60 – Mümtehine Suresi | Tefsir’ul Munir

Mümtehine Suresi | Tefsir’ul Munir ( Vehbe Zuhayli )
Kafirleri Dost Edinmeyin
1- Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin. Onlara sevgi ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar Hak’tan size geleni inkâr etmişlerdi. Peygamberi de sizi de Rabbiniz Allah’a iman ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı onlar. Eğer siz benim yolumda cihad için, benim rızamı aramak için çıkmışsanız, onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben sizin gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim, içinizden kim bunu yaparsa muhakkak ki hak yoldan sapmış olur.
2- Eğer sizi ele geçirirlerse hepinizin düşmanları olacaklar, ellerini dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr etmenizi isterler.
3- Ne hısımlarınız ne evlâtlarınız size asla fayda veremez. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı görür.
Açıklaması:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin. Onlara sevgi ulaştırıyorsunuz.” Yani ey Allah’ı ve Rasulünü tasdik edenler! Benim de sizin de düşmanınız olanları kendinize dost ve yardımcı edinmeyin. Yoksa aranızdaki bu sevgi sebebiyle peygamberin ve müminlerin haberlerini onlara ulaştırmaya kalkarsınız. Bu ayet-i kerime ne şekilde olursa olsun kâfirlere karşı sevgi beslemenin nehyedildi-ğine delâlet eder.
Buna benzer daha pek çok ayet-i kerime vardır. Mesela: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin, onlar birbirinin dostlarıdır. Sizden onları dost edinen onlardandır.” (Maide, 5/51).
“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesinler.” (Ali İmran, 3/28). İlk ayet ağır ve kat’i bir tehdit ihtiva etmektedir.
Bu nehyin iki sebebi ayetin devamında şöyle ifade edilmektedir: “Halbuki onlar Hak ‘tan size geleni inkâr etmişlerdi. Peygamberi de sizi de Rab-biniz Allah’a iman ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı onlar.” Yani onlar Allah’ı, peygamberi ve size gelen Kur’an’ı ve hidayeti inkâr ettiler. “Onlar, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yutlanndan çıkarılmış olanlardır.” (Hac, 22/40), “Onlardan sırf Aziz ve Hamid olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar.” (Buruc, 85/9) ayetlerinde de ifade edildiği gibi müşrikler Hz. Peygamberi ve müminleri Mekke’den, Allah’a iman edip ibadetlerini sadece O’na yaptıkları için çıkardılar.
Sonra Allah Tealâ onlarla dostluktan kaçınılmasını teşvik ederek şöyle buyurdu:
a) “Eğer siz benim yolunda cihad için, benim rızamı aramak için çıkmışsanız…” Yani eğer siz benim yolumda cihad için, benim rızamı kazanmak için çıktıysanız onları dost edinmeyin, benim de sizin de düşmanımız olan bu kişileri dost bilmeyin. Zira bunlar size ve dininize olan kin ve öfkelerinden dolayı sizi yurtlarınızdan çıkarıp mallarınızdan ettiler.
b) “Onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim.” Yani bu sevgiden dolayı onlara gizlice Hz. Peygamber’in ve müminlerin planlarını ve haberlerini ulaştırıyorsunuz. Halbuki ben açıklananları da gönüllerden geçenleri de, en iyi bilenim.
c) “İçinizden kim bunu yaparsa muhakkak ki hak yoldan sapmış olur.” Yani, sizden kim düşmanları dost edinirse doğru ve hak yolu kaybetmiş, kendisini cennete ve Allah’ın rızasına ulaştıracak yoldan çıkmış olur.
Sonra Allah Tealâ, kâfirlerle dostluğu men eden ve ister Mekke’de ister başka yerde olsun müşriklerin düşmanlığına delâlet eden üç husus daha zikrederek şöyle buyurdu:
“Eğer sizi ele geçiririlerse hepinizin düşmanları olacaklar, ellerini dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr etmenizi isterler.” Yani onlar sizinle karşılaşırlarsa içlerindeki düşmanlığı açığa vuracaklar ve size karşı harp açarak vurup-kırmak suretiyle ellerini, sövüp saymak suretiyle dillerini size uzatacaklardır. Onlar sizin dinden dönüp Rabbinizi inkâr ederek küfre dönmenizi temenni ederler, hiçbir hayra nail olmamanızı çok isterler, size karşı hem gizli hem açık düşmanlıkları vardır. Böyleleriy-le siz nasıl dost olursunuz?
Yukarıda da geçtiği gibi bu aynı zamanda onlara karşı düşmanlığa bir teşviktir.
