi bırakın” buyruğu ile yüce Allah cuma namazı kılındığı sı­rada alışverişi yasaklamakta ve cuma namazını kılmak farzına muhatab olan kimselere bu vakitte alışverişi haram kılmaktadır.

(Âyette sözü edilen) bey (veriş), şirasız (alışsız) olmaz. Bundan dolayı on­lardan sadece birisinin anılması ile yetinilmiştir. Yüce Allah’ın: “Sizi sıcak­tan koruyacak elbiseler ve kendi gücünüzden koruyacak zırhlar bağışladı.” (en-Nahl, 16/81) buyruğunda olduğu gibi.

Özellikle alışverişin (bey’İn) sözkonusu edilmesi çarşı pazarda bulunan­ların çoğunlukla uğraştığı işin o oluşundan dolayıdır. Cuma namazına gelmesi vacjb olmayan kimselere alışveriş, yasaklanmaz.

Alışverişin haram olduğu vakit ile ilgili iki görüş vardır: Bir görüşe göre bu zevalden sonra başlayıp namazın bitirilmesine kadar devam eder. ed-Dah-hak, el-Hasen ve Ata bu görüştedir.

İkinci görüşe göre ise; hutbe ezanından başlayıp namaz vaktine kadar de­vam eder. Bu da Şafii’nin görüşüdür.

Malik’in görüşü ise cuma namazı için ezan okunulduğu vakit, alışverişin terkedilmesi şeklindedir. Bu vakitte yapılan alışverişler ona göre feshedilir. Ancak köle azad etmek, nikâh, talâk ve başka akitler fesholmaz. Zira insan­ların alışverişle uğraştıkları gibi bu gibi şeylerle uğraşmak adetlerinden de­ğildir. (Maliki mezhebi alimleri) derler ki: Şirket, hibe ve sadaka da aynı şe­kilde nadiren görülen işlerdendir. (Bundan dolayı) fesh olmazlar.

İbnu’l-Arabî dedi ki: Sahih olan hepsinin feshulacağıdır. Çünkü alışveri­şin yasaklanması onunla uğraşılması dolaylıyladır. Buna göre turna nama­zını kılmaktan alıkoyan bütün akitler şer’an haramdır ve bu konuda gerek­tiği gibi sakınılması için (red’an) fesholunurlar.

el-Mehdevî dedi ki: Kimi ilim adamlarının görüşüne göre belirtilen vakit­te alışveriş caizdir ve buradaki yasağı mendubkığa yorumlamışlardır. Buna da yüce Allah’ın: “Eğer bilirseniz bu sizin İçin daha hayırlıdır.” buyruğu­nu delil göstermişlerdir.

Derim ki: Bu Şafii’nin görüşüdür. Ona göre (bu vakitte) yapılan alışveriş akdi sahihtir ve fesholmaz. ez-Zemahşerî de Tefsir’inde şöyle demektedir: Ge­nel olarak ilim adamları bu işin (bu vakitte alışverişin), alışverişin fasid ol­ması sonucunu vermediği görüşündedirler ve şöyle derler: Çünkü alışveriş bizatihi haram değildir. Ancak onunla uğraşmak vacib (farz) olan ile uğraş­maktan alıkoyduğundan dolayı (yasaklanmış)dır. Gasbulunmuş arazide ve el­bisede namaz kılmak ile gasbolmuş su ile abdest aİmak gibi. Bazı kimseler­den ise böyle bir alışverişin fâsid olduğu görüşü rivayet edilmiştir.

Derim ki: Doğrusu bu alışverişin fâsid olduğu ve fesholacağıdır. Çünkü Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Bizim bu işimize uygun düşmeyen her-bir iş merdudtur.”[51]

Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. [52]

  1. Artık o namaz kılındı mı yeryüzüne dağdın ve Allah’ın lütfün-dan arayın ve Allah’ı çok hatırlayın. Tâ ki umduğunuzu elde ede­siniz.

“Artık o namaz kılındı mı yeryüzüne dağdın” buyruğundaki bu emir mü-bahlık bildiren bir emirdir. Yüce Allah’ın: “İkramdan çıktığınızda avla­nın” (el-Mâide, 5/2) buyruğu gibidir. Yüce Allah burada şöyle buyurmakta­dır: Namazı kılıp bitirdiğinizde ticaret ve ihtiyaçlarınızı karşılamak üzere yer­yüzüne yayılın. “Ve Allah’ın lütfundan” yani rızkından “arayın.”

İrak b. Mâlik, cuma namazını kıldı mı namazdan tıkar, mescidin kapısın­da durur ve şöyle dermiş: Allah’ım, ben Senin çağrına icabet ettim. Farz kıl­dığın namazı kıldım ve bana emrettiğin gibi işte dağılıyor um. Bana lütfun-dan nzık ver, Sen rızık verenlerin en hayırlısının.

Cafer b, Muhammed yüce Allah’ın: “Ve Allah’ın lü t fundan arayın” buy­ruğunda kastedilenin cumartesi günü çatışmak olduğunu söylemiştir.

el-Hasen b. Said b. el-Müseyyeb’den, ilim talebi olduğunu söylediği riva­yet edilmiştir. Nafile namaz olduğu da söylenmiştir.

İbn Abbas’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Onlara herhangi bir dünya­lık talebinde bulunmak emrolunmuş değildir. Emrolunan ancak hastaları zi­yaret etmek, cenaze namazlarına katılmak, Allah için kardeş bildiği kimse­leri ziyaret etmek(dir.)

