107 – Maun Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an
Atâ ve Câbir’in görüşüne göre Mekke’de inmiştir. İbn Abbas’ın iki görüşünden birisine göre Mekke’de, diğer görüşüne güre ise Medine’de inmiştir. Katade ve diğerlerinin görüşü de budur.

Maun Suresi | el Camiu li-Ahkami’l-Kur’an ( İmam Kurtubi Tefsiri )
Rahman ve Rahim Allah’ın Adı île
Yedi âyettir. [1]
- Dini yalanlayanı gördün mü?
- İşte o, yetimi şiddet ve sitemle itendir.
- Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyendir.
- İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki,
5- Onlar namazlarından gaflet içindedirler.
- Onlar hem riyakârlık yapanların ta kendileridir.
- Hem mâûnu da engellerler.
Bu buyruklara dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:
1- Dini Yalanlayıp, Yetime Kötü Davrananlar:
“Dini” yani amellerin karşılığının görülmesini ve âhirette hesaba çekilmeyi “yalanlayanı gördün mü?” Buna dair açıklamalar daha önceden el-Fati-ha Sûresi’nde geçmiş bulunmaktadır.
”Gördün mü?” hıfzında ikinci hemze sabittir. Zira bunun yerine; denilemez. Fakat soru hemzesi teshil [2]ile okunmuştur. Bunu ez-Zeo câc zikretmektedir.
‘ İfadede hazfedilmiş lafızlar vardır, anlam şöyledir: Dini yalanlayanı gördün mü? O (böyle yapmakla) isabet mi ediyor, yoksa hata mı ediyor?
Bu buyruğun kimin hakkında indiği hususunda görüş ayrılığı vardır. Ebu Salih’in, İbn Abbas’tan naklettiğine göre o şöyle demiştir: Sûre el-A.s b. Vâ-il es-Sehmî hakkında inmiştir, el-Kelbi ve Mukatil de böyle demiştir.
ed-Dahhak’ın rivayetine göre (İbn Abbas) şöyle demiştir: Sûre münafıklardan fiîr kişi hakkında inmiştir.
cs-Süddi dedi ki: el-Velid b. d-Muğire hakkında inmiştir. Ebu Cehil hakkında indiği de söylenmiştir.
ed-Dahhâk: Amr b. Aİ2 hakkında inmiştir, demiştir.
İbn Cüreyc: Ebu Süfyan hakkında inmiştir. O her hafta bir deve boğazlardı. Bir yetim ondan bir şeyler istedi, asasıyla ona vurdu. Bunun üzerine yüce Allah bu sûreyi indirdi.
” Şiddet ve sitemle İten”; ilen ve kakan demektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Cehennem ateşine doğru şiddetle sürülecekleri gün” (el-Tur, 52/13) Bu lafza dair açıklamalar daha önceden (el-Tur, 52/13. tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
ed-Dahhâk, İbn Abbas’tan şöyle dediğini nakletmektedir: “İşte o, yetimi şiddet ve sitemle itendir.” Yani hakettiğini ona vermeyerek itendir. Katade: Ona kahredip, zulmedendir, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirine yakındır. Daha önce en-Nisa Sûresi’nde (4/7, âyet, 1. başlıkta) Arapların (İslâm’dan önce) kadınlara ve küçük çocuklara miras hakkı tanımadıklarını ve malın ancak ok ve mızrak kullanan, kılıç sallayan kimselere verilebileceğini söyledikleri geçmiş bulunmaktadır. Peygamber (sav)’dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Her kim ihtiyaçtan kurtuluncaya kadar müslümanlarctan bir yetimi
(baktığı çocuklarının arasına) katarsa, o kimseye cennet vacib okır.'[3]’ Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden bir kaç, yerde (mesela, el-Bakara, 2/3 âyet, 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır, [4]
2- Yoksulu Doyurmaya Teşvik:
“Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyendir.” Yani cimriliğinden, amellerin karşılığının görülmesini (cezayı) yalanladığından ötürü bu işi emretmez. Byı el-Hâkka Sûresinde yer alan yüce Allah’ın: “Yoksulu yedirmeye de teşvik etmezdi. “(el-Hâkka, 69/34) buyruğunu andırmaktadır. Buna dair açıklamalar da daha önceden (sözü gecen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Bu husustaki yergi, gücü yetişemediği için bunu terkeden kimseleri de kapsayacak şekilde umumi değildir. Ancak onlar bir taraftan cimrilik ediyorlar, diğer taraftan kendileri için mazeret bulmaya kalkışıyor ve: “Allah dilese idi kendilerini yedirebileceği kimseleri mi yedirelim?” (Yasin, iti/Al) diyorlardı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime, boyleleri hakkında nazil oldu ve onlar bu tutumları dolayısıyla yerildiler. Buna göre ifadenin anlamı şöyle olur: Onlar güç yetirdikleri vakit, bu işi (yoksulu yedirme işini) yapmazlar, güçleri yetmeyecek otursa da bu işi teşvik etmezler. [5]
3- Namaza Gereken Dikkati Göstermek;
“İşte (böyle) namaz kılanların vay haline!” Yani onlar için bir azab vardır. Buna (“veyl; vay haline” lafzına) dair açıklamalar daha önce birkaç yerde (mesela, ei-Bakara, 2/79. âyet, 1. başlıkla) geçmiş bulunmaktadır.
