Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 13°C
Hafif Yağmurlu
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Per 9°C
Cum 7°C
Cts 9°C
Paz 10°C

13 – Rad Suresi | Şifa Tefsiri

Rad suresi Kur’an-ı Kerim’in 13. süresidir. 43 ayet dir. Surenin 13. ayetinde geçen “er Ra’d” kelimesinden dolayı bu ismi almıştır. “Ra’d” kelimesi arabm dilinde; gök gürültüsü anlamına gelir. Gök gürültüsü yağmurlu günlerde özelliklede yaz aylarında çokça meydana gelen bir olaydır Sure 13. ayetinde gök gürlemesinden bahsetmektedir. O ayettede Allahu teala “gökgürültüsü de rabbini hamd eder” buyurmakta.

13 – Rad Suresi | Şifa Tefsiri

Rad Suresi | Şifa Tefsiri ( Mahmut Toptaş )

Birde bu sure diğer bazı mekki sureler gibi hurufu mukatta ile baş­lamaktadır. Zaten hangi sureye bu harflerle başlanmışsa o surenin ilk ayeti Kur’an’dan bahseder. Bakara suresi, Ali İmran suresi ve diğer surelerde olduğu gibi.[1]

1- Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar kitabın ayetleridir. Sana Rabbinden indirilen hakdır. Fakat insanların birçoğu inanmazlar, “işte bu Kur’an’ın ayetleridir.” Yani bu Ra’d suresi de bu Kur’an’m ayetlerin-dendir. Bunun içinde size verilen bir emir yasaklanan bir haber kesin­likle doğrudur. Çünkü Allah kaündandır.

Günümüzde kendi basit mantığını çalıştıran siyasi insanlardan biri televizyona çıkıp “Kur’an mukaddes kitabımızdır. Güzeldir, ama 1400 sene evveline hitab eder, yani zaman değişmiştir, zamanın değişmesi ilede kanunlarda değişir. Kur’an’a sadece iman ederiz. Günümüzde onu uygulamak mümkün değildir diyor. Bir hukuk Profösörü de aşağı yukarı bu fikri teyid eden şeyler söylemişti bana.

Zamanın değişmesi ile ahkam değişir. Tabiki bu islam hukukunun kaidesidir. Ama örfe dayalı olan hukuk değişir. Mesela: Eskiden insan­lar çocuğunu terzinin yanma çırak olarak verirdi. Terzilik öğrensin diye, birde terziye o zanaatı öğretmesi için belirli bir miktar para verirdi. Ama örf değişmiş, günümüzde çocuk terzinin yanına girerse terzi ço­cuğa haftalık para veriyor. Bunlar mahkemeye müracaat etseler baba “bu kişinin yanında çocuğum şu kadar çalıştı, onun haftalığını vermesi gerekir” diye dava etse, terzide “hayır efendim bu bana vermesi gere­kir şu zamanda durum böyle böyle idi, önceden öğretmesi için ustaya verilirdi” iddiasında bulunsa. Bu ikisinin ihtilafının çözümü o günkü, o yörede uygulanan örf dür. Örf ne ise ona göre muamele edilir. İslam hu­kukunda örfün önde olabileceği. Yani Örfün hukuka kaynaklık yapabile­ceği hususu vardır. İslam hukukunda da günümüz hukukunda da durum böyledir. Hukukun yetersiz kaldığı yerde hakimler örfe göre amel edebilirler.

Hükümlerin değişebileceğini savunan Profösör arkadaşa dedimki, “500 milyon veya milyar, ne ise? Ne zaman başladığı bizce kesin bi­linmeyen şu alemin kanunlarında herhangi bir değişiklik varmıdır. Güneş doğudan doğup batıdan batarken bunu değiştirip kuzeyden gü­neye doğru batma şeklinde bir değişiklik varmı veya sineğin kanadı şu kadar yüzyıl şu idi sonra şu şekle şimdi de bu şekle geldi diye bir de­ğişiklik olmuşmudur?” dedim. Dediki “ilkgün konulan kanunlar ne ise hepside bugün yerli yerinde durmaktadır” öyle ise bu kadar sene önce kanun koyan Allah orada yamlmıyorda 1400 sene evvel indirdiği kita-bındamı yanılsın dedim.

İşte bu birinci ayette bu kitabın ayetleridir. Kitabın da rabbimden geldiği konusunda şüphe yoktur. Öyle ise (kitabın) dedikleri kesinlikle doğrudur.

“Senin rabbinden sana indirilenler gerçektir, doğrudur. Ancak in­sanların çoğu iman etmezler, onlar iman etmiyor diye bu ayet yanlış olamaz.

İşte bu mantık yürüten insanları yaratanın “bu doğrudur” dediği şey doğrudur. Zira o akıllı diye kabul ettiğimiz siyaset, ticaret, her ne adamı olursa olsun isterse ilim adamı olsun, onun bedenini de aklımda

yaratan Allah (cc) olduğu için “doğru olan şu rasulümüze indirdiğimiz ayettir” diyor.

Yakın bir zamana kadar biz bunları anlatmada sıkıntı duyuyorduk. Yani üniversitede bir Öğrencimiz veya bir öğretim görevlimiz hüküm Allah’ındır dediğinde o üniversitedeki imansız, unvanı kalabalık bir Prof. diyorki: “Bu konuda filan düşünür filan kişi veya Marx daha iyi biliyor.”

Bu memkelette üniversitelerde 50 yıldır koministlik işlendi şimdi de hepsi birden bu yanlıştır tezini savunuyorlar. Böylelikle islamın sa­vunduğu değerlerin gerçekliği ortaya çıkmış durumda. Ama islam ger­çeğinin ortaya çıkmaması için Amerikan Ateistliğini ortaya çıkarmaya başladılar.

Kominizmin yıkılmaya başlamasıyla meydana gelen boşluğu doldu­racak ve kominist olan insanları tutacak onları oyalıyacak bir çatı ve bir isim bulunması gerekir düşüncesinde olanlar; basın yoluylada bunları filancada ateist falancada ateist diyerek ilan ettiler. İnsanların çoğu iman etmeselerde Allah’ın dediği doğrudur ve hüküm Allah’ındır.

Şanı yüce olan Allah sadece kitab indirmez yani ayetleri sadece ki­tapla mı indirir? Hayır. Allah ayetlerini tabiatla da gösterir.[2]

2- Allah odur ki gördüğünüz gökleri direksiz yükseltti. Sonra Arş üzerine istiva etti. Güneşi ve ay’ı emrinde kıldı. Hepsi belirli bir zamana kadar akar gider. İşleri düzenler, ayetleri açıklarki Rabbine kavuşaca­ğınıza kesin inanasimz.

“O Allah (cc) gökyüzünü direksiz yükseltti. Sizde onun direksiz olduğunu görüyorsunuz.” Gökyüzündeki milyonlarca yıldız Ay ve Gü­neşin ne sağında ne solunda veya arka ve önünde direk yok her biri di­reksiz olarak uzay boşluğunda hareket etmektedir.

Aya çıkanlarda dünyayı parlak bir ışık olarak görmektedir. Dünyanında direği yok. Bilim adamlarının araştırmalarına göre güneşin kendine has bir yörüngesi, ayın, dünyanın ve diğer gezegenlerin ken­dine has bir yörüngesi olduğu, o yörüngesinde deveran edip durduğu, biri diğerinin yörüngesine geçmeden, tecavüz etmeden cazibe kanunu ile dengenin sağlandığını belirtmektedirler.

“Sonra Allah (cc) arşa istiva etti” yani arşı da hakimiyeti altına aldı. Keyfiyeti bizce bilinmiyen bir şekil ile Allah arşı istiva etmiştir. Buradan bütün kainatı yönetmektedir.

Burada Allah’a bir zaman ve mekan izafeti söz konusu yoktur. Ehli sünnete göre Allah zamandan ve mekandan münezzehdir, uzaktır.

“Allah ayı ve güneşide kendi emrine amade kıldı.” Boyun eğdirdi. Yani onun emri doğrultusunda hareket eder kıldı. Kanunu belirlidir. Hz. Adem (as) dan bugüne kadar yörüngesinde hiç şaşmadan gelmiş kı­yamete kadarda bundan sonra devam edecektir. Ayetin devamında “Hepsi belirli zamana kadar hareket eder. O belirli zaman kıyamettir. O zamana kadar yörüngelerinde hareket ederler.” Tekvir suresinde belirtildiği gibi de “Birgün gelip güneş dürülüverdiğinde ve yıldızlar dökülü verdiğinde… diye devam eden ayetlerde kıyametin dehşeti anlatıveriyor.

Astronomi alimleri bugün yıldızın.biri yörüngesinden çıkıp diğerine vursa, o öbürüne, oda diğerine, diğeride bir başkasına, böylece zincir­leme bir trafik kazası gibi kainat bir anda kendi kendine mahvı perişan olur. Kıyamet kopar diyorlar. Bu surede (Tekvir suresinde) de yıldız­ların (birbirine girip) dökülüvereceğini ifade ediyor.

O Allah (cc) “bütün işleri o yönetir. Zerreden kürreye kadar hep­sinin yaşantısını, büyümesini, ölmesini, rüzgârın esmesi, güneşin doğması…” hepsini evirip çeviren o Allah’dır.

Ayetleri açıklayanda odur. Açıklamasının gayesi, Allah’a kavuşa­cağınıza yakınen iman edesiniz diye. Tabiattaki ayetleri gösteriyor, yıldızları, ayı, güneşi gösteriyor. “Herşeyin bir sonu gelecek, bende gi­deceğim öyle ise mutlaka Allaha kavuşacağız” inancını vermek için Allah (cc) ayetlerini açıklıyor.

Bu ayetlerle tabiattan deliller getirerek Allah’ın varlığına ve birli­ğine inanmamızı istiyor. Yalnız bu değil, yani Allah’ın varlığını, birliğini kabul etmek, ona inanmak yeterli değildir. Mesela arı peteğinde lafzayı celalin çıkması gibi olaylar kişiye imani noktada birer delil ve ona Allah’ın varlığını, birliğini anlatan işarettir ama. Hz. Peygamber za­manındaki Mekke müşrikleride Allah’a inanıyor, varlığını, birliğini ka­bul ediyorlar. Bir surede belirtildiği gibi “Yeri ve göğü kim yarattı.? diye soracak olursa, Allah diyecekler.”[3] Ebu Cehil bile bunu kabul ediyordu ama, o “Allah kainatı yarattı, işi bitti. Yönetimi bize bıraktı. Yani dünyadaki hayatın kanunlarını, sistemini, ekonomi­sini biz düzenler, biz istediğimiz gibi yaşarız” diyordu.

Bütün işleri evirip çevirme hakkı yalnız Allah’a aittir. Yanı nasıl evlenilip evlilikte nelere dikkat edileceği, ekonominin nasıl kurulacağı, günlük hayatın gerek ibadet, gerek beşeri ilişkilerin nasıl düzenlene­ceği.- bütün bunları belirleme hakkı Allah’a aittir.

°Buna böyle iman edilmedimi, iman tam ve kâmil olmaz. Eskiden bazı filozoflar “Allah teferruatı bilmez, tabiatı yaratmıştır. Gerisi bize kalmıştır” diyorlardı bu yanlıştır.[4]

3- O, yeri uzatan, orada (yeryüzünde) dağlar ve nehirler yaratandır. Her çeşit meyveden çift, çift yaratan ve geceyi gündüze bürüyendir. Şüphesiz bunda düşünen toplumlar için deliller vardır.

“Yer yüzünü döşeyen, küre halinde yaratan Allah (cc)’dır. Onun üzerinde dağlar yaratan ve ırmaklar akıtan da odur.” Türkiye’deki Ağrı dağını, Torosları, Çamlıcayı yaratan odur. Bir Çamlıca dağını İstanbullular yapacak olsa ömürleri yetmez. O dağların aralarından ırmaklarıda akıtan odur.” Meyveleride çift çift yaratan odur.