“Ve Allah’ı çok hatırlayın.” İtaat ile, dille size nimet olarak ihsan etmiş olduğu Farzları eda etme muvaffakiyetine şükretmek ile “… çok hatırlayın… Ta ki umduğunuzu elde edesiniz.” Said b. Cübeyr dedi ki; Allah’ı hatırlamak (zikir) yüce Allah’a itaat etmek demektir. Allah’a İtaat eden O’nu zikretmiş olur. O’na itaat etmeyen kimse çokça teşbih eden birisi olsa dahi Allah’ı zik­reden, O’nu anan bir kimse olamaz. Bu söz, el-Bakara Sûresi’nde (2/152-153. âyetin tefsirinde) merfu (Peygamber -s,a-ın sözü) olarak geçmiş bulunmak­tadır. [53]

  1. Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayak­ta bırakıp ona doğru yöneldiler. De ki: “Allah’ın yanındaki, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onyedi başlık halinde sunacağız: [54]

1- Âyetin Nüzul Sebebi:

“Onlar bîr ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman… ona doğru yö­neldiler” buyruğu hakkında Müslim’in Sahih ‘inde Cabir b. Abdullah’tan ge­len rivayet şöyledir: Peygamber (sav) cuma günü ayakta hutbe iıad ederdi. Bir gün Şam’dan bir kervan geldi. İnsanlar ona doğru gittiler. Geriye sade­ce oniki kişi kaldı. -Bir rivayette: onlardan birisi de bendim-, İşte Cumua Sû-resi’ndeki şu: “Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona yöneldiler.” âyeti bunun üzerine indirildi[55]

Bir rivayette de “aralarında Ebu Bekir ve Ömer (r.anhumâ) da vardı” de­nilmektedir[56]

el-Kelbî ve başkalarının zikrettiklerine göre bu kervanı getiren kişi Dih-ye b. Halife el-Kelbî’dir. Bu kervanı insanların açlık çektikleri ve fiyatların oldukça pahalandığı bir sırada Şam’dan gelmişti. Onunla birlikte insanların ihtiyaç duydukları buğday, un ve daha başka herşey vardı. Kervanı (Medi­ne çarşılarından) Ahcaru’z-Zeyt denilen yerde konakladı. İnsanların geldiği­ni haber almaları için davul çalındı. Oniki kişi müstesna, (mescidde) bulu­nanlar çıkıp gitti. Kalanların onbir kişi olduğu da söylenmiştir.

el-Kelbî dedi ki: O sırada cuma namazı hutbesini dinliyorlardı. Hutbeyi bırakıp kervana koştular. Rasûlullah (sav) ile birlikte sekiz kişi kaldı. Bunu es-Sa’lebî, İbn Abbas’tan nakletmiştir.

Dârakutnî Câbir b. Abdullah’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûkıl-lah (sav) cuma günü bize hulbe irad ederken yiyecek yüklü bir kervan gel­di ve el-Baki’de konakladı O kervana yöneldiler ve (hutbeyi) bırakıp oraya gittiler. Rasûlullah (sav)’ı bıraktılar. Beraberinde benim de aralarında bulunduğum sadece kırk kişi kalmıştı. Yüce Allah da Peygamber (sav)’a: “On­lar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona

doğru yöneldiler” buyruğunu indirdi. Dârakutnî dedi ki: Bu isnadda “sade­ce kırk kişi” ifadesini yalnızca Ali b. Âsim, Husayn’dan diye gelen rivayette söylemiştir Ancak Husayn’dan rivayet edenler ona muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Peygamber (sav) ile birlikte sadece uniki kişi kalmıştı.[57]

Peygamber (sav)’dan da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Nefsim elin­de olana yemin ederim ki, eğer hep birlikte çıkmış olsalardı, Allah bütün bu vadiyi onların üzerinde ateşle doldururdu.” Bunu ez-Zemahşerî zikretmiştir,[58]

Mürsel bir hadiste de bu oniki kişinin adı zikredilmiş bulunmaktadır. Bu­nu Esed b. Musa b. Esed’in babası olan Esed b. Arar rivayet etmiştir. Bu ri­vayette şöyle denilmektedir: Rasûlullah (sav) ile birlikte sadece Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, ez-Zübeyr, Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde b. el-Cerrab,\Said b. Zeyd, Bilal ve -iki rivayetten birisine göre Abdullah b. Mesud, diğerine göre ise Anımar b. Yasir- kalmıştır.

Derim ki: Burada Cabir’in adını vermemektedir. Müslim ise Cabir’İn on­lar arasında bulunduğunu belirttiği gibi Dârakutnî de böyle demiştir. Buna göre Peygamber ile birlikte kalanların sayısı onüç olmaktadır. Eğer Abdul­lah b. Mesud da onlarla birlikte ise o vakit sayılan ondört olur.

Ebu Davud “el-Merâsil” adlı eserinde hutbeyi dinlemeyi terketmenin, ken­dileri açısından bir sakınca olmadığını kabul etmelerinin sebebini de zikret­miş bulunmaktadır. Halbuki onların faziletlerine yakışan böyle bir şeyi yap­mamaktır. (Ebu Davud) dedi ki: Bize Mahnuıd b. Halid anlattı, dedi ki: Bi­ze el-Velid anlattı, dedi ki: Bana Muâz b. Bekr b. Marufun haber verdiğine göre o, Mukatil b. Hayyân’ı şöyle derken dinlemiş: Rasûlullah (sav) -Önce­leri- tıpkı bayram namazlarında olduğu gibi hutbeden önce cuma namazını kılardı. Nihayet bir cuma günü Peygamber (sav) cuma namazını kıldıktan son­ra hutbe irad etmekte iken bir adanı (mescide) girip şöyle dedi: Dılıye b. Ha­life el-Kelbî bir ticaret (kervanı) ile geldi. Dıhye geldi mi akrabaları tefler ça­larak onu karşılardı. (Mescidde) bulunanlar da hutbeyi dinlemeyi terketmek-te bir sakınca olmadığını zannederek çıkıp gittiler. Yüce Allah da: “Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman… ona doğru yöneldiler” buy­ruğunu indirdi. Bunun üzerine Peygamber (sav) cuma günü hutbeyi öne al­dı ve namazı sonraya bıraktı. Bu yasaktan sonra herhangi bir kimse burun kanaması ya da herhangi bir sebep dolayısıyla Peygamber (sav)’a başparmağı yanındaki (şehadet) parmağı ile işaret ederek Peygamber (sav)’dan izin is­teyip, Peygamber (sav) da kendisine izin vererek etiyle işaret etmedikçe dı­şarı çıkıp gitmiyordu. Münafıklar arasında hutbe ve mescidde oturmak ken­dilerine ağır gelen kimseler vardı. Müslümanlardan bir kişi izin istedi mi bu münafık da onun arkasında gizlenerek onun yanında ayakta dikilir ve niha­yet çıkart giderdi. Bu sefer yüce Allah: “Aranızda birbirinizin arkasına giz­lenerek, gizlice sıvışıp gidenlerinizi muhakkak Allah bilir” (en-Nûr, 24/63) âyetini indirdi[59]

es-Süheylî dedi ki; Bu haber her ne kadar sabiı bir yolla nakledilmemiş ise de Peygamber (sav)’in ashabı hakkında beslememiz gereken hüsn-ü zan bunun sahih olmasını gerektirir.

