61 – Saf Suresi | İbn Kesir Tefsiri
Medine’de nazil olmuştur.

Saf Suresi | İbn Kesir Tefsiri
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
1 — Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ı tesbîh eder. Ve O; Azîz’dir, Hakım’dir.
2 — Ey îmân edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?
3 — Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah katmda büyük bir gazaba sebep olur.
4 — Muhakkak ki Allah; kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever.
«Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ı tesbîh eder. Ve O; Azîz’dir, Hakîm’dir.» kavli üzerinde burada tekrarı gerektirmeyecek kadar birden çok yerde söz edildi.
«Ey îmân edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?» Bu âyet; bir şeyi va’dedip veya bir sözü söyleyip onu yerine getiremeyenlere reddiyedir. Nitekim Selef ulemâsından bazıları, bu âyeti delil getirerek mutlak şekilde va’di yerine getirmenin vâcib olduğunu söylemişlerdir. Va’dedilen şeye ister bir borç tereddüb etsin, ister etmesin. Keza bunlar Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde sabit olan şu hadîsi de delil getirirler: Münâfıkın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, va’dedince sözünden döner ve emânet edilince hiyânet eder. Bir başka sahîh hadîste de şöyle buyurulur: Kimde üç şey bulunursa; o hâlis münafıktır. Kimde de bunlardan birisi bulunursa, onda bu âdeti terkedinceye kadar münafıklıktan bir haslet bulunur. Hadîste yukarda zikredilenlerden sonra dördüncü olarak va’dinden caymak ifâdesi kullanılmaktadır. Buhârî Şerhi’nin baş tarafında bu iki hadîsle ilgili uzun uzadıya söz ettik. Hamd ve minnet Allah’a mahsûstur.
Bunun için Allah Teâlâ onlara reddiyeyi pekiştirerek buyuruyor ki: ((Yapamayacağınızı söylemeniz Allah katında büyük bir gazaba sebep olur.» İmâm Ahmed ve Ebu Dâvûd, Abdullah İbn Âmir İbn Rabîa’dan naklettiler ki; o, şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.) bizim evimize geldi. Ben, o sırada küçük çocuktum. Çıkıp oynamak için gittim. Anam bana dedi ki: Ey Abdullah gel, sana bir şey vereceğim. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Sen, ona bir şey vermek istemiş değildin değil mi? Sen ona ne vermek istedin? dedi. O; hurma, dedi. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Eğer sen, bunu vermemiş olsaydın senin üzerine bir yalan yazılırdı.
İmâm Mâlik merhum vaadedilen kişiye bir borç ilişiyorsa ve bu va-adla alâkalı ise; o borcun îfâ edilmesi vâcib olur, der. Sözgelimi birisi bir başkasına; evlen sana her gün şu kadar şey, dese ve o da evlense, evli olduğu sürece ona bunu vermesi vâcib olur. Çünkü ona insanoğluna âit bir hak ilişmiştir ve bu sıkıntıya vesile olacak bir haktır. Cumhûr-u Fu-kahâ ise bunun mutlak anlamda vâcib olmayacağı görüşündedirler. Âyeti de mü’mialerin cihâdın farz olmasını arzuladıktan zaman nazil olduğunu ve cihâd farz olunca, bir kısmının bundan kaçındığım bildirerek bu mânâya hamletmişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ Nisa sûresinde şöyle buyurmaktadır: «Kendilerine: Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekâtı verin, denilmiş olanlara bakmaz mısın? Şimdi onlann üzerine savaş farz kılınınca; içlerinden bir grup Allah’tan korkar gibi hattâ daha şiddetli bir korku ile insanlardan korkuyorlar. Bunlar: Ey Rab-bımız, üzerimize şu savaşı niye farz kıldın? Ne olurdu bizi yakın bir geleceğe kadar geri bırakaydın, dçdiler. Onlara de ki: Dünyanın geçimi azdır. Âhiret ise, müttakîler için elbet daha hayırlıdır. Ve Hıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız. Nerede olursanız olun, sağlam “kaleler içinde dahi olsanız ölüm sizi bulacaktır.» (Nisa, 77-78) Muhammed sûresinde ise şöyle buyurmaktadır: «îmân etmiş olanlar; bir sûre indirilmeli değil miydi? derler. Fakat muhkem bir sûre indirilip te muharebe zikro-lununca; kalblerinde hastalık olanların, ölüm korkusundan bayılmış kimselerin bakışları gibi sana baktıklarını görürsün.» (Muhammed, 20) Bu âyetin anlamı da işte böyledir. Nitekim Ali İbn Ebu Talha, Abdullah tbn Abbâs’ın «Ey îmân edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?» kavli hakkında şöyle dediğini bildirir: Cihâd farz kılınmazdan önce, mü’minlerden bazı kimseler dediler ki: Allah Az2e ve Celle’nin bizi kendi katında amellerin en güzeline sevketmesini ve bizim de onu işlememizi çok arzulardık. Allah Teâlâ Nebiyyi Zîşân’ına bildirdi ki; şüphesiz kendi katında amellerin en güzeli, O’na inanmak ve inanma-yıp karşı çıkan günahkârlarla savaşmaktır. Cihâd âyeti nazil olunca; mü’minlerden bazı kimseler bunu hoş karşılamadılar ve bu emir onlara ağır geldi. Bunun üzerine Allah Sübhânehu ve Teâlâ: «Ey îmân edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?» âyetini indirdi. Bu, İbn Ce-rîr Taberî’nin tercih ettiği görüştür.