Sonra yüce Allah din ve iman rabıtasının dostluk ve akrabalık rabıtasından daha kuvvetli, daha üstün ve daha faydalı olduğunu zikrederek şöyle buyurdu:
“Ne hısımlarınız ne evlâtlarınız size asla fayda veremez. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı görür.” Yani kıyamet günü evlâtlarınızın ve akrabalarınızın size asla bir yardımı dokunmayacaktır ki -nüzul sebebinde zikredilen Hatıb b. Ebi Beltea kıssasında olduğu gibi- bunu elde etmek için onlara dost görünesiniz. Bilakis orada size faydası dokunacak şey, Allah’ın emrettiği kâfirlere düşman olma, onlarla dostluk kurmama, iman bağlarını ve din kardeşliğini kuvvetlendirme gibi hareketleri-nizdir. Allah ahirette sizi ayıracak O’na itaat edeni cennete, etmeyeni cehenneme koyacaktır. Allah bütün amellerinize muttalidir ve hayır veya şer hepsinin karşılığını verecektir.
Yani Allah Tealâ sizin hakkınızda şer murat ederse akrabalık fayda vermez; Allah’ın gazabını celbedecek şeylerle onları memnun etmeye kalkarsanız onların size asla bir yararı dokunmayacaktır. Müslümanlardan kim onları memnun etmek için akrabası ile küfür üzere ittifak ederse hüsrana uğramış ve amelleri boşa gitmiştir. Bir peygamberin akrabası bile olsa Allah’tan gelecek azaba karşı hiçbir kimsenin akrabalığı ona fayda vermez. Şu ayetler bunu ifade etmektedir: “Sur’a üflendiği zaman artık o gün aralarında ne soy sop (çekişmesi) vardır ne de birbirlerini soruştururlar.” (Müminun, 23/101), “O gün kişi biraderinden, anasından babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi) vardır.” (Abese, 80/34-37). Şu halde sevgi Allah için olmazsa kıyamet günü fayda vermez.
Ahbed b. Hanbel, Müslim ve Ebu Davud’un Enes’ten rivayet ettiklerine göre biri “Ya Rasulallah babam nerede?” dedi. Rasulullah (s.a.) “Cehennemde.” dedi. Adam dönüp giderken Rasulullah (s.a.) onu çağırdı ve “Benim babam ve senin baban cehennemde!” dedi. [1]
Hz. İbrahim’i (A.S.) Ve Yanındaki Müminleri Örnek Almak:
4- İbrahim’de ve beraberindeki müminlerde sizin için hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine “Biz, sizden ve Allah’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz nesnelerden katiyyen uzağız. Sizi inkâr ettik. Siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz belirmiştir.” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in babasına “Muhakkak senin için af talep edeceğim, (fakat) sana Allah’tan gelecek herhangi bir şeye gücüm yetmez.” demesi müstesna. (Siz şöyle deyin): “Ey Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik, son dönüş de ancak sanadır.”
5- Ey Rabbimiz! Bizi o inkâr edenlere bir fitne (konusu) yapma. Bizi af eyle ey Rabbimiz. Çünkü sen mutlak salipsin ve hikmet sahibisin.
6- Andolsun ki onlarda sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar için bir örnek var(yüz çevirirse şüphesiz Allah her şeyden müstağni, her hamde hakkıyla lâyıktır.
7- Olur ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk peyda eder. Allah hakkıyla kadirdir. Allah çok af edici, çok merhametlidir.
Açıklaması:
“İbrahim’de ve beraberindeki müminlerde sizin için hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz nesnelerden katiyyen uzağız. Sizi inkâr ettik.” Allah, kâfirlerden uzak bulunup onlardan uzak durmayı emrettiği müminlere hitap ederek, nebilerin babası İbrahim (a.s.) ve beraberindeki müminlerin kavimlerine karşı söyledikleri “Siz Allah’ın inkâr ettiğiniz için biz sizden ve Allah’ı bırakıp da taptığınız putların hepsinden uzağız. Biz sizin iman ettiğiniz putları, dininizi ve bu hareketlerinizi reddediyoruz. Zira bu putların hiçbir şeye faydası dokunmaz. Bunlar ne düşünür, ne işitir, ne de görür.” şeklindeki sözlerinde kendileri için takip edebilecekleri güzel ve methe lâyık bir örnek olduğunu bildirdi.
Maksat, kâfirlere sevgi besleyen Hatıb’a bunu anlatmaktır. Sanki Allah Tealâ “Ey Hatıb, sen İbrahim’i örnek alıp da O’nun babasından ve kavminden teberri ettiği gibi sen de çoluk-çocuğundan teberri etmeli değil miydin?” demektedir.
“Siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz belirmiştir.” Yani siz bu inkârınızda devam ettiğiniz müddetçe bizim size karşı tutumumuz budur. Şu andan itibaren sizinle aramızda buğuz ve düşmanlık başlamış ve ortaya çıkmıştır. Siz yalnız Allah’a iman edip Onu “bir” tanıyarak ortağı olmayan o Allah’a ibadet etmedikçe, içinde bulunduğunuz şirki terkedip ibadet etmekte olduğunuz putlardan uzaklaşmadıkça biz ilelebet sizden uzağız ve size buğuz ederiz. Bunları yaparsanız bu düşmanlık dostluğa bu buğz da muhabbete dönüşür.