Katade dedi ki: Bize ulaştığına göre ashab, bu işi üç defa yapmışlardır. Her seferinde de Şam tarafından bir kervan gelmiş idi ve bütün bunlar cuma gü­nüne denk gelmişti.

Bir diğer görüşe; göre onların mescidden çıkışları Dıhye el-Kelbî’nin ti­careti ile birlikte gelmesi ve onların geçmekte olan kervana bakışlarının fay­dasız bir iş oluşundan dolayıdır. Ancak bu eğer başka türlü olmuş olsaydı, günahı bulunmayan İşlerden olurdu. Fakat bu is, Rasûlullah (sav)’dan yüz çe­virmek ve onun huzurundan ayrılmak ile birlikte olduğundan, ağır ve büyük bir iş olmuş, bunun hakkında Kur’ân’dan âyet inmiş ve inen buyruklar bu­nu “lehv; eğlence, oyalayıcı boş iş” adı ile kötü ve çirkin bir davranış ola­rak nitelendirmiştir. Rasûluliah (sav)’dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kişinin kendisiyle oyalandığı herbiriş hânidir. Onun ok atışı yapması… müs­tesnadır.[60] Bu hadis daha önce el-Enfâl Sûresi’nde (8/60. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah’a hamdolsun.

Câbir b. Abdullah dedi ki: Kızlar nikâhlandıkiannda zurna ve davullarla geçirilirler. (Bu esnada) onlar da ona doğru gitmişlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Buyrukta zamirin ticarete raci olması, daha önemli oluşundan dolayıdır. Talha b. Musarrif ise; “onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman… ona doğru yöneldiler” buyruğunu; diye (ticaret ve eğlence anlamındaki kelimelerin başına lam-ı tarif getirerek) okumuştur.

Anlamın: Onlar bir ticaret gördüklerinde ona doğru yöneldiler yahut bir eğlence gördüklerinde yine ona doğru yöneldiler şeklinde olduğu fakat delâleti dolayısıyla (ikinci “ona doğru yöneldiler” anlamındaki lafzın) haz-fedildiği de söylenmiştir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi;

“Biz yanımızdakinden sen de yanında bulunandan Razısın; fakat görüşler farklıdır.”

Arapçada daha güzel olanın, zamirin iki isimden en son kullanılana irca edilmesi olduğu da söylenmiştir. [61]

2- Cuma Namazı Kılınması İçin Gerekli Cemaat Sayısı:

İlim adamlarının cuma namazının kılınabilmesi için cemaat sayısının ne kadar olması gerektiği hususunda farklı görüşleri vardır.

el-Hasen, cuma namazı iki kişi ile kılınır derken, el-Leys ve Ebu Yusuf üç kişiyle, Süfyan es-Sevrî ve Ebu Hanife dört kişi ile, Rabia oniki kişi ile kılı­nır, demişlerdir.

en-Necad Ebu Bekr Ahmed b, Süleyman dedi ki: Bize Ebu Halid Yezid b. el-Heysem b. Tahmân ed-Dakkak anlam. Bize Subiı b. Dinar anlattı dedi ki: Bize el-Muâfâ b. İmran anlattı. Bize Ma’kil b. Ubeydullah, ez-Zühri’den, Mus’ab b. Umeyr’e kadar ulaşan senedi ile anlattığına göre: Peygamber (sav) kentlisini (Mus’ab)’ı Medine’ye gönderdi. Mus’ab, Sa’d b. Muâz’ın evinde misafir oldu, Oniki kişi oldukları halde onlara bir cuma namazı kıl­dırdı. O günde onlara (Sa’d) bir koyun kesti.

Şafii, kırk kişi ile kıiınır demiştir. Ebu İshak eş-Şirazi “et-Tenbih ala Mez-hebi’l-İmami’ş-Şafii” adlı eserinde şöyle elemektedir; Âkil ve baliğ, hür ve ihtiyaç dışında yaz ve kış ayrılmamak üzere mukim bulunan kırk erkeğin bu­lunduğu herbir kasaba hutbenin başından cuma namazı kılınıncaya kadar ha­zır bulunmaları halinde; cuma namazını kılmak vacib olur.

Ahmed ve İshak da bu görüşü benimsemekle birlikle onlar bu şartlan koş­ma mı şiardır.

Malik dedi ki: Eğer bir kasabada çarşı ve mescid bulunuyor ise sayı gü-zönünde bulundurulmaksızın onlara cuma namazı kılmak vacibtir.

Ömer b. Abdu’1-Aziz yazdığı mektubunda şöyle demiştir: Oluz tane evi bu­lunan herhangi bir kasaba ahalisine cuma namazı kılmak düşer.

Ebu Hanife dedi ki: Köylerde ve o hükümdeki kasabalarda yaşayanlara cuma vacib değildir. Bunların bu yerlerde cuma namazı kılmaları caiz olmaz. Ebu Hanife cuma namazının vacib olması ve kılınmasının sahih olabilmesi için cami bir mısır (şehir), otoritesi olan bir yönetici, çalışan bir çarşs Pazar ve akan bir ırmağının bulunmasını şart koşmuş, bu hususta AÜ (r.a)’ın şu ha­disini (sözünü) delil göstermiştir: “Ancak cami (toplu hayatta gerekli idari ve alt yapısı bulunan kasaba ya da yerleşme merkezi) bir Mısır’da ve kendile­rine yardımcı olabileceğin arkadaşlar arasında cuma namazı kılınır ve teşri tekbirleri getirilir.”

Şu kadar var ki İbn Abbas’ın rivayet ettiği hadis bunu reddetmekledir. O dedi ki: Rasûluliah (sav)’ın mescidindeki cuma namazından sonra cumanın ilk kılındığı yer bahreyn kasabalarından birisi olan Cuvâsâ diye anılan bir ka­sabadır.