Nasılki insan neslinin üremesi için, kadın ve erkek olmak üzere çift yaratıldığı gibi meyvelerde erkek ve dişi olarak yaratılmıştır. İşte arı, kelebek gibi uçan canlılar ve birde Nisan rüzgarları bu erkek ve dişi olarak yaratılan meyvelerin, çiçek açtığında döllenmesine yardımcı olan vasıtalardır.

Çift yaratılmış olmasından maksat bazı alimlere göre erkek ve dişi olması anlamına geldiği gibi, acı ve tatlı anlamına da gelir veya renkle­rinin siyah -beyaz, sarı- kırmızı gibi çift renkli yaratılmış olması, soğuk ve sıcak yani kış meyvesi yaz meyvesi, gibi çift yaratılmış olması an­lamına da gelmektedir.

Ve O Allah geceyi de gündüze bürür. Yani Doğudan başlıyan bir karanlık aydınlığı bürüyerek batıya doğru gider, sabahda yine bir ay­dınlık doğudan bu sefer karanlığı bürüyerek batıya doğru ilerlemekte­dir. İşte insanın buna gücü yetmez. Dünyanın en gelişmiş sanayi ülke­leri bir araya gelseler bütün imkân ve servetlerini bu iş için harcasalar bu kanunların bir milimini bile değiştiremez.

İşte Allah’ın ısıtma ve ışık verme enerjisi Güneş, o kadar büyük ki, yakıtı o kadar çok ki Dünyayı bütün herşeyiyle güneşin içine atsak, bi­lim adamları “sanki yanan sobanın içine bir defter yaprağını atma gibi olur” diyorlar.

İşte bunlarda düşünen kavim ve toplumlar için deliller vardır. Düşünmeyenler için yoktur. Hani bazan kendi aramızda bu adam gü­neşi görüyor, etrafımızdaki tabiat olaylarını görüyor Allah’ın verdiği meyve ve sebzeleri yiyor onları bir insanın meydana getirmesinin mümkün olmadığını biliyor, ama hâlâ Allah’a inanmıyor diyoruz. İşte bu ayetin mefhumu muhalifin de Allah, “bu ayetlerimizde düşünmeyenler için ibretler yoktur” buyuruyor. Mevlana’mn ifadesiyle de “öküzün gö­zünde karpuz kabuğu nasıl ise tabiatta gördüğü faydalandığı şeyler de o kadardır.[5]

4- Yeryüzünde birbirine komşu kıt’alar, üzüm bağları, ekin tarla­ları, çatallı çatalsız hurmalıklar vardır. (Hepsi) bir (aynı) sudan sula­nırlar (ama) yenmelerinde (tatlarını) birbirinden üstün kılarız. İşte bunlarda aklı başında toplumlar için ayetler vardır.

Aynı toprağın birine üzüm, diğerine hurma ve sebze meyveleri ekin, bunlar aynı su ile de sulandığında, hava aynı, güneş aynı olma­sına rağmen tadları birbirinden farklıdır. Hatta aynı ağacın meyveleri­nin tadı bile güneş az veya çok görme bakımından veya toprağının farklı olmasından bile olgunluğu, tadı birbirinden farklıdır.

İşte bunları yapan Allah’dır. İnsanın bu söylediklerimizi yapması mümkün değildir ancak, onun yapacağı toprağı havalandırıp, sebze, meyve ve.fidanları toprağa atmak, onların ihtiyacı olan gübre ve sula-rıda verip diğer işlemleri de Allah’a havale etmek. Bunlar Allah’ın var­lığına ve birliğine delildir. İşte bunlar akıl edenler için birer ibrettir alamettir.

Bir önceki ayette “düşünenler için” diyordu, bu ayetin sonunda da “aklını çalıştıranlar için” diyor. Kişi aklını, mal toplama yolunda, mal kazanma yolunda çalıştırıyor da; o malı yaratanı düşünmüyorsa, bu yukarıda sayılanlar ona hiç bir fayda vermez.[6]

5- Eğer sen (onların iman etmemelerine şaşıyorsan) asıl onların: “Biz toprak olduğumuzda yenidenini yaratılacağız?” sözlerine şaşman gerekir. Onlar Rablerini inkar ettiler. Onlar boyunlarında halka olan­lardır. Onlar ateş yaranıdır. Onlar orada (ateşte) ebedidirler.

Onların bu sözü yanında aynı topraktan çeşitli renk, tad, koku ve güzellikte meyve ve sebzelerin meydana gelmesi hayret edilecek şey değildir; Onlar ilahi kanunlar içinde cereyan eden olaylardır. Ama bun­ların sözü ise hayrete şaşmaya kayda değer şeydir.

Zira çekirdeğin toprağa düştüğünü gözüyle görüyor, o çekirdeğin üzerinden kara kış geçiyor. İlkbaharın gelmesi ile yeniden filizlenip sonra çiçeğe dönüşüyor, meyvesini verip yazın gelmesi ile olgunlaşı-yor. Sonbaharın gelmesi ilede çekirdek tekrar toprağa düşüyor bu bir defa değil yıllarca böyle devam ediyor bunu görüyorda, tekrar dirilmeye inanmıyor işte şaşılacak hayret edilecek şey budur.

12 Eylül 1980 ihtilalinde Mersin’in kazası Mut’da vaizdim, oradaki askeri üst düzey komutanlarından biri, sokakta gördüğünü hapse at­mış, hapishane dolunca oranın tek sınaması vardı, o sinamayıda sahi­binden almış. Orayıda hapishane olarak kullanıyordu. Bende onlara arasıra gidip vaaz ediyordum. Orada imanın esaslarını anlattım. Ahirete imana gelince, banka soyma suçundan yatan biri “hocam bunu anlatmaya gerek yok, çünkü buna inanmak mümkün değil çünkü, bir adam denize düşse, onu da balina yutsa, oda balinada et olsa, onuda balıkçılar tutup parçalara ayırıp, fabrikada özel ambalajlarla çeşitli ül­kelere satsalar, bunuda o ülkelerdeki 20 bin kadar adam yese, bu çe­şitli ülkelerdeki adamların kimisi yangında Ölse, kimisi trafik kazasında kimiside denizde boğulup ölse, o balinanın yediği adam nasıl di­riltilecek?” diyor. İşte aynı sözü[7] kâfirlerde söylüyor “biz toprak olduktan sonra mı Allah bizi diriltecek?” O banka soyguncusunun dediği de aynı, fakat işi bir parçaya değilde 20 bin par­çaya bölüyor, ama ikisindeki hareket noktası, ikisininde mantığı aynı.

O banka soyguncusuna dedimki “sen Kur’an okurmusun?” hayır dedi, baban okurmu? babam okur dedi. “Babanın yanına gittiğinde ya-

sin suresinin son sayfasını aç ona okuttur.” Orada 88-89. ayetlerde Hz. Peygamber zamanında imansız biri çürümüş bir kemik getirir de eliyle de onu ufalayarak “bu çürümüş kemikten mi yaratılacağız?” der.

Allahu Tealada cevaben: “Hiç yok iken yoktan var eden, o kemiği yaratan, çürüdükten sonra toplayacak olan da odur.”

Bende o şahsa “sen bana dağılışı anlattın, denize atıp balinaya yutturdun sonra onu duman ettin havaya uçurdun. Bende sana senin toplanışını anlatayım dedim. Yaşını sordum 35 olduğunu söyledi 35 yıl Önce sen bu dünyada yoktun. Dünyaya geldin, baban bakkaldan, pa­zardan; Adana’dan gelen domates ve karpuzu, Erzurum’dan gelen peyniri, Trakya’dan gelen yağı, Rize’den gelen çayı, Konya’dan gelen bulgum aldı, sende yiyip yiyip bu hale geldin. İşte Allah (cc) seni böyle toplamış yani ilk topladığı gibi tekrar toplar.”

“İnsan oğlu bile televizyon aracılığıyla Havaya resim veriyor öbür taraftan İstanbul’dan, Artvin’den, Muğla’dan, Hakkari’ye kadar her ta­rafta yayılan bu resimleri toplayabiliyor da Allah niye bunu yapamasın?” deyince “Pekala inandım hocam” demişti.

“İşte onlar rabbi inkar eden kafirlerdir.” Ayette Rabbi inkar edenler deniliyorda Allah’ı inkar edenler denilmiyor. Adamlar Allah’ı inkar et­miyorlar, “Allah vardır, yeri, göğü yaratan odur ama Rab değildir. Yani bizim sahibimiz bizim terbiye edicimiz kanun koyucumuz değildir” di­yorlar. İnkarcılıkları buradan kaynaklanıyor.

“İşte onların boynunda zincirler vardır.” Bu iki türlü tefsir edilir. Yasin suresinde de vardır. “Onların boyunlarına zincirler taktık.”

Küfrünü açıkça ilan eden kâfirlerin günlük hayatta boyunlarında herhangi bir zincir filan yoktur. Ama onlar öyle manevi zincirle zincir­lenirler ki rahmana secde edemezler.

Hak meclislerine gelemezler zira o zincir ile gemlenir. Tıpkı mer­kep, katır veya at gibi hayvanlar boynundaki yular veya zincirle sırtın­daki semer veya eğerine kısaca bağlandımı boyunlarını uzatıp yerdeki çayırları yiyemezler sağa sola gezinir boynu ve ağzı havada kalır. İşte Allah (cc) ayette kâfirleri buna benzetiliyor.

Ayetin ikinci bir tefsiri de cehennemde ateşten verilecek olan zin­cirdir. İşte onlar cehennem ashabından cehennemliklerdendir. Orada onlar ebedi kalıcıdırlar.[8]

6- (Kafirler) senden iyilikden önce kötülüğü (cezayı) isterler. Halbuki onlardan önce benzerleri (Cezelandirilmiş olarak) geçmişti şüphesiz Rabbin, zulümlerine rağmen insanlara mağfiret sahibidir. Ve şüphesiz Rabbin azabı çok şiddetli olandır.

Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde daha önceki kavim­lerin başına gelen azabdan söz etmekte mesela Nuh (as)’ın kavminin suda boğulması, Lut (as)’ın kavminin başına taş yağması ve yerin altı üstüne gelmesi gibi olaylar. Mekkelilerde işte böyle ceza ve azablarm bizede gelsin diyorlar.

Onlar iyilikten önce kötülüğün gelmesini acele ediyorlar “Haydi Allah varsa gökyüzünden bize taş yağdırsın bir azab getirsin diyorlar. Kâfirlerin bu şekildeki istekleri günümüzde de aynı daha önceki pey­gamberler dönemindede aynıdır. Eğer Allah varsa bize azabını getirsin işte bazı kardeşlerimiz böyle diyen insanlara ne cevap vereceğiz diyor­lar Kur’an bunlara cevabını vermiştir. Herşey Kur’an’da mevcuttur. Fatır suresinin son ayetinde “Allah yaptıkları yüzünden insanları he­men cezalandırsaydı hiç bir canlı yaratık kalmazdı….”

Yine aynı “Ancak Allah’tan alim kullar korkar” ayetleriyle bu işin sınırını çiziyor bilmeyen bir insan Allah’tan korkmaz Allah’ı bilen insan Allah’tan korkar böyle isyan etmez.

Mevlana’da bu konuda şunu söylüyor. “Hayvanlar toplanmışlar demişlerki aslandan bıktık artık aslanla anlaşma yapalım günlük hakkı istihkakı ne ise onu söylesin, o konuda anlaşalım. Ona göre bizde bu işi sıraya koyalım, sırası gelen gitsin aslana yem olsun, sırası gelme­yenlerde ormanda rahat yaşasınlar. Hepsi aslanın yanına gitmekten korkmuş. Bu durumu bildirmek için sinek görevlendirilmiş. Sinek uç­muş uçmuş derken bir yere konmuş oradan bağırıyormuş “Nerede o aslan, çıksın benim karşıma gelsinde pençeyi bende görsün, dişleri bende görsün” diyormuş. Aslında o andada sinek aslanın başına kon­muş orada konuşuyormuş” Mevlana diyor ki; bil “Ey sinek aslandan korkmak için ceylan olmak lâzım senin gibi sinekler aslan hakkında bilgisi yokki korksun, korkmaman cesaretinden değil bilgisizliğindendir.” diyor.