“Onlar namazlarından gaflet İçindedirler.” ed-Dahhâk, İbn Abbas’tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu namaz kıldığı vakit sevab alacağını ümit etmeyen, terketmesi halinde de bundan ötürü cezalandırılmaktan korkmayan kimsedir. Yine ondan gelen rivayete göre bunlar, namazları vakitlerinden sonraya bırakıp geciktirenlerdir. el-Muğire de İbrahim’den böylece rivayet etmiştir, ü şöyle demiştir: Onlar (namaz) vakti(ni kaçırarak) kaybetmek suretiyle gaflet içerisinde olanlardır.
Ebu’l-Aliye’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Namazı kendine mahsus vakitlerinde kılmazlar. Rükû’ ve sücudlarım tam yapmazlar.
Derim ki: Buna daha önce Meryem (selam ona) Sûresi’nde (19/59-63- âyetler, 1 ve 2. başlıkta) geçtiği üzere yüce Allah’ın: “Bunlardan sonra ise nail mazı terkeden, arzularına uyan bir kavim geldi.” (Meryem, 19/59) buyruğu da buna delildir.
Yine İbrahim’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Burada sözü edilen kişi, secde ettiği vakit sağına soluna bakacak şekilde başını kaldıran kimsedir.
Kutrub dedi ki: Bu, namazında Kur’ân okumayan, Allah’ı zikretmeyen kişidir.
Abdullah (b. Mesud)’un kıraatinde: ” Onlar na-‘ mazlarında (gaflet’içinde) oyalanırlar” şeklindedir.
Sa’d b. Ebi Vakkas dedi ki: Peygamber (sav) yüce Allah’ın: “İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki! Onlar namazlarından gaflet İçindedirler.”buyruğu hakkında şöyle buyurdu; “Bunlar namazı -ona gerektiği gibi önem vermeyip ve ona aldırış etmediklerinden ötürü- vaktinden sonraya tehir edenlerdir. [6]
Yine İbn Abbas’tan şöyie dediği rivayet edilmiştir: Bunlar gizli hallerde namazı terkeden fakat aleni olarak namazı kıldıkları görülen kimselerdir: “Namaza kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar…” (en-Nisa, 4/142)
Bu buyruğun münafıklar hakkında indiğine delil yüce Allah’ın: “Onlar hem riyakarlık yapanların ta kendileridir” buyruğudur. İbn Vehb de Malik’ten böyle dediğini rivayet etmiştir.
İbn Abbas dedi ki: Şayet: “Namazlarında gaflet içindedirler” elemiş olsaydı o vakit bu buyruk, mü’minler hakkında olurdu.
Ata dedi ki: “Namazlarından” diye buyurup; “Namazlarında” diye buyurmayan Aliah’a hamdolsun.
ez-Zemahşerî dedi ki: Şayet: “Namazlarından” buyruğu ile “namazlarında” ifadesi arasında nasıl bir fark vardır, diye soracak olursanız cevabımız şudur: “…dan” ifadesi onların namazı terkedecek ve ona çok az aldıracak şekilde namazdan gaflet içerisinde olduklarını aniatır. Bu ise münafıkların işidir. Yahutta müslümanlar arasından fasık ve murdar kimselerin işidir,
“…da” ise; onlar namaz kılarken şeytan vesvesesi yahut içlerinden geçirdikleri bir düşünce sebebi ile bazan namazlarında gaflete düşerler, demektir. Bundan ise kurtulabilen bir müslüman hemen hemen yok gibidir, Rasû-lullah (sav)’ın da -başkası şöyle dursun- namazda yanıldığı olurdu. Bundan dolayı fukaha yazdıkları eserlerinde “sehv secdesi” bahsini de yazmışlardır.