İmam Şafii’nin kırk kişi olmasını öngören görüşünün delili Dârakutnî’nin rivayet ettiği daha önce belirttiğimiz hadis-i şeriftir[62]

İbn Macc’nin Sünen’inde yine Darakutnî ile el-Beyhakİ’nin Delâilu’l-Nubuvve adlı eserinde Abdurrahman b. Ka’b b. Malikten şöyle dediği riva­yet edilmektedir: Gözleri görmez olduğunda babamın elinden mtup ona yar­dımcı olan kişi ben idim. Onunla cuma namazına çıkıp ezanı işittiğinde Ebu Umaine’ye dua eder, onun için mağfiret dilerdi. (Abdurrahman) dedi ki:- Bu şekilde cuma namazı ezanını duydu mu mutlaka bu uygulamayi bir süre yap­maya devam etti. Ben kendisine: Babacığım dedim. Cuma ezanını işittiğin her seferinde Ebu Umame için mağfiret dilemen ne oluyor? Dedi ki; Yavrucuğum, o Medine’de Beyâdâoğulları Harresi diye bilinen ve Nakîu’I-Hadimât diye anı­lan bir düzlükte cuma namazı kılmak üzere müslümanları toplayan ve onlar­la cuma namazı kılan ilk kişidir. Ben kendisine: O gün kaç kişi idiniz? dîye sordum. O: Kırk kişi, dedi[63]

Cabir b. Abdullah da şöyle demiştir: Sünnet her üç kişi arasından birisi­nin imam olması, her kırk ve bundan daha fazla sayıdakilerin cuma, kurban bayramı ve ramazan bayramı namazı kılmaları şeklinde gelmiştir. Çünkü bu sayıdaki kimseler bir cemaattir. Bunu Darakutni rivayet etmiştir.[64]

Ebu Bekr Ahmed b, Süleyman en-Necad dedi ki: Abdu’l-Meiik b. Mu ham-med er-Rukagi’ye -benim de duyacağım bir şekilde- okundu: Bana Recâ b. Seleme anlattı, dedi ki: Bize babam anlattı, dedi ki: Bize Ravh b. Ğuteyf es-Sakafî anlattı, dedi ki: Bana ez-Zührî, Ebu Seleme’den anlattı dedi ki: Ben Ebu Hureyre’ye: Cuma, katılan erkeklerin sayısı kaça ulaştığı takdirde vacib olur, diye sordum şöyle dedi: Rasûluliah (sav)’ın ashabı elli kişiye ulaşınca, Rasûluliah (sav) onları cuma için biraraya getirdi. Yine Abdu’l-Melik b. Mu-hammed’e -benim de duyduğum şekilde- okundu, dedi ki: Bize Rcca b. Seleme anlattı dedi ki: Bize Abbad b. Abbad e]-Mühe!lebî, Cafer b. ez-Zü-beyr’den anlattı. Cafer, el-Kasım’dan, o Ebu Umame’den şöyle dediğini nak­letti: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Cuma elli erkek kişiye vadbtir. Bundan daha aşağı sayıdakilere vacib değildir.”

İbnu’l-Münzir dedi ki: İbn Ömer şu mektubu yazdı: Herhangi bir kasada-ba elli kişi biraraya geldi mi cuma namazını kılıversinler.

ez-Zührî de Devs’Ü Um Abdullah’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ra-sûlullah (sav) buyurdu ki; “Dört kişiden daha fazla sayıda kimse bulunma­sa bile herbir kasabada cuma kılmak vacibtir.” Burada “kasabalar (el-kurâ)” ile şehirleri kastetmektedir. Ancak bu rivayet ez-Zührî’den sahih olarak nakledilmiş değildir[65]

Bir rivayette de şöyle denilmektedir: “Cuma dördüncüleri imamları olan sadece üç kişi dahi bulunsa herbir kasaba ahalisine vacibtir.” Ancak ez-Züh-rî’nin Devs’li Um Abdullah’tan hadis dinlediği sahih olarak sabit değildir. Bu­rada (hadisin senedinde) sözü edilen ei-Hakem (b. Abdullah) ise metruk (ri­vayet ettiği hadis alınmayan) bir kimsedir[66]

3- İmamın (İslam Devlet Başkanının) İzni ve Onun Namazda Bulunması Cuma Namazının Sıhhati için Gerekli midir?:

İmamın izni olmaksızın ve kendisi hazır bulunmaksızın cuma namazının kılınması sahihtir. Ebu Hanife ise; imamın yahutta onun halifesinin (vekil ta­yin ettiği kimsenin) bulunması cuma namazının şartlanndandır, demiştir.

Bizim delilimiz şudur; Küfe valisi el-Velid b. Ukbe bir gün gecikince İbn Mesud ondan izin almaksızın cemaate namaz kıldırdı. Yine rivayet edildiği­ne göre Alî (r.a) Osman (r.a)’ın evi muhasara altında tutulduğu gün cuma na­mazını kıldırmış ve ondan izin aldığına dair bir rivayet nakkdilmcmiştir.

Medine valisi Said b. el-Âsım Medine’den çıkıp gittiğinde Ebu Musa’nın herhangi bir izin almaksızın insanlara cuma namazı kıldırdığı da rivayet edil­miştir. Malik dedi ki: Allah’ın birtakım farzları vardır. Onun arzında bunları bir vali (İslâmî bir yönetici) ister üstlensin, ister üstlenmesin bunlar kaybe-dilemezler. [67]

4- Tavanlı Bir Mescidin Bulunması Cuma Namazı Şartlarından mıdır?

Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımız cuma namazının eda şartlarından birisi tavanı bulunun bir mesciddir, demişlerdir. İbnu’l-Arabi bunun nasıl açıklanacağını bilemiyorum, demiştir.

Derim ki: Bunun açıklayıcı gerekçeleri yüce Allah’ın: “Tavaf edenler… için Bçyt’imi temizle!”(el-Hac, 22/26) buyruğu ile: “Allah’ın yüceltilmesine… izin verdiği evlerdedir.” (en-Nur, 24/36) buyruklarıdır.

“Ev(beyt)”in gerçek mahiyeti ise duvar ve tavanlarının bulunmasıdır Ör­fün anlamına göre bu böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. [68]

5- Hutbe Verirken Ayakta Durmak:

“Seni ayakta bırakıp…” buyruğu (şunu göstermektedir): Hutbe verdiğin­de hatibin, minber üzerinde ayakla durması şarttır. Alkame dedi ki: Abdul­lah’a: Peygamber (sav) ayakta mı yoksa oturarak ını hutbe okuyordu diye so­ruldu, o: Sen “Seni ayakta bırakıp…” buyruğunu okumadın mı? diye cevab verdi.