Mukâtil İbn Hayyân der ki: Mü’minler; Allah’a en çok hoş gelen ameli bilseydik de onunla amel etseydik, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara, kendisine hoş gelen amelleri gösterdi ve: «Muhakkak ki Allah; kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar phi saf halinde savaşanları sever,» buyurdu. Ve onlara bunu bildirdi. Uhud günü bununla denendiler ve Hz. Peygamberi bırakarak gerisin geri kaçtılar. Bunun üzerine de Allah Teâlâ: «Ey îmân edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?» âyetini indirdi ve buyurdu ki: Benim için sizin en çok sevimli olanınız, Benim yolumda savaşanınızdır. Bazıları da dediler ki; bu âyet savaş hakkında nazil olmuştur. Kişi savaşmadığı halde savaştım, ta’n edilmediği halde ta’n edildim, dövülmediği halde dövüldüm, dayanmadığı halde dayandım, diyordu. Katâde ve Dahhâk derler ki: Bu,âyet; öldürdük, vurduk, tâ’n ettik, yaptık, deyip te bunları yapmayanları uyarmak üzere nazil olmuştur. İbn Zeyd ise der ki: Bu âyet, müslüman-lara yardım vaadedip te yerine getirmeyen münafıklardan bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Mâlik, Zeyd îbn Eslem’den nakleder ki; O, «Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?» ifâdesinin cihâd olduğunu bildirmiştir. İbn Ebu Necîh ise Mücâhid’den nakleder ki: «Ey îmân edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?… Muhakkak ki Allah, kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever.» âyetleri Ansâr’dan aralarında Abdullah İbn Revâha’nm da bulunduğu bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Onlar bir mecliste; Allah için amellerin hangisi en çok sevimlidir bilsek de ölünceye kadar onunla amel etsek, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlar hakkında bu âyeti indirdi. Abdullah İbn Revana: Ben ölünceye kadar kendimi Allah yolunda tutuklu sayarım, dedi ve gerçekten şehîd edilerek öldürüldü.
îbn Ebu Hatim der ki: Bize babam… Ebu’l-Esved’den nakletti ki; o, şöyle demiş: Ebu Mûsâ, Basra’lı Kurrâ’lara haber gönderdi de 300 kişi yanlarına geldiler. Hepsi de Kur’ân’ı okumuşlardı. Basra halkının seçkini ve Kurrâsı siz misiniz? dedi ve Biz, teşbih ile başlayan sûrelerden birine benzettiğimiz bir sûreyi okuyorduk, ancak onu unuttuk, yalnızca ezberimde kalan o sûreden «Ey îmân edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?» kavlidir. Boynunuzda” şahadet yazılacaktır ve kıyamet günü ondan sorulacaksınız.
Bunun için Allah Teâlâ buyuruyor ki: «Muhakkak ki Allah; kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever.» Allah Teâlâ; kargaşa ortamında Allah düşmanlarıyla karşılaşmak üzere saf tutan ve Allah’ın kelimesi en yüce olsun, dini diğer dinlere en üstün olsun ve gâlib gelsin diye küfredenlerle Allah yolunda savaşan mü’-min kullarını sevdiğini haber vermektedir. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ali İbn Abdullah… Ebu Saîd el-Hudrî’den nakletti ki; Ra-sûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Üç kişiye Allah güler: Geceleyin kalkan adama, namaz için saf tutan topluluğa ve savaş için dizilen kavme. İbn Mâce de bu hadîsi Ebu’l-Veddâk Cebr İbn Nevf kanalıyla Ebu Saîd el-Hudrî’den nakleder. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babam… Yezîd İbn Abdullah’tan nakletti ki; o, Mutarrif’in şöyle dediğini bildirmiş: Ebu Zerr (r.a.)den bana bir hadîs ulaştırılmıştı. Ben bu konuda onunla bululmak istiyorum. Buluştuğumuzda ona dedim ki: Ey Ebu Zerr, senden bana bir hadîs ulaştırıldı, seninle bu konuda buluşmak istiyorum. O dedi ki: Allah seni babana bağışlasın, işte buldun getir; işte buldun, haydi sor. Ben dedim ki: Sen Rasûlullah (s.a.)ın size şöyle bir hadîs söylediğini iddia etmişsin: Allah üç kişiyi sever ve üç kişiye de buğz eder. O, evet, ben dostum Aleyhisselâm’a yalan atfedecek değilim, dedi.