İbnu’l-Arabi dedi ki: Çünkü (namazda) yanılmaktan kurtulmak imkansızdır. Rasûlullah (sav) da, ashab-i kiram da namazlarında yanılmışlardır. Namazında yanılmayan herkes, aslında namazı üzerinde iyice düşünmeyen, namazında okuduklarını akledip kavramayan, bütün derdi namazlardaki sayılan tesbit elmek olan bir kimsedir. Böyle bir kimse ise, kabukları yiyip, 02ü atan bir adama benzer. Peygamber (sav)’ın namazında yanılmasının tek sebebi ise, namazdan daha büyük hususlar hakkında düşünmesidir. Ancak, şeytanın kendisine hatırına hiç gelmeyecek şeyleri getirmesi şunları şunları hatırla demesi sonucunda vesveseleri etkisi altında kalan bir kimse, namazında yanılabilir ve sonunda kaç rekat kıldığını şaşırabilir. [7]
4- Namaz ve Riyakârlık:
“Onlar hem riyakârlık yapanların ta kendileridir.” Yani böyle bir kimse takiyye (namaz kılmamaktan ötürü karşı karşıya kalacağı zorluklardan kurtulmak) îçin namaz kıldığı halde, Allah’a ilaat olsun diye namaz kıldığını gösterir. Fasık gibi. Bu kimse aslında namaz kılan birisidir, denilsin diye namaz kılmakla birlikte, İbadet olmak üzere namaz kıldığı izlenimini vermeye çalışır.
Riyakârlığın gerçek mahiyeti, ibadet yolu ile dünyalık elde etmek isteğidir. Bunun kökü de insanların kalblerinde yer edinmek arzusudur. Bunun ilk basamağı, kişinin din ve dünyada maksat ve gidişini güzelleştirmeye çalışmaktır. Aslında bu peygamberliğin cüzlerinden olmakla birlikte, riyakârca bu işi yapan kişi, böyie davranmakla mevki elde etmek ve öğünmek istemektedir.
İkincisi, dünyada zâhidlik görüntüsü kazanmak maksadı ile kısa ve kaba eİbtsder giyinerek riyakarlık etmektir.
Üçüncüsü, dünya ehline kızdığını, işleyemediği hayır ve itaatler dolayısıyla üzüntülerini ve öğüt verme halini izhar etmek suretiyle sözlü riyakârlıkta bulunmaktır.
Dördüncüsü, namaz kılıp sadaka verdiğini göstermek yahutta insanlar görsün diye namazı güzelleştirmeye çalışmak suretiyle riyakârlık yapmaktır.
Buna dair açıklamalar uzun sürer. Bu (hususlar) onun (riyakârlığın) göstergesidir. Bu açıklamayı İbnu’l-Arabi yapmıştır.
Derim ki: Riya, hükümleri ve gerçek mahiyeti hakkında yeterli açıklamalar, bundan Önce en-Nisâ (4/36. âyet, 1. başlıkta), Hûd (11/15. âyet, 1. başlıkla) ve el-Kehf Sûresi (18/110. âyet) sonlarında geçmiş bulunmaktadır. [8]
5- Farz Olan Salih Amellerin Açığa Vurulmasıyla Riyakârlık Sözkonusu Olmaz:
Farz olması halinde, salih ameli açığa vurmakla kişi riyakarlık yapmış olmaz. Çünkü açıkça yapılmaları ve gizli saklı işlenmemeleri, farz amellerin haklarındandır. Çünkü Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın farz kıldığı hususlarda gizlilik saklılık olmaz.”[9]
Çünkü bunlar İslimin alametleri ve dinin şiarlarıdır. Diğer taraftan bunları, terkeden bir kimse.yerilmeyi ve gazaba uğramayı hak eder. O halde bunları açıkça işlemekle zan altında kalmaktan uzak durmak icab eder. Eğer işlenen amel nafile ise, o vakit bunun gizlenmesi gerekir. Zira bir kimse nafile ameli terkettiğinden dolayı kınanmaz, bundan dolayı da zan altında tutulmaz. Eğer kendisine uyulsun maksadı İle bu nafile ameli açıkça işieyecek olursa, bu güzel bir iş olur. Çünkü riyakarlık ancak amelini açıktan işlemekle, başkalarının görmesi ve böylelikle salih bir kimse olmakla ondan Övgüyle süzedilmek maksadının güdülmesi halinde sözkonusudur.