Müslim’in Sahih’lnde Ka’b b. Ucre’den rivayete göre o mescide girmiş ve Abdu’r-Rahman b. Um ei-Hakem’i oturarak hutbe verirken görünce şunları söylemiş: Yüce Allah: “Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler” diye buyurduğu halde bu pis he­rifin nasıl oturarak hutbe verdiğine bir bakınız.[69]

Yine (Müslim) Cabir’den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sav) ayakta hut­be verir, sonra oturur, sonra tekrar kalkıp yine hutbe verirdi. Her kim sana onun oturarak hutbe verdiğini haber verecek olursa, bil ki o yalan söylemiş­tir. Çünkü Allah’a yemin ederim ki, ben onunla birlikte ikibindeıı fazla na­maz kılmışımdır[70]

Fukahânın cumhuru ve ilim adamlarının görüşü de budur. Ebu Hanîfe de­di ki: Ayakta durmak hutbenin şartı değildir. Rivayet olunduğuna göre otu­rarak ilk hutbe veren kişi Muaviye’dir. Osman (r.a) oldukça ihtiyarkıyınca-ya kadar ayakta hutbe verdi, sonra oturarak hutbe verir oldu.

Denildiğine göre Muaviye’nin oturarak hutbe okuması yaşının ilerlemiş ol­masından dolayı idi. Peygamber (sav) ise ayakta hutbe verir, sonra oturur, sonra da yine ayağa kalkar, fakat otururken de konuşmazdı. Bunu da Cabîr b. Semure rivayet ettiği gibi[71] Buhari’de belirtildiğine göre İbn Ömer de böy­lece rivayet etmiştir.[72]

6- Hutbesiz Cuma Namazı Sahih Olmaz:

Cuma namazının gerçekleşmesi için hutbe şarttır. Hutbesiz cuma sahih ol­maz. İlim adamlarının cumhurunun görüşü budur. el-Hasen ise hutbe müs-tehabtır demiştir. İbnu’l-Mâcişûn da böyle demiştir; Hutbe bir sünnettir, farz değildir. Said b. Cubeyr dedi ki: Hutbe öğlen farzının iki rekatının ye­rine geçer, bir kimse bu iki rekatı terkedip, cuma namazı kılacak olursa, öğ­le namazının iki rekatını terketmiş ohır, Hutbenin vücubunun delili yüce Al­lah’ın: “Seni ayakta bırakıp…” buyruğudur. Bu bir yergidir, vacib de ken­disini terkeden şahsın şer’an yerilmesine sebeb teşkil eden fiildir. Ayrıca Pey­gamber (sav) hutbe vermeden cuma namazı kılmamıştır. [73]

7- Hutbe Verirken, Hatibin Bir Şeylere Yaslanması:

Hatib hutbe esnasında bir yaya ya da bir sopaya dayanır. İbn Mace’nin Sü-nen’inde dedi ki: Bize Hişam b. Ammar anlattı. Bize Abdu’r-Rahman b. Sa’d b. Ammar b. Sa’d anlattı dedi ki: Bana babam, babasından, o dedesinden nak­len anlattığına göre Rasûlullah (sav) savaş esnasında hutbe verdiği zaman bîr yaya dayanarak hutbe verirdi. Cumada hutbe verdiği zaman ise bir sopaya dayanarak hutbe verirdi,[74]

8- Hatib Minbere Çıkınca Cemaate Selam Verir mi?:

Şafii ve diğerlerine göre hatib minbere çıktı mı cemaate selam verir. Ma­lik ise bu görüşte değildir. İbn Mace’nin, Cabir I). Abdullah’tan rivayet etti­ğine göre Peygamber (sav) minbere çıktı mı selam verirdi.[75]

9- Abdestsiz Hutbe Vermek:

Hatib hutbenin tamamını ya da bir bölümünü abdestsiz verecek olursa, Malik’e göre kötü bir iş yapmış olur. Ancak abdestli olarak namazı kıldırdı­ğı takdirde hutbeyi tekrar iade etmesi gerekmez. Abdestli olmanın vacib olup olmadığı hususunda Şafii’nin iki görüşü vardır, ü cedid (yeni) mezhebinde bunu şart görürken, kadim (eski) görüşünde bunu şart koşmamıştır. Ebu Ha-nifenin görüşü de budur. [76]

10- Hutbenin Asgarî Miktarı:

Hutbede yeterli gelen asgarî miktar Allah’a hamdetmesi, Peygamberine sa-lât ve selâm getirmesi, Allah’ın takvasını tavsiye etmesi ve Kur’an-ı Kerim’den bir âyet okumasıdır. tkinci hutbede de birincisinde olduğu gibi (bu) dürt hususun yerine getirilmesi icab eder. Şu kadar var ki birincisinde öngörülen bir âyet okumanın yerine (ikincisinde) dua etrnek vacibtir, fuka-hânın çoğunluğu böyle demiştir.

Ebu Hanife ise şöyle demektedir: Şayet sadece Allah’a hamdeder yahut Al­lah’ı teşbih eder yahut tekbir getirmekle yetinirse, bu kadarı da yeterlidir.

Osman (r.a)’dan rivayet edildiğine göre o minbere çıkmış ve: Elhamdü­lillah derken ona karşı sesler yükseltilince şöyle demiş: Ebu Bekir ve Ömer bu makama çıkacaklan vakit söyleyecekleri sözleri önceden hazırlarlardı. Siz­lerin ise (bugün) çok söz söyleyen bir imamdan çok iş yapan bir imama ih­tiyacınız vardır. Pek yakında size hutbeler gelecektir (verilecektir); deyip son­radan minberden inmiş ve namazı ktldırmıştır. Bu ise ashab-ı kiramın huzu­runda olmuştu. Kimse onun bu yapağına tepki göstermemişti.

Ebu Yusuf ve Muhammed de şöyle demişlerdir; Vacib olan kendisine hut­be denilebilecek kadar olan sözler söylemektir. Şafii’nin görüşü de budur. Ebu Ömer b. Abdi’1-Berr dedi ki: Bu hususta söylenmiş en sahih görüş bu­dur. [77]

11- Peygamber Efendimizin Hutbelerinde Okuduğu Buyruklar ile Verdiği Hutbelerinden Örnekler:

Müslim’in Sahih’inde Yâlâ b. Umeyye’den rivayete göre o Peygamber (sav)’ı minber üzerinde: “Ey Malik… diye seslenecekler” (ez-Zuhmf, 43/77) buyruğunu okurken dinlemiştir,[78]

Yine Müslim’de Abdurrahman kızı Amre’nin bir kızkardeşinden şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben “Kaaf, çok şerefli Kur’ân’a yemin ederim ki…” (Kaaf, 50/1) Sûresi’ni ancak Rasûkıllah (sav)’ın ağzından her cuma günü bu sûreyi minber üzerinde okuyup dinlemem sonucunda ezberkmişimdir.”[79] Bu (rivayet) daha önce Kaf Sûresi’nin baştaraflarında geçmiş bulunmaktadır.