Ben dedim ki: Allah’ın kendilerini sevdiği bu üç kişi kimlerdir? O dedi ki: Allah yolunda gazaya katılan bir kişi. O, Allah’ın rızâsını gözeterek cihâd etmek üzere çıkıp düşmanla karşılaşmış ve Öldürülmüştür. Siz, bunu Allah’ın indirilen kitabında bulursunuz. Sonra «Muhakkak ki Allah; kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever.» âyetini okudu ve daha sonra hadîsi bütünüyle zikretti. İbn Ebu Hatim bu hadîsi bu ifâde ve kanalla böylece îrâd edip kısaca kaydetti. Tirmîzî ve Neseî ise Şu’be kanalıyla… Ebu Zerr’den bu hadîsi bundan daha geniş ve daha bütün olarak zikretti ki; biz, onu bir başka yerde îrâd etmiştik. Hamd Allah’a mahsûstur.
Kâ’b el-Ahbâr der ki: Allah Hz. Muhammed’e buyurur ki: Seçkin ve mütevekkil kulum katı ve ağır değildir. Sokaklarda dolaşmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, ama affeder ve bağışlar. Doğumu Mekke’dedir, hicreti Kâ’be’dedir, mülkü Şam’dadır, ümmeti hamdedenlerdir. Her halükârda ve her yerde Allah’ı hamdederler. Seher vakti gökyüzünde arı sesi gibi ses çıkarırlar. Çevrelerini aydınlatırlar, vücûdlarmı örterler, savaşlardaki safları, namazlardaki safları gibidir. Sonra Kâ’b el-Ahbâr: «Muhakkak ki Allah; kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever.» âyetini okumuş. Güneşi gözetlerler. Vakti geldiğinde namazlarını kılarlar, deve sırtmda da olsa onu terketmez-ler. Bu haberi İbn Ebu Hatim nakletmiştir. Saîd îbn Cübeyr de: «Muhakkak ki Allah; kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever.» âyeti konusunda şöyle demiş: Hz. Peygamber, saf tutmaksızm düşmanla savaşmazdı. Bu; Allah’tan mü’minlere bir ta’-lîmdir. «Kenetlenmiş bir duvar gibi» kavli savaşta birbirine ilişmiş olarak saf tutan demektir. Mukâtil İbn Hayyân da; birbirine ilişmiş olarak, diye mânâ verir. İbn Abbâs ise; yerleştirilmiş, hiç kalkmayan ve birbirine bağlanmış olan, diye anlam verir. Katâde de der ki: Bina sahibini görmez misin, binasının birbirinden ayrı olmasını hiç sever mi? Allah Azze ve Celle de böyledir. O’nun emri birbirinden ayrılmaz. Allah Teâlâ mü’minlere savaşlarda saf tutturduğu gibi namazda da saf tutturmuştur. Allah’ın emri sizin üzerinize olsun. Çünkü o, ona sarılanları korur. Bütün bunları İbn Ebu Hatim îrâd etmiştir. İbn Cerîr Taberî der ki: Bana Saîd İbn Amr… Ebu Bahriyye’den nakletti ki; o, şöyle demiş: Mü’minler at üstünde savaşmaktan hoşlanmazlar, yeryüzünde savaşmaktan hoşlanırlardı. Çünkü Allah Azze ve Celle «Muhakkak ki Allah; kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf halinde savaşanları sever.» buyuruyor. Ebu Bahriyye dermiş ki: Benim safta kaydığımı görürseniz, sakalımın bittiği yere vurun.[1]
İzahı
5 — Hani Mûsâ, kavmine demişti ki: Ey kavmim, niçin bana eziyet verirsiniz? Halbuki benim size gerçekten Allah’ın rasûlü olduğumu biliyorsunuz. Fakat onlar yoldan sapınca; Allah da onların kalblerini saptırmıştı. Ve Allah, fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez.