Birilerinden rivayet edildiğine göre; o mescidde şükür secdesine kapanıp o secdeyi uzatan bir kimse görmüş. Ona: Eğer sen bu işi evinde yapmış olsaydın, bu ne kadar güzel olurdu! Bu sözü ona söylemesinin sebebi, o kimsenin bu davranışıyla riyakârlık yaptığını ve başkalarının bunu görmesini istediğini sezmesinden dolayıdır. Bu anlamdaki açıklamalar, daha önce el-Ba-kara Sûresi’nde yüce Allah’ın: “Sadakalarınızı açıkça verirseniz o ne güzeldir!” (el-Bukara, 2/271) buyruğu açıklanırken ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. Bundan dolayı da Allah’a hamdolsıın. [10]
6 Yardımlaşmaya Engel Olanlar:
“Hem mâünu da engellerler.” buyruğuCnda geçen mâûn hakkOnda oni-ki görüş vardır:
1- Maksat, mal Sarının zekâtıdır. ed-Dahhâk, İbn Abbas’tan böyle rivayet etmiştir. Ali (r.a)’dan da bunun gibi bir
görüş rivayet edilmiştir. Malik de böy-ie demiştir.
Bundan maksat ise, münafıkın zekâtı engellediğidir. Ebu Bekr b. Abdu’l-Aziz, Malikten şöyle dediğini rivayet etmiştir, Bana yüce Ailahın: “İşte (böyle) namaz kılanların vay haline kî! Onlar namazlarından gaflet içindedirler. Onlar hem riyakarlık yapanların ta kendileridir. Hem mâûnu da engellerler” buyruğu hakkında şu açıklamalar ulaşmıştır: Münafık namaz kıldığı vakit riyakârlık olsun diye namaz kılar. Namazını geçirirse bundan dolayı pişmanlık duymaz. “Hem nıâûnu” Aüah’ın kendilerine farz kıldığı zekâtı “da engellerler” demektir.
Zeyd b. Eşlem dedi ki: Eğer zekâtı gizli saklı verebilme imkanı olduğa gibi, namazı-da gizli saklı eda etme imkanı bulunsaydı hiçbir şekilde namaz kılmazlardı.
2- “Mâûn”, Kureyş^lehçesinde mal demektir. Bu açıklamayı İbn Şihâb ve Said b. el-Müseyyeb yapmıştır.
3- Bu; balta, çömlek, ateş ve buna benzer evde kullanılan, birtakım ihtiyaç duyulan eşyanın hepsi hakkında kullanılan genel bir isimdir. Bu açıklamayı İbn Mesud yapmıştır. İlin Abbas’tan da bu görüş rivayet edilmiştir, el-A’şâ dedi ki:
“Onların semaları bulutlanmayacak olursa,
Mâûnıı (suyu ve yağmuru) ile (Fırat’ın suları) ondan daha cömert değildir.”
4- ez-Zeccac, Ebu Ubeyd ve eJ-Müberred’in naklettiklerine göre mâûn, ca-hiliye döneminde faydalı olan her şeydir. Balta, tencere, kova, çakmaktaşı ve az çok faydalı olan herbir şey demektir. Bunlar ayrıca el-A’şa’nın (yukarıdaki) beyi tini zikretmişler ve şöyle demişlerdir: İslâm döneminde İse mâûn itaat ve zekâttır. Buna delil olarak da er-Râî’nin şu beyitlerini zikretmişlerdir:
“Ey Rahman’ın halifesi! Biz öyle bir topluluğuz ki
HanifLeriz, sabah akçam secde ederiz,
Öyle Araplarız ki, yüce Allah’ın bizim mallarımızda
Zekât hakkının bulunduğunu indirilmiş bir hüküm olarak biliriz
Biz hala İslâm üzereyiz, hiçbir zaman maunumuzu
Engellemediğimiz gibi, tehlili (la ilahe illallah demeyi) de zayi etmedik.”
Bununla zekân kastetmektedir.
5- Mâûn, iğreti olarak verilen şeyler demektir. Bu açıklama da İbn Ab-bas’tan rivayet edilmiştir.
6- Maun, insanların kendi aralarında karşılıklı olarak yaptıkları hertürlü maruf (iyilik) demektir. Bu açıklamayı Muhammed b. Ka’b ve el-Kelbi yapmıştır.
7- Su ve ottur,
8 -Sadece sudur.
el-Ferra dedi ki: Ben Araplardan birisini: Mâûn; su demektir, dediğini duydum ve bana bu hususta şu mısraı okudu:
“Onun bulutu mâûnu (suyu) alabildiğince döker.”
9- Maun: Hakkı engellemek demektir. Bu açıklamayı Abdullah b. Ömer yapmıştır.