Ebu Davud’un el-Merâsîl adlı eserinde e2-Zührî’den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (sav)’ın hutbesinin başı şöyle idi:

“Hamd, Allah’a mahsustur. O’na haradeder, O’ndan yardım diler, mağfi­retini isteriz. Nefislerimizin şerlerinden O’na sığınırız, Allah’ın hidayet ver­diği kimseyi hiç kimse sapüramaz. O’nun saptırdığını da kimse doğruya ile­temez. Şehadet ederiz ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Muhammed de O’nun kulu ve Rasûlüdür. O’nu hak ile kıyametin az öncesinden müjdeleyt-ci ve korkutucu olmak üzere göndermiştir. Allah’a ve Rasûlüne itaat eden doğ­ru yolu bulmuş demektir. Onlara İsyan eden kimse ise haddi aşmış, azmış de­mektir. Rabbimiz Allah’tan bizleri kendisine ve Rasûlüne itaat edenlerden, rı­zasına uyup, O’nu gazablandıran şeylerden uzak kalanlandan kılmasını di­leriz. Şüphesiz ki biz O’nıınla (hakkı bulabihr)iz ve yalnız O’na aidiz.![80]

Yine ondan şöyle dediği rivayet edilmiştin Bize ulaştığına göre Rasûlul-lah (sav) hutbe irad etti mi şöyle derdi:

“Gelecek olan herbir şey yakındır. Gelecek oianın uzak olması sözkonu-su değildir. Kimsenin acelesi için Allah hiçbir şeyi çabuklaştırmaz. İnsanlar istedi diye hiçbir şeyi erkene almaz. İnsanların dilediği değil, Allah’ın dile­diği (olur). Allah bir işin olmasını diler, insanlar bir başka iş ister. Fakat in­sanlar hoşlanmasa dahi Allah’ın dilediği olur. Allah’ın yakınlaştırdığını kim­se uzaklaştıramaz, Allah’ın uzaklaştırdığını da kimse ytıkınlaştıramaz. Aziz ve celil olan Allah’ın izni ile olmadıkça hiçbir şey olamaz. “[81]

Câbir dedi ki: Peygamber (sav) cuma günü hutbe verir. Allah’a hamd u senada bulunup peygamberlerine salât ve selâm getirdikten sonra şöyle derdi:

“Ey insanlar! Sizin için birtakım işaretler vardır. Sizin için tesbit edilen o işaretlere kadar gidiniz. Sizin varabileceğiniz bir son nokta vardır, Sizin için tesbit edilmiş o son noktaya kadar gidiniz. Şüphesiz ki mü’min kul, birisi ge­çip gitmiş ve Allah’ın hakkında ne hüküm vereceğini bilemediği, diğeri ise ge­ri kalmış ve Allah’ın onda ne yapacağını bilemediği iki korku arasındadır. O bakımdan kul, kendi nefsinden yine kendisi için alacaklarını alsın, Dünyasjn-dan âhireti için, gençliğinden yaşlılığı için, hayattan ölüm gelmeden önce (bir şeyler) alsın. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; ölümden sonra hiç kim­senin (Rabbini) razı etmesine dair isteği kabul edilmeyecektir. Dünyadan son­ra ise cennet ya da cehennemden başka bir yurt yoktur. İşte ben bunu sizle­re söylüyorum. Kendim için, sizin için Allah’tan mağfiret diliyorum.”[82]

Peygamber (sav)’ın Medine’ye geldiği sırada ilk cumada verdiği hutbe da­ha önceden geçmiş bulunmaktadır[83]

12- Hutbeyi Dinleme Âdabı:

Hutbeyi dinleyen kimselerin hutbe dolayısıyla susmaları sünneten vacib-tir. Sünnet olan, hutbeyi işitenin de, işitmeyenin de susmasıdır. İnşaallah her ikisi de aynı ecri alırlar. O esnada konuşan kimse lağvetmiş (boş iş yapmış) olur, fakat bundan dolayı namazı da bozulmaz.

Sahihte Ebu Hureyre’den rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuş­tur: “Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına: Sus! diyecek olursan, sen lağvetmiş olursun.”[84]

ez-Zemahşerî dedi ki: Hutbeyi dinleyen kişi arkadaşına: Sus! diyecek olursa lağvetmiş olur. Peki ya hatibin kendisi bu hususta (yani hutbeyi uzatmak suretiyle) aşırıya gidecek oKtrsa, lağvetmiş olmaz mi? İslâm’ın ga-ribliğinden, günlerin uğursuzluk!arından Allah’a sığınırız. [85]

13- Cemaatin Hatibe Yönelmesi:

imam minbere çıktığı takdirde insanlar ona yönelirler. Çünkü Ebıı Davud, Mürsel olarak Ebân b. Abdullah’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Cuma günü Adiy b. Sabit ile birlikte idim. İmam (hutbeye) çıkınca -ya da minbe­re çıkınca dedi- ona doğru döndü ve dedi ki: Rasûlullah (sav)’ın ashabı da Rasûhıllah (sav)’a böyle davranırlardı[86]

İbn Mace bunu Adiy b. Sabit’ten, o babasından diye rivayet etmiş olup,isnadda fazladan şunu da belirtir: Babasından (rivayetle) dedi ki; Rasûlulhh (sav) minber üzerinde ayağa kalktı mı ashabı ona doğru yüzlerini çevirirler­di, tbn Mace dedi ki: Bıı hadisin (senedinin) muttasıl olacağını ümit ederim[87] Derim ki; Hafız Ebu Nuaym dedi ki: Bize Muhammed b. Ma’mer anlattı de­di ki: Bize Abdullah b. Muhammed b. Naciye anlattı dedi ki: Bize Abbâd b. Yakub anlam dedi ki: Bize Muhammed b. el-Fadl el-Horosanî anlam, O Man-suı’dan, o İbrahim’den, o Alkame’den, o Abdullah’tan dedi ki: Peygamber (sav) minbere çıktı mı yüzlerimizi ona doğru çevirirdik. Bunu Mansur dan tek başına (münferiden) Muhammed b. el-Fadl b, Atiyye rivayet etmiştir[88]

14- İmam Hutbe Verirken Mescide Giren Namaz Kılar mı?:

İmam hutbe verirken mescide giren kimse Malik -Allah’ın rahmeti üzeri­ne olsun-‘e göre (Tahiyyetu’l-Mescid) namazı kılmaz. İbn Şihab’ın -Allah’ın rah­meti üzerine olsun- ve başkalarının görüşü de budur. Muvatta’ da ondan şöy­le dediği rivayet edilmiştir: İmamın minbere çıkması, namaz kılmayı sona er­dirir. Onun konuşması da konuşmayı sonu erdirir[89] Bu rivayet mürseldir.