Çocuğun elindeki tel çubuğu elektrik prizine sokması onun cesare­tinden değil, çocuğun bilgisizliğinden dolayıdır. Kişinin Allah’tan kork­ması içinde Allah hakkında bilgisi olması gerekir.

Daha önceki toplumlarda da bu tür ibret alınacak cezalar geçmişti. Doğrusu rabbin Öyle rahman ve rahim ki insanların bu tür zulümlerine rağmen, rabbimiz mağfiret sahibidir.

Bir adam ne kadar zalim olursa olsun zulmünden döner İslama girer vede tevbe ederse af edilmiyecek bir suç yer yüzünde yoktur. Yer yüzünde işleten suçlardan Allah katında af edilmeyen tek suç; Allah’a şirktir. Kelimeyi Şahadet veya Kelimeyi Tevhid getirdi mi ,o da Affedilir.

Eğer iman etmez kelimeyi şahadet veya kelimeyi tevhid getir­mezse Rabbinin azabı çok şiddetlidir. Bu cezaları insan yaşamayınca bilmez bu dünyada göstermesin Ahirettede hiç yaşatmasın bu azablan bize. Hz. Ali (RA) buyuruyorki “Kişi kendini günah işlerken cehen­nemin kenarında imişde düşüverecekmiş gibi hayal etse, hayal ede­bilse o günahı işlemez.”[9]

7- Kafirler: “Ona Rabbinden bir ayet (mu’cize) indirilmeli değilmiydi?” derler. Sen ancak uyarıcısın. Her toplumun hidayet rehberi vardır.

Hz. Peygamberden mucize istiyorlar, başka ayetlerde nasıl mucize istediklerini açıklamıştı Allah Teala. “Onun yanında hazineler olmalı değilmiydi.” Uhud dağını altın yapsaydıda bu iş altınla yürüseydi veya bir melek görünseydi de onunla beraber gezip bu peygamberdir de­seydi.

Aslında mantıklı gibi bu durum yani Peygamberin peygamberliği başladığı andan itibaren 5 veya 6 ev dolusu altını olsaydı, kâfirleri sa­tın alsaydı.

Bu din işi, iman olayıdır, parayla, satın almayla alâkalı bir iş değil­dir. Günümüzdeki bazı insanlarda bunu diyor, para olsa filan kişiyi sa­tın alır, onu dine kazanırız diyorlar. İslamın o kimsenin satın alınma­sına ihtiyaç yoktur iman etmesine ihtiyacı vardır.

Günümüzde bazı kişilerde Müslümanların çok zengin olması ge­rektiğini savunuyorlar. Bizde bu zengin olma fikrine katılıyoruz, fakat aramızda bir fark var. O da müslümanların hizmet için zengin olması­dır. Hizmet için değilse zenginliğin, ne İslama nede topluma faydası olur. Benimle aynı ortamda büyüyen zamanında çocukluk arkadaşım olan bazı kişiler Önceden gariban devlet memuru idi, şimdi milyarlık adam oldu. Böyle imkâna kavuşmadan önce bu arkadaşım namazım kılar, şeriat faliyetlerinde bulunur, toplantılara katılır milyarı aştıktan sonra namazını yine kılarda, böyle şeriat işleriyle artık alâkası yok. Para, lazım olduğu zaman, çalışmak suretiyle Allah’ın inayet ve yar­dımıyla temin edilir.

Allah Hz. Peygambere diyorki (sana altınlar vermemişsem hazine­ler vermemişsem melek göndermemişsem sen sıkıntıya düşme) senin görevin uyarıcılık yapmaktır. Her toplumada bir hidayet rehberi gön­derilmiştir.

Bazıları, bilhassa Türkiye’deki bir kısım inançsızlar niye Peygamberler ortadoğuda Hicaz bölgesinde gelir, diğer bölgelerde, ül­kelerde yaşayanlar insan değil mi? İddiasında bulunurlar. Onlara soru­yoruz nereden biliyorsunuz Amerika’da yaşayan insanlara peygambe­rin gönderilmediğini? Bu ayette Allah (cc) “hsr topluma bir hidayet rehberi gönderilmiştir” diyor.

Birde şu görüş vardır. Bugün yeryüzündeki batıl din dediğimiz, ilkel din dediğimiz dinler, birer hak dinin gelmesinden sonra ortaya çıkmış dinlerdir.[10]

8- Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını bilir. Herşey O’nıın (Allah’ın) yanında bir ölçü iledir.

9- Gizli olamda açıkda olanıda bilir. Büyükdür, Yücedir.[11]

10- Sizden sözünü gizleyende, açıkdan söyleyende, geceleyin gizle­nende, gündüzün görünende eşittir. (Allah için hiçbir şey farketmez hepsini duyar, görür bilir.)

Allah (cc), herşeyi bilir. Her hamile dişinin (kadının) karnında ta­şıdığımda, O rahimlerin içindekilerden ne kadar eksilttiğini ne kadar faz lal aştırdığını da bilir. Rahim çocuğu her gün geliştirir. Meni olarak rahime dökülen çocuk 9 ay 10 güne kadar büyür gelişir işte bu geliş­meyi ayet kelimesi ile ifade ediyor.

Yine doğumdan ve hamilelikten önce kadın normalde adet görmesi gerekirken bu adet görme olayı duruyor. Bu kan çocuğa gıda olup bu seferde orası eksiliyor “Allah bunların hepsini bilir. Rahimlerde cere­yan eden olaylarıda bilir.”

Alimlerimiz bu ayetle rahimlere dikkatimizi çekiyor zira o incecik Karın zan rahim duvarı yazın sıcaktan kışın soğuktan korur. Karanlık olup ışığı geçirmez bir yapıdadır.

Allah katında herşey ölçüye göredir. Koyulmuş bir kanuna göre ha­reket eder. Rahimlerdeki çocukların erkek veya kız olacağı sağlam veya sakat olacağım gibi herşey Allah tarafından bilinir ve bir ölçü içinde takdir edilir.

“Açıkta olanıda gizli olanıda bilir. O en büyüktür ve en yücedir.”

“Sizden biriniz sözünü gizlesede açığa çıkarsada her ikiside mü­savidir.” Yani Allah katında sözünü gizleyen ile açığa çıkaran denkdir, eşittir. Geceleyin gizlenenle, gündüzün açığa çıkıp yürüyen de onun ilminde denktir. Cibril hadisinde Hz. Peygamber ihsanı tarif ediyor. “Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Allah’ı görmesende O seni görür” buyuruyor.

Yani bunu şu örnekte daha iyi izah edebiliriz. Arabanızla uzun yolda gidiyorsunuz, trafiğin koymuş olduğu kurallardan en yüksek hız sınırı 90 km. yaklaştımı veya onu biraz geçtinizmi hemen arabanızı ya­vaşlatıyorsunuz. Ama o anda sizi uyaran ne bir kişi nede bir ses var fakat siz biliyorsunuz ki Trafik bölge amirliği belirli yerlere koyduğu radarlarla sizi gözetleyip, kuralı çiğnediğinizde ileride sizden yasal ce­zasını alıyor. Ama siz radarın nerede olduğunu görmüyorsunuz radar sizi görüyor.

İşte Allah’ında böyle kuralları kanunları sınırları var. Ticarette şu kanunlara uyacaksınız, evlilikte bu kanuna, devlete karşı görevleri­nizde şu hususlara diye sınırları vardır. O sınırı aştınızmı, Trafiğin ra­darı mesabesinde olan ve ahirette de sizin önünüze yazılı olarak gele­cek ve size oku denilecek.[12]

11- Allah’ın (her insanı) önünden ve ardından takip edip Allah’ın emrinden/emriyle onu koruyan (melekleri) vardır. Bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Bir topluma (kötülükleri se­bebiyle) azap istedimi onu geri çevirecek yoktur. Onlar için Allah’dan başka yardımcı dostda yoktur.

“O insan için önünde ve arkasında, onu ard arda takib eden ve onu Allah’ın izni ile koruyan melekler vardır.” melekler, yemeyen içmeyen, erkeklik dişilikleri olmayan, uyumayan Allah’ın emrine aynen uyup asla isyan etmeyen nurani varlıklardır. “Beşinci ayetin tefsirinde bah­settiğim, banka soyguncusuna” dedimki; “buradan çıktığında yine soy­gunculuk yapacak mısın?” “hayır, artık meleklere iman ediyoruz.” “Daha öncede polis vardı” dedim. “Polisle, savcıyla işimizi hallediyor­duk, ama melek yemezmiş, içmezmiş, rüşvet kabul etmez, erkeklik ve dişiliği yok, erkek olsa kadın, kadın olsa erkek verirdik. Uyumazmış uykusunda bu işi yapsak, işimiz zor bundan sonra vazgeçeceğim” demişti.

Amellerimizi yazan “kiramen katibin” melekleri biri iyi amelleri, di-ğeride kötü amelleri günlük yazarlar. Bazı imansızlar nasıl yazıyorlar benim o kadar günahım varki bunları yazmakla camiler dolusu defter eder diyor. Ama insan bilgisayar denen bir aletin disketine bir kütühhane dolusu kitabı doldurup onu disketin içine sığdırabiliyorsa, keyfi­yeti bizce bilinmeyen bir yazım da basittir, onu da Allah(cc) melek­lerine bu görevi yaptırır. Bunda şaşılacak bir tarafı yoktur.)

Hafızamızda ortalama elli senedir gördüklerimiz, duyduklarımız, yaptıklarımız yazılı ama beynimizde pek yer işgal etmiyor. İşte bu Rabbimizin ilmi ve kudretinin eseridir.

Bir de bu ayette ifade edilen Hafaza melekleri vardırki: Bu melekler de insanları çeşitli kaza ve belalara karşı insanları korur ama başımıza gelecek takdir edilmiş, kaza ve belalar hariç. însanları korurlar. Rüzgarlı bir havada karşımızdan toz geliyor doktorların ifadesine göre, göz bu toz karşısında beyinden emir alıp, göz kapak ve kirpiklerini ka-patıncaya kadar hayli bir zaman geçer ve toz gözün içine girer diyorlar. Onlar buna refleks dedikleri bir olayın neticesi derler. Bu doğrudur. Buda Allah’ın koymuş olduğu bir kanundur. Allah’ın bu kanıınlarınında bir uygulayıcısı vardır oda meleklerdir.

“Zinnun-u Mısrı” diye bir zaat için şöyle bir olay anlatılır. Özellikle tasavvuf erbabı daha çok anlatır bu zatı muhteremi, evliyadan biri ola­rak kabul edilir. “Birgün Nil kenarında geziyordum. Derken süratle gi­den bir akreb gözüme ilişti, bende onu izlemeye başladım, bende onun peşinden gittim, suyun kenarına geldi, suyun kenarında kurbağa var, kurbağanın sırtına çıktı, kurbağada kendini Nil’in sularına bıraktı ve ikisi birden karşıya doğru yüzmeye başladılar, bende bir sandal kira­layıp onların peşinden gittim. Karşıya geçtiler, akrep yoluna devam etti bende peşinden derken bir ağacın dibine vardı. Ağacın dibindede bir adam uyuyor, ona doğru da bir zehirli yılan saldırmak üzere, akrep yı­lanın yanına varıp, ona zehrini akıtmaya başladı, derken yılanda zehrini akrebe batırdı. İkisi birbirini zehirleyip öldürdü, ama adamın bu olaydan haberi yoktu. İşte bu Allah’ın hafaza melekleri vasıtası ile gerçekleştirdiği bir olaydır. Adam zehirlenip ölmekten, bir akrebin gelip yılanı öldürmesi ile kurtuldu.” Günlük hayatımızdada buna benzerleri vardır.

Buhari’de bir hadisde “Allahu Teala her bir insan için koruyucu melekler kılmıştır. Bunlardan gündüz koruyanlar ayrı, gece koruyanlar ayrı gece koruyanlarla gündüz koruyanlar devir teslim işlemlerini sa­bah namazı ile ikindi namazında yaparlar” buyrulmaktadır. Hadis bu kadar fakat Anayolumuzda sabah ve ikindi namazlarından sonra teşbih çekerken, cemaat safları bozmamaya gayret ediyor.