Sonra Allah Tealâ İbrahim (a.s.)’in örnek alınamayacağı bir hususu istisna ederek şöyle buyurdu:
“Yalnız İbrahim ‘in, babasına “Muhakkak senin için af talep edeceğim. (Fakat) sana Allah ‘tan gelecek herhangi bir şeye gücüm yetmez.” demesi müstesna.” Yani İbrahim (a.s.)’in kâfir olan babasına söylediği “Senin için af talep edeceğim, Allah’a şirk koşmaya devam edersen O’ndan gelecek azabı senden uzaklaştıramam.” sözü hariç, onun bütün sözlerinde sizin için güzel bir örnek vardır. Bu sözde de onu örnek alıp da müşrikler için af talebinde bulunmayın. Zira onun bu talebi babasına daha önce vaad ettiği bir söz üzerine olmuştur. Babasının Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca ondan uzaklaştı. Velhasıl müşrikler için mağfiret talebi konusunda o size örnek değildir.
Bazı müminlerin İbrahim (a.s.) babası için mağfiret telep ediyordu, diyerek şirk üzere ölmüş babalan için dua edip istiğfarda bulunmaları üzerine Allah Tealâ “Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar müşrikler için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de müminlere. İbrahim’in babası için af dilemesi sadece ona verdiği sözden dolayı idi. O’nun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan teberri etti (uzaklaştı). Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe, 9/113-114) ayet-i kerimesini indirdi.
Sonra Yüce Allah İbrahim (a.s.) ve yanındaki müminlerin kavimlerinden ayrılıp onlardan teberri ettiklerinde (her anlamda uzaklaşırlarında) Allah’a sığındıklarını haber vererek şöyle buyurdu:
“Ey Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik. Son dönüş de ancak sanadır.” Yani bütün işlerde sana dayandık, bütün işlerimizi sana havale ettik, bütün günahlardan tevbe ederek sana döndük, ahiret yurdunda dönüş ve varış yine sanadır ey Rabbimiz dediler.
İbrahim (a.s.) ve ashabının örnek alınıp uyulması lazım gelen bu dualarının devamı da şöyledir:
“Ey Rabbimiz bizi o inkâr edenlere bir fitne (konusu) yapma, bizi af eyle ey Rabbimiz. Çünkü sen mutlak galipsin ve hikmet sahibisin.” Yani, “Ey Rabbimiz kâfirlerin eliyle bizi azap gören, fitneye düşürülen bir kavim yapma, günahlarımızı setreyle, seninle aramızda olanlarını af eyle. Çünkü sen mutlak güç sahibi, galip ve kahirsin. Sen mağlup edilemeyen, cenabına sığınanın zulme uğramayacağı yegâne kudret sahibisin. Sözlerinde ve fiillerinde, hükmünde ve takdirinde, varlıkları tedbirinde ve onların maslahatına olanı yapmanda sonsuz hikmet sahibisin. Katade bu duayı şöyle tefsir etti: Ey Rabbimiz onları bize galip kılma, yoksa kendileri hak yolda oldukları için bize galebe çaldıklarını zannederek bu yolla bizi fitneye düşürürler.” Mücahid’e göre ise bu duanın manası şudur: “Ey Rabbimiz onların eliyle bize azap etme. Kendi azabınla da azap etme, yoksa “Bunlar hak yolda olsaydı bu azaba maruz kalmazlardı.” derler.”
Sonra Allah Tealâ, İbrahim (a.s.) ve beraberindeki müminleri örnek alma hususunda yukarıda geçen teşviki tekid ederek şöyle buyurdu:
“Andolsun ki onlarda sizin için, Allah ‘ı ve ahiret gününü umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah her şeyden müstağni, her hamde hakkıyla lâyıktır.” Yani şüphesiz sizin için İbrahim (a.s.) ve yanındaki müminlerde güzel bir örnek vardır. Bu örnek olma ancak dünyada ve ahirette Allah’tan hayır ve sevap bekleyen, ahirette kurtuluş emeli taşıyanlar içindir. Bu, her mümini Allah’a ve ahirete bir teşvik üslubudur. Kim Allah’ın emrettiklerinden yüz çevirir O’nun düşmanlarını dost edinir onlara sevgi beslerse, bu ancak o insanın kendisine zarar verir. Zira Allah yaratılanlara asla muhtaç değildir. Bütün söz ve fiillerinde yaratılanlar tarafından övülmüştür, kendisinden başka ne Rab ne İlâh vardır.
Şu ayet-i kerime de bunun bir benzeridir: “Musa dedi ki: Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük ederseniz, şüphesiz Allah her şeyden müstağnidir. Hamde lâyıktır.” (İbrahim, 14/8).