Müslim’in Sahih ‘inde Cabir’in rivayet ettiği hadise göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Cuma günü sizden herhangi bir kimse imam hutbe ve­rirken gelecek olursa, hemen iki rekat kılıversin ve bunları kısa kessin. “[90] Bu ise namaz kılınacağı hususunda açık bir ifade olup Şafii ve başkaları da bu görüştedir. [91]

15- İmam Hutbe Verirken. Uyumak:

İbn Avn, İbn Sîrîn’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bizden önceki­ler imam hutbe verirken uyumayı mekruh kabul eder ve bu hususta ağır ifa­deler kullanırlardı. İbn Avn dedi ki: (İbn Şîrîn) daha sonra benimle karşılaş­tı ve: Ne dediklerini biliyor musun? diye sordu (ve devamla) dedi ki: Böy-leleri elleri boş dönen bir seriyyeye (sefere çıkan askeri birliğe) benzerler. Sonra dedi ki: Elleri boş dönenler ne demektir biliyor musun? Hiçbir gani­met elde edemeyenler, demektir.

Semura b. Cundüb’ten rivayete göre Peygamber (sav) buyurdu ki: “Sizden herhangi bir kimse uyuklayacak olursa arkadaşının oturduğu yere geçkin, ar­kadaşı da onun oturduğu yere geçsin.[92]

16- Cuma Namazının Şimdiye Kadar Sözünü Etmediğimiz Diğer Bazı Faziletleri ve Farz Oluşu:

Burada daha önce sözünü etmediğimiz cuma namazının fazileti ve farz olu­şu ile ilgili bazı açıklamalarda bulunacağız.

Hadis imamlarının Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayetine göre Rasûlullah (sav) cuma gününü sözkonusu ederek: “Bugünde öyle bir an vardır ki, namaz kı­lan müslüman bir kul, bu anı denk düşürüp yüce Allah’tan bir şey isteyecek olursa, mutlaka Aüah o kimseye o istediğini verir.” diye buyurdu ve eliyle bu anın oldukça kısa bir an olduğunu işaret etti.[93]

Müslim’in Sahİh’tnde Ebu Musa’dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ra-sûluüah (sav)’t şöyle buyururken dinledim: “O imamın (hutbe İçin) oturma­sı ile namazın biteceği vakte kaclarki süre arasındadır.”[94]

Enes’ten gelen hadiste belirtildiğine göre Peygamber (sav) bir gün yanı­mıza çıkmakta gecikti. Yanımıza çıkıp gelince: Bir süre gec kaldın, dedik; şöy­le buyurdu: “Çünkü Cebrail bana üzerinde siyah bir nokta bulunan beyaz bir aynayı andırır bir şey İle yanıma geldi. Ben: Bu nedir, ey Cebrail, dedim o dedi ki: Bu cumadır. Onda hem senin için, hem ümmetin için bir hayır var­dır. Yahudilerle, hristiyanlar bugüne denk gelmek istediler de isabet ettire-mediler. Allah sizi bugüne iletti. Ben: Ey Cebrail ya şu siyah nokta nedir? de­dim, şöyle dedi: Bu cuma gününde olup denk düşüren her müslüman kulun, Allah’tan bir hayır isteyip de mutlaka onu o kimseye verdiği yahutta onun bir benzerini onun için kıyamet gününe sakladığı ya da onun gibi bir kötü­lüğü ondan geri çevirdiği o malum andır. Şüphesiz ki o gün Allah nezdin-de günlerin en hayırltsıdır ve şüphesiz cennetliler o güne “el-mezîcT günü adını verirler” diye hadisi zikretti.[95]

İbnu’l-Mübarek ve Yahya b. Sel lam dedi ki: Bize el-Mesudi, el-Minhâl b. Arnr’dan anlattı. O Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Utbe’clen, o İbn Mesud’dan naklen dedi ki: Cumaya gitmekte birbirinizle yarışınız. Şüphesiz ki şanı yü­ce Aüah her cuma günü cennetliklere beyaz kâfurdan bir tepe üzerinde görünür. Onlar bu günde ona yakın olurlar, -İbnu’l-Mübarek dedi ki-: Dünya­da iken cumaya çabuk gidişlerindeki kadarıyla…[96] Yahya b. Sellam da de­di ki: Dünyada iken cumaya gitmek için hızlı davrandıkları gibi… (Yahya) şu­nu da eklemektedir: Onlara daha önce hiçbir şekilde görmedikleri türden ke­ramet (yüce makam ve kitııflar) ihsan eder. Yahya dedi ki: Ben eî-Mesudi’den başkasının bu rivayette şunu da eklediğini duydum: İşte bu da yüce Allah’ın: “Yanımızda fazlası da var” (Kaf, 50/35) buyruğunun anlattığıdır[97]

Derim ki: Hadisteki “bir tepe üzerinde” ifadesinden kasıt cennet ehlidir. Onlar bir tepe üzerinde bulunacaklar demektir. Nitekim ei-Hasen yaptığı ri­vayette şöyle demektedir: RasûiulLah (sav) buyurdu ki: “Şüphesiz cennetlik­ler her cuma gününde kâfurdan bir tepe üzerinde Rabblerine bakacaklardır. Bu uzayıp giden tepenin iki ucu görünmez. Orda her iki kıyısı misk olan bir nehir akar. Üzerinde Kur’ân’ı öncekilerin de, sonrakilerin de duyduğu en gü­zel seslerle okuyacak cariyeler bulunacaktır. Evlerine geri döndüklerinde her-bir kişi bu cariyelerden dilediğinin elinden alıp gider. Daha sonra inciden köp­rüler üzerinden geçerek evlerine giderler. Eğer yüce Allah onlara evlerini gös­termeyecek olursa, yüce Allah’ın her cumada onlara yeniden yaratacağı şeyler dolayısıyla kendiliklerinden evlerinin yolunu bulamazlar.” Bunu Yah­ya b. Sellam zikretmiştir.[98]