6 — Hani Meryem Oğlu îsâ da demişti ki: Ey İsrâiloğul-ları, muhakkak ki ben size Allah’ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayan ve benden sonra gelecek, adı Ahmed olacak bir peygamberi de müjdeleyenim. Ama o, kendilerine açık burhanlarla gelince; bu, apaçık bir büyüdür, dediler.
Allah Teâlâ kulu, rasûlü ve kerîmi; İmrân Oğlu Musa’dan bahsederek onun kavmine şöyle dediğini bildiriyor; «Ey kavmim, niçin bana eziyet verirsiniz? Halbuki benim size gerçekten Allah’ın rasûlü olduğumu biliyorsunuz.» Benim size getirmiş olduğum risâletin doğruluğunu bildiğiniz halde, bana niçin eziyet ediyorsunuz? Bu ifâdede Rasûlullah (s.a.)ın kavminden ve diğer kâfirlerden gördüğü eziyetlere teselli bulunduğu gibi, sabır emri de bulunmaktadır. Nitekim Rasûl-i Ekrem buyurmuştur ki: Allah Musa’ya merhamet etsin. O, bundan çok daha fazla eziyete uğradı da sabretti. Aynı zamanda bu âyette mü’minlerin Ra-sûlullah’a eziyet etmelerini yasaklayan bir nehiy de bulunmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ Ahzâb sûresinde: «Ey îmân edenler, Musa’ya eziyet vermiş olanlar gibi olmayın. Nitekim Allah, onu söyledikleri şeyden uzak tutmuştu. Ve o, Allah katında değerli idi.» (Ahzâb, 69) buyuruyor.
«Fakat onlar yoldan sapınca; Allah da onların kalblerini saptırmıştı.» Bildikleri halde Hakka ittibâ’ etmekten dönünce Allah Teâlâ da onların kalbini hidâyetten döndürmüş ve içine şek, kararsızlık ve mah-cûbiyyet yerleştirmişti. Nitekim En’âm sûresinde şöyle buyurur: «Biz, onların kalblerini ve gözlerini çeviririz de ona ilk defa îmân etmedikleri gibi azgınlıkları içinde kör ve şaşkm bırakırız.» (En’âm, 110) Nisa sûresinde ise şöyle buyurur: «Kim, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygambere karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse; onu döndüğü yolda bırakırız. Kendisini cehenneme koyarız. Ne kötü dönüş yeridir orası.» (Nisa, 115) Bu sebeple burada da: «Ve Allah, fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez.» buyurmaktadır.
«Hani Meryem Oğlu îsâ da demişti ki: Ey İsrâiloğulları, muhakkak ki ben size, Allah’ın peygamberiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayan ve benden sonra gelecek, adı Ahmed olacak bir peygamberi de müjdeleyenim.» Yani Tevrat beni müjdelemiştir ve onun haber verdiği şeyin doğrulayıcısı benim. Ben de benden sonra gelecek olanı ümmî, Arap ve Mekke’li peygamber Ahmed’i müjdelemekteyim. Hz. îsâ (a.s.) İsrâiloğulları peygamberlerinin sonuncusudur. İsrâiloğullarından bir topluluğun katında Hz. Muhammed’i müjdelemiştir. Bu peygamberlerin ve elçilerin hâtemi, kendisinden sonra ne nübüvvet ne de risâlet bulunan Ahmed-i Muhtâr’dır. Buhârî’nin naklettiği şu hadîs ne de güzeldir: Ebu Yemmân… Cübeyr İbn Mut’im’den nakleder ki; o, şöyle demiş: Ben, Rasûlullah’m şöyle buyurduğunu duydum: Benim pekçok isimlerim vardır: Ben, Muhammed’im, Ben, AJımed’im. Ben, kendisiyle Allah’ın küfrü mahvettiği Manî’yim. Ben, insanların ölümde haşredilecek-leri Hâşir’im ve ben Âkib’im. Müslim de bu hadîsi, Zührî kanalıyla Cübeyr îbn Mut’ün’den aynı şekilde nakleder. Ebu Dâvûd et-Tayâlisî der ki: Bize Mes’ûdî… Ebu Musa’nın şöyle dediğini bildirdi. Rasûlullah (s.a.) bize kendisini birçok isimlerle tanıttı. Bizim bunlardan ezberimizde kalan; ben, Muhammedim, Ahmed’im, Hâşim’im, rahmet peygamberiyim, tevbeyim ve mülhime’yim ifâdeleri- bulunmaktadır. Müslim, A’meş kanalıyla Amr İbn Mürre’den ,o da Ebu Musa’dan bu hadîsi rivayet eder.