Sonra Allah Tealâ bu günkü kâfirlerin yarınki müminler olacağı hakkındaki hayret verici işlerini haber vererek şöyle buyurdu:
“Olur ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk peyda eder. Allah hakkıyla kadirdir. Allah çok af edici, çok merhametlidir.” Yani belki düşmanlarınız müslüman olur sizin dininize girerler de bu düşmanlık dostluğa, nefret muhabbete, ayrılık ülfete dönüşür. Allah her şeye kadirdir, hata yapıp da onlara sevgi besleyenleri bağışlar ve onları esirger. Dolayısıyla bu tevbeden sonra onlara azap etmez, rahmet ve mağfiretine koymak için onlara teveccüh eder. “Olur ki, umulur ki” manasına gelen “ati” kelimesi ilerde bir şeyin olmasını temenni ifadesidir. Ancak bu kelime Allah’tan sadır olursa o şey mutlaka olacak demektir.
Nitekim Mekke fethinden sonra Arapların çoğu müslüman oldu. Daha önce müslüman olanlarla aralarında kuvvetli bir sevgi meydana geldi, birlikte cihad ettiler, kendilerini Allah’a yakınlaştıracak güzel amellerde bulundular. Rasulullah (s.a.) Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe’yi nikahladı,
Mekke fethinden sonra nıüslüman olan Ebu Süfyan Rasulullah’a (s.a.) karşı eski düşmanlığını terketti. İbni Merdüveyh Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etti: Allah’ın dinini ayakta tutmak için dinden dönenlerle ilk savaşan Ebu Süfyan’dır, “olur ki Allah, sizinle onlardan…” ayeti onun hakkında inmiştir. [2]
Müslümanların Gayri Müslimlerle İlişkisi:
8- Sizinle din hususunda savaş yapmamış sizi yurtlarınızdan da çikarmamı olanlara iyilik ve onlara adaletle muamele etmekten Allah sizi men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.
9- Ancak Allah sizi, sizinle din hususunda savaş yapmış, sizi yurtlannızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir.
Açıklaması:
“Sizinle din hususunda savaş yapmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik ve onlara adaletle muamele etmekten Allah sizi men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.” Yani Allah Tealâ, sizinle sulh içinde geçinen, kadınlar ve zayıflar gibi sizinle din konusunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kâfirlere sıla-i rahim, komşuluk yapma, misafir etme gibi iyilik ve hayırları yapmaktan sizi men etmez. Ve yine sizin, sözünde durma, emaneti yerine verme, satın aldığınız şeylerin parasını eksiksiz ödeme gibi onların hakkı olan şeyi vermenizi men etmez. Çünkü Allah adil davrananları sever ve onlardan razı olur. Zalimlere ise gazap duyar ve azap eder.
Sonra Allah Tealâ onlarla yapılan muamelelerde yasaklanan hususları sınırlandırarak şöyle buyurdu:
“Ancak Allah sizi, sizinle din hususunda savaş yapmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir.” Yani Allah Tealâ sizi ancak size düşmanlık eden Kureyş içindeki küfrün öncülerini ve müslümanlarla harp eden diğer benzerlerini, sizinle savaşan ve sizi çıkarmaya çalışanlara yardım eden diğer Mekke halkını dost edinmenizi yasaklamakta ve onlara düşmanca davranmanızı emretmektedir.
Sonra Allah onlara dostça davrananlara karşı yaptığı tehdidi tekit ederek, onları kim dost edinir ve onlarla yardımlaşırsa, işte bunların kendisine zulmedenlerin ta kendileri olduğunu beyan etti. Çünkü bunlar Allah’ın, Rasulünün ve Kitabının düşmanı olmaları sebebiyle düşmanlığı ha-ketmiş olanları dost edinmişlerdir.
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Maide, 5/51) ayeti de bu ayetin bir benzeridir. [3]
Küfür Yurdundan İslâm Yurduna Hicret Eden Mümin Kadınların Hükmü:
10- Ey iman edenler! Mümin (olduklarını söyleyen) kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin -Allah onların imanını en iyi bilendir-, mümin oldukların bilirseniz onları kâfirlere geri dön-Bunlar onlara helâl de-Onlar da bunlara helâl ol-Kocalanmn ödedikleri şeyi (mehri) onlara verin. Mehirlerini verirseniz sizin onları nikahlamanızda üzerinize vebal yoktur. Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın; siz sarfettiğiniz şeyi (mehri) isteyin, onlar da harcadıkları şeyi istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.
11-Eşlerinizden biri kaçar da siz de savaşta ganimet elde ederseniz, eşleri gitmiş olanlara harcadıkları mehir kadar verin. İman etmekte olduğunuz Allah’tan korkun.