Sosyal olayları izah eden önemli bir ayettir. “Bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez.” Bir takım müslüman kardeşlerimiz ellerini kaldırıp Allah’a yalvarıyorlar; “yarabbi işsizlik­ten, Ticaretteki istikrarsızlıktan evimizdeki, mahallemizdeki huzursuz­luktan, şikayetçiyiz, Yarabbi; bize akıllı veya eli değnekli gönder, şu hayatı, düzeni, sistemi düzeltiversin” diye dua ederler. Ama Allah Teala; “Siz kendinizi değiştirmedikçe bu değişmez” buyuruyor.

Bir devletki; başbakanı ile çöpçüsü arasında herhangi bir ayrım ol­masa kanunlar karşısında birinin diğerine üstünlüğü yoksa, fertlerinin hepsi de insani muamele görüyor hepsi Kur’an’a göre amel ediyorlarsa. Ve yeraltı dünyası diye birşey yok, mafya olayı yok, milletvekillerinin

dokunulmazlığı yok, (ki, islamda kişilere dokunulmazlık hakkı tanın­maz, dokunulmazlığı olan Allah’dır. Allah yaptığından sorumlu tutula­maz, diğerlerinin hesaba çekilebilme durumu vardır.)[13] yani çok huzurlu bir toplum olsa, kötülüğe meyi etmedikçe -Allah’da onların durumunu değiştirmez.

Aynı şekilde yukarıda saydıklarımızın tam aksi şartları taşıyan bir toplum veya devlette kendi hallerini değiştirmedikçe, iyiliğe meylet-medikçe, Allah’ta onların durumunu kötülükten iyiliğe değiştirmez.

Bakara suresinde tefsiri geçmişti. Allah Teala İbrahim (as) “Ben seni insanlara önder kılacağım” buyuruyor. İbrahim (as) da bu teklifini kabul ediyor da, “Yarabbi bu yöneticilik neslimdede devam etsin” di­yor. Allah (cc) de “Benim bu yöneticilik makamım zalimlere ulaşmaz” zalimler buraya gelemezler buyurur.[14]

Buradan zalimler devlet başkanı olamaz anlamı çıkmasın. Rabbimin tasvib ettiği yönetici olamazlar. Yoksa zalimlerde devlet başkanı olurlar. Fakat tarih boyu “adil bir topluluğun başına zalim bir yönetici gelmemiştir.”

Toplum zulme meyletmiş derken bir zalimde onların ortasından sivrilip onların başına geçmiş. Bu şuna benzer; bir çınar ağacı ki yap­rakları sararmaya en tepedeki bir yapraktan başlar, şimdi aşağıdaki yapraklar “biz yemyeşil iken sen oradan nasıl sararıyorsun bu ayıp değilmi” diyebilir mi? Aslında o ağacın bütün her tarafının onayını al­madan, o üstteki yaprak sararamazmış. Yani ağacın bütün bünyesinde sararmaya meyi başlarmış. Ondan sonra da ilk defa sararan da köke en uzak yerde olan, en tepedeki yapraktan başlarmış.

Bu misalde olduğu gibi “Allah’ta toplum kendini değiştirmedikçe Allah o toplumun halini değiştirmez.” Toplumu Allah’ın emir ve yasak­ları doğrultusunda eğitmek yoluyla değiştirmemiz lâzım, ABD’nin emirleri istekleri doğrultusunda değil. Eğer ABD’nin emirleri doğrultu­sunda hareket edersek Afyon’da Haşhaş üretimi yapmıyacağız. Zira “Afyon” (Haşhaşın sakızı) Amerikan gençlerine zarar veriyormuş. Afyon’Iu gençlere zarar vermiyor da Amerikalılara mı zarar veriyor? Ey ABD sende gençlerini “Afyonkarahisar’lı gençler gibi “imanlı” yetiştir kurtul bu uyuşturucu belasından.!..

Allah bu insanların yaptıkları bu kötülükler neticesinde onlara bir ceza bir zarar vermek istedimi, onuda kimse engelleyemez. Allah’tan başka onları koruyacak onları yönetecek hiç bir kimse yoktur.[15]

12- Korku ve ümitle şimşeği size gösteren, yağmur yüklü bulutları yaratan O’dur.

13- Gök görültüsü hamdiyle teşbih eder. Meleklerde korkusundan (teşbih ederler). Yıldırımlar gönderirde onlar Allah hakkında çekişip dururlarken dilediğine isabet ettirir. O, pek kuvvetlidir.

Yağmur yüklü bulutuda yaratan odur. Yağmur bombası ile yağmu­run yağdırılıp yağdırılamıyacağı konusu hayli tartışıldı. İlim dünyası ilim adamları bu yağmur bombası ile yağmurun yağdırılabileceğini ka­bul ediyor, ama yağmur yüklü bulutun olması gerekiyormuş. Yağmur yüklü bulutu oluşturamıyor. Böyle bir bulut üstümüzden giderken mey­veleri olgunlaşmış bir elma ağacındaki elmaların sallanarak düşürül­düğü gibi düşürülmesinden ibarettir, bu olay

“Gökgürlemesi de Allah’ı hamd ile beraber teşbih eder.” yine başka bir ayette de “yaratılmış herşey Allah’ı teşbih eder” Başka bir ayet-tede “yerde ve gökte her ne varsa Allah’ı teşbih eder” buyrulur.

İlim adamlarına göre; çiçek sevildiğini, konuşulduğunu biliyor. Çiçekler, cinayetlerin aydınlatılmasında kullanılıyor. Bir evde cinayet olduğunda o evdeki çiçeğin belirli aletlerin altına koymuşlar zanlıları geçirmişler tam katil geçerken çiçek belirli dalgalar yayması suretiyle zanlıyı bulmuşlar. Biz şuna inanıyoruz yaratılmış herşeyin kendine has bir dili vardır, “yaratılan herşey Allah’ı teşbih ederde siz onların dilin­den anlamazsınız.” buyrulur.[16]

“Gök gürlemeside Allah’ı teşbih eder.” şunu söylemek istiyor. Allah (cc), gök gürlemesi böyle Allah’ı teşbih ederse, o kadar nimet içinde bulunan kâfirler siz niye iman etmiyorsunuz?” Kâfirin suçunu az göstermek istiyenler vardır. Aslında kafirin suçundan daha ağır bir suç yoktur. Zira Bulut Allah’ı teşbih ederken, şimşek Allahı teşbih eder­ken, onun teşbih etmemesi ben ateistim demesi onun çiçeğede, böce-ğede, insana da onun yaratıcısı Allaha da saygısızdır.

Ra’d suresi 1-13 ayetler arasında Allah (cc); kitabın (Kur’an’ın) kendi katından indirildiğini; gökleri direksiz olarak durdurduğunu, gü­neşi, ayı, yörüngesinde döndürdüğünü; aynı toprak aynı sulardan renkleri, tatları, kokuları, farklı olan meyveler çiçek ve sebzelerin mey­dana getirildiğini; ve kafirlerin biz öldükten sonra mı? dirileceğiz sözü­nün çok garib ve saçma, şaşılacak bir ifade olduğunu; tabiata baktıkla­rında her mevsim ölüp dirilen çekirdek ve çiçeklerin meydana geldiğini; Ana rahimlerinde ne kadar büyüyüp ne kadar küçüldüğümüzü; Ve ka­derimizin ne olacağını dahi bilen olduğunu; Tabiat olaylarını evirip çe­virdiğini, tabiatta plan herşeyin Allahı teşbih ettiğini, o gökgürültüsünün dahi Allah’ın hamdi ile onu teşbih ettiğini ifade eden ayetlerden sonra 14. ayette.[17]

14- Gerçek da’vet (dua) Ona yapılır. Ondan başkasına dûa (da’vet) ettikleri onlara hiçbir şeyle cevap veremezler. Onların durumu, ağzına ulaşması için iki elini suya açan gibidir. O su ona ulaşmaz. Kafirlerin duası (da’vetide ancak sapıklıktır) boşa gitmiştir.

“Gerçek davet Allah’a aittir,” Duyurulmakta veya gerçekten dua Allah’adır. Yani herhangi birşey istiyeceğinizde yalnız ve yalnız Allah’tan isteyin sadece ona dua edin; başkasına dua etmeyin.

Burada iki mâna vardır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi dua yalnız-ve yalnız Allah’a (cc) yapılır. Filan tekkeye veya türbeye gidip oradaki zat’a bana bir oğul ver, işimi düzelt, bozulan ticaretimi düzelt, hasta­lıktan beni kurtar gibi dua yapılmaz. Bunlar batıl olan, insanı imani açı­dan tehlikeye sokan bir davranıştır. Dua sadece Allah’adır. Saydığımız şeyleri Allah’tan istemelidir insan.

İkinci bir mânasıda, insanları emirlerine ve yasaklarına uyma da­veti yalnız Allah’a aittir. Başkasının benim kanunlarıma, benim emir ve yasaklarıma uyun deme yetki ve selahiyeti yoktur. Ama böyle insanlar varmıdır? Allah (cc) den başkasına dua edenlerin durumu bir benzetme ile anlatılıyor. Bir dağın tepesinden bir ırmağa veya bir göle elini uza­tıp, su isteyen bir adamın eline nasıl su gelmezse, Allah’ın yarattıkla­rından birşey isteyenlerin, ona dua edenlerin elinede birşey geçmesi,

su isteyenin su istemesi boşa bir dilenme olduğu gibi, onların duası boşunadır. Bu Allah’tan başkasına dua edenlerin durumu.[18]

15- Göklerde ve yerdekiler isteyerek ve istemeyerek Allah’a secde ederler. Onların gölgeside sabah akşam (secde ederler).

“Yerde ve gökte var olan herşeyin isteyerek veya istemiyerek Allah’a secde ettiğini haber veriyor.” Hatta yaradılmışlann gölgelerinin dahi sabah ve akşam Allah’a secde ettiklerini haber veriyor. Yani Ağaç kendi secde ettiği gibi ağacın gölgeside ona secde eder, zira göl­gede bir varlıktır o varlıkta kendi üzerine düşen görevini yerine getiri­yor.

Bu 15. ayet Hanefi fıkhına göre secde ayetidir. Arapça metni okun­duğunda secde yapılması gerekir. Bu ayetten başka Kur’an’da 13 yerde daha secde ayeti vardır, onlarda da aynı şekilde secde yapılır. Bu sec­delerin yapılış gayesi ve maksadı başka bir ifade ile secde yapması gerektiren durum şudur. Bu ayette Allah (cc): “Yerde ve göktekilerin hepsi Allah’a secde eder.” buyuruyor. “Yarabbi biz de o yerdekilerde-niz, bizde secde ediyoruz” diyoruz. Diğer bir ayette “O kafirler secde etmekten kaçınırlar” buyuruluyor. O ayet okunduğunda bizde diyoruz ki “onlar kaçınırsa, biz secde ederiz” Yarabbi diyerek secde ediyoruz.

Alimlerimiz bu secde-i tilavet hakkında ne güzel bir şiir yazmış

Bilin ondört yerde gelir secde Kur’an’da tamam

Yedisi farz üçü vacib dördü sünnet vesselam

Farzdır, Araf da Ra’d, Nahl Esra ve meryem Haccu Saad

Hem üçü Furkan Elif, lam, Mim, Hamım, ve vacihat

Nemi ve en-Necm, İnsikak, İkra sünnettir bunları

Müşkilin hal oldu bu üç beyitle ey şehriyar.

  1. ayette Allah (cc) istiyerek veya istemiyerek secde ederler bu­yuruyor. İnsanın dışındaki yaratılmışlar isteyerek secde ederler insan­lar içerisinde müminlerde istiyerek, gönülden secde ederler. İnsan dı­şındaki varlıklar gönülden secde ederler ve bunların secdeleri kendi hal ve lisanlarıyla olur.

Mü’min insan her şeyin secde ettiğine inandığı için eşyayı koparmaz, kiri etmez, ihtiyacı kadarını alır ve israf etmez.[19]

16- Deki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” (onlar cevap vermesede sen) De: “Allah” (ve yine) deki: “Allah’dan başka dostlar mı edindiniz? Onlar kendilerine bir fayda ve zarar veremezler.” Deki: Kör ile gören bir midir? Karanlıklarla (şirk ile) nur (tevhid) bir midir.?”

Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular, onlara bu yaratılanlar birbirine benzedi de onun için Allaha ortaklar mı edindi­ler?

Deki: “Allah herşeyin yaratıcısıdır. O tekdir, Kahhardir (Herşey emri altındadır).

İnsanoğlu kendisi güneşi koltuğunun altına alıp dünyanın etrafında döndürmüyor, veya yıldızları gökyüzünde tutma eziyet ve zahmetine katlanmıyor. Onları belirli bir ölçü ile gökyüzünde tutan, dünyayı gü­neşin etrafında zahmetsizce döndüren biri olduğunu kabul ediyor da bundan ilerisini kabul etmiyor.

Yani Allah herşeyin yaratıcısıdır. Herşeyi yaratmıştır. Ben ilahım diyen yönetici firavun öldü, ölümünü engelleyemedi yine nice kırallar vardı onlarda ölümden kurtulamadılar.

Allah insanları hukuk karşısında bir tarağın dişleri gibi eşit yarat­mıştır. Hz. Peygamber Hadisi şerifinde “İnsanlar tarağın dişlen gibi eşittir” buyuruyor. Eskiden derebeylikleri vardı şimdide demokrasi var diyorlar. Batılı bir bilim adamı “tarihin her dönemi bir şekilde demok­rasi ile yönetilmiştir” diyor. Demokrasinin olmadığı dönem yoktur.

Şimdi insanlar birilerini seçme veya seçilme hakkını bir kağıt ile kullanırken, eskiden de başı ile kullanıyordu 3-5 milyon tebası olan bir kral, “ben sizin kralımzım, beni kabul etmeyenler başlarını kaldırsınlar” der. O, 3-4 milyon başını aşağıya eğerek tasdiklerdi, yani isyan etmeyip onun dediklerini yapmak suretiyle, baş işaretiyle onu kral seçmiş, onu kabul etmiş oluyordu.

İşte şimdiki demokrasi ile eski demokrasi arasındaki fark budur. Eskiden kılıcım çekiyor başınız ile işaret edin deniliyordu, şimdi de herkes kâğıt ile bunu belirtsin yoksa şu kadar para cezası var denili­yor. Hiçbir kimsenin diğerini, kendi aklına göre yönetme hakkı yoktur “Hakimiyet Allah’ındır. Ancak ve ancak Allah’a itaat etmeyi emretti başkalarına değil “Görenle görmeyen bir olur mu?” Hiç karanlıkla aydınlık bir olur mu?” Aydınlık geldimi etrafımızı ve etrafımızdaki eşyaları insanları ra­hatlıkla görüyoruz. Ama aydınlık gittimi, zifiri karanlıkta kalıyoruz. Aynı şekilde insanların üzerinde Allah’ın kanunlarının uygulaması gündüzün ışığının gelmesi gibi, insanların kanunlarının uygulanması ise zifiri karanlığın ortalığı kaplaması gibidir.

“Yoksa onlar, Allah’a ortaklarını koşuyorlar.” “Şirk” kelimesi, şir­ket kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Şirket aynı müesseseye bir­kaç kişinin belirli oranlarda ortak olması, söz sahibi olmasıdır. Allah (cc) “şirk haricinde bütün günahları af edeceğini ama şirki asla af et-miyeceğini” bildiriyor.[20]

Şimdi dünyada şu kadar insanın canı yanıyor. Anneler ağlıyor, ço­cuklar mahzun işer bu müşriklerin (şirk koşanların) düzene hakim ol­malarından kaynaklanıyor. Peki bu müşriklerin şirke gönül bağlamala­rının sebebi ne olabilir? Bunu ayeti kerime şöyle açıklıyor. Acaba bun­larda birşey yarattılarda yarabbi bilemedik senmi, büyüksün yoksa şu bizim yarattıklarımız mı? Biz şaştık kaldık mı diyorlar, halbuki böyle birşeyde yok.

“Deki herşeyin yaratıcısı Allah (cc) O Tekdir ve herşeye gücü ye­ten Allah (cc)’dır.[21]

17- Allah gökyüzünden su (yağmuru) indirdide vadiler kendi mik-darmca su akıttı. Sel de üste çıkan köpüğü götürdü. Süs veya bir meta’a yapmak için ateşde yaptıklarınızdada bunun benzeri köpük vardır. İşte Allah hak ile batılı böyle bir misalle anlatır. Köpük yok olur gider. İnsanlara fayda verene gelince o yeryüzünde kalır. İşte Allah böylece misaller verir.

Allah rahmet olarak gökten yağmuru indirir, aynı şekilde ayetleri­mde indirir. Her iki şey içinde Enzele fiilini kullanmıştır. Yağmur yağar, yağmur sularının doldurduğu vadilerde suların üzerindeki köpüklerde kâfirlerin kanunları gibi birşeydir. Yağmurlardır toprağa fayda veren, ekinleri sulayıp, onların çiçek açmasını sağlayarak buğdayların oluşmasına sebep olan.

İnsanlara faydalı olanda yağmur gibi onlara bereketler dağıtan Allah’ın ayetleri ve kanunlarıdır. Fakat zaman içindeki bazı insanların kanunları kafirlerin kanunları da su üstündeki köpükler gibidir. Bu gün vardır, zaman içinde kaybolur gider.

Aynı şekilde süs eşyası olsun diye altın ve gümüş madenleri top­raktan alınıp eritilir, eridiğinde asıl maden saf şekliyle tabana çöker, onun üzerineki artık maddeler köpük halinde olur onuda atarlar. İşte Allah’ın ayetleride Hakiki madenler gibi altınlar gibidir. Ama insanların koyduğu madenler ise o üzerindeki çerçöp gibidir. Onlar atılmaya mah­kûmdur.

Allah’ın kanunları ile insanların kanunları arasındaki fark Allah’ın yarattığı insan ile insanların plastikten yaptığı insan heykeli gibidir. Yine Allah’ın yarattığı çiçek ile insanların plastikten yaptığı çiçek ara­sındaki fark ne ise Allah’ın ayetleri kanunları ile insanların yaptığı ka­nunlar arasındaki farkda odur. Yani Allah’ın yarattığında bir tabiilik in-sanınkinde ise bir sun’ilik vardır.[22]

18- Rablerinin da’vetine uyanlara en güzel: (cennet) vardır. Onun davetine uymayanlara gelince, eğer yeryüzündekilerin tamamı onların olsa, bir o kadar daha olsa (cehennemden kurtulmak için) muhakkak fidye olarak verirlerdi. İşte hesabın en kötüsü onlaradır. Sığınakları cehennemdir. O ne kötü bir yatakdir.

“Gerçek davet Allah’a aittir, davet etme hakkı Allah’ındır. Allah’ın bu davetini kabul edenlere güzellikler vardır.” Bu ayetteki güzellikten maksad da cennet olduğu belirtilmiştir. Bazı insanlar “Rabiatul adeviyye diye evliya bir kadının “Yarabbi senin cennetin için ibadet edi­yorsam beni cennetine koyma” şeklinde dua ettiğini rivayet etmekte­ler. Binlerce evliya bir araya gelse, bir peygambere denk olmaz, zira Kur’an’da İbrahim (as) “Yarabbi beni cennetin varislerinden kıl, cen­netine koy” diye dua ediyor.[23]

Peygamber cennete girmek için dua ederse, Rabbim de bize “cen­neti isteyin” diye öğretirse böyle bir sözün geçerliliği zahirde yoktur. Zira ayette Yarabbi dünyada güzellikler verdiğin gibi Ahirettede bize güzellikier (cenneti ver diye dua etmemizi emrediyor.)[24] Yine Allah: “Yakıtı insanlardan ve taşlardan olan cehennemden sakı­nın, korkun” buyuruyor.[25] Kişi cehennemden korkacak sa­kınacak cenneti de Allah’dan taleb edecektir.

Allah’ın bu davetine icabet etmeyenler katılmayanlar, cehennem azabım görünce, “keşke bütün mal varlığımızı bu yolda feda etseydik” derler ama fayda vermez, onlar için çok kötü bir hesap vardır ve yerleri cehennemdir orası ne kötü bir yataktır.

Bu ifadeler bizi cehennemi görmediğimiz için pek ürpertmez ama ancak kişi şöyle küçük bir yangında malı, canı, evladı kaldımı o zaman bunun ne demek olduğunu biraz olsun hisseder. Hele dünya ateşi ce­hennem ateşinin bin katı yıkanmışı, azabı, elemi azaltılmış bir ateştir.[26]

19- Ancak R ah hinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kör (kimse) gibi midir? Ancak akıl sahipleri öğüt alır.

Sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kişi kör adam gibimidir. Kör adam cadde de yürümesine diğer bazı ihtiyaçlarını gidermede başka­sına muhtaç. Gittiği yerlerdende zevk aldığı yoktur. İşte görenle bu kör arasında nasıl büyük fayda varsa sana indirilenlerin gerçek olduğunu bilen ile bunu inkâr eden arasındaki farkda görenle görmeyen arasın­daki fark gibidir. Asıl ve gerçek kör gönül gözü görmeyendir.

Ama bu farkı akıl sahipleri alırlar akıl sahibi olmayanlarda bu ikisi arasındaki farkı anlamayacak durumda olanlardır. Allah’a ibadet ede­meyenler Allah’ın yarattığı insana itaat etme tapınma mecburiyyetinde kalırlar. Bundan sonraki ayette akıl sahiplerinin sıfatlarını açıklıyor.[27]

20- Onlar ki Allah’ın ahdini yerine getirirler ve andlaşmayı bozmaz­lar.

“Allah’a olan sözlerini yerine getirirler” yani ruhlar aleminde Allah’a “evet” demişti ruhlarımız. Bütün ruhlar orada Allah’ı tanıdı hepsi secde etti. Bu dünyaya gelince bir kısmı ahdine, sözüne devam etti ki bunlar müminlerdir, bir kısmıda ahdine devam etmedi bunlarda kafirlerdir.

İşte O akıl sahibi mümin olanlar sözlerine bu dünyada da devam ederler ve “Allah’a verdikleri sözlerini bozmazlar” anlamına geldiği gibi ikinci bir manada “Allah’ın yarattığı kullarına karşı vermiş oldukları sözlerini bozmazlar.”

Mehmet Akif Merhum için anlatılır birisi ile saat beşte O adamın evinde buluşmak üzere randevulaşır. O da saat dörde kadar evinde oturur. Havada çok yağmurlu fırtınalı bir kış günüdür. Adam kendi kendine Ey Akif bu havada senin Fatih’den kalkıp buraya gelmen mümkün değil der evinden çıkar başka bir yere gider. Tam saat beşde Akif de söz verdiği adamın evine gelir. Bakarki adam evde yok ondan sonra onunla arkadaşlığını bozar. O ünlü edebiyatçı olan adam; “Senin gelmiyeceğini zannederek gittim” der. Akifde “Ben de senin beklemediğine darılmadım, benim gelmiyeceğimi zannetme kanaatinde ol­duğuna küstüm. Sen beni tanımamışsın beni tanımayan ile ben de dostluğu devam ettiremem” der.

İşte bu bir sözü yerine getirmedir. Müslüman hem ruhlar aleminde rabbine verdiği sözü, hemde dünyada Allah’ın yarattığı kullarına ver­miş olduğu sözü yerine getirmelidir.

İslam hukukunda söze itibar edilir, imza olayı yenidir. Çağın icadı­dır. Kişi bunu aldım, sattım, verdim dedimi o onun malıdır. Kocalığa veya Hanımlığa “kabul ettim” gibi kesin ifade eden lafızlar kullanıp, iki şahitlede işi şahitlendirdimi iş bitmiştir, hukuk yerine sözleşme veya sözleşmenin anlaşmazlığı ihtilafı ortadan kalkmış demektir. Zira söz insanın ruhunun kültürünün şahsiyetinin ürünü olarak ortaya çıkar.[28]

21- Onlarki Allah’ın bitiştirilmesini istediği şeyi bitişdirirler. Rablerinden korkarlar ve hesabın kötüsündede korkarlar.