10- Mallardan sağlanan faydaların kullanılmasıdır. Bu da az demek olan “el-ma’n”den alınmıştır. Bu açıklamayı et-Taberî ve İbn Abbas yapmıştır. Kut-rub dedi ki: “Mâûn”un asıl anlamı azlıktır. “Ma’n” az şey demektir. Araplar: ” Onun az olsun, çok olsun hiçbir şeyi yoktur” derler.
Yüce Allah’ın zekât, sadaka ve bunlara benzer iyilikleri “mâûn” diye adlandırması bunların çok arasından veriien az şeyler oluşundan dolayıdır.
Kimileri de şöyle demiştir: “Mâûn”un aslı (yardımlaşmak anlamındaki): “Mâûnef’den gelmektedir. (Mim1 den sonraki) “elif” (mâûnetin sonundaki) “he” (yuvarlak te)’den bedeldir. Bu açıklamayı el-Cevherî nakletmiştır.
İbnu’l-Arabi dedi ki: “Mâûn” kelimesi: ” Yardım etti, eder” fiilinden ism-i mef uldür. “Avn” ise güç, araçlar ve işi kolaylaştırıcı yollarla yardımcı olmak demektir.
11- Mâûn, itaat ve boyun eğmek demektir. el-Ahfeş fasih bedevi bir Araptan şöyle dediğini nakletmişüi: “Biz eğer konaklayacak olursak senin devene, sana “mâûnu” verecek bir iş yapacağım.” Bundan kasıt ise, sana boyun eğip, itaat edecek (bir iş yapacağım)dir. Recez vezninde şair şöyle demiştir:
“Sen onların burunlarına halka takıldığını görecek olursan;
Onlar (sana) boyun eğer yahut sana mâûnu verirler (itaat ederler).”
12- Mâûn’un; su, tuz ve ateş gibi engellenmesi helal olmayan şeyler ol-tluğu da söylenmiştir,. Çünkü Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasû-lü dedim. Engellenmesi helal olmayan şey nedir? Şöyle buyurdu: “Su, ateş ve tuz.” Ben: Ey Allah’ın Rasûlü, suyu anladım, ateş ve tuz da ne oluyor? dedim. Şöyle buyurdu: “Ey Aişe! Ateş veren kimse sanki bu ateş ile pişirilen her şeyi sadaka olarak vermiş gibidir. Tuz veren bir kimse de sanki bu tuz ile lezzeti yerine geien pişirilmiş bütün yemeği tasadduk etmiş gibidir. Her kim de suyun bulunduğu bir yerde bir yudum su içirecek olursa, altmış canı hürriyetine kavuşturmuş gibidir ve her kim suyun bulunmadığı bir yerde bir yudum su İçirecek olursa, bir kişiye hayat vermiş gibidir. Bir kimseye hayat veren bir kimse ise, bütün insanları hayata kavuşturmuş gibidir, “[11]
Bunu es-Sa’lebi Tefsirinde zikrettiği gibi, İbn Mace de Sünen’inde rivayet etmiştir. Senedinde bir parça gevşeklik vardır. Bu da bu husustaki oni-kinci görüştür.
el Maverdi dedi ki: Bunun işlemesi kolay fakat Allah’ın ağırlaştırdığı şeylerle mâûnet (yardımcı olmak) anlamına gelme ihtimali de vardır.[12]Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
İbn Abbas’ın azadlısı İkrime’ye: Herhangi bir eşyayı vermeyen kimseye veyl sözkonusu olur mu? diye soruldu. O: Hayır fakat bu üçünü bir arada yapana veyl olsun! Yani namazı terkedip, riyakarlık yapan ve mâûnu vermeyerek cimrilik gösteren.
Derim ki: Sûrenin münafıklar hakkında olması daha uygun ve onlara daha yakışır. Çünkü bu üç niteliği kendilerinde toplamışlardır; Namazı terket-mek, riyakârlık yapmak ve malda cimrilik göstermek. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Namaza kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak pek az anarlar.” (en-Nisa, 4/142) Yine bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Namaza ancak üşene üşene gelirler. İnfak-tarım da mutlaka isteksiz yaparlar.” (et-Tevbe, 9/54)
İşte bunlar, onların (münafıkların) halleridir. Bunların gerçek bir müslü-manda bulunması uzak bir ihtimaldir. Eğer bir müslumanda bazıları bulunacak olursa, ona da azarın bir parçası ulaşmış olur. Bu da muayyen olarak Les-bit edilebilirse mâûnu men etmek halinde sözkonıısudur, namazı terketme halinde sözkonusu olduğu gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Zaruret hali dışında mâûnu engellemek, mürüvvet açısından çirkin bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır, [13]
(MâCın Sûresi burada sona ermektedir. Allah’a hamd olsun).
Maun Suresi