Enes’ten de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (sav) buyurdu ki: İsraya götürüldüğüm gece Arşın altında yetmiş tane şehir gördüm. Herbir şe­hir sizin bu şehirlerinizin yetmiş kat büyüklüğündedir. Allah’ı teşbih ve tak­dis eden meleklerle doludur. Teşbihlerinde: Allah’ım, cuma gününe hazır bu­lunan kimselere mağfiret buyur. Allah’ım, cuma günü gusleden kimselere mağfiret buyur, derler.” Bu hadisi es-Sa’lebi zikretmiştir.

Kadı eş-Şerif Ebu’l-Hascn Ali b. Abdullah b. İbrahim el-Haşimi el-İsevî -İsa b, Ali b. Abdullah b, Abbas (r.a)’ın soy undandır- sahih bir sened ile Ebu Musa el-Eş’arî’den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve ceül olan Allah kıyamet gününde günleri gerçek şekilleri ile vare^ deceği; cuma gününü aydınlık bir çiçek gibi var edecektir. Cumaya devam edenler etrafını eşine zifaf için hazırlanan gelin gibi etrafım saracaklardır. On­ların önünü aydınlatacak, onlar da ışığında yürüyeceklerdir. Renkleri kar gi­bi beyaz, kokulan misk gibi etrafa yayılacaktır. Kâfurdan dağlarda dolaşacak­lar. Bütün cinler, melekler hayretle onların yol alışlarına bakacaklardır. On­lar cennete girecekler ve Allah’tan ecir bekleyerek ezan okuyan müezzinler dışında kimse de onlarla birlikte olmayacaktır.”[99]

İbn Mace’nin Sünen’inde Ebu Hureyre’den rivayete göre Rasûhıllah (sav) şöyle buyurmuştur: “Cuma bir dahaki cumaya kadar -büyük günahlar işlen­mediği sürece- ikisi arasındakiler^ keffaret teşkil eder.” Bu hadisi bu mana­da Müslim de rivayet etmiştir.[100]

Evs b. Evs es-Sakafi’den dedi ki: Rasûluflah (sav)’ı şöyle buyururken dinledim: “Kim cuma günü başını yıkar vc(ya) gusledip erken vakitte çıkar ve binmeksizin yürüyerek erkence gider, imama yakın bir yerde oturup hut­beyi dinleyip boş bir ig yapmazsa, attığı herbir adım karşılığında onun için bir yıllık oruç tutmuş ve namaz kılmış gibi ecir yazılır. “[101]

Cabir b. Abdullah’tan dedi ki: Rasûlullah (sav) bize hutbe İrad ederek bu­yurdu ki: “Ey insanlar! Ölmeden önce Allah’a tevbe ediniz. İşlerle meşgul ol­madan önce salih ameller işlemekte elinizi çabuk tutunuz. Sizinle Rabbini-zin arasındaki bağı O’nu çokça zikretmek, gizli açık hallerde çokça sadaka vermek suretiyle sağlamlaştınnız ki size nzık verilsin, yardım olunsun ve mü­kâfat verilsin. Bilin ki Allah sizlere bulunduğum bu yerde, içinde bulundu­ğum bu ayda, bu yılda kıyamet gününe kadar cumayı farz kılmıştır, ben ha­yattayken yahutta vefatımdan sonra her kim -âdil ya da zalim bir imamı bu­lunduğu halde- onu hafife alarak ya da inkâr ederek terkedecek olursa, Al­lah onun iki yakasını bir araya getirmesin. İslerinde ona bereket ihsan etme­sin. Hatta şunu bilin ki onun namazı da olmaz, zekâtı da olmaz, haca da ol­maz. Hatta onun orucu da olmaz, iyilikleri de olmaz. Tevbe edinceye kadar… Kim tevbe ederse Allah da onun tevbesini kabul eder. Şunu bifin ki; kesin­likle hiçbir kadın bir erkeğe imam olamaz. Bedevi bir Arap, bir muhacire imam olamaz. Günahkâr bir kimse, mü’min bir kimseye imam olamaz. An­cak kılıcından ya da kamçısından korktuğu bir sultanın bu hususta onu bas­kı altında mecbur tutması hali müstesnadır.”[102]

Meymun b. Ebi Şeybe dedi ki: Haccac ile birlikte bir cuma kılmak istedim. Gitmek üzere hazırlandım, sonra şöyle dedim: Ben nereye gidiyorum. Şu gü­nahkâr kimsenin arkasında namaz mı kılacağım? Bir sefer: Gideyim dedim, bir sefer gitmeyeyim dedim. Sonra da gitmekte karar kıldım. Evin bir tara­fından birisi bana şöyle seslendi: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın,” [103]

17- Allah’ın Yanında Bulunanlar Dünyalıklardan Hayırlıdır:

“De ki:’Allah’ın yanındaki eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır”

buyruğu iki şekilde açıklanmıştır. Birincisine göre Allah’ın yanındaki nama­zınızın sevabı sizin eğlence zevkinizden ve ticaretinizin sağladığı faydadan daha hayırlıdır. İkincisine göre Allah’ın sizin için ayırmış olduğu rızkınız, el­de eniğiniz eğlence ve ticaretinizden daha hayırlıdır.

Ebu Recâ el-Utaridî: “Allah’ın yanındaki eğlenceden de, ticaretten de ha­yırlıdır” anlamındaki buyruğu; “İman edenler için…” ziyadesiy­le okumuştur.

“Allah rizık verenlerin en hayırlısıdır.” Yani O nzık verenlerin, rızıkhn-dıranlann en hayırlısıdır. O halde O’ndan isteyiniz. Onun yanındaki dünya ve âhiret hayırların: elde etmek için O’na itaat ile O’ndan yardım isteyiniz.

(Cumua Sûresi burada sona ermektedir. Allah’a hamd olsun).

Kuran

Cuma Suresi

el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an ( İmam Kurtubi ) | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.