“Allah’ın gözetilmesini istediği şeyleri gözetirler, sılayı rahimi ye­rine getirirler.” Sılayı rahim de Anne, baba, eş, dost kimselerin gönlünü almakdır. Onları ziyaret etmekdir. İhtiyaç anında yardım etmektir. Akıl sahipleri rablerinden korkarlar ve Ahirette de kötü hesapla karşı­laşmaktan da korkarlar. Ahirette hesabın iyi olmasının yolu bu dün­yada günahları yüklenmeden Kur’an ve sünnete göre hareket etmekten geçer.[29]

22- Onlarki Rablerinin vechini arayarak sabrederler, namazı dos­doğru kılarlar, onlara verdiğimiz rızıkdan gizli ve açık onlara dağıtırlar, kötülüğü iyilikle giderirler işte onlar için yurdun (hayırlı) sonucu vardır.

Akıl sahibi insanlar Allah (cc) rızasını kazanmak için sabrederler, ibadetleri yerine getirirken ibadete sabr ederler, ibadetleri yerine geti­rirken bir bela ile karsılasırsalar önada sabr ederler.

  1. Kötülüğü iyilikle giderirler. Bu vasıfları taşıyan kişilerin gideceği yer:[30]

23- Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden, çocukla­rından salih olanlarda oraya girecekler. Her kapıdan onların üzerine melekler girerler.

Burada şuna işaret edilmiş Ameli çok iyi olan müslümanlar cennete giderlerken “yarabbi babam nerede annem nerede? Onlar cehennemde yanarken ben cenneti istemem yarabbi” derse o salih olan kişinin annesi babası da, eşi ve çocuklarıda (imanla gitmesi şarttır) onun yanma cennete verilir.

Meleklerde onlara çeşitli kapılardan yanlarına girerler ve[31]

24- “Sabrınız sebebiyle size selam olsun. (Dünya) yurdunun so­nucu ne güzel (derler).

“Bu sabr etmenizin neticesi olarak size Allah’tan selam var bu kaldığınız yer ne güzel bir yerdir.”[32]

25- Allah’ın ahdini sağlamlaştırdıkdan sonra bozanlar, Allah’ın bi-tiştirilmesini emrettiği şeyi kesenler, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran­lar… İşte la’net onlaradır ve (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır.

Allah’a olan sözlerini bozanlar, Allah’ın “sılayı rahim yapın” dediği halde sılayı rahmi kesenler, yani bütün yakınlarıyla doslarıyla ilişkiyi kesenler yer yüzünde bozgunculuk yapanlar, yani yeryüzündeki insanIar arasındaki muhabbet ve sevgiyi bozup, tabiattaki dengeyi bozanlar, onlar için Allah’ın laneti vardır. Onlar için cehennemde çok kötü bir yer vardır.

Bugün yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar Allah’a iman etmeyen­lerdir. Şu anda hava deniz ve çevre kirleniyorsa bu imansızlar sebebiy­ledir. Zira çevreyi denizi havayı kirleten insandır.

İnsan temiz olmazsa çevreside temiz olmaz, Önce insanların elbi­sesi kalbi iç dünyası temiz olmalı ki o da çevresini temiz tutsun.

Akdenizin filan yerindeki kablumbağalar için milyarlarca lira har-canıyorda insan için harcamıyorlar…! Evet Hz. Peygamber zamanında bir kadın sıcaktan ciğerleri yanan bir köpeğe su verdiği için cennete gittiğini, Buhari’de öğreniyoruz. Ama birinci derecede insan, insanı çi­çek gibi yaptımı, o da etrafını çiçek gibi yetiştirir.[33]

26- Allah rızkı dilediğine açar (dilediğine) kısar. Onlar (kafirler) dünya hayatıyla sevindiler. Halbuki dünya hayatı ahirete oranla bir geçinılikden ibarettr.

Tabiin dönemindeki bir dil bilimcisi, lügat hazırlarken (bugünkü gibi yazılmış Iugat yoktu) seyahata çıkıyor. Kabile kabile dolaşıyor. Kur’an’daki kelimelerin ne manalara geldiğini araştırmış ve böyle bir araştırma yolculuğunda bir kabileye varır. Anne çocuktan “rneta’ı” ge­tirmesini ister. Çocukda bağırmış “Anne köpek geldi, metâı aldı dağa doğru kaçtı” demiş. Bakmış ki köpeğin alıp kaçtığı annesinin bulaşık yıkadığı kirli beze “meta” diyor. İşte bundan hareketle dünyalık olan şeyler cennetin güzellikleri karşısında ancak o kadının bulaşık yıkadığı kirli bez gibidir.[34]

27- Kafirler: “Ona Rabbinden bir ayet (mu’cize) indirilmeli değil-miydi?” derler. Deki: Allah dilediğini sapıtır, gönlünü yönelteni de hi­dayette kılar.

Kâfirler derlerki “yahu bu peygamber olduğunu iddia ediyor. Keşke birde mucizeler gösterse.” Deki Allah dilediğini sapıtır, dilediğini hida­yete erdirir. Allah’a yönelen kişiyi de hidayete erdirir.” Burada bazı kardeşlerimiz bu meseleyi yanlış anlıyorlar. Allah dilediğini sapıklıkta kılar dilediğimde hidayete erdirir, yani ben seni ne yaparsan yap, sa­pıklıkta kılacağım, gavur yapacağım, sende ne yaparsan, nasıl hareket edersen et senide müslüman yapacağım şeklinde anlarsak o zaman sorumluluk ortadan kalkar. “Senin hükmün geçiyor Yarabbi beni kâfir yaptın” der. Öbürüde “beni de müslüman yapmışsın” der.

Biz meselenin böyle olmadığını biliyoruz. Kâfir, küfre doğru meyle­der, Allah (cc) onu halk eder, onun o isteğini yaratır. Sapıklıkta kıl­ması, kâfir olması budur. Ama “dilediğini sapıtır, dilediğini de hidayete erdirir” şeklindeki kendi nefsine izafet etmeside bütün herşeyin yara­tıcısı olduğu içindir. Yani kul küfrü ister Allah’da onu yaratır. Kul imanı ister, Allah’ta o kul için o imanı yaratır.[35]

28- Onlarki iman ederler ve kalbleri Allah’ın zikri ile tatmin olur. İyi bilinki kalbler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur.

Gözünüzü açın, dikkat edin Allah’ın zikri ile kalpler huzura kavu­şur. Başka yolu yoktur. Kalblerin mutmain olması, huzura kavuşması için. Onun için subhanallah, “Hasbunallahu venimel vekil” gibi zikirleri bolbol söylemek lazım.

Bu zikirler yanan yüreğin üzerine dökülen bir soğuk su gibidir. Onun galeyanını durdurur. Ruh ve sinir hastalıkları mütehassıslarının birçoğu hastalarına namaz kılmayı, ibadet yapmayı, boş zamanlarında da Allah’ı zikretmeyi tavsiye ediyor. Başka bir doktorda hastasına si­yan siyan kelimesini günde 500 tane söylemesini emretmiş. Bende dedimki “bu kelimenin herhangi bir anlamı varmı?” hayır dedi. Niye bu kelimeyi tavsiye ediyorsun dedim. Dediki önemli olan hastayı meşgul etmek . Bende “Allah demesini söyleseniz” dediğimde, “bize onu öğ­retmediler bunu öğrettiler” dedi.[36]

29- İman edip ameli salih işleyenlere müjdeler olsun. Görülecek ye­rin güzeli onlar içindir.

İman edip ameli salih işleyenlere ne mutlu veya müjdeler olsun demektir. Birde “Tuba” cennetteki bir ağacın adıdır.

Yunus Emre’nin; Salınır Tuba dallan Kur’an okur hem dilleri Cennet bağının bülbülleri Öter Allah deyu deyu

Bu şiirinde ki “Tuba” bir isim olarak alınmıştır. Hadisde de “Tuba, cennette bir ağacın adıdır,” diye zikredilmiştir.

Ayette “iman edip salih amel işleyenlere Tuba ağacının altında gölgelenmek vardır” bir kısım hocalarımız “onlar için varacakları güzel bir makam ve mevki vardır” diye tefsir etmişlerdir.

Önemli bir diğer hususda iman ile salih amel ard arda gelmiştir. Dikkate şayandır. İman gönülde olandır, amelde gönülde olanın fiiliyata dökülmesidir. Fiiliyata dökülmeyen iman sahibine pek faydalı olmaz. Kişinin evine oturup “yarabbi bana para ver” demesi nasıl olmuyorsa kalbdeki imanda amele dönüşmedikçe faydası az olur.[37]

30- İşte böylece senide bir ümmete Peygamber olarak gönderdik ki sana vahyettiğinıizi onlara okuyasın. Onlardan öncede ümmetler gelip geçmişti. Onlar Rahmanı inkâr ediyorlar. Deki: “O, benim Rabbimdir. Ondan başka ilah yoktur. O’na güvendim. Dönüşüm onadır.

Seni bir ümmete bir peygamber olarak gönderdik, o ümmetten ön­cede nice ümmetler geçmişti, onların devamı olarak bir ümmet geldi. Onlarada seni peygamber olarak gönderdik. Sana vahyettiğim ayetleri onlara okuyasın diye, onlar rahmanıda inkâr ediyorlar.

İşte o ayetlerin özetide: Beni yaratıp yöneten ve besleyen büyüten Rabbim Allah’dır. Ondan başka hiçbir yaratan ve yaşatan vede yöne­ten yoktur demektir. Yunanlı bir ressam müslüman olurken dedimki, “bak müslüman olacaksın, kelime-i şehadet getireceksin şehadetin anlamı şudur. “Allah’tan başka ilah yoktur. Dünyada hiç bir devlet başkanı, kurum veya kuruluş bizim üzerimizde hükmetme hak ve selahiyetine sahip değildir. Yaşatan ve rızık veren ve öldüren Allah’tır.” kelimeyi tevhid ve şehadetin anlamı budur.

İşte “Kelime-i Tevhit” bütün kitapların ve Kur’an’ında özüdür. “Beni yaratan yaşatan ve de yöneten Allah (cc)’tır.” Ona tevekkül ettim. Ona güvendim sığmak yeri de ancak ve ancak odur. Tevbelerin affı için güvenilecek yardım istenilecek af istenilecek olanda ancak ve ve ancak Allah (cc)’dır.[38]

31- Eğer Kın ‘anla dağlar yürütülseydi, yeryüzü parça parça edil­seydi, ölüler konuşturulsaydı (kafirler yine iman etmezlerdi) işlerin hepsi Allah’a aittir. İman edenler bilmedilermi ki, Allah dileseydi bütün insanlara hidayet verirdi. Kafirlerin yaptıkları yüzünden başlarına ani bir bela gelecek veya yurtlarının yakınına konacak. Allah’ın va’di gelin­ceye kadar sürüp gidecek. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.

Rad suresi 31 ayeti ile Mekke müşriklerinin mucize istemelerine karşılık bir cevab veriyor. Mekke müşrikleri Hz. Peygambere “ma­demki peygambersin geçmişte Musa (as)’m mucize gösterdiğini duy­duk, o denizi yarıp karşıya geçmiş, asasını taşa vurup pınarlar akıtmış. İsa (as) ölüleri diriltmiş, sende bize Mekke’nin iki dağı bizi çok sıkıyor şu iki dağı yürütde bize geniş vadiler oluşsun. O dağların arasından sular aksın ırmaklar aksın veya bu Kur’anla ölüleri dirilt.” Allah’da ce­vab olarak “bütün işler Allah’a aittir.” buyuruyor, yani mucizeyi ver­mekte vermemekte Allah’a aittir. Hangi Peygambere hangi mucizeyi vereceğini, hangi mucizenin hangi topluma faydalı olacağını Allah bilir. Musa (as)’a İsa (as)’a yukarıda saydığımız mucizeler fayda vermişti. Zira İsa (as) döneminde tıp ileride idi tıbbın aciz kaldığı hastalıkları tedavi etmiş Mekke kâfirleri de İsa (as) verilen bu mucizeyi Hz. Peygamberden isteyince Allah (cc) “bütün işler Allah’a aittir.” Hangi mucizeyi hangi kavme ve hangi peygambere verileceğini o bilir. Bu tür isteklere Allah “biz onların üzerine melek indirsek yani peygamberin yanında melekler indirsek meleklerde bu peygamberdir deseler, O peygamber onlara ölüleri bile diriltse ve onların önüne ölülerini toplasa, iman etmiyecek olanlar iman etmezler. Zaten peygamberin gönderilişi İlahi kitabı okuması bir mucize eğer bunları görüp iman etmeyen insan melek indirilse de peygamber ölüleri diriltse bile yine iman etmezler.”

Günümüzde, Allah’ın varlığına ve birliğine, tek hakim olduğuna işa­ret eden pekçok delil vardır. Çiçekler, böcekler, yıldızlar insanlar yağ­murlar Allah’ın varlığına delil iken bu yolu kapatmak için devamlı put perest ilim adamları bu delillerin karşısına dikilirler. “Bu Allah’ın yap­ması ile değil, onlar rüzgarın esmesi, bulutun bir birleriyle vurması ve yıldırımın meydana gelmesi gibi…. sebeblerin neticesindendir” diyor. Böyle insanlar, bugün olduğu gibi bundan önceki ümmet ve milletler zamanındada vardı, itirazlarıda aynıdır. Sadece ifadelerindeki bazı isim ve kelimeler yer değiştirmiştir.

Mesela Peygamber ölüleri diriltse, hemen itiraz edenlerin itirazı; bunu önce uyuttu daha sonra diriltti şeklinde olur. Ama ayette “Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkartır.” buyruluyor. Hergün görüp du­ruyoruz, yumurtadan canlıyı canlıdan da ölüyü, yani tavuktan da yu­murtayı çıkartıyor. İman edenler şunu bilmezler mi ki; Allah(cc) dileseydi bütün insanları müslüman yapardı, kimsede itiraz edemezdi. Yani onlara hür iradeyi vermemiş olsaydı da müslüman yapsaydı onları müslüman olarak yaşatır ve de müslüman olarak öldürür. Kâfir olamazlardı, kâfirlik yapacak akıl vermezdi.

Bu dünya hayatı imtihan dünyası olduğu için insana akıl ve irade vermiştir. “İyilik yapmanız beni hoşlandırır kötülük yapmanızda beni hoşlandırmaz. İyilik yapanın mükafatı cennet, kötülük yapanında ce­zası cehennemdir” buyuruyor. “Kâfirlerin yapmış oldukları kötülükler sebebiyle onların başına bela ve musibet devam eder. Bu musibet on­ların evlerinin ta yakınlarına kadar gelir. Allah’ın vadi kıyamet veya ecelleri gelinceye kadar kâfirlerin başına Allah (cc) belayı indirir. Allah vadinden asla dönmez.”

Bu ayetin tefsirinde alimler Hz. Peygamber zamanında peygambe­rin Mekke’yi feth etmesi o, kâfirlerin evlerinin yanına kadar gelmesi Mekke’nin fethedilmesi kâfirler için bir bela idi. Zira saltanatları elle­rinden gitti. Hz. Peygamber peygamberliğini ilan ettiği andan itibaren onların korktuğu şey saltanatlarının ellerinden gitmesi idi nitekim bu da başlarına geldi.

Bu durum sadece o günkü kâfirlere değil, günümüze kadar ve bun­dan sonraki kâfirler içinde geçerlidir. Yani müslümanlar gayret göste­recek olurlarsa kâfirlerin yaptıkları kötülükler birgün başlarına müslümartların gelmesini sağlar. Mü s lümanlarında başlarında durması onlar için bir beladır.[39]

32- Senden önceki peygamberlerlede alay edildi. Kafirlere önce mühlet verdim sonra yakaladım. Benim azabım nasılmış?

Bu ayetin bir önceki ayet ile ilgisini kuracak olursak; ayette pey­gamber (as) “Birgün gelecek Mekkeyi fethedeceğim, Allah adına Allah’ın hükmünü hakim kılacağım. Başınıza, size göre bela olarak evlerinizin bağ bahçelerinizin yanına kadar geleceğim” dediğinde kâfir­ler Hz. Peygamberi alaya alırlar. İşte 32. ayet ile de Allah (cc) “sadece sen değil senden önceki birçok peygamberde alaya alındı. O pey­gamberlerle dalga geçenlere bir müddet mühlet tanıdım.” İşte günü­müzde birçok müslüman; kâfirler Allah’ı ve peygamberi inkâr ettiği halde Allah’da onlara birçok imkânlar tanıyor” şeklinde bir itirazda bulunmak isterler ama Allah çalışanın karşılığını verir. İkinci olarakta bu ayette ifade edildiği gibi o imkânlar kâfirler için bir mühlettir; Ayetin devamında “sonra onları (mühletten sonra) alıveririz.” Yani bulunduk­ları makamdan aşağıya alıveririz.[40]

33- Her nefsin kazandığını gözetenemi (ortak koşuyorlar)? Onlar Allah’a ortak koştular. Deki: “O ilahlarınıza isim verin yoksa Allah’ın yeryüzünde bilmediği bir şeyimi ona haber veriyorsunuz? Yoksa ko­nuşmuş olmak için mi? Hayır, kafirlere hileleri güzel gösterildide yol­dan ahkonuldular. Allah’ın sapıttığını doğru yola getirecek yoktur.

“Her şahsın, her nefsin ne kazandığı üzerinde kontrol altında tutan mı? ilahhğa layıktır. Yoksa kendine malik olamayan adam mı daha la­yıktır?”

Bizi yaratan, eşyayı yaratan, kainatı yaratan ve bfunları yöneten odur. Allah (cc)’mı ilahlığa ibadete layıktır. Yoksa kendisine bile hakim olmayan, ölümüne ve dünyaya gelmesine katkısı olmayan, başı ağrısa durduramayan, karnı ağrısa dindiremeyen mi? ilah olmaya daha layıktır.? Onlar Allah’a ortaklar edindiler. Herşeyin hakimi halikı Allah (cc) olduğunu hesab edemediler ve kendileri gibi olanları ortaklar edindiler. “Deki ilahlarınızı bize tarif ediniz.” Şayet onlar bize aynı şeyi soracak olurlarsa bizim vereceğimiz cevap Ayetel kursi ile olmalı yani “O Allah ki ondan başka ilah olmayan ilahdır. O, haydır, diridir. Kendi nefsi ile kaim olandır. Onu ne bir uyku nede bir uyuklama tutmaz…” veya İhlas suresi ile “Deki O Allah birdir. Allah Sameddir…” Bu ayet ve surede Allah’ın birçok zati ve subuti sıfatları sayılmaktadır. Bunlardan “vahdaniyet” Allah’ın zatında sıfat ve fiillerinde bir olması, “kıdem” başlangıcının olmaması ezeli olması, “beka” sonunun olma-maması ebedi olması. Yarattıklarına benzemez.

Bu ayete (33. ayet) dayanarakta biz diyoruz ki imansızlara, şirk koşanlara; “Buyurun siz de ilahınızı, bize anlatın.” İşte “filanca adam” derlerse biz de “O bizim gibi bir anadan ve bir babadan dünyaya gelen bir kişidir. O da birgün gelir ölür ölümlü olan bir insanda ibadet edil­meye, tapılmaya layık bir kişi değildir.” “Siz Allah’tan başka ilah oldu­ğunu söylüyorsunuz yoksa Allah’a (böyle birinin varlığından bilgisi yoktuda onumu?) haber mi veriyorsunuz.” Şirk: Yer ve gökteki Allah’ın hakimiyetine bir başkasını ortak etmektir.

İşte bu alemde Allah’ın varlığına, birliğine işaret eden, delalet eden alametlere, şahitlere rağmen; bu şirk koşanların varlığı bu uzay çağı dedikleri asırda bile insanların taşlara tapınması, onların huzurunda eğilmesi, birilerinin gidip o taşlara hemen şikayet etmelerinin sebebi ne? derseniz, ayet gayet güzel bir şekilde açıklıyor. “O kâfirlere o tu­zakları güzel gösterildi, zinetlendi, allandı pullandı, yaptıkları en güzel bir iş gibi gösterildi ve böylecede Allah yolundan ahkondular. Şirk ve imansızlık insana zehirli hap gibi yutturulmaz, mantıkî yollarla kişiye güzelleşlirilir. Sevimli hale getirilir. Mesela ahirete inanmayan bir ki­şinin “ahiret ahire t diyorlar ben inanmıyorum gidip gelenmi var?” şek­linde mantıki yorum yapması gibi.[41]

34- Onlar için dünya hayatında azap vardır. Ahiret azabı ise elbette daha zordur. Onları Allahdan koruyacak biri de yoktur.

“Onlar için dünyada azab vardır.” Yani dünya hayatındada o kâfir­ler için azab vardır. Bu ayete göre “ahiret müslümanın, dünya da kafi­rindir.” Sözü yersiz uydurmadır. Zira ayetlere ters düşdüğü gibi hadis-lerdede böyle bir şey yoktur. Dünyada, ahiretde müminindir. Zira mü­min bu dünyada Allah’ın hakimiyetini sağlamak için görevlendirilmiştir. Bakara suresinde Hz. Adem (as)’dan bahsederken onu “yeryüzünde Allah’ın hükmünü icra edecek halife” olarak belirtmektedir. Biz müslü-manların görevide babamız Hz. Adem (as)’ın görevine devam “Allah’ın hükmünü hakim kılmak” için çalışmak. Bizim bu hareketimiz kafirlerin bu dünyada başlarına bela olacaktır. Ve de bu onlar için bir azabdır.

Ahiretin azabı ise daha şiddetlidir. Dünya azabına benzemez ve ahirette onları hiç koruyacak biri yoktur. Bu dünyadaki kâfir toplulukları yine kâfir topluluklar müslümanlara karşı korur yardımcı olur ama ahirette böyle bir yardım mümkün değildir.[42]

35- Muttakilere va’dolunan cennetin durumu şudur: Altından ır­maklar akar, yemişide gölgeside devamlıdır. İşte sakınanların sonu bu. Kafirlerin sonu ise ateştir.

Muttaki insanlarada vadedilen cennetin durumu şudur. Altından ırmaklar akar, yiyecekleri devamlıdır yaz meyvesi kış meyvesi diye birşey yoktur. Arzu olunan bütün nimetler her mevsim istediği anda renkleri, kokulan, tadları cennete ve cennetliklere layık.

Cennetin gölgeleri daimidir. Yani yazın sıcağı kışında soğuğu yok­tur. İnsanoğlunun fıtratının arzu ettiği bir şekildedir. “İşte Allah’tan sakınan, Allah’ın emirlerini yerine getirenlerin sonucu budur. Kâfirlerin akıbeti ise cehennemdir.”[43]

36- Kendilerine kitap verilenler (den İslama girenler) sana indirilene sevinirler. Guruplardan onun bir kısmını inkar edenlerde vardır. Deki: “Ben ancak Allah’a ibadet etmekle emrolundum. Ona ortak koşmam. O’na çağırırım ve dönüşümde O’nadır.

“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen bu ayetlerden dolayı sevinirler” yani ehli kitaptan (yahudi ye hıristiyanlardan) Allah’ın ayetlerini duyunca sevinenler olmuştur. İşte bizim beklediği­miz peygamber bu, beklediğimiz kitapta budur diye sevinmişlerdir. Kabul Ahbar, Abdullah b. Selam gibi yahudiler müsliiman olmuştur.

Ayetlerin inişine sevinenler olduğu gibi bu ayetlerin inişini bir kısmını inkâr eden guruplar topluluklarda vardır. Ayetlerin yarısına inanıp bir diğer yansımda inkâr etmişlerdir. Günümüzdede islamın şu emirleri çok iyide fakat şunlara inanmayız diyen insanlar çoktur. Zira Kur’an’ın şu ayetleri günümüz şartlarına cevap veremez şeklinde itiraz etmektedirler. Bu sözleri şuurlu bir şekilde söyleyen insan iman da­iresinden çıkar. Bir ayeti inkâr Kur’an’ın tamamını inkar gibidir. Deki ben Allah’a kulluk yapmakla emrolundum. Ben sizi ona çağırır, davet ederim.

Müslüman her yerde diğer insanları, Allah’ın dinine onun kelamı Kur’an’a çağırması gerekir. Müslüman olmayanlarda Allah’tan başka­sına davet ederler. Onun yolundan gitmeyi izinden yürümeyi tavsiye ederler. Ama müsîümanın davet edeceği tek yol ve merci Allah’ın yolu ve islamdır. Çünkü bütün insanların dönüşü Allah’adır. Müslüman ol­sun olmasın farketmez.

Allah’ın yolundan başkalarının yoluna çağıran insanların hali; bütün ülkenin insanlarının kralın huzuruna giderken, yolda birinin veya bazı kişilerin aralarında birine, “sen bizim başkanımız, liderimiz ol” demesine benzer. Zira o kendisine liderlik teklif edilen lider olarak ka­bul eden insanında dönüşü Allah (cc)’adır. “ahiret gününde kendilerine uy ulanlar, uyanlardan uzak durur.” ayetinde ifade edildiği gibi “Yarabbi ben istemedim bunlar benim peşimden kendileri geldiler…”der. Uyanlarda; “yarabbi bunların azabını iki kat et bizi kandırdığından dolayı ve de kendisi ilahlık taslağından dolayı.”[44]

37- İşte biz Onu Arapça hüküm olarak indirdik. İlimden sana gel-dikden sonra onların nevalarına uyarsan AHah’dan sana bir veli veya koruyucu yoktur.

Bu ayetle şunu öğreniyoruz; Kur’an-ı Kerim bizim “hukuk” kita-bımızdır. Bundan sonra böyle bileceğiz.

“Ey lıabibim, bu Kur’an’m bilgisi geldikten sonra sen onların heva ve heveslerine uyacak olursan onların kanunlarına uyacak olursan Allah katında senin için ne bir dost vardır, nede seni koruyan biri var­dır.”

Bu ifadeler Allah rasulünün şahsında biz müminleredir. Hz. Peygamberden müşrik ve kâfirlerin istek ve arzularına boyun eğme diye bir olay meydana gelmemiştir. Allah kanun olarak Kur’an’ı indir­mesine rağmen inanmayanların heva ve heveslerine uyarsanız Allah sizin dostunuz olmaz ve sizi korumaz Allah’da korumadımı kimse ko­ruyamaz.[45]

38- Senden öncede peygamberler gönderdik. Onlar için eşler ve ço­cuklar verdik. Hiçbir peygambere Allah’ın izni olmadan mucize getire­mez. Her ecelin bir kitabı vardır.

Yunanlı hıristiyan ressam kızın islamı. kabul etmesinde kelimeyi şehadeti açıklarken Kelime-i Tevhidi tefsir ettim ona “bak peygam­berde bizim gibi bir insandır evlenmiştir, ticaret yapmıştır. Bir anne ve babadan doğup çocukluktan ihtiyarlığa kadar hayatın her kademesini bir insan gibi beşer olarak yaşamıştır. Bizden farklı yönü vahye muha­tap olması ve peygamberlikle vazifelendirilmesidir” dediğimde Hıristiyanlığın da etkisiyle biraz itiraz etmişti. “Peygamberde biraz ilahlık olması gerekmezini” dedi “gerekmez” çünkü İlah olarak Allah (cc) yeter. Sonra yaratılmışların içinde ençok sevdiğimiz Hz. Muhammed’dir. İnsan olduğunuda hiç bir vakit unutmayız.

Mekke döneminde müşriklerde itiraz etmişlerdi “bu ne biçim bir peygamber, evleniyor, bizim gibi yiyor, içiyor. Furkan suresi 7. ayette bunlara işaret edilmekte “yanında bir melek olmalı değilmiydi” bu pey­gamberdir diye onu tasdik etmeli veya yanında hazineler olmalı de­ğilmiydi diye itiraz etmişler.

Günümüzün imansizlanda Hz; Peygamber için çok evliliğinden do­layı kadın düşkünü idi diye iftiralar atıp hatta bu konuda kitaplar bile yazmışlardı. Eğer Hz. Peygamber kadın düşkünü olsaydı ilk evliliğini 25 yaşında iken kırk yaşındaki dul bir kadın ile yapmazdı. Ve de Hz Hatice validemizde 50 yaşına kadar yaşamış olup o esnada ikinci bir kadınla evlenmiştir. Hz. Hatice validemizin vefatından sonraki evlilik­leri birer siyasi vede dini tebliğ içindi.

Hz. İsa ve Hz. Yahya (as) dışındaki bütün peygamberler evlen­mişlerdir ve peygamberler Allah’ın izni olmadan bir mucize ve bir ayet getirmeleri mümkün değildir. Her ecelinde zamanında bir sonu vardır, bir son yazılmıştır. Yani zamanla kayıtlı olan her şeyin sonu vardır. “Allah (cc)’hın zamanla kayıtlı olmadığı için onun başlangıç ve sonu yoktur.”[46]

39- Allah dilediğini siler ve (dilediğini) sabit kılar. Kitabın anası O’nun yanındadır.

Ona, levhi mahfuz diyoruz Tevrat’ın, Zebur’un, İncil ve Kur’an’ın da aslı levhi mahfuzdadır.”

Bu 39. ayet hakkında tefsir alimleri hayli şeyler söylemişler bunlar birbirini tamamlayıcı unsurlardır. Dilediğini yok eder dilediğinide sabit kılar derken.

  1. Allah dilediğinden ahkamı kaldırır. Yani tevrat ve incilde var olan ahkamdan bir kısmını kaldırır. İmha eder yerine yeni hükümler koyar veya o Tevrat ve İncil’deki bir kısım ahlakımı devam ettirir…. ayetde “Tevrat’ta olan bir hüküm Kur’an’dada sabit kılınmıştır” buyruluyor. Şu mantıkla hareket ederek “Kur’an Allah’ın kelamı olduğu gibi Tevrat ve İncil’de Allah’ın kelamıdır. Allah niçin Kur’an’ı koruyorda Tevrat ve İncil’i niçin korumasın” diyorlar. Biz de cevap olarak bu 39. ayeti sunuyoruz. Allah dilediğini imha eder, dilediği ahkamıda sabit kılar diyoruz.
  2. Allah dilediği dağlan sabit kılar dilediğini de yok eder şeklinde açıklanmıştır. Bir başka alimde nice dağlar, ova nice ovalarda dağ ha­line gelmiştir. Rabbim böyle değişimlere uğratır.
  3. Diğer bir alimde Allah dilediği .devletlerden bir kısmını imha eder bir kısmını da sabit kılar. Yıkılmaz, bileği bükülmez denilen roma im­paratorluğu zamanla yok edilmiştir. Rusya’da aynı şekilde bölünmüş­tür.
  4. Diğer bir tefsirciye görede Allah dilediği insanı melekleri vası­tasıyla imha eder. Dilediğinide bu dünyada belirli bir vaktine kadar sabit kılar.[47]

40- Onlara va’dettiklerimizin bir kısmını sana göstersekde seni ö’l-dürsekde sana düşen ancak tebliğ etmekdir. Hesap (görmekde) bize ait­tir.

Bu ayette bir Önceki ayet arasındaki alakadan hareketle bir önceki ayeti şöyle anlamak mümkündür. “Allah dilediğini yok eder dilediğini de sabit kılar” derken 3. maddede söylediğimiz dilediği zalim devleti yok eder dilediği devletide sabit kılar demiştik. İşte bu manayı bu kır­kıncı ayet destekler durumdadır. “Bizim onlara vaad ettiklerimizden bir kısmını sana gösteririz.” Yani kâfirlerin sonu gelecektir, Mekke’yi fet­hedeceksin gibi vaadlerden bir kısmını sana gösteririz veya gösterme­den senin canını alırız. Sen vefat edersin, senin için ey habibim netice önemli değil, sana düşen görev sana indirilen kitabı onlara ulaştırmak­tır. Bize düşende onlardan hesab sormaktır. Sen görevini yap insanlara mesajını ulaştır.

Bu ayet bize gayet güzel bir ışık tutmaktadır. Bazı müslüman kar­deşlerimiz soruyor Acaba islam devleti kurulacakmı? diye “Biz islam devletinin kurulup kurulmamasından değil, biz islamı tebliğ ve yeryü­zünde fitne kalmayıncaya kadar da cihadla emr olunduk” islam devle­tinin kurulup kurulmaması Allah’ın takdirindedir. Kişi malı, aklı, diplo­ması ve canı ile Allah yolunda çalışmakla mesuldür. Bu gayret içinde ölürse neticesi inşallah cennetliktir.[48]

41- Görmüyorlarmıki biz yeryüzüne geliyoruz ve onu etrafından eksiltiyoruz. Allah hükmeder. Onun hükmünün peşine düşecek (geri çevirecek) yoktur. O hesabı sür’atli olandır.

Hükmü veren Allah’dır. hükmünde onu soruşturacak onu takip ede­cek teftiş edecek hiçbiri yoktur. Allah (cc)’de yaptığından sorumlu tu­tulmaz İslama göre dokunulmazlığı olan tek varlık Allah (cc)’dür yaratılmışların ise makam ve mevkii ne olursa olsun hiçbir kişi veya ku­ruluşun dokunulmazlığı yoktur. İslam Tarihinde Hz. Ali (ra)’nin yahudi ile ilgili bir hususta mahkeme önüne çıktığını Fatih Sultan Mehmed’in yine bir yahudi ile ilgili mahkemesi buna örnektir.”Allah hesabı çok çabuk görendir.”[49]

42- Onlardan öncekilerde tuzak kurmuşlardı. Fakat bütün tuzaklar Allah’a aittir. Her nefsin ne kazandığını bilir (Dünya) yurdunun sonu kime aitmiş kafirler yakında bilecekler.

“Ondan öncekilerde hile yapmışlardı. Tuzaklar kurmuşlardı ama bütün tuzak ve hileler Allah’a aittir.” Yani tuzak kuran adamı yaratan Allahtır. Öyle ise Allah’a olan hile ve tuzakları da boşa çıkaracak olan Allah (cc) dür. Kötü tuzak sahibini yakalar.

Her nefis ne kazandığını bilir. Kâfirlerde ahiret yurdunun kime ait olduğunu bileceklerdir.[50]

43- Kâfirler: “Sen peygamber değilsin” derler. Deki: Benimle sizin aranızda Allah ve yanında kitap ilmi olanların şahid olması yeter.

“Kâfirler derlerki sen peygamber değilsin.” Onlar sana peygamber­liğinin şahidi nedir?” diyecek olurlarsa “sizinle benim aramda şahid olarak Allah vardır. Şahid olarak Allah yeter.” Ben size kendimi pey­gamber olarak kabul ettirmek mecburiyetinde değilim. Benim peygam­berliğimi Allah’ın onaylaması bana yeter. Ey kâfirler beni inkâr etme­nizden dolayı şahsım adına benim endişem üzüntüm yok. Benim üzün­tüm ahirette sizin kötü duruma düşmeniz, cehennemlik olmanızdadır.”

Milyarlarca insan beni beğenip alkışlasa ve ben Allah katında sevilmesem benim için hiçbir değeri yoktur. Yine Allah’ın beni sevip mil­yarlarca insanında beni kötülemesine aldırmam.

Peygamber efendimizin peygamberliğine şahit olan kitap sahibi in­saflı ilim adamlarıdır. Yani Tevrat ve İncil’i okuyan peygamberin gel­mesini bekleyen insaflı din adamlarıda Peygamber Efendimiz (as)’in peygamberliğine şahitlik yapmışlardır. Birinci derecede şahid Allah(cc)’dir.

Öyle ise biz müslümanlığımızdan zerre miktarı şüphe etmediğimiz müddetçe, bizim hakkımızda ne derlerse desinler, arkamızdan söyle­nen şeylere üzülmeyiz. Ama islam dinine kötü söz söylerlerse buna üzülür, “sizin yanmanızı istemiyoruz” diyede karşı tarafa üzüntümüzü belirtiriz.

Kuran

Rad Suresi

Şifa Tefsiri ( Mahmut Toptaş ) | İnterGez

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.