Açıklaması:
“Ey iman edenler! Mümin (olduklarını söyleyen) kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin.” Yani ey Allah’ı ve Rasulünü tasdik edenler! İman eden kadınlar kâfirler arasından çıkıp hicret ederek size geldiklerinde, İslâm’da ne kadar samimi olduklarını anlamak için onları imtihan edin, gelişlerinin sebebini sorun. “İmtihan edin” emrinin vücubmu, nedb mi yoksa istihbab mı ifade ettiğine dair üç görüş vardır.
Hadise şudur: Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş ile bir anlaşma yaptı. Anlaşma şartlarından biri de, Kureyş’ten kim müslüman olur da Rasulullah’a (s.a.) gelirse onun Kureyş’e geri verilmesi şeklinde idi. Daha sonra bazı kadınlar Rasulullah (s.a.) tarafına hicret etti. Allah Tealâ bunların müşriklere geri gönderilmemesini murat etti ve imtihan edilmelerini emretti. Bunlara kocasından kaçma, sırf yerini yurdunu değiştirme, dünyevî bir çıkar peşinde olma gibi bir niyetle hicret etmediklerine, bilakis Allah ve Rasulünü sevdikleri ve dinini arzu ettikleri için hicret ettiklerine dair yemin ettirilirdi. Bu şekilde yemin edebilirlerse Rasulullah (s.a.) onların kocalarına, ödedikleri mehri ve yaptıkları masrafları öder, o kadınları geri vermezdi.
“Allah onların imanını en iyi bilendir, mümin olduklarını bilirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin.” Yani bu imtihan aslında sadece zahirdeki bir iştir. Ama hakikatta onların gerçek halini Allah’tan başka kimse bilmez. Allah size zahire göre hüküm vermenizi emreder, niyetleri ancak O bilir. Emredilen bu imtihanı yaptıktan sonra, zahire göre sizde onların mümin olduğu kanaati ağır basarsa onları kâfir kocalarına geri göndermeyin. Ayet-i kerimede bu kanaat (zan), zann-ı galib ve ictihad ile ulaşılan bir netice olduğu için “ilim” ile ifade edilmiştir. Kıyas “ilim” makamında kabul edilir.
İbni Kesir şöyle dedi: Ayetin burası, imanın varlığına yakinen muttali olmanın mümkün olduğuna dair bir delildir.
Sonra Allah Tealâ yine bu kadınları ilgilendiren hükümleri bildirerek şöyle buyurdu:
1- “Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmaz.” Yani mümin hanımlar kâfirlere helâl değildir. Kadının müslüman olması kâfir kocasından ayrılmasını gerektirir. Kâfir erkekler de müslüman kadınlara helâl olmazlar. Müslüman hanımları müşrik erkeklere haram kılan ayet işte budur. İslâm’ın ilk yıllarında mümin kadınların müşriklerle evlenmesi caiz idi. Bu sebeple Ebu’l-As b. Rabi peygamberimizin kızı Zeyneb’in kocası idi. Zeyneb müslüman olduğu halde kocası müşrik idi. Bedirde esir düşünce Zeyneb, annesi Hatice’den kalma gerdanlığını fidye yapması için ona verdi. Peygamberimiz bu gerdanlığı görünce çok duygulandı ve ashab-ı kirama “Zeyneb’in hatırı için esirini serbest bırakmayı uygun görürseniz öyle yapın.” buyurdular.
Peygamberimiz (s.a.), kızı Zeyneb’i Medine’ye göndermesi şartıyla onu serbest bıraktı. Ebu’l-As da sözünde durdu ve hanımını Zeyd b. Harise ile Rasulullah’a (s.a.) gönderdi. Zeyneb hicri ikinci yılda meydana gelen Bedir harbinden sonra sekizinci senede kocası müslüman oluncaya kadar Medine’de ikâmet etti. Ebu’l-As müslüman olunca peygamberimiz onu önceki ni-kâhlarıyla, yeni bir mehir konuşmadan kocasına geri verdi.[4] Ahmed b. Hanbel İbni Abbas’dan bunu şöyle nakletti: “Zeyneb kocasının İslâm’a girişinden altı sene evvel hicret etmişti. Rasulullah (s.a.) onu önceki nikâhı üzere ve yeni mehir ve şahitliğe lüzum görmeden kocası Ebu’l-As a geri verdi. “[5] Ayrılışından iki sene sonra geri döndüğünü söyleyenler de vardır.
Abd İbni Humeyd’in Amr b. Şuayb’dan, onun babasından, onun da dedesinden naklettiğine göre Rasulullah (s.a.) kızını, kocası Ebu’1-As’a yeni bir nikâh ve yeni bir mehirle geri vermiştir. Yezid b. Harun İbni Abbas hadisinin senet bakımından daha sağlam olduğunu, ancak tatbikatın Amr b. Şuayb hadisine göre olduğunu söylemiştir. İbni Abbas hadisine ise cumhur şu cevabı vermiştir: Muhtemeldir ki henüz iddeti bitmemiş idi. Zira ekseriyetin görüşüne göre koca müslüman olmadan kadının iddeti biterse mevcut nikâh kendiliğinden sona erer.
2- “Kocalarının ödedikleri şeyi onlara verin.” Yani müşrik kocalarını terkederek hicret eden mümin kadınların kocalarının ödedikleri mehirleri onlara ödeyin. Bu gösteriyor ki Hudeybiye sulhu sadece erkekleri kapsamaktadır. İmam Şafiî’ye göre kocasının dışındaki akrabaları onu isterse kadın geri gönderilmediği gibi mehir de ödenmez.
3- “Mehirleri verirseniz sizin onları nikahlamanızda üzerinize vebal yoktur.’ Yani, ey müminler mehirlerini verdiğiniz takdirde hicret eden mümin kadınları nikahlamanızda üzerinize bir vebal ve günah yoktur. Bunun yanında iddetinin bitmiş olması ve velisinin izni gibi şartlar da bulunması lâzımdır.
4- “Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın.” Yani ey müminler müşrik kadınları nikahlamanız ve mevcut nikâhlarını devam ettirmeniz size haram kılınmıştır. Kimin hanımı kâfir müşrik ise din ayrılığından dolayı nikâhı sona erdiğinden, o artık onun hanımı değildir. İslâm’ın ilk zamanlarında müslümanlarla müşrikler arasında karşılıklı nikahlanma oluyordu. Sonra işte bu ayetle nesh edildi. Bu hüküm müşrik kadınların haram olduğu konusunda açıktır ve onlara mahsustur. Ehl-i Kitap olan kadınlara şâmil değildir. Kadın şirkte devam ederse nikâh kendiliğinden kalkar. İddeti bitmemiş dahi olsa onun kız kardeşiyle veya beşinci bir kadınla nikâhlan-masına bir mani yoktur.
Daha Önce de geçtiği gibi Misver ve Mervan b. Hakem’den rivayet edilen sahih habere göre Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş kâfirleri ile anlaşma yaptığı zaman iman eden kadınlardan bazıları Rasulullah’a (s.a.) geldi. Bunun üzerine “Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman” ayeti “Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın” kısmına kadar nazil oldu. Bu nazil olunca Hz. Ömer o gün iki tane hanım boşadı. Daha sonra bunlardan biri Muaviye ile diğeri Safvan ile evlendi.
5- “Siz sarfettiğiniz şeyi (mehri) isteyin. Onlar da harcadıkları şeyi istesinler. ” Yani hanımlarınız dinden dönerlerse mehirlerini isteyin, onlar da müslümanlar tarafına hicret eden hanımlarının mehirlerini istesinler. Tefsir alimleri şöyle dedi: Müslüman kadınlardan dinden dönerek anlaşma yapan kâfirler tarafına kaçarlarsa, kâfirlere “Bunun mehrini ödeyin.” denir, onlardan bir kadın müslüman olarak gelirse müslümanlara “Bunların mehirlerini kâfir kocalarına verin.” Denirdi.[6]
“Bu Allah’ın hükmüdür. Aranızda o hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.” Yani her iki taraftan mehirlerin geri verilmesi, Hu-deybiye sulhundaki maddeler ve kadınların bu anlaşmadan istisna edilmesi gibi yukarıda zikredilenler Allah’ın hükmüdür. Bu hükümler Hudeybi-ye’de taraf olan müşriklerle ilgilidir. Anlaşmaya girmeyenler bundan hariçtir. Allah her şeyi bilir, hiçbir şey ona gizli olmaz, kullarının maslahatına neyin uygun olduğunu çok iyi bilir. Sözlerinde ve fiillerinde derin hikmet vardır, bu sebeple yalnız hikmetinin muktezası olan şeyi emreder.
İbnü’l-Arabi şöyle der: “Mehirleri geri verme meselesi sadece o zamana ve o hadiseye mahsustur. Ümmetin icmaı bu yöndedir.”[7]
6- “Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar da siz de savaşta ganimet elde ederseniz, eşleri gitmiş olanlara harcadıkları mehir kadar verin. İman etmekte olduğunuz Allah’tan korkun.” Yani eşlerinizden biri müslüman iken dinini terkederek dar-ı küfre gidip onlara katılırsa, siz de Kureyş’ten veya başka kâfirlerden harpte ganimet elde ederseniz, hanımı firar etmiş olan kocalara aldığınız ganimetlerden -eğer müşrikler mehrini kocasına vermeyecek olursa- sarfettikleri mehir kadar verin. Allah’ın size ceza vereceği bir şey yapmaya teşebbüs etmekten sakının, Allah’tan korkun, hükümlerini ve dinini tatbik edin.
İbni Abbas ve diğer bazı alimler şunu naklettiler: Muhacirlerden birinin hanımı kâfirlere katılırsa, ganimet henüz beş hisse yapılarak taksim edilmeden Rasulullah (s.a.) ganimet mallarından bu şahsın hanımına ödediği mehir kadar ona ödenmesini emrederdi.
Kısacası, kâfirlerin dar-ı küfre dönen kadınların mehrini göndermeleri gerekir. Bu mümkün olursa ne alâ, olmazsa kâfirlerden elde edilen ganimet mallarından o kadının mehri müslüman kocasına ödenir.
Zühri ve Mesruk’tan rivayet edildiğine göre kâfirlere kaçan müslüman bir kadının mehrini müslümanların kâfirlerden istemesi ve müslüman olup müslümanlara sığınan kadının mehrini kâfirlerin müslümanlardan istemesi Allah’ın hükümlerinden biri idi. Bu hükmü müslümanlar kabul etti. Müşrikler reddetti. Bunun üzerine “Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar da…” ayeti nazil oldu.
Hasan-ı Basri ve Mukatil’in rivayetlerine göre de bu ayet, kocası Abas b. Temim el-Kuraşî’yi terkederek irtidat edip giden Ebu Süfyan’ın kızı Üm-mü Hakim hakkında nazil olmuştur. Kureyş’ten bundan başka dinden dönen kadın olmamıştır. O da daha sonra tekrar İslâm’a dönmüştür. [8]
Kadınların Biati:
12- Ey peygamber, mümin kadınlar -Allah’a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızhk yapmamaları, zina etmemeleri, evlâtlarını öldürmemeleri, arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, her hangi bir iyilik hususunda sana asi olmamalan şartıyla-ana bıatleşmeye geldikleri zaman Matlarını kabul et.Onlar için Allah’tan mağfiret isteyi-‘ ver. Çünkü Allah çok yargılayıcı, esirgeyicidir.
13- Ey iman edenler! Üzerlerine Allah’ın azaP ettit ° kavim ile dost olmayın ki onlar kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi ahi-retten ümidi kesmişlerdir.
Açıklaması
“Ey peygamber, mümin kadınlar -Allah’a hiçbir şeyi eş tutmamaları…” Yani Allah ve Rasulüne iman eden kadınlar tevhid ve taat üzere sana ahit vermek ve biat etmek için gelirlerse onlardan ne bir put, ne taş, ne melek ve ne de beşer Allah’a hiçbir şeyi eş koşmamak, hırsızlık yapmamak, çocuklarını öldürmemek, kocalarına onlardan olmayan hiçbir çocuğu nispet etmemek şartları üzerine biat al. (Zira onlar İslâm’dan önceki cahiliye zamanlarında kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi).
“Her hangi bir iyilik konusunda sana asi olmamak…” Allah’a itaat ifade eden her şey buna dahildir. Yani ölenin ardından ağıt yakarak ağlamak, üstünü başını yırtmak, saçını-başını yolmak, yüzünü tırnaklarıyla yırtmak, kahretmek, mahremi olmayan erkekle baş başa kalmak gibi dinin nehyettiği veya emrettiği her şey buna dahildir. Ey Nebi! Bu şartlar üzere onların biatini kabul et, bundan sonra da onların affı için Allah’tan mağfiret talep et. Allah kullarının günahlarını affedici, onlara merhamet edicidir. İslâm’dan önce işledikleri günahlar yüzünden onlara azap etmez, Mekke fethi esnasında yapılan bu ahde, vefa gösterirlerse onlara bol ecir verir.
Rivayet olunur ki Rasulullah (s.a.) kadınlara hitaben “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamanız şartı üzere size biat ediyorum.” deyince Uhud günü Hz. Hamza’ya yaptıklarından dolayı Rasulullah’ın (s.a.) kendisini tanımasından korkan ve bu yüzden yüzünü kapatan Utbe kızı Hind “Vallahi biz putlara tapmadık, sen erkeklere koşmadığın şartı bize koşuyorsun: Erkeklere sadece İslâm ve cihad üzere biat alıyorsun.” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) “Hırsızlık yapmayacaksınız” dedi. Hind: “Ebu Süfyan çok cimri bir adam, ben aç kalmayacak kadar onun malından (sormadan) alabilir miyim?” dedi. Orada bulunan kocası Ebu Süfyan da “Helâl olsun.” deyince Rasulullah (s.a.) Hind’i tanıdı ve güldü “Sen Hind misin?” dedi. Bunun üzerine Hind “Allah müşrikleri affetsin.” dedi.
Rasulullah “Zina etmeyeceksiniz” deyince Hind: “Hür kadın zina eder mi?” dedi. Rasulullah “Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz.” yani kızları diri diri toprağa gömmeyeceksiniz, kasten çocuk düşürmeyeceksiniz deyince Hind “Biz büyütüp yetiştirdik, siz Bedir günü onları öldürdünüz, siz ve ölenler bunu daha iyi biliyorsunuz.” dedi. Hz. Ömer buna çok güldü, Rasulullah (s.a.) da tebessüm etti. Hind bununla Bedir’de öldürülen oğlu Han-zala’yı kastediyordu.
Rasulullah “Kocanızdan olmayan bir çocuğu ona nispet edip de iftira atmayın.” dediğinde Hind “Vallahi iftira çok çirkin bir iştir, bize emrettiklerin olgun ve güzel ahlâktan başka bir şey değil.” dedi. Rasulullah (s.a.) “İyi olan (maruf) hiçbir hususta bana asi olmayın” dediğinde Hind: “Vallahi içimizde herhangi bir hususta sana asi olmak olsaydı şu mecliste bulunmazdık.” dedi.
Burada zina umumidir, Rasulullah (s.a.) bir hadisinde “Eller zina eder, gözler zina eder, ayaklar zina eder, organ da bunu ya tasdik eder veya tekzip eder.”[9] buyurmuştur.
Rasulullah (s.a.) “Yanaklarını tokatlayan, yakasını yırtan ve cahiliye davasına kalkışan bizden değildir.”[10] diyerek ölenin ardından ağıt yakmanın, yas tutmanın haram olduğunu teyit etmiştir.
Urve b. Zübeyr Hz. Aişe’den şöyle rivayet etti: Utbe kızı Fatıma biat etmek üzere Rasulullah’a (s.a.) geldi. Rasulullah ayette geçen “Allah’a şirk koşmama, hırsızlık yapmama, zina etmeme… şartlarını sıralayınca kadın utancından elini başına koydu. Onun bu hareketi Rasulullah’ın (s.a.) hoşuna gitti. Hz. Aişe ona: “Hanım! Bunları kabul et, vallahi bizim biat ettiğimiz şeyler de bunlardan başka değildi.” dedi. O da “Evet” dedi. Rasulullah (s.a.) ayetteki şartlar mucibince ona biat etti.
Bu şartlar sadece kadınların biatine mahsus değildir. Erkekler de bu şartlar üzerine biat etmişlerdir.
Buhari Ubade b. Samit’ten şunu rivayet etti: Rasulullah’ın (s.a.) yanında idik. Kadınların biat şartlarını ihtiva eden ayeti okuyarak “Bu şartlar üzerine bana biat eder misiniz? Sizden kim bu ahdine vefa gösterirse ecri Allah’a aittir, kim de bunlardan bir şey irtikap eder de cezalandırılırsa bu ona keffarettir. Kim bunlardan bir şey irtikap eder de Allah onu gizlerse (yani dünyada cezasını çekmezse) onun işi Allah’a kalmıştır, isterse azap eder isterse af eder.” dedi.
Muhammed b. İshak ve İbni Ebi Hatem’in yine Ubade b. Samit’ten rivayet ettiğine göre o şöyle dedi: Ben birinci Akabe biatine katılanlar içindeydim, on iki kişi idik, henüz cihad farz kılınmamıştı. Kadınların biat şartlan yani ayette zikredilen bu şartlar üzerine biz de Rasulullah’a biat ettik. Rasulullah (s.a.) da “Eğer sözlerinizde durursanız size cennet vardır.” buyurdular.
Sonra Allah Tealâ surenin başında olduğu gibi sonunda da kâfirleri dost edinmekten nehyederek şöyle buyurdu:
“Ey iman edenler, üzerlerine Allah’ın gazap ettiği o kavim ile dost olmayın ki onlar, kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi, ahiretten ümidi kesmişlerdir.” Yani, ey İslâm mesajına iman edenler! Allah’ın gazap ve lanet ettiği, rahmetinden tardedip uzaklaştırdığı Yahudi, Hristiyan ve diğer kâfirleri dost, yardımcı ve ahbap edinmeyin. Onlar öldükten sonra dirilmeye inanmadıkları için ölülerinin dirilmesinden ümidi kestikleri gibi, Allah’a ve ahiret gününe iman etmek için mevcut bunca delil ve mucizelere rağmen küfür ve inatları yüzünden ahirete iman edemez hale geldiler ve Allah’ın ezelî hükmünde ahiret sevabından ve nimetlerinden ümidi kestiler.
İbni Abbas şöyle dedi: Allah Tealâ, Hatıb b. Ebi Beltea’yı kastederek “Yahudileri ve müşrikleri dost edinmeyin.” buyurdu. Bir kısım fakir müslü-manlar Yahudilerden birtakım ihtiyaçlarını temin edebilmek için müslü-manların haberlerini onlara aktarıyorlardı, bundan nehyolundular. Yahudiler Rasulullah’ı (s.a.) çok iyi tanıdıkları halde iman etmediler ve bu sebeple ahiretlerini ifsad ettiler. Öldükten sonra dirilmeye iman etmeyen kâfirlerin, ölülerinin diri olarak geri dönmesinden ümidi kestikleri gibi ahiretten ümidi kestiler. Onların bu ümitsizliğinin sebebi Rasulullah’ın (s.a.) peygamberliğini yalanlamalarıdır.
Mümtehine Suresi