Nitekim Allah Teâlâ diğer âyetlerinde şöyle buyurmaktadır: «Onlar ki; yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulacakları; okuma-yaz-ma bilmeyen ve nebî olan Rasûle tâbi’ olurlar. O, kendilerine ma’rûfu emreder, münkerden nehyeder…» (A’râf, 157) Bir diğer âyet-i kerîme’-de ise şöyle buyurur: «Hani Allah; peygamberlerden söz almış: Andol-sun ki, size kitabı, hikmeti verdim. Yanınızda olanı doğrulayıcı bir pey: gamber geldiğinde mutlaka ona inanacak ve yardım edeceksiniz. îkrâr edip de ahdi kabul ettiniz mi? demişti. Onlar da: İkrar ettik, demişlerdi. Allah: Şâhid olun, Ben de sizinle beraber şâhidlerdenim, demişti.» (Âl-i îmrân, 81).
İbn Abbâs der ki: Allah hangi peygamberi göndermişse mutlaka ondan şöyle bir ahid almıştır: Eğer o, diri iken Muhammed gönderilecek olursa mutlaka ona tâbi1 olacaktır. Ve yine onun ümmetinden; Muhammed (a.s.) onlar diri iken gönderilecek olursa ona tâbi’ olup yardım edeceklerine dâir ahid almalarını bildirmiştir. Muhammed İbn îs-hâk der ki: Bana Sevr. İbn Yezîd.,. Hâlid İbn Ma’dân kanalıyla Rasû-lullah’ın ashabından nakletti.ki, onlar; ey Allah’ın Rasûlü, bize kendinden haber ver, demişler. Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Atam İbrahim’in daveti ve İsa’nın müjdecisiyim. Bana hâmile kaldığında annem kendisinden bir nurun çıktığını ve onunla Şâm diyânndaki Busrâ köşklerinin aydınlandığını görmüş. Bu rivayetin isnadı sağlamdır. Başka vecihlerle ona bazı şâhidler de ilâve edilmiştir. Nitekim İmâm Ahmed der ki: Bana Abdurrahmân İbn Mehdî… Arbâd İbn Sâriye’den nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle demiş: Doğrusu ben, Allah katında pey^ gamberlerinin hâtemi idim. Halbuki Âdem o zaman daha çamurunun içine katılmış değildi. Bunun başını da size bildireceğim. Atam İbrahim’in çağrısı ve İsa’nın müjdesiyim. Annemin görmüş olduğu rü’yâ-yım. Bütün peygamberlerin anneleri böyle rü’yâlar görürler. Yine Ahmed der ki: Bize Ebu Nadr… Lokman İbn Âmir’den nakletti ki; o, Ebu Emânıe’nin şöyle dediğini işittim, demiştir: Ey Allah’ın peygamberi, senin başlangıçtaki durumun nedir? dedim de O, buyurdu ki: Atam îb-râhîm’in çağrısı, İsa’nın müjdesiyim. Annem kendisinden bir nurun çıkıp Şâm konaklarını aydınlattığını görmüş. Yine İmâm Ahmed der ki: Bize Hasan İbn Mûsâ… Abdullah İbn Mes’ûd’dan şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (s.a.) bizi Necâşî’ye gönderdi. Biz yaklaşık seksen kişi civarındaydık. Aralarında Abdullah İbn Mes’ûd, Ca’fer ve Abdullah İbn Urfuta, Osman İbn Maz’ûn ve Ebu Mûsâ da vardı. Bunlar Necâşî’ye vardılar. Kureyş’liler de Amr İbn Âs ile İmâre İbn Velîd’i hediyelerle Necâşî’ye gönderdiler. Bu ikisi Necâşî’nin huzuruna varınca ona secde ettiler. Sonra sağından ve solundan ona yaklaşarak dediler ki: Amcamız çocuklanndan bir topluluk, senin toprağına girdi, bizden ve dinimizden döndü. Necâşî; onlar neredeler? dedi. Onlar senin toprağında-dırlar, gönder de onları getirt, dediler. Necâşî gönderip onları getirtti. Ca’fer İbn Ebu Tâlib dedi ki: Ben, bugün sizin hatibinizim. Onlar da bunu kabul ettiler. Ca’fer İbn Ebu Tâlib selâm verdi ve secdeye kapanmadı. Ona, hükümdara neden secde etmezsin? dediklerinde; o, biz Azîz ve Celîl olan Allah’tan başkasına secde etmeyiz, dedi. Necâşî; o da nedir? deyince, Ca’fer dedi ki: Allah bize peygamberini gönderdi. Azîz ve Celîl olan Allah’tan başka hiç bir kimseye secde etmememizi emretti. Namaz kılmamızı ve zekât vermemizi buyurdu. Amr İbn Âs dedi ki: Onlar Meryem Oğlu îsâ konusunda sana muhalefet ediyorlar. Necâşî; Meryem Oğlu Isâ ve annesi hakkında ne dersiniz? deyince, o; Azîz ve Celîl olan Allah’ın dediği gibi deriz: O, Allah’ın kelimesi ve bakire Meryem’e hiç bir erkek eli değmeksizin ilkâ ettiği ruhudur. Abdullah İbn Mes’ûd der ki: Necâşî yerden kalktı ve şöyle dedi: Ey Habeş’liler topluluğu, ve ey papazlar, râhibler; Allah’a andolsun ki onlar, bizim söylediklerimizden fazla bir şey söylemiyorlar. Sadece onun kadarım söylüyorlar. Merhaba siz ve katından geldiğiniz zâta. Ben, onun Allah’ın ra-sûlü olduğuna şehâdet ederim ve onun İncil’de gördüğümüz zât olduğunu kabul ederim. Meryem Oğlu îsâ’nın onu müjdelediğini bildiririm. İstediğiniz yere konaklayın. Allah’a andolsun ki ben, eğer kral olmasaydım gider onun ayakkabılarını taşır ve ona abdest aldırırdım. Sonra emretti diğerlerinin hediyesini onlara geri iade ettiler. Bilâhare Abdullah İbn Mes’ûd, Bedir harbine katıldı. Rasûlullah (s.a.)ın ölüm haberini aldığında Necâşî için mağfiret dilediğini söylemiştir.
Bu kıssa; Ca’fer ve Ümmü Seleme (r.a.)den de rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin yeri Sîret kitablandır. Maksad şudur: Peygamberler —Allah’ın selâmı onların üzerine olsun— kendi kitaplarında ümmetlerine onu anlatıyor, niteliklerini bildiriyor ve gönderildiği zaman ona tâbi’ olup desteklemelerini emrediyorlardı. Yeryüzünde peygamberlerin atası İbrâhîm Halîlullah’ın dilinden Mekke halkı için duâ ettiğinde, kendilerine onlardan bir peygamber göndermesini istediği meşhurdur. Meryem Oğlu İsa’nın da dilinden müjdelendiği bilinmektedir. Bunun için Hz. Peygambere başlangıcından bize haber ver, dediklerinde, ben; Atam İbrahim’in duası, Meryem Oğlu İsa’nın müjdesi ve annemin gördüğü rü’yâyım, diye cevab vermiştir. Yani bu rü’yâ daha sonra Mekke’de ortaya çıkmıştır. Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
«Ama o, kendilerine açık burhanlarla gelince; bu, apaçık bir büyüdür, dediler.» İbn Cüreyc vs İbn Cerîr Taberî derler ki: Onlara geçmiş asırlarda müjdelenen ve eski çağlarda zikri hürmetle anılan Ahmed geldiğinde, durumu ortaya çıkıp belgeler getirdiğinde ona muhalefet eden kâfirler «Bu, apaçık bir büyüdür,» dediler.[2]
7 — İslâm’a çağırıldığı halde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir? Allah, zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.
8 — Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.
9 — Müşrikler istemeseler de, dinini bütün dinlere üş-fcün kılmak için peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur.
Allah Teâlâ buyuruyor ki: «İslâm’a çağrıldığı halde, Allah’a karşı yaran uydurandan daha zâlim kimdir?» Allah’a yalan isnâd eden, tev-hîd ve ihlâsa çağrıldığı halde ortaklar kabul ederek şirk koşandan daha zâlim hiç bir kimse yoktur. «Allah, zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.»)
«Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler.» Onlar, hakkı bâtıla çevirmek için çabalarlar. Onların bu durumu ağzıyla güneşin ışığını söndürmek isteyen kimsenin durumu gibidir. Nasıl o imkânsız ise aynı şekilde bu da imkânsızdır. Bunun için Hak Teâlâ âyetin devamında: «Halbuki kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır.» buyuruyor. Müşrikler istemese de dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidâyet ve hak din üzere gönderen O’dur.» Tevbe sûresinde (âyet, 32-33) bu iki âyetin tefsiri zikredildîğinden burada ayrıca zikre gerek duymuyoruz. Hamd ve minnet Allah’a mahsûstur.[3]
10 – Ey îmân edenler; sizi elîm azâbtan kurtaracak bir ticâreti göstereyim mi size?
11 — Allah’a ve peygamberine îmân eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz bu; sizin için çok daha hayırlıdır.
12 — O, sizin günâhlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel yerlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.
13 — Seveceğiniz başka bir şey daha var; Allah katında yardım ve yakın bir fetih. Sen mü’minlere müjde ver.
Abdullah İbn Selâm’ın hadîsinde geçtiği gibi, Ashâb-ı Kiram —Allah onlardan razı olsun— Allah Azze ve Celle’ye en sevimli olan ameli —yapabilmek için— sormak istemişler ve Allah Teâlâ da bu sûreyi inzal buyurmuştu. İşte bu cümleden olarak Allah Teâlâ, bu âyet-i kerî-me’de buyuruyor ki’ «Ey îmân edenler; sizi elîm azâbdan kurtaracak bir ticâreti göstereyim mi size?» Sonra bu bitmez tükenmez büyük ticâreti tefsir ediyor ki bu ticâret, isteneni elde ettirecek, kaçınılması gerekeni ortadan kaldıracak bir ticârettir: «Allah’a ve peygamberine îmân eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz bu; sizin içjn çok daha hayırlıdır.» Dünyâ ticâretinden, yorulmadan, bıkmadan dünyaya koşmaktan daha hayırlıdır.
«O, sizin günâhınızı bağışlar.» Eğer size emrettiğim ve gösterdiğim şeyleri yaparsanız; sizin eksikliklerinizi bağışlar ve sizi cennetlere, güzel meskenlere, yüce derecelere girdiririm. «Sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel yerlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var.» Bunun ötesinde seveceğiniz daha başka bir şey veririm: «Allah katından yardım ve yakın bir fetih.» Siz Allah yolunda savaşır ve Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım etmeyi tekeffül eder. Nitekim bir başka âyette buyurur ki: «Ey îmân edenler; eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve sebatınızı artırır.» (Muhammed, 7) Ve yine bir başka âyette şöyle buyurur: «Allah, kendisine yardım edenlere elbette yardım eder. Şüphesiz ki Allah; Kavî’dir, Azîz’dir.» (Hacc, 40).
«Ve yakın bir fetih.» Çabucak gelecek bir fetih. Bu fazlalık dünyanın en hayırlı şeyidir ve âhiret nimetiyle birleştirilmiştir. Allah’a ve Ra-sûlüne itaat edip Allah’a ve dinine yardım edenlere müjdelenen bir fetih. Bu sebeple Allah: «Sen mü’minlere müjde ver.» buyuruyor.[4]
14 — Ey îmân edenlar: siz Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem Oğlu îsâ, havarilere: Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kımterdir? deyince, havariler demişlerdi ki: Biziz Allah’ın yardımcıları. İsrâiloğullarının birtakımı böylece inanmış, birtakımı da küfretmişti. Nihayet Biz, o îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik de böylece üstün geldiler.
Allah Teâlâ mü’min kullarına bütün hallerinde, sözlerinde, fiillerinde kendi kendileriyle olan durumlarında ve mallarında Allah’a yardımcı olmalarını emrediyor. Tıpkı «Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kim? dediklerinde Havarilerin îsâ (a.s.)ya icabet ettiği gibi siz de Allah’a ve Rasûlüne icabet edin. Allah Azze ve Celle’ye davet konusunda kim bana yardım eder? Havariler demişlerdi ki: «Biziz Allah’ın yardımcıları.» Havariler îsâ (a.s.)nın tâ’bileridir. Onlar; senin gönderildiğin gerçekte sana yardım edip bu hususta destek olacak kişiler biziz, demişlerdi. Bu sebeple îsâ peygamber, onları Şâm diyânndaki Yahudiler ve Yunanlılar arasına propagandacı olarak göndermişti. Ra-sûlullah (s.a.) da hacc günlerinde aynı şekilde; Rabbımın risâletini tebliğ edinceye kadar kim beni koruyacak? Çünkü Kureyş’liler Rabbımın risâletini tebliğ etmemi engelliyorlar, demişti. Nihayet Allah Teâlâ Medîne halkından Evs ve Hazrec kabilesini yardımcı olarak gönderdi de, ona bîat edip desteklediler Ve onu kendilerine hicret ettiği takdirde kızıla ve karaya karşı koruyacaklarını bildirdiler. Ashabı ile beraber o, Medine’ye hicret edince de Allah’a verdikleri sözü yerine getirip onu korudular. Bu sebeple Allah ve Rasûlü onlara; yardımcılar, anlamına «Ansâr» adını verdi ve bu, onların özel ismi oldu. Allah onlardan razı olsun ve onları hoşnûd etsin.
«İsrâiloğullarınm birtakımı böylece inanmış, birtakımı da küfret-mişti.» Meryem Oğlu îsâ (a.s.) Râbbının risâletini kavmine tebliğ edince ve havarileri ona destek olunca; îsrâiloğullanndan bir kısmı Meryem Oğlu îsâ’nın kendilerine getirdiği gerçeklere bağlanıp doğru yolu buldular. Bir kısmı da onun peygamberliğini inkâr edip getirdiği gerçeklerin dışına çıkıp dalâlete düştüler. Ona ve annesine büyük iftiralar attılar. Bunlar yahûdîlerdir. Kıyamet gününe kadar Allah’ın ardarda gelen lâ’neti onların üzerine olsun. îsâ konusunda ona tâbi’ olanlardan bir grup ta aşırı gittiler. Nihayet onu Allah’ın kendisine lütfettiği nübüvvet makamının üstünde bir yere yükselttiler. Bölük bölük oldular. Onlardan bir kısmı îsâ’nın Allah’ın oğlu olduğunu söylerken, bir kısmı baba, oğul ve Rûh el-Kudüs’ten müteşekkil üçün üçüncüsü olduğunu söylediler. Bir başka grup da onun Allah’ın kendisi olduğunu bildirdiler. Bütün bu görüşler, Nisa sûresinde tafsilâtlı olarak açıklanmıştır.
«Nihayet Biz, o îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik de böylece üstün geldiler.» Hıristiyan gruplardan onlara karşı gelenlere destek olduk da diğerlerine üstün geldiler. Bu husus Hz. Peygamberin bi’seti ile gerçekleşmiştir- Nitekim İmâm Ebu Ca’fer Taberî der ki: Bize Ebu Saîd… Abdullah İbn Abbâs’tan nakletti ki; o, şöyle demiş: Allah Azze ve Celle îsâ (a.s.) yi göğe yükseltmek istediğinde, îsâ arkadaşlarının yanına gitti. Onlar 12 kişi olarak bir evdeydiler. Başından su damlıyordu. îsâ dedi ki: Bana îmân ettikten sonra sizden birisi on iki kez beni inkâr edecektir. Sonra şöyle dedi: Sizden hanginiz benim şekT lime girdirilecek de benim yerime öldürülecek ve benim derecemde yanımda olacak? Yaşı en küçük olan bir delikanlı kalktı ve; ben, dedi. îsâ ona; otur, dedi. Sonra tekrar aynı sözü söyledi. Delikanlı; ben, dedi. îsâ ona; otur, dedi. Sonra aynı sözü tekrarladı, delikanlı kalktı ve; ben, dedi. Bunun üzerine îsâ ona; evet, sen osun, dedi. Ona îsâ (a.s.)nın şekli verildi ve îsâ (a.s.) tavandaki delikten göğe yükseltildi. Yahudilerden îsâ’yı arayan görevli gelince, onun benzerini aldı ve öldürüp haça gerdi. Havarilerden bir kısmı ona inandıktan sonra on iki kez onu inkâr ettiler ve üç gruba ayrıldılar. Bir grup dedi ki: Allah dilediği süre bizim aramızdaydı, sonra göğe yükseldi. İşte bunlar Yahûdîlerdir. Bir diğer grup; Allah’ın oğlu dilediği sürece bizim aramızda oldu. Sonra Allah, oğlunu kendi katına yükseltti, dedi. İşte bunlar da Mestûrî’lerdir. Bir diğer grup da dedi ki: Aliah’ın kulu ve Rasûlü Allah’ın istediği sürece aramızda kaldı. Sonra Allah onu kendi katına yüceltti. îş-te bunlar da müslümanlardır. Kâfir olan o iki grup, müslüman olanların üzerine saldırdılar ve onları yenip öldürdüler. Allah Hz. Muham-med’i gönderinceye kadar îslâm gizli ve kapalı olarak duruyordu. Hz. Muhammed gelince «tsrâiloğullarının birtakımı böylece inanmış, birtakımı da küfretmişti.» Yani. îsâ (a.s.)nın zamanında İsrâiloğullanndan bir kısmı inanmış bir kısmı da küfretmişti. «Nihayet Biz, o îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik de böylece üstün geldiler.» Muhammed (s.a.)in dinini kâfirlerin dinine karşı destekledik de üstün geldiler. Bu, Taberî’nin bu âyetin tefsîrindeki ifadesidir. Neseî de bu âyetin tefsirinde Ebu Küreyb kanalıyla… îbn Abbâs’tan böyle dediğini nakleder. Muhammed (s.a.) ümmeti, Allah’ın emri gelinceye kadar hak üzere sabit olmaya devam edeceklerdir. Onlar bu durumda iken Allah’ın emri gelecektir. Ve nihayet onlardan en sonuncusu Meryem Oğlu îsâ (a.s.) ile birlikte Deccâl’a karşı savaşacaktır. Nitekim sahîh hadîslerde böyle vârid olmuştur. Allah en iyisini bilendir.
Saf